2.Eserin Kısa Özeti:
Merkezde öğretmenlik yapan Zehra ismindeki bir baş ögretmenin babasi hastadır. Zehra öğretmen merkezde bulunan öğretmenlerin içinde en iyisidir, çünkü görevi için canla, başla çalışan birisidir. Maarif Müdürü olan Tevfik Hayri Bey Zehra öğretmeni çok yakından tanıyan ve bilen birisidir. Fakat Maarif Müdürü Zehra'nın babasının hasta olduğunu öğrenir. Ve izin almak için Mebus Şerif Halil Bey ile konuşur. Zehra'nın iyi birisi olduğunu canla başla çalıştığını görevinin bilincinde olduğunu anlatır ve konuşurlar ama acıma ruhunun olmadığını belirtir. Öğrencilerden okula geç gelenleri, üstü başı yırtık olanları affetmediğini belirtir. Halil Bey şaşırmıştır, çünkü Zehra'nın babasız olduğunu sanmaktadır. Tevfik Bey ile Şerif Bey okulları teftişe gider ve ilk olarak Zehra'nın okulundan başlarlar ve babasının hastalığından söz ederler ama Zehra babasının olmadığını söyler ve onlarda üstelemezler ama hasta kelimesini duyunca Zehra değişmiştir.
Maarif Müdürü bu olayı halletmek için hemen harekete geçer ve iki gün sonra İstanbul'dan gelen resmi bir telgrafla Zehra'nın babası olan Mürşit Efendi'nin hasta ve ölmek üzere olduğunu ve öğretmenin hemen yola çıkması gerektiğini belirtmiştir. Tevfik Bey Zehra'yı odasına çağırır ve durumu tekrar anlatır. Hemen babasının yanına gitmesi gerektiğini ona hatırlatır ve telgrafı Zehra'ya verir. Zehra babasının kötü biri olduğunu anlatır ve gitmek istemez. Sonra Zehra kararını değiştirmiştir ve Tevfik Bey'e söyleyerek okuldan ayrılır.
Zehra trene biner ve küçüklüğünde başından geçen olayları hatırlar. Zehra çocukken anneannesi ve ailesiyle yaşamaktadır. Zehra'nın teyzesi Ruhsar tüccar bir adamla evlenmiştir. Ama kocasını aldattığı için Ruhsar'ı öldürmüştür. Zehra babasını da annesi Meveddet Hanım sayesinde sarhoş, çapkın, serseri biri diye bilmiştir. Zehra'nın ablası Feriha annesinden gördüğü için biraz süslüdür ve babası ona yasaklar koyar ve annesi Feriha'yı babasına kötüler ve daha sonra ablası veremden ölür. Zehra babasını hep kötü biri olarak bilmiştir. ilmiştir. Zehra bunları düşünürken İstanbul'a gelmiştir.
Zehra babasının kaldığı eve gelir ama çok geçtir, çünkü babası ölmüştür. Mürşit Efendi'nin uzak akrabası olan Vehbi Efendi Zehra'ya babasına ait sandığın anahtarını verir. Zehra sandığı açar ve içinden birkaç kağıt ve bir hatıra defteri çıkar ve kumaya başlar. Hatıra defterinde Mürşit Efendi'nin tüm hayatı yazmaktadır.
Mürşit Efendi okulunu bitirip diplomasini almiştir. Tek amaci mutlu hayat sürmek ve evlenmektir. Mürşit Efendi'nin Sivas'a ilk tayini çikar. Öncelikle Istanbul'da kalmak istemiştir ama küçük şehirde çalişmak daha iyi oldugunu düşünerek Istanbul'dan ayrilir. Sivas'ta işe başlar ve bir Ermeni kadininin evini tutar ve orada yaşamaya başlar. Bazi evlerine davet edip konuşmalarinda hep dedikodu yaptiklari için Mürşit Bey artik bu tür yemeklerde bulunmayacagina karar verir. Daha Sivas'in bir kazasina kaymakam olur ve yeni bir yere taşinir. Oradan da başka bir yere tayini çikar. Kazada bulunan zenginler ve esnaflar yeni gelen kaymakamlara hediyeler vererek gözüne girmeye çalişip halki kandırmışlardır. Ama Mürşit Bey olayın farkına varır ve başka bir kaymakamlığa geçiş yapar amacı yeni aldığı kazayı geliştirmektir ama burada da her şey ters gitmektedir.
Mürşit Efendi'nin tayini Diyarbakir'a tahriat müdürü olarak atanir. Burada eski alişkanligi azalmiştir ve içkiye başlamiştir. Mürşit Efendi Fadil adinda malmüdürü ile tanişir ve bir gün Fadil Bey rahatsizlanir ve Mürşit Bey'in kucaginda ölür, ayni zamanda kizina da aşik olmuştur. Yetim kalan kizini annesinden ister ve annesi kabul eder, hazirliklar başlar.
Eve güvey gelir ve yeni bir eve taşinirlar. Eve yeni, pahali eşyalar alirlar. Diyarbakir'da bir süre kaldiktan sonra kaynanasinin istegiyle Istanbul'a taşinmaya karar verirler. Bu sirada kaynanasinin istekleri gün geçtikçe artmaktadir. Mürşit Bey'de bogazina kadar borca batmiştir. Yakin dostu ve zengin biri olan Abdüssamet Bey'den borç alir. Kaynanasinin istegiyle yaninda çalişan Hafiz'in da Istanbul'da bir iş bulmasini ister fakat olumsuz yanit alir. Abdüssamet Bey Hafiz'in kaynanasinin aşigi oldugunu, Makbule Hanim'in Fadil Efendi'ye neler çektirdigini ve kizlarinin ne kadar sinsi, yalanci ve sömürücü oldugunu anlatir. Mürşit Bey bunlari duyunca kulaklarina inanamaz ve güven duydugu kaynanasindan ve karisindan şüphelenir.
Mürşit Bey Istanbul'a gelir, yerleşir ama evde bir geçimsizlik vardir; çünkü Mürşit iş bulamamiştir, herkesten borç almaktadir hatta gümrük müfettişi olunca bile gelen para az oldugu için huzursuzluklar devam eder. Huzursuzlugu durdurmak için hirsizlik yapar. Bunlarin hepsini kizlari için yapmaktadir. Ama bir gün yakalanir ve işten atilip, hapse konulur.
Hapisten çıktığında aç ve işsizdir. Artık her gece içmektedir. O sıralarda Ruhsar kocasını aldattığı için kocası onu öldürmüştür ve dışarıdan herkes iki bacanağı da suçlu bulmaktadır.
Evlerinin yakınındaki Mesadet Hanım ve Necip Bey'in arası Meveddet Hanım ile iyidir ve Necip Bey Mürşit Bey'e yanında iş bulur. Mürşit Bey bir gün beze sarılı bir çok mektup bulur, bunlar karısının Necip Bey ile olan aşkının mektuplarıdır. Mürşit Bey olayı anladıktan sonra işten ayrılır. Artık Mürşit Bey sarhoşun teki ve dilencinin biri olmuştur.
Zehra defteri burada bitirir ve esas suçlunun kim olduğunu öğrenmiştir ama vakit çok geçtir.
Birkaç gün sonra Zehra çalıştığı yere tekrar döner.
3.Muhteva Bilgisi:
A.Ana Fikri: Ön yargılı olan insanların gerçekleri görme özelliğini kaybedip, akıllarında var olan tek bir düşünceye göre hareket ettiklerini ve bu durumda da geri dönüşü olmayan bir takım hatalar yaptıklarını anlatmaktadır. Akıllarındaki düşünceye yeni bir açıyla bakmaları gerektiğini ve ön yargılı davranma yerine olayları düşünerek ve anlayarak yapmak zorunda olduklarını göstermektedir.
B.Alınacak Dersler: İnsanlar iç bir zaman olayların gerçek yüzünü bilmeden ön yargılarına göre davranmamalılardır. Başka kişilerin sözleriyle hareket etmemelidirler. Kendilerine göre suçlu olan kişileri de dinleyip onların görüşlerini ve yargılarını da düşünmelidir. Kin ve düşman oldukları kişilere tek bir açıdan değil, bir çok yönden bakmaları gerekir. Bununla birlikte akıllarına gelen ilk düşünceyi yapmamalıdırlar. Romanda Zehra aklına gelen ilk fikri uygulamış ve babasına düşman olmuştur, babası ona yaklaştıkça kaçmış ve acıma hissini de kaybetmiştir. Hem babasını hem öğrencilerinin açıklarını gördüğünde direk man cezalandırmış "af" kelimesini beyninden silmiştir. Sonuçta hep kendi kaybetmiş ve yalnız kalmıştır. Ama gerçekleri öğrendiğinde her şey için vakit çok geçti. Biz de olayların, kişilerin ilk hareketlerine göre değerlendirmemeliyiz. Ön yargı yerine, sürekli ve her yönden düşünen biri olmalıyız.
C.Olayın Kişileri Ve Tahlilleri:
Zehra: Çalıştığı yerde başöğretmen olan otuz yaşlarında ufak tefek biri olmasına rağmen kuvvetli birisidir. Esmer tenli, iri burunlu, çıkı elmacık kemikli, kalın ve siyah kaşlı olan bir öğretmendir. Aynı zamanda becerikli, doğruluktan ve fedakarlıktan ayrılmayan haksızlığın ve yalanın düşmanı olan,acıma ruhunu kaybetmiş, herkes tarafından sevilen biridir.
Tevfik Hayri Bey: Maarif Müdürü ve Zehra'yı yakından tanıyan şişman ve geniş omuzlu biridir. Gevşek, hayalperest, işlerle fazla ilgilenmeyen, sakinliği ve sessizliği seven aynı zamanda şakacı ve umursamaz bir kişidir.
Mebus Şerif Halil Bey: Tevfik Bey ile aynı okulu okumuş ve onun yakın arkadaşı, iri burunlu, kalın dudaklı birisidir. Kasabada sevilen ve insanlar için elinden gelen her şeyi yapan bir insandır.
Mürşit Efendi: Zehra'nın babasıdır. Zehra gibi kısa boylu, esmer, kalın kaşlı bir memurdur. Duygusal, çalışkan ve sıkı iradeli aynı zamanda sözüne sadık, rezilliği ve üç kağıtçılığı sevmeyen bir insan ama evlenip ailesiyle arası bozulunca serseri, sarhoş ve zorluklara karşı koyamayan biri olmuştur.
Çevresindeki insanlar tarafından çalışkan ve ciddi biri olarak tanınan doğruluktan ayrılmayan biriydi ama evlendikten sonra değişmiştir.
Meveddet Hanım: Mürşit Bey'in karisidir. Genç, güzel ve alimli bir kadindir. Ayni zamanda hassas, asabi ve dediklerinin yapilmasini hemen isteyen maymun iştahli, dolmuşa gelen biridir. Evliliginin ilk yillarinda kocasi tarafindan sevilen fakat çevresince kiskanç ve aç gözlü olarak taninan birisidir.
Makbule Hanım: Zehra'nın anneannesidir. Mürşit Efendi'den her zaman kızıyla beraber isteklerde bulunan birisidir. Kendini iyilik sever biri diye gösterip insanları kullanan, kandıran biridir. Çevresince sevilen birisi olmasının sebebi insanları kandırmasıdır.
Abdüssamet Bey: Zengin, iyilik ve yardım etmeyi sever. Arkadaşı yaptıklarını karşılığını hiç bir zaman beklemez.
D.Olayın Geçtiği Mekan: Olay Anadolu'nun herhangi bir kasabasında öğretmenlik yapan Zehra'nın bulunduğu yerde başlıyor. Kasabada alt yapı fazla gelişmemiştir. Bundan dolayı insanlar fakir ve sefalet içerisindedir. Yeşil bir kasaba olduğu için halk hayvancılıkla geçinmektedir. Hemen herkes geçim derdinde olduğu için çocuklarını okula göndermek istemezler. Zehra'nın kasabaya gelişiyle bu düşünce değişmiştir.
İkinci yer ise Mürşit Efendi'nin okulunu bitirdikten sonra tayininin çıktığı yer olan Sivas'tır. Burası Mürşit Bey'in ilk görev yeridir. Burada bir Ermeni kadının evinde bir oda kiralar. Evde diğer yerlerde çalışan bir çok memur vardır. Kasaba gelişmemiş ve gayette ucuzdur. Mürşit Bey bir çok arkadaş edinmiştir. İlk defa içkiyi burada içmiştir.
Diğer bir yer ise Mürşit Efendi'nin tayinin çıktığı yer olan Diyarbakır'dır. Burası Sivas'a göre daha gelişmiş ve lüks bir şehirdir. Hayatını yeniden düzene koymaya kara vermiştir. Artık evlenmeye ve çoluk çocuk sahibi olmaya karar verir. Fadıl Efendi ile tanışır ve onun ölümünden sonra kızıyla evlenir. Diyarbakır'da güzel bir eve yerleşirler. Ama hayatı tekrar bozulmaya başlamıştır.
Son yer ise İstanbul'dur. Bütün olaylar burada geçmektedir. Burada güzel bir konağa yerleşirler. Zaman geçtikçe karısı ve kaynanasıyla arası iyice bozulur. İşten kovulur, içkiye başlar, çocukları ona düşman olur ve hapse düşer. Ayrıca kendisin de öldüğü yer İstanbul'dur.
E.Tür Bilgisi: Türü romandır. Düzyazı biçiminde yazılan ve öyküye göre daha uzun olan ve kişi ve olaylar aracılığıyla geçmişin ve bugünün gerçek yaşamını az ya da çok karmaşık bir örgü içinde anlatan edebiyat türüdür. Öteki türlere göre genç sayılır, anlatım biçim değişiktir; yazanın ağzından veya romandaki kişi tarafından yazılan romanlar da vardır. Konularına göre polisiye, serüven, aşk gibi olayları işler. Türk Edebiyatı'nda roman 19.yy'da yazılmaya başlandı. Bundan önce Divan Edebiyatı'nda yazılmış uzun öyküler vardır. Osmanlı Devleti'nde ilk basım evinin açılması ile aşıkların, halk kahramanlarının öykü ve destanları anlatan basımlar yapılmıştır. 1850'den sonra ülkemizde Avrupa Edebiyatı görülmeye başlamıştır ve çağdaş romanın ilk yapıtları yazılmıştır.
4.Yazar Hakkında Bilgi:
Reşat Nuri Güntekin romanci ve oyun yazaridir. (25 Kasim 1889-7 Aralik 1956) Istanbul'da dogdu Çanakkale Lisesi'nde ve Izmir Frerler Okulu'nda okudu. Sinavla Darülfünun Edebiyat Fakültesi'ne girdi. Yüksek ögrenimini bitirdikten sonra Bursa ve Istanbul Liseleri'nde ögretmenlik yapmiştir.
Parlemento'ya girdikten sonra Paris'te Kültür Ateşe'si olarak çalişmişti. Emekli olduktan sonra Nuri, Inci, Şair, Büyük Mecmua dergilerinde öyküleriyle tanindi.
Romanlarında değişen toplum koşullarını ortaya çıkarmış, yeni insanlar getirmiştir. Kişilerin fiziksel görünüşlerine fazla önem vermemiştir, onların iç yapılarını göstermiştir.
Gizli El, Çalıkuşu, Damga, Akşam Güneşi, Bir Kadın Düşmanı, Dudaktan Kalbe, Yeşil Gece, Acımak, Yaprak Dökümü, Değirmen, Eski Ahbap, Boyunduruk, Kan Davası, Son Sığınak gibi romanları, Gençlik Ve Güzellik, Tanrı Misafiri, Sönmüş Yıldızlar, Olağan İşler gibi öykü kitapları, Hançer, Eski Rüya, Ümidin Güneşi, Şemsiye Hırsızı, Taş Parçası Göz Dağı, Hülleci gibi de oyunları vardır.
5.Sonuç:
Reşat Nuri Güntekin'in önemli eserlerinden biridir. Roman sade bir dilde, akici ve gerçege uygun bir şekilde yazilmiş. Yazar iyi bir konuya temas etmiştir. Insanlarin öngörüşlü olanlarinin nasil sonu olmayan hatalar yaptiklarini güzel bir örnekle göstermiştir. Ayrica romandaki kişileri gerçege yakin olarak seçmiştir.
Saip Paşa, İzmir'in tanıdığı, sevdiği bir kimsedir. Zaman zamanda Belediye Başkanlığına seçilir. Bir yeğeni vardır: Hüseyin Kenan. Dayısının zoruyla mühendis çıkmıştır. Çocukluğunu Bozkaya bağlarında geçiren Hüseyin Kenan, annesinin dükkanını satıp Avrupa'ya gittikten sonra, müzikteki kabiliyetini önce Batı dünyasına , sonra, buradaki Batı hayranlarına kabul ettirmiştir. « Şark leyliyyeleri» diye çevrilen «nocturnes orientales» tarzındaki parçalarıyla şöhret yapmıştır. Güzel keman çalar. Dayısının ısrarlarına dayanamayarak birkaç ay için, çocukluğunun geçtiği şehre, İzmir'e gelir. Dayısı Saip Paşa, vaktiyle haylaz bir oğlan diye bildiği Hüseyin Kenan'la şimdi övünmekte, ziyafetler tertip ederek bu genç yaşta tanınmış besteciye yakınlığını göstermekten zevk duymaktadır. Bütün bu şatafatlı alemlerden sıkılan Hüseyin Kenan. Bozkaya'ya giderek dinlenmek ister. Artık eski sefalet günlerinin yerini nispeten ferahlı bir hayat almıştır. Bozkaya'da, küçük «kınalı yapıncak»la tanışır. Lamia, hafif çilli yüzünden dolayı Hüseyin Kenan'ın kınalı yapıncak dediği kız, annesini, babasını kaybedence, oraya, amcasının yanına gelmiştir. Hüseyin Kenan, evli bir kadın olan Nimet Hanım'a kur yaparken dedikoducu ve dar bir çevre olan semt insanlarına karşı, Kınalı yapıncağın varlığından epey faydalanır. Her gittikleri yere onu da beraber götürürler ve böylece dedikoduları önlerler. Lamia bu macerayı bilir ve Nimet Hanım evli olduğu için de Hüseyin Kenan'a acır. Hayalinde çocukça, çok acıklı bir macera yaratır. Bunun alelade bir aşk hikayesi olduğunu anlayınca fena halde kırılır. İnsanlara, hele çok sevdiği ve gizli gizli kemanını dinlediği Hüseyin Kenan'a karşı bütün güvenini kaybeder bir gece yarısı Hüseyin Kenan, son eserine çalışırken bahçede bir hayal gördüğünü zanneder. Yakaladığı zaman bu beyaz hayaletin, gecelikle dolaşan Lamia olduğunu hayretle görür. Lamia, onun kemanını delice sevmektedir. Böylece, aralarında tuhaf, gizli bir gece arkadaşlığı başlar. Hüseyin Kenan onun gelip çalışmasını dinlemesine müsaade etmiştir.
Yaz bitince, Kenan, İstanbul'a, Prens Vefik Paşa'nın Rumelihisarı'ndaki yalısına nakletmiştir. Niyeti kendisine pek bağlı görünen Prenses Cavidan'la evlenmektir. Prenses Mısırdayken, Hüseyin Kenan, yeniden İzmir'e döner. Kınalı yapıncak'la, sıcak bir yaz günü, havuz başında buluşurlar. Lamia çok güzel bir kız olmuştur. Kızın duygululuğu Hüseyin Kenan'a dokunur. Aralarında aşka benzer, sevdaya benzer bir yakınlık hasıl olur. Kınalı yapıncak, geceleri odasını içeriden kilitler, pencereden bahçeye atlayarak Hüseyin Kenan'ların bahçesine geçer, saatlerce dolaşırlar, uzun uzun konuşurlar. Fakat bir eğlenti gecesi, herkesin dışarıda olduğu bir sırada, bağ köşkünde, Hüseyin Kenan nihayet zayıf davranır, yenilir ve Lamia'yı elde eder. Ayrılırlarken ertesi gün annesinin resmen gelip kendisini isteyeceğini bilirdi. Ama ertesi gece, hayatını kendi elleriyle mahvettiğini düşünmekten gelen bir buhranla yatağa düşer. Birkaç gün kendini bilmeden yatar. Lamia'lar da İzmir'e inerler. Genç kız Kenan'ın vazife hissinden gelen evlenme teklifini kesin olarak reddeder. Hamileliği üç ayı bulunca artık durumunu gizleyemeyeceğini düşünerek eniştesinin tabancasını alıp intihara kalkışır. Lamia'yı ölümden kurtarırlar ve Kütahya'da bir akrabanın yanına yollarlar. Hayli ıstırap içinde geçen günlerden sonra, Mebrure adını verdiği kızını orada doğurur. Maceralı günlerden sonra bir binbaşıyla evlenir. Bu sırada kocasının yeğeni doktor Vedat sürgün olarak Kütahya'ya gelir. Kenan'ın Prenses Cavidan'la evlenişini Lamia ondan öğrenir. Vedat'la aynı odada bir kömür çarpmasına uğramak Lamia'ya yeni bir felaket getirir. Kocasından ayrılır. Vedat onu almak isterse de kız reddeder. Kızıyla İstanbul'a, Beylerbeyi'ne gelir. Kısa bir zaman sonra doktor Vedat da İstanbul'a döner. Bir gün muayenehanesinde Lamia'yla Hüseyin Kenan'ı birbirlerine tanıştırırken onların zaten tanıştıklarını hatırlar. Hüseyin Kenan, Lamia'yı sevdiğini geç fark etmiş, evlilik hayatında mesut olmamıştır. Vedat'ta misafir olduğu bir gece bütün üzüntüsünü kemanına söyletir. Yine Vedat'ı muayenehanesinde ziyarete gittiği bir gün onun Lamia'yla evleneceğini öğrenir. Vedat Kınalı yapıncakla evlenir. Hüseyin Kenan da intihar eder.
Kişiler ve Karakteristik Özellikleri:
Kenan Bey: Duyguları ve istekleri hayatını yönlendirmiş bir kişi. Romantik değil. Müziğe karşı hevesli bir mühendis. Bir anlık zevk için genç bir kızın hayatını zehir edebilecek, onunla evlenmeyecek karakterde bir kişiliği var. Gerçekçi değil; acımasız, yüreksiz. Daha sonraları yaptığı hataları anlayarak kendine kahrediyor. Düşündüklerini de gerçekleştiremiyor. Çaresizliklerle hayatına son veriyor.
Lamia Hanım: Romantik ve aşırı duygusal bir kişiliği var. Hayalperest. Hayatın gerçeklerini acı anılarla birlikte öğreniyor. Saf, temiz ve çok iyi yürekli bir kadın; Kenan'ı da çok seviyor. Annesini ve babasını kaybettikten sonra amcasının anında kalıyor. Hayatta yüzü hiç gülmemiş, gerektiğinde birçok acılara göz yummuş sevdiği insan için.
Vedat Bey: Günlük hayatta rastladığımız iyi yürekli bir insan. Lamia'yı seviyor ve sonunda onunla evleniyor. Romantik sayılabilir. Ama gerçekçi değil. Mesleğinde başarılı bir doktor.
YABAN
Romanin Kisa Tanitimi
Yaban, Yakup Kadri Karaosmanoglu' nun en taninmis romanidir.Romanda, Ahmet Celal adindaki bir karakterin bir köyde yasadiklarindan ve yasadiklari sonucunda Türk köylüsü hakkinda edindigi izlenimlerden bahsedilir.Roman bir ani kitabindan yola çikilarak ve bu kitaptan alintilar yapilarak yazilmistir.Romanda, Milli Mücadele Dönemi'nde köylü ile aydin arasindaki kopukluk ve fark anlatilir.
Kitap Hakkinda Bilgiler
Yazar adi: Yakup Kadri Karaosmanoglu
Kitap adi: Yaban
Yayinevi:Iletisim Yayinlari
Yayimlandigi il:Istanbul
Baski numarasi: Otuz sekiz
Sayfa sayisi:Iki yüz yirmi bir
Türü: Roman
Roman, ilk defa 1932' de basilmistir.O tarihten beri 43 baski yapmistir.
Kapak resmi Ferit Erkman' a aittir.
Roman, 1942 yilinda Cumhuriyet Halk Partisi' nin yarismasinda ikinci olmustur.
Yakup Kadri Karaosmanoglu' nun Hayati ve Edebi Kisiligi
Yirminci yüzyil edebiyatinin büyük romancisi 27 Mart 1889' da Kahire' de dogdu. Ortaokul ikinci sinifa kadar Manisa'da okudu.1903'te Izmir Lisesi'ne girdi.Sonra ailesiyle Misir'a giderek Fransiz Kolejine devam etti(1906-1908).Sonra Istanbul'a gelerek Fecr-i Ati Toplulugu'na katildi.Kurtulus Savasi yillarinda Anadolu'ya geçti.Aylik fikir dergisi "Kadro"yu çikardi.Sirasiyla Tiran,Prag,Lahey ve Bern elçiliklerinde bulundu.Emekliye ayrilinca verimli bir yazi hayatina basladi.Anadolu Ajansi Yönetim Kurulu Baskanligi görevinde bulundu(1961-1965).Yazarligini sürdürürken 13 Aralik 1974'te Ankara'da öldü.
Yazar, eserlerinde Türk toplumunun, Tanzimat'tan Atatürk Türkiye'si
dönemine kadar olan yasantisini anlatan hikaye,makale ve romanlar yazmistir.Anlatiminda kendine özgüdür.Yapitlarinda genellikle toplumun sorunlari üzerine egilir.Anadolucu,Atatürkçü,Devletçi ve laik bir dünya görüsü vardir.Romanlarinda genellikle iç dünyalari zengin,kötümser,törelere bagli karakterler vardir.
Yazarin Diger Eserleri
ROMANLARI: Kiralik Konak(1922), Nur Baba(1922),Hüküm Gecesi(1927),Sodom ve Gomore(1928),Yaban(1932),Ankara(1934),Bir Sürgün(1937),Panorama(1954)
HIKAYELERI: Bir Serencam(1913),Rahmet(1922),Milli Savas Hikayeleri(1947)
ÇESITLI MAKALELERI: Izmir'den Bursa'ya(H.Edip, F.Rifki, M.Asim ile,1922), Kadinlik ve Kadinlarimiz(1923), Seçme Yazilar(1928), Ergenekon(2 cilt,1929)
OYUNLARI: Nirvana(1909), Veda(1909), Saganak(1929), Magara(1934)
MENSUR SIIRLERI: Erenlerin Bagindan(1922), Okun Ucundan(1940)
"YABAN" ROMANININ ÖZETI
Romanda ana konu,bir Türk aydininin Kurtulus Savasi dönemindeki köy gerçegiyle karsi karsiya gelmesidir.
Romanin kahramani Ahmet Celal'dir.Çanakkale'de savasta bir kolunu kaybetmis ve savastan gazi olarak kurtulmustur.Ama savas sonrasi yapayalniz kalmistir.Bunlara bir de Istanbul'un isgali eklenince, hizmet eri olan Mehmet Ali'nin köyüne gitmeye karar verir.Istanbul'un isgali sonrasinda gerçeklesen olaylari takip ederek, köylülere durumun önemini ve ciddiyetini anlatmaya çalisir.Ancak köylüler Salih aga'ya çok baglidir ve onun etkisinde kalarak Ahmet Celal'i ciddiye almazlar.Bu nedenle Ahmet Celal, köyde aradigi ilgiyi ve yakinligi bulamaz.
Olaylar Ahmet Celal'in cephesinden böyle görünürken, köylüler için daha farklidir.Onlar savasin ciddiyetini anlayamamistir.Onlara göre Ahmet Celal bir yabandir.Onlarin dünyasindan uzak biridir.Zaten ilk bakista konusmasi, davranislari,giyimi, düsünceleri ve olaylara yaklasimi köylülerden çok farklidir.Örnegin her gün tras olmasi, devamli dislerini firçalamasi,geceleri kitap okumasi ve buna benzer davranislari köylülere garip gelmektedir.Bu nedenle, acilarini unutmak için geldigi bu köyde, olaylar umdugu gibi gelismemistir.
Ahmet Celal bir aydin konumundadir ve ilk defa Türk köylüsüyle karsilasmistir.Ancak köyde karsilastigi manzara onu çok sasirtmistir.Öncelikle yoksulluk ve cahillik vardir.Bunlarin bir sonucu olarak da bazi insanlarin emellerine alet olmaktadirlar.Herkes Salih Aga'nin etkisindedir.Onun her dedigi yapilmaktadir.Hatta yillarca emek verdigi hizmet eri Mehmet Ali bile gelisen bazi olaylarda subayi Ahmat Celal'e degil,Salih Aga'ya inanmistir.
Bütün bunlarla beraber, Ahmet Celal köyde yapayalniz da degildir.Mehmet Ali'nin annesi Zeynep Kadin ile kardesi Ismail, Ahmet Celal'in güvendigi dostlaridir.
Olaylarin böyle gelismesi Ahmet Celal'i kaçinilmaz bir bunalima sürükler.Bir gün rahatlayip sikintilarini unutmak için dolasmaya çikar ve komsu köyün kizi Emine'ye asik olur.Ancak Ismail Emine'yi Ahmet Celal'in elinden alinca Ahmet Celal iyice umutsuzluga sürüklenir.
Ahmet Celal,Kurtulus Savasi'nin önemini köylüye anlatmaya devam eder; ancak köylüler baskalarinin etkisindedir ve ona inanmamaya devam ederler.Bunlari bir aydin gözüyle görüp yorumlayan Ahmat Celal, aydin ile cahil arasindaki uçurumu farkeder.Anadolu halkinin asirlar boyunca ne kadar ihmal edildigini kendi gözleriyle görür.Tabii bütün gözlemlerini ani defterine yazmayi da ihmal etmez.
Köyde bu olaylar olurken, Kurtulus Savasi da iyiden iyiye alevlenmis ve köylüler Ahmet Celal'in anlatmaya çalistigi gerçekleri yasamak zorunda kalmistir.Yunanlilar onlarin köyünü de basmistir.Köylüler dereye kaçarak gizlenmeye çalismistir.Ancak düsman onlari yakalar ve köy meydanina getirir.Ahmet Celal, bir anlik kargasadan yararlanip Emine'nin elini tutar ve ikisi kosmaya baslarlar.Düsman arkalarindan ates açar ve onlari yaralar.Ayrica tüm köy halki düsman tarafindan öldürülür.Köyün mezarligina kadar ancak gelirler.Orada sabaha kadar bekleyip sonra yola çikmaya karar verirler;ancak Emine'nin yarasi agirdir ve devam edemez.Ahmet Celal ani defterini Emine'ye verir ve herseyini birakarak yeni ve bilinmeyen bir hayata adim atar.
Roman Karakterleri ve Özellikleri
AHMET CELAL:Çanakkale'de kolunu kaybettikten sonra Mehmet Ali'nin köyüne yerlesir.Köyde yasadigi sorunlari yenmeyi basaran güçlü bir karakterdir.Aydin bir karakterdir.Köylüler onu dislamistir.Kurtulus Savasi'ni yakindan takip etmistir.Romanda karamsarligi dikkat çeker.Romanda Kurtulus Savasi'na karsi duyarli olusu dünya görüsüne bagli olarak verilir.Bireysel durumlari, yalnizligi, içine kapanisi ruhsal çözümlemelerle anlatilir.
SALIH AGA :Köyün agasidir ve oldukça zengindir.Kilik kiyafeti oldukça kötüdür.Çok kurnaz biridir.Tüm köyü etkisi altina almistir.Çikarlari ugruna düsmanla isbirligi yapar.Köylüyü düsman karsisinda çaresiz birakir.
MEHMET ALI: Dört yil Ahmet Celal'in yaninda kalmistir;ama köye geldiginde yine eskisi gibi davranmaya, Ahmet Celal'den uzaklasmaya ve köylü gibi davranmaya baslamistir.Sert tavirlari vardir.Önce Ahmet Celal'in yaninda hizmet erligi yapmis, ona alismistir.Daha sonra ise köye gidip köylü gibi davranmistir.Kisacasi gittigi yere uyum göstermektedir.
BEKIR ÇAVUS: Aslinda tipik bir köylüdür.O da digerleri gibi cahildir.Düsünce yapisi diger köylülerle aynidir.Ancak daha önce askerlik yapmis olmasi,Ahmet Celal'e biraz daha yakin olmasini saglamistir.
EMINE: Romanda Türk kizini simgeler.Ahmet Celal'e yakinlik göstermistir.Ismail ile evlenmistir.Ahmet Celal ile evlenmemistir; çünkü köylülerin etkisinde kalarak Ahmet Celal'i yaban olarak benimsemistir.
SEYH YUSUF: Her yil belirli zamanlarda köye gelerek köylüleri düsünceleriyle etkilemistir.Zehirli düsünceleriyle köylünün Ahmet Celal'e inanmasini engellemistir.
Romanda Yer ve Zaman
Roman, Birinci Dünya Savasi yillarindan baslayarak Sakarya Zaferi'ne kadar olan zamani kapsar(1918-1922).Yani Kurtulus savasi yillarini içerir.(Milli Mücadele Dönemi)
Roman, Iç Anadolu Bölgesi'nde Porsuk Çayi civarinda bulunan bir köyde yasanan olaylarla ilgilidir.
Romanin Konusu ve Iletisi
Romanin konusu, Kurtulus Savasi sirasinda köylü ile aydin arasindaki derin uçurumdur.
Romanin iletisi, Anadolu halkinin asirlarca unutuldugu, cahil kaldigi,inkilaplara karsi çikan gericilerin yarattigi düzensizligin artik görülmesi gerektigi gerçekleridir.
Romanda Dil Özellikleri
Roman daha çok o zamanlarin aydin diliyle yazilmistir.Bir ani defterinden yararlanilarak yazilmasi bu sonuçta etkili olmustur.
Romanda birçok yabanci kökenli sözcük vardir.Ancak sonradan sadelestirilerek, anlasilir hale getirilmistir.
Uzun,tasvirli ve bol virgül kullanilmis cümleler vardir.Buna su cümle örnek verilebilir: "Zeynep Kadin,bir gün,bir komsu kavgasinda,paylasilmayan bir kocaman dibek tasini,husunetle teperek bir hamlede yere devirmisti."
Romanda kisiler anlatilirken ayrintilar titizlikle seçilmistir.Kisilerin dis görünümüyle ilgili ayrintilardan çok,kisiliklerin disa vurumu sonucu olusan davranislardan bahsedilir.
Ayrica yer yer benzetme sanatini da kullanmistir.Buna su örnek verilebilir: "Askerlerin hepsi,toza topraga bulanmis,derileri günesten pasli bakira dönmüs,sakallari diken diken uzamis,üst bas perisan bir haldeydi.Tam bir bozgun askeri!"
Son olarak, romanda kullanilan dil realizm akimina uygun ve yakin bir dildir.
Resat Nuri Gultekin, Yaprak Dökümü'nün Özeti:
Ali Rıza Bey, namuslu, çalışkan bir insandır.Çalıştığı şirketin patronu Ali Rıza Bey'in işe soktuğu bir kadınla ilişkiye girer ve onunla evlenmeyi reddeder Bunun üzerine Ali Rıza Bey şirketten ayrılır.Böylece ailenintüm yükü büyük oğul Şevket'e kalır.Kazandığı para babasınınkinden az olduğuiçin aile birdenbire büyük bir yoksulluğun içine düşerve kendi aralarında sürekli olarak kavga etmeye başlarlar.Artık aile Ali Rıza Bey'i adam yerine koymamakta, ona saygı duymamaktadırlar.Onunla bir tek ailenin en büyük kızı Fikret konuşur,fakat o da bu duruma daha fazla dayanamaz ve kendinden yaşça büyük biriyle evlenir.Bu arada Şevket kendisine uygun olmayan biriyle evlenir. Diğer kızları Leyla, Necla ve Ayşe onlaı bu duruma getirdiği için babalarını suçlarlar.Onların tek kurtuluşu evlenmektir.Bunun üzerine evde her akşam danslı, müzikli partiler verilmeye başlanır.Ali Rıza Bey bu kadar şeyin nerden çıktığına hayret etmektedir.O da sonunda bu düzmece oyuna katılır ve kızlarına iyi birer koca bulmaya çalışır.Bu arada Şevket'in karısı fakirliğe daha fazla dayanamadığı için evi terkeder.Şevket de borçlarını ödeyemediği için hapse girer.Necla kendini çok zengin gösterdiğihalde öyle olmayan bir Arap'la evlenir.Sonradan buna çokpişman olur ama eve geridönmesine izin vermezler.Ayrıca ,borçları ödemek için evi ipoteklemişler fakat evi de kaybedip hartabeden biraz iyibir apartman dairesine taşınmışlardır.Sonra Leyla evdekilerden habersiz zengin bir adamın metresi olur.Bu olay ortaya çıkınca Leyla annesini ve Ayşe'yi de alarak Taksim'de kendisi için tutulan lüks daireye gider.Ali Rıza Bey kızını reddetmektedir ve üzüntüden kötürüm olur.En sonunda onun da gönlünü alırlar ve Ali Rıza Bey son günlerini bolluk içinde geçirir,fakat bir aile de dağılmıştır.
KİTAP KÜNYESİ:
Kitabın adı: Sodom ve Gomore
Kitabın Yazarı: Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Sayfa Sayısı: 391
Konu: İmparatorlukların çöküşü ve kurtuluş savaşı arasındaki İstanbul anlatılmaktadır. Esasında Yakup Kadri Karaosmanoğlu İstanbulun bir kısmını ele alıp tüm İstanbula lanet okuyor Yurt işgal altındayken, Anadoluda büyük zorluklar içerisinde yaşam savaşı veren halk İstanbulda yaşayan yüksek sosyetenin yaşamının büyük bir bölümünü oluşturan eğlence, eğlence sırasında yaşanan ahlaksızlıklar ve bunun sonucunda gelişen karmaşık olaylarla büyük bir tezat oluşturmaktadır.Kısacası ülkenin bir kısmı ağlarken diğer bir kısmı gayet rahat bir şekilde gülebilmektedir. Bu olay Leyla Nejdet arasındaki ilişki ve çevredeki insanların yaşamlarıyla anlatılmaktadır.
Yayınevi: İletişim Yayınları - İstanbul - 1984 - 6. basım
KARAKTERLER:
Captain Gerald Jackson Read: Captain Read sarı saçlı, uzun boylu, yakışıklı bir ingiliz komutanıdır. Aşk ve gönül işlerinden nasibini almiş, görenleri kendine hayran bırakan birisidir. Ama o birçok kişinin arasından bir türk kızı olan leylayı seçmiştir.
Leyla: Bir türk ailesinin Esmer kadife tenli kızı olan Leyla Nejdetle nişanlıdır. Duyguları gittikçe degişen Leyla, Nejdetle Captain arasında bir ikilemde kalmiş sonunda ikisini de kaybetmiştir.
Nejdet: Bir ingiliz düşmanı olan Nejdet leylanın nişanlısıdır. Esasında Leylanın akrabasıdır. Bu da bu dönemdeki geriliği yansıtmaktadır. İlk kısımda bir ingiliz düşmanı olan Najdet ilerleyen bölümlerde tam bir milliyetçiye dönuyor. Bu isteği dışında olan Leylaya olan sinirinden doğan bişeydi.
Sami Bey: Düyunu Umumiye'nin eski yüksek memurlarından olan Sami bey alafranga bir emekli tipi idi. Leylanın babası olan Sami Bey etraftaki ingilizlerden şikayetçi değil memnundu.
Major Will: Major Will neyaptığı şehirdeki kimse tarafından bilinmeyenama şehrin neresine gidilse karşılaşılan süflizevkleri olan sapkındır.
Madam Jimson: Captain read in ilk gözağrısı olan koyu ela gözlü levent bir kadındır. Küstah bır sekilde boyalı dudaklarının arasındaki iri beyaz dişlerini göstermek için durmadan güler.
Captain Marlow: Kapakları bir parça şiş mahmur gözleri, ince dudakları ile sevimlibir ifadeye sahipti. Captain Marlow'un hiç anlamadığı şey genç bir kızla flört etmektir. Bir eşcinsel olan Marlow narin bir insandı.
Azize Hanım: Hangi cinsten hangi renkten olursa olsun bir aşkın ortaya çıkması için dört gözle bekleyen bir kadın. Azize Hanım Atıf Bey'in karısıydı.
Atıf Bey:azize hanımın eşi olan Atıf Bey çalışmaktansa arkadaşlarıyla oturup yeyip içmeyi sever.
Diğer karakterler:
Makbule Hanım
Nermin Hanım
Hayri Bey
Orhan Bey
Dr. Jean Prade
Miss Fanny Moore
Nuriye Hanım
Cemil Kami
Levend
Colonel
YAZAR HAKKINDA BİLGİ:
YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU (1889 - 1974)
Türk, romancı ve yazar. Romanlarında Türk toplumunun Tanzimat'tan bu yana çeşitli dönemlerdeki toplumsal gerçekliğini sergilemiştir.
27 Mart 1889'da Kahire'de doğdu. 13 Aralık 1974'te Ankara'da öldü. İlköğrenimine ailesiyle birlikte gittiği Manisa'da başladı. 1903'te İzmir İdadisi'ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır'a döndü, öğrenimini İskenderiye'deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908'de başladığı İstanbul Hukuk Mektebi'ni bitirmedi. 1909'da arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. 1916'da tedavi olmak için gittiği İsviçre'de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı'nı destekledi. 1921'de Ankara'ya çağrıldı ve bazı görevler verildi. 1923'te Mardin, 1931'de Manisa milletvekili oldu. Bir yandan da gazeteciliğini ve roman yazarlığını sürdürdü. 1932'de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Savunduğu bazı görüşler aşırı bulunduğu için Kadro dergisinin 1934'te yayımına son vermek zorunda kalmasından sonra Tiran elçiliğine atandı. Daha sonra 1935'te Prag, 1939'da La Haye, 1942'de Bern, 1949'da Tahran ve 1951'de yine Bern elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960'tan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Siyasal yaşamının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa milletvekilliği oldu.
Karaosmanoğlu yazarlığa Ümit, Servet-i Fünun, Resimli Kitap gibi dergilerde başladı. Fecr-i Âticiler'in "sanat şahsî ve muhteremdir" görüşünü paylaştığı ve "sanat için sanat" yaptığı bu ilk döneminde Nirvana adlı bir oyun, makaleler, denemeler, düzyazı şiirler ve öyküler yazdı. Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında ülkenin durumu, sanat anlayışını değiştirmesine yol açtı. Türk toplumunun çeşitli dönemlerdeki gerçekliğini sergilemek istediği için bir ikisi dışında yapıtlarında belli tarihsel dönemleri ele aldı. Kiralık Konak I. Dünya Savaşı öncesinin, Hüküm Gecesi II. Meşrutiyet'in, Sodom ve Gomore Mütareke döneminin, Yaban Kurtuluş Savaşı yıllarının, Ankara Cumhuriyet'in ilk on yılının, Bir Sürgün II. Abdülhamid döneminin işlendiği romanlardır.
Panorama 1923-1952 yıllarını kapsar. Karaosmanoğlu 1920'lerden sonra iyimser bir devrimci örünümündeyken,
sonra umutlarını yitirerek romancılığını devrimci yönde kullanmaktan vazgeçmiştir. 1955'ten sonra da anı kitaplarından başka bir şey yazmamıştır. Romanları arasında en önemli ve ünlüleri Nur Baba, Kiralık Konak ve Yaban'dır.
1942'de CHP Roman Armağanı'nda ikinciliği kazanmış olan Yaban, Karaosmanoğlu'nun en başarılı romanı sayılır.
YAPITLAR (başlıca): Roman: Kiralık Konak, 1922; Nur Baba, 1922; Hüküm Gecesi, 1927; Sodom ve Gomore, 1928; Yaban, 1932; Ankara, 1934; Bir Sürgün, 1937; Panaroma, 2 cilt, 1953-1954; Hep O Şarkı, 1956. Öykü: Bir Serencam, 1913; Rahmet, 1923; Milli Savaş Hikâyeleri, 1947. Anı: Zoraki Diplomat, 1955; Anamın Kitabı, 1957; Vatan Yolunda, 1958; Politikada 45 Yıl, 1968; Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, 1969. Çeşitli: Bütün Eserleri (bibliyografya içerir), ilk 15 cilt, (ö.s.), A.Öskırımlı (yay.), 1977-1984.
ÖZET:
Captain Gerald Jackson Read bir gün, luzumundan fazla zengin bir sofradan kalkmış ve kendini yatağa atmıştı. Üç saat sonra uyandığında içtıği içkiden dolayı kendini nasıl yatağa attığını hatırlamıyordu. Ve aniden bir türk evine davetli olduğunu hatırladı. Bu sırada kapı çalındı. İçeriye önceden çağırdığı manikürcü kız girdi.bu kız da ona hayran kalmıştı. Ama captain gerald aklında başkası ılduğu için ona yüz vermemişti. Sonunda hazırdı gideceği evin sahibinin adını hatırlamamasına rağmen leylanın adını dilinden düşürmüyordu. Oraya gidip güzel bir çay ziyafeti çektikten sonra samimi birkaç dost baş başa kalmıştı. Yemek vakti gelip herkes sofraya oturduğunda Sami Beyin eşi Necdet'in de davetli olduğunu söyledi. Bu arada Captain Gerald eve gitmek üzere ayrılmıştı.
Necdet içeriye girdiğinde bu odada ingiliz kokusu var diyerek azarlar gibi konuşuyordu fakat Sami Bey anlamazlıktan geliyordu. Derken telefon çaldı, leyla hemen atılıp telefonu aldı necdet birşeylerden şüphelenmeye başlamiştı fakat ingilizce konuşulduğundan pek birşey anlamamıştı. Konuşma fazla uzayınca necdet Leyla dışındaki herkesi selamlayıp çok sınirli bir yüz ifadesiyle herşey bitti diye söylenerek Captain Gerald'ın evinin önüne gitmek üzere ayrıldı. Captain Gerald'ın evinin önüne vardığında kapının önünde bekleyen şöföre sorgularcasına sorular soruyor, Captain Gerald'ı beklediğini öğrenince de daha fazla sinirleniyor ve onu tersleyip genelde ingiliz zabitlerine karşılaştığı için çekinerek gittiği barlardan birine gidiyordu. İçtikten sonra sarhoş olamayınca bardan çıkıp gidiyordu.
Daha sonra Captain Gerald ve birkaç samimi arkadaşı konuşurken içlerinden biri Leylanın nişanlısı Necdet'in bar bar gezip içtiğini söyluyordu buna karşı Captain Gerald Necdetin Leylanın sadece akraba oldukalarını söyluyor. Fakat arkadaşı onların nişanlı oldukları konusunda ısrar ediyor.
Birgün Nermin Hanım, Azize Hanım ve birkaç ingiliz yeyip içip eğleniyorlardı. Leyla, Necdet ve Captain Gerald da bu ortamda bulunuyordu. Bir süre sonra Major Will ortalarında görünmüyordü. Fanny Moore Nermin hanımı alıp üst kata çıkardığının kimse farkında değildi. Ayrıca Captain Gerald, Leyla ve Necdet'de yoktu. Bahçe kapısı açıldığında üçü birden içeriye girdi. Necdet'in yüzü soluktu, kanı çekilmiş gibiydi ve eline aldığı içki bardağı titriyordu. Herkes bunun sorumlusunun Leyla ve Captain Gerald olduğunu düşünüyordu.
Ertesi gün necdet'İn kapısı çalıyor, Leyla ağaçtan koparılmış bir dal gibi önüne yığılıyordu. Necdet onu defetmesine rağmen o yerde yatmaya devam eder. VE aniden birbirleriyle tekme tokat kavga etmeye başlarlar. Necdet'in bildiği tek şey bu dövüşmenin ardında bir ateşli barışma olduğudur. Leyla Captain Geralddan ümidini tamamen kesmiştir.
Bu arada Captain Marlow ve Atıf Bey iyi arkadaş olmuş ve Azize Hanımın evde olmadığı bir gece evde eğlenmeye karar vermişlerdi. Fakat ev gittiklerinde Azize Hanımın evde olduğunu görünce şaşırırlar. Ama Azize Hanım onları terslemek yerine onlara bir sofra hazırlamayı tercih eder. Bir sure sonra Azize Hanım onlların kulaktan kulağa gizli konuştuklarını farkedince sinirlenir. Vebunu onlara söyler. Onlarda bir süre sonra kalkıp giderler.
Bu esnada Captain Gerald ve Leyla arada buluşup dertleşiyorlardı. Captain Gerald bu sıralar Şehnaz Sultan diye biriyle beraberdi bunu bilmeyen yoktu.
Bir gün Leyla Necdet'e bu nereye kadar sürecek evlenip kurtulalım diyor ama kesin bir yargı koyup evlenelim demiyordu. Daha sonra Leyla'nın bır Amerikalıyla düşüp kalktığı duyuldu ve onunla avrupaya gidip geldi. Eve döndüğunde gözler Necdet'i arar gibiydi. Daha sonra onunla milli anma gününde karşılaştılar. Leyla Necdet ile ilgilenmesine ragmen Leyla'nın bu acınacak haline Necdet hiç acımıyor karşısında bir heykel gibi duruyordu. Leyla onu yanına çağırdığında beklemesini soyluyor. Geldiğindeyse Leyla'nın eski günlerden bahsetmesine aldırmıyor bile ve ona bir taksi çağırıyor. Leyla onu öpmeye çalışıyor fakat Necdet karşısında bir heykel gibi durup aniden arkasını dönüp çıkıyor bu da Leyla'nın yıkılışı oluyor.
SONUÇ:
Kurtuluş savaşının iyiye gitmesi ile hayatı iyiye giden nejdet leyladan soğur. Hayat İstanbul ve Nejdet için iyiye leyla için ise kötüye gider.