Türklerin 10. yüzyılda İslâmiyeti kabul ederek yeni bir muhite girmesiyle, Eski Türkçe döneminden itibaren süregelen yazı dili geleneği değişmemiş, aynen devam etmiştir. Ancak İslâmiyete girmeyle Eski Türkçe dönemi kapanmış ve yeni yazı dilleri oluşum sürecini toplayan Orta Türkçe dönemi (11-16.yy) başlamıştır.
Bu dönemde Orta Asya steplerinden çıkan Türk toplulukları Avrasya ve ön Afrika coğrafyasına yayılmaya başlamışlardır. Ogurlar ve Kıpçaklar, Kıpçak bozkırlarına (Deşt-i Kıpçak) ve Mısır-Suriye bölgesine; diğer eski Türk toplulukları batıya, Avrasya derinliklerine; Uygurlar güneye, Şincan'a; Oğuzlar ise güneybatıya, İran, Anadolu ve Balkanlara yönelmişlerdir. Böylelikle Türk dilli topluluklar Avrasya ve Afrika coğrafyasında, çok sayıda siyasî oluşumun, devletin içinde, en eski dönemlerden itibaren tarihsel gelişmeleri belirleyici birer öge olarak tarih sahnesinde yer almışlardır.
Oldukça uzun bir süreci kapsayan Orta Türkçe dönemi içinde sınırları yer yer birbiri içine geçen çeşitli yazı dilleri oluşmaya başlamıştır. Bu dönem çeşitli Türk yazı dillerinin oluşma dönemidir. Bu dönemdeki yazı dillerini şu şekilde sıralamak mümkündür: ,
1. Karahanlı Türkçesi (11-13. yy); 2. Harezm Türkçesi (14.yy), 3. Kıpçak Türkçesi (Altın Orda Kıpçak Türkçesi) (13-16. yy) Memlûk Kıpçak Türkçesi (14-16. yy) Ermeni Kıpçakçası (16-17. yy), 4. Eski Anadolu Türkçesi (13-15. yy), 5. Çağatay Türkçesi (15-19.yy).
1- Karahanlı Türkçesi (11. yy-13. yy)
Orta Türkçenin başlangıç dönemini oluşturan ve yine Eski Türkçenin üzerinde temellenen Karahanlı Türkçesi, Karahanlı devletinin yazı dili idi. Karahanlıların İslâm dinini kabul etmelerinden sonra başkent Kaşgar önemli bir kültür merkezi hâline gelmiştir. Divan, Kutadgu Bilig, Atabetü'l-Hakayık gibi günümüze gelen az sayıdaki Karahanlı Türkçesi eseri aslında Eski Uygurcaya çok yakın özellikler taşımaktadır. Ancak sözvarlığında Arapçanın ve Farsçanın tesirleri artmıştır. Türk dili tarihi açısından en önemli iki eser Divan ve Kutadgu Bilig, bu dönemin eserleridir.
Eski Türkçe döneminde Türkçenin tek bir yazı dili vardı. Orta Türkçenin başlangıç dönemini oluşturan ve yine Eski Türkçenin üzerinde temellenen Karahanlı Türkçesinden sonra Türk yazı dili farklı kollarda dallanmaya başlamıştır.
2- Harezm Türkçesi (14.yy)
Türk yazı dili geleneği 11. yüzyılda, Orta Asya'da, yazı dili-edebî dil seviyesinde iki ayrı sahada kendine gelişme yolu çizmiştir. Bunlardan doğuda olanının merkezi Kaşgar'ken, diğer batıda yer alan sahanın merkezleri Harezm ve Sirderya ırmağının güneyindeki Yedisu, Merv ve Buhara gibi şehirler olmuştur. Kaşgar bölgesinde gelişen Karahanlı Türk edebî dili, temelde eski Uygur Türkçesine bağlı idi ve Türklerin İslâmiyete girmesiyle birlikte İslamî bir özellik de kazanmıştı. 12. yüzyıldan sonra Orta Asya'daki Türk edebî dilinin gelişme sahası Harezm bölgesi olmuş ve bu sahada gelenek olarak Karahanlı Türkçesine bağlı, bunun yanında Kıpçak-Oğuz unsurları yanında kendine has dil özellikleri olan ve geçiş Türkçesi özelliği taşıyan Harezm Türkçesi şekillenmiştir. Karahanlı Türkçesi ile Çağatay Türkçesi arasında bir geçiş Türkçesi olarak değerlendirilen ve Karahanlı Türkçesi temelinde, bölgedeki kuvvetli Oğuz ve Kıpçak dil unsurlarını da bünyesine alarak kendisine has bir gelişim yolu çizen Harezm Türkçesi, bir taraftan Karahanlı-Harezm doğrultusunda ilerlerken, etnik yapısındaki çeşitlilik ve dilin kuruluş ve gelişme şartlarındaki lehçe karışıklıkları yüzünden Harezm-Kıpçak ve Harezm-Oğuz doğrultusunda gelişmiştir. Uzunca bir dönem Harezm'de Kıpçak ve Oğuz boyları bir arada yaşamış, bölgede gelişen yazı diline kendi dil özelliklerini vermişlerdir. Harezm'de yazılmış eserlerin Karahanlı yazı dili geleneğine bağlı, Oğuz-Türkmen özelliklerini taşıyan bir dille yazılmış olduğu görülür (Özyetgin 2001: 31).
Türklüğün en büyük boy teşkilatlarından olan Oğuzlar, Kıpçaklar ve Karluk boyları birbirinden kesin coğrafî, siyasî ve dilsel sınırlarla ayrılmamaları ve Avrasya coğrafyasında yüzyıllar boyunca süren hareketlilikleri nedeniyle, Türk yazı dili ve lehçeleri sürekli etkileşim içinde bulunmuşlardır. Özellikle Harezm sahası bu etkileşimin olduğu en önemli alanlardandır.
3- Tarihî Kıpçak Türkçesi (13.-16.yy)
Öte taraftan büyük Türk boylarından biri olan Kıpçaklar da batıya olan ilerlemelerinde, çeşitli Türk devletleri içinde varlıklarını hissettirerek Kıpçakçayı bir yazı dili, edebî dil hâline getirmişlerdir. Kıpçakların yayılma alanlarına baktığımızda, 10.-11. yüzyılda Kıpçak (Kuman) Türkleri, sınırları doğuda İrtiş ırmağından başlayarak Batı Sibirya'yı, Karadenizin kuzey bozkırlarını içine alan ve güneyde Kırım'dan Kuzey Kafkasya'daki Kuban ve Terek ırmaklarına kadar, kuzeyde Orta İdil sahasına kadar uzanan alanlarda yaşamakta idiler. Bununla birlikte tarih boyunca çeşitli sebeplere bağlı olarak birçok Türk ve yabancı kavimlerle ilişkileri olan Kıpçak Türkleri yerleştikleri sahalardaki etnik unsurlarla karışarak kolonize bir toplum olarak varlıklarını daima sürdürmüşlerdir.
13. yüzyıl başlarında cereyan eden ve tüm dünyayı etkisi altında bırakan Moğol istilâsı, Orta Asya'da, Kuman-Kıpçak Türklerinin yaşadığı sahalarda hem siyasî hem de coğrafî bakımdan büyük değişikliklere sebep olmuştur. Batu Han'ın kumandasındaki Moğol ordusu, 1237'de İdil Bulgarlarının üzerine yürümüş ve bunun sonucunda İdil-Bulgar ülkesi büyük ölçüde yıkıma uğramıştı. Bu güzergâhta yapılan seferlerde birçok Kuman-Kıpçak Türkü de Moğol ordusunun önüne katılmış, yerlerinden, yurtlarından edilmişti.
Başka bir taraftan da Moğolların İdil bölgesine yaptıkları akınlarda önlerine kattıkları pekçok Kıpçak-Kuman Türkünün Orta İdil'e Bulgar topraklarına kadar geldikleri ve buradaki İdil-Bulgar halkı ile kaynaşarak, bu sahanın bütünüyle Kıpçaklaşmasında büyük rol oynadıkları görülmektedir. Ayrıca, bu sahada Bulgar Türkçesine karşılık Kıpçak Türkçesinin nüfuz kazandığı ve yaygınlaştığı görülür. Kıpçak Türklerinin gittikleri yerlerde oynadıkları kolonizatörlük rolü ve bulundukları sahaların Türkleşme sürecine olan katkılarını başka bir sahada, Kafkasya'da da görmek mümkündür. Moğol akınlarından sonra bir kısım Kıpçak Türkü Kuban boylarından ve Kafkas dağları eteklerinden Dağıstan'a kadar gitmişlerdir. Buradaki Türk zümrelerinin sayısını çoğaltmış ve bölgenin Türkleşme sürecini hızlandırmışlardır. Dünyanın dört bir tarafına doğru olan bu mecburî göçlerin bir kısmı da batıda Macaristan ve Balkanlara doğru olmuştur. Bugün Avrupa'da ve Kafkaslarda bulunan Kıpçak varlığı, bu tarihî ve siyasî nedenlere bağlı gelişmelerin sonucudur.
Göç eden Kıpçak Türklerinin dışında Deşt-i Kıpçak'ta kalan bir kısım Kıpçak Türkünün Moğolların hakimiyeti altına girdikleri görülür. 1240'lı yıllarda Batu Han komutasındaki Moğollar, tüm Deşt-i Kıpçak alanını ve Kırım yarımadasını ele geçirmiş ve burada yeni bir devlet düzeni tesis etmeye çalışmışlardı. Her ne kadar Kıpçak Türkleri Moğolların kurduğu devletler içinde onların egemenliği altında yaşamışlarsa da Moğolları hem kültür hem de dil bakımından etkilemişler ve tarihî seyir içinde bakıldığında oldukça kısa sayılabilecek bir süre içinde Moğolların Türkleşmesinde büyük rol oynamış ve onların kurdukları devlette hakim güç olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bilindiği gibi Çingiz Han döneminden itibaren, Türk-Moğol devlet geleneğinin oluşumunda köklü bir kültüre ve medeniyete sahip Türklerin önemli katkıları olmuştur
1241 yılında kesin olarak Deşt-i Kıpçak sahasında kurulmuş olan Altın Orda devleti içinde Kıpçak Türkleri hakim güç olan Moğolların, siyasî, sosyal ve kültürel hayatları üzerinde oldukça kuvvetli tesirleri olmuş, bu sahada Moğolların Türkleşmesinde önemli rol oynamışlardır. Özellikle Altın Orda hanlarından Berke Han'ın İslâmiyeti kabulünden sonra bu Türkleşme süreci hızlanmış ve Altın Orda devleti bir Türk-İslam devleti halini almıştır. Berke Han zamanında devletin, Büyük Cengiz birliğinden ayrılarak müstakil bir şekilde dünya tarihinde yerini almasından sonra Altın Orda devleti başarılı, parlak ve medenî bir gelişme süreci içine girmiş ve bünyesine zengin Kıpçak unsurunu da katarak devrinde dünyanın en güçlü devletlerinden biri olmuştur. 13. ve 14. yüzyıllar, Altın Orda'nın en parlak devirleri olmuştur. Türk kültürünün en önemli merkezlerinden biri olan Harezm'in de siyasî olarak Altın Ordu'ya bağlanmasından sonra Altın Ordu Devletinin dili, kültürü daha da zenginleşmiş; tarih sahnesinde Kıpçak Türklerinin medeniyetlerini gösterdikleri, varlıklarını sürdürdükleri yer Harezm ve Altın Ordu sahası olmuştur. Harezm sahasında gelişen Türk dili ve kültürü, Altın Ordu'da 14. yüzyıldan sonra hızla gelişmeye başlayan Altın Ordu-Kıpçak edebî diline nüfuz etmiştir[6].
Kıpçakların bahsettiğimiz bu geniş sahalara yayılmaları, tarihî Kıpçak Türkçesinin birden çok kolda, birbirinden nisbeten uzak coğrafyalarda, farklı dil ve kültür çevrelerinde gelişmesine neden olmuştur. Tarihî Kıpçak Türkçesi 13-16. yüzyıllar arasında güney Rusya steplerinde ve Mısır-Suriye olarak sınırlarını çizebileceğimiz Ön Asya'da, yani Mısır-Suriye bölgesinde konuşulan ve yazılan bir yazı dili olmuştur.
Bu muhitlerin başında Deşt-i Kıpçak olarak adlandırılan coğrafyada Altın Ordu devleti etrafında şekillenen Kıpçak Türk yazı dili gelmektedir. Buradaki yazı dili geleneğine, Kıpçaklarla kavim adı olarak tarihte birlikte anılan Kumanlar ve onların konuştukları Kuman Türkçesini de dâhil ediyoruz. Tarihte Kıpçak-Kuman adları uzunca bir süre yan yana geçmiştir. Aslında bu kavmî birlik iki ayrı kavmin sonradan birleşerek oluşturduğu bir birliktir. Kıpçakların yaşadıkları alanlarda bir araya gelen bu iki kavim kaynaşmış ve ortak diyebileceğimiz bir yazı dilini paylaşmışlardır.
Öte yandan Kuman-Kıpçak Türkçesine ait de bugün elimizde son derece az belge vardır. Kıpçak sahasında Kumancayı karakterize eden en önemli eser bir tür sözlük olan Codex Cumanicus'tur (Kumanca El yazması). Altın Ordu çevresinde, Harezm yazı dili geleneğinin tesiriyle, Kıpçak lehçesi temelinde şekillenen yazı dilinde verilmiş, günümüze kadar gelen birkaç önemli edebî eser mevcuttur. Yine Kıpçak özellikli bir yazı diliyle kaleme alınmış o devre ait resmî devlet belgeleri, diplomatik mektuplar, fermanlar olan yarlık ve bitikler vardır. Genel olarak bakıldığında bu dönemden bize kalan eser sayısı son derece azdır. Bu sebeple tüm bu belgelerin devrin Kıpçak Türkçesi hakkında bize bilgi vermesi dolayısıyla önemi büyüktür. Altın Orda Hanlığının yıkılmasının ardından kurulan Kazan, Kırım, Astrahan, Kasım hanlıkları Altın Orda devlet geleneğini sürdürmüşlerdir. Özellikle Kazan ve Kırım Hanlıkllarında Altın Orda-Kıpçak yazı dili bir süre devam etmiş, ancak 1475'te Kırım'ın Osmanlılara ilhakı, 1552'de Kazan'ın Ruslar tarafından işgali ile, Tarihî Kıpçak Türk yazı dilinin gelişme süreci bu coğrafyada son bulmuştur.
Kıpçak Türkçesinin Ön Asya'daki bir diğer kolunu, yine Altın Ordu geleneğine bağlı Memluk-Kıpçak Türkçesi oluşturmaktadır.
4- Memlûk-Kıpçak Türkçesi (14-16.yy)
Kıpçak Türklüğünün merkezi durumunda olan Harezm-Altın Ordu'nun diğer Kıpçak Türklerinin yaşadığı devletler ve sahalarla da siyasî ve kültürel ilişkileri olmuş, bu sahalardaki dile ve kültüre katkı sağlamışlardır. Bunların en başında, Mısır-Suriye bölgesinde Kıpçaklar tarafından kurulmuş olan Memlûk-Kıpçak devleti gelmektedir. Çeşitli siyasî ve sosyal sebeplerle Ön Asya'ya, Mısır-Suriye bölgesine göç eden Kıpçak Türklerinin, yaklaşık 300 yüzyıl hâkimiyet süren bir Memlûk-Kıpçak devleti etrafında resmî yazı dili statüsündeki Memlûk Kıpçakçasını oluşturdukları görülür. Bugün tarihî Kıpçak Türkçesine ait en zengin dil malzemesini bu sahadan elde edebiliyoruz. Bu alanda Memlûk-Kıpçak Türkçesinde kaleme alınmış edebî eserler yanında, sözlük ve gramerler Türk dili tarihî için büyük bir öneme sahiptir. Bu yazı dilinin en önemli özelliği, Arap dilinde Türkçe için yazılmış çok önemli sözlük ve gramer kitaplarının olmasıdır. Memlûk-Kıpçak dönemi, hem tarihî Kıpçak hem de genel Türk dili tarihi araştırmaları için son derece önemli kaynak eserlerin verildiği bir dönem olmuştur.
Oğuz (Türkmen) ve Kıpçak boyları çeşitli nedenlerden ötürü göç yoluyla köle ve asker olarak geldikleri Mısır-Suriye sahasında Arap nüfusu içinde sivrilmiş, güç ve nüfuz kazanarak bölgenin Türk hakimiyeti altına girmesinde ve bölgenin Türkleşmesinde büyük rol oynamışlardır. Kıpçak Türklerinden daha önceki zamanlarda bölgeye siyasî yollarla gelip yerleşen Türkmen (Oğuz) boyları başlangıçta bu sahada hakim olan Türk nüfusu iken Kıpçak Türklerinin gelmesiyle Türkmen unsuru yerine Kıpçaklar ön plana çıkmış, dil ve kültürleri önem kazanmıştır. Gelenek olarak Altın Ordu-Kıpçak Türkçesi ile çoğu zaman eş ve paralel bir gelişim gösteren Memlûk sahasındaki Kıpçak Türkçesi, alt katman Türkmen Türkçesi bunun yanında mevcut Türkmenlerin dil potansiyeli ile karma bir yapısı olan bir yazı dili olarak gelişmiştir. Memlûk sahasında yazılmış olan eserlerin dilinde bu karma yapı yanında çevre Türk kültür muhitlerinden Harezm ve Anadolu'dan gelen etkileri de görmek mümkündür. Memlûk-Kıpçak Türkçesi, paralel bir gelişme gösterdiği Altın Ordu Türkçesi ile çeşitli çevre muhitlerdeki dil ile desteklenmiş bir yapı içinde Mısır-Suriye alanında gelişmiştir.
Memlûk sahasında 15. yüzyıldan itibaren özellikle Anadolu sahasıyla siyasî ve kültürel bağların kuvvetlenmesi, Memlûk sahasındaki Osmanlı nüfuzunu artırmış ve sonuçta Mısır'ın Osmanlılar tarafından fethiyle Memlûk‑Kıpçak Türkçesinin Anadolu (Oğuz) Türkçesi ile karşılıklı etkileşimi neticesinde, Osmanlıcalaştığı görülmüştür. Dolayısıyla bu yüzyıldan itibaren Kıpçakça özellikleri kaybolmuştur.
5- Ermeni Kıpçakçası (16.-17.yy)
Tarihi Kıpçak Türkçesinin geç dönemdeki bir başka kolu da Türk soylu olmayan başka bir millete, Ermenilere aittir. Kafkaslardan Kırım'a ve Doğu Avrupa'ya geçen bazı Ermeni gruplar Kıpçakçayı kullanmaya başlamışlardır. Dönemin (15.-17. yy) bir tür karma dili olan Ermeni Kıpçakçası, Ermeni alfabesiyle yazıya geçirilmiştir. Tarihî Kıpçak dil malzemesi arasında 16-17. yyda Türkiye, Kırım, Moldovya, Romanya, Polonya ve Ukrayna'da Ermeni harfleriyle kaleme alınmış birçok Kıpçakça metin vardır. Sosyo-linguistik açıdan ilginç bir örnek olan bu Ermeniler, kendi dilleri olan Ermeniceyi bilmeyen, yazıda, ibadette, ticcarette ve diğer alanlarda Kıpçakçayı kullanan kişiler olmuşlardır. Burada Ermenilerle Kıpçakların ilişkilerinin tarihi 12.-14. yylara kadar geriye gitmektedir. Ermeni Kıpçakçası 17. yüzyıldan itibaren Slav dilleri içinde eriyip gitmiş, ardında zengin bir Ermeni Kıpçakçası eser külliyatı bırakmıştır (Demir-Yılmaz 2003: 74-75).