ŞANLIURFA

Son güncelleme: 14.06.2010 11:22
  • ŞANLIURFA
#09.02.2005 17:53 0 0 0
  • Şanlıurfa

    PEYGAMBERLER ŞEHRİ ŞANLIURFA

    :Güneydoğu Anadolu Bölgesi''nin Orta Fırat Bölümü''nde bulunan Şanlıurfa, doğuda Mardin, kuzeydoğuda Diyarbakır, kuzey batıda Adıyaman, batıda Gaziantep ve güneyde Suriye toprakları ile çevrelenmiş bir sınır şehridir.Şanlıurfa, coğrafi özelliği nedeniyle üzerinde birçok bağımsız devlet ve beyliğin kurulmuş olduğu, değişik kültürel oluşumların kaynaştığı bir yerleşim olmuştur. Gerek tarihinin başladığı ilkçağlarda ve gerekse diğer devirlerde Şanlıurfa, hemen her zaman Doğu ile Batı kültürleri arasında bir köprü olmuştur. Doğu'' ya Batı'' ya bağlayan ticari ve askeri yolların buradan geçmesi Şanlıurfa''ya geçmiş dönemlerde büyük önem kazandırmıştır.

    Bu tarihi şehrin, ilk kuruluşu hakkında kesin bilgiler yoktur. Meşhur Arap tarihçisi Ebul Faraç''a göre Şanlıurfa, Nuh Tufanı''ndan sonra yeryüzünde kurulan ilk yedi yerleşim merkezinin ilki ve en önemlisidir. Hz. Adem (A.S.)''ın çiftçilik yaptığı, Hz. İbrahim Halil, Hz. Eyyüp, Hz. Şuayp, Hz. Elyasa gibi peygamberlerin yaşadığı bu bölge bugün "Peygamberler Şehri" diye anılmaktadır. Hatta Hıristiyanlar, Hz. İsa''nın mendilinin Şanlıurfa''da bulunmuş olmasından dolayı buraya Dir-Mesih adını vermişlerdir. Şanlıurfa''nın yüzyıllar boyu ayakta durmuş olması, manevi bir himayenin eseri olsa gerektir.


    noimage
#09.02.2005 18:29 0 0 0
  • Bende Urfadaki Sira geceleri ile ilgili biraz bilgi paylasmak istiyorum.Kaynak bizzat kendim cünkü o ortamlarda az bulunmadik cok sükür.Ama cok genis bir konudur ben önce Sira gecelerinin önemi hakkinda genel bir bilgi sunuyorum daha sonra sira gecelerindeki yapilanlari ayri ayri yazacam,Serkan arkadasa cok tesekürler.

    Şanlıurfa"da yüzyıllardan beri yaşanan ve günümüzde de yaygın olarak sürdürülen sıra gecesi geleneğinin, Şanlıurfa kültür hayatındaki yeri şu başlıklarla sıralanabilir.

    Sıra gecesi hoş görüdür, sevgidir

    Sıra geceleri sayesinde insanlar birbirleriyle tanışır, konuşur, arkadaşlıklar, dostluklar oluşur. Urfa"da, birliğin, beraberliğin, sevginin, hoşgörünün tohumu sıra gecesinde atılır, yıllarca süren sıra gecelerinde bu tohum büyür ve ulu bir çınar olur. Bu nedenle Urfa"da sıra gecesi, sıra arkadaşlığı çok önemlidir. Yıllarca süren sıralardaki arkadaşlıklar, zamanla yakın dostluklara dönüşür.

    Sıra gecesi bir halk mektebidir

    Urfalı; cemaatle oturup kalkmayı, gelenek ve göreneklerini, adab-ı muaşeret kurallarını, cemaatte konuşmanın adabını, yeri geldiğinde konuşmayı, yeri geldiğinde dinlemeyi, büyüğüne saygıyı sıra gecelerinde öğrenir. Sıra gecelerinde zaman zaman çeşitli kitaplar okunur ve yorumları yapılır. Böylece sıra gecesi; eğiten, öğreten bir halk mektebidir.

    Sıra gecesi nezih bir sohbet ortamıdır,

    Sıra gecelerine çağrılan edebiyatçılar, şairler bilim ve din adamları dinlenir, onların bilgilerinden istifade edilir. Menkıbeler, kıssalar, fıkralar anlatılır. Deneyimler aktarılır.

    Sıra gecesi acıyı ve mutluluğu paylaşmaktır.

    Ölüm, düğün gibi birçok acı tatlı olay sıra arkadaşlarınca birlikte paylaşılır.

    Sıra arkadaşlarından birinin yakını ölse, diğer arkadaşları cenazenin hazırlanmasından, kaldırılmasına kadar arkadaşlarının yanında olurlar, acısını hafifletmeye çalışırlar. Yine arkadaşlarının düğün, sünnet vb. mutlu gününde yanında olur, mutluluğunu paylaşırlar.

    Sıra gecesi tanışmaktır, kaynaşmaktır

    Sıra geceleri sayesinde insanın çevresi genişler. Sıraya zaman zaman misafirler çağrılır, onlarla tanışılır. Bazı sıra gecelerine bürokratlar da çağrılır, gelen misafirler sıra elamanlarını, sıra elemanları da o bürokratları tanımış olur. Böylece sıra gecesi; tanışmaya, kaynaşmaya ve devlet-halk bütünleşmesine vesile olur.

    Sıra gecesi bir "halk konservatuarı"dır.

    Şanlıurfa'da müziğin gelişmesi ve yaygınlaşmasının en büyük nedeni sıra geceleridir. Bu geceler, usta-çırak geleneğine uygun olarak müziğin öğretildiği ve icra edildiği meşk ortamıdır. Müzikle ilgilenenler bu gecelerde türküyü, gazeli, hoyratı, şarkıyı, makamı, usulü, notayı öğrenir. Müzik terbiyesini burada alır. Bu yönüyle sıra geceleri, bir "halk konservatuarı"dır.

    Sıra gecesi çok yönlü bir dernektir

    Çeşitli hobileri ve özel ilgi alanları olanlar kendi aralarında sıra gecesi grubu oluştururlar. Bu gecelerde sevdikleri konuları konuşur, görüş ve bilgi alışverişinde bulunurlar. Bu yönüyle sıra gecesi; bir dernek gibi fonksiyon üstlenmiş olur.

    Sıra gecesi bir istişare toplantısıdır.

    Şanlıurfa"nın sosyal, kültürel ve ekonomik sorunları sıra gecesinde konuşulur ve tartışılır, çözüm yolları üretilir. önemli birçok konularda kararlar alınır ve uygulanır. Meselâ; Şanlıurfa'nın düşman işgalinden kurtarılması ile ilgili ilk toplantı bir sıra gecesinde yapılmıştır. Bu yönüyle sıra geceleri birer istişare toplantılarıdır.

    Sıra gecesi bilgilenme toplantılarıdır

    Sıra geceleri, ekonomik ve sosyal konuların konuşulduğu, bilgilenme toplantılarıdır. Gündemdeki konular, piyasa ve ticari durum, mevsim mallarının fiyatları, sanayi durumu, yapılan yatırımlar gibi birçok konular sıra gecelerinde konuşulur.

    Sıra gecesi bir siyaset okuludur

    Sıra gecesinde aynı veya değişik siyasi görüş sahibi kişiler bir araya gelebilir. Memleket meseleleri konuşulur, tartışılır bazen de ortak kararlar alınır. Seçim zamanının yaklaştığı günlerde, siyasiler sıra gecelerine katılır ve oradaki insanlara; görüşlerini, planlarını, programlarını anlatarak, sıra gecesi elemanlarının görüşlerini alırlar.




    Sıra geceleri;

    Arkadaşlıktır, dostluktur

    Paylaşmaktır, tanışmaktır

    Kırgın olanla barışmaktır

    Sevgidir, hoşgörüdür

    Fedakârlıkta yarışmaktır

    Sıra geceleri;

    Âşıkların saz"a geldiği

    Çırakların diz"e geldiği

    Ustaların söz"e geldiği

    Âriflerin öz"e geldiği

    Yüreklerin yanıp köz"e geldiği

    Gönül güzelliklerinin göz"e geldiği gecelerdir.

    Sıra geceleri;

    Ses, saz, söz üstüne sohbettir.

    Şiirdir, edebiyattır,

    Musikidir, muhabbettir.

    Sıra gecesi" yardımlaşmadır, dayanışmadır

    Sıra geceleri, sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın yoğunlaştığı ve pratiğe dönüştüğü ortamlardır. Sıra gecelerinde cezalardan toplanan paralar, gerektiğinde üzerine de para konularak fakir kimselere yiyecek ve giyecek alımında kullanılır, hayır müesseselerine dağıtılır veya öğrencilere burs olarak verilir.

    Sıra gecesi geleneklerin yaşatıldığı gecelerdir

    Sıra gecelerinde bazen tolaka veya yüzük fincan oyunu gibi geleneksel oyunlar oynanarak, hoşça vakit geçirilir. Böylece geleneksel oyunlarımız da yaşatılmış olur.

    Sıra gecesi Şanlıurfa"nın tanıtıldığı gecelerdir

    Şanlıurfadaki veya başka memleketteki Urfalıların sıra gecelerinde, Şanlıurfa gelenekleri, müziği, yemekleri ve tatlıları misafirlere sunulur, böylece Şanlıurfa"nın kültürel ve sosyal tanıtımı yapılır. Bu yönüyle; sıra gecesi bir lobi faaliyeti üslenmiş olur.

    Sıra gecesi sevgi, barış ve hoşgörü ortamıdır.

    Sıra gecelerinde iki aile veya arkadaş arasındaki kırgınlıklar, dargınlıklar istişare edilir ve haklı-haksız belirlenir. Bu kişilerin araları bulunarak barıştırılır. Bu yönüyle sıra geceleri , sevgi, barış ve hoşgörü ortamıdır.
#18.04.2005 18:18 0 0 0
  • noimage
    BMM TARAFINDAN URFA'YA "ŞANLI" ÜNVANININ VERİLMESİ :Urfa milletvekili Osman Doğan ve 17 arkadaşının, Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlıktan dolayı Urfa ili adının "Şanlıurfa" olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi TBMM tarafından 12.6.1984 tarihinde kabul edilerek kanunlaşmıştır.
#04.06.2005 08:15 0 0 0
  • süper
#12.06.2005 20:30 0 0 0

  • İlin Tanıtımı

    COĞRAFİ YAPI


    AKARSULAR

    Şanlıurfa, akarsular bakımından zengin değildir.
    Şanlıurfa' da ortalama yağış miktarı 462 mm; buna karşın buharlaşma 2048 mm olduğundan dolayı akarsu rejimleri düzensizdir. Bazı akarsular muvakkat rejimli akarsular şeklindedir. Kışın ve ilkbaharda akan, yazın şiddetli buharlaşma sonunda kuruyan bir özelliğe sahiptir.

    Ayrıca kalkerli arazi özelliği olduğundan satıhlarda akarsu meydana gelmesi zordur. İl sınırları içinde akan akarsular şunlardır.

    FIRAT NEHRİ: Siverek ilçesi, Dağbaşı Nahiyesi'ne bağlı Maktalan Geçidi civarında Şanlıurfa ili topraklarına giren Fırat nehri, Adıyaman ve Gaziantep sınırını belirledikten sonra Suriye topraklarına girer. Nehir sağ yönden gelen Göksu'yu alır. Nehrin, ülkemiz ve Şanlıurfa için büyük önemi vardır: Üzerine birçok baraj inşa edilmiştir. Atatürk Barajı, Karakaya Barajı ve Birecik Barajı tamamlanmış, Karkamış ise tamamlanmak üzeredir. Ayrıca nehrin suyu, inşa edilen iki adet tünel ile Harran Ovası ve çevresine (yıllardan beri suya hasret topraklara) suyu ulaştırmıştır. Fırat Nehri üzerinde Şanlıurfa-Gaziantep ulaşımı, 1956 yılında inşa edilen 750 m uzunluğunda 10 m genişliğinde bir köprü ile sağlanmıştır. Yer yer sallarla da ulaşım yapılmaktadır. Atatürk Barajı Gölü'nde ise ulaşım feribotla sağlanmakta, baraj gövdesinin güneyinde inşa edilen köprü ile Şanlıurfa-Adıyaman arasında kara ulaşımı yapılmaktadır.

    CÜLAP SUYU: Şanlıurfa'nın Kabahaydar Bucağı'na bağlı Edene Köyü ile Diphisar Köyü'nden çıkar. Daha sonra bir iki kaynak daha aldıktan sonra Cülap Suyu adını alır. Uzunluğu 60 km'dir.

    HABUR SUYU: Karacadağın güney eteklerinden doğar. Fırat nehrinin kollarındandır.

    DİĞER AKARSULAR: Önemi diğerlerine göre pek fazla olmamakla beraber Karakoyun, Aligör, Yukarı Koymat, Gölpınar, Çamurlu, Belik, Cavsak, Karaköprü ve Tülmen Deresi, Direkli Suyu, Süleyman Pınarı, Anzeli Pınar, Bamya Suyu, Kerhiz Suyu, Germüş Suyu, Belih Suyu, Cülmen Suyu, Kırkpınar Suyu gibi sular bulunmaktadır. Bu akarsuların birçoğu kış ve ilkbaharda akan yaz aylarında kuruyan muvakkat rejimli akarsulardır.


    BİTKİ ÖRTÜSÜ


    Şanlıurfa tabII bitki örtüsü bakımından oldukça fakirdir. Çünkü yaz sıcaklığı ve kuraklığı, tabII bitki örtüsünün gelişimini engellemektedir. TabII bitki örtüsü genellikle steptir. İlkbahar yağışlarıyla yeşeren seyrek ot toplulukları yazın şiddetli kuraklık ve sıcaklardan sararır yok olurlar. Bunlar papatya. gelincik, çiğdem, kekik, devedikeni, yaban buğdayı, sarı çiçek vb. bitkilerdir.

    Ağaç toplulukları genellikle akarsu boylarında görülür. (Kavak, söğüt vb.) Ayrıca Karacadağ, Siverek ve Halfeti civarlarında yer yer meşe, alıç, palamut gibi ağaç topluluklarına rastlanır.

    Tektek Dağların'da ise geniş bir alanda yabani fıstık ağaçları yer alır. Bunlar zamanla aşılanarak üretime kazandırılmıştır.

    Step kalktıktan sonra bir çöl manzarası ile karşılaşılır. Şanlıurfa'nın sulama yapılan alanlarında ve değişik bölümlerinde, özellikle Fırat nehri havzasında erozyonu önlemek için ağaçlandırma çalışmalarına hız verilmiştir.
    DAĞLAR


    KARACADAĞ: Şanlıurfa'nın en yüksek noktasıdır. Sönmüş bir yanardağ olan Karacadağ'ın yapısı bazalttır. Karacadağ'dan püsküren lavlar çok geniş bir alana yayılmıştır. Karacadağ çevresinin su kaynaklarını da beslemektedir. Siverek ve Diyarbakır sınırı arasında yer alan 1938 m yükseltiye sahip, Karacadağ'da kış aylarında kayak yapmak mümkündür.

    TEKTEK DAĞLARI: Tektek Dağları, Harran'la Viranşehir ovaları arasında kuzeyden güneye doğru uzanan kıvrım dağlarıdır. (Aktepe 449 m) Genel olarak basık bir plato görümünde olup kalkerli bir yapıya sahiptir.

    TAKIRTUKUR DAĞLARI: Karacadağ'ın güney batısında yer alır. Kalkerli bir yapıya sahiptir. Çevresine hakim bir konumdadır.

    YILANLI DAĞ: Takırtukur dağlarının batısında yer almaktadır. Viranşehir'in güneydoğusunda Karatepe dağ sırası ile Kepezli dağları bulunmaktadır.

    SUSUZ DAĞLARI: Tektek dağlarının kuzey batısında yer alan bu dağlar oldukça geniş bir kütledir. En yüksek noktası 801 metredir. Bu dağlarda su kaynağı olmadığı için, bu dağlar Susuz adını almıştır.

    GERMÜŞ DAĞLARI: İl merkezinin yakınında, 771 m yükseltisi olan Germüş dağlarının güney eteklerinde çıkan akarsu kaynakları yakınında Germüş Köyü kurulmuştur.

    NEMRUT DAĞLARI: Şanlıurfa'nın güneyinde yer alır. Tilki dağları da denir. Çevresine göre oldukça yüksek bir tepenin zirvesinde, sarp, geniş, düz bir kayalıktır. Burasına Nemrud'un Tahtı da denir. Yapısı kalkerdir. Yükseltisi 800 metredir.

    ŞEBEKE DAĞLARI: 750 m yüksekliğinde, Şanlıurfa-Suruç yolu üzerinde yer alır. Oldukça yüksek görünümlüdür. Bu dağların arasında Şebeke Deresi ve tarihi Şebeke Köprüsü yer alır. Kalkerli bir yapıya sahiptir. Bu dağlarda 11 Nisan 1920 tarihinde Şanlıurfa"nın kurtuluş mücâdelesi verilmiştir.

    ARAT DAĞLARI: 840 m. yükseltisi olan bu dağ, Birecik-Suruç yolu üzerindedir. Kıvrımlı bir yapıya sahip olup yumuşak kalkerden oluşmuştur.

    DİĞER DAĞLAR: Beş Mağara Dağları, Cudi Dağı, Direkli Tepeleri, Kaşmer Dağı, Korçik Dağı, Sakızlı Dağı, Molla Ömer Dağı, Kalkan Dağı, Nohutçuk Dağı, Külaplı Tepesi
    GÖLLER


    ATATÜRK BARAJI GÖLÜ: Türkiye'de sulama ve hidroelektrik üretimi için şimdiye kadar inşa edilmiş en büyük barajın, arkasında oluşan gölün toplam depolama kapasitesi 48.7x106 M3'tür. Drenaj havzası 92.338 Km2'dir. Alanı yaklaşık 817 km'dir. Fırat Nehri'nden oluşan gölden sulama amaçlı faydalanılmaktadır. Ayrıca balıkçılık yapılmakta ve GAP Şenliği kapsamında her yıl bu gölde su sporları yarışmaları yapılmaktadır. Ulaşım feribotlarla yapılmaktadır. Atatürk Baraj Gölü oluşurken 1 ilçe 34 köy 85 mezra su altında kalmıştır.

    HALİL-ÜR RAHMAN GÖLÜ:
    Uzunluğu 150 m ve eni 30 m olan bu göl, şehrin içinde ve Gölbaşı semtindedir. İçerisinde Şanlıurfa'nın simgesi olan balıklar yaşamaktadır. Bu balıklar sazan cinsinden olup, efsanelere konu olmuşlardır.

    AYNZELİHA GÖLÜ: Bu göl de Gölbaşı civarındadır 50x30m edabında olup derinliği 1-4 metre arasında değişmektedir. İçindeki balıklar, tıpkı Halil-ür Rahman Gölü'ndeki balıklar gibi efsanelerin konusudurlar.

    DEV DEŞTİ SUYU: Şanlıurfa'nın kuzeybatısında Külaflı Tepesi'nin arkasında 12 m çaplı dairesel bir göldür. Günümüzde kurumuştur.

    JEOLOJİK YAPI


    Şanlıurfa yapı bakımından üçüncü jeolojik zamanın son katı olan Poliosen bölümünün karakterini göstermektedir. Eski dünyanın bir bölümü ile birlikte oluşmuştur. Kıvrımlar oluşumundan önce Anadolu'nun bulunduğu sahada Thitys adı verilen bir deniz bulunmaktaydı. Üçüncü Zaman"ın sonu ve Dördüncü Zaman"ın başlangıcında gerçekleşen yan basınçlar ve patlamalardan pek etkilenmeyen Şanlıurfa, üzerinde bulunduğu sert kütle üzerinde biraz yükselmiş ve yer yer kıvrılmalara uğramıştır.

    Şanlıurfa'nın kuzeydoğusunda yer alan Siverek, Hilvan ve Viranşehir"de sönmüş bir yanardağ olan Karacadağ'dan fışkıran lavların oluşturduğu bazalt taşlardan yoğun olarak görülür. Şanlıurfa'nın önemli kısmı ise kalker formasyonu ile kaplıdır.
    MATEMATİKSEL KONUM


    Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde bulunan Şanlıurfa, 37 49' 12"- 40 10' 00" doğu meridyeni ile 36 41' 28"- 37 57' 50" kuzey paralelleri arasında yer alır.

    Şanlıurfa'nın en doğu ucu olan Ceylanpınar'ın doğusunda yer alan Aşağı Hümera Köyü (37 49 12 ) ile en batıdaki ucu olan Halfeti İlçesi (40 10 00 ) arasında 2 derece 30 dakikalık meridyen farkı vardır. Bu da, 9 dakika 20 saniyelik bir saat farkı etmektedir.

    En kuzey ucu Siverek ilçesi Bucak Nahiyesi kuzeyindeki Çatalpınar Köyü, (37 57 50 ) en güney ucu ise Akçakale ilçesidir. (36 41 28 ) En kuzey ucu ile en güney ucu arası 130 km'dir
    OVALAR


    Şanlıurfa, Güneydoğu Toroslar'ın güneyinden başlayarak, eski kara kütlesi olan S.Arabistan platformunun kuzeyi arasında bulunmaktadır. Yani tarihte Mezopotamya diye bilinen alanın kuzeyini oluşturur. Genellikle düzlüklerin hakim olduğu bir topoğrafik özellik gösterir.

    Şanlıurfa'da yurdumuzun önemli tarım sahalarını oluşturan ovalar mevcuttur. Bunlar batıdan doğuya doğru Suruç, Harran, Viranşehir ve Ceylanpınar Ovası"dır. Ayrıca Halfeti, Hilvan ve Bozova Ovaları da önemlidir.

    HARRAN OVASI: Şanlıurfa'nın en önemli ovalarından biridir. Ortalama yüksekliği 375 m'dir. Harran Ovası Şanlıurfa'nın yükseltisi en az olan ovasıdır. Doğusunda Viranşehir Ovası, batısında Suruç Ovası yer alır. Toprakları yeni alivüyal toprak ile örtülü olup kırmızı renktedir. Demir-oksit, toprağa bu rengi vermiştir. 150.000 hektar genişliğindedir.

    SURUÇ OVASI: Yeni alivüyal topraklarla örtülü bulunan Suruç Ovası' nın yüzölçümü 710 km2"dir. Tıpkı Harran Ovası gibi rengi kırmızıdır. Toprak tabakasının kalınlığı 50-100 cm. arasında değişir. Verimli ovalardan biridir.

    VİRANŞEHİR OVASI: 1200 km2 alanı ile Şanlıurfa'nın en büyük ovasını oluşturan Viranşehir Ovası, dalgalı ve engebeli bir görünüm gösterir. Alivüyal topraklarla örtülü olup temeli kalkerli bir yapı gösterir. Karacadağ ile Tektek Dağları arasında geniş bir alanı kaplamaktadır.

    HALFETİ OVASI: Fırat nehri kenarında olan Halfeti Ovası yer yer tepelerle çevrilidir.

    BOZOVA OVASI: Toprağı boz olduğu için bu isim verilmiştir. Kuzeybatısından Fırat Nehri geçer. Dalgalı ve az engebeli bir yapıya sahiptir.

    HİLVAN OVASI: Yer yer engebelere rastlanır. Toprağı kırmızı renkte olup verimli bir ovadır.

    SİVEREK OVASI: Eski bir yanardağ olan Karacadağ'dan püskürmüş lavlarla kaplı ve yer yer dalgalı bir yapıya sahiptir. Bazaltlı yapısından dolayı siyah renkli olan taşlık bölgeleri bulunmaktadır. Siverek Ovasında bu taşların temizlendiği oranda tarım yapılabilmektedir.

    YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ


    Şanlıurfa, eski kara kütlesi olan S.Arabistan platformunun kuzey bölümleri ile Güneydoğu Torosların orta kısmının güney etekleri arasında yer almaktadır. Senklinaller ve Antiklinaller arasında geniş ovalar bulunur. Şanlıurfa arazisi ı 60.4 dalgalı, ı 22 dağlık, ı 16.3 ova, ı 1.3 plato karakteri göstermektedir. Şanlıurfa'nın kuzeyinde değişik yükseltide dağ ve tepeler yer alır. Bu dağlardan en önemlisi sönmüş bir yanardağ olan ve Şanlıurfanın en yüksek noktası olan Karacadağ'dır. (Bay Tepe, Mirinmir Tepe 1938 m).


    Karacadağ'dan güneye doğru gidildikçe yükselti azalır. Güney yarısında Şanlıurfa'nın en önemli ovaları olan Harran, Suruç, Viranşehir ovaları yer alır.

    Şanlıurfa'nın güney, güneybatı, batı, kuzey kesimleri yer yer 600-800 m arasında yükseltisi olan tepelerle çevrilidir. Şanlıurfa'nın yüzey şekillerinin sade ve basitliliği hemen dikkati çeker. Karacadağ'ın püskürttüğü lavlar oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Bazalt karakterindedir. Şanlıurfa'nın büyük bir kısmı kalkerli yapıdan oluşmuştur. Bu nedenle karst topoğrafyasına ait yüzey şekilleri bulunur. Şanlıurfa'nın etrafında çok sayıda mağara, sarnıç, polye ve dolin bulunmaktadır. (Kanlı Mağara, Dedenin Sarnıcı, Nemrud'un Tahtı vb
    İKLİM


    Şanlıurfa kontinental (kara) iklim özelliği gösterir. Yazları çok kurak ve sıcak, kışları bol yağışlı, nisbeten ılıman geçmektedir.

    Şanlıurfa matematik konum itibariyle Ekvatora daha yakındır. Deniz etkisinden uzak bir bölgede bulunmaktadır. Bu nedenle Kontinental iklim özelliği ağır basmaktadır. Bu özellik sıcaklık ve yağış bakımından kendisini göstermektedir. Atmosfer yeteri derecede nemli olmadığından ve karalar daha çabuk ısınıp daha çabuk soğuduğundan Şanlıurfa'da günlük ve yıllık sıcaklık farkları şiddetlidir. Türkiye'de en yüksek sıcaklık Şanlıurfa Ceylanpınar'da 46.5 C (Temmuz) ölçülmüştür. Şanlıurfa'da en soğuk -12.4 C (Şubat) ölçülmüştür. Şanlıurfa'da yıllık ortalama yağış 462 mm olarak hesaplanmıştır. Yıllık ortalama sıcaklık 18.6 C, buharlaşma 2048 mm, rüzgâr hızı 2.8 mĞsn'dir.

    Karlı ve don olan günlerin sayısı oldukça azdır. Yılda ortalama 10 günü geçmez. Şanlıurfa'da hakim rüzgarlar kuzeybatı ve batı yönlerinden eserler.

    ÖZEL (COĞRAFİ) KONUM


    Şanlıurfa, doğusunda Mardin, batısında Gaziantep, kuzeyinde Adıyaman, kuzeybatısında Diyarbakır illeri ile çevrilmiştir. Güneyinde ise 1921,1926,1929 yıllarında yapılan Ankara Antlaşması ve 1930 Halep protokolüyle çizilmiş bulunan Suriye sınırı ile çevrelenmiş bir sınır şehridir.

    Şanlıurfa, coğrafi konumu nedeniyle üzerinde tarih boyunca bir çok devlet ve beyliğin hüküm sürdüğü, değişik kültürlerin geçiş ve kaynaşma alanı olmuştur. İlk ve Orta çağda eski uygarlık merkezlerinden olan Mezopotamya ve Arap ülkeleri ile Avrupa arasındaki bazı yollar, Şanlıurfa üzerinden geçmekteydi. Şanlıurfa, doğuyu batıya bağlayan birçok tarihi, ticari ve askeri yolların üzerinde yer almış olması nedeniyle, geçmişte ve günümüzde önemli bir il olmuştur.

    Şanlıurfa, dünyanın ve Türkiye'nin en önemli bölgesel kalkınma projesi olan GAP'ın (Güneydoğu Anadolu Projesi) merkezi durumundadır.

    Şanlıurfa, Güneydoğu Toroslar'ın orta kısmının güney etekleri üzerindedir. İlin kuzeyinde yer alan dağlar ve yüksek tepeler genellikle güneye doğru gittikçe alçalır. Büyük ovalar Şanlıurfa'nın güneyinde yer almaktadır. Sıra tepeler oldukça yaygın olup bunların arasında batıdan doğuya doğru sıralanan Suruç, Harran ve Viranşehir ovaları bulunmaktadır.

    Şanlıurfa'nın yüzölçümü 18.584 km2"dir. (D.İ.E. 1997 Yıllığı) Bu yüzölçümüyle Türkiye yüzölçümünün yaklaşık ı 3'ünü oluşturur. Şanlıurfa bu yüzölçümü ile Türkiye' nin 7. büyük şehridir.

    Şanlıurfa'nın ortalama yükseltisi ise 518 m. dir.
#20.12.2005 23:11 0 0 0
  • COĞRAFİ BAKIMDAN URFA'NIN ÖNEMİ






    Urfa, 30-36 kuzey enlem ve 37-40 doğu boylamları arasında yer alır. Deniz seviyesinden 518 metre yüksekliktedir. Kuzey, batı ve güneyinde Fırat Nehri, doğusunda ise yine Fırat"ın kollarından olan Habur irmağı ile sınırlandırılmıştır. Doğusunda Mardin, batısında Gaziantep, kuzeybatısında Adıyaman ve kuzeyinde de Diyarbakır ile çevrilidir. Güneyinde ise 1921"deki Ankara Antlaşması ile çizilen 223 km"lik Suriye sınırı bulunur.

    Urfa, eski çağlardan beri doğu ile batının buluşma noktalarının en hareketlisi ve en önemlisi olmuştur. Doğu ile batı dünyasını kültür ve ticaret bakımından birbirine bağlayan eski ve önemli yollar sisteminin bir düğüm noktası oluşu, bütün bu bölgede çok eskiden beri parlak bir medeniyet seviyesine ulaşmış kentlerin kurulmasını hazırlamıştır. Harran, Urfa, Suruç, Birecik, Samsat ve Rakka gibi, ne zaman kuruldukları bilinmeyen kentleriyle dünya medeniyetinin en eski ve büyük merkezlerden birini oluşturan bölgemizin eski çağlardaki ticari ve askeri ulaşımını sağlayan yollar: Güneydoğudan kuzeybatıya doğru, Zagros Dağları'nın eteklerini izleyerek, Dicle boyunca uzanan ve Yeni Assur döneminde Kral Yolu adını taşıyan ana yol; Güney Mezopotamya"dan Dicle"yi izleyerek gelip, Musul yoluyla Sincar"a, Nisibis"e (Nusaybin) ve Râ"s el-Ayn üzerinden Harran ovasına, buradan da Fırat"ı Karkamış"ta aşarak kuzeybatı ve güneybatıya ayrılmaktaydı.

    içinde Kalhu, Ninova ve Dur şarrikun gibi ünlü başkentlerin bulunuşu nedeniyle Assur Üçgeni denen ve yöreden geçen bu birinci ana yolun dışında; Mezopotamya"nın diğer önemli yolu Fırat vadisini izleyerek Babil"e ulaşan yoldur. Güney Mezopotamya"ya gitmek için, ilkinden daha kısa olan bu yol; Babil, Hit, Ana ve Rakka"ya ulaştıktan sonra,Belih suyunu izleyerek Harran ovasına gelir. Burası çeşitli yönlere ayrılan yolların birleştiği bir yerdir. Bu yollardan biri de kuzeydoğuya gider. Diyarbakır-Bitlis hattını izleyen bu yol, Güneydoğu Toroslar"ı Bitlis Geçidi üzerinden atlayarak Van Gölü yöresine kadar uzanır. Kuzeye giden yol ise, muhtemelen Assur Koloni Çağı"nın geç döneminde de kullanılmış gibi görünen ve Ergani-Maden Geçidi aracılığıyla Elazığ ve Malatya bölgelerine ulaşan karayolu sistemidir.

    Harran"dan kuzeybatıya giden yol, Yeni Assur kralları tarafından kullanılmış, Fırat"ı Zeugma (Birecik) ya da daha kuzeydeki Samosata"da (Samsat) aşarak Que (Kilikia), Tabal ve son olarak Orta Anadolu"ya uzanmaktaydı.

    Harran"dan güneye giden bir diğer yol ise; Rakka üzerinden, bir taraftan Halep, diğer taraftan Palmira (Tedmur) yoluyla şam"a ve oradan da Tyr yanında Akdeniz"e ulaşıyordu.





    B) BÖLGEDE İLK YER ADLARI


    M.Ö. 2300 yıllarına ait Ebla tabletlerinde Harran'ın en eski ismine Haranki olarak rastlıyoruz. Bu isim, Assurca karayolu, yol, patika, yolculuk, iş seyahati, akın ve ordu anlamlarında kullanılmıştır.

    Ebla tabletlerinden sonra, M.Ö. 1500 yıllarına ait Mari tabletlerinde Harran"ın ismi, Haranimki ve "Kaskalnimki, Eski Babil dönemi belgelerinde Harranum ve Kaskal, Hitit Krallığı dönemine ait Boğazköy metinlerinde Harrana ve Kaskalni, Yeni Assur belgelerinde ise, Harrana, Harrânî ve Harranu biçimlerinde geçmektedir.

    Bölgemizin en eski adı, Hititçe çivi yazılı tabletlerde geçen ve M.Ö. 1500 yıllarına ait olan Hur Ülkeleri adıdır. Bölgenin kuzeydoğusunda Alşe, kuzeyinde işşuva, güneybatısında ise Aştata ülkeleri bulunuyordu.

    M.Ö. 1000 yılına ait Asur tabletlerinde bölgenin adı Hanigalbat olarak geçiyor, ancak bölgenin


    Urfa'nın 20 km. doğusundaki Örencik Köyü yakınlarında bulunan Göbekli Tepe'de 1996 yılında başlayan ve önümüzdeki yıllarda da devam edecek olan arkeolojik kazılarda, dünyanın ilk tapınak tepesi tespit edilmiştir. Elde edilen bulguların Cilali Taş Devri'ne (M.Ö. 9000'lere) ait olduğu tarihlenmiştir. Buna göre Urfa, şu anda 11000 yıllık bir tarihe sahiptir. Adı geçen yerdeki kazıların sona ermesinden sonra belki bu tarih daha da eskilere gidecektir.

    Bu yazımızda, M.Ö. XXV. yüzyıldan başlayarak, çivi yazılı kaynaklar göz önünde bulundurulmak suretiyle Urfa'nın yaklaşık 4500 yıllık yazılı bir tarihi özetlenmiştir. Göbekli Tepe hakkındaki geniş bilgi, kitabın Mimari bölümünde verilmiştir.





    I) EBLA KRALLIĞI DÖNEMİ (M.Ö. XXV. yy.)






    Ele geçen en eski belgelere göre; Urfa bölgesi kısmen M.Ö. XXV. yüzyılda Kuzey Suriyede Halep yakınlarında kurulmuş Ebla Krallığının hâkimiyetine girmiştir. Bizce bölgenin tarihini de şimdilik bu dönemden başlatmak gerekir.

    M.Ö. 2500 yıllarına ait Ebla Krallığının merkezi Ebla'da (Tell el-Mardikh) yapılan arkeolojik kazılarda bulunan çivi yazılı arşivlerde, adı geçen krallığa bağlı olarak, Harran"ın bu dönemde Zugalum adındaki bir kraliçe tarafından yönetildiğini görmekteyiz.

    Bu dönemde Urfa"nın durumunu veya adını şimdilik bilemiyoruz. Bununla birlikte tabletlere göre, Kuzey Suriye"de geniş ve işlek bir ticaret ağı bulunuyordu. Ancak bölgenin en eski tarihi dönemine ait elimizdeki bilgiler şimdilik çok azdır.


    II) AKKAD KRALLIĞI DÖNEMİ (M.Ö.XXIII. yy-XXI. yy.)






    Mezopotamya tarihinde kurulmuş ilk devlet olan Akkad Krallığı (M.Ö. 2350-2150), gittikçe güçlenerek Kuzey Suriye, Güneydoğu Anadolu ve Kilikya bölgelerini bir dönem hâkimiyeti altında tutmuştur.

    Akkad Kralı I.Sargon (saltanatı M.Ö. 2340-2284), Amanos ve Toroslar"a doğru bir sefer düzenlerken bölgemizin de içinde bulunduğu Kuzey Suriye"yi ele geçirerek, Akkad Krallığı"nın hâkimiyetine katmıştır.

    I.Sargon"an bir süre sonra, tahta geçen torunu Naram-Sin'in (saltanatı M.Ö. 2260-2220) Kuzey Mezopotamya"daki Subartu (Irmaklararası; Fırat ile Dicle arası olup daha çok Kuzey Suriye"yi ifade eder) ülkesini çeşitli düşman unsurlara karşı savunduğu görülür. Ona ait kitabeli bir bazalt zafer steli de Diyarbakır"ın Pir Hüseyin köyünde bulunmuştur. Urfa merkez Konuklu (Kazane) Köyü'nde yapılan kazılarda, ilk Tunç Çağı tabakasında bulunan üç çivi yazılı tabletten ikisi, Eski Babil dönemine ait mektup, diğeri ise Akkadça çivi yazılı olup, Akkad alfabesini öğretmektedir. Yukarıda bahsedilen stel ve çivi yazılı tablet, Akkad Krallığı'nın bölgemizi de hâkimiyet sınırlarına katmış olduğunu göstermektedir.

    Akkad Krallığı, iran"n batısındaki Zagros Dağları"da devlet kuran Gutiler"n istilâsı ile başlayan savaşlar neticesinde yaklaşık M.Ö. 2150 yılında tarihe karışır.

    III) III. SUMER-UR HANEDANİ VE ESKİ BABİL KRALLIĞI DÖNEMI (M.Ö.XXI-?)






    Kaynaklara göre Akkad döneminden sonra,, bölgemizi de içine alan Anadolu'nun bir kısmı, III.Sumer-Ur Hanedanı (M.Ö. 2060-1960)'nın hâkimiyetine girmişti. Anadolu ve bölgemiz ahalisi bunların kültürlerinden oldukça etkilenmişler ve yazılarını bile kullanmışlardır.


    Eski Babil Krallığı'nın ünlü Kralı Hammurabi'nin (saltanatı M.Ö. 1728-1686), Mari (Tell Hariri, Suriye"e Fırat üzerinde) bölgesiyle Assur ili de dahil olmak üzere, bütün Subartu"u, Elam" ve civardaki bütün ülkeleri zaptettiği bu başarısının kendisine, Sümer-Akkad Kralı, Dört iklim Hükümdârı ve Cihan imparatoru gibi ünvanları kazandırdığı bilinir. Maalesef bu döneme ait bilgilerimiz de çok azdır.

    IV) HURRİ-MİTANNiLER VE HiTiT KRALLiKLARi DÖNEMi (M.Ö. 2000-1270)

    Güneydoğu Anadolu"ın En Eski Ahalisi Hurriler


    Hurriler, M.Ö. 2000 yıllarından itibaren, kuzeyde Kafkaslar"an, güneyde Suriye ve Yukarı Mezopotamya", batıda Toroslar"an, doğuda iran"aki Zagros Dağları"ın ötesindeki Urmiye Gölü"e kadar uzanan, oldukça geniş bir coğrafik alana yerleşmişlerdi. Ancak, bu tarihlerde henüz siyâsi bir teşekkül oluşturmamışlardı.

    Hurri, Babilcede Mağara demektir. Urfa bölgesinde birçok mağaranın bulunduğu ve Hurri kentinin de bugünkü Urfa"ın yerinde bulunduğu tahmin edilir. Ancak bu bilgi henüz teyit edilememiştir.

    Bölgemizde Hurriler'e ait herhangi bir tablet ya da sanat eseri bulunmamış olması dikkat çekicidir. Bunun sebebini de arkeolojik kazıların Urfa'nın güney veya güneydoğusunda değil de kuzeyinde yapılmasına bağlıyoruz.

    M.Ö. 1800 yıllarında başkent Hattuşaş (Boğazköy) olmak üzere Anadolu"a bir devlet kuran Hititler, ekonomik güçlerini arttırmak ve daha geniş topraklara sahip olmak amacıyla Kuzey Suriye"e seferler düzenlemişler. Ancak daha çok Hatay bölgesine yapılan bu seferlerde bölge ahalisi Hurriler"e karşılaşmamışlardır. Hitit Kralı i.Hattuşili (saltanatı M.Ö. 1660-1630) Kuzey Suriye"e yönelik son askeri harekâtı esnasında Kargamış ve Halpa'yı (Halep) ele geçirmeye çalışırken, Hurriler"n adı geçen kentleri savunma yönünden desteklemesi sonucu başarısızlığa uğrayarak, geri çekilmek zorunda kalır. Bu başarısızlığın sebebi; Hurriler"n sahip olduğu atlı arabalardır. Henüz savaşlarda atlı araba kullanmayan civardaki topluluklar, Hurriler"n atlarla süratli bir şekilde hücumları karşısında oldukça şaşırırlar.

    Hititler"n Kuzey Suriye"e Yayılma Faaliyetleri


    I.Hattuşili"in yerine geçen oğlu i.Murşili (saltanatı M.Ö. 1630-1600) Kuzey Suriye"eki yayılma siyasetinin ilk hedefi olarak, önce Halep" ele geçirir. Bu arada Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Hurri prensleri bu süper güce karşı koyamayıp geri çekilirler. Halep"en sonra Suriye"eki Mari krallıklarını da ortadan kaldıran i. Murşili"e artık Babil yolu görünür. M.Ö. 1605 yılında Fırat" izleyerek güneye iner ve Babil önlerine ulaşır. Bölgemizden oldukça uzakta cereyan eden ve Mezopotamya tarihinin seyrini değiştiren bu olay sonucunda, muhteşem kent zapt ve yağma edilerek alınan ganimetlerle Anadolu"a dönülür.

    I.Murşili"in M.Ö. 1600 yılında öldürülmesi üzerine Hitit Krallığı'nın bocalama dönemine girdiği görülür. Tahta geçen i.Hantili (saltanatı M.Ö. 1600-1570) yeni askeri seferler düzenleyerek Kuzey Suriye"eki Hitit etki alanını elde tutmaya çalışırsa da bunda başarılı olamaz. Hurriler Anadolu"a girerler ve kendi etkilerini arttırarak güçlenirler, Hitit sarayını basarak Kraliçe Harapşili ile birkaç prensi de öldürürler. Bu felâkete bağlı olarak, Hitit ülkesinde kavgalar ve kargaşalar uzun süre devam eder.





    Hurriler"n ikiye Ayrılması


    Bölgemiz ahalisi Hurriler"n gittikçe güçlenerek, ırkdaşları olan Subaru aşiretlerini de hâkimiyetleri altına alarak; batıda Akdeniz", doğuda Kerkük bölgesine, güneyde ise Kena iline kadar yayıldıkları görülür.

    Yaklaşık M.Ö.1500-1450 yıllarında Hurriler, biri Hurri diğeri Mitanni adında iki konfederasyona ayrılırlar.

    Bu dönemde Önasya"a büyük olaylar meydana gelir. Nereden geldikleri ve kimler oldukları henüz bilinmeyen Hiksoslar (Çoban Krallar) istilâsının bölgemizi ne derece etkilemiş olduğunu bilmiyoruz. Belki de Hiksoslar"n müdâhalesi sonucu Hurriler ikiye ayrılmak zorunda kalmışlardı. Hiksoslar istilâsı; Hitit, Amurru, Assur ve Babil gibi devletlerin de sarsılmalarına sebep olur.

    Mitanniler Kuzey Suriye"e


    Mitanniler tarafından yazılmış bir tablete henüz rastlanmamıştır. Ancak komşu ülkelere ait arşivlerde XV. yüzyıldan itibaren bunların güç ve hırslarını anlatan belgeler bulunmuştur. Kerkük tabletlerinde kendileri tarafından Maiteni şeklinde, Mısır belgelerinde ise Mitan ve Mitanni adlarıyla bahsedilmektedir. Mitanni ülkesine Mısırlılar ve Suriyeliler Naharina (iki nehirarası), Asurlular ise Hanigalbat adını veriyorlardı.

    Bereketli Hilal bölgesinde kurulan Mitanni Krallığı, bugünkü Ceylanpınar civarında bulunduğu sanılan Vaşşuganni kentini başkent yapar. Mitanni Krallığı daha sonra Hurri Krallığı aleyhine güçlenerek gelişir ve M.Ö. XIV. yüzyıl sonlarında tamamiyle onun yerine geçer. Bu arada Kargamış, Harran, Urfa, Halep ve Antakya gibi kentler Mitanni hâkimiyetine girerler.

    Mitanniler ülkesi, o dönemin dünya siyaseti bakımından çok önemli stratejik bir bölge idi. Mezopotamyadan Karadeniz", Akdeniz", Mısır" ve buralardan yine Mezopotamya"a giden yollar Mitanniler ülkesinden geçiyordu. Bu coğrafik durum Önasya"a Mitanniler" büyük bir üstünlük kazandırmıştır. Mitanniler, daha sonra bu avantajı kullanıp, Mısır ve Hitit krallıkları arasında üçüncü bir güç durumuna gelmiştir.

    Kuzey Suriye"e Mitanni-Mısır Mücâdelesi


    Mitanniler, Mısırlılar" karşı koyabilmek ve Suriye-Filistin hâkimiyetini Firavunlara kaptırmamak için civardaki küçük prenslikleri idâreleri altına alarak büyük bir ordu ile Mısır Firavunu III.Tutmes'in (saltanatı M.Ö. 1490-1436) ordularını Megiddo"a durdurmayı başarırlar. Ancak Mitanniler"n bu başarılarının ömrü, Mısır"n güçlü orduları karşısında pek de uzun sürmez.

    III.Tutmes M.Ö. 1477"e ordularıyla Mitanniler üzerine yürüyerek uzun ve kanlı savaşlardan sonra Kadeş" ele geçirir; sonra da Fırat boylarına kadar ilerleyerek M.Ö. 1473"e Kuzey Suriye"i kısa bir süre denetimi altına alır. Mitanni büyükleri olan Mariannular, bu kanlı savaşlar esnasında mağaralara kaçarlar. işgal altındaki Mitanni kentlerinde, çıkan isyânlardan dolayı Firavun bunları birkaç kez bastırmak zorunda kalır.

    Böylece Kuzey Suriye ve tabiatıyla bölgemiz, kısmen Mısır etkisinde kalır ve bu durum Mitanni Kralı Sauşşatar'ın (saltanatı M.Ö. 1440-1410) M.Ö. 1435"e Kuzey Suriye"i ve bölgemizi tümüyle ele geçirmesine kadar devam eder.

    M.Ö. 1453 yılında Firavun'un Fırat" geçerek, Mitanni başkenti Vaşşuganni"i tehdit etmesi üzerine, Sauşşatar"n onunla Suriye ve Filistin"e Firavun'un hâkimiyetini ve her sene belirli bir vergi vermeyi kabul etmek suretiyle bir anlaşma yapmış olduğu görülür. Bu olay Mitanniler"n düşmanı olan Hititler" oldukça sevindirir ve II.Tuthaliya'nın (saltanatı M.Ö.1460-1440) Firavun'u tebrik edip, ona hediyeler ve elçiler göndermesine sebep olur.

    Mitanniler"n Yeniden Canlanışı ve Fetihleri


    Mitanni Kralı Sauşşatar, Firavun'un bölgeden uzaklaşmasını fırsat bilerek, ülkesinin yaralarını sarmak ve ekonomik yönden ayakta durmasını sağlamak için bütün gücüyle çalışır. M.Ö. 1435"e Harran üzerinden geçerek, herhalde bu sıralarda Mitanniler ile Subarular"n arası açılmış olmalı ki, Subarular ülkesine yürür ve burayı ele geçirir.

    Subarular ülkesini ele geçiren Sauşşatar, zaman geçirmeden Assur üzerine yürür ve kenti ele geçirir. Assur prensliğinde i.Assurrabi ve II. Assurnirarinin bulunduğu bu zamanda Assur, Kas krallarının etkisinden kurtulur, ancak bu kez de Mitanniler" tabi olmak zorunda kalır. Sauşşatar, Assur kentinden birçok kıymetli eşyalarla birlikte bir altın kapıyı da ganimet olarak başkenti Vaşşuganni"e götürür.

    Sauşşatar"n bu başarılı faaliyetinden sonra, Mitanniler"n doğu sınırları Zağros Dağları"a kadar genişler. Kuzey Suriye"eki eski denetim alanları olan Halep ve Kadeş bölgeleri de tekrar Mitanni hâkimiyetine girer.

    Hitit Tehlikesi ve Mitanni-Mısır ittifakı


    Biraz rahatlama dönemine girmiş olan Mitanni Krallığı'nın karşısına tehdit olarak, bu kez de Hitit Krallığı çıkar. Nitekim uzun zamanlar kendi hallerinde yaşayan Hititler tekrar güçlenmişler ve sınırlarından taşıp Önasya"a hakim olma emellerini gerçekleştirmeye başlamışlardı. Bir ara Kral II.Tuthaliya Kuzey Suriye"e yürümüş ve Halep" zaptetmişti. Güneye doğru genişleyen Hitit akınları, Firavunların Suriye ve Filistin"eki sınırlarını yıkabilirdi. Sauşşatar da bu yeni ve tehlikeli durum karşısında Firavun'la birleşme gereğini duyuyordu. Ayrıca Mitanniler"n doğu ve güneydoğu sınırları da pek güvenilir görünmüyordu. Bu arada Assurlular intikam savaşlarına hazırlanıyorlardı. Bütün bu tehlike ve tehditler karşısında güçlü bir müttefike ihtiyaç duyan Mitanni kralı, Firavun II. Amenofis'e (saltanatı M.Ö. 1436-1412) bir heyet göndererek kesin bir antlaşma, birleşme ve işbirliği yapmak isteğini bildirir.

    Mitanniler, M.Ö. 1411 yılında Hanigalbat"n batısındaki Kizzuvatna (Adana ve kuzey civarı) bölgesini zaptedip, topraklarını genişletmek imkânına sahip olurlar.

    Mısır ile Mitanniler arasında yapılan antlaşma, sonradan bu iki hânedan arasında meydana gelen evlenmeler ve yapılan ticaret anlaşmaları ile pekiştirilir. Sauşşatar"an sonra Mitanni tahtına geçen i.Artatama (saltanatı M.Ö. 1410-1400) Firavun IV. Tutmes ile dostluk ve barış anlaşması imzalar ve kızını Firavuna eş olarak verir. Mitanni prensesi ile evlenen Firavun, ona kraliçe ünvanını verir. Mitanni prensesi, IV. Tutmes"n yerine geçecek olan III.Amenofis" doğurmuştur. Firavun III. ve IV. Amenofis"er de birer Mitanni prensesi ile evleneceklerdir.

    Mitanni Krallığın ikiye Bölünmesi


    Mitanni Krallığı, Önasya"ın güçlü devletlerinden biri olmaya çalışırken, i. Artatama"an sonra tahta geçen oğlu II.şuttarna'nın (saltanatı M.Ö. 1400-1385) ölümünden sonra, taht varisleri arsında mücâdeleler başlar ve sonuçta, devletin arazisi varisler arasında paylaşılır. II.Artatama, ülkenin kuzeybatı kısmını alarak burada başkenti Urfa (?) olan bağımsız bir Hurri Krallığı kurar. Güneydoğu Anadolu bölgesinde de kardeşi Artaşumara (saltanatı M.Ö. 1385-1380) Mitanni tahtına oturur.

    Beş yıl sonra M.Ö. 1380"e, Uthi adlı bir isyâncı, Artaşumara"ı öldürerek Mitanni tahtına henüz çocuk olan Tuşratta'yı (saltanatı M.Ö. 1380-1350) oturtarak ülkenin idâresini ele geçirir. Tuşratta büyüdükten sonra, Uthi'yi ortadan kaldırarak babasının tahtı üzerinde tek yetkili olarak hükmedecektir.

    Hititler"n Mitanni Ülkesine Saldırıları

    Hurri Kralı II. Artatama, düşmanları olan Hitit Kralı I.şuppiluliuma (saltanatı M.Ö. 1380-1345) ile birleşerek onun da yardımıyla, kardeşi Tuşratta"ın üzerine yürür.

    Hitit kralının Mitanni kralına haber göndermesine karşılık, kral başkenti Vaşşuganni"en çıkmaz; Hitit ordusu oraya ilerleyince, Mitanni askerleri tarafından yakılan ekinler ve kapatılan kuyular yüzünden, aç ve susuz kalarak geri çekilmek zorunda kalır (M.Ö. 1380). Tuşratta, hezimete uğrattığı Hitit ordusundan eline geçen ganimetlerden bir kısmını ve iki Hitit esirini akrabası ve dostu olan Firavun III.Amenofis" gönderir .

    İlk saldırısı başarısızlıkla sonuçlanan i.şuppiluliuma, düşmanı olan bu ülkenin içişlerini her zaman dikkatle izlemiş ve patlak veren bazı iç kavgaları kendi lehine kullanmak istemişti. Aslında Mitanni sorunu şimdilik kolayca çözülebilecek bir sorun değildi.

    Anadolu"aki güvenliği sağlamak ve siyasal alanlarda güçlenmek amacına yönelik olarak, Mitanni ile Hitit ülkeleri arasında bir tampon bölge oluşturan Kizzuvatna Kralı şanuşşara ile bir andlaşma yapıp, bu ülkeyi de yanına alan i.şuppiluliuma"ın, Mitanni ülkesine ikinci bir sefer düzenleyerek başkent Vaşşuganni"i yağmaladığı görülür. Tuşratta, her nedense kesin bir savaştan kaçınır ve bu durum Hitit kralının Kuzey Suriye"i yağmalamasına, Halep" M.Ö. 1377 yılında tekrar Hitit hâkimiyetine sokmasına sebep olur. Büyük bir hezimete uğrayan Tuşratta, istemiyerek de olsa, Fırat"n batı kısımlarını Hititler" bırakmak zorunda kalır. Bu dönemde Tuşratta için Hititler"en sonra ikinci bir potansiyel tehlike ise, Assur kentinde filizlenmekteydi. Mitanni karşıtı olan gruplar güçlenmişler ve Assur prensliğine Eriba-Adad" getirmişlerdi. Bu prens, göreve gelir gelmez, Mitanni bağımlılığından kurtulmak için bütün gücüyle çalışmaya başlamıştı.

    Bize göre, Tuşratta esasen Hitit kralı ile zamanında iyi ilişkiler içinde bulunmamıştır. Bu kötü ilişki, hiç beklemediği ve hazırlıksız olduğu zamanlarda karşısında Hititler" görmesine sebep olmuştur. ihtimal ki Tuşratta, Hititler"n bu kadar güçleneceğini düşünmemişti.

    Firavun'un Mitanni"en Kız istemesi


    Mitanniler"n felaketlerle uğraştığı bir dönemde Firavun III.Amenofis, M.Ö. 1370 yılında Vaşşuganni"e bir heyet göndererek, Tuşratta"ın kızı Tadu-Hepa"ı evlenmek amacıyla ister. Tuşratta birçok mazeretler öne sürerek buna razı olmaz. Devam eden ısrarlar ve uzayan yazışmalar sonucunda, bunu kabul ederek kızı ile birlikte kıymetli eşyaları da Mısır" gönderir.

    Sonuçta; evlenme ve kız isteme ısrarlarına, Tuşratta"ın istemeyerek de olsa rıza gösterdiğini görüyoruz. Tuşratta, belki aradaki dostluğun bozulmaması ve mevcut ittifakın ortadan kalkmaması için, bunu kabul etmek zorunda kalmıştır. ileride görüleceği üzere Firavunlar, hiçbir zaman Mitanniler" yardımda bulunmamışlar ve sonuçta bu ittifaktan, kız almak suretiyle Mısırlılar kazançlı çıkmışlardır.

    Hititlerin Son Saldırısı ve Mitanniler"n Hezimeti


    Hitit Kralı i.şuppiluliuma, Mitanniler"n bu durumdan faydalanarak, hem ülkelerini ve hem de Suriye"i ele geçirme projesini uygulamaya koyar. Tuşratta, Mısır"an yardım alamamasına rağmen, ülkesini kâhramanca savunmaya niyetlidir. Hitit kralı, bir taraftan Tuşratta"ın kardeşlerini, diğer taraftan da Lübnan bölgesindeki Sami-Amurru beylerini elde etmeye çalışır. Sonunda bu faaliyetlerinde başarılı olur. Mitanni prenslerinin ayaklandırılan menfaatleri, ülkedeki birliği ve gücü gevşetir. Amurrular"n durumu da Mısır"n Suriye üzerindeki etkisini oldukça sarsar.

    Kendi projesinin gerçekleşmesine yarayan bu gelişmeler sonucunda, Mitanniler" saldırıp son darbeyi vurma zamanının geldiğini gören Hitit kralı, ordusunu harekete geçirir. Mitanni Kralı Tuşratta, dostu olan Firavun IV.Amenofis" ardı ardına gönderdiği mektuplarda ondan acilen yardım ister. Ancak Firavun, kurmuş olduğu yeni dinle meşgul olduğundan, kimse ile ilgilenecek bir durumda değildir. M.Ö. 1366"a başkent Vaşşuganni"e saldıran büyük Hitit ordusu karşısında birşey yapmaya fırsat bulamayan Tuşratta, hezimete uğrar ve kaçmak zorunda kalır. Mitanni prenslerinden çoğu esir edilerek, Kapadokya"a götürülür. Mitanniler arasında çıkan kargaşalıklar esnasında Tuşratta oğullarından biri tarafından öldürülür. Tuşratta"ın küçük oğlu Mattivaza da sadık ve fedakâr adamları tarafından Babil" kaçırılarak ölümden kurtarılır.

    Bu hezimet üzerine Kargamış hariç, bütün Kuzey Suriye ve bölgemiz Hitit Krallığı"ın hâkimiyetine girer.

    Mattivaza"ın Hititler" Bağlı Krallığı


    Mattivaza"ın kendisine esir muamelesi yapılan Babil"en, yanındaki adamları tarafından kaçırıldığı ve nice zorluklarla Anadolu"a ulaşarak, Hitit Kralı i.şuppiluliuma"a sığındığı görülür.

    Usta siyâsetçi Hitit kralı, o sıralarda büyümekte olan Assur Krallığı"ın, gelecekte ülkesi için bir tehlike oluşturabileceği ihtimalini göz önünde bulundurarak, Mattivaza"ı güzel bir şekilde karşılar ve ona kızını da vererek Mitanni Krallığı"ı kendine bağlı bir tampon devlet halinde yeniden kurar.

    I.şuppiluliuma"ın işini sağlama bağlamak için, Mattivaza (saltanatı M.Ö. 1350-1320) ile M.Ö. 1350 yılında bir de antlaşma yaptığı görülür. Yemin Tanrıları arasında yer alan Harranlı Sin (Ay) ve şamaş (Güneş)"n da şahit tutulduğu bu antlaşmada Hitit Kralı şöyle der:

    Kral Tuşratta"ın oğlu Mattivaza"ı elinden tuttum ve onu babasının tahtına oturtacağım. kızımın hatırı ve büyük bir ülke olan Mitanni mahvolmasın diye büyük Hitit Kralı, bu ülkeyi yeniden canlandırdı. Tuşratta"ın oğlu Mattivaza"ı elinden tuttum ve kızımı ona eş olarak verdim. Mattivaza kral olduğuna göre, Hitit ülkesi kralının kızı da Mitanni ülkesinde kraliçedir. Sen ey Mattivaza, kızımın üzerine başka kadın alma ! Ona, başka bir kadın eşdeğer duruma gelmesin; kızımı ikinci kadın derecesine indirme. Mattivaza, gelecekte benim oğullarımın gerçek kardeşi ve eşitidir. Mattivaza"ın çocukları da benim çocuk ve torunlarımın eşiti olacaktır. Hitit ve Mitanni ülkesinin halkı, gelecekte birbirlerine kötülük etmeyeceklerdir..... Hitit ülkesi kralı savaşa giderse, Mitanni kralı da onunla gidecektir. Mitanni"in düşmanı olan Hitit"n de düşmanı olacaktır. Hitit"n dostu olan Mitanni"in de dostu olacaktır."

    Görüldüğü gibi, Hitit kralına adeta bağımlı bir durumuna gelen Mattivaza, Hattuşaş"an gelen emre göre, hareket etmeye mecbur bırakılır. Bu durum karşısında Mitanni Krallığı da doğal olarak gerilemeye ve çökmeye başlar.

    Kısa bir süre sonra Hitit kralı i.şuppiluliuma oğlu Piyassili"i ve damadı olan Mattivaza"ı eski bir Mitanni kenti olan Kargamış üzerine gönderip, orayı ele geçirmelerini sağlar. Bunlar daha sonra Vaşşuganni üzerine giderken, bu arada Harran" da alarak kendilerine bağlarlar. Harran"n bu sıralarda kimlerin elinde bulunduğu bilinmiyor.

    I.şuppiluliuma"ın M.Ö. 1345 yılında bulaşıcı bir hastalık sonucu ölmesi üzerine; Arzava, Kizzuvatna ve Mitanni gibi Hattuşaş"n egemenliğinde olan devletler, hâkimiyetlerini ilan ederek istiklâllerini tekrar kazanırlar.

    Mitanni-Hanigalbat Ülkesinin Assur" Tabi Oluşu

    Assur Kralı i.Adad-Nirari (saltanatı M.Ö. 1307-1274), Hitit etkisinin gittikçe arttığı Mitanni-Hanigalbat bölgesini ele geçirmek amacıyla hazırlıklara başlar. Ancak Mitanni Kralı i.şattuara (saltanatı M.Ö. 1320-1300) daha önce davranıp Assurlular üzerine yürür. Ancak büyük Assur gücüne yenilerek esir düşer (M.Ö. yak. 1305) ve ancak yapılan görüşmeler sonucu her yıl vergi vermek suretiyle ülkesine dönebilir .

    I.Adad-Nirari, Hanigalbat sorununu kesin bir şekilde çözmek için son kez ordusuyla oraya yürür. Mitanni Kralı Vasaşatta (M.Ö. 1300-1280), Hitit Kralı III.Hattuşili'den (saltanatı M.Ö. 1275-1250) acil yardım isterse de Hitit Kralı ona yüz vermez. Böylece Assur ordusu karşısında tek başına kalan Vasaşatta, bütün kuvvetlerini Kargamış ile Harran arasındaki irridu denilen yerde toplayarak hazırlığını tamamlar. M.Ö. 1275 yılında yapılan savaşta yenilen Vasaşatta, ailesinin bütün fertleriyle zincire vurularak Assur" götürülür. Bu tarihten itibaren Mitanni Krallığı tarihe karışır. Kısmen Hanigalbat ülkesi ve bölgemiz Assur"n hâkimiyetine girer. Hanigalbat"n tümünün ele geçirilmesi M.Ö. 1270 yılında Assur Kralı I.Salmanassar (saltanatı M.Ö. 1274-1245) tarafından sağlanır. Hurri-Mitanni aşiretleri ise, zamanla yurtlarına dolacak Samiler arasında eriyip gideceklerdir.

    Harran"aki konik evlerin, Hurri mimari geleneğinin günümüze yansımış örnekleri olabileceğini tahmin etmekteyiz. Hurriler, atı besleme, terbiye etme, evcilleştirme ve arabada kullanma konusunda oldukça ileri bir tekniğe sahiptiler.

    Anadolu"a, Hitit Krallığı"ın M.Ö. 1200 yıllarında beklenmeyen bir zamanda birden bire yıkılması üzerine, Assurlular yeniden batıya doğru ilerlemeğe başlamışlardı; ancak bu kez karşılarında Arâmiler kalmıştı.





    V) ARÂMİLER ve ASSUR KRALLIĞI DÖNEMi (M.Ö. 1270-610)


    Arâmi-Assur Çekişmesi


    Güneydoğu Anadolu M.Ö. 1000 yıllarında büyük bir Arâmi göçüyle karşı karşıya kalır. Arâmiler güneyden kalkıp büyük kentlere akın etmeye başlarlar. Sami kavimlerinin üçüncü büyük göçünü oluşturan Arâmi göçleri uzun yıllar sürer; nihayetinde Göçebe Arâmiler (Ahlamu Aramaye) Yukarı Mezopotamya"a birçok Arâmi devleti kurmaya muvaffak olurlar. Bunlardan Bit-Adini, Urfa bölgesini içine alıyordu.

    Assurlular, batıya doğru ilerlemelerine engel olan Arâmiler"n çoğalmalarını engellemek için birçok imha seferleri düzenlerler, ancak başarılı olamazlar. Assur Kralı II.Adad-Nirari'nin (saltanatı M.Ö. 911-891), Fırat ve Dicle vadilerine yaptığı M.Ö. 894 yılındaki seferinde Habur ırmağı yürüyüşü sırasında, Harran"n önünden geçtiği, oradan vergi ve haraç aldığı görülür.

    III.Salmanassar (saltanatı M.Ö. 858-824), M.Ö. 875-855 yıllarında düzenlemiş olduğu üç seferde; Bit-Adini Devleti"i ortadan kaldırır ve civarıyle birlikte bölgemizi de bir Assur eyâleti durumuna getirir. III.Salmanassar"n ihtiyarlık döneminde Assur Devleti"e isyân eden kentlerin arasında Huzirina (Sultantepe) da bulunuyordu.

    Urartu Krallığı'nın Bölgemizdeki Hezimeti


    M.Ö. IX. yüzyılda Van Gölü civarında kurulmuş olan Urartu Krallığı, sınırlarını kuzeyde Kafkas ötesine, doğuda kuzeybatı iran içlerine, batıda Malatya çevresine, güneyde de Urfa-Halfeti yakınlarına kadar genişletmişti. Urartu Krallığı ömrü olan 300 yıl boyunca Assur Devleti"in en büyük rakibi olmuştur. Urartu krallarından i.şarduri (saltanatı M.Ö. 840-830) ve işpuini (saltanatı M.Ö. 830-810) bir müddet Yukarı Mezopotamya"ı hâkimiyetleri altında tutmuşlardır. Kaynaklara göre III.Salmanassar, i.şarduri"e karşı yedi kez sefer düzenlemiştir. Bu arada Assur Kralı V.Assur-Nirari'nin (saltanatı M.Ö. 753-746) Arâmi asıllı Arpad Kralı Matti"l ile bir ittifak anlaşması imzaladığı ve bu anlaşmada Harran kentinin koruyucusu olan Ay Tanrısı Sin"n de şahit tutulduğu görülür.

    Assur Kralı III.Tighlatpileser (saltanatı M.Ö. 745-727), M.Ö. 743 yılında Urartu meselesini halletmek için ordusuyla batıya doğru hareket ederek, dört Suriye ülkesi (Bit-Agusi, Melida [Malatya], Gurgum [K.Maraş] ve Kummuhu [Kommagene, Adıyaman]) ile birleşmiş olan Urartu ordusunu, Urfa"ın batısındaki Halfeti ilçesinin kuzeyinde yer alan ve Arpad (Tell Rıfad) denilen yerde yapılan bir savaşta perişan ederek birçok esir alır.

    Assur Krallığı'nın Bölgemizdeki Hakimiyeti


    Bu zaferin sonucunda; Kuzey Suriye ve bölgemiz tekrar Assur"n hâkimiyetine girer ve yöredeki tüm kent devletleri kralları; Assur" vergi ve haraç vermek zorunda kalırlar.

    Harran ve çevresinin, bu dönemde Bel-Pihati ünvanlı bir vali tarafından yönetildiği ve Till Barsip (Tell Ahmar) kentinde oturan Turtanu adlı büyük vezire bağlı olduğu görülür. Urfa"ın 21 km. doğusunda bulunan Duru kenti de ayrı bir idari bölge (Urasi"ik) olarak yönetilir.

    Assur Kralı Asarhaddon (saltanatı M.Ö. 680-669), M.Ö. 671 yılında Mısır"n ele geçirilmesi ile sonuçlanan sefere giderken, Harran kenti dışında bulunan ve sedirden yapılmış Ay Tanrısı Sin Tapınağı" uğrar ve ondan yardım diler. Zaferden sonra da tanrıyı ödüllendirmek için küçük çapta restorasyonlar yapar.

    Mezopotamya"ın en eski ve ünlü tanrısına ait tapınağın yeniden yapılması, Asarhaddon"n oğlu Assurbanipal'in (saltanatı M.Ö. 668-626) döneminde gerçekleşir.

    Harran"aki Tanrı Sin Tapınağı"ı yeniden yaptıran Assurbanipal, bir yazıtında küçük kardeşi Assur-etil-şame-irsitim-ballitsu"u, Sin rahibi yaptığını şöyle anlatır: ....... En küçük kardeşim Assur-etil-şame-irsitim-ballitsu"u, Harran"a oturan Sin"n huzurunda, Urigallu rahipliği için takdis ettim.





    VI) KELDÂNİ (YENİ BABİL), MED-PERS, MAKEDONYA ve SELEUKOS KRALLIKLARI DÖNEMİ (M.Ö. 610-132)

    Keldâni, Med ve Pers ittifakı

    Assurlular"n bu ezici güçleri, Assurbanipal"n M.Ö. 626 yılındaki ölümünden sonra pek uzun sürmez. Assur"n korkunç idaresi altında inleyen uluslar, intikam hırsıyla silaha sarılırlar. Bunların başında iskitler, Keldâniler, Med ve Persler bulunur.

    M.Ö. 614 yılında Med Kralı Keyaxares (saltanatı M.Ö. 635-584), Babilli Nabupolassar ile birleşerek, imparatorluğun eski başkenti Kalhu"u zapt ve tahrip eder. Bundan iki yıl sonra da, yine aynı iki kral bir kısım göçebe iskitli"in de desteğiyle imparatorluğun başkenti Ninova"a saldırırlar. Üç aylık bir kuşatmadan sonra, kenti ele geçirerek son kral Sin-şar-işkun'u (saltanatı M.Ö. 623-612) öldürürler. imparatorluk ülkesi Medler ve Keldâniler arasında paylaşılır. Bu büyük yıkım ve kuşatmadan kurtulan Assur ordularının bir bölümü, Harran" gelip burayı Assur"n yeni başkenti yaparak son Assur prensi Assuruballit" de kral ilan ederler. Ancak, bu yeni Assur Devleti iki yıl gibi kısa bir süre sonra, Medler"e ortaklaşa hareket eden Babil Kralı tarafından tarih sahnesinden silinir. Bu arada Harran"aki Tanrı Sin Tapınağı da Harran" ele geçiren istilacı Medler tarafından tamamen yakılıp yıkılır.

    Nabukadnezzar tahta geçtiği zaman, Keldani etkisi Sinear ile Elam"n Susa mıntıkasına ve Kuzey Suriye"e ulaşmıştı. Assur kenti Medlerin, Harran da Medler" tabi Umman-Mandalar"n elinde bulunuyordu.

    Medler'in Bölgedeki Kısa Hakimiyeti


    Med Kralı Keyaksares" Batı Anadolu"aki Lidya Krallığı ile Anadolu"u paylaşma pazarlığına oturacak kadar güç kazandığı görülür. Böylece batı sınırlarını güvence altına alan Medler, doğuya yönelerek zayıf bir durumda olan Urartu Krallığı"ı da kısa sürede çökertirler. Ancak sadece yağmacılık ekonomisine dayanan Med üstünlüğü maalesef uzun ömürlü olamaz. Bu arada Harran bölgesinin Keldani Krallığı"ın eline geçtiğini görüyoruz.

    Harranlı bir rahibenin oğlu olduğu sanılan son Keldani Kralı Nabuna"d (saltanatı M.Ö. 556-538), Pers Kralı Kyros (saltanatı M.Ö. 559-530) ile Medler" karşı birleşir ve üç yıl sonra Medler" yener.

    Keldâniler 'in Bölgedeki Kısa Hakimiyeti


    Nabuna"d muhtemelen M.Ö.550 yılında bir fırsatını bulup 54 yıldan beridir harabe halinde bulunan Harran"aki Tanrı Sin Tapınağı"ı yeniden restore ettirir (Bu restorasyon büyük çaplı olup ancak beş yılda tamamlanabilmiştir) ve tapınak son şekliyle islâm dönemine kadar ulaşır.

    M.Ö. 540 yılında başlayan Pers saldırıları, bir yıl sonra Kral Kyros"n Babil" girmesiyle sonuçlanır ve Keldâniler (Yeni Babil) Krallığı da artık tarihe karışmış olur.

    Persler'in Bölgedeki Hakimiyeti


    Kaynaklara göre, Urfa ve Harran bu dönemde Babil ve Suriye Satraplığı"a bağlanmış ve Satrap Gobryas"n idaresine verilmiştir.

    Bu dönemde bölgemizin dili olan Arâmi dili ve yazısı, Yakın Doğu ve Anadolu"un tümüne sahip olan Pers imparatorluğu"un resmi dili ve yazısı olarak kabul edilmiştir.

    Pers Kralı i.Darius (saltanatı M.Ö. 522-486) döneminde bölgemiz Babilonya Satraplığı içine alınmıştır.

    Persler, Fırat ile Dicle nehirleri arasındaki geniş ve bereketli toprakları ekip biçerek bölgedeki ziraati canlandırırlar. işlenen bu arazileri de savaşlarda üstün başarı gösteren subaylara dağıtırlar. Bu asker-soylular aynı zamanda yörenin yeni yöneticileri olurlar. Persler din önderlerine de toprak bağışlayıp ayrıcalıklar tanıyarak, bunların kendilerinden yana tutum almalarını sağlarlar, ancak kıyılardaki eski koloni kentlerine söz geçiremeyen merkezi Pers yönetimi, bu kentlerde biriken ticaret gelirlerinden yoksun kalınca, imparatorluk ekonomik bunalım içine düşer. Bu fırsatı değerlendiren Makedonya Krallığı, iskender önderliğinde Anadolu"a girer. Pers orduları önce M.Ö. 334"e, ardından da M.Ö. 332"e Hatay"n issos (Dörtyol) yakınlarında yenilince Urfa'yı da içine alan Güneydoğu Anadolu bölgesi Makedonyalılar"n eline geçer.

    Makedonyalılar Urfa Bölgesinde


    Bu dönemde Urfa bölgesinin Osrhoene adıyla çağrıldığını, bölgemiz ve Mezopotamya"ın Yunan kültürüyle tanıştığını görüyoruz. Birçok Makedonyalı ve Yunan asıllı ahali ve tüccar bölgeye yerleşir ve bu arada Harran Mygdonia adını alarak buradaki tanrılara Yunanca isimler verilir. Böylece Doğu ve Yunan kültürleri arasında meydana gelen kaynaşma sonucu Hellenizm kültürü bölgeye hakim olur. Bu kültürde yine Arâmi dili ve kültürünün önemli bir etkisi görülür. ileride görüleceği gibi, Urfa zamanla Hıristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri haline gelirken, Harran putperest ve Hellenizm kültürünün en büyük merkezlerinden biri olmaya devam edecek ve bundan dolayı kilise babaları tarafından Putperest Kenti nlamına gelen Hellenopolis adını alacaktır.

    Yunan kültürünü benimseyen bölgemiz ahalisi Arâmiler, bu kültürü daha sonra Araplar" aktarma görevini de üstleneceklerdir.


    İskender, Güneybatı Asya"a doğru fetihlerini sürdürürken Güneydoğu Anadolu"u generallerine bırakır. M.Ö. 13 Haziran 323 yılında beklenmedik bir zamanda, bilinmeyen bir sebepten dolayı, genç yaşta ölmesi üzerine, generaller arasında imparatorluğu paylaşma savaşları başlar. Savaşların bitiminde yapılan antlaşmada satraplıkların değil de, bölgelerin bölünmesine karar verilir. Yukarı Asya satraplıklarının bir bölümüyle Babylonya"a sahip olan General Seleukos Nikator (Galip) M.Ö. 306 yılında krallığını ilan eder.

    Seleukoslar'ın Bölgemizdeki Faaliyetleri


    I.Seleukos Nikator, 5 yıl önce yapmış olduğu savaşlar neticesinde topraklarını biraz olsun genişletmiş ve bu esnada Harran" da uğramıştı. Seleukos Nikator bu başarılı faaliyetleriyle Pers imparatorluğu'un kalıntıları üzerine yükselecek olan yeni bir devletin temelini atmış oluyor ve. başkentini de Babilonya"an Dicle kıyısında kurduğu Seleukeia kentine taşıyordu.

    Urfa, bu dönemde Arâmiler tarafından Urhay olarak çağrılıyordu. M.Ö. 302 yılında I.Seleukos Nikator tarafından eski bir yerleşim alanının kalıntıları üzerine yeniden kurulan Urfa, Suları bol anlamına gelen Edessa ismini alır. Edessa o dönemde Makedonya"ın başkentinin adı idi; ancak Urfa"ın o dönemde sulak oluşu ve yeşilliğinin bolluğundan dolayı Edessa"a benzediği için bu isim verilir.

    Bu tarihlerde Mezopotamya"a Edessa"an başka birçok askeri koloniler ve kentler kurulur. Bunlardan birkaçı Osrhoene (civarıyla birlikte Urfa bölgesi) bölgesinde bulunuyordu. Kurulmuş olan bu kentlerden Karrai (Harran), Makedonopolis (Birecik), Nikephorion (Rakka) ve Anthemusia (Suruç) bölgemiz için oldukça önemli idiler.

    Seleukos Kralı II.Antiokhos Teos, M.Ö. 261 yılında tahta geçtiğinde doğudaki eyâletler merkezden ayrılmış, buralarda Parth ve Baktriyan krallıkları kurulmuştu.

    III.Suriye Savaşı olarak anılan savaşlar esnasında, Mısır Firavunu Ptolemaios Evergetes Seleukos ordusunu yenerek Fırat" aşar, Mezopotamya"a girerek kuzeye doğru ilerler. M.Ö. 245 yılında Urfa bölgesini de ele geçirir. Seleukos Kralı Kallinikos, ancak kuzey komşusu Pontus Kralı ile anlaşarak Antakya ve Urfa yörelerini geri alabilir. Bu olaydan sonra Seleukoslar"n Akdeniz kıyılarındaki üstünlükleri de sona erer.

    M.Ö. 140 yılında Zagros Dağları civarında yapılan Parthlar ve Seleukoslar çarpışması sonucunda Seleukoslar iran ve Mezopotamya'yı kaybederler ve başkentlerini Antakya'ya taşırlar.

    Bu dönemde Urfa'daki Balıklıgöl, Seluk Gölü ve daha sonra Seleukos Gölü olarak bilinir.
#20.12.2005 23:13 0 0 0
  • I) OSRHOENE (EDESSA) KRALLİĞİ DÖNEMi (M.Ö. 132-M.S. 244)


    Seleukosların giderek zayıflaması sonucu, Urfa bölgesindeki etkilerinin azalmasını fırsat bilen, belki de bölgedeki otorite yetersizliğini değerlendiren Arâmi asıllı Süryâniler, aşiret reisi Aryu (Arslan) önderliğinde Osrhoene Krallığını ilan ederler (M.Ö. 132). Böylece Urfa bölgesi tarihte ilk kez kendine özgü bir krallığa kavuşmuş olur. Başkent ise merkezi Urfa olan Edessa idi. Yunanlı tarihçiler bu krallara Phylark veya Topark yani Kent Kralı diyorlardı.

    Roma Ordusunun Hezimeti


    M.Ö. 53 yılında Romalı General Crassus, Parthlara karşı zafer kazanmak amacıyla Suriyeye gelir. Civarda birkaç kenti zapteder ve bazı birlikleri yenmek suretiyle imparator ünvanını almak için acelece Fıratı geçer ve Rakka üzerinden Harrana doğru giderken, Parth süvarileri tarafından Harranda etrafı çevrilir. Tuzağa düşürülen Roma ordusu büyük kayıp verir ve General Crassus da esir düşer. 50.000 kişilik Roma ordusundan pek azı kaçarak Fırat boylarına ulaşır.

    Hıristiyanlığın Kabul Edilmesi ve Abgar Efsânesi


    M.Ö. 4 ile M.S. 7 tarihleri arasında ilk kez 10 yıl hüküm süren V. Abgarın 13-50 yılları arasındaki 37 yıllık ikinci saltanat devresinin Hıristiyanlık tarihi açısından çok önemli bir yeri vardır. Hıristiyanlık gelmeden önce, bütün Mezopotamya halkı ilâhi sistemi reddetmiş ve atalarının dini olan putperestliğe geri dönmüşlerdi. Ay, güneş, yıldız ve gezegenlere tapıyorlar; bundan başka kendilerinin çıkarmış oldukları birçok şeye tanrılık isnad ederek tapınıyorlardı. Bu inanç-Ay Tanrısı Sin inancı-Urfa bölgesinde de hakim idi. Bu döneme ait inanç motiflerini ve yazılarını Urfanın 65 km. güneydoğusundaki antik Soğmatar kentinde görebilmek mümkündür.

    Efsaneye göre; V.Abgar ilk Hıristiyan kraldır ve Hz.isanın ölümünden hemen sonra, Hıristiyanlığı kabul etmiş ve kendi halkına da benimsetmiştir. Bu konu ile ilgili efsane şöyledir. Edessa Kralı V.Abgar Ukkama, o sıralar cüzzam hastalığına yakalanmış ve bundan dolayı oldukça ızdırap çekiyordu. Kral, Hz.isanın hastaları iyileştirdiğini duymuştu; ancak çok hasta olduğundan dolayı bizzat Kudüse gidemiyordu. Hannan adındaki bir kuryesini, ona inandığını ve yeni dinini öğrenmek istediğini belirten bir mektupla Hz.isa'ya gönderir ve onu Urfa'ya davet eder. Bu kurye aynı zamanda becerikli bir ressamdır. Hannan, Hz.isaya götürdüğü mektubu sunduktan sonra yüksek bir yere çıkarak onun portresini yapmayı dener, ancak bir türlü başarılı olamaz. Bunu sezen Hz. isa, yüzünü yıkar ve kendisine uzatılan bir mendille yüzünü silip Hannana verir. Hz. isanın yüzünün resmi, mendile çıkmıştır. Hannan bir mektupla birlikte bu mendili de alarak Edessaya döner.

    Hz.isa, Edessa Kralı V.Abgar Ukkamaya gönderdiği mektupta şöyle demiştir:

    Ne mutlu sana Abgar ve Edessa adındaki kentine ! Ne mutlu beni görmeden bana inanmış olan sana ! Çünkü sana devamlı sağlıklılık bahşedilecektir. Senin yanına gelmem hususunda bana yazdıklarına gelince; bilesin ki, görevlendirilmiş olduğum herşeyi burada tamamlamak ve bu işi bitirdikten sonra beni göndermiş olana, Babaya dönmem gereklidir. Sana ızdıraplarını (hastalıklarını) iyileştirmek; sana ve seninle beraber olanlara ebedi yaşam ve barış bahşetmek, ayrıca senin kentine dünyanın sonuna kadar düşmanlar tarafından boyun eğdirilmemeyi sağlamak üzere havarilerimden birisini, Thomas da denilen Addayı göndereceğim. Amin. Efendimiz Christonun mektubu.


    Bu mektubun Yunancası Urfada antik çağdan kalma bir mağaranın girişi üzerine kazınmıştır. Mağara ve mektuptan herhangi bir kalıntı maalesef günümüze ulaşmamıştır.

    Edessa Kralı V.Abgar, Hz.isanın portresi gözüken kutsal mendil (Hagion Mandylion) sayesinde sağlığına kavuşmuş ve daha sonra bu mendili bir tahtaya gerdirerek kentin giriş kapısında bir niş içine koydurmuştur. Bu kutsal mendil, yüzyıllarca Hıristiyan sanatında, Ortaçağın Bizans-islâm ilişkilerinde önemli ve büyük bir rol oynamıştır. Ayrıca bu mektubun nüshaları çoğaltılarak muska şeklinde buraya gelen ziyaretçilere verilmiştir.

    Çeşitli Olaylar


    M.S. 114 yılında Roma imparatoru Trajanus, kışlamak üzere Suriyeye dönerken Urfaya uğrar. Kral VII.Abgar, (saltanatı 109-116) imparatoru kentin dışında hediyelerle karşılar.

    Urfalılar, 116 yılında Mezopotamyanın genelinde çıkan isyâna katılarak Roma garnizonlarını kılıçtan geçirirler ve kovarlar. Ancak Urfa halkı bu isyânın bedelini ağır bir şekilde öder; kent kuşatılarak zaptedilir, ceza olarak kan ve ateşe boğulur. VII.Abgarın da saltanatı son bularak Urfa, Roma himâyesine girer. Bu himâye imparator Trajanusun 117 yılındaki ölümüne kadar devam eder.

    163 Yılında iki büyük güç olan Roma ve Parth kuvvetleri arasında Ermenistan Krallığı yüzünden çıkan bir anlaşmazlık sonucu, Osrhoene ve Mezopotamya Romalılar tarafından zaptedilir. Birecik yakınında başlayıp Romalıların galibiyetiyle sonuçlanan zor savaşlardan sonra Urfa kuşatılır. Urfalılar kentteki Parth garnizonundakilerini öldürerek kenti Romalılara teslim ederler. Bu esnada Urfa tahtında Kral Vail bar Sahru (saltanatı 163-165) bulunuyordu.

    Bölgemizin Roma Himayesine Girişi


    Urfa, 165 yılında Romalı General Avidius Cassius tarafından kuşatılır ve kentte katliam yapılır. Bunun devamında ise Urfa ve Harran birkez daha Roma himâyesine girer. Bu himaye ilerde görüleceği gibi krallığın 244 yılındaki yıkılışına kadar sürecektir.

    166 Yılında bir barış antlaşmasıyla Urfa Kralı VIII.Manu, Romanın bir müvekkili olarak Philoromaios adıyla tahta iade edilir.

    Roma, imparatorluğun her tarafında (Urfa bölgesi de dahil) topraklarını korumak için karakollar kurar. Özellikle bu karakollar, Doğu'da iranlılar ve bedevilerin akın ve baskınlarını kontrol altında tutuyordu. Bu amaçla imparator Septimius Severus, 197 yılında Parthlar'a karşı bir askeri sefer esnasında Halfeti ile Urfa arasında, Eski Hisar, Büyük Keşişlik ve Ank Köyü'nde birer kale, Uzunburç, Tatburcu, Sayburç, Beyburcu ve Kızılburç'da ise birer gözetleme kulesi yaptırır. Bu tür yapılar daha çok Halfeti-Suruç ve Urfa üçgenindeki alanda yapılmış olup, kalıntılarını görebilmek mümkündür.

    Urfa Tarihindeki ilk Su Baskını


    201 Kasımında Urfa tarihinin ilk büyük su baskını meydana gelir. Bu tufanda 2.000den fazla insan boğularak veya enkaz altında kalarak can verir. Bundan başka kentteki Hıristiyanlar Kilisesi ve Kraliyet Sarayı da yıkılır. Bu olaydan sonra Kral VIII.Büyük Abgar (Manu oğlu), yazlık ve kışlık olmak üzere iki saray yaptırır. Kışlık saray kalede yapılmıştır.

    Çeşitli Olaylar


    Roma imparatoru Antoninus Caracalla 213 yılında Mezopotamya Seferinden dönerken Urfa Kralı X.Abgar Severus ve oğullarını zincire vurup Romaya götürür ve orada öldürtür. Başsız kalan Osrhoene Eyâleti 214 yılının Ocak ayında imparator tarafından bir kez daha, Roma kolonisi haline getirilir. Aynı imparator 8 Nisan 217 tarihinde Harrandaki Tanrı Sin Tapınağını ziyaretten dönerken Urfa ile Harran arasında bir yerde askerleri tarafından öldürülür.

    Nisan 214den 240 yılına kadar IX.Ma`nu, Urfa Kralı ünvanına sahip olmuş, ancak onun bir Roma sömürgesi haline getirilen Urfada artık hiçbir hüküm ve etkisi olmamıştır.

    Urfa kalesindeki kenger yapraklarıyla süslü korint başlıklı iki sütundan, doğudakinin kitabesinde geçen Manu'nun bu kral olduğu tahmin edilmektedir. Adı geçen inşa kitabesi şöyledir:

    "Ben askeri ko[mutan] Barş[......]'ın oğlu Aftuha. Bu sütunu ve üzerindeki heykeli Veliaht Prens Ma'nu kızı, [...........]'nun eşi, hanımefendim ve [velinimetim] Kraliçe şalmet için yaptım."

    Sâsânilerden Erdeşir ve I.Şahpur, Romalılar ile Urfayı anlaşmazlık konusu yapınca, imparator III. Gordianus, hânedanın bir üyesini bir kez daha kral tayin eder. 242-244 yılları arasında Urfada XI.Abgar Ferhad kral idi. Roma imparatorunun öldürülmesi üzerine yerine geçen Philippus Arabs, Sâsâni Kralı I.Şahpur ile anlaşmayı tercih ederek Mezopotamyayı Sâsânilere terketmek üzere bir anlaşma yapar. Ancak bu tatbik edilmez ve Mezopotamyanın yine Romalıların elinde kalmış olmasına rağmen Osrhoene Krallığı kesin bir şekilde tarihe karışır. Bu arada üç yıl önce Sâsânilerin eline geçmiş olan Harran da tekrar Romalıların hâkimiyetine geçer.

    Son Urfa Kralı Xi.Abgar Ferhad, 244 yılında Romaya dönmüş ve orada ölmüştür. Kendisinin ve karısı Hoddanın mezarları halen Romada olup tarihçiler tarafından ziyaret edilir.

    376 yıl süren bu Urfa Süryâni Krallığı, çok zengîn bir inanç, geniş bir dil, sanat, edebiyat ve kültüre sahip idi. incil, Yunan dilinden Süryâni diline ilk defa Urfada çevrilmiştir.

    Edessa kültürü, Yunan, iran ve Arâmi-Süryâni kültürlerinden oluşmuştur.

    Kentte, Yunan-Roma üslubunda bezenmiş 30 civarında renkli taban mozaiğ, kent içinde ve civarında bulunmuş Estrangela (Doğu Süryânicesi) türü Süryânice kitabeler ve kaya mezarları hep bu döneme aittir. Bu mozaiklerin büyük bir kısmı yurt dışına kaçırılmış, bir kısmı da bazı müzelerde sergilenmektedir. Kent içinde ve civarında bu döneme ait 4-5 mezarlık bulunmaktadır.





    II) ROMA İMPARATORLUĞU DÖNEMİ (244-395)


    İlk Hıristiyan şehitleri


    Roma hâkimiyetinde bulunan kentte, şehrin ileri gelen Hıristiyan büyüklerinden şarbil ve Barsimya, 250 yılında Hıristiyanlara yapılan takibatlardan dolayı Roma imparatorunun emriyle yakalanarak şehit edilirler. Bunlar bugün şehitlik Mahallesi denilen yere gömülürler ve bu civarda daha sonra küçük bir kilise de yapılır.

    İmparator Valerianus'un Bölgemizdeki Esareti


    Sâsâni Kralı i.şahpur, 253 yılında Ermenistanı işgal ettikten sonra Mezopotamyaya girer; ancak müstahkem kentler, başta Urfa olmak üzere kendilerini iranlılara karşı savunurlar. Bu arada yeni imparator Valerianus, çok sıkışık bir durumda olan Urfaya yardım etmek üzere Fıratı geçmiştir. Valerianus, 260 yılı başında i.şahpur tarafından kuşatılmış olan Urfayı kurtarmaya çalışırken, tedbirsiz davranarak iranlıların eline düşer ve esarette ölür. Buna rağmen Urfa, teslim olmayarak kendisini başarıyla savunur.

    Çeşitli Olaylar


    Mayıs 303 yılındaki bir su baskını ile kentin surları ikinci kez yıkılır.

    310 Yılında yine Urfanın ileri gelen din büyüklerinden Habbib, şmona ve Gurya, imparator Konstantinusun takibatları sonucu şehit edilirler.

    359 Yılında Roma imparatoru Konstantinus, bir Osrhoene vilayeti oluşturarak, Edessayı buranın başkenti yapar. Aynı yıl içinde Sâsâni hükümdârı II.şahpur'un Roma hâkimiyetindeki Diyarbakır'ı kuşatması esnasında öldürülen 400 askerin anısına imparatorun emriyle Urfa'da heykelleri dikilir.

    Eylül 373de Roma imparatoru Valens (saltanatı 364-378) Urfaya gelerek, Süryâni Ortodoksları kentten sürer.

    Roma imparatorluğu 395 yılında Doğu ve Batı olarak ikiye bölünür; Osrhoene vilayeti Doğu Roma'nın yani Bizans'ın hâkimiyetine girir.

    Romalılar zamanında Zeugma, stratejik konumu nedeniyle önemli bir kent idi. Bu sırada Roma'nın 4. Skitia Lejyonu burada bulunuyordu. Bugün Birecik Barajı suları altında kalan ve "Belkıs Harabeleri" adı ile bilinen Zeugma'da, geçtiğimiz yıllarda Gaziantep Müzesi başkanlığında Türk ve yabancı arkeologlar tarafından kurtarma kazıları yapılmış, başta mozaikler olmak üzere çıkarılan çok sayıdaki kıymetli eser, Gaziantep Müzesi'ne götürülmüştür. yapılan çok hızlı bir kurtarma çalışması halen devam etmektedir.

    Sultantepe'de yapılan kazılarda IV. katta Roma dönemine ait kitabeli bir hamam kalıntısı bulunmuştur.





    III) BiZANS iMPARATORLUĞU ve SÂSÂNİ KRALLIĞI DÖNEMİ (395-639)


    Doğal Afetler


    Urfa, Nisan 413 yılının Nisanında üçüncü kez su baskınına marûz kalır. Su baskını bu kez insan kaybına sebep olmaz, ancak büyük ölçüde maddi hasara yol açar.

    Diyârbakırlı Süryâni Rahip Mar Yeşuanın V. yüzyılın sonuna ait kroniğine göre; Bizans hâkimiyetinde bulunan Urfada halk, haftanın her günü akşamleyin erkenden belden aşağı bol elbiseler giyinip, üzerine de tülbentler sarınarak tiyatroya giderdi. Önlerinde kandiller ve buhurlar yanar ve bütün gece uyumadan dansöz Trimeriusu alkışlayarak şarkılar söylerdi. Bu eğlencelerin devam ettiği bir gün kentteki yazlık hamamın soğukluk dairesi ile iki direği çökmüş ve iki kişi ezilerek ölmüştür. Mar Yeşua, bu kazayı dini görevlerini yerine getirmeleri ve akıllarını başlarına almaları için Urfa halkına Allah tarafından verilmiş bir ihtar olarak değerlendirmektedir.

    Mayıs 499da kente büyük bir çekirge sürüsü gelir, ancak bunlar sadece yumurtalarını toprağa bırakarak kenti terkederler. Aynı yılın Eylül ayında ise oldukça şiddetli bir zelzele meydana gelir ve bu yer kaymasından dolayı kentin surlarında büyük bir yarık oluşur.

    499'da toprağa bırakılan yumurtalardan çıkan çekirgeler, 500 yılının Mart ayında halkın üzerine saldırır ve Urfanın bütün mahsulünü yutarlar. Uçmaya başladıkları sırada geniş bir sahaya yayılırlar ve geçtikleri bölgeleri çöle çevirirler. Nisan ayında kentte pahalılık; Haziran ve Temmuz ayında ise mahsul yetişmediğinden dolayı açlık ve kıtlık başlar. Halkın bir kısmı başka bölgelere göç eder; köydeki fakir, hasta ve yaşlı insanlar da dilenmek üzere kente akın ederler. Kentte yapılan ekmekler de halka yetmez. Açlıktan dolayı ölümler başlar, sokaklarda ve kemer altlarında kıvranarak ölenler gittikçe çoğalır.

    Vali Demosthenes imparatora gidip durumu arzeder. imparator da Urfanın haline acıyarak büyük miktarda para yardımı yapar. Kente gelen bu para ile büyük miktarda ekmek yapılır ve fakirlere dağıtılır. Ancak yoksulların bir kısmı, uzun süre açlık çektiklerinden dolayı ölüp giderler. Kıtlık Kasım ayında daha da şiddetlenir.

    501 Yılı Ocak ayında yerlerin buz tutmasından dolayı kıtlık ve açlık artık dayanılmaz bir hal alır. Yoksul halk geceyi sokaklarda ve kemer altlarında geçirdikleri için ölüm onları uyurken yakalar. Kent halkı sokakları dolduran ölüleri gömmekle baş edemez; çünkü mezarlıktan gelenler yeni ölülerle karşılaşırlar. Beş aydan beri devam eden bu açlık ve kıtlıktan dolayı 2.000 civarında insan hayatını kaybeder. 501 yılının ortalarına doğru üzümün bolluğundan dolayı halk biraz rahatlar

    İranlılar Urfa Bölgesinde


    Sâsâni Kralı i.Kubâd (saltanatı 488-531), 502 yılında Diyârbakırı kuşatırken kendisine bağlı Arap Hire Kralı Nu`man ibn-ül Esvedi Harran üzerine gönderir. Bir kısım Sâsâni kuvvetleri de Viranşehir tarafına gönderilirler. Buraya gönderilenlerin çoğu öldürülür, geriye kalanları da esir edilir.

    26 Kasım 502de Harrana ulaşan Nu`man, Harran ve Urfa civarında büyük yağmalar yapar, halkını da esir alır; ancak çok sağlam surlara sahip olan Urfaya giremez.

    I.Kubâd, 17 ve 24 Eylül 503 tarihlerinde Urfayı iki kez kuşatır ancak başarı sağlayamaz.

    Urfa'da Got Askerleri


    506 Yılı Nisan ayında, Sâsânilerle barış yapmak üzere Bizans ordusu ile birlikte Urfaya gelen çok sayıdaki Got askeri kentte yolsuzluk, ayyaşlık yapar, bununla da yetinmeyip, herşeyi tahrip ederek cinayet işlerler. Kentte büyük bir yönetim gevşekliği ve başıboşluk olduğundan bu yaptıkları yanlarına kalır. Bu tahribatı gören Bizans ordusu başkomutanı, askerlerini toplayarak hemen kenti terkeder.

    Dördüncü Su Baskını ve Karakoyun Deresinin Yapılması


    Nisan 525de dördüncü bir su baskını daha korkunç bir şekilde Urfa'yı yakalar. Akşam vakti olduğundan halkın bir kısmı yemek başında, bir kısmı da hamamlarda bulunuyordu. Süryâni Mar Yeşuaya göre, bu felâkette 30.000 insan ölür. Bu sayı kentin nüfusunun yarısı demekti. Bizans imparatoru Jüstinyen, kentin imarı ve kent içinden geçen Daysan (Skirtos, günümüzde Karakoyun) Nehrinin mecrasını değiştirmek için birçok mühendis ve işçi gönderir. Nehrin akış istikameti değiştirilir; suyun dere yatağından geçişini kontrol altına alan ve risk ihtimalini ortadan kaldıran küçük bir baraj daha doğrusu taşkın önleme duvarı da yapılır. Bu duvarın kalıntıları günümüzde mevcuttur. Bu arada kentin surları da sağlamlaştırılır.

    Sâsâniler Urfa Bölgesinde


    Sâsânilerle Bizanslılar arasında Eylül 532de bir barış antlaşması yapılır, ancak bu anlaşma 8 yıl sürer. Sâsâni krallarından i.Hüsrev Anuşirvan (saltanatı 531-578), bu antlaşmayı bozarak Mayıs 540da Halep, Antakya ve Humusu yağmalayıp ülkesine dönerken Urfaya gelir; kenti kuşatır ancak alamaz. 544 yılında ikinci kez şansını deneyen Anuşirvan, surlara çıkarılan Hz. isa'nın mucizevi portresinin yer aldığı kutsal mendilden (Hagion Mandylion) dolayı kenti ele geçiremez. Kenti düşmanlardan korduğuna inanan Anuşirvan, başına bir felâket gelmesinden korkarak kuşatmayı bırakıp geri döner.

    Bizanslı komutan Maurikios, 581 yılında Sâsâni ordusunu Viranşehir ve Rakka bölgesinde yenilgiye uğratır.

    Urfa, 603 yılında Sâsâni Kralı II.Hüsrev-i Perviz (saltanatı 591-628) tarafından işgal edilir. 610 yılında ise kent tamamiyle Sâsâni hâkimiyetine geçer. Bölgede artık Bizansın hiçbir etkisi kalmaz. Urfadaki iranlı yöneticilerin, halkın üzerindeki vergileri ağırlaştırdığı, kiliselerin altın, gümüş ve mermerlerini yağma ettikleri görülür.





    Urfa Yeniden Bizanslılar'ın Elinde


    Bizans imparatoru Herakleios, 628 yılında Sâsânileri yenince Urfa bölgesi ikinci kez Bizans hâkimiyetine geçer. imparator, Urfada Ortodoksluğu yeniden kurarak ileri gelen Yakubi ailelerini kentten sürer. Bu sırada kentin valisi Ioannes Kateas'tır
#20.12.2005 23:16 0 0 0
  • I) DÖRT HALiFE DÖNEMi (639-661)


    Urfa'nın Müslümanların Eline Geçmesi

    Halife Hz.Ömer tarafından şam ordusu komutanlığına getirilen iyâd b. /anem, 639 yılı içinde Elcezire üzerine gönderilir. iyâd, Ağustos ayında yanındaki ordusuyla Rakka üzerine yürür. Rakka ahalisi vergi vermeyi kabul ederek kurtulur. şam ordusunun öncü kolu Harran önüne gelir. Harran halkı, şam ordusuna önce Urfa üzerine gitmelerini; Urfa halkı ne gibi şartlarla barış yapmayı kabul ederlerse kendileri de o şartları kabul edebileceklerini söylerler. Bunun üzerine iyâd, Urfa önüne gelerek kentin teslim edilmesini ister. Urfa halkından birkaç kişi müslümanlara saldırmayı denerler, ancak baş edemeyeceklerini anlayarak tekrar kente kaçarlar. Kısa bir süre sonra barış ve aman isteğinde bulunurlar. iyâd, onlara bir mektup yazarak vergi vermek şartıyle anlaşma yapar. İyâd, daha sonra Harran kenti ile de aynı şekilde bir anlaşma yapar. Bölgenin diğer kentleri de islâm ordusu tarafından ele geçirilir.

    Araplar, Yukarı Mezopotamyayı burada oturan kabilelere göre; Diyâr-ı Mudar, Diyâr-ı Rabia ve Diyâr-ı Bekr olmak üzere üç kısma ayırdılar. Bunlardan Elcezire de denilen Diyâr-ı Mudarın merkezi Harran, diğer kentleri ise Urfa, Rakka ve Suruç idi. Diyâr-ı Bekrin merkezi Meyyafârikin (Silvan), diğer kentleri ise Amid (Diyârbakır), Mardin ve Erzen idi. Diyâr-ı Rabianın merkezi Nusaybin, diğer kentleri ise Sincar, Râs el-Ayn (Ceylanpınar), Beled, Dârâ, Habur, Cizre idi.

    Halife Hz.Osman, Humus ve Kınnesrini de Elcezire ile birlikte Muaviyenin idaresine vererek onu şam ve Elcezire valisi yapar. Dördüncü Halife Hz.Ali nin 661 yılında bir Harici tarafından öldürülmesi üzerine, Muaviyenin liderliğinde Emevi Devleti kurulur ve Elcezire de Emeviler'in hâkimiyetine geçer.





    II) EMEVİLER DÖNEMi (661-750)


    Çeşitli Olaylar


    667 yılının Kasım ayında bir gece yarısı gece yarısı, kentte yine büyük bir su baskını meydana gelir. Urfa tarihinde beşinci kez görülen bu afette yine surlar yıkılır ve binlerce insan suda boğularak ölür.

    3 Nisan 679da bölgede büyük bir deprem olur. Urfada birçok insan ölürken, Suruç da bütünüyle temelinden yıkılır. Bu depremde kentteki Hıristiyanların Eski Kilisesi de tahrip olur.

    718 yılında bir kez daha tekrarlanan depremde, Eski Kilise tamamen yıkılır ve birçok yüksek binada çatlaklar oluşur.

    Emevi Halifesi II.Mervân, (saltanatı 744-750) hilâfet merkezini şamdan alıp Harrana getirir. Bu antik kentte 10 milyon dirhem altın sarfederek bir hükümet sarayı yaptırır. Bugün kalıntıları ayakta olan Ulu Camii (Cami`ül Firdevs) yeniletir.

    II.Mervân, bundan başka bölgede kanallar açtırarak tarım ve ticareti geliştirir. Elcezire bölgesi onun devrinde altın çağını yaşar. Bu dönemde Urfa bölgesi ve özellikle Harran, devlete en çok vergi ödeyen yerler olur.

    Doğuda meydana gelen Abbâsi ihtilali, devletin sarsılmasına sebep olur. Abbâsilerin, iran ve Mezopotamyanın büyük bir kısmını ele geçirmeleri üzerine harekete geçen II.Mervân, ordusuyla onları Büyük Zap irmağı kıyısında karşılar. 750 yılında yapılan bu büyük savaşta II.Mervân yenilir, Elcezirenin tümü Abbâsilerin eline geçer.





    III) ABBÂSİLER DÖNEMİ (750- 990)


    Çeşitli Olaylar


    Harranı ele geçiren ordu komutanı Abdulah b. Ali, Elcezire bölgesine Musa b. Ka`bı vali tayin eder.

    Abbâsiler, Emevilere büyük zulümler ve katliamlar yaparlar, hatta mezardaki ölüleri bile bu yapılanlardan nasiplerini alır. Sonunda, o zamana kadar olaylara seyirci kalmak suretiyle kendi devletlerinin yıkılmasına yardım etmiş olan Suriye ve Elcezire Arapları isyân ederler. Bunlara Kays ve Kelb aşiretleri de katılır. Bu isyân 751 Temmuzunda Kınnesrin yakınında Abdullah b. Ali tarafından şiddetli bir şekilde bastırılır.

    Bu sırada, Elcezire, Doğu Anadolu ve Azerbaycan valisi, Halife Ebul Abbas el-Seffahın kardeşi Ebu Cafer el-Mansur idi.

    812 yılında, Amr ve Nasr b. şebes adlı kişiler tarafından başlatılan Elcezire isyânlarında Urfa, Harran ve Suruç yağma ve tahrib edilir. Bağdatta kritik bir durumda bulunan hilâfet, bunlarla uğraşamadığından, isyânlar 13 yıl sürer. Mart 825 yılında Abdullah adlı komutanın dört yıl süren faaliyeti sonucunda yakalanan Nasr b.şebes, Bağdata götürülerek idam edilir.

    835 yılında Urfada yedinci büyük su baskını meydana gelir. Batıdaki suru zorlayarak kente giren sular, caddelere ve avlulara dolar, evlerinde oturan 3 bin kadar insan boğularak can verir. Daha sonra doğudaki surları parçalayan sular güneye doğru akar.

    Kutsal Mendilin Bizanslıların Eline Geçmesi


    Bizansın Doğu Orduları Komutanı General ioannes Kurkuas, 943 yılında Urfa önüne gelerek, o sırada kentte saklanan Hz.isanın portresi gözüken kutsal mendili ele geçirmek amacıyla kenti kuşatır. Kısa bir süre sonra 200 müslüman esirin serbest bırakılması ve gelecekte kente saldırılmaması karşılığında yapılan anlaşma ile mendil Bizanslılara teslim edilir ve bu kutsal emanet Bizans'a (İstanbul) götürülür. Ancak 949 yılında Hamdânîlerin Halep kolu lideri olan Seyfüddevle Alinin Urfa halkıyla birlikte Bizans topraklarına saldırması üzerine bu anlaşma çiğnenmiş olur. Bizanslılar, 959 yılında Leon komutasındaki bir orduyu, Elcezire ve Urfa üzerine gönderirler. Bu ordu Urfaya saldırarak pekçok insan öldürür ve Müslümanlardan bazılarını da esir alır.





    IV) NÛMEYROĞULLARi VE MERVÂNÎLER DÖNEMi (991-1031)


    Harran'da Nûmeyri Emirliği


    937 yılından itibaren Musul Hamdânîlerinin elinde bulunan Harranda, hâkimiyet savaşları meydana gelmiş ve sonunda Harrandaki Hamdânî hâkimiyeti sona ermiş ve kent Halep sahibi Sa`düddevlenin eline geçmişti. Diyâr-ı Mudar ve Halep sahibi Sa`düddevlenin 991 yılında ölmesi üzerine Hamdânîlere bağlı valiler istiklallerini ilan ederler. Bu sırada Harran valiliği yapan Vessab b. Sabık el-Nûmeyri de Harran hâkimi olarak istiklalini ilan eder.

    Vessab b. Sabık, 1019 yılında ölünce yerine oğlu şebib geçer. Bu sırada Urfa, Nûmeyroğullarına bağlı Utayr adlı birisinin hâkimiyetinde idi. Onun kentteki naibi ise Ahmed b. Muhammed idi. Utayr, Ahmedi kıskanarak öldürür; bunun üzerine Urfalılar Diyarbakır Mervâni hükümdârı Nasrüddevle Ahmede mektup yazarak kenti teslim almak üzere gelmesini isterler. Nasrüddevle de, Zengî adındaki bir Türk komutanı, Urfayı teslim almak üzere gönderir. Utayr ise daha sonra Nasrüddevlenin huzuruna çıkarak Urfanın yarısının idaresini ele geçirmeye muvaffak olur. Ancak Zengî, Ahmed b. Muhammedin oğlunu teşvik edip Utayrı öldürtür. Bu olaydan sonra şubat 1027'de Nûmeyroğulları ile yapılan savaşta Zengî de öldürülür. Böylece Urfa tamamen Nasrüddevle Ahmedin hâkimiyeti altına girer.

    Urfa'da Mervâniler Hakimiyeti


    Nasrüddevle, kısa bir süre sonra kenti ibn Utayr (Utayr'ın oğlu) ile Nûmeyroğullarından şiblüddevlenin oğlu arasında paylaştırır. Ancak kent yine de huzur bulamaz, ibn Utayr şiblüddevlenin oğlunu öldürür. Daha sonra ibn Utayr'ın da öldürülmesi üzerine Nasrüddevle, Selman adında bir Türkü vali olarak atar. Selman, Utayrın dul eşi tarafından o kadar baskı altında tutulur ki, o bu sıkıntıdan kurtulmak için Samsatta oturan Bizanslı komutan Georgios Maniakese kenti teslim etmek için haber gönderr. Urfanın teslimi karşılığında uygun bir tazminat ve Bizans imparatorundan bir ülke ve bir eyâlet isteyen Selmanın isteklerinin kabul edilmesi üzerine Urfa, Bizanslı komutana teslim edilir (1031). Böylece Urfa, çok basit ve kansız bir şekilde Bizansın eline geçmiş olur.

    V) BİZANS İMPARATORLUĞUNUN III. HÂKİMİYET DÖNEMİ (1031-1087)


    Urfa Bölgesinde Selçuklu Akınları


    Bu dönemde göze çarpan olaylar arasında Büyük Selçuklu komutanlarının Urfa bölgesine yaptıkları akınlar sayılabilir. Nitekim 1065-1066 yılında askerleriyle Urfa bölgesine giren Sâlâr-ı Horasan, Sivereke saldırarak Urfa civarını yağma eder. Aynı yıl içinde ikinci kez Urfa civarına saldırarak Kısasta karargâh kurar. Yapılan savaşta Bizans ordusu büyük kayıplarla geri çekilir. Selçuklu komutanı üçüncü kez bölgede görünerek yine yağma yapar, ganimet ve esirlerle geri döner.

    Yine Selçuklu komutanlarından olan Hacib Gümüştekin, 1066-1067 yılında yanında askerlerle Urfa civarına gelerek Sivereke yakın Nasibin kalesini kuşatır, ancak alamaz. Daha sonra ele geçirdiği Bizanslı komutan Aruandanosu Urfa önüne getirerek 20.000 dinar karşılığında serbest bırakır.

    Sultan Alp Arslan Urfa Önünde


    Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan (saltanatı 1063-1072), Mısırdan aldığı bir davet üzerine bu ülkeye sahip olmak amacıyla harekete geçer ve Urfa civarındaki bazı kaleleri ele geçirir.

    Sultan 10 Mart 1071de Urfayı kuşatır. 50 gün süren sonuçsuz kuşatmayı kaldırarak Birecike gider ve orada konaklar. Suriyeye doğru giderken, Bizans ordusunun Anadoluda ilerlediğini duyunca süratle geri dönerek Urfadan geçer ve 26 Ağustos 1071de Malazgirt Savaşını kazanarak imparatoru esir alır.

    Sultan Alp Arslanın oğlu Melikşah, (saltanatı 1054-1092) 1087 yılında Halepe giderken Harrana uğrar. Emir Bozan adlı bir komutanını Urfaya gönderir. Bozan üç aylık sıkı bir kuşatmadan sonra kenti ele geçirir (Mart-Nisan 1087). 1093 yılında Harran da kendisine verilir.


    VI) BÜYÜK SELÇUKLULAR VE SURİYE-FİLİSTİN SELÇUKLULARİ DÖNEMİ (1087-1095)


    Çeşitli Olaylar


    Urfa bölgesinin Türk hâkimiyetine geçmesi üzerine bütün civar asayiş ve huzura kavuşur. Emir Bozan, kentin yönetimini Sâlâr Hulukh adlı bir komutana verir.

    Sultan Melikşah 19 Kasım 1092de öldüğünde, Emir Bozan bu sırada izniki kuşatan orduda savaşıyordu. Sultanın ölümünü duyunca kuşatmayı bırakarak Urfaya çekilir.

    Bundan sonra Büyük Selçuklu Devletinde taht mücâdelesi başlar. Bu mücâdele esnasında önce Melik Tutuş'u destekleyen Emir Bozan ve Halep Emiri Aksungur, daha sonra Melikşahın oğlu Berkyaruk tarafına geçer. Suriye-Filistin Selçuklu Sultanı olan Melik Tutuş bu ihâneti unutmaz, yapılan savaşta onları yener, önce Aksunguru, sonra da Emir Bozanı ele geçirerek öldürttür (1094).

    Suriye-Filistin Selçukluları Urfa Bölgesinde


    Melik Tutuş daha sonra Bozanın esir aldığı iki askerini idaresindeki Harran ve Urfaya göndererek bu kentlerin teslimini ister. Emir Bozanın vekilleri ve kentteki askeri birlik, efendilerinin ölmüş olduğuna inanmayarak kenti teslim etmek istemezler. Ancak Melik Tutuş, bir mızrak ucuna taktırdığı Bozanın kesik başını kente gönderir. Bozanın kesik başını gören vekilleri Urfa ve Harranı Tutuşa teslim ederler.

    Melik Tutuş, idarede kolaylık sağlamak amacıyla Urfayı Ermeni asıllı Thoros adında birisine verir. Kalede sürekli olarak bir Türk garnizonu bulundurulur.

    Thoros, 1095 yılında Melik Tutuşun ölümünü fırsat bilerek kentin tümüne hakim olur.





    VII) ERMENi THOROS DÖNEMi (1095-1098)


    Türklerin Urfa Kuşatması


    Ermeni Thorosun 1095 yılında kente hakim olması üzerine, bu arada içkalede bulunan Sipehsalar ünvanlı Türk komutanı civardaki Türk emirlerine mektuplar yazarak Thorosun Urfaya tamamiyle hakim olduğunu bildirir. Türk komutanının çağrısı üzerine kısa sürede emirler harekete geçerler. Önce Artukoğlu Sökmen ve Samsat Emiri Balduk askerleriyle beraber Urfaya yürüyerek kenti kuşatırlar. Kuşatma 65 gün sürer, ancak bir sonuç elde edilemez.

    Haçlılar Urfa'da


    Avrupadan toplanan ve Haçlı reisleri komutasındaki birleşik Haçlı ordusu 1097 yılı Nisan sonunda Anadoluya girer. 17 Ekim 1097de Antakya üzerine hareket ederken, ordu komutanlarından Godefroi de Bouillonun küçük kardeşi olan Baudouin de Boulogne, Maraşda 700 kişilik bir kuvvetle ordudan ayrılır ve Fırat bölgesine yönelir. Baudouin, Fıratın batısında birkaç kaleyi ele geçirir ve bunları Ermeni asıllı reislere verir. Haçlılar, Antakya ve Trablusda birer kontluk kurarlar. Asıl ordu Kudüse ulaşır ve burada krallık kurularak, Baudouinin ağabeyisi Godefroi de Bouillon kral ilan edilir.

    Baudouin, ele geçirmiş olduğu Tell-Beşirde bulunduğu bir sırada, Thoros tarafından gönderilen Urfa papazı ile kentin eşrafından 12 kişilik bir elçi heyeti Baudouine gelerek Türklere karşı yardım için kentlerine davet ederler (Ocak 1098). Baudouin 6 şubat 1098de 200 kişilik bir kuvvetle Urfaya gelir ve halk tarafından büyük bir sevinçle karşılanır. Bu arada Baudouinin Thoros ile anlaşarak Samsat üzerine başarısız bir sefer yaptığı görülür. Baudouin, bu savaşta 6 şövalyesini kaybeder.

    Urfa Hakimi Thoros'un Öldürülmesi


    Samsat hezimetinden sonra halktan bazı kimseler Thorosu öldürmek üzere anlaşırlar. Bu adamlar daha sonra geceleyin Baudouinin yanına giderek planlarını açıklarlar ve daha sonra kenti kendisine vermeyi vadederler.

    İsyancılar, 8 Mart 1098 Pazartesi günü Tho-rosun içinde bulunduğu kent surunu kuşatırlar. Kuşatmacılar Thorosa birşey yapmayacaklarına dair büyük yeminler edince, Thoros kalenin kapısını açar, isyâncılar hemen kaleye girerler.

    9 Mart Salı günü halk kılıç ve sopalarla Thorosun üzerine saldırırlar ve onu surların üzerinden galeyana gelmiş olan halkın içine atarlar. Thoros bunlar tarafından parçalanarak can verir. Yeminlerine ihânet eden bu adamlar, Thorosun ölüsünün ayaklarına bir ip bağlayarak onu kentin sokaklarında sürüklerler. Başını da bir mızrağın ucuna geçirip küfrederler ve daha sonra Halaskâr Kilisesinin önüne atarlar.

    Bu olaylardan hemen sonra Urfa, Frank asıllı Baudouine verilir. O da 10 Mart 1098de isyâncıların da desteğiyle Urfada kontluk kurar.
#20.12.2005 23:17 0 0 0
  • I) HAÇLI KONTLUĞU DÖNEMİ (1098-1144)


    Çeşitli Olaylar


    4 Mayıs 1098de Musul Valisi Kürboğanın üç haftalık Urfa kuşatması görülür. Bir sonuç elde edemeyen Kürboğa, Antakya üzerine yürür.

    Kudüsten gelen bir heyet, Baudouine ağabeyisinin öldüğünü ve onun yerine geçmek üzere davet edildiğini bildirir. Baudouin, 2 Ekim 1100da Kudüse gitmek üzere Urfadan ayrılır. Eski kont Urfadan ayrılırken halktan zorla büyük miktarda altın ve gümüş alır.

    Eski kontun kuzeni olan Baudouin du Bourg, 1100 yılı Ekim sonlarında II.Urfa kontu olarak tahta geçer.

    27 şubat 1103 Perşembe günü, tufanı andıran sekizinci su baskını meydana gelir. şiddetli yağmurlarla başlayan sel, surları parçalayarak kente girer. Birçok ev yıkılır ve hayvanlar telef olur, ancak insan kaybı olmaz.

    Harran Savaşı


    Artuklu Hükümdârı Sökmen (saltanatı 1091-1104), Samsat Emiri Balduk ve Musul Hakimi Çökürmüşten oluşan birleşik ordu, Mayıs 1104de Harranı almaya teşebbüs eden Frank ordusuna karşı çıkar ve yapılan savaşta Frankları perişan eder. Urfa kontu ve diğer kontlar Sökmen tarafından esir alınır. Daha sonra Urfa kontunu ele geçiren Çökürmüş, Harrana giderek kenti hâkimiyeti altına alır ve vakit geçirmeden Urfa üzerine yürür; ancak 15 gün süren kuşatmasından bir sonuç alamayarak kontla birlikte Musula döner.

    Kont Baudouin du Bourgun Türklere esir düşmesi üzerine Urfa, Antakya kontu Bohemundun eline geçer. Bohemund, kenti yeğeni Tankrede teslim eder. Bu Antakya etkisi 18 Eylül 1108e kadar devam eder.

    Çeşitli Olaylar


    Anadolu Selçuklu Sultanı i.Kılıç Arslan da (saltanatı 1092-1107) Eylül 1106da Urfa önünde şansını dener; ancak amacına ulaşamayınca buradan çekilerek Harrana gider ve orayı ele geçirir.

    1104 yılındaki Harran Savaşında Türklere esir düşen Boudouin ve teyzesi oğlu ünlü şövalye Joscelin de Courtenay, 20.000 dinarlık kurtuluş fidyesi ödeyerek serbest bırakılır. ikisi birlikte, 18 Eylül 1108de Urfaya dönerler.

    Musul Valisi Emir Mevdud, Mayıs 1110, 1111 ve 1112 yıllarında Urfayı üç kez kuşatır, ancak alamaz Urfanın II.kontu Baudouin du Bourg, Kudüse kral olmak için giderken, kenti teyzesi oğlu Birecik hâkimi Galeran du Puiseteye bırakır.

    Galeran, Mart 1119da Mardin Artuklu Hükümdârı i. ilgazi'nin (saltanatı 1108-1122) bölgesine bir yağma akını yapar.

    İlgazi, Haziran 1119da büyük bir ordu ile Urfa önüne gelir. Artuklu ordusu Urfa önünde karargâh kurar; savaşmaktan korkan Galeran, aldığı esirleri vermek şartıyla onlarla barış yapar.

    Joscelin de Courtenay, eski Urfa kontu, yeni Kudüs Kralı II.Baudouin tarafından Eylül 1119da Urfa kontluğuna getirilir. III. Urfa kontu olan Joscelin, hem II.Baudouinin ve hem de Galeranın teyzesi oğlu idi.

    Mardin Artuklu hükümdârı i. ilgazi, Nisan 1120de bir kez daha Urfa önüne gelir. ilgazi kent önünde tahribat yaptıktan sonra Suruça gider ve civarını yağmalar.

    Joscelin de Courtenay, Kont i.Joscelin de Courtenayın 1131 yılında ölmesi üzerine, iV. Urfa kontu olarak tahta geçer. En uzun kontluk süresi bu konta aittir. Bütün Urfa kontları gibi bu da Urfa bölgesinde ve civarında birçok talan, yağma, vahşet, katliam ve zulümler yapar.

    Kontluğun Sonu


    İslâm dünyasının kalbine bir hançer gibi saplı duran bu sömürü, yağma ve talan kontluğunun nihayet sonu gelir. Musul Atabeyi imâdeddin Zengî, kesin bir darbe vurmak amacıyla 28 Kasım 1144de Urfa önüne gelir ve teslim olmak istemeyen kenti kuşatır. 24 Aralık 1144 tarihinde Urfa son kez olarak Müslüman Türklerin eline geçer. 48 yıllık sömürü, talan ve tahribat sona ermiş, halk rahat bir nefes almıştır.





    II) MUSUL ATABEYLİĞİ (ZENGÎLER) DÖNEMİ (1144-1182)


    Çeşitli Olaylar


    İmâdeddin Zengî, Ocak 1145de Suruçu da savaşmadan ele geçirir.

    Haziran 1145de Urfayı ziyarete gelen Zengî, kentte kaldığı süre içinde Müslüman ve Hıristiyan din adamlarıyla dostluk kurarak tarihi ve kutsal mekânları gezer.

    Zengînin 1146 yılında Caber Kalesinde öldürülmesi üzerine ülkesi, iki büyük oğlu Seyfeddin Gazi ve Nureddin Mahmud arasında eşit biçimde paylaşılır. Seyfeddin, Musulu alır, Nureddin de Halepe yerleşir.

    Urfanın eski kontu II. Joscelin, Ermenilerle anlaşarak Ekim 1146da kenti tekrar ele geçirir. Hemen harekete geçen Nureddin Mahmud, Urfa önüne gelir; savaşamayacağını anlayan II.Joscelin ani bir çıkış hareketiyle kentten kaçmayı başarır ve arkasından gelen Hıristiyan ahali, Türkler tarafından imha edilmekten kurtulamaz. Yapılan çarpışmada onbinlerce kişi ölür ve 16.000 kişi de esir edilir. II.Joscelin ise zorlukla Samsata kaçabilir. Beş yıl sonra 1151de yapılacak bir savaşta son şansını deneyecek olan eski kont, bu kez yakalanıp Halepe götürülecek ve ölünceye kadar orada hapis kalacaktır.

    Urfanın Türklerin eline geçmesi, her tarafta korku yaratır ve Avrupada ikinci Haçlı Seferinin hazırlanmasına sebep olur.

    Nureddin Mahmûd Zengî'nin 15 Mayıs 1174de ölmesi üzerine; Musul hükümdârı olan yeğeni II.Seyfeddin Gazi, sırayla Harran, Urfa, Rakka ve Suruçu ele geçirir.

    Elcezire bölgesi ve Musul hükümdârı II.Seyfeddin Gazinin 29 Haziran 1180de ölmesi üzerine, yerine kardeşi izzeddin Mes`ud geçer.

    Bu arada Atabey Nureddin Mahmûd Zengînin komutanlarından biri olan Salâhaddin Eyyûbinin kademeli olarak Elcezire bölgesini ele geçirmeye çalıştığı görülür. Salâhaddin, 1174de Nureddinin ölmesi üzerine Mısırda Eyyûbiler Devletini kurar ve daha sonra 6 Mayıs 1175de de bağımsızlığını ilan eder.

    Salâhaddin Eyyûbi Urfa Bölgesinde


    Zengîlere bağlı Harran Valisi Muzaffereddin Gökbörü, Beyrutu kuşatmakta olan Salâhaddine haber göndererek kendisiyle beraber olduğu ve eğer Fıratı geçerse kendisine yardım edeceğini bildirir. Salâhaddin de Beyruttan vazgeçerek Fırata doğru yönelir. Muzaffereddin, yolda ona katılarak birlikte Birecik kalesine yürürler. Kale hâkimi onlara itaatini sunar.

    Salâhaddin daha sonra Urfa üzerine yürür. Eylül 1182de kenti kuşatarak savaşa tutuşur.

    Bu sırada kentin valisi Fahreddin Mesud ez-Zaferâni, çarpışmaların şiddetini görünce teslim olmağa karar verir ve kenti teslim ederek Salâhaddinin hizmetine girer. Salâhaddin burayı ele geçirince Harran ile birlikte Muzafferüddine teslim eder. Böylece Urfa bölgesi Eyyûbilerin eline geçmiş olur.





    III) MISIR VE SURİYE EYYÛBİLERİ DÖNEMİ (1182-1260)


    Çeşitli Olaylar


    Salâhaddin Eyyûbinin, Urfa bölgesini Melik el-Mansura verdiği görülür. Melik el-Adil 1218de ölünce oğlu Melik el-Eşref şerefüddin Musa, Urfa, Harran ve Hilat hâkimi olur.

    Bu sıralarda Anadolu Selçukluları ile Eyyûbiler arasında hâkimiyet savaşlarının başladığını görülür. 1232de Mısır Eyyûbi Sultanı i. el-Kâmil Nasireddin (saltanatı 1218-1238), Urfa, Harran ve Siverek yörelerini ele geçirir ve buralara oğlu Melik Adili vali olarak atar. Anadolu Selçuklu Sultanı i.Alaeddin Keykubad ordusuyla Malatyaya kadar gelir, kendisi burada kalarak Kemaleddin Kamyarı Urfa yöresine gönderir. Selçuklu ordusunun bir bölümü Urfayı kuşatırken diğer bölümü de Siverek, Harran ve Rakkayı ele geçirir. Urfa halkı, Eyyûbilerin önderliğinde büyük bir direniş göstermesine rağmen, kale düşer. Halkın bir bölümü öldürülür; kalanlar ise esir edilir (1235).

    Bu olay üzerine harekete geçen i. el-Kâmil Nasireddin, 4 ay içinde Anadolu Selçuklularınca alınan yerlerin tümünü yeniden ele geçirerek, Selçuklu beylerini işkencelerle öldürttür. Eyyûbiler bu arada Urfa kalesini de yıkarlar.

    İki yıl sonra, Selçuklulara bağlı Harezmlilerin, Selçuklulardan ayrılarak Urfa yörelerine çekildikleri ve bütün bu bölgeleri yağma ettikleri görülür. Nihayet 1240 yılında Selçuklu birliklerinin Harranda Harezmlileri bozguna uğratmaları üzerine ele geçirilen Harran, Eyyûbilere bırakılır.

    Moğollar, 1251de Suruç, Harran ve Urfa civarını yağmalarlar.


    Hülâgu, 1260 yılı başında Suriye Seferine giderken Harran ve Urfayı ele geçirir; direnen Suruç halkını da kılıçtan geçirir. Bireciki de işgal ettikten sonra Fıratı aşar.





    IV) MEMLÛKLER, DÖGER AŞİRETİ, TİMUR DEVLETİ, AKKOYUNLU-KARAKOYUNLU, DULKADiR BEYLİĞİ ve SAFEVİ DEVLETİ DÖNEMİ (1260-1517)


    Çeşitli Olaylar


    Memlûkler'in elinde bulunan Birecik, 1265 yılında yeniden Moğollar tarafından işgal edilir.

    1272 yılında Memlûk Sultanı i.Baybars tarafından Halepe tayin edilen Alaeddin Taybarsın kısa bir süre sonra Harran ve Urfayı Moğolların elinden aldığı görülür. iki yıl sonra Birecik de Memlûklerin eline geçer.

    1273'de Moğollar yeniden Birecik'e saldırırlar, ancak bunda başarılı olamazlar.

    Anadolu Selçuklu Devletinin 1318de tarihe karışmasından sonra Türkmen aşiretleri bağımsız hareket etmeye başlarlar. Oğuzların Döğer Aşiretinden olan Türkmenlerin Caber Kalesi çevresinde kurdukları Salim Bey ve oğulları aşireti, Urfa, Siverek, Suruç ve Harrana doğru ilerler. Urfa bölgesi, 1404 yılına kadar aynı aşiretten Dimaşk Hocanın elinde kalır.

    Timur Urfa Bölgesinde


    Timur, 1394 yılı Ocak ayında Mardinden geçerek Ceylanpınara iner. Burası askerleri tarafından yağmalanır. Daha sonra Urfaya gelen Timur, kentte 19 gün kalır. Bu sırada kent, Timurun hâkimiyetine geçmiş ve ileri gelenler Timura bağlılıklarnı sunmuşlardır. Timur ordusuyla kentten ayrılırken Urfa kalesini tahrib ettirir. Timur, 1401 yılında Suriyeden dönerken, Birecike gelir ve burada Akkoyunlu hükümdârı Karayölük Osman Bey tarafından karşılanır.

    Timur, Karayölük Osman Beye Diyârbakır yöresini vermiş, o da 1403de Diyârbakırda Akkoyunlu Devletini kurmuştu. Akkoyunlular, kısa zamanda gelişerek sınırlarını genişletirler.





    Çeşitli Olaylar

    Urfa bölgesi hâkimi Dimaşk Hocanın 1404de ölümü üzerine, Karayölük Osman Beyin Urfayı ele geçirdiği ve buraya Yağmur Beyi atadığı görülür. Daha sonra bu adamı değiştirerek yerine yeğeni Nur Ali Beyi gönderir.

    Urfa şehir merkezinin 3 km. güneybatısında Koçviran adlı bir köyde Döger Aşiretine ait bir mezarlık tarafımızdan tespit edilmiştir. Yaklaşık 50-60 civarında olan mezarların içinde kadın, erkek ve çocuklara ait mezarlar görülür. Motifli mezar şahideleri Arapça yazılıdır. Adı geçen köyde ikâmet eden köylüler de Döger aşiretine bağlıdır. Bu tarihi mezarlığa köylüler tarafından sadece ölen küçük çocuklar gömülmektedir. Kurtarma kazısı yapılması gereken bu mezarlık maalesef harap ve viran şekildedir.

    Memlûkler, 1429 yılında Emir Tanrıvermiş komutasında Urfaya saldırarak kenti korkunç bir şekilde yağma ve tahrib ettikten sonra, valisi Karayölük Osman Beyin oğlu Habili de esir edip Kahireye götürürler. Bu felâketten bir süre sonra Urfa Karakoyunlular'ın eline geçer.

    1451 yılı başında Üveys Bey Urfa'ya girer ve Karakoyunluları Urfa'dan çıkarır. iki yıl sonra Uzun Hasan Bey (saltanatı 1453-1478) yanındaki askerlerle Urfa'ya gelir ve Karakoyunlular'ı bozguna uğratır.

    Akkoyunlu hükümdârı Uzun Hasan Bey, 1465 yılında Urfada bulunan kardeşlerini yenerek kenti ele geçirir. Uzun Hasanın 1473 yılında bu kez Memlûklerin elinde bulunan Birecike saldırdığı; ancak bunda başarılı olamayarak geri çekildiği görülür. Böylece Fırat, Akkoyunlular ile Memlûkler Devleti arasında bir sınır olarak kalır.

    Urfanın 1504de Dulkadir Beyliğinin eline geçtiği görülür.

    Akkoyunluların Hezimeti ve Safeviler


    İranda Safevilerin güç kazanmaları üzerine Akkoyunlular gerileme ve çöküş dönemine girerler. Akkoyunlu hükümdârı Elvendi mağlup eden şah ismail, Diyârbakır dışında bütün Doğu Anadoluyu hâkimiyetine geçirmişti. Elvendin ölümünden sonra Akkoyunluların tek hükümdârı duruma gelen Sultan Murad, Safeviler karşısında tutunamayarak Osmanlılara sığınır. Sultan Murad, Yavuz Sultan Selimden aldığı kuvvetle Diyârbakırı zapta teşebbüs eder, ancak 7.000 kişilik ordusu şah ismailin daha sonra Urfa valisi olacak Emiri Ece Sultan Kaçar tarafından bozguna uğratılır ve kaçmaya muvaffak olamayan Sultan Murad, çarpışma esnasında öldürülerek başı şah ismaile gönderilir (1514).

    1514 yılında Urfayı ellerine geçirmiş olan Safeviler kentin yönetimini Kaçarlara bırakırlar.







    V) OSMANLI İMPARATORLUĞU DÖNEMİ (1517-1922)


    Çeşitli Olaylar


    Osmanlı kuvvetlerinin 1517 yılında Mardin kalesini ele geçirmesinden sonra, Urfa bölgesinin de Osmanlı hâkimiyetine geçtiği görülür. Urfa, bu sırada Diyârbakır Beylerbeyliğine bağlanır.

    Urfa, XVI. yüzyılda nüfus yoğunluğu bakımından Güneydoğu Anadolu'nun 4. büyük kenti durumundadır ve 1518 yılında kentin nüfusu 5.500'ü aşmıştı. Bu sırada kentte mahalle sayısı 4'ü Müslüman, 1i de Hıristiyan olmak üzere 5 idi. 1526 yılında ise kentin nüfusu 8.000 civarında idi.

    Osmanlı Padişahı Kanûni Sultan Süleyman (saltanatı 1520-1566), irakêyn Seferinden dönerken ordusuyla 17-18 Kasım 1535 tarihinde iki gün Urfada ikâmet eder. Daha sonra Urfa ile Birecik arasında kışlayan padişah, Halepe giderken Birecikten geçer.

    1578 yılında Rakka ve Urfa bölgesinde, Abdurrahman adında eski bir sancak beyinin ayaklanması görülür. Kısa sürede genişleyen bu ayaklanmaya, Urfanın eski beyi Suhrap da katılmıştır. Bölgedeki Türkmen aşiretlerince de desteklenen bu ayaklanmayı devlet güçlükle bastırır.

    1594de kurulan Rakka Eyâletinin merkezi Urfa idi.

    Karayazıcı Abdülhalim'in Urfa Ayaklanması


    1599 yılında Bölükbaşı Karayazıcı Abdülhalim Bey, Osmanlı Devletine karşı haksız yere ayaklanarak yanındaki isyâncı takımıyla gelerek Urfayı ele geçirir ve beyliğini ilan ederek fermanlar bastırır. Devlet, bu isyânı basırmak için Sinan Paşazâde Mehmed Paşayı bir orduyla Urfa üzerine gönderir. Bu arada eski Beylerbeyi Budakoğlu Hüseyin Paşa da isyân etmiş ve adamlarıyla Karayazıcıya katılmıştır.

    Osmanlı ordusu Urfaya yaklaşınca, Karayazıcı ve Hüseyin Paşa kaleye kapanır. Halep Beylerbeyi Hacı ibrahim Paşa, şam Beylerbeyi Hüsrev Paşa ile birlikte Urfayı kuşatan Mehmed Paşa, Karayazıcıyı ele geçiremez.

    1600 yılı baharında Mehmed Paşanın Urfayı ikinci kez kuşattığı görülür. Sonunda, Hüseyin Paşayı teslim etmek şartıyla Karayazıcı Antep Sancakbeyliğine atanır. Urfa bu ayaklanmadan büyük zarar görmüş; kargaşa ve güvensizlikten dolayı bir kısım halk kenti terketmiştir.

    Çeşitli Olaylar


    Osmanlı Padişahı Sultan Dördüncü Murad, (saltanatı 1623-1640) 1638 yılında Bağdat Seferine giderken, 21 Ağustosda ordusuyla Fıratı geçerek Birecik üzerinden Urfaya gelmiş ve kentte kaldığı süre içinde tarihi ve kutsal yerleri gezmiştir.

    Mısır valisi Kavalalı Mehmed PAŞA, 1839 yılında Mısırda isyân ederek bağımsızlığını ilan eder. Sultan II.Mahmud, isyânın bastırılması için Hafız Mehmed Paşayı görevlendirir. 20 Haziran 1839da Kavalalının oğlu ibrahim PAŞA, Birecikte yapılan savaşta Osmanlı ordusunu yener. Bu olay üzerine Urfa, Mısırlıların istilasına uğrayarak oldukça zarar görür. Urfa bölgesi idari açıdan 4 yıl kadar Mısırlıların elinde kalır.

    Urfa, 1865 yılında bir sancak olarak Halep vilayetine bağlanır. 1912 yılında da bağımsız bir sancak haline getirilir.



    1915 Ermeni isyanı


    Urfa'da yüzyıllarca huzur ve barış içinde Türklerle beraber yaşayan Ermeniler; Türklere karşı yapılan Ermeni propagandaları, komitecilerin ve misyonerlerin faaliyetleri, Rusya, ingiltere, Fransa ve A.B.D.'nin etkisi, kilise ve papazların kışkırtmalarıyla sonunda isyanın eşiğine getirilir. isyan çıkarma ihtimalini göz önünde bulunduran ittihatçılar, Nisan 1915'de Ermeni öğretmenlerini tutuklatır ve 15 gün sonra da Ermeni eşrafından 18 aileyi Rakka'ya sürgün ederler.

    Silah ve askeri yönden desteklenen Ermeniler, 6 Ağustos 1915'de Germüş Köyü'nde ve aynı günün akşamı da Urfa'da ilk kurşunları atarlar. isyanı bastırmak üzere köye 20-30 kişilik bir jandarma kuvveti gönderilir. Arama esnasında pusudaki Ermeniler, bir jandarmayı şehit ederler, bir jandarma da yaralanır. Ertesi gün köyün etrafındaki aramalarda isyancıların bırakıp kaçtığı mağarada 20 kadar tabanca, bomba ve yiyecek ele geçirilir. Aynı gün Urfa'da yapılan aramalarda 820 tüfek, 406 tabanca, 74 delici ve kesici alet ile 4922 fişek ele geçirilir. Bidik Meydanı'nda iki Ermeni kardeşin evindeki aramada ise büyük miktarda silah ve bombaya rastlanır. Bu evdeki arama esnasında polislerden Mustafa Nuri Efendi ve jandarmadan Bakır Çavuş (Yanmaz) şehit edilirler.

    7 Ağustos 1915 günü Akçakale-Urfa-Siverek kısmında, hizmet taburunun Ermeni fertleri aldıkları karar gereği subay ve erlerine suikast düzenlemek isterler, ancak zamanında alınan önlemlerle bu faaliyet önlenir. Fakat kan dökmeye niyetlenmiş Ermeniler, ellerine geçirdikleri kazma, kürek ve tabancalarla Türk ve Süryâni arkadaşlarının üzerine saldırırlar. Saldırı sonunda ibrahim Hilmi şehit edilir, 4 jandarma ve köy muhtarı da yaralanır.

    Misyoner kaynaklarına göre, 10 Ağustos 1915'de ittihad ve Terakki'nin iki yüksek rütbeli subayı Ahmet ve Halil Paşalar, Urfa'da yönetimin başına geçerler.

    İsyanla ilgili bu olaylar 16 Eylül'e kadar, aralıklarla devam eder. 16 Eylül günü geceleyin Kilise Sokağı'nda Ermeni Bedros, Serkis Tarakçıoğlu ve Mığırdıç, evlerinde bir toplantı yaparlar ve isyanın devam ettirilmesine karar verdikten sonra 40-50 el silah atarak şehirdeki huzuru bozarlar. Ertesi sabah bunları yakalamak için polis ve jandarmalar tarafından evin etrafı sarılır ve teslim olmaları istenir. Ancak Ermeni isyancılar bu isteğe silahla cevap verirler. Açılan ateş sonucu 1 jandarma şehit olur, 2 jandarma da yaralanır. Bundan sonra Ermeni Mahallesinin her tarafından güvenlik kuvvetlerine ateş açılır. Bu arada sivil Müslüman halka da hücûm edilir ve bazı Urfalıların evleri ele geçirilir. Bu saldırıda büyük ve küçük 10 kişi şehit edilir.

    Türklerin savunmada yetersiz kaldıklarını gören Ermeni isyancılar, Mığırdıç ve Papaz Sogomon emriyle önceden kararlaştırdıkları gibi kilise çanını çaldırarak isyanın daha da büyümesini sağlar. işareti alan Ermeniler, silah ve cephâneleriyle saldırıya geçerler. Kontrolü kaybeden güvenlik kuvvetleri IV. Kolordu'dan yardım istemek zorunda kalır. IV. Kolordu Komutanı Ahmet Cemal Paşa'nın Urfa'ya gelmesine rağmen, Ermeni isyancılar zaman zaman saldırıda bulunurlar ve bununla birlikte bu kuvvete karşı çeşitli yerlere mevzilenerek saldırılarını sürdürürler. Geceleri güvenlik kuvvetlerine baskınlar düzenleyip; gündüzleri de bahçede, kapı önünde kadın, erkek ve çocuklara ateş açarak pek çok masum insanı öldürürler. isyancılara hoşgörü ve iyilikle davranılarak teslim olmaları istemesine rağmen kimse yerinden çıkmaz ve saldırıya devam ederler. Sonunda şehirdeki askeri birlik isyan yuvalarına top atışı yapmak zorunda kalır. Bu karşılıklı hücumlar sırasında da birçok asker şehit olur ve yaralanır.

    26 Eylül 1915'de bir kısım Ermeni komiteci, Amerikalı misyoner Leslie'nin yetimhânesine sığınarak ve içindekileri esir alır.

    Bu isyanda askeri birliklerin çok zorlandığı, zaman zaman yardım istediği ve görevin çok zor bir şekilde yapıldığı görülür.

    Askerlerin 28-29 Eylül 1915 günü isyan yerlerini ve Tılfutur Tepesi'ni işgali esnasında çok zorlandıkları görülür. Kiliselere ve diğer sağlam yerelere mevzilenen Ermeniler'in ateşe devam etmeleri üzerine bu civar da topçu ateşine tutulur. Sıkıştıklarını anlayan isyancılar barış görüşmelerine yanaşırlar ve kayıtsız şartsız teslim olacaklarını açıklarlar. Bu arada daha önceden esir aldıkları 600 kadar kadın ve çocuğu da teslim ederler. Fakat bundan sonra sözlerinde durmayıp ateş etmeleri üzerine çatışma tekrar başlar. Bu çatışma 2 Ekim 1915'e kadar devam eder.

    Askerler, isyancıların yuvalandıkları kilise, yetimhâne ve diğer bazı gizli barınakları zapteder.

    29 Eylül 1915'de Ermeni evlerini aramaya giden jandarmalardan 3'ü Ermeniler tarafından atılan kurşunlarla şehit edilir. Aynı günün gecesi Ermeniler aralıklarla 18-19 kere ateş açarlar. Elebaşlardan Seko, Gugo ve arkadaşlarının yakalanması için 1 subay, 17 er ve 3 polis görevlendirilir. Ancak bunlara ateş açılması sonucu 1 er şehit olur, 4 er de yaralanır.

    5 Ekim 1915'de Kumandan Fahri PAŞA, Alman Subay Graf Wolfskehl von Reichenberg komutasındaki askerler ve toplarla birlikte Urfa'ya gelir.

    16 Ekim 1915'de Ermeni isyancılarının siperleri tahrip ve imha edilerek isyan sona erdirilir.

    Bu isyanda Urfalılardan 42 şehit ve yaralı, asker, polis ve jandarmadan ise 20 şehit ve 50 yaralı verilmiştir. Ermeni isyancıların ölü sayısı ise 349'dur.

    Urfa Ermenilerinin bir kısmı bu olaydan sonra Musul'a gönderilir.

    Amerikalı misyoner Leslie, bulunduğu konum nedeniyle, Amerikan binasını işgal eden isyancılar arasında bulunduğu veya buna zorlandığı için defalarca mahkeme karşısına çıkar ve ifade verir. Bayan Leslie, olayların etkisinden kurtulamayarak, çektiği vicdan azabından dolayı intihar eder.

    1916 yılında Van, Muş ve Bitlis vilayetlerinden Rus işgali ve Ermeni zulmünden kaçan birçok insan Urfaya göç etmek zorunda kalır. Kalabalıktan dolayı yeteri kadar ziraat yapılamaz ve 1917 yılında kentte başlayan kıtlık, birçok salgın hastalık ve ölümlere sebep olur
#20.12.2005 23:18 0 0 0
  • KURTULUŞ SAVAŞINDA URFA



    Mondros Mütarekenâmesi'nin 7. maddesinde yer alan "Müttefikler, güvenlerini tehdit edecek bir durum ortaya çıktığında herhangi bir stratejik noktayı işgal hakkına haiz olacaklardır" hükmü, Urfa'yı işgale gerekçe yapılarak 24 Mart 1919 (bazı kaynaklara göre 7 Mart 1919) tarihinde Urfa, İngilizler tarafından işgal edildi.

    Bir İngiliz yarbayı, iki subay ve bir zırhlı otomobille geldikleri Urfa'da İngiliz Kumandan, ziyaret ettiği Mutasarrıf Nusret Bey'e "Galip bir hükûmetin askeri neden karşılanmıyor?" diye sorduğunda ondan "Haksız yere memleketi işgal eden bir kuvveti karşılamaya çıkmak bir Türk mutasarrıfına yakışmaz. Bir misafir gibi gelseydiniz, sizi Birecik'de karşılardım" cevabını alıyordu.

    200 kişilik bir piyade bölüğü, bir zırhlı, 6 yük ve 3 binek olmak üzere 10 otomobil ve 50 yük arabasıyla Urfa'yı işgal eden İngilizler, ertesi gün Urfa'da bulunan 1. Süvari Alay Komutanı Binbaşı Hüseyin Bey'den, Alay'ın Urfa'yı terketmesini istediler. Durum, üst makamlara bildirilerek ve Urfa'da bir subay komutasında bir süvari takımı bırakılarak Alay, Karaköprü'ye, daha sonra da Siverek'e çekildi.

    İngilizler, yörede bulundukları süre içersinde özellikle aşiretlerle ilişiki kurmaya çalıştılar. Özel bir önem verdikleri Milli Aşireti reisi İbrahim Paşa'nın oğlu Mahmud Bey'e, Kürt Lawrence'ı olarak adlandırılan Binbaşı Noel ve Yüzbaşı Woolley'i gönderip Kafkasya ile Mezopotamya arasında kurulabilecek bir tampon bölge için yoklamalar yaptılar. Bununla da yetinmeyerek Halep'deki İngiliz Generali Barrow, Mahmud Bey'i 30 Haziran'da Urfa'ya davet etti. Mahmud Bey, nasıl davranması gerektiğini sorduğu 13. Kolordu'dan aldığı talimat çerçevesinde buluşmaya gitmedi. Suruç civarında aşiretle yapılan toplantıda ise Ketkanlı aşiret reisi Basravi, kendisiyle aşiretinin Osmanlı tebaası olmayacağını, eski dostu bulunan İngilizler kabul etmediği takdirde herhangi bir ecnebi devletin tebaası olacağını ve bunlar da kabul etmediği takdirde Arap hükumetlerine katılacağını söyledi.

    İngilizlerin şehir merkezindeki Ermenilere duyduğu ilgi, onlara Ermeni mahallelerinde silah talimi yaptırmaya kadar gidiyordu. İngilizlerle birlikte Urfa'ya gelen Ermeni gönüllülerinin üstlendiği bu talimlerden başka Ermeniler ikide bir dükkânlarını kapatıp evlerine çekiliyor, çanlar çalıyorlar, asayişsizlik havası yaratmaya çalışıyorlar ve İngilizlere istihbarat çalışmalarında yardımcı oluyorlardı.


    Mutasarrıf Nusret Bey'in davranışı, İngilizlerin hoşlarına gitmediği için tehcir bahânesiyle görevinden azledilerek istanbul'a gönderildi. Ancak Nusret Bey'in 6. Ordu Kumandanı Ali ihsan Paşa'nın tavsiyesiyle oluşturduğu milis kuvvetlerinin silahları henüz toplanmamıştı. Erzurum Kongresi için yapılan davete katılabileceğini mutasarrıfa tebliğ eden Müftü Hasan Efendi'ye hayranlık duyan Jandarma Kumandanı Binbaşı Ali Rıza Bey, Erzurum Kongresi'nin beyannamesini Milli aşiret reisi Mahmud Bey'den elde edince, dağılan milis kuvvetlerini bir cemiyet olarak örgütlemek düşüncesini, mutasarrıf olarak Nusret Bey'in yerine atanan Ali Rıza Bey'e açmış ve Meclis-i idare azasından Hacı Kâmilzâde Hacı Mustafa aracılığıyla kurulan temas sonucu 4-5 Eylül 1919 gecesi Güllüzâde Hacı Osman Efendi'nin evinde toplanan eşraf ve aydınlar, Müdafaa-i Hukuk cemiyeti'nin temellerini atmışlar ve bu toplantıda bulunanlar, halk arasında Onikiler olarak adlandırılmışlardır. Kurtuluşa kadar mücâdele edileceğine Kur'ân-ı Kerim üzerine and içen ve Jandarma Kumandanı Binbaşı Ali Rıza Bey başkanlığında toplanan 12 reis şunlardı:


    1. Mecli-i idâre eski azalarından Belediye Reisi Hacı Kâmilzâde Hacı Mustafa Efendi.

    2. Barutçuzâde Hacı İmam Efendi.

    3. Eşraftan Tüccâr Hacı Kâmilzâde Hacı Mustafa Reşid Efendi.

    4. Mollazâde Mahmûd Efendi.

    5.Polis Komiserliğinden mustafi Arabikâtibizâde Şakir Efendi.

    6. Güllüzâde Osman Efendi.

    7. Esnaftan Şellizâde Ali Ağa.

    8. Tüccârdan Nebozâde Hacı İmam Efendi.

    9. EŞraftan Hacı Bedirağazâde Halil Ağa.

    10. Jandarma Tabur mülhakı İzmirli Adil Hulusi Efendi.

    11. Takım kumandanlarından Mülazım-ı Evvel Hüseyin Pertev Efendi.

    12. Jandarma Çavuşu Sofi oğlu Hacı Mustafa Çavuş.





    Cemiyetin kuruluşu Sivas'ta Heyet-i Temsiliye Başkanlığı'na bildirildi ve alınan cevapta örgütlenmenin genişletilmesi, 13. Kolordu Kumandanlığı Kurmay Başkanlığı ve Mardin'deki 5. Tümen Kumandanıyla temas kurulması istendi. Bunun üzerine Arabikatibizâde Şakir Efendi ve Mollazâde Mahmûd efendiler, 13. Kolordu Kurmay Başkanı Halit Bey ile muhabere etmek amacıyla Siverek'e gittiler.


    Ekim ayı içersinde İngilizlerce işgal edilen yerlerin Fransızlara devredileceği söylentileri yaygınlaştı. 15 Eylül 1919 tarihinde Paris'te yapılan ve Suriye itilafnamesi olarak da bilinen Suriye ve Kilikya'da işgal Kuvvetlerinin Değiştirilmesine ilişkin İngiliz-Fransız Anlaşmasına göre Urfa ve çevresi Fransızlara verilecekti. Fransız Generali E. Brémond'un "Tarihimizde Fransa'nın başına konan talih kuşunu bir defa daha ürkütüp kaçırdığı elemli bir devre" dediği Kilikya olarak adlandırılan bölgenin işgali bu şekilde kararlaştırılırken, Mustafa Kemal Fransız işgalini "haksızlık üstüne haksızlık" olarak nitelendiriyor ve bu bölgelerin Fransızlara işgal ettirilmemesini istiyor ve 13. Kolordu Kumandanlığı'na çektiği bir telgrafla İngilizlerin Urfa'yı boşaltmasından sonra, Urfa'dan çekilen 1. Süvari Alayı ile Urfa'nın derhal işgaliyle Fransız işgalinin bu şekilde önlenmesi gerektiğini bildiriyor, ancak 13. Kolordu Kumandanı, bu hususta hükümetten onay alamıyordu. Bunun üzerine Mustafa Kemal, Urfa Müftüsü ve eşrafına çektiği telgrafta "Göç doğru değildir. Milli örgütlenişi genişletin. Her türlü haksızlığı protesto ve icabında fiilen reddedin " talimatını veriyordu.


    Ancak fiili hiçbir hareket vuku bulmuyor ve İngilizler Ekim ayı sonunda Urfa'yı boşaltarak Fransızlara teslim ediyorlar, fakat Fransızlar gelmeden önce Urfalılara silah dağıtmayı da unutmuyorlardı. Nusret Bey'in İngilizlere karşı davranışıyla azlolunduğunu bilen Mutasarrıf Ali Rıza Bey, Fransız kumandanını ayakta karşılıyor ve daha önceki uysal ve durumu idare edici davranışlarıyla sinirlendirdiği Mustafa Kemal'den başka, 13. Kolordu Kumandanlığı'nın da tepkisine neden oluyordu.


    Fransız kuvvetlerinin komutanı Binbaşı Hauger ve siyasi yönetici Yüzbaşı Sajous, hükümet dairesinde bütün memurları toplayarak her memurun nerede olduğunu, harpten önce hangi yerlerde bulunduklarını ve adlarını sordular. Bütün memurların görevlerini günü gününe yapmalarını isteyerek Osmanlı Hükûmeti ile Fransız Cumhuriyeti'nin pek eski dostlar olduklarını, iki milletin de harp etmek amacında değilken istemeyerek bir harp meydana geldiğini belirttiler ve jandarmaların iyi çalışmasını, Fransız subaylarıyla iyi geçinilmesini tavsiye ettiler.


    Kasım ayı içersinde Binbaşı Ali Rıza Bey, aşiretleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ne katmaya çalıştı. Harran'daki İmam Bakır'da Arap aşiretlerini toplayarak hepsini İmam Bakır'ın kabri ve Kur'ân üzerine yemin ettirdi. Toplantıya Geysi aşiretinin bütün kabileleri katıldığı halde, Siyala reisi Salih el-Abdullah katılmadı. Ve istenmesine rağmen yağma ettiği Kısas Köyü'nün eşyalarını getirmedi ve toplantıyı Fransızlara ihbar etti. Yüzbaşı Sajous'un durumu Carablus'a bildirmesi üzerine de Yarbay Depoir Urfa'ya gelerek Binbaşı Ali Rıza Bey'i karargâha davet etti. Binbaşı Ali Rıza Bey'in cevaplarından tatmin olmayan Fransız kumandan, Ali Rıza Bey'e tutuklu olduğunu, Adana üzerinden İstanbul'a gönderileceğini söyledi ve azledildiğini mutasarrıflığa bildirdi. Ali Rıza Bey, taburun devri teslimi gerekçesiyle aldığı izinden yararlanarak Siverek'e doğru firar etti. Fransızlar, bölgeye Ali Rıza Bey'in girmesini yasakladılar. Bölgeye girmesine hoşgörülü davrananlara para ve hapis cezası verileceğini ve kendilerine teslim edene 500 lira ödül vereceklerini bir bildiriyle mutasarrıflığa tebliğ ettiler.


    Ali Rıza Bey'in firarına büyük tepki duyan Fransızlar, Urfa halkına ve idareye karşı davranışlarını sertleştirdiler. İlk olarak Suruç Kaymakamı Mesut Bey ve Suruç Jandarma Kumandanlığı'na vekalet eden Onikiler'den Mülazım-ı Evvel Hüseyin Pertev Efendi'yi tutuklatarak, Adana yoluyla İstanbul'a gönderdiler. Ardından Kürt ve Arap reislerinin Fransızlarla görüşmelerini engellemeyi, "Fransızların savunduğu özgürlük ilkelerine aykırı olduğu" gerekçesiyle cezalandıracaklarını mutasarrıfa bildirdiler. Ertesi gün de Fransız işgalindeki bölgelere gidecek kişilere verilecek seyahat belgelerinin Fransızlarca vize edilmesi mecburiyetini getirdiler.


    Milli Mücâdele yanlılarına göz açtırmamayı kafasına koyan Fransız işgal komutanlığı, Aralık ayında eşraftan dört kişinin ihbarı üzerine Binbaşı Ali Rıza Bey ile mektuplaştığı öne sürülen Siverekli Ali Efendi'yi tutuklayarak 200 Türk altını para cezasına çarptırdılar. Bucak aşireti mensubu Ali Efendi'nin tutuklanması, aşiretlerde rahatsızlık doğurduğundan Badıllı Aşireti reisi Sait Bey, Ali Efendi'nin tahliye edilmemesi halinde aşiretlerle Urfa'ya hücum edileceğini bir mektupla Fransızlara bildirdi. Sait Bey'in ikinci mektubu Ali Efendi'nin tahliyesini sağladı. Ancak Fransızlar, mülki idare üzerindeki baskılarını sürdürdüler. Memurların yaptıkları görevlere atanmalarından Urfa Belediyesi'nin bütçesine kadar her işe karışmaya devam ettiler.


    Bu sıralarda Mardin'deki 5. Tümen Komutanı Yarbay Kenan Bey tarafından özel görevle Urfa'ya gönderilen Seyit Mehmed Efendi adındaki görevli, verdiği raporda, "Urfa'da iki cemiyet, iki fikrin bulunduğunu, Mutasarrıf, Şükrü Nasih Bey (Son Osmanlı Meclis-i Meb'usan üyesi) ve arkadaşlarının bir harekât-ı ihtilaliye yapılmayarak siyasi çatışmada bulunmak, diğerlerinin ise bir kıyım yapmak fikrinde bulunduklarını" belirtiyordu. Bu son görüştekiler Binbaşı Ali Rıza Beyin görüşlerini paylaşanlardı. Mutasarrıf Ali Rıza Bey kendisinin, Fransızların tutuklamaları üzerine firar eden Binbaşı Ali Rıza Beyin "memleketin başına bir felâket getirecek mahiyette işlere kalkıştığından, fikrini iştirak eylemediğini" Kenan Bey'e bildiriyor, şu sıra ayaklanmanın doğru olmayacağı görüşünü savunuyordu. Mutasarrıf Ali Rıza Beyin bu yumuşak tavrı, milli mücâdele yanlılarını rahatsız ediyor, sözgelimi Milli aşireti reisi Mahmûd Beyin "Mutasarrıf Ali Rıza Bey, â'mal ve maksad-ı milliyi tecviz etmiyor, â'mal-ı milliyeyi takip edenleri tenkid ediyor" biçiminde 13. Kolordu'ya yakınmasına neden oluyordu.


    Binbaşı Ali Rıza Beyin yerine Urfa Jandarma Komutanlığı'na atanan Yüzbaşı Ali Saip Bey, Aralık ayı sonunda Urfa'ya geldi. Emekli Binbaşı İhsan Bey, Harran Kaymakamı Şevket Bey, Baytar Müfettişi Adil Bey, Meclis-i Meb'u-san azası Ali Efendi, Belediye Reisi Hacı Mustafa Efendi, Barutçuzâde Hacı İmam Efendi ve Bedirağazâde Halil Ağa ile görüştü ve ayaklanma düşüncesini onlara açtı. Onlardan tasvip görünce, 15 Ocak'ta bir ayaklanma planı hazırladı. Buna göre, 15 Ocak günü saat 8'de aşiret reisleri Urfa, Telebyâd ve Arappınarı'ndaki Fransız işgal kuvveti kumandanlıklarına birer ültimatom verecekler ve Fransızlara Urfa'yı boşaltmaları için 24 saat mühlet tanıyacaklardı. Fransızlar ültimatomu reddettikleri takdirde Aneze aşireti reisi Haçım Bey, şimendifer hattının Siftek ile Fırat arasını tahrip ederek telgraf hatlarını kesecek, Suruç aşiretleri Suruç ve Arappınarı'ndaki Fransız kuvetlerini püskürtecek, Dögerli, Badıllı, merkez sancağına bağlı aşiretlerle Kuva-i Milliye ve jandarma kuvvetleri de Urfa'daki Fransız kuvvetlerini çıkaracak ve Urfa ile diğer yerler arasındaki telgraf hatlarını keseceklerdi. Aşiret reislerinin Fransızlara verecekleri ültimatom metni şu şekilde hazırlanmıştı:


    "Gerek Wilson ilkelerine ve gerekse Mondros Mütarekenamesi hükümlerine aykırı olarak memleketi sebepsiz işgalinizi şiddetle red ve protesto eder ve kısa bir müddet içinde bulunduğunuz yeri boşaltmadığınız takdirde zorla savaşılarak çıkartılmanız yoluna gidileceğinden, bu suretle akacak kanların sorumluluğu tamamen size ait olacaktır."


    Ocak ayının 14'ünde Fransız Albay Normand'ın Urfa'ya uğraması dolayısıyle Fransız Kumandanlığı'nda verilen çay ziyafetine çağrılan Ali Saip Bey, gizlice aşiretlere gönderdiği harekat planının Fransızlarca öğrenildiğini anladı ve aynı akşam bir grup arkadaşıyla Urfa'dan firar etti. Fransızlar Urfa'da kalan Mülâzım-ı Evvel Adil Hulusi Efendi'yi karargâha çağırıp sıkıştırıp sorguladılar ve Ali Saip Beyin ne amaçla kaçtığını öğrenmeye çalıştılar. Bu arada da kaldıkları binalarda tahkimat yapmaya başladılar.


    Ocak ayının 24'ünde iki Fransız askerinin kadınların bulunduğu Vezir Hamamı'na girmeleri şehirde büyük tepki yarattı. Ertesi gün Mutasarrıf Ali Rıza Bey olayı protesto etti:


    "Fransız Hakimi Siyasisine;


    Kanunusaninin 24 Ocak Cumartesi günü saat alaturka 9 kararlarında Sarayönü Çarşısı'nda kain Vezir Hamamı'nda çıplak olarak yıkanmakta bulunan kadınların bulundukları sırada Fransız Kıta-yı askeriyesinden iki neferin sarhoş olarak mezkur hamama duhul ettiği polis idaresinde tanzim edilen ve bir sureti leffen irsal olunan zabıtnameyle tezahur etmiştir.


    Kadınlara mahsus olan bir hamama erkeklerin girebilmesi hiçbir din ve mezhebin kabul edemeyeceği ef'alden olmak cihetle kat'iyyen gayr-ı caiz olmakla beraber beyne'l-halal bir hadise-i müessifeyi mucip olabilmesi mütehammil olduğundan eşkal ve kıyafetleri mezkur zabıtnamede musarih olan mezur Fransız neferleri hakkında icap eden muamele-i enbitahiyenin tasrihi icrasiyle beraber adem tekerrürü esbabının istikmalini ehemmiyetle temenni olunur efendim."


    Mutasarrıf Ali Rıza


    25 Ocak'ta Mustafa Kemal'in kolordulara genelgesi yayınlandı. Buna göre Fransızlar aleyhine Kuvayı Milliye'nin harekete geçmesinin daha fazla ertelenmesinde mahzurlar vardı. Peyderpey başlatılacak ayaklanmanın birinci dönemi Urfa'dan başlayacaktı. Üstüste gelen olaylar halkın zaten sabrını taşırmıştı. Mutasarrıf Ali Rıza Bey, 13. Kolordu'ya çektiği telgrafta "Urfa'da kıyamın hissedilmekte olduğunu" bildiriyordu. Nitekim Ali Saip Beyin beyannamesini alan aşiretler Suruç'da işe başlamışlardı bile. Aneze aşireti reisi Haçım Bey ile Berazi aşireti reisi Mustafa Bey, tren hattının bazı bölümlerini tahirip etmişler ve Fransızlara 24 saat içinde çekilmeleri için ültimatom vermişlerdi. Milli aşireti reisi Mahmûd Bey, kolordudan kendilerine sahip çıkılmasını istemiş, artık protestolarla reisleri yatıştıramadığını, Fransızların bölgedeki Ermenileri silahlandırarak ve onları kendi askerleri arasına sokarak katliam yaparcasına hareketler yapmaya devam ederlerse, kıyamın yalnız Urfa'da değil, her tarafta yapılacağını bildiriyor, Fransız kumandanı ise, Urfa Mutasarrıfına gönderdiği yazıda Ermenilere asker elbisesi giydirdikleri iddialarının doğru olmadığını bildiriyordu.


    Siverek'te aşiretlerle görüşüp Siverek halkının ve Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti'nin tam desteğini alan Ali Saip Bey, 6 şubat'ta aşiret kuvvetleriyle beraber Urfa'ya doğru hareket etti. Ertesi gün Karaköprü'de diğer aşiretlerle buluşacak olan Ali Saip Bey, Kuvayı Milliye Kumandanı Namık imzasıyla Fransızların 24 saat içinde Urfa'yı boşaltmaları için bir ültimatom gönderdiyse de Fransız kumandanından gelen cevapta, Urfa'nın boşaltılmasına General Gouraud'un karar verebileceği belirtildi. Toplanan kuvvetlerle 9 şubat'ta Urfa'ya girildi. Bir tutanak yapılarak cephâne, ağalar arasında paylaşıldı. Hapishânenin boşaltılması sırasında tahliyeden habersiz nöbetçinin firar var zannıyla bir el uyarı ateşi atması, siperlerde bekleyen Fransızların şehre şiddetli bir ateş açması sonucunu doğurdu. Bundan sonraki günler, artık karşılıklı ateşle geçecekti. Artık Fransızlar, müstahkem binalarda kuşatma altındaydılar.


    17 şubat tarihinde, şehirde teşkil edilen milis bölükleri komutanlarından Yedek Subay Akif (Sözeri) kumandanlığında bir kuvvet Fransızların işgalindeki Külaflı Tepesi'ni zaptederek Fransızların çekilmelerini sağladı. 20 şubat'ta Ermenilerle Fransızların haberleşme noktası olan Bediüzzaman Karakolu, izollu aşiret reisi Bozan Bey komutasına verilen kuvvetlerle zaptedildi.


    Kış bütün gücüyle bastırmış, kar fırtınası başlamıştı. Ali Saip Bey, iki günde bir Fransız kumandanına şehri boşaltmaları için haber gönderiyor, ama Fransızlardan ilk günkü cevabı alıyordu. Fransızların müstahkem binalardan nasıl çıkarılacakları tartışılırken, binalara giden suyun yolu değiştiriliyor, Fransızların erzak sıkıntılarına bir de su sıkıntısı ekleniyordu. Ancak isviçreli Dr. Fischer, Fransızların bulundukları binalardaki gizli kuyuları göstererek Fransızları susuzluktan kurtarıyordu.


    28 şubat tarihinde düşman karargâhına ikiyüz metredeki Karalök'ün Bağı'na bir hücum planlandı. Yedek Subay Ahmet Mestçi'nin de bulunduğu kuvvetler, bağa hücum ettiklerinde Fransızlar şiddetli hücuma dayanamayıp teslim olacaklarını bildirdiklerinde, muharebe dışı kalması kararlaştırılan Ermeni Yetimhânesi'nden açılan yan ateşi mücâhitleri avladı. Kemancızâde Fuat Efendi ve Ahmet Mestçi yaralandılar. Rastgeldizâde Hacı Ahmet Efendi, Teyfur, Mamiki ve Muhacir Arif şehid oldular. Ali Saip Bey, Ermeni Yetimhânesi Müdiresi Miss Holmes'e ve Dr. Fischer'e yazarak protesto ettiyse de Yetimhâne'den ateş açıldığı inkâr edildi.


    Mart başlarında Mülazım Kemal kumandasında 2 top Siverek'ten Urfa'ya getirildi. Aşiret kuvvetleri ve çetelerle birlikte genel bir taarruz kararlaştırıldı. Buna göre, Fransızların işgali altındaki Kürkçüzâde Osman Efendi, Kürkçüzâde Mahmûd Nedim Efendi ve şişko'nun evine hücum edilecekti. 4 Mart günü gelen topların desteğinde mücâdelenin en etkili taarruzu başlatıldı. Birkaç kez Fransız mevzilerine girildiği halde, kuvvetlerimiz püskürtüldü. Çon kanlı ve şiddetli geçen taarruzda Urfalılar çok kayıp verdiler. Yalnız tanınanların sayısı 82 idi. Buna köylülerden ve sahibi tarafından götürülen şehidler dahil değildi. Hastane dolmuştu. Bir Fransız subayının "Türkler yarın da aynı şiddetle hücuma devam ederlerse dayanamayız. Geceyi dehşetli bir korku içersinde geçirdik" dediği saldırıda, topların irca yayı kırıldığı için müstahkem binalar yeterince dövülememiş, muharebe disiplinsizliği yüzünden büyük kayıplar verilmişti. Mustafa Kemal de, Urfa ve civarındaki aşiret ve Müdafaa-yı Hukuk cemiyetlerinin kendilerine top, cephâne vs. için müracaatlarına karşılık, 13. Kolordu Kumandanlığı'yla 5. Tümen Kumandanlıklarına çektiği telgrafta "Urfa'da yalnız birkaç binada düşman bulunmasına nazaran telaş etmeye mahal olmadığını" belirtiyor ve "Anlaşıldığına göre, Urfa'daki işler harpten ve askerlikten anlamayan adamlar tarafından idare olunuyor. Oradakilere baş olacak münasip bir zatın kolorduca gönderilmesinin münasib olduğu fikrindeyiz" diyordu.


    Bu arada Ali Saip Bey'e, verilen büyük kayıplardan dolayı tepkiler başlamıştı. 13. Kolordu'ya bağlı 2.Tümen kumandanı Yarbay Akif Bey, Siverek'e gelip Kolordu'ya verdiği raporda "Aşayir ve ahaliyi kumanda, muhal denecek kadar güç birşey olduğu müsellem olduğundan Urfa Kuvayı Milliye Kumandanı'na bir hoşnutsuzluk vardır" diyordu.


    Bir taraftan kayıplar, bir taraftan Fransızlara imdat geleceği haberleri halkın moralini bozuyordu. Urfa ahalisi, 19 Mart'ta Karaköprü'den Heyet-i Temsiliye Başkanlığı'na çektiği telgrafta, 13. Kolordu Komutanlığı'na muntazam kuvvetlerin gönderilmesi için yaptıkları başvuruya cevap alamadıklarını, 2 saat içinde muntazam gönderileceğine dair cevap alınamazsa, Urfa'ya dönüp Urfalılara başlarının çaresine bakmalarına mecbur olduklarını tebliğ edeceğiz; diyorlardı. Mustafa Kemal bunun üzerine, 13. Kolordu Kumandanlığı'na bir miktar muntazam kuvvetin milli kuvvetler görünümünde Urfa'ya gönderilmesini istiyor, 13. Kolordu Kumandanlığı muntazam kuvvetlerin işe karıştırılmasının Fransa'ya harp ilanı anlamına geleceği gerekçesiyle bundan kaçınıyordu.


    Bu arada yakalanan bir Fransız casusunun üzerinde çıkan pusulada, Fransızların erzak bakımından son derece sıkıntılı oldukları öğreniliyordu. 30 Mart'a şişko'nun Bağındaki ağılda (bugünkü müzenin yeri) bulunan Fransız askerlerine baskın yapmayı plalayan ve Nino Hacı Bekir'in Hanından (bugünkü Topçu Hanı) hareket eden Yedeksubaylardan Murad'ın oğlu Hacı Osman (Keskinkılıç) kumandasındaki Badıllı aşiret kuvvetleri, Fransızların uyanık bulunmaları nedeniyle şiddetli ateşle karşılaştılar ve 7 şehit, 3 yaralı verdiler. Ertesi gün, erzak elde etmek için şehre karşı hücum düzenleyen Fransızlar, çetelerin ateşiyle karşılaştı ve geri çekildi.


    Nisan ayı başlarında, bekledikleri yardımdan ümitlerini kesen Fransızların erzakları bitmiş, Urfa'yı boşaltmayı düşünür olmuşlardı. Ancak öyle bir formül bulunmalıydı ki, Urfa'yı "Fransa'nın şerefine uygun" bir şekilde boşaltmalıydılar. Bulunan formül de şuydu: Urfa'daki Ermeniler, Fransızlara açlığa düştükleri gerekçesiyle başvuracaklar, Fransızlar da onların hatırı için Urfa'yı boşaltacaklardı. Urfa'daki Ermeni cemaati, Fransızların bu formülüne itiraz ettiler. Eğer böyle birşey olursa Urfalılar, "Fransızlar Ermeniler için geldiler, yine onların hatırı için Urfa'yı terkediyorlar" diye düşüneceklerdi ve bu da Ermeniler için çok kötü olacaktı. Sajous, teklif yaptığı Ermeni cemaati liderlerinden Dr. Beşliyan'a "Doktor, bundan böyle bu Ermeni kalbidir" diyerek kalbini göstermesine rağmen, Ermenileri ikna edemedi. Dr. Beşliyan diyordu ki, "Velhasıl anladık ki, Fransızlar bizi kurbanlık koyun gibi Hacı Mustafa'ya bırakıp kendileri şerefle sıvışmak peşinde. Yani kasap yağ derdinde, keçi can derdinde."


    Ermenilerin bu çözümü reddetmeleri üzerine isviçreli Dr. Fischer, bu görevi üstlenip Ermenilerin açlığını ileri sürerek Fransızların Urfa'yı tahliye için görüşebileceklerini şartlarla beraber mutasarrıflığa bildirdi. Sonradan Ali Saip Köprüsü adı verilen Millet Köprüsü üzerinde 9 Nisan günü Mutasarrıf Ali Rıza Bey, Ali Saip Bey, Belediye Reisi Hacı Mustafa, Fransız Kumandanı Hauger, Yüzbaşı Sajous ve Dr. Beşliyan buluştular. şartlar görüşüldü, anlaşmaya varıldı. Fransızların tahliye şartları şunlardı:


    1. Ermenilerin hayatlarının korunması.


    2. Amerikalıların hayatlarının ve mallarının korunması.


    3. Urfa'da ölen Fransızların mezarına saygı gösterilmesi.


    4. Carablus'a kadar ağırlıkların taşınması için 60 deve ve 25 yük arabasının verilmesi.


    5. 17 şubat'ta esir edilen Fransız askerlerinin geri verilmesi.


    6. Urfa eşrafından 10 kişinin Carablus'a kadar kendilerine eşlik etmesi.


    7. Dr. Fischer hastanesinde bulunup taşınması mümkün olmayan yaralıların hayatlarının korunması.


    8. Fransız kuvvetlerinin gidecekleri yere kadar güvenliklerinin korunması.


    9. Savaşmaya derhal son verilmesi.


    10. Düzenlenecek andlaşma hükümlerinin bir taraftan işgal kumandanı, diğer taraftan mutasarrıf, belediye reisi ve Kuvayı Milliye kumandanınca imza edilip onaylanması.


    Diğer şartlar kabul edilmekle birlikte, 6. maddedeki "eşraftan 10 kişi" yerine Teğmen Ömer izzet Efendi (Durakbaşı) komutasında 10 jandarma eri refakatçi olarak verildi.


    10 Nisan'ı 11 Nisan'a bağlayan yarı gece Fransız kuvvetleri, Hastane ve Hızmalı Köprü yolunu izleyerek iki koldan Suruç yönüne doğru yola çıktı. Sabah saatlerinde silah sesleri gelmeye başladığında Fransız kuvvetlerini arkadan izleyen Teğmen Halil Münir Efendi'den Ali Saip Bey'e şu rapor geldi:


    "Düşman öncüsü, bilhassa öncüde bulunan Ermenilerin yolda rastladıkları aşiretlere ve bilhassa yol üzerindeki köylülere ateş etmeleri üzerine şebeke Boğazı'nda şiddetli bir çatışma başladı. Kumandan, Fransız kuvvetlerine savaş düzeni aldırdı. Bize karşı da ateş etmeye başladılar. Urfa yolunu koruma altında bulunduruyorum, durumumuz tehlikelidir, acele etmenizi bekliyorum." Bu sırada halk ve aşiretler akın akın olay yerine gidiyordu. Olay yerine hareket eden Ali Saip Bey, yarı yolda Ömer izzet Efendi ile karşılaştı. Ömer izzet Efendi'den durumu öğrenen Ali Saip, olay yerine vardığında Sajous ve subaylar öldürülmüş yerde yatıyorlardı. Muharebe sonucunda kalan 100 Fransız askeri de esir edilerek Urfa'ya getirilmişti.
#20.12.2005 23:20 0 0 0
  • KURTULUŞ ŞEHİTLERİ ANITI


    Urfa Kurtuluş Mücadelesinde şehit olanların anısına Kültür Bakanlığı tarafından1987 yılında yaptırılarak Şanlıurfaya armağan edilmiştir. Yeniden projelendirilen anıtın oturduğu kaide Urfa Taşından yeniden düzenlenerek üzerine Urfa Kurtuluş Savaşı şehitlerinin isimleri yazılmıştır. Ayrıca anıtın etrafı Çevre Koruma Vakfı tarafından yeniden tanzim edilerek yeşillendirilmiştir.

    11 Nisan 2001 tarihinde Şanlıurfanın Düşman işgalinden Kurtuluşunun 81. Yıldönümünde açılışı yapılmıştır.
    TBMM TARAFINDAN URFA'YA "ŞANLI" ÜNVANININ VERİLMESİ


    TBMM TARAFINDAN URFA'YA "ŞANLI" ÜNVANININ VERİLMESİ :Urfa milletvekili Osman Doğan ve 17 arkadaşının, Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlıktan dolayı Urfa ili adının "Şanlıurfa" olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi TBMM tarafından 12.6.1984 tarihinde kabul edilerek kanunlaşmıştır.
    Urfa ilinin adının Şanlıurfa olarak değiştirilmesi hakkındaki 3020 sayılı kanun 22 Haziran 1984 tarih 18439 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
#20.12.2005 23:22 0 0 0
  • Genel Bilgiler


    Şanlıurfa İlinin Merkez ilçe dışında; 10 ilçesi, 26 belediyesi, 30 bucağı, 1.080 köyü ve 1.624 köy altı yerleşim yeri bulunmaktadır. İdari yönden dağınık ve yoğun bir yerleşim özelliğine haizdir.



    İlçelere Göre Bucak, Köy, Mezra, Belediye, Mahalleler


    İlçelere Göre Bucak, Köy, Mezra, Belediye ve Mahalle sayıları


    İLÇELER

    BUCAK SAYISI

    KÖY SAYISI

    MEZRA SAYISI

    MAHELLE SAYISI

    BELEDİYE SAYISI


    MERKEZ
    6

    308

    399

    79

    5


    AKÇAKALE

    2

    86

    114

    8

    2


    BİRECİK

    2

    69

    72

    13

    3


    BOZOVA

    3

    76

    76

    9

    3


    CEYLANPINAR

    1

    32

    17

    11

    1


    HALFETİ

    1

    35

    23

    11

    3


    HARRAN

    1

    95

    117

    5

    1


    HİLVAN

    3

    63

    83

    3

    1


    SİVEREK

    7

    120

    369

    31

    3


    SURUÇ

    2

    82

    140

    10

    2


    VİRANŞEHİR

    2

    114

    214

    17

    2


    TOPLAM

    30

    1.080

    1.624

    197

    26
#20.12.2005 23:24 0 0 0
  • 2000 Yılı Nüfus Sayımı Okur-yazarlık Oranı


    2000 Yılı Nüfus Sayımı Okur-yazarlık Oranı (%)


    Okuma Yazma Durumu
    Şanlıurfa 2000 Yılı

    Türkiye (1990)


    Toplam

    Erkek

    Kadın

    Toplam

    Erkek

    Kadın


    Bilen
    68
    82

    52

    85

    91

    79


    Bilmeyen

    32

    18

    48

    15

    9

    21


    Milli Eğitim Müdürlüğünce Halk Eğitim Merkezlerinde


    Açılan Kurslar (2004-205)






    KURS TÜRÜ

    KURS SAYISI

    KURSİYER SAYISI


    Kadın

    Erkek

    Toplam


    Mesleki ve Teknik Kurslar

    287

    3.394

    3.508

    6.902


    Sosyal-Kültürel Kurslar

    164

    2.071

    3.603

    5.674


    1. Kademe Okuma Yazma Kursları

    686

    5.495

    3.381

    8.876


    2. Kademe Okuma Yazma Kursları

    184

    1.275

    2.341

    3.616


    TOPLAM

    1380

    12.639

    13.895

    26.534


    OKULLAŞMA ORANLARI


    Okullaşma Oranları





    İL

    TÜRKİYE


    İlköğretim

    75

    92


    Ortaöğretim

    26

    47


    Yükseköğretim

    7

    13


    YAPILAN OKUL VE DERSLİKLER


    ŞANLIURFADA EĞİTİM YATIRIMLARI 70.455.405 YTL ( 70.4 TRİLYON TL)YE ULAŞTI.






    Şanlıurfa Valiliği bütçe imkânları, genel bütçe, Kurum ve Kuruluşlar, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, İşadamları, Sivil Toplum Örgütleri ve Hayırsever vatandaşlar tarafından yapılan eğitim kurumlarından; 33 ilköğretim okulu ve (2) lise olmak üzere toplam 35 okul (601 derslik) 20052005 Eğitim ve Öğretim döneminde hizmete açılacak.






    Şanlıurfa Valiliğince ihalesi Eylül 2004 tarihinde yapılan Merkez İlçe, Halfeti, Akçakale, Birecik, Bozova, Ceylanpınar, Harran, Siverek, Suruç ve Viranşehir ilçelerinde yapımına başlanan toplam 279 dersliği bulunan 21 yeni ilköğretim okulu ve 29 lojmanın tamamı 15 Ağustos 2005 tarihine kadar bitirilecek. Bu okulların yaklaşık olarak 14.947.370 YTL.ye mal olacak ve 2005-2006 eğitim öğretim yılından öğrenime açılacağk. Nisan 2005 ayında ihalesi yapılan ve 3.355.645 YTL. harcama ile 10 köye yeni ilköğretim okulu (51 derslik) ve 28 lojmanın ihalesinin yapılarak sözleşmelerinin imzalandığı, 8 köye de yaklaşık 3.400.000 YTL..harcama ile yeni ilköğretim okulu (60 derslik) ve 32 lojman yapımı için ihale duyurularının yapıldığı ve Temmuz ayı sonuna kadar ihalelerinin tamamlanacak.


    İl genelinde (8) lise (1) Öğrenci Pansiyonu inşaatları devam ediyor. İnşaatları devam eden Fen Lisesi İkmal İnşaatı, Merkez Güzel Sanatlar Lisesi, 2.Endüstri Meslek Lisesi, Merkez Turizmcilik ve Otelcilik Lisesi, Merkez Genel lise,Halfeti Genel Lise ve Viranşehir Kız Meslek Lisesinin 23.140.390 YTL.ye mal olacak. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası tarafından (4) ilköğretim Okulu, (1) lise ve (1) Yemekhane ve pansiyon inşaatların devam ediyor ve bu inşaatların 14.680.000 YTL.ye mal olacak. 2004 yılı içinde yaklaşık 6.230.000 YTL.nin harcama ile 178 dersliğin devlet ve vatandaş işbirliği ile yapılarak eğitim ve öğretime açıldı. Toplu Konut idaresi tarafından Akabe bölgesinde 32 derslik lise inşaatının devam ettiğini 2005 yılında ; Kadir Has, Hüsnü Özyeğin, Abdulkadir Göncü, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Şanlıurfa merkezinde yapılan okullar ile Viranşehir ve Siverek ilçelerinde hayırsever vatandaşlar tarafından toplam 18 okul (134 derslik) yapılan okul inşaatlarının devam ediyor. Bunların devlete katkısının yaklaşık 4.690.000 YTL, ayrıca; Avrupa Birliği tarafından (17) okul, Dünya Bankası tarafından da (8) olmak üzere toplam 25 okulun yapımı için ihale çalışmaları da devam ediyor.










    2004 YILINDA BAŞLANAN 21 YENİ İLKÖĞRETİM OKULU VE 29 LOJMAN DA 2005 - 2006 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILINDA HİZMET VERMEYE BAŞLAYACAK.






    Şanlıurfa Milli Eğitim Müdürlüğü Yatırımları ile 15.08.2005 tarihinde kadar (279) Derslik (29) Lojman İnşaatı tamamlanacak ve 2005-2006 Eğitim Öğretim Yılında hizmet vermeye başlayacak.


    01.09.2004 tarihinde ihale edilen (8) derslikli Merkez Say burç Köyü İlköğretim Okulu ve (4) lojman inşaatı 10.05.2005 tarihinde tamamlandı ve 344.201 YTL.ye , 01.09.2004 tarihinde ihale edilen (1) derslikli Birecik Kömağıl Köyü İlköğretim Okulu ve (1) lojman inşaatı 15.04.2005 tarihinde tamamlandı ve 101.505 YTL.ye, 02.09.2004 tarihinde ihale edilen (8) derslikli Bozova sığırcık Köyü İlköğretim Okulu inşaatı. 12.04.2005 tarihinde tamamlandı. Ve 419.112 YTL.ye, 02.09.2004 tarihinde ihale edilen (8) derslikli Ceylanpınar Yukarı Taşyalak Köyü İlköğretim Okulu ve (4) lojman inşaatı 22.04.2005 tarihinde tamamlandı ve 467.846 YTL.ye, 03.09.2004 tarihinde ihale edilen (8) derslikli Harran Damlasu Köyü İlköğretim Okulu 03.04.2005 tarihinde tamamlandı ve 481.213 YTL.ye 02.09.2004 tarihinde ihale edilen (8) derslikli Akçakale Göneren Köyü İlköğretim Okulu inşaatı 04.03.2005 tarihinde tamamlandı ve 289.619 YTL.ye , 02.09.2004 tarihinde ihale edilen (8) derslikli Akçakale İncedere Köyü İlköğretim Okulu ve (4) lojman inşaatı 07.05.2005 tarihinde tamamlandı ve 327.214 YTL.ye mal oldu. 08.09.2004 tarihinde ihale edilen (24) derslikli Merkez Direkli Mahallesi İlköğretim Okulu inşaatı devam ediyor. 1.792.018 YTL.ye mal olacak okul 10.07.2005 tarihinde, 07.09.2004 tarihinde ihale edilen (18) derslikli Merkez Sırrın Mahallesi İlköğretim Okulu inşaatı devam ediyor. 678.310 YTL.ye mal olacak okul 15.07.2005 tarihinde, 03.09.2004 tarihinde ihale edilen (18) derslikli Merkez Sırrın İlköğretim Okulu ek bina inşaatı devam ediyor.807.592 YTL.ye mal olacak okul 15.07.2005 tarihinde, 07.09.2004 tarihinde ihale edilen (24) derslikli Siverek Şirinkuyu Mahallesi İlköğretim Okulu inşaatı devam ediyor. 1.112.527 YTL.ye mal olacak okul 15.08.2005 tarihinde, 07.09.2004 tarihinde ihalesi yapılan (24) derslikli Suruç Merkez İlköğretim Okulu inşaatı devam ediyor. 1.044.300 YTL.ye mal olacak okul 15.08.2005 tarihinde,07.09.2004 tarihinde ihale edilen (24) derslikli Viranşehir Merkez İlköğretim Okulu inşaatı devam ediyor. 1.251.767 YTL.ye mal olacak okul 07.07.2005 tarihinde, 03.09.2004 tarihinde ihale edilen (12) derslikli Halfeti Yukarı Göklü Cumhuriyet İlköğretim Okulu ve (4) lojman inşaat devam ediyor. okul 06.07.2005 tarihinde, 08.09.2004 tarihinde ihale edilen 1.388.222 YTL.ye mal olacak (24) derslikli Merkez Yenişehir Mahallesi ilköğretim Okulu inşaatı ,06.09.2004 tarihinde ihale edilen 1.112.527 YTL.ye mal olacak (24) derslikli Merkez Hayati Harrani İlköğretim Okulu inşaatı ,03.09.2004 tarihinde ihale edilen 349.280 YTL.ye mal olacak 100 öğrencili Halfeti Anaokulu inşaatı ,01.09.2004 tarihinde ihale edilen368.986 YTL.ye mal olacak okul (8) derslikli Merkez Mağaracık Köyü İlköğretim Okulu ve (4) lojman inşaatı, 06.09.2004 tarihinde ihale edilen 986.480 YTL.ye mal olacak (24) derslikli Akçakale Süleyman şah ilköğretim okulu inşaatı , 06.09.2004 tarihinde ihale edilen 584.808 YTL.ye mal olacak (18) derslikli Birecik Fevzipaşa İlköğretim Okulu 2005 -2006 eğitim ve öğretim döneminde hizmet verecek.






    İMKBDEN ŞANLIURFAYA (4) İLKÖĞRETİM OKULU, (1) LİSE VE (1) YEMEKHANE VE PANSİYON.


    İstanbul Menkul Kıymetler Borsası tarafından yapımına başlanan (4) ilköğretim okulu,(1) lise olmak üzere toplam 144 derslik ve (1) yemekhane ve pansiyon 14.680.000 YTL.ye mal olacak.


    04.11.2004 tarihinde başlanan (24) derslikli Merkez Genel Lise inşaatı 31.08.2005 tarihinde tamamlanacak ve 2.537.000 YTL. ye mal olacak. 05.11.2004 tarihinde başlanan Anadolu Mehmet Güneş Öğretmen Lisesi Yemekhane ve Pansiyon inşaatı 31.08.2005 tarihinde tamamlanacak ve 1.950.000 YTL.ye mal olacak.06.11.2004 tarihinde başlanan (24) derslikli Merkez Karaköprü İlköğretim Okulu 31.08.2005 tarihinde tamamlanacak ve 1.975.000 YTL.ye mal olacak.07.11.2004 tarihinde başlanan (32) derslikli Merkez Sırrın İlköğretim Okulu(Köy Hizmetleri Karşısı) Temmuz ayı içinde tamamlanacak ve 2.660.000 YTL.ye mal olacak.08.11.2004 tarihinde başlanan (32) derslikli Merkez Suruç İlköğretim Okulu 31.08.2005 tarihinde tamamlanacak ve 2.868.000 YTL.ye mal olacak.09.11.2004 tarihinde başlanan (32) derslikli Merkez Ceylanpınar İlköğretim Okulu 31.08.2005 tarihinde tamamlanacak ve 2.690.000 YTL.ye mal olacak.


    (8) LİSE VE (1) ÖĞRENCİ PANSİYONU İNŞAATLARI DEVAM EDİYOR.


    İl genelinde yapılan (8) Lise ve (1) Öğrenci Pansiyonu 23.140.390 YTL.ye mal Olacak.


    04.11.2004 tarihinde yapımına başlanan ve ihale bedeli 1.529.870 YTL. olan Merkez Fen Lisesi İnşaatı, 26.11.2004 tarihinde yapımına başlanan ve ihale bedeli 5.758.400 YTL. olan ve 31.12.2007 tarihinde tamamlanacak olan Merkez Güzel Sanatlar lisesi inşaatı, 19.11.2004 tarihinde başlanan ve ihale bedeli 2.301.000 YTL. olan ve 31.12.2006 tarihinde tamamlanacak olan Ceylanpınar Genel Lise inşaatı,. 24.01.2004 tarihinde yapımına başlanan ve ihale bedeli 4.708.200 YTL. olan ve 31.12.2009 tarihinde tamamlanacak 2.Endüstri Meslek Lisesi inşaatı, 21.02.2005 tarihinde başlanan ve 1.875.020 YTL. ye mal olacak ve 31.12.2006 tarihinde tamamlanacak (24) derslikli Merkez Genel Lise inşaatı, 16.05.2005 tarihinde başlanan 1.526.920 YTL. ye mal olacak ve 31.12.2006 tarihinde tamamlanacak (12) derslikli Merkez Genel Lise İnşaatı,11.04.2005 tarihinde başlanan 1.888.000 YTL.ye mal olacak ve 31.12.2006 tarihinde tamamlanacak (16) derslikli Viranşehir Kız Meslek Lisesi, 28.01.2005 tarihinde ihale edilen ,2.749.400 YTL.ye mal olacak ve 31.12.2006 tarihinde tamamlanacak (16) derslikli Halfeti Genel Lise inşaatı,12.04.2005 tarihinde ihalesi yapılan ,803.580 YTL.ye mal olacak ve12.09.2005 tarihinde tamamlanacak Siverek öğrenci Pansiyonu inşaatı devam ediyor.


    Ayrıca; Merkez Otelcilik ve Turizm Lisesi nin ihalesi sonuçlanmak üzere, İnşaat; 31.12.2007 tarihinde tamamlanacak. Merkez Halk Eğitim Merkezi ihalesi için çalışmalar devam ediyor. Merkez Zihinsel Engelliler Okulunun ihalesi için ise Milli Eğitim Bakanlığından ihale talimatı bekleniyor.






    (19) KÖYE YENİ İLKÖĞRETİM OKULU VE (60) LOJMAN YAPILACAK.


    Şanlıurfa Merkez, Bozova, Ceylanpınar, Halfeti, Harran, Hilvan ve Viranşehir ilçelerine bağlı toplam 8 köye toplam 60 derslikli ilköğretim okulu, bu köylere 32 lojman yapımı için ihale duyuruları yapıldı. Temmuz ayı içinde okulların ihalesi gerçekleştirilecek.


    (8) derslikli Merkez Seksenören Köyü İlköğretim Okulu ve (4) lojmanı, (8) derslikli Bozova Hacılar Köyü İlköğretim Okulu ve (4) lojmanı, (4) derslikli Ceylanpınar Yukarı Durmuş İlköğretim Okulu ve (2) lojmanı,(8) derslikli Halfeti Sütveren Köyü İlköğretim Okulu ve (4) lojmanı, (4) derslikli Halfeti Seldek Köyü İlköğretim Okulu ve (2) lojmanı, (8) derslikli Harran Yukarı Yakınyol Köyü İlköğretim Okulu ve (4) lojman,(12) derslikli Hilvan Gölcük Köyü İlköğretim Okulu ve (4) lojmanı, (8) derslikli Viranşehir Büyük Keberli Köyü İlköğretim Okulu ve (4) lojmanı, Viranşehir Kadıköy ilköğretim Okulu (4) lojmanı Temmuz 2005 ayı içinde ihale edilecek.


    10 Köye yeni ilköğretim okulu (51 Derslik) ve toplam 11 köye ise 28 lojman yapımı ile ilgili sözleşmeleri imzalandı.


    531.000 YTl.ye mal olacak (8) derslikli Merkez Uluhan Köyü İlköğretim Okulu ve (4) lojmanı, 236.000 YTL.ye mal olacakt (2) derslikli Merkez Akmağara Köyü İlköğretim Okulu ve (1) lojmanı, 177.000 YTL.ye mal olacak Merkez Yağmurlu Köyü İlköğretim Okulu (4) lojmanı, 333.645 YTL.ye mal olacak (8) derslikli Merkez İki ağız Köyü İlköğretim Okulu ve (4) lojmanı, 177.000 YTL.ye mal olacak (1) derslikli Merkez İnci Köyü ilköğretim okulu ve (1) lojmanı, 236.000 YTL.ye mal olacak (2) derslikli Akçakale Gündeş Köyü Bulgu Mezrası ilköğretim Okulu ve (1) lojmanı, 131.000 YTL.ye mal olacak (8) derslikli Suruç Bellik Köyü ilköğretim Okulu ve (4) lojmanı, 531.000 YTL.ye mal olacak (8) derslikli Harran Koyunluca Köyü İlköğretim Okulu ve (4) lojmanı, 531.000 YTL.ye mal olacak (8) derslikli Siverek Erkonağı Köyü İlköğretim Okulu ve (4) lojmanı,


    236.000 YTL.ye mal olacak Siverek Çaylarbaşı Köyü ilköğretim Okulu, 236.000 YTL.ye mal olacak (2) derslikli Birecik Yuvacık Köyü ilköğretim Okulu ve (1) lojmanın ihaleleri Nisan 2005 ayı içersinde yapıldı ve inşaatlarla ilgili sözleşmelerin büyük bölümü gerçekleştirildi.
#20.12.2005 23:27 0 0 0
  • İLKÖĞRETİM VE ORTAÖĞRETİM


    1.370 ilköğretim ve 4 özel ilköğretim okulunda 326.328 öğrenci, 30 genel lise, 36 meslek lisesi ve 4 özel lisede 32.358 öğrenci, 13 anaokulu ve 185 anasınıfında 6.519 öğrenci olmak üzere; toplam 1.457 okulda 326.328 öğrenci eğitim ve öğretim görmektedir.


    İlköğretim ve ortaöğretimdeki toplam derslik sayısı 5.534'dür. Derslik başına İlköğretimde 65, ortaöğretimde 36 öğrenci düşmektedir.


    Okul öncesi eğitimde 2001-02 eğitim-öğretim yılında okul sayısı 60 ve öğrenci sayısı 1.635 iken 2003-04 eğitim-öğretim yılında okul sayısı 107 ve öğrenci sayısı 3.350 ye ulaşarak okul öncesinde % 51lik artış sağlanmıştır. 2004-05 eğitim-öğretim yılında ise bir önceki yıla göre % 95lik bir artış sağlanmıştır.


    İlimizde ilköğretimde öğretim çağında ki çocuk sayısı 354.453 olup bunun 287.451i ilköğretime kayıtlı bulunmaktadır. Buna göre ilköğretimde okula kayıtlı olmayan çocuk sayısı % 19dur.


    İlimizdeki okullaşma oranları; ilköğretimde %81, ortaöğretimde %26, yüksek öğretimde %7'dir. Türkiye genelinde ise okullaşma oranları yaklaşık olarak; ilköğretimde %92, ortaöğretimde %47, yükseköğretimde %13'dür.


    İlimizin en temel sorunu eğitim alanında yoğunlaşmış bulunmaktadır. 2000 yılı Genel Nüfus Sayımı sonucuna göre kadınlarımızın %52si, erkeklerin %82si okuryazar durumundadır. Genel okuryazarlık oranı %68dir. 2000 sayımlarına göre Türkiye geneli okur-yazarlık oranı ise %87 seviyesindedir. Okuma Yazma oranı oldukça düşük olan ilimizde, Okuma yazma oranını yükseltmek için 2004-2005 öğretim yılında, 1. ve 2. kademe okuma-yazma kursları açılmıştır. Bu kurslara, 6.770i kadın, 5.722si erkek olmak üzere, toplam 12.492 kişi katılmıştır.Okuma-yazma öğretimi alanında yapılan çalışmalarda kursiyer sayısı ve okuma-yazma öğretiminde 2004-05 eğitim-öğretim yılı itibarı ile, ülke genelinde İstanbul ilinden sonra ilimiz 2. sırada yer almaktadır.Nüfusa oranla ise ilk sırada yer almaktayız.


    Hızlı nüfus artışı ve kırsal alandan kentsel alanlara olan göç nedeniyle il merkezi ve ilçelerde yaklaşık 5.194, ortaöğretim 187 derslik olmak üzere, toplam 5.381 dersliğe ihtiyaç bulunmaktadır.






    Okul, Öğretmen, Öğrenci ve Derslik Sayıları


    Okul Türü

    Okul Sayısı

    Öğretmen Sayısı

    Öğrenci Sayısı

    Derslik Sayısı


    1-ANAOKULU

    13

    81

    1.207

    67


    2-ANASINIFI

    (185)

    362

    5.312

    198


    3-İLKÖĞRETİM

    Genel

    1.370

    7.344

    286.341

    4.305


    Özel

    4

    94

    1.110

    77


    4-ORTAÖĞRETİM

    Genel Lise

    30

    835

    24.694

    493


    Mesleki Lise

    36

    478

    6.932

    350


    Özel Lise

    4

    79

    732

    44


    GENEL TOPLAM

    1.457

    9.273

    326.328

    5.534

    YİBO VE PİO'LARIN DURUMU


    Ülke ve Bölge genelinde YİBOların mevcut kapasitelerinin %87si kullanılırken bu oran İlde %94e ulaşmaktadır. İldeki tek PİOnun da %98i doludur. PİOların kapasite kullanım oranları Bölge genelinde %63, ülke genelinde ise %76dır.


    2004-2005 öğretim yılında 1.491 yerleşim biriminde, 27.775 öğrenci 87 taşıma merkezine taşınmaktadır. Yaklaşık taşıma gideri 5,5 Milyon YTLdir.






    YİBO ve PİOlar


    Okul Sayısı

    Öğretmen Sayısı

    Öğrenci Sayısı

    Derslik Sayısı


    9

    189

    6.110

    148


    2

    32

    1.942

    30

    YÜKSEK ÖĞRETİM :


    YÜKSEK ÖĞRETİM :


    25 Kasım 1992 tarihinde kurulan Harran Üniversitesi; 7 fakülte, 12 meslek yüksekokulu ve 3 enstitü ile hizmet vermektedir. Toplam öğrenci sayısı 6.876 toplam akademik personel sayısı 828dir.


    Harran Üniversitesinin 17 Şubat tarihinde açılışı yapılan ve Türkiyenin en büyük üniversite kampusu olan Osmanbey Kampus İnşaatı yaklaşık %75 fiziki gerçekleşme ile devam etmektedir.






    Harran Üniversitesine Bağlı Fakülte, Yüksekokul ve Enstitüler


    FAKÜLTELER

    YÜKSEKOKULLAR

    ENSTİTÜLER


    1- Fen Edebiyat fakültesi


    2- İktisadi ve İdari Bil. Fak.


    3- İlahiyat Fakültesi


    4- Mühendislik Fakültesi


    5- Tıp Fakültesi


    6- Veteriner Fakültesi


    7- Ziraat Fakültesi

    1- Sağlık Hiz. MYO


    2- Sağlık Yüksekokulu


    3- Şanlıurfa MYO


    4- Akçakale MYO


    5- Birecik MYO


    6- Bozova MYO


    7- Ceylanpınar MYO


    8- Hilvan MYO


    9- Kahta MYO


    10- Siverek MYO


    11- Suruç MYO


    12- Viranşehir MYO

    1- Fen Bilimleri Ens.


    2- Sosyal Bilimler ns.


    3- Sağlık Bilimleri Ens.







    Rakamlarla Harran Üniversitesi


    Öğrenci Sayısı

    6.876









    Akademik Personel

    Profesör

    39


    Doçent

    43


    Yrd. Doçent

    189


    Araştırma Görevlisi

    346


    Öğretim Görevlisi

    188


    Uzman

    23


    Yurtdışı Arş. Gör. Sayısı

    (3)









    İdari Personel

    595


    Lojman Sayısı

    152




    ÖSS SINAVINA GÖRE BAŞARI DURUMU


    Şanlıurfa ÖSS Sınavına Göre Bir Yükseköğretim Programına Yerleşme Yönünden İllerin Başarı Durumu


    Yıl

    81 İle Göre Başarı Sırası

    Sınava Giren Aday Sayısı

    Yerleşen Toplam Sayı


    2001

    65. ŞANLIURFA

    14.265

    3.336


    2002

    60. ŞANLIURFA

    15.111

    4.165


    2003

    56. ŞANLIURFA

    15.449

    12.001


    2004

    63. ŞANLIURFA

    6.778

    676
#20.12.2005 23:29 0 0 0
  • NÜFUS


    GENEL BİLGİLER


    1990 Yılı nüfus sayımına göre 1.001.455 olan il nüfusu, 2000 yılı nüfus sayımı sonucuna göre yaklaşık 1.443.422'ye yükselmiştir.


    2000 yılı nüfus sayımına göre Şanlıurfa; yıllık nüfus artışında binde 36,6 ile ikinci İl konumundadır. Türkiye genelinde ise yıllık nüfus artış hızı binde 18,34dür.


    1990 yılı sayımına göre 276.528 olan Merkez ilçe kent nüfusu, 2000 yılı nüfus sayımı sonucunda 385.588'e ulaşmıştır.


    İLLERİN BÖLGE NÜFUSU İÇİNDEKİ PAYLARI



    Şanlıurfa, bölge nüfusunun % 21,3üne sahiptir. Bu haliyle bölgenin en büyük nüfusuna sahip ilidir. Şanlıurfadan sonra bölgede nüfus büyüklüğü bakımından, Diyarbakır ve Gaziantep illeri gelmektedir. Bu üç ilin toplam nüfusu, bölge nüfusunun %60,6sını oluşturmaktadır.


    Şanlıurfada yıllara göre kent ve köy nüfusu artmıştır. 1980li yıllardan sonra kent nüfusu köy nüfusunu aşmıştır.
#20.12.2005 23:32 0 0 0
  • 2005 YILINDA TAMAMLAN VE DEVAM EDEN TESİS VE ÇALIŞMALAR


    2005 YILI İÇİNDE TAMAMLANAN VE ÇALIŞMALARI DEVAM EDEN TESİSLER



    İlimizde sağlık alanında birçok yatırımlar tamamlanarak hayata geçirilmiştir. Halkın sağlık seviyesini yükseltmiş olan bu sağlık yatırımlarının bazıları şunlardır;




    Ø Ticaret Borsası Sağlık Ocağı : Bu Sağlık ocağımızın inşasına Haziran 2004 yılında başlandı. Aralık 2004 tarihinde bitirildi. Şubat 2005 tarihinde hizmete açıldı. Bodrum+iki kat olup, bodrum katta Yenişehir 112 acil hizmet noktası olarak kullanılmaktadır. Sağlık Ocağı olarak 4 Mahalleye 27.225 Nüfusa hizmet vermektedir. Bu ocağın arsası hazine arazisi olup, inşaatı için 150 Milyar TL. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği tarafından bağışlanmış ve Devlet vatandaş işbirliği olarak yapılmıştır.




    Ø Hacı Bozan Bozanoğlu Paşabağı Sağlık Ocağı : Bu sağlık ocağımızın inşasına Haziran 2004 yılında başlandı.Nisan 2005 tarihinde hizmete açıldı. İki kat olup,. Sağlık Ocağı olarak 4 Mahalleye 33.555 Nüfusa hizmet vermektedir. Bu ocağın arsa ve inşaatı için 260 Milyar TL.harcanmış olup, tüm harcamalar Şanlıurfalı hayırsever iş adamı Hakkı Bozanoğlu tarafından bağışlanmış ve Devlet vatandaş işbirliği olarak yapılmıştır.





    Ø Çocuk Hastalıkları Hastanesi : İlimizde Çocuk Hastalıkları Hastanesi Doğum hastanesi ile birlikte hizmet vermekte iken Ocak 2005 tarihinde eski Devlet Hastanesine ait iki binada gerekli tadilatlar yapılarak hizmet vermeye başlamıştır. Bu işlemler için yaklaşık 200 Milyar TL harcanmıştır.





    Ø Suruç 2 Nolu Sağlık Ocağı : Suruç ilçesi Verem Savaşa ait binanın bir bölümü ayrılarak Sağlık Müdürlüğü tarafından yeniden tefriş edilmiştir. Merkezde 3 mahalle, periferde 13 köy ve 20 mezrada toplam 20.132 nüfusa hizmet vermektedir.




    Ø Viranşehir Hemodiyaliz Merkezi : Bu merkez Devlet hastanesi bünyesinde Mart 2005 tarihinde 4 Hemodiyaliz makinesi alınarak faaliyete geçmiştir.Bu merkezin yaklaşık maliyeti 45.000 Euro olmuştur. Yaklaşık 167.000 nüfusa hizmet vermektedir.




    Ø Siverek Hemodiyaliz Merkezi : Bu merkez Devlet hastanesi bünyesinde Mart 2005 tarihinde 6 Hemodiyaliz makinesi alınarak faaliyete geçmiştir.Bu merkezin yaklaşık maliyeti 65.000 Euro olmuştur. Yaklaşık 192.000 nüfusa hizmet vermektedir.



    Ø Siverek 112 Acil Merkezi : Bu merkez Mart 2005 tarihinde faaliyete başlamış, inşaatı ve tefrişi için yaklaşık 30 Milyar harcanmıştır.




    Müdürlüğümüz tarafından oluşturulan inşaat ekibiyle İlimizde hizmet veren 32 sağlık ocağı ve sağlık evine genel onarım ( Çatı-elektrik-sıhhi tesisat-boya, badana) yapılmış, yaklaşık olarak 80 Milyar TL harcanmıştır.




    Birçok yatırıma da yeni başlanmış ve inşası hızla devam etmektedir. Bunlar ;


    Ø Sağlık Müdürlüğü Eğitim Merkezi : 2002 yılında inşasına başlandı. Biri bodrum olmak üzere 4 kattan oluşan bina 2005 Ocak ayı itibarıyla inşaatı tamamlanmıştır. Tefrişi için Sağlık Bakanlığı bir takım tıbbi malzemeler göndermiş olup diğer hizmet gereçleri Sağlık Müdürlüğü tarafından ihale aşamasındadır. Malzemeler temin edildikten sonra açılışı gerçekleştirilecektir.



    Ø Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi: Bu merkezimiz eski Devlet hastanesinin tarihi binası restore edilerek hizmete açılması planlanmaktadır. Bu merkezin restore giderleri İl Özel İdare tarafından karşılanmıştır. Yaklaşık olarak 400 milyar TL. ihale edilmiştir. Tıbbi tefrişi için 450 Milyar TL ödenek ayrılmıştır. Eylül 2005 tarihinde hizmete girmesi planlanmıştır.



    Ø Bozova Sağlık Merkezi : 2002 yılında inşasına başlandı. Biri bodrum olmak üzere 3 kattan oluşan bina 2005 Ocak ayı itibarıyla inşaatı tamamlanmıştır. Tefrişi için Sağlık Bakanlığı bir takım tıbbi malzemeler göndermiş olup diğer hizmet gereçleri yaklaşık 50 Milyar TL harcanarak hizmete hazır hale gelmiştir.



    Ø Süleymaniye Sağlık Ocağı : Şanlıurfa Valiliği, Sağlık Müdürlüğü ve hayırsever vatandaş Faik Güzeloğlu arasında Haziran 2005 tarihinde protokol yapılmış, arsa Şanlıurfa Belediyesinden temin edilmiş, inşaata Haziran 2005 tarihinde başlanılmıştır. Aralık 2005 tarihinde hizmete alınması planlanmaktadır.




    Ø Beyşakası Sağlık Ocağı : Arsa bilgileri temin edilmiş olup, Bayındırlık Müdürlüğü tarafından ihale edilmesi için Bayındırlık Bakanlığından talimat beklenmektedir.




    Ø Eyyubiye Sağlık Ocağı : Arsa bilgileri temin edilmiş olup, Bayındırlık Müdürlüğü tarafından ihale edilmesi için Bayındırlık Bakanlığından talimat beklenmektedir.




    Ø Suruç 3 Nolu Sağlık Ocağı : Arsa bilgileri temin edilmiş olup, Özel idare tarafından ihale edildi.





    Ø Viranşehir Devlet Hastanesi Ek Binası : Yatırım planına alınmıştır. İhale aşamasındadır
#20.12.2005 23:34 0 0 0
  • 10 Devlet Hastanesi, 1 Çocuk Hastalıkları Hastanesi, 1 Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi , 2 Sağlık Merkezi, 1 Üniversite Araştırma Hastanesi ve 1 özel hastane olmak üzere, toplam 16 yataklı sağlık kurumu hizmet vermektedir. Mevcut yatak sayısı 1.854'dür.


    2003 yılı sonunda 1.414 olan toplam yatak sayısı 500 yataklı Devlet Hastanesi, 200 yataklı Çocuk Hastalıkları Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesinin kadro yatak kapasitelerinin 200e çıkarılması ve 25 yataklı Bozova Sağlık Merkezinin tamamlanması ile 440 yatak artmış olup toplam yatak sayısı 1.854e ulaşmıştır.


    Şanlıurfada toplam yatak kapasitesi 3.000 olması gerekirken mevcut yatak kapasitemiz ihtiyacın %61.8ini karşılamaktadır.


    2003 yılında yatak başına düşen nüfus sayısı 892 iken, 2004 yılı sonu itibariyle yatak başına düşen nüfus sayısı 690a düşerek önemli bir gelişme sağlanmıştır.


    Yataklı sağlık kurumlarının dışında; 73 sağlık ocağı, 123 sağlık evi, 7 AÇSAP ve 6 dispanser bulunmaktadır. Sağlık evlerinden 102 adedi, sağlık ocaklarından da 2 adedi personel yetersizliği nedeniyle hizmet verememektedir.


    Sağlık Bakanlığı, Üniversite ve diğer kamu ve özel sağlık kuruluşlarında, toplam 3.838 sağlık personeli görev yapmaktadır. Sağlık personelinden 353'ü uzman hekim, 453'ü pratisyen hekim, 69'u diş hekimi ve 662si hemşiredir. Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık kuruluşlarında ise toplam, 2.794 personel görev yapmaktadır.


    Sağlık alanındaki en önemli sorunlardan birisi de personel yetersizliğidir. İl genelinde 1 uzman hekime 3.627 kişi, 1 pratisyen hekime 2.826 kişi, 1 diş hekimine 18.555 kişi, bir hemşireye 1.934 kişi düşmektedir. Türkiye genelinde ise 1 uzman hekime 1.782 kişi, 1 pratisyen hekime 1.441 kişi, 1 diş hekimine 4.238 kişi, bir hemşireye 947 kişi düşmektedir.


    İlimizde sağlık alanında yapılan yatırımlardan en önemlisi, 500 yataklı Devlet Hastanesi ve Bozova 25 Yataklı Devlet Hastanesi inşaatı tamamlanmıştır. Ayrıca, Merkez İl Tipi Eğitim Sağlık Ocağı, İl merkezinde Paşabağ Mahallesinde hayırsever bir vatandaş tarafından yaptırılan Hacıbozanoğlu Sağlık Ocağı ve İl merkezi Osman Gazi Mahallesinde Ticaret Borsası Tarafından yaptırılan Ticaret Odası Sağlık Ocağı bu yıl içerisinde tamamlanarak hizmete açılmıştır. Üniversite Osmanbey Kampus alanı içerisinde yer alan 600 Yataklı Üniversite Araştırma ve Uygulama Hastanesi inşaatı %12 fiziki gerçekleşme ile devam etmektedir.

    SAĞLIK KURUMLARI


    Sağlık Kurumları






    Sıra No

    Kuruluşun Adı

    Kadro Yatak Sayısı


    1

    Şanlıurfa Devlet Hastanesi

    500


    2

    Balıklıgöl Devlet Hastanesi

    250


    3

    Çocuk Hastalıkları Hastanesi

    200


    4

    Kadın Has. ve Doğum Has.

    200


    5

    Akçakale Devlet Hastanesi

    50


    6

    Birecik Devlet Hastanesi

    150


    7

    C.Pınar Devlet Hastanesi

    50


    8

    Harran Devlet Hastanesi

    50


    9

    Hilvan Devlet Hastanesi

    25


    10

    Siverek Devlet Hastanesi

    100


    11

    Suruç Devlet Hastanesi

    50


    12

    V.Şehir Devlet Hastanesi

    50


    13

    Bozova Sağlık Merkezi

    25


    14

    Halfeti Sağlık Merkezi

    10


    15

    Harran Üniv.Arş.Hastanesi

    125


    16

    Özel Şanmed Hastanesi

    19


    TOPLAM

    1.854
#20.12.2005 23:35 0 0 0
  • SPOR


    GENEL BİLGİLER


    İlimizde; 1 stadyum (11 Nisan Stadyumu),


    5 spor salonu (2 il merkezinde, Birecik, Viranşehir ve Siverek ilçelerinde 1 adet), 10 a


    ntrenman futbol semt sahası (2 İl Merkezinde, Akçakale, Bozova, Birecik, Hilvan, Halfeti, Viranşehir, Suruç, Siverek, Ceylanpınar 1 adet) ve 1


    yüzme havuzu






    olmak üzere toplam 17 spor tesisi bulunmaktadır. 12.000'i futbol, 775'i diğer spor dallarına ait olmak üzere toplam 12.775 lisanslı sporcu bulunmaktadır. Türkiye liglerinde mücadele eden 2 profesyonel futbol takımı ile çeşitli spor dallarında faaliyet gösteren, 49 amatör kulüp bulunmaktadır.


    Spor alanındaki en büyük yatırım, 30.000 kişilik stadyum inşaatıdır. İnşaatın %77'si tamamlanmıştır. Atatürk Barajı Gölü ise spor alanında önemli bir etkinlik kaynağı olmuştur. Su sporlarının yapılmasına elverişli olan baraj gölünde her yıl GAP Su Sporları Şöleni yapılmaktadır. 2004 yılında ilk defa Denizcilik Müsteşarlığı tarafından Atatürk Barajında Denizcilik ve Kabotaj Bayramı kutlamaları yapıldı. Ayrıca; Karacadağ'da bir kayak tesisi bulunmaktadır.






    İl Özel İdaresi kaynakları ile 75 milyar lira, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü bütçesinden gönderilen 75 milyar ödenek olmak üzere 150 milyar lira harcama ile Şanlıurfa 11 Nisan Stadyumunun çimlerinin yenilenmesi 29 Temmuz 2004 tarihinde tamamlandı.

    SEMT SAHALARI



    İl merkezinde Yenice Semt Futbol Sahası inşaatı İl Özel İdaresi tarafından sentetik cim saha ve toprak saha olmak üzere yeniden oluşum için ihale edilmiş, çalışmalar devam etmektedir..


    Şanlıurfa Valiliği Koordinasyonu ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarının desteği ile Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü tarafından il merkezinde Sırrın, Halepli bahçe, Şehitlik, Ertuğrulgazi, Karaköprü ve Yenişehir semtinde yaptırılan semt sahaları düzenlenen törenlerle hizmete girdi. Temmuz 2005 tarihi itibari ile kentin çeşitli mahallelerinde 8 futbol ve 2 basketbol sahası yaptırıldı. Yılsonuna kadar basketbol ve futbol sahalarının sayısını 12'ye yükseltilecek.
#20.12.2005 23:36 0 0 0