Iste Mekteb-i Sultani

Son güncelleme: 18.01.2008 21:09
  • Adi: Galatasaray Spor Kulübü


    Kurucular1: Ali Sami Yen, Asim Tevfik Sonumut, Emin Bülent Serdaroglu, Celal 0brahim, Bekir Sitki Bircan, Resat sirvanizade, Refik Cevdet Kalpakçioglu, Abidin Daver


    Kuruldugu Yer: Galatasaray Lisesi 5. sinifi


    ilk Renkler: Kirmizi-Beyaz ( Sonradan Sari- Siyah ve Sari -Kirmizi)


    ilk Lokal: Galatasaray`da Bulgar Sütçü`nün Dükkani


    ilk Amblem: Tobler Çikolatasindaki kartal


    ilk Baskan: Ali Sami Yen



    ilk Maç: Galatasaray- Kadiköy Faure Mektebi (2-0)


    ilk Spor Dali: Futbol


    ilk sampiyonluk: istanbul Pazar Ligi sampiyonlugu



    Kurulus Hedefi: " ingilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip olmak.
    Türk olmayan takimlari yenmek."


    benden kücük bir hizmet..

    GALATASARAYI...

    Tanimak isteyenler icicin
#11.03.2004 21:06 0 0 0
  • Tesekkürler
#11.03.2004 22:19 0 0 0
  • Sagolasin Ustam Ellerine Saglik Allah Razi Olsun. ;)
#12.03.2004 13:39 0 0 0
  • olsun sana abi
#13.03.2004 17:24 0 0 0
  • "GALATASARAY TARiHi"



    Renkleri : Sarı - Kırmızı
    Kuruluş : 20 Ekim 1905 İstanbul
    Kurucular : Ali Sami Yen, Asım Tevfik Sonumut, Emin Bülend Serdaro lu, Bekir Bircan, Mehmet Celal, Tahsin Nahit, Cevdet Kalpakçıo lu, Resad Sirvani, Abidin Daver

    KURULUŞ
    Galatasaray Spor Kulübü'nün kuruluş hazırlıkları, o zamanlar Galata Sarayı Sultanisi adıyla anılan lisede yapıldı. Sonradan kayıtlara 1 numaralı kurucu olarak geçen Ali Sami Bey'le birlikte, Asım Tevfik, Emin Bülent, Bekir Sıtkı, Reşat Şirvani, Celal İbrahim, Tahsin Nihat, Abidin Daver ve Refik Cevdet kurucular olarak bilinir. 1 Ekim 1905'te Galatasaray Terbiye-i Bedeniyye Kulübü adıyla kurulan birli in amacını da Ali Sami Yen şöyle anlatır: "Amacımız İngilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip olmak. Türk olmayan takımları yenmek." Kulübün adının Gloria (Zafer) ya da Audace(Cesaret) konulması yolunda görüşler ortaya atılmışsa da, sonuçta Galatasaray olmasında anlaşmaya varılmıştır. Araştırmacı Cem Atabeyo lu, Galatasaray adının, bu takımın yaptı ı ilk maçta Rum ekibini 2-0 yenerken, seyircilerin onlardan "Galata Sarayı efendileri" diye söz etmelerinden do du unu yazar. Bunun üzerine kurucular da ismi benimserler. Artık kulübün adı bulunmuştur; "Galata Sarayı" derler. Galatasaray Lisesi gibi Türk Milli E itimi'nde çok önemli bir yeri olan kurumun ba rından çıkan Sarı Kırmızılı kulüp, kültürel boyut da dahil olmak üzere, pek çok yönden de öncü olma niteli ini her zaman sürdürecektir. Galatasaray'ın "1" numaralı kurucusu Ali Sami Yen, "Ellinci Yıl" kitabında kuruluşun öyküsünü şöyle anlatır:

    "1 Ekim 1905'te mektebin beşinci sınıfında edebiyat ö retmenimiz merhum Mehmet Ata Bey'in dersi esnasında birkaç arkadaş başbaşa vererek Galatasaray'da bir futbol kulübü kurmaya karar verdik. İlk girişimler oyuna ve mücadeleye yönelik arkadaşlardan Asım Tevfik Sonumut, Reşat Şirvani, Cevdet Kalpakçıo lu, Abidin Daver, Kamil ... gibi gençlerdi. Okulda e itim gören Bulgar ve Sırp ö rencilerden çevik ve kuvvetli olanlar da bize katılmışlardı. Asım'ı muhasebecili e, Cevdet'i ikinci reisli e seçmiş, kendim de reis olmuştum. Asım her hafta arkadaşlardan birer kuruş toplamakta mahir oldu u için kendisini muhasebeci yapmıştık. Ben Reisli i topu ya layıp şişirmekle almıştım. Topumuza evladım gibi bakardım. Zaten varımız yo umuz da toptu. Mektebe gelirken domuz soka ından geçer, domuz ya ı alırdım. Topu onunla ya lar, şişirirdim; yamasını yeni pabucumdan kesmiştim. Bunu gören arkadaşlar, bana hepimizden fazla paye vermişlerdi. Yani o zaman reisli e ve di er vazifelere payeyi en çok çalışan kazanırdı. Cevdet de ikinci reisli i formaları yıkadı ı için almıştı. Maksadımız İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmekti."


    noimage
#25.07.2004 00:41 0 0 0
  • Süper
#26.07.2004 22:13 0 0 0
  • slm dostlar ellerinize saglik ama su cümle benim cok hosuma gitti


    Türk olmayan takimlari yenmek."Kurulus Hedefi: " ingilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip olmak.
#26.07.2004 23:38 0 0 0
  • Ersin27 ve YaSeMiNCe

    Süpersiniz Arkadaslar ellerinize saglik
#26.07.2004 23:42 0 0 0
  • bu sevda bitmez

    TURKIYENIN GURURU GALATASARAY VE TUM GALATASARAY TARAFTARLARINA YARIN ICIN BASARILAR DILERIM
#11.12.2004 12:43 0 0 0
  • GALATASARAYIN BİR KAC İLKLERİ (KİMSE KIZMASIN TARİH YAZMAK KOLAY DEGIL)

    Türkiye'nin İLK futbol takımı Galatasaray- (1905)
    Dünya sıralamasında İLK On' da 1.sıraya giren İLK Türk takımı.
    Devlet üstün madalyası alan İLK takım
    UEFA kupasını hiç yenilgi almadan kazanan İLK ve TEK Türk takımı
    Türkiye'nin en çok Şampiyon olan takımı (15 kez)
    Üç yıldızı alan İLK takım
    Türkiye Süper Ligi'nin İLK Şampiyonu
    Dünya Kulüpler Şampiyonası'nda Avrupa Kıtasını temsil eden İLK ve TEK Türk takımı
    Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Final'e çıkan İLK ve TEK Türk takımı
    İstanbul Şampiyonluğu'nu kazanan İLK futbol takımı- (1907-1908)
    Yurt dışında İLK galibiyet alan Türk futbol Takımı-(1911)
    Yurt dışında Türkiye'yi temsil eden İLK futbol takımı- (1911)
    Şampiyonlar ligine katılan İLK Türk takımı
    Avrupa'da, UEFA kupasını hiç yenilgi almadan kazanan İLK ve TEK takım
    Balkanlarda UEFA Kupasını kazanan İLK ve TEK takım
    Uluslararası maçlarda kendi sahasında ardarda EN çok galibiyet alan TEK Türk takımı – 20 kez
#11.12.2004 12:46 0 0 0

  • noimage
    GALATA SARAYI ENDERUN OKULU 1481-1826

    Fatih, Avrupa'daki Rönesans hareketinin farkındaydı, Enderun Okulları (Saray Mektepleri) Rönesans'a ayak uymak amacıyla kurulmuştu. 2. Bayezit, güzel bir raslantı ile Galata'da, Tophane'nin sırtlarındaki demir madenleri civarında Gül Baba'ya rastlayıp konuşması sonucu Galata tepesinde Galata Sarayı Enderun Okulu'nu yaptırdı ve Gül Baba da ilk hocalardan biri oldu. Gül Baba'nın bektaşi dedesi olması, Bektaşi kültür ve felsefesinin Galatasaray'da daima etkin olmasına yolaçmıştır. Gül Baba, Kanuni Sultan Süleyman devrine kadar yaşamış, Budapeşte'nin fethinden sonra orada vefat etmiş, cenazesi muhteşem olmuş, Sultan Süleyman tabutunu taşımış iç organları Budapeşte'deki zaviyesine yaptırılan bir türbeye, tahnit edilen vücudu da istanbul'a getirilerek Galatasaray'ın altındaki zaviyesi yanındaki mezarına tevdi edilmiştir. Mektep binası bugünkü şekliyle (ön avludaki yan kollar hariç), Sultan Süleyman tarafından, kanunnameleri yenilenerek, Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. 1907 yangınından sonra Galatasaray mezunu Mimar Vedat ve o zamanki Ermeni başmimar tarafından bugünkü haline getirilmiştir.

    GALATA SARAYI TIBBİYE-İ ADLİYE-İ ŞAHANE 1831 - 1862

    Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra Galata Sarayı 2. Mahmut tarafından Tıbbiye Mektebi olarak açılmıştır. Öğretim Fransızca, Fransız hocalar tarafından yapılır olmuş. O zamanki dış kapı farklıdır ve bugünkü dış kapı Sultan Abdülaziz zamanında Galatasaray Sultanisi 1868'de açılırken yaptırılmıştır.

    GALATA SARAYI SULTANİSİ 1867 - 1923

    Galata Sarayı, Sultan Abdülmecit zamanında, Tıbbiye Gülhane'ye taşındıktan sonra boş kalmış, bir ara askeri idadi olarak kullanılmıştı. 1867'de Abdülaziz'in Avrupa'yı ziyaretinde 3. Napolyon ile yapılan görüşmeler sonucu Sadrazam Âli Paşa, Fuat Paşa ve Saffet Paşa'nın gayretleriyle bina tamir ettirilmiştir. Bugünkü ana giriş kapısı da o zaman yaptırılır. Fransa'dan hocalar, ders araçları getirilmiş, mektep binası alnına Fransa'dan getirilen büyük saat konulmuş, böylece Türkiye'de ilk alafranga saat uygulaması Galatasaray'da başlamıştır. 1 Eylül 1868 günü Mr. De Salve müdürlüğünde Fransızca öğretim yapmak üzere Galata Sarayı Sultanisi açılır. Çok kıymetli Türk hocalar da Türkçe dersleri vermek için mektebe gelirler. Bu tarihten sonra Galatasaray, Türkiye'de bir ilkler kurumu haline gelmeye başlar. 1871'de Fransa'daki 3. Napolyon'un Alman yenilgisi ve Paris Komünü olayları mektep tarafından yakından takip edilir. Önce Fransa'daki bu karışıklıklar, sonra Balkan, 1. Dünya ve İstiklal savaşları mektebi oldukça etkiler. Pek çok Galatasaraylı şehit ve gazi olurlar. Atatürk'ün Galatasaray'a ilgisi 1914-15 yıllarında başlar. 1923'de Cumhuriyetin ilanında Galatasaraylı izciler, başlarında oymak beyi Adnan Akıska ile Ankara'ya giderler, Atatürk de 1930 ve 1933 yıllarında iki defa Galatasaray'ı ziyaret ve teftiş ederek kutlar ve imzalı resmini hediye eder.

    Gül Baba'yla Bektaşi kültürünü, Tevfik Fikret'le çağdaşlık ve batılılığı, Fransız kültürüyle özgürlüğü benimseyen Galatasaray, Atatürkçülüğün de sarsılmaz kalelerinden biri olmuştur.

    RUŞEN EŞREF ANLATIYOR

    GALATASARAY'DA İLK FUTBOL VE MISIRLI MEHMET ALİ
#16.12.2004 00:55 0 0 0
  • GALATASARAY'DA İLK FUTBOL VE MISIRLI MEHMET ALİ

    Mektebin üçüncü sınıfına gelmiştik. Oyun bahçemiz sınıfların arka tarafına gelen büyük bahçe idi. Burada mektebin mutfağına açılır bir küçük kapı olduğu gibi, müdürün bahçesinde bir yol vardı. Üç arkadaş ben, Ali Rauf ve Küçük Ali -sonradan Kabak Ali diye meşhur olan Galatasaray kulübünün meşhur oyuncularındandı- bir tenis topu almış, aramızda oynardık. Bazı arkadaşlar gelirler, bizim kedi yavruları gibi, atlaya, zıplaya sağa sola koşa dolaşa, hatta bazan da düşe kalka oynaşımızı seyrederlerdi... Bir gün, hemen daima, iki eli pantalonunun iki cebinde gezen, yaz kış palto giymeyen Mısırlı Mehmet Ali de yanımıza geldi. Mehmet Ali kısa boylu, geniş göğüslü, çelik pazılı bir gençti. Gençti diyorum, çünkü çocukluk çağını çoktan geçirmişti. Bir gözü kör olduğu için siyah gözlük kullanırdı. Arkadaşları arasında da 'Kör Ali, Kör Mehmet Ali' diye anılırdı. Ama bun kimse yüzüne karşı söyleyemezdi. Diyebilirim ki, mektebin en kuvvetli genciydi. Tabii hallerinde çok sakin, hatta hareketsizdi. Mütalaa salonunda ve sınıflarda yeri en son sıra idi. Orada başını önüne eğer, okur mu, düşünür mü, uyur mu? Kimse bilmezdi. Kimseyle konuşmazdı. Şakayı sevmezdi. Gece, yattığı demir karyolanın bütün demirlerini kırar, koparırdı. Bu onun için bir jimnastik, bir ekzersizdi. En çok sevdiği ders, kuvvetini gösterebildiği jimnastik dersleriydi. Deli lakabiyle müştehir jimnastik hocamız Faik Bey'in de pek sevgilisi idi. Mehmet Ali'nin, jimnastik salonunda, büyük bir muvaffakıyetle kullanamadığı alet yoktu. En ağır gülleyi o kaldırır, hem de zahmetsizce kaldırırdı. Barre fixe, barre parallèlle'de asma merdivende, asma sütunlarda yapmadığı marifetler yoktu. Çift koluyla, tek koluyla kuvvet gösterileri yapar, herkesi hayret, Faik Beyi de meserret içinde bırakırdı. Bu sakin, bu sessiz delikanlının bir mubassırı dövüp hapse girmediği gün de yok gibiydi. Kendisine cezası bildirildiği zaman fesi arkasına atılmış, gömleğinin ön düğmeleri çözülmüş, kendisi de yere çakılmış bir çelik heykel gibi dimdik, sessiz ve hareketsiz dururdu. Onun bu acı kuvvetini adamakıllı tatmış oldukları halde, yine kendilerini tutamıyan talebesi arasında gösteriş yapmak istiyen, külhanbeyi tabiatlı Rum maitre d'étude'ler surveilant'lar da vardı. Bunların da ekserisi palikarya Rumlardı. Mehmet Ali bizim top oyunumuzla ilgilenmeye başlamıştı. Bir ara o da iştirak etti. Biz üç arkadaş, imkanı yoktu onun ayağından topu alamıyorduk. O, çeki taş gibi ağır adam, fare ile oynayan bir kedi çevikliğiyle topu önümüzde fırıl fırıl döndürüyordu. Bir gün bize: 'Bir küçük futbol alınız da, size futbol oynamayı öğreteyim!' dedi. Biz o zamana kadar futbolu bilmiyorduk. O zaman, spor edevatı satan bir İngiliz mağazası vardı. Oradan bir topla bir pompa aldı. Futbol başlamıştı. Biz üç arkadaş ve Mehmet Ali top oyununa girişmiştik. O bize ayakların nasıl kullanılacağını, ayağın iç ve dış yanları ile topun nasıl idare edileceğini, havadan hızla gelen topun derhal yerde nasıl durdurulacağını, o hızla inen topun ufkî bir şekilde, derhal, kaleye nasıl atılacağını, karşınıza gelen muhasımın elinden topun nasıl kurtarılacağını, ya iki tarafındaki arkadaşlardan birine, yahut ileride hatta bazan da gerideki arkadaşa nasıl aktarılacağını, öndeki topu ayak vasıtasiyle kaldırıp başla nasıl vurulup ileri atılacağını, havadan hızla gelen topu arkadan topukla vurarak nasıl öne alınacağını, hasılı, futbolla ilgili binbir oyunu bize öğretiyordu... Bazan biz kalede duruyorduk, o şut atıyordu, tutmak ne mümkündü? Bazan o, kalede duruyordu, biz şut atıyorduk. Geçirmek ne mümkündü. Mehmet Ali topa elle hemen hiç dokunmazdı. Hatta kaleden atarken bile ayağının ucuyla usulca kaldırdığı topa öyle bir vuruş vururdu ki, top gülle gibi fırlar giderdi. Karşısında durmağa kimse cesaret edemezdi. Bize, topa vuruşun çeşitli şekillerini gösterip öğrettikten sonra tek kale teşkil etmemizi söyledi. Yeni katılan birkaç arkadaşla tek kale kurduk. Kendisi kaleye geçti. O çeviklikle kalece pek, pek az bulunurdu. Topu öyle idare ediyordu ki, biz hayrette kalıyorduk! Hem de tek gözüyle... Bazan da bizlerden birimiz kaleye geçiyorduk, o bize şut atmanın tekniklerini gösteriyorduk. Fakat onun attığın şutun karşısında kim durabilirdi? Top kaleciyle beraber ağlara takılır... Gün geçtikçe top hevesi artmağa, yeni yeni oyuncular katılmaya başladı. Fakat çığırından da çıkmıştı. Bir kör döğüşü halini almıştı. Oyundan çekilen ve bir zamanlar, oynayanları uzaktan seyreden Mehmet Ali oyundan tamamiyle çekilmişti. Ondan sonra da onun ne olduğunu hatırlayamıyorum.

    Ya mektepten çıktı, yahud da çıkarıldı. Fakat, ondan yadigar kalan futbol şekillenmeye başladı. Doğrusunu söylemek icap ederse oyunlar onun gösterdiği nizam ve intizamdan usul ve kaideden uzaklaşmıştı. Önceleri bir curcuna haline gelen oyunlara iştirak eden ve bir zenci Abdülmuttalib vardı ki, gözlüklüydü. Son derece miyoptu. Topa vuracağı zaman gözlüğünü eline alır, gözlerini kapar, Allah'a sığınır, bir domuz topu gibi kaldırır kendini boşluğa atardı. Artık tekme kimin kısmeti ise ona rastgelirdi. Çok zaman top yerine, karşısına çıkanın çenesini bulurdu, çenesi kırılan, bacağı sakatlanan haline şükrederdi. Oyunlar öyle bir hal almıştı ki, tasvir ve tasavvuru mümkün değildi. Ne rüzgar, ne yağmur, ne kar bu çılgınlar fırtınasını dindiremezdi. Derslere, hatta yemeklere toz, toprak, çamur içinde girer, bunda da hiçbir mahzur görmezdik... Nihayet, sabah, öğle ve akşam, büyük teneffüslerde, kunduracının yanına koşar, ayakkabılarımızı, pantolonlarımızı değiştirir, bahçeye öyle fırlardık. Başka çare bulamamıştık... Sonraları Bazar Alman'da satılmaya başlanan defter sabunlar imdadımıza yetişmişti. Oyun biter bitmez, çeşmelere koşar, defterden kopardığımız birkaç yaprak sabunla elimizi, yüzümüzü yıkardık. Allah yıkamak eylesin!...

    Hiç olmazsa çamurun kabası giderdi. Futbol gittikçe genişliyor ve kuvvetleniyordu. Fakat biraz da tatonmant'larla... İleride Galatasaray kulübünü teşkil edecek olan elemanlar da görünmeye başlamışlardı:
    İç Robensonlar, Kürt Celal, Sütlaç Bekir, Emin Bülend, Küçük Ali, Ali Sami, Ayı Nikolof, Sütçü Milo.
    noimage
#16.12.2004 00:57 0 0 0
  • Robensonların en büyüğü Yakup hakikaten de, sade yaşça değil, boyca da en büyükleri idi. Fakat çapaçulca bir gençti. Gençti diyorum, çünkü çocukluk çağını çoktan geçirmişti. Ortancaları, Abdürrahman, en ağır başlıları idi. Küçükleri Ahmet Robenson en sevimli, en cana yakın en hareketlileriydi. Daha küçük kardeşleri olduğu da söylenirdi. Ben onu hiç tanımıyorum. Bunlar aslen İngilizdiler. İhtida etmiş, Türkleşmişlerdi. Belli idi ki, futbola da bir dereceye kadar vakıftılar... Kürt Celal, çok canlı, çok şirin, çok sevimli, çok da kuvvetli bir arkadaştı. Oyunda daima ileri, daima ileri giderdi. Gerilediği görülmemişti. Topu ayağıyla karşısındakini de omuzları veya gödesiyle sürer götürürdü. Zaten, söylediğim gibi, bu ilk toplu oyunlar intizamlı, tertipli, kaideli birer oyun olmaktan ziyade, sür gitsin oyunlarıydı. Kürt Celal, yazı hocamız Kürt Ahmet Efendinin küçük kardeşi idi. Ahmet Efendi, ne kadar karanlık, ne kadar ağır, ne kadar durgun idiyse Celal de o kadar neş'eli, o kadar çevik, o kadar hareketli idi. Biçare, Balkan harbinde şehit olan fedakar, vatanperver arkadaşlarımızdandı. Sütlaç Bekir, müdür Abdurrahman Beyin odacısı Mehmet Ağa'nın küçük oğluydu. Çiçek bozuğu olduğu için arkadaşları kendisine Sütlaç Bekir derlerdi. Çok mûnis, çok uysal, çok sevimli, çok hatırşinas, çok candan bir arkadaştı. Güçlü, kuvvetli ve gürbüzdü. Emin Bülend, Macar Ömer Paşa'nın oğlu veya torunuydu. Çok mert, çok kuvvetli, sporsever, yüksek sesli, hareketli, kızıla çalar sarışın renkli, çok terbiyeli bir arkadaştı. Vakit vakit şiir de yazardı. Galatasaray ilk futbol takımının kıymetli elemanlarındandı. Mektepten mezun olduktan sonra, Tevfik Fikret merhumun mektep müdürlüğü zamanında, Galatasaray'da, bilhassa ilk başlıyan çocuklara hoca olmuştu. Orada tekrar buluşmuştuk. Son derece idealist, son derece milliyetperver, ateşli bir gençti. Küçük Ali Çerkezdi. Çevik, süratli, kuvvetli bir arkadaştı. Mehmet Ali ile çalıştığımız zaman o da beraberdi. O, sonradan kulübe girmiş ve esaslı bir eleman olmuştu. Zaten saçsız denecek kadar seyrek saçlı olduğundan başını ustura ile traş ettirirdi. Ali Sami ile karıştırılmaması için Küçük Ali denirken arkadaşları arasında adı Kabak Ali kalmıştı. Ali Sami, koşmak, oynamak, bağırıp çağırmaktan hoşlanmaz, zayıf uzunca boylu, çok nazik ve terbiyeli bir arkadaştı. Oyununda iş yoktu. Mektepteki oyunlarda birkaç defa kaleci durmuş, büyük bir iş görememişti. Fakat idare hussunda muvaffakiyetliydi. Arkadaşları bir araya getirir, nizam ve intizam temin ederdi.

    Nitekim, Galatasaray Kulübü teessüs ettiği zaman da idareciliği ile temayüz etmiş, kulübün reisi olmuştu. Denizciliğe de maildi. Kulübün denizcilik kısmında, gemicilerin kullandıkları ip düğümlerinin çeşitlerini gösterir koleksiyonlar yapmıştı. Beni, müzelerini gezmeye çağırdığı zaman, bütün bunları ve aldıkları kupaları göstermişti. Mektepte iken, biz onunla öğle tatilleri bir saat kadar süren Cuma günleri oynamak için, anfiteatr'da yapılan din derslerinde futbol dikerdik. Mektepten çıkmaya müsaade etmedikleri için, yeni futbol alamaz, eskilerinin işe yarar kısımlarını ayırır, çifte dikişle, yani kunduracı dikişiyle, birbirlerine ekleyip dikerdik ve oynanılabilecek bir futbol meydana getirirdik.

    Ayı Nikolof, Bulgardı. Hakikaten de ayıya benzerdi. Hemen hemen hiç boynu, yok gibiydi. Kafası boyunsuz olarak gödesine yapışmış hissini verirdi. Geniş omuzlu, çıkık göğüslü, domuz gibi kuvvetli, fakat korkak bir gençti. Kürt Celal onun celladı idi. Hiç arkasını bırakmaz, rastgeldiği yerde yan yan çarparak itip kakıştırmaktan anlatılmaz bir zevk alırdı. O da hem gözleri, hem sözleriyle yalvarır, Kürdün elinden yakasını kurtamaya uğraşırık. Futbolu fena oynamazdı.

    Sütçü Milo, Karadağlı idi. Çocuklar kendisine Sütçü lakabını koymuşlardı. Uzun boylu, kuvvetli, yüzü gülmez bir gençti. Bu da Celal'den Şeytandan yılar gibi yılardı... Daha sonradan oyuna katılanlar çok olmuştu. Bu suretle de bir iki tim meydana gelmiş bulunuyordu.

    Galatasaray futbolu, lise hudutları dışına da taşmıştı. Biz o zamanlar daha , teşekkül eden kulübe iştirak edememiştik. Yeni vazifeler, bizi bu iştirakten alıkoymuştu. Mektepte iken futbol bir ihtiras halinde bütün talebeye sirayete başlamıştı. Tatil günlerinde harice taşan bu sirayet, mektep zamanlarında bir hastalık halindeydi. Top lastikleri patlayıp tamir edilemez hale gelince mektebin duvarlarından aşıp yeni bir lastik veya bir top tedarik edilemeyince meşin topun içine paçavralar doldurularak oynamaya kadar varılıyordu.

    Hele yağmurlu zamanlarda... Kurşunla doldurulmuşa benziyen topa vurmaya çalışan ayakların, bacakların, onu tutmaya çalışan kolların, hele öpüşme felaketine uğrayan yüzlerin iler tutar, görür, görülür hali kalmıyordu. Karşılıklı tekme düelloları yüzünden ayaktan, bacaktan mahrum kalmak, hatta tahammülü olmayan birkaç arkadaş da hayatlarını kaybetmek bedbahtlığına uğramıştı... En çok keyfimize giden zamanlar tatil zamanları ve cuma günleri öğle teneffüsleri idi. Bu teneffüsler cuma namazı münasebetiyle bir saat devam ederdi. Ama camiye gitmek mecburiyeti çok zaman oyundan da mahrum ederdi. Bu namaz işlerine bakan, pek de okur yazar takımından olmadığı için Necip Ağa diye anılan ihtiyar, fakat dinç ve inatçı bir adamcağızdı. Arkadaşlar onu her seferinde yeni bir oyunla faka bastırdıklarından hiçbir şeye de inanmaz olmuştu. Kah hastalık, kah medh ü sena ederek binbir sebep icad ederek izin koparmak çareleri ararlardı.
#16.12.2004 00:59 0 0 0
  • Bir Cuma günü, arkadaşımız Feyhaman, yağlı boya ile koluna büyük, kanlı, irinli bir yara şekli yaptı. Boyalar da tamamen kurumadan kocaman bir bezle sardık, iki arkadaş da kollarına girerek Necip Ağa'nın önüne kadar götürdük. Feyhaman yüzünü, gözünü buruşturarak ıstırap alametleri gösteriyor biz de
    kendisine acır bir halde görünüyorduk. Bu halde ne namaz kılabilmesine, ne de hatta abdest alabilmesine imkan olmadığını söyledik. Feyhaman ahlar, oflarla sızlanıyor, büyük ıstırap çekiyormuş gibi görünüyordu.
    Necip Ağa bu gibi oyunlarla kaşarlanmış, hiçbir şeye inanmaz olmuş, ihtiyar bir kurttu. Şüpheli bir sesle: 'Açın bakayım! deyince biz hemen büyük teessürler ve ihtimamlarla yaranın sargısını açmaya başladık.
    Sargı sona gelince kandan, irinden berbad hale gelmiş yara meydana çıkıverdi. Necip Ağa manzaradan fenalaşmıştı; ona 'Kapa! Kapa!', bize de 'Götürün!' diye bağırdı. Keyfimize pâyan yoktu. Oyunumuz tamamiyle muvaffak olmuştu. İyi ama yara Feyhaman'ındı. Onun yanında bulunan biz iki arkadaşın mazeretimiz neydi? Necip Ağa bunu düşünebilecek kafada değildi. Hemen onun yanından ayrılır ayrılmaz, Feyhaman kolundaki bağı çözüp attı. Boyaları çakı ile sıyırdı. Deli gibi kendimizi bahçeye attık.. Biraz sonra idi. Feyhaman havadan gelen topa yetişip tekmeyi savurmak üzere alabildiğine koşarken, kontrol için bahçe kapısından giriveren Necip Ağa ile kucak kucağa gelmez mi? Ağzı hayretten yarı açık kalan Necip Ağa 'Bre kafir! Hani yara?! Yara ne oldu?' deyince, biz yetiştik 'Görmüyor musunuz hocam! Çocuk can acısıdan, nasıl deli gibi sağa sola koşup duruyor. Bir türlü yerinde duramıyor!' dedik. Feyhaman çoktan kaçıp gitmişti. Biz de ayrıldık. Bu işe hiçbir mana veremiyen Necip Ağa, bir müddet aptal aptal baka
    kaldı...


    GALATASARAYDA İLK FUTBOL

    GALATASARAY LİSESİNDEN DOĞAN FUTBOL GELENEĞİ

    Güven Sayın

    Hepimizin, branşta isminden iftiharla bahsettiği Lisemizin, Türk futbolunun kuruluşunda oynayacağı önemli rolü, zamanının en iyi futbolcularından sayın hocamız Bekir Bircan'dan belirtmesini rica ettik. Kendisi bizi nezaketle karşıladı ve suallerimizi cevaplandırdı.

    Aşağıda da görüleceği gibi, Türk olarak, Türkiyede ilk futbolu Galatasaray Lisesi talebeleri oynamış ve geliştirmişlerdir. İşte Hocamızın bu mevzuda anlattıkları:

    - Galatasaraya futbolu ilk defa olarak 1900'de Kadıköy'deki ' Frère 'lerden gelip mektebimizin lise kısmına giren 425 Mustafa Bedri getirmiştir.

    O zamanın futbolu, bugünkünden çok farklıydı. Her oyundan sonra bir sürü arkadaş hastanelik olurdu. Adeta Rugby oynar gibi!..

    Okulda dolayısıyla Türkiye'de ilk futbol oynayanlar : 407 Ali Rana (Eski... milletvekili ve Tekel Bakanı),1085 Hasan Fikret (Galatasaray müdür-" sanisi, merhum), 65 Hüseyin Münir (merhum), 159 Mustafa Hayri (Banka Müdürü, merhum), 364 Refik Cevdet (eski Galatasaray öğretmeni), 889 Ali Sami (merhum).
#16.12.2004 01:00 0 0 0
  • Bu futbol iki sene kadar devam etti. İdare bu oyunu daima yasak ediyordu. Oyunlar yine Grand Cour'da oynanırdı. Oraya girmek haylice zor bir işti. Zaten orası bir spor merkezi olduğu kadar bir Forum'du da. Mektebin edebiyatçıları, matematikçileri orada toplanır, gizlice gelen gazeteler orada okunur ve fikir beyan edilirdi.

    Bu bakımdan dışarıda kulüp kurmak gerekiyordu. 1903'te Ali Sami'nin teklifi üzerine kulüp kuruldu. İlk içtima Farisi Hocası merhum Macit Efendi'nin dersinde, anfide sıraların altında oldu. Biz de başkasınıflardan kaçıp oraya geldik.

    Reis Ali Sami Yen; Katip Emin Bülent (merhum, şair); Kasadar Asım Tevfik oldu. İdareden korkularak kulübe Galatasaray ismi verilemiyordu. Arkadaşların bazıları Glorya, bazıları Odaks, bir kısmı da Kartal ismi üzerinde duruyorlardı. Sonunda Kartal ismi galip geldi. Kulübün ismi Kartal oldu. Bir kartalın açık ağzında bir top; damgamız da bu idi. İlk aidatımız olan yüzer parayı bununla topladık. Dışarıda egzersizlere ayrı ayrı giderdik. Zira Abdülhamid'in devrindeydik ve hür türlü toplantılar yasaktı. Bu idmanları şehir haricinde kırlarda yapardık.

    İlk renk milli renkti: Kırmızı-beyaz. Fakat sonra hükümetin şiddetinden korkarak Sarı-siyahı kabul ettik. Toplantı yerlerimiz mektebin karşısındaki Bulgarın sütçü dükkanı, Kadıköy Kuşdili'nde muhallebici Anton'un dükkanı, bugünkü Fener stadının karşısında Lazar'ın kahvesiydi.

    İlk egzersizi Kurbağalı derede yapıyorduk. Yanımıza iki kişinin yaklaştığını gördük. İlk önce hafiye zannederek korktuk. Fakat iyice yaklaşınca bunların o zamanki Moda-İngiliz kulübüne mensup adamlar olduklarını anladık. Onlar bize futbolun nasıl oynanacağını izah ettiler, ilk dersimiz bu oldu.

    İkinci egzersizi kağıthane sırtlarında yapmak istedik. Arkadaşlardan Emin Bülent o hafta mektebe gelmemişti. Çamlıca'daki evine telgraf çektik. '-Pazar günü toplantı var, gel.' Bu telgrafı o zamanın sansürü derhal saraya bildirmiş. Nitekim top oynarken hafiyeler tarafından sarıldık. Durumu okul müdürü Abdurrahman Şeref Bey kurtardı. Saraya giderek bizim hakkımızda şefaatte bulundu.

    Bir gün yine Kuşdilinde Moda İngiliz kulübünde bir antreman yaparken bu defa Kuşdili Komiseri polislerle oyun sahasına girdi. Biz Türkleri oyundan menederek kararkola götürdü. Karakolda katibimiz Emin Bülent Polisleri korkutmak için saraya mensup olduğumuzu söyleyerek onları tehtid etti. Böylece serbest
    bırakıldık.

    O zaman hiçbir Türk kulübü ve seyircisi yoktu. Mevcut kulüpler Moda-ingiliz kulübü, İmojen isminde İngiliz sefaret gemisinin tayfalarından mürekkep bir takım Kadıköy isminde Rum ve İngilizlerden kurulu bir diğer takım, nihayet tamamen Rumlardan teşekkül eden Elpis (esperans) idi.

    Bunlarla yaptığımız maçlarda daima yeniliyorduk. O vakitler İstanbul'da çıkan Levant-Herald adlı bir İngilizce gazete bu maçların kritiğini yapıyordu. Fakat isim ve takımımızdan bahsedemez 'another club' diye yazardı. 'Saray' kelimesinden korkuluyordu. Bize Galatasaray isimini daha sonra halk taktı.

    Moda'dan Horest Armitach isimli oyuncu bizim kulübe kaptan olarak geldi ve bize futbolu bütün incelikleriyle öğretmeye başladı.

    İlk maçında Kadıköy'e 11'e karşı 8 golle yenilen Galatasaray nihayet, azimli çalışması sayesinde aynı takımı 4-0 kazanmaya muvaffak oldu. Bu arada mevcut bütün kulüpleri de yenerek şampiyon çıktı ve bunu üç sene devam ettirdi. (1908). Kulübün resmen tesisi 1905'tedir.

    Bir gün, bir cumartesi, İstanbul tarafında geçmiştik. Şişman Yanko'nun mağazasının vitrinlerinde renkleri sarı ve kırmızı olan ve birbiri üzerine atılmış iki kumaş duruyordu. Hepimiz çok beğendik bu iki rengi... Fakat Emin Bülent'i bir türlü vitrinin önünden çekemiyorduk. 'İlle bu renkleri alalım. Sarı-kırmızı renk yeşil sahanın üzerinde! Bundan alası olamaz...' diyordu. Onun bu ısrarı üzerine kumaşları satın aldık ve diktirilmesi için de Ali Sami'ye devrettik. O da bunları ablalarına diktirdi. İşte Sarı-Kırmızı rengi alışımızın hikayesi...'
#16.12.2004 01:01 0 0 0
  • Bundan sonra Bekir Hoca'dan şu mahut 7-0'lık maçı nakletmesini rica ettik. Dudağında o zarif gülümseme ile anlatmaya başladı:

    '-Yavaş yavaş başka kulüpler de kurulmaya başlamıştı. Fenerbahçe de bunların arasındaydı. Bir fırtınalı havada Fener'le Kadıköy'de maçımız vardı. Vapurlar güçlükle işliyordu. Çayıra vardığımızda takımda sadece yedi kişinin orada mevcut olduğunu gördük. Fener'e bu maçı tehir etmemizi rica ettik; kabul etmediler. Oynamazsanız bir seramonimizi yaparız, dediler. Kaptan Emin Bülent yedi kişilik takımı kurdu. O gün sakat olan Ali Sami'yi kaleye aldık. Saha çamurlu ve berbattı. Fakat bu mühim maçı, top kalemize bir kere
    gelmemek üzere, 7-0 gibi açık bir farkla kazandık...

    Galatasaray İstanbul şampiyonu olduktan sonra, Türkiye'de ilk defa olarak, yabancı bir takımı, Macarları, Temaşvar Üniversitesi Futbol Takımını davet ettik. Ve yine Türkiye'de ilk defa olarak dışarıya çıktık.Başlarımızda feslerle yaptığımız bu seyahatte önce Bükreş'te Romenleri rahat rahat yendik. Fakat
    Maceristan'da iki mağlubiyetin yanısıra sadece birberaberlik koparabildik. Hele Peşte'deki son maçımızda 7-1 gibi acı bir mağlubiyete uğradık...

    Avdette takımı kuvvetlendirmek için yeniden teşkilatlandırdık. Yine Galatasaray Kulübü Türkiye'de ilk olarak deniz sporlarını, hokey, halat çekme, boks, izcilik, aletli ve aletsiz jimnastiği getirmiş, memlekette ilk idman müsameresini vermiştir. Bu kulübün elemanları da yine ilk defa olarak Türk Futbol Teşkilatını kurmuşlardır.'

    Okulumuzun, dolayısiyle Galatasaray Kulübünün futbol tarihçesini en yetkili bir ağızdan dinlerken, biz de o devri yaşar gibi olduk. Muhterem hocamıza mecmuamız adına teşekkür edip ayrılırken, dünkü futbolcularımızın muvaffakiyetini bügünkü arkadaşlarımızın hakkiyle devam ettirdiklerini düşünerek büyük bir haz duyduk.



    GALATASARAY FUTBOL (SPOR KULÜBÜNÜN KURULUŞU)

    1- Kulübün kurucusu, 1 numaralı üyesi Ali Sami Yen; onbeş günde bir çıkan İdman Mecmuası'nın 15 Mayıs 1329 (1913) tarihli 1'inci sayısında kulübün kuruluş ve kuranları anlatırken memleketimizde ilk türk futbol kulübü olan Galatasaray 03.1321, 1905 teşrinievvelinde (Ekim) Sultanide talebeden Ali Sami Yen'in teşebbüsü ile

    Emin Bülent Serdaoğlu
    Asım Sonumut
    Bekir Bircan Bey'lerin muavenetleri ile beş on kişilik bir heyet olarak vücut buldu denmektedir...
    2- Bekir Bircan hocamız Galatasaray Mecmuasında kendisiyle yapılan röportajda kulübün kuruluşunu anlatırken,

    'Bir kulüp kurmak gerekiyordu. 1903'de Ali Sami'nin teklifi üzerine kulüp kuruldu. İlk içtima farisi hocamız merhum Mecit efendinin dersinde Anfi'de sıraların altında oldu. (burası eskiden Grand Cour'a bakan Büyük anfi olsa gerek, sonradan müdür Ali Teoman tarafından iptal edilerek mutfağın üzerine inşa edilen yeni yerine taşınmıştır.) Bizde başka sınıftan kaçıp oraya geldik.

    REİS : ALİ SAMİ YEN

    KATİP : EMİN BİLENT SERDAROĞLU

    KASADAR : ASIM TEVFİK SONUMUT oldu.

    İdareden korkularak Galatasaray ismi verilemiyordu. .....ilk aidatımız olan yüzer parayı topladık..... Gizli toplantı yerlerimiz mektebin karşısındaki Bulgarın sütçü dükkanı, kuşdilinde muhallebici Andon'un dükkanı, bugünkü fener stadının karşısında Lezarın kahvesi.

    Grand Cour'da futbolla ilgilenenler

    425 Mustafa Betri

    407 Ali Rana Tarhan

    1085 Hasan Fikret

    65 Hüseyin Münir

    159 Mustafa Hayri

    Refik Cevdet idiler.

    1908 yılı mezunu 581 Ord. Pr. İsmail Hikmet Ertaylan

    Arkadaşlarıyla kurmuş olduğu Tevfik Fikret derneğinin yayın organı Düşünce dergisinin içinde ayrıca forma halinde yayınlanmış bulunan YETMİŞ YILIN MASALI 83- 84- 87'inci sayfalarda, aynı dönemde mektepte bulunan İsmail Hikmet Ertaylan, futbol ile Galatasarayın tanışması ve kulübün kuruluşunu anlattığı yazısındaki isimler şunlardır:

    Mısırlı Mehmet Ali, Ali Rauf, Üç Robenson Kardeşler, Kürt Celal (şehit olacak), Sütlaç Bekir (Bekir Hoca, yüzünde çiçek bozuğu izlerini bize hocalık yaparken 1940'ta da taşıyordu), Emin Bülent Serdaroğlu, Küçük Ali (Ali Sami'ye göre küçük olduğundan), Ali Sami Yen, Ayı Nikolof, Sütçü Milo.

    Galatasaray kulübü 1903'te kurulmuştu. Devir Abdülhamit'in saltanat sürdüğü Mutlakiyet devri. Kulüpte Mecit efendinin dersinde sıraların altında gizlice kurulmuştu. Galatasaray ismi verilemiyordu. O zaman kurulu ekalliyet ve yabancılardan oluşan, Moda, Kadıköy kulüpleriyle maç yaparken halk tarafından ilk Futbol kulübüne Galatasaray dendi. Merkezi yoktu. Yazılar Galatasaray Lisesi'ne yazılıyor ve Ali Sami Bey'e Secraitaire diye hitap ediliyordu. 3 Mayıs 1909 tarihli yazıda görüldüğü gibi hafta tatili Pazar olduğu için Cuma günü talebenin mektepten çıkamıyacağı bildiriliyordu.

    Kulübün kuruluşu 3 teşrin-i evvel 1321 (Ekim 1903).

    Lokal; Mektep

    Gayri resmi sütçü Andon

    Andon, lezarin kahvesi İstiklal Cad. 91

    Kalamışta Baux rivages (ev) 1913

    Tescil Müze Üsküdar 1321 1903

    Tescil Müze Beyoğlu 1329 1911

    Tescil Vesika İsküdar 1331 1913

    Basılı nizamname 1341 1923

    Galatasaray 1923'e kadar Mektep takımıdır. Buna rağmen ekte görüldüğü gibi Nizamnamesi mevcuttur. 1903'ten beri aza giriş defter ve kara defterleri tutulmuştu. Yani Galatasaray kulübü hukuken Taazzuvlaşmış yeni müesseseleşmiştir. 1908 hatta 1910 yılına kadar kayıtları Fransızca tutulmakta, yazışmalar Fransızca yapılmaktadır. 1908 yılında ilk defa Şampiyon olmuş, bu nedenle mektep müdürü TEVFİK FİKRET'le şampiyon takım resmi çıkartmıştır.

    15.08.1913 tarihli bir yazışmayla zamanın maarif vekili Ahmet Muhtar Bey (Galatasaray mezunu ve cemiyet kurucularından) Galatasaray Sultanisi ile İstanbul Sultanisi arasında kürek yarışı yapılması dileğini bildirir. Ali Sami Bey İngilizlerden birini bulur kürek çekmesini talebe çalışır ve 15.08.1913 pazar günü yarışı ilk Türk Kürekçileri Galatasaylılar kazanır. Kupayı Yusuf İzzeddin Efendinin elinden alırlar. Kupa müzede Galatasaray kulübü bölümünde diğer kupalarla birdir. 1923'e kadar alınan bütün kupalar böyledir.

    1923'de Büyük Millet Meclisi hükümetinin yazısında izcilikle ilgisi yönünden buraya konmuştur.

    24 Ocak 1914 3. sayılı kararı ile Galatasay kulübü Galatasaray Mezunin-i kadime cemiyeti riyasiyetine bir mektup yazıp iki derneğin aynı yerde kalmasının temini isteniyor, ikinci Reis Yusuf Razi Beyin menfi cevabı üzerine cemiyet reddedince Sosciata Operata İtalina binası cemiyete veriliyor ve kulüp Kalamış'taki kendisine tahsis edilen binaya yerleşiyor. Burayı da 21 Mart 1918'de sahibine bırakıp eşyaları toplayıp mektebe getirip teslim ediyordu. Böylece 1913'te tesis edilen Galatasaray Müzesi asli yeri olan mektebe bir daha çıkmamak üzere dönmüş oluyordu.

    Galatasaray futbol kulübü 1903'de kuruluşundan beri geçen senelerde 1908 devrimini görmüş, ardından Harpler başlamıştı. 1913 Balkan, ardından 1914-18 Birinci Cihan harbi ve bunun sonunda işgal. Sonra İstiklal Harbi'nde takımın oyuncuları şehit ya da gazi olmuş, Cumhuriyet kurulmuştu. İlk başlarda Salih Arif'e kadar kulüp bir mektep takımı ve müdürler kulübün hakiki başkanlarıydı. 1923'de Tevhidi Tedrisat ile Kulüp nizamnamesi de neşredilmiş mektep müdürleri kulüp yönetim kurulunun tabii bir üyesi olmuştu.

    Yalnız İstanbul'un işgalinde müze eşyaları kulübe teslim edilirken kulüp ve mektep iki ayrı entite olarak düşünülmüştü. 1920'de Ali Sami Yen Türkiye'ye gelmiş, kurulan futbol federasyonunun başına geçmiş ve o zamanda Galatasaray'ın Lozan'a gitmesini fırsat bilerek Türkiye'yi F.İ.F.A'ya üye kaydetmişti.

    Bu karışıklıkta bazı yanlışlar yapılması kişiler arasında kırgınlıklar olması pek tabii idi.

    Petit Lancy le 23 jeuillet 1921 Au Galata Serai sporting club Monsieur le président et Messieurs la F.İ.F.A vient de nous informer que la Fédération Turque de Football a demandé son admission auprés de la Fédération İnternationale de Football Association et que par consequent celle ci autorisé provioirement les matches que les clubs dèpendents de votre association pourraient conclure avec les clubs des autres Fédérations Nationales affilliés Æ la F.İ.F.A.

    Par conséquant nous autorisons le match que vous avez prévu pour fin août contre le lausanne sports Æ Lausanne.Nous vous présentons monsieur le président nos salutations les plus distinguées pour le délégué international secrétaire general.

    K. Gassmann

    Buraya kulübün kurucularını, sonra başkanlarını ve Galatasaray futbolu ve sonradan futbol kulübüne Grand Cour'dan gelenleri yazarak bu kitabı bitirmek istiyorum. Kulübün kurucuları

    1- Ali Sami Yen, Başkan

    2- Emin Bülent Serdaroğlu, Katip, sonradan futbol kaptanı

    3- Asım Tevfik Sonumut, veznedardır.

    Bir de Bekir hoca gibi küçük sınıflardan gelip sıra altlarında içmimaya iştirak edenler vardır. Refik Cevdet Kulüp kurulduğunda mektepten mezun olmuştur ve kulübün kuruluşunda bulunması mümkün değildir.

    Halen meri olan Tüzük yapılırken Süphi Batur ısrarla kulübün 3 tescil vesikalarından birinde imzası bulunanların kurucu olarak yazılmasını istiyordu. Halbuki tescil 1913'de kulüp ise 1903'te kurulmuş, şampiyon olmuş, kupaları resimleri, yazışmalar mevcut dedimse de karmaşık bir heyet olan Tüzük tadil
    komisyonunda olay çıkmasın diye Suphi Batura uyduk sonra Nizamname Kabul Genel Kurullarında ben başkanlık ettim. Böylece kaldı.

    Refik Cevdek Kalpakçıoğlu Kulübün kuruluşunda bulunmamıştır.

    Kurucular 3 kişidir. Ali Sami, Emin Bülent, Asım Tevfik Sonumut.

    1918'de Ali Sami Müze eşyalarını Mektebe teslim ederken Kulübün de kapanmasını istemiş ve 1918-1920 arası kaybolduğunda Galatasaray Kulübü üyeleri kulübün kapanmasına razı olmamışlar. Refik Cevdet Kalpakçıoğlunu Başkan seçerek köprü altında kahvelerde toplanarak fedakarlıklarla kulübün devamını sağlamışlardır. Bu yönden hizmeti büyüktür. Takdire değerdir, fakat kurucu değildir.

    noimage
#16.12.2004 01:03 0 0 0
  • Hepinize tesekkürler
#17.12.2004 18:04 0 0 0
  • cimen

    Bu kadar Neden Katila Katila Güllmüssün Anliyamadim Dogrusu Arkadas
#19.12.2004 00:22 0 0 0
  • ARKADASLAR BENIM AMACIM KIMSEYI KIZDIRMAK DEGIL IYI BIR TRABZONSPOR TARAFTARIYIM FUTBOL ASIGIYIM BEN ONUN ICIN ARASIRA BURALARADA YAZIYORUM UMARIM SAKINCASIYOKTUR
#04.03.2005 20:16 0 0 0