istanbul şiirleri

Son güncelleme: 21.06.2008 13:22
  • SİSLER BULVARI
    elinin arkasında güneş duruyordu
    aylardan kasımdı üşüyorduk
    ağacın biri bulvarda ölüyordu
    şehrin camları kaygısız gülüyordu
    her köşe başında öpüşüyorduk

    sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
    omuzlarımıza çoktan çökmüştü
    kesik birer kol gibi yanlızdık
    dağlarda ateşler yanmıyordu
    deniz fenerleri sönmüştü
    birbirimizin gözlerini arıyorduk

    sisler bulvarı'nda seni kaybettim
    sokak lambaları öksürüyordu
    yukarıda bulutlar yürüyordu
    terkedilmiş bir çocuk gibiydim
    dokunsanız ağlıycaktım
    yeni kapı'da bir tren vardı

    sisler bulvarı'nda öleceğim
    sol kasımdan vuracaklar
    bulvar duvarında düşeceğim
    gözlüklerim kırılacaklar
    sen rüyasını göreceksin
    çığlık çığlığa uyanacaksın
    sabah kapını çalacaklar
    elinden tutup getirecekler
    beni görünce taş kesileceksin
    ağlamayacaksın ağlamayacaksın

    sisler bulvarı'ndan geçtim sırsıklamdı
    ıslak kaldırımlar parlıyordu
    durup dururken gözlerim dalıyorudu
    bir bardak şarapta kayboluyordum
    bir bardak şarapta kayboluyordum
    gece bekçilerine saati soruyordum
    evime gitmekten korkuyordum
    sisler boğazıma sarılmışlardı

    bir gemi beni afrika!ya götürecek
    ismi bilmiyorum ne olacak
    kazablanka'da bir gün kalacağım
    sisler bulvarı'nı hatırlayacağım
    kırmızı melek şarkısından bir satır
    lodostan bir sayır hatırlıyacağım
    seni hatırlatanın çenesini kıracağım
    limanda vapurlar uğuldayacak
    sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
    ağaçlar yatıyordu yoksuldu
    bütün yapraklar sararmıştı
    bütün bir sonbahar ağlamıştı
    ağlayan sanki istanbul'du
    öl desen belki ölecektim
    içimde biber gibi bir kahır
    bütün şiirlerimi yakacaktım
    yanlızlık bana dokunuyordu

    eğer sisler bulvarı olmasa
    eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
    sabah ezanında yağmur yağmasa
    şühhesiz bir delilik yapardım
    hiç kimse beni anlayamazdı
    on beş sene hüküm giyerdim
    dördüncü yılında kaçardım belki kaçarken vururlardı

    sisler bulvarı'ndan geçmediğin gün
    sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
    yağmurun altında yanlızım
    ağzım elim yüzüm ıslanıyor
    tren düdükleri iç içe giriyorlar
    aklımı fikrimi çeliyorlar
    sisler bulvarı ayaklanıyor
    artık kalbimi susturamıyorum
    ATİLLA İLHAN

    İSTANBUL'U DİNLİYORUM

    İstanbul'u dinliyorum ,gözlerim kapalı;
    Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
    Yavaş yavaş sallanıyor
    Yapraklar ,ağaçlarda;
    Uzaklarda çok uzaklarda
    Sucuların hiç durmayan çıngırakları;
    İstanbul'u dinliyorum ,gözlerim kapalı.

    İstanbul'u dinliyorum,gözlerim kapalı;
    Kuşlar geçiyor,derken;
    Yükseklerden ,sürü sürü,çığlık çığlık.
    Ağlar çekilyor dalyanlarda ;
    Bir kadının suya değiyor ayakları;
    İstanbul' dinliyorum,gözlerim kapalı
    İstanbul' dinliyorum,gözlerim kapalı ;
    Serin serin Kapalı Çarşı ;
    Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa;
    Güvercin dolu avlular.
    Çekiç sesleri geliyor doklardan,
    Güzelim bahar rüzgarında,ter kokuları ;
    İstanbul'u dinliyorum ,gözlerim kapalı ;

    İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı;
    Başında eski alemlerin sarhoşluğu ,
    Lok kayıkhaneleriyle bir yalı;
    Dinmiş lodosların uğultusu içinde
    İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı
    İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı;
    Bir yosma geçiyor kaldırımdan ;
    Küfürler ,şarkılar ,türküler laf atmalar .
    Bir şey düşüyor elinden yere;
    Bir gül olmalı;
    İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı;

    İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı;
    Bir kuş çırpınıyor etekelrinde ;
    Alnın sıcak mı değil mi,bilmiyorum;
    Dudaklaların ıslak mı değil mi, bilmiyorum ;
    Beyaz bi ay doğyor, fıstıkların arkasından
    Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
    İstanbul'u dinliyorum.
    ORHAN VELİ KANIK

    İSTANBUL
    Kamyonlar kavun taşır ve ben
    Boyuna onu düşünürdüm,
    Kamyonlar kavun taşır ve ben
    Boyuna onu düşünürdüm
    Niksar'da evimizdeyken
    Küçük bir serçe kadar hürdüm.

    Sonra alem değişiverdi
    Ayrı su ayrı hava ayrı toprak .
    Sonra alem değişiverdi
    Ayrı su ayrı hava ayrı toprak
    Mevsimler ne çabuk geçiverdi
    Unutmak ,unutmak ,unutmak.

    Anladım bu şehir başkadır
    Herkes beni anlattı gitti,
    Anladım bu şehir başkadır
    Herkes beni anlattı gitti
    Yine kamyonlar kavun taşır,
    Fakat içimde şarkı bitti.

    CAHİT KÜLEBİ


    İSTANBUL KIŞA HAZIRLANIYOR
    Dün Köprü'nün korkuluğuna dayadım elimi
    Buz gibi
    Artık denize bakmak
    Serinletmiyor içimi
    Ne çare üşütüyor

    İşten çıkınca karanlık basıyor
    İnsanların hali daha telaşlı
    Taşıtlar daha çabuk geçiyor
    Böyle günler kısaldıkça sanıyorum ki
    Kış daha çabuk geliyor

    Tophane'nin önünde
    Odun boşaltan kayıklar var
    Sabahları gittikçe sis artıyor
    Herkesin dilinde aynı şey
    Odun derdi
    Kömür derdi

    Serseri bir çocuk
    Üç aylık bir suç tasarlıyor
    Ne güzel ağaçları denizi sevmeyi başlamışyık
    Şimdi olan bitene sebepsiz sıkılıyoruz
    Lokanta her akşam daha dumanlı
    Kahve her akşam daha kalabalık

    Bir şey daha var
    Bütün yaz aklımdaydı
    Nedense bir türlü hatırlamıyorum
    İstanbul buzlu fotoğraf camlarında gibi donuk
    Gene pembesi pembe,mavisi mavi ama
    Ellerimizle eşya arasına bir şey girdi
    Fakat düşünüyorum da sen hiç değişmedin
    Sesin hep öyle sıcak ,yüzün aydınlık

    NECATİ CUMALI



    BARBAROS MEYDANI

    Biliyorum ayıp ve manasız
    Ama peşlerindan gidiyorum
    Gezmeye çıktıkları vakit
    Ana kız.,

    Utanır da belki
    Anasını sırtındaki
    Yeldirmeden ,
    Kız bir adım önde gider
    Sezdirmeden .

    Beşiktaş'ta Barbaros meydanı
    Sağı anıt ,solu türbe
    Ortası kare şeklinde ,
    Parkıdır yoksulların
    Bilhassa yaz ayları.
    Fidanların ,mezarların önünde
    Yontulu taşlar çepçevre,
    Yer yer banklar konuşmuş
    Meydana dolmuş millet
    Sıra sıra oturmuş.
    Ah genç kız kalbi,
    Sıralara bakar elbet.

    Meydanın ileirsi deniz kıyısı
    Karaya çekilmiş kayıklar,
    İskele gazinosu yanda
    Sulara dökülmüş ışıklar .
    Üsküdar şu karşısı.

    O nemli topraklara
    Ana çöker yorgun argın,
    Kalmış gözü arkada
    Kendi ayakta kızın .
    En gürültüsü şarkılar
    Çalarken plakta ,
    Onlar orda oturur
    Denize bakarlar
    Avunmayı muhtaç bu bu gençlik
    Ey kız anası ihtiyarlar,
    Ey denizlerden esen serinlik.


    BEHÇET NECATİGİL


    BAHAR SARHOŞLUĞU
    İlk sevgilimin gülüşüne benzer
    Bir Nisan havası değil mi desen?
    Zincirlere,kelepçelere inat,
    Kanatlarımı açmak zamanıdır;
    Alahaısmarladık kaldırımları.

    Giyenler düşünsün dar elbiseyi;
    Ölçülü sözü,hesaplı adımı
    Ben kurtuldum kafeste kuş olmaktan;
    Saltanat sürer gibi uçuyorum,
    Erik ağacı gelin olduğu gün.

    Hayranım bu şehrin bacalarına.
    İrili ufaklı ,hep bir ağızdan ,
    Nasıl derinden gökyüzüne doğru
    Bir türkü söylüyorlar öyle sessiz!
    Dumanın daim olsun güzel baca!

    Yuvası saçakta kalan kırlangıç ,
    Yavrusu dallara emanet serçe
    Derken camiler üstünde güvercin,
    Minareler katından geçiyorum,
    Gökyüzü mahallesi İstanbul'un.

    Süt beyaz bir martıyım açıklarda,
    Gemilerde ben yol gösteriyorum,
    Buğday ve ilaç yüklü gemilere .
    Bir kanat vuruşta bulutlardayım;
    Bir süzülüşte vatanım dalgalar!

    CAHİT SITKI TARANCI
#19.06.2008 23:29 0 0 0
  • NECİP FAZILI DA TAVSİYE EDİYORUM
    ÇOK DUYGUSAL ŞİİRİ VAR İSTANBULLA İLGİLİ


    Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
    Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.

    İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
    O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.

    Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
    Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.

    Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
    Ve kavuşmuş rüzgar onda, onda misale.

    İstanbul benim canım;
    Vatanım da vatanım...

    İstanbul,
    İstanbul...

    Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
    Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...

    Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
    Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...

    Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
    Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..

    Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
    Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...

    O manayı bul da bul!
    İlle Istanbul'da bul!

    İstanbul,
    İstanbul...

    Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
    Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.

    Oynak sular yalının alt katına misafir;
    Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.

    Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
    Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...

    Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
    Cumbalı odalarda inletir "Katibim" i...

    Kadını keskin bıçak,
    Taze kan gibi sıcak.

    İstanbul,
    İstanbul...

    Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
    Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...

    Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
    Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.

    Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
    Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.

    Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
    Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...

    Gecesi sünbül kokan
    Türkçesi bülbül kokan,

    İstanbul,
    İstanbul...
#21.06.2008 13:22 0 0 0