Seninle gülmek ne ki, ağlarım; sende kalsın... Gözyaşımı akıttığım bir hüznün masalı; bazen yarını kaybolmuş bir ömrün hikâyesidir satırlarım. İç çektiğim yüzlerce hadise, ahlarımda kaybı gerçekleşmiş binlerce surat ve talan oluşu gerçekleşmeye yakın bir ömür... Sıcaklığı yüzüme vurdukça kirletmeye kıyamadığım bir sayfadan sesleniyorum sana! Parmaklarımın arasına sığınmış buz gibi bir kalemden hohlaya hohlaya akıttığım, masa üstünde titreyen tonlarca cümlem duruyor. Yanında posası çıkmış üryan bir vücut, köşesine iliştirdiğim birkaç tebessüm ve içine kadar gömüldüğüm sen... Kapanan bir yarayı kanatmak hüner istiyor bazen, bazen de maharetsiz kalıyor ister-i istemeden gözlerim. Kalbim, sözlerim, saçlarım ve ellerim; saatleri bazen-e isabet eden hislerim... Yüreğimde yokluğu istek olan; ''sana'' gelsin, senden geçsin bir kez daha sözlerim...
Tutkularımla sana hapsedilirken, hani gelirsin diye görüş günlerine sakladığım, zulamda çoğalttığım hasretin acıyor birden. Suçluluğu ispat edilmemiş katil gözüyle bakıyorlar duygularıma! Her gece gözyaşıyla sulandırdığım pişmanlığımı ve bir damla gözyaşın uğruna feda ettiğim ömrümü, yorganımın kuytusunda ağlayarak dillendirdiğimi duymuyorlar mı dersin, yoksa duymak mı istemiyorlar? Oysa hayallerimde iklimler taşırdım ben! Baharlarını kara kıştan, yazlarını hazandan, yağmurlarını adından devşirdiğim onlarca mevsim; ahhhh çocukluğum ve gençliğim, ceplerimde bilyelerimde vardı benim... Hadi uçur diyecekler diye korkuyorum bazen; uçurtmam varsa da neye yarar sevdiğim! Gök..; yüzünde değil miydi senin ve nice okyanusları taşımadı mı bana gözlerin? Yok işte sevdiğim; -Sen gittikten sonra........: sonrası olmadı, olamadı böyle bir şeyim ve sen bittin diye kalmadı hiçbir şeyim... Tanımı yapılmamış yıkımsal terimlerin öznesisin artık ve ben hala; anlamsız her hareketin yüklemi olmaya meyilliyim! Ne zaman sorusuna vereceğim cevabı gidişinin altı çizili harflerinde saklıyorum. Ki senden sonra yaşamamış gibide hissetmiyorum artık kendimi, zoraki yaşamamışlık dersen; evet diyecek kadar içimi yaktığını da bilirim yada bilemeyiz değil mi? Olacak diye hesap ettiğimiz iki çocuk hayalinin silinen isimlerine kadar gerçeklere boğulduk seninle; mahvettik, dağıttık, kaybettik velhasıl yenildik... Karşılığında avuçlarımızda büyüsün diye bir boşluğu saklıyoruz, ceplerimizde en pahalı yokluğun astarıyla beraberiz! Şehirler geçiyor yüzümüzden; sokak lambaları, kaldırım taşları, en çokta çöplüğü andırırcasına kokuşmuş bir ifadenin içindeyiz. Gölgemiz var mı diye eğilsek; sarhoş bir adamın, utanmaz bir kadının, uslanmaz iki aptalın eseri olduğumuzu göreceğiz... Anlamı var mı sevgili; dünü, yarını, şimdisi var mı edilen bir yeminin? Tutulmayan sözleri tedavülden kaldırmaya var mı cesaretin? Var mı kahrını dindirmek adına utanmazlığına ekleyecek, hecesinde bile yalanını örgüleştirecek cümlelerin? Patlayan sorular içindeyim! Akıl coğrafyamın doğal olmayan afetinden uçuyor gidişlerin, ki canım hala kurşun misali; her gece ölsün diye sıktığım, adında dağıldığımda sensin...
Sinsi sinsi kaçışlara doğru atarken yâda en ağır duygularda bile vurduğunu zannederken, kendine bile uyak olamayan o kalbinin ritimsel bozukluğuna sor beni ve dursun artık ellerin! Gırtlağımda izi kalan yüzük parmağının kızarmışlığını soruyorlar bana. Gereği de yok artık sevgili, anlamı yok hiçbir şeyin! Yüzünün silinen boyasında, ki parmak aralarında bile vardır adım; yâda düşlerim... Ayakkabı keçesi kadar ezik bıraktığın gençliğimle taşırım seni. Eksilirse sevgin; göğsümün şerha şerha parçalanmış oyuklarından sızar, ucunu ihanete bilediğin tırnaklarınla ruhuma kadar gelirsin. Hani olur ya kırılırsın, yanılırsın, belki yeniden aldatırsın... Ama korkma sevgili; damarlarımda zehirleyip dudaklarımdan akıttığın sevgi sözcükleri yeter sana, yorgan yapar karanlığına saklanırsın. Saklandıkça birikir korkuların, belki yenilirsin ve kimbilir; belki yeniden bir gün beni arar gözlerin! Ne çıkar sevgili, ne çıkar; varsın yaprak yaprak düşen ömrün gözyaşı da sararsın. Ve müsaade edersen eğer, yeşili daha sönmemiş bu gidişin kırmızısı da kanda yansın! Uğruna ölmek ne ki, yaşarım; sende kalsın...