gözlerine otağ kurmuş yalnızlık
acının zangocusun-bunalım eğirirsin
geceleri sızım sızım
kapanmaz bir yara gibi geçmişin
kilitlerin anahtarsız
kendinin hücresisin
`keşke` dediğin yerde
yarım kalmış şiirlerin kederi
-gecikmiş nice pişmanlık-
içinde sabaha dek
dört nala uzaklaşan bir atın
dönüşsüz ayak sesleri...
her türkü
kan göleti
söze dökülmeyen habis duygular
kahredici ve derin
birer kesik damar gibi
deneyemediklerin...
anlıların senin
sokak çocukların
cami kapılarına bıraktıkların
dönüp dönüp sarıldıklarım
anlıların ki her biri
baş belan
illetin
yüzsüzün
bir deprem sonrasıdır
yalnızlıktan yıkılır kent
anlarsın
biraz da pişmanlıklardır hüzün...
oysa kepir yüreklere can akıtmışsın
kaç gülşen büyütmüşsün çoraklarında
yeşermesi olmayacak ağaç gibiyken
insan eli değmemiş sancılı gecelerden
çiçek salgınlarıyla ulaşmışsın sabaha
yakılmış bayrakları
asılmış şarkıları
çiçekleri çiğnenmiş
yağmalanmış alanları
kentler geçmiş içinden
unutulmuş bir yerlerde
birileri
görüşmemek üzere
her mevsim yaprak döken
ve yeniden çiçeklenen ağaçlar gibi
nice yol ayrımlarında kalmış
nice insan yüzleri
ne zaman ki dağdelen coşkularla
sürüklenmişsen
yüreğini gül diye sunduğun eller
bozguna uğratmış tomurcuk şiirlerini
acı çalmış baharını yüzünün
gülüşün kırılmış sebiller gibi
sırları dökülmüş bir günün aynasında
birden bire görürsün
biraz da
dinmiş coşkulardır hüzün...
ağladın
hep ağladın
kumdan evler kurmayı
deneyemediğin için
ağladın için için
kurduğun kumdan evleri
gelip yıkınca deniz
ağladın
derya içre balık gibi
deryadan habersiz
bir zamanlar duruydun
arınmış sevgilere gebeydi toprakların
için yırtıldı-dağlandın
ve kirlendi gözlerin
yüz ifaden kavlandı
fason sözcüklerle konuşmağa başladın
buğulandı aynaların
içindeki bataklıkta boğuldun
kendi kendine sürgün
kirli bir suydun
yine cellatlar dolaşıyordu
türküleri talanlanmış alanlarda
madalyonlarının arkasına saklanmış
vampirler kan sarhoşu
sayısız yargısız infaz
faili meçhul
yaşı bilinmeyen bunamış firavunlar
sürdürsün diye saltanatını
sokaklar dolusu yalaka
çanak yalayıcı
kul...
yine de birileri hep oldu
anlaşılmaz ölçüde hain(!)
çelikten onurları
parçalanmış yüzleriyle
güya ibret-i alem için sergilenirken
parçalarken bir tekmede
zulüm esnafının tezgahlarını
-sen ki bütün aynaları buğulu
akvaryumuna aşık
tedirgin su...
gül(üş) ün açmasını insanlık suçu sayıp
ağaçlar yargısız sökülürken
hastane kapılarında
ölüm kuyruklarla
caddeler hınca hınç
hınç
tüm bunların arasında
azat et kendini içindeki kafesten
cellatların uluştuğu bir dünyada
artık sırça saraylar kurma
o saraylar dolusu mutluluklar kurma
eğer ki yüreğinin
haykıracak gücü yoksa
dağ başlarına tırman
yorgun bir kartal gibi mağaralarda yaşa
yüzünü içindeki dipsiz dehlize dön
ve haykır
gözkapaklarının içinde saklanmış onca hüznü
ki yeniden coşkuyla tutuşsun türkün
unutma
biraz da susmaktır hüzün...-
arınıp yeniden insan olmaksa derdin
en mutsuz zamanında sokaklara çık
çaresizliklerden acılar devşir
kimsesiz çocukların bakışlarından umut
var kana nehir nehir
bırak
onca yıl içinde biriken zehir
aksın
unutma
yaşadıkça aldanacaksın
içinde yük olan ne varsa at
kırılmış kanatlarını sağalt
pencereler aç ki zındanlarına
gözlerin ışık açsın
dalların umut
kaldır sınırları
yüreğine çağlayanlar dökülsün
unutma
biraz da
başlamamış coşkulardır hüzün.