İnsanlığın geçmişine ait bilgileri edinebilmek, eskiden insanların yaşadıkları varsayılan yerlerde kazılar yapmakla, eski kentleri ortaya çıkarmakla mümkün olur. Binlerce yıllık bir hayatın aşamalarını belirten ipuçları oralarda bulunabilir. Eski arkeologlar yalnızca eşya aramakla yetinirlerdi. Bugünküler o bölgenin tarihini de aydınlatmaya çalışıyorlar.
Toprak altında bulunan her yıkıntı orada eskiden bir şehir bulunduğunu göstermez. Bu yıkıntı bir kaleye, surlarına, mezarlığa, taş ocağına veya geçici bir konaklama yerine yani zamanla insanlar tarafından bilinçli olarak terkedilmiş bir yere ait olabilir.
Ayrıca insanlık tarihindeki bütün eski şehir ve yerleşim birimleri de toprağın altına gömülmüş değillerdir. Örneğin, Mexico City'de Azteklerin bir göl yatağına kurdukları şehir toprağa batmıştır ama Mayaların kayalar üzerine yaptıkları yapılar hala ayaktadırlar.
Toprağın altında kalma ifadesi de tam doğru değildir. Bugün güney Irak'ta bulunan Ur şehrinin kalıntıları üst üste birikerek toprağın ilk yüksekliğinden 20-25 metre daha yüksek bir tepe oluşturmuşlardır.
Bir şehrin toprağın altında kalması için önce orada yaşamın sona ermesi gerekir. Bir şehri insanların terk etmelerinin sebebi deprem ve sel gibi tabii afetler olabileceği gibi insanların kendileri yani savaşlar ve onların sonucu yapılan tahribatlar da olabilir.
Afetler ve savaşlar sırasında ev sahipleri kaçmak zorunda kalırlar, belki de ölürler veya öldürülürler. Ev boşalır, zamanla damı çöker, çerçeveler çürür, duvarlar yıkılır. Her yanı yabani otlar ve çalılar sarar. Aradan yüzyıllar geçer, toprağın yeni sahipleri burada ekime başlarlar, saban ne kadar tümsek ve çukur varsa hepsini dümdüz eder.
Aşınmaya, içi nemli toprakla dolu bir hendek daha az, taş duvarlar ya da sert zeminler daha çok direnç gösterirler. Toprağın derinliklerinde saklı kentlerden yer üstünde duvar kalıntıları, kırık bir sütun veya bir heykel görülebilir.
Toprağın altındaki eski şehirlerin oraya gömülüp kalmaları birkaç nedenin birleşmesiyle de oluşmuş olabilir. En çok rastlanılan durum, rüzgarın yarattığı toz bulutunun zamanla insan eliyle yapılmış ve terkedilmiş yapıların üzerinde birikmesi ve onları örtmesidir. Bu toz, toprağın gevşek yapısından oluşabildiği gibi volkanik bir püskürme sonucu oluşan toz da olabilir. Zaten havanın içinde de önemli miktarda toz vardır. Bu, yeni silinmiş camların yağmurdan sonraki hallerinden de anlaşılabilir.
Su baskını veya suların taşıdığı şeyler de eski kentlerin üzerlerini örtmüş olabilir. Bu oluşumlara taşan nehirlerin taşıdıkları alüvyonlar ve aşırı yağmurların yüksek yerlerden getirdikleri çamur tabakaları sebep olurlar.
Depremler bir şehrin yıkılmasına, yaşamın yok olmasına neden olabilirler ama onların toprak altında kalmalarının tek sebebi olamazlar. Milattan sonra 794 yılında Vezüv Yanardağı'nın püskürmesinin yarattığı deprem Pompei ve Herculaneum şehirlerini yok etmiştir ama toprağın derinliklerinde kalmalarının nedenleri birincisinde yanardağdan fışkıran çamur, ikincisinde ise kül tabakasıdır.
Şehirlerin toprak altında kalmaları olayının en belirgin örnekleri Anadolu ve Ortadoğu'daki kalıntılarda görülür. Birçok medeniyet bir önceki medeniyetin kalıntıları üzerine kurulmuştur. Evler çoğunlukla çamurdan yapılmış tuğlalarla inşa edilmişlerdir. Bu tuğlaların kullanım süreleri 60 yıl civarındadır. Sürekli bakıma, yağmurdan ve sudan korunmaya ihtiyaçları vardır. Aksi halde zamanla aşınır, dağılır, ufalanıp toprağa karışırlar. Alçıtaşından yapılmış kaldırımlar da kırılır, dökülürler ve onlar da toprak olurlar. Geriye sadece bu toprağın örttüğü, granit, mermer ve sert taşlardan yapılmış yapılar kalır.