Büyükbaş hayvancılığın yaygın olduğu Şanlıurfa'da, Debbağlık sanatının geçmişi çok eskilere dayanmaktadır. Bu sanat günümüzde fabrika türü derilere yenik düşerek tamamen terkedilmiş bir durumdadır.
Gön debbağlığı ve deri debbağlığı olmak üzere iki bölüme ayrılan bu zenaatın her bölümü ayrı debbağhânelerde ve ayrı ustalar tarafından icra edilirdi. Gön debbağları aşağı debbağhânede, deri debbağları da yukarı debbağhânede çalışırlardı. 1883 tarihli Halep Vilâyet Salnâmesi'nde her iki debbağhâneden söz edilmektedir.
I- GÖN DEBBAĞLIĞI
Eski Et ve Balık Kurumu'nun batısındaki Aşağı Debbağhâne (Ahırvan) denilen yerde yapılırdı. Bu debbağhâne, halen muhafaza edilmektedir.
Öküz, İnek ve Deve gibi büyükbaş hayvanların derilerinin işlenmesine "Gön Debbağlığı", bu sanatı yapanlara da "Göncü" denilmektedir. Buradaki gön kelimesi kösele anlamında olmayıp, kalın deri anlamındadır. Bu deri, postallarda yüz ve astar olarak kullanıldığı gibi sarraçlıkta da kullanılmaktadır.
Gönün Hazırlanması:
Debbağhane Çarşısı'nda iç kısmı kireçlenerek 24 saat yatırılan derinin yünleri kabaca yolunur ve Aşağı Debbağhane'ye gönderilir. Deri burada su içersinde ıslatılır. "Heyden" denilen ve avluda yer alan kireç çukuruna üç gün süre ile yatırılır. 20 cm. eninde, 1.5 m. uzunluğunda "Vereçe" denilen duvara dayalı tahta üzerine yatırılır. Ağzı bıçak gibi yarı keskin, iki yanı ağaç saplı "Demir" denilen aletle kalan tüyler iyice alınır.
Deri tekrar kireç çukuruna yatırılır. 25 gün sonra çıkarılarak demir ile eti alınır. Daha sonra, Debbağhane'nin ortasından akan Halil-ür Rahman çayında iyice yıkanarak "Sile" tabir edilen ve içersinde "Sakat" denen köpek pisliği karıştırılmış su bulunan bir havuza yatırılır. Sıcak günlerde 3-5 gün, soğuk günlerde 20-25 gün sile çukurunda yatan deri, daha sonra buradan çıkarılır ve çayda iyice yıkanıp temizlenir.
Sile havuzu boşaltılarak temizlenir ve sumak yaprağının karıştırıldığı su ile doldurulur. Gön, bu suya yatırılır. Bir hafta sonra çıkartılır. Sile havuzu tekrar boşaltılarak temizlenir, döğülmüş mazı kozalağı ve su karışımı ile doldurulur. Deri, 1 hafta 10 süreyle bu karışıma da yatırıldıktan sonra çıkartılır. Mevsimlerden kış ise güneşte, yaz ise gölgede kurutulur ve yüz kısmı iç yağı ile iyice yağlanır. Yağlama işleminden sonra deri gölgede dinlenmeye alınarak kurutulur ve tekrar suya basılır.
Bundan sonra boyama işlemine geçilir. Topak haline getirilmiş sığır kuyruğu, "Zaç Ruhu" karıştırılmış boyaya batırılarak gönün yüzüne sürülür. Daha sonra güneşte kurutulan gön, "Sıpa" denilen tezgâh üzerine yatırılır; karşılıklı iki kişinin iple çektiği ve tavana asılı "ıskefe" denilen billur cam aletle parlatılarak satışa hazır hale getirilir.
Günümüzde terkedilmiş olan Göncülük zenaatının bilinen en eski ustaları Dede Osman Kutluay, Hasib Uygur, Hasan Uygur, Ali Çavuş, Mehmet Kutluay ve Ahmet Kutluay'dır.
II- DERİ DEBBAĞLIĞI
Çakeri Camii'nin doğusunda yer alan ve günümüzde gecekondularla işgal edilmiş olan "Yukarı Debbağhâne" denilen yerde yapılırdı.
Koyun ve keçi gibi küçük baş hayvanların derilerinin işlenmesine "Deri Debbağlığı", bunları işleyenlere de "Debbağ" denilmektedir. Gön denilen kalın derilere nazaran daha ince olan bu deriler postal ve ayakkabılarda astarlık deri olarak kullanılmaktaydı.
Başlıca deri çeşitleri şunlardır:
1- Meşin: Koyun derisinden yapılır ve postallarda astar olarak kullanılır.
2- Sahtiyan: Keçi derisinden yapılır.
3- İnce Astar: Meşin ve sahtiyanın cildi bozuk olanlarıdır.
Derinin Hazırlanması:
Bazı farklılıkları olsa bile, gönün hazırlanmasına benzer. ıç kısmı tuzlanmış deri, Debbağhane Çarşısı'ndan satın alınır. Suda iyice yıkanarak yumuşatılır. ıç kısmına kireç sürülerek ikiye katlanıp yatırılır. 24 saat sonra açılarak yünleri yolunur ve Yukarı Debbağhane'ye gönderilir. Burada 15-20 gün süreyle kireç çukuruna yatırılır. Daha sonra bu çukurdan çıkarılan deri, içersinde "Sakat" denilen köpek pisliği ve su karışımının dolu olduğu "Sile"ye (havuza) basılır. kış aylarında 3 gün, yaz aylarında 1 gün bu çukurda bekletilen deri, daha sonra çıkarılarak iyice yıkanır. Yere yatırılarak bıçakla tüyleri alınır. Buğday kepeği ve su karışımından oluşan "Bulamaç" çukuruna yatırılır. 2 gün sonra bu çukurdan çıkartılarak su ile tekrar yıkanır.
Ezilmiş sumak yaprağı ve su karışımı ile dolu "Sile"ye yatırılır. 3-4 gün sonra çıkartılarak çayda temiz su ile yıkanır. "Sırık" denilen ağacın üzerine asılarak suyu süzdürülür. Buna "Su Düşmesi" denir.
Su düşmesinden sonra deri, ezilmiş mazı kozalağı ve su karışımı ile dolu sileye yatırılır. 3-4 gün sonra çıkartılarak içersinde 10 kğ. tuz eritillmiş sileye tekrar yatırılır. 1 gün sonra çıkartılarak sırığın üzerine atılıp tekrar suyu süzdürülür. Yaz mevsimi ise gölgede, kış mevsimi ise güneşte serilerek kurutulur. Tekrar temiz suya basılıp yıkanır ve sırığa atılarak suyu süzdürülür.
Bu aşamalardan sonra deri, masa şeklindeki tezgaha yatırılarak çeşitli renkte boyalarla el ile boyanır. Gön debbağlığının aksine, deri debbağlığında boyaya "Zaç Ruhu" katılmamaktadır. Boyanan deri güneşe serilip yarı kurutulur. Tekrar tezgaha yatırılıp yüzüne zeytinyağı serpilir. Camdan yapılmış ve "Bellur" denilen merdaneye benzer aletle parlatılıp satışa hazır hale getirilir.
"Bellur" aleti, göncülükte tavana asılı olarak karşılıklı iki kişinin iple çekmesi, deri debbağlığında is, bir kişinin el ile sürmesi suretiyle kullanılmaktadır.
Günümüzde tamamen terkedilmiş bulunan deri debbağlığının bilinen en eski ustaları Ali Kafaf, Çulcu Mehmet, Dellal Hoca ve Ali Tahtabaşı'dır.
GÖN VE DERİ DEBBAĞLIĞINDA KULLANILAN TERİMLER-ALETLER
Bellur: ıskefe'nin deri debbağlığında el ile kullanılan türü.
Dabbağ: Koyun ve keçi gibi küçükbaş hayvanların derilerini işleyen usta.
Demir: iki yanında tutacak ağaç sapları bulunan, ortasında derideki fazla etleri kazımaya yarayan demir kısmı bulunan alet.
Göncü: Büyükbaş hayvanların derilerini işleyen usta.
Heyden: Kireç havuzu.
ıskefe: Sıpa üzerine atılan gönü parlatmaya yarayan, iple tavana asılı olan ve karşılıklı iki kişi tarafından iple çekilen silindir şeklinde cam alet. Göncülükte kullanılır.
Meşin: ışlenmiş koyun derisi.
Sahtiyan: ışlenmiş keçi derisi.
Sakat: Köpek pisliği.
Sıpa: Birbirine çatılmış karşılıklı ikişer ayak arasına atılan tahtadan meydana gelen ve üzerinde kalın deri işlenen araç.
Su Düşmesi: Derinin asılarak suyunun süzdürülmesi.
Sile: ıçersinde "Sakat" ve sumak yaprağı ile mazı kozalağı karışımı su bulunan havuz, çukur.
Vereçe: 20 cm. eninde, 1.5 m. boyunda olup, duvara dayanan tahta. Üzerine deri yatırılarak kazınır.
Zaç Ruhu: Bir tür asit.
GÖNCÜ VE DEBBAĞ ESNAFI ARASINDAKİ DAYANIŞMA
Her iki esnafın eski ustaları, 60-70 yıl önce "Esnaf Şıhı (Şeyhi)" denilen birinin başkanlığında, Ahilik teşkilatına dayalı bir teşkilat kurarak şöyle bir dayanışma içersine girmişlerdir:
Ustalar, işledikleri bir deriyi her ay Esnaf Şıhı'na getirir, Esnaf Şıhı da bu derileri satarak paralarını biriktirirdi. Bu paralar bir dükkânın mülkünü alacak miktara geldiğinde, esnaf adına müşterek bir dükkân satın alınırdı. Kiraya verilen bu dükkânların geliri ile de yeni dükkânlar satın alınırdı. Bu şekilde dükkân sayısı 15'i bulmuştur. Terkedilmiş olan bu sanatın ustalarının çocukları, günümüzde kendi aralarında "Göncüler Derneği" adında bir dernek kurmuşlardır. Bu derneğin yönetim kurulu, her yılın Ramazan ayında toplanarak, 15 dükkândan elde edilen kira paralarını, esnaftan olan veya esnafa yakın bulunan muhtaç kimselere herkesin gözü önünde eşit bir şekilde paylaştırmaktadırlar.
Bu esnafın günümüzde yaşayan ustaları, çocukları, yaşlısı ve genci derneğin organizasyonu ile senede bir gün bir araya gelip, tanışıp kaynaşmak ve hoşça vakit geçirebilmek amacıyla Dede'nin Serinci (Sarnıcı), Kanlı Mağara gibi dağlardaki mesire yerlerine gitmektedirler.
Bu şekilde dağa gitme geleneği, Şanlıurfa'daki birçok esnaf tarafından günümüzde de sürdürülmektedir.
URFA FOLKLORUNDA DEBBAĞHÂNE
Evinde huzuru olmayanlar, dükkânında işleri ters gidenler, kendilerine sihir yapıldığını hissedenler (bilhassa kadınlar) Cuma Selası sırasında Debbağhâne'ye giderek o gün sile çukurunda hangi su var ise ("Ahırvansuyu" denilen bu su, köpek pisliği, dövülmüş mazı kozalağı ya da dövülmüş sumak yaprağı karışımından oluşur) bir şişeye doldurur, daha sonra sile çukuru etrafında dönerek şu maniyi söylerler:
Dağda darı harmanı
ıçinde değirmeni
Kırk yıllık cadıların
Ahırvandır dermeni
Daha sonra şişeye doldurulan su, "pislik pisliği giderir" düşüncesi ile içerisinde huzursuzluk olan, sihir yapılan evlere, işleri iyi gitmeyen dükkânların önlerine, köşelerine serpilir, böylece sihrin bozulacağına, kısmetin açılacağına inanılır. 20-30 yıl öncesine kadar sürdürülen bu batıl inanç, debbağhânenin faaliyetlerini durdurması neticesinde günümüzde terkedilmiştir.
İpek ipliğin el ile bükülerek işlenmesine "Kazzazlık" denilmektedir. "Kazzaz Pazarı" denilen kapalı çarşıda (Bedesten) eskiden 30-40 dükkânda sürdürülen bu tarihi sanat günümüzde aynı çarşıdaki bir iki usta tarafından yaşatılmaya çalışılmaktadır.
100-150 yıl kadar önce ipekçilik Urfa'da önemli bir sektör durumundaydı. Bugün Urfa bahçelerinde görülen çok sayıdaki dut ağacının zamanında ipek böcekçiliğinde kullanıldığı, yaşlılar tarafından söylenilmektedir. Bu sektör günümüzde tamamen terkedilmiş bir durumda olup kazzaz esnafı tarafından kullanılan ipek iplikleri Diyarbakır ve Bursa'dan getirtilmektedir.
Çeşitli renklerdeki ipek ipliği kullanım yerlerine göre:
a) İnce İbrişim (İpek),
b) Kaba ibrişim olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır.
KAZZAZLIK ÜRÜNLERİ
İnci Saplama: İnci tanelerinden oluşan, Şanlıurfa kadın takıları arasında önemli bir yeri olan ve "Kelep" denilen boyun takısının incilerin "korlar" (sıralar) halinde ince ibrişimlere "saplanması"na (geçirilmesine) inci saplama denilmektedir.
Kaytan: Kaba ibrişimden örülmüş, 1-2 cm. eninde, 1-1.5 m. uzunluğundaki şeritlere "kaytan" denilmektedir.
Cep Saati ve Tabanca Kaytanı: Kaba ipekten 1 cm. genişliğinde örülür.
Kor Kaytanı: Sarı renkli ipekten 2-3 cm. genişliğinde örülerek üzerine altın liralar dizilir. Kadınlar tarafından boyuna takılır.
Saç Bağı: Siyah renkte ipek ipliklerinin kadın saçı görünümü verecek şekilde örülerek uç kısımlarına yedi renkte püsküller bağlanmasına "saç bağı" denilmektedir. Köylü kadınlar tarafından başın arkasına takılan saç bağı suni bir saç görünümü verir.
Puşu Püskülü: İpekten yapılan bu püsküller, eskiden Şanlıurfa'da aba tezgahlarında ipekten dokunan ve "Sırmalı Puşu" denilen erkek baş örtülerinin çevresini süslemede kullanılırdı.
Tespih Püskülü: Tespih tanelerinin renkleri ile uyumlu olarak ipek iplikten yapılır.
Sırma Şerit: Gümüş sırmalarla (tellerle) işlenen bu şeritler, köylü kadınlar tarafından başa takılan ve "Köfü" denilen başlıklara dikilirdi.
İggal: Puşuyu başa tuttarmaya yarayan, yün veya ipekten yapılmış yuvarlak formlu başlığa iggal denilmektedir. Yassı ve Top olmak üzere iki türü vardır.
Yassı İggal: Deve veya koyun yününden yapılmış ipler, 30-40 sıra halinde ve başa geçecek genişlikte yuvarlak biçimde bağlanır; bu ipler 5 cm. ara ile 2 cm. genişlikte sarılarak boğumlanır. Bir yassı iggal'de büyüklüğüne göre 6-7 boğum bulunmaktadır.
Yassı iggalin arkasından iggal yününün renginde, uçları püsküllü dört sıra ip sarkmaktadır.
Deve yününden yapılan iggallerin baş ağrısını aldığına Araplar tarafından inanılmaktadır.
Top İggal: Serçe parmak kalınlığında, 1 m. uzunluğundaki kendirin üzeri siyah ipek iplikle sıkça sarılarak uç kısımları birbirine bağlanır ve katlanarak iki kor (sıra) halinde başa takılır. ıggal'in birleşen uç kısımlarından püsküllü ipler sarkıtılır. Püskül iplerinin örgü, kaytan ve bükme çeşitleri vardır.
Daha çok Halep'ten getirtilen Top iggal, ayrıca Şanlıurfa'da da yapılırdı.
KAZZAZLIKTA KULLANILAN ALETLER
"İş Ağacı" denilen alet kazzazlıkta kullanılan tek ve en önemli alettir. Kazaz ustası bütün işlerini bu basit alet üzerinde yapmaktadır. ış Ağacı, 40 cm. uzunluğunda, 15 cm. enindeki yassı bir tahtanın üzerine dikine yerleştirilen 30 cm. uzunluğunda, 3 cm. çapında yuvarlak bir ağaçtan ibarettir. Yuvarlak ağacın baş kısmı iplikleri tutacak şekilde boğumludur. Yassı tahta diz altında sıkıştırılarak örülecek ipek iplikler dik ağacın baş kısmındaki boğuma tutturulup püskül, igal ve keytan yapımı gerçekleştirilir.
Tarihi çok eskilere dayanan bu sanatın bilinen en eski ustaları Kazzaz Ali İpek, Kazzaz Bekir, Kazzaz Mustafa, Kazzaz Halil İpek, Kazzaz Mustafa İpek ve Kazzaz İbrahim Pamukçu'dur. Urfa'da kazzazlıkla iştigal eden bazı aileler "İpek", "İpekçi", "Kazzaz", "Ören" ve "Örer" soyadlarını almışlardır.
Kazzazlık sanatının günümüzdeki son ustası 90 yaşındaki Abdurrahman İpek'tir.
Bu tarihi ata sanatı, Şanlıurfa'da Keçeci Pazarı denilen eski çarşıda ve çevresindeki hanlarda sürdürülmektedir.
Eyvana serdim keçe
Nêçe bir ömrüm geçe
Acep o gün olur mu
Yarim elime geçe,
dizeleriyle Şanlıurfa türkülerine konu olan keçe, çocuk oyunlarına da "Ya şundadır, ya bundadır, keçe külah şunun bunun başındadır" tekerlemesiyle geçmiştir.
Fakçı Mustafa, Deveci Abo, Deveci ısa, ısa Karcı adları bilinen ve bugün hayatta olmayan en eski keçeci ustalarıdır. Horasanlı Hacı, Hayati Usta ve Hacı Osman günümüzün yaşlı ustalarıdır.
KEÇENİN DOĞUŞ ÖYKÜSÜ
Şanlıurfalı genç keçeci ustalarından Salih Karcı, bu sanatın mucidinin Ebu Said Libabid (Libabid: Arapça Keçenin çoğuludur) adında bir zat olduğunu ve keçeyi nasıl icad ettiğini şöyle anlatmaktadır.
"Ebu Said Libabid bugün bizim yaptığımız gibi keçeciliğin bütün işlemlerini yerine getirmiş, ayakla tepme işleminden sonra açtığı keçenin yünlerinin biribirine kaynaşmadığını ve çabuk dağıldığını görmüş. Tepme süresinin az olduğu kanaaatine vararak tepmeye devam etmiş. Ancak bir daha açtığında yünlerin kaynaşmadığını yeniden gözlemiştir. Tepme işine 40 gün devam eden Ebu Said, yine başaramayınca üzüntüsünden ağlamaya başlamış. Hem ağlayıp hem tepmeye devam ediyormuş. Keçeyi açtığında göz yaşlarının düştüğü yerlerdeki yünlerin kaynaştığını büyük bir sevinçle farketmiş ve böylece tepme işlemi sırasında yüne su vermek gerektiğini öğrenmiştir."
KEÇENİN YAPILIŞI
Sulak yerlerde büyüyen kuzuların yünlerinin keçe yapımında iyi netice vermediği, çöl kuzularının yünlerinin daha makbul olduğu, bilhassa Harran Ovasında büyüyen 3-4 aylık kuzuların yünlerinden yapılan keçelerin ideal olduğu ustalar tarafından söylenmektedir.
Keçeci dükkânına getirilen siyah renkli yünler nakış işinde, beyaz yünler keçenin alt ve üst yüzeylerinde, kirli renkliler ise orta tabakaya gizlenerek değerlendirilmek üzere ayrılırlar.
Bu yünler dut dalından yapılmış yaya takılan kirişe annep ağacından yapılmış tokmağın "Hallaç" tarafından vurulmasıyla atılır (kabartılır). Yere serilen "Life-kâhke Bezi" (Amerikan Bezi) üzerine "Basta" dan kesilen nakışlar ve "Fitle" ler dizilir. Boşluklara "Boya" tabir edilen kabartılmış renkli yünler yerleştirilir. Üzerine keçenin üst yüzeyini oluşturacak kabartılmış yün "Sepki" ile eşit kalınlıkta serilir. Bunun üzerine işe yaramayan kirli renkli yünler, en üste ise keçenin tabanını oluşturacak yünler serilir. Bazen ilk serilen birinci tabaka yün kalın tutularak ikinci ve üçüncü tabakanın serilmesine gerek duyulmaz ve bu şekilde yapılan keçe daha kaliteli olur.
Bez üzerine serilen yünler el ile sulanarak bez ile birlikte ağaç direğe rulo yapılmak suretiyle yerde sarılır. Rulonun her iki ucu ve çevresi kendir ile iyice bağlanır. Ayakla tepme işlemi başlar. Keçenin büyüklüğüne göre iki veya beş kişi ile yapılan bu işlemde rulo ayakla bir ileri bir geri hareket ettirilerek vurulur. Yarım saat süren bu ilk tepme işleminden sonra rulo açılır. Bu safhada keçenin kenarları saçaklı ve dağınık bir durumdadır. Düzlemek amacıyla kenarlar "Pevantlanır". Keçe üzerine tekrar su serpilerek ağaç direğe sarılır. Bir saat kadar sürecek ikinci tepme işlemi başlar. Bütün bu işlemler esnasında ustalar tarafından karşılıklı olarak Şanlıurfa folklorunun zengin kaynaklarından olan hoyratlar ve türküler söylenir. Keçeci Pazarına yolu düşen her Şanlıurfalı'nın kulağında bu ezgilerden bir iz vardır.
ikinci tepme işleminden sonra yünler sıkışmış ve "ham" tabir edilen keçe türü elde edilmiştir. Sıra ham keçenin pişirilmesine gelmiştir. Bu amaçla Keçeci Hamamı'na götürülen keçe, bir insanın kucaklayıp göğüsle dövebileceği şekilde katlanır, hamamdaki seki üzerinde çevrilmek suretiyle gögüsle dövülür. Keçeyi gögüsleyenin teri, hamamın sıcaklığı ve su yünün birbirinden ayrılmaksızın kenetlenmesini sağlar. Beş saat kadar süren bu işlem çok yorucu olup sanatın en zor yanıdır.
Keçeci Hamamı, Sultan Hamamı'nın doğusuna bitişik olup Kuzey-güney istikametinde beşik tonozla örtülüdür. Soğukluk ve sıcaklık bölümleri olan hamamın iki yanı boydan boya taş sekilidir. Evliya Çelebi'nin seyehatnamesinde, bu hamamdan bahsetmiş olması hamamın XVII. yüzyılda mevcut olduğunu göstermektedir.
Hamamdan çıkarılan keçenin eğrilmiş kenarları düzlenir, tekrar direğe sarılarak "Direkbaşı Tepilme" denilen ve 15-20 dakika kadar süren son tepme işlemine geçilir. Bundan sonra hazır duruma gelen keçe açılarak gölge ya da güneşe kurumaya bırakılır.
Günümüzde fabrika türü yaygıların üretilmesiyle bu tarihi sanat önemini kaybederek can çekişme safhasına girmiştir. Sandalye minderi, duvar halısı, seccade, heybe, külah, çizme, patik gibi taşınabilecek ve turistlerin ilgisini çekebilecek türde çok renkli keçe ürünlerinin yapımına geçilmesiyle bu sanata canlılık kazandırılması mümkün olabilecektir.
ŞANLIURFA'DA YAPILAN KEÇE TÜRLERİ
1- Çoban Keçesi: "Kepenek" adıyla da anılan bu keçe türü, çobanlar tarafından giyilmektedir. Beyaz ya da mor yünden yapılan bu keçe genellikle nakışsız olmaktadır. Ancak göğüs kısımlarının nakışlı olanlarına rastlamak mümkündür. Tek parça halinde yapılan, yaz güneşinde kalın gölge sağlamasından dolayı serinlik, kışın ise sıcaklık veren çoban keçeleri dikişli ve dikişsiz olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Ustalık ve itina istemesi bakımından bunların dikişsiz türleri daha değerlidir.
2- Kış Keçesi: Beyaz yünden düz ve nakışsız olarak yapılan bu keçelerin çevresi "çirtik" tabir edilen zikzaklı bir şekildedir. Yapıldıktan sonra yün boyası ile tamamen turuncu veya pembe renge boyanır. Kış aylarında evlerde ağırlanan misafirlerin oturdukları yün minderler üzerine serildiğinden ebatları alttaki minderin ölçüsüne göre değişmektedir.
3- Ev Keçesi: Evlerde günlük yaygı olarak kullanılan bu keçeler mor, siyah ya da beyaz renkli olurlar. Üzerleri nakışlı olup 2 cm. kalınlığında yapılırlar.
4- Sedir Keçesi: Ev keçesi gibidir. Sedir üzerine serildiğinden ölçüleri buna göre ayarlanır.
5- At Keçesi: Çıplak 'at'ın üzerine atılarak eğer vazifesi görür. Bazen üzerine eğer yerleştirilir. 2 cm. kalınlığında olan keçenin üzerinde değişik renklerde zikzak ve ay-yıldız nakışları bulunur.
6- Sünger Yatak Keçesi: Kauçuk minderlerin piyasaya çıkmasıyla gelişen bu keçe türü 1cm. kalınlığında olup minderin ölçüsüne göre yapılır ve nakışsız olur. Minderin üzerine serilir ve çarşafla kaplanır. Kauçuk minder ile insan vücudu arasında kalan bu keçe sıhhi olması bakımından tercih edilmektedir.
ŞANLIURFA KEÇELERİNDE NAKIŞLAR
1. Acem Nakışı: Şahmaran ve benzeri efsanevi yaratıklar ile Tavus Kuşu, Güvercin, Aslan, Yılan, Kartal, Kuzu ve Balık gibi hayvan figürlerinin renk uyumu sağlanması suretiyle keçe üzerine gelişi güzel serpiştirilmesinden meydana gelir. Hayvan figürlerinin aralarına çeşitli renklerde bitkisel motifler de yerleştirilir. Hayvan figürlü ıran halılarına benzediğinden dolayı bu tür keçelere "Acem Nakışlı Keçe" denilmektedir. Acem nakışında bazen hayvan figürlerinin yerine küme küme yerleştirilen "boyalarla" (kabartılmış renkli yün) renk uyumu sağlanır. Bu nakışta esas, ana bir motife bağlanmaktan çok ustanın maharetiyle renk armonisi sağlamaktır. kompozisyon ve motiflerin serbest bırakılarak belli bir kurala bağlanmamış olması, ustalar arasında yarışmayı teşvik etmektedir.
2. Yarım Acem Nakışı: Beyaz zemin üzerine, renkli yünlerden "dıkna" (nokta) yapıldığından, böyle nakışlı keçelere "Dıknalı Keçe" de denir. Acem nakışlı keçede olduğu gibi, renkli (boyalı) yünler kullanılır.
3. Dal Nakış: Ustanın zevkine göre, çeşitli renklerde dal motiflerinin keçe üzerine yerleştirilmesinden meydana gelir. Barutçu Hanı'ndaki keçeci ustalarından Abdullah Karadağlı'nın bu nakışı en iyi yapanlardan olduğu esnaf arasında söylenmektedir.
4. Pul Nakış: Yan yana belli aralıklarla sıralanmış üç adet göbek motifi üçgenlerle birbirine bağlanır. Üçgenlerin kenarlarına ve iç taraflarına bir parmak boğumu büyüklükte "pul" tabir edilen süslemeler aralıklarla yerleştirilir. Keçenin etrafı kırma kenarla çevrelenir. Nakışlar tek renk veya boyalı olabilir.
5. Göbek Nakış
a. Düz Göbek: Kırma kenarlı (zikzak bordürlü) daire içersinde birbirini çaprazlama kesen çizgilerden oluşur
b. Kırma Göbek: Düz Göbek motifindeki çaprazlama kesişen çizgilerin sekiz kollu yıldız motifine dönüştürülmesiyle oluşur.
6. Somun Nakış: iki göbek motifi arasına yerleştirilen etrafı kırmalı, içi balık sırtı motifli baklava dilimi şeklindedir.
7. Somun Yıldız Nakışı: Etrafı kırmalı baklava dilimi şeklinin içersine yerleştirilen sekiz kollu yıldızlardan oluşur.
8. Kantarma Nakışı: Göbek motifleri arasına simetrik olarak yerleştirilen üçgen şekillerden meydana gelmiştir.
9. Sandık Nakışı: Keçenin üçgen parçalarla kare bölümlere ayrılmasından meydana gelir. Karelerin ortalarına armut veya yıldız motifleri yerleştirilir.
10. Yonca Nakışı: Dört yapraklı yonca şeklinde bir motiftir. Bazen yaprak araları zenginleştirilerek yıldız motifine dönüştürülür.
Sepki: Beş veya altı parmaklı el şeklinde, nar ağacı veya nehir kenarlarında yetişen "Ilgın" bitkisinin çöpünden yapılmış alet. Kabartılmış yünü bez üzerine eşit kalınlıkta serpmeye yarar.
TOKMAK: Yünü kabartmak için kirişe vurulan, Annep ağacından yapılmış saplı ve top başlı alet.
YAY: Kirişin gerildiği ağaç. Mucidinin Hallac-ı Mansur olduğu söylenir.
Hayvan kürklerinin işlenerek giysi haline getirilmesi insanlık tarihinin en eski sanatlarından biridir. Ana rahminde ölen, ya da en fazla 5 aylık iken ölen kuzuların tüylü derilerinden yapılan düz yakalı (yakasız), dış kısmı "Şakaf" denilen siyah kumaşla kaplı aba gibi bolca giysiye Urfa'da Kürk denilmektedir. Urfa'ya has olan bu giysi, Anadolu'da Urfa dışında başka bir yerde yapılmamaktadır. Bilhassa kış aylarında yaşlı ve orta yaşlı kimseler tarafından giyilir. Dükkânlarında camekân bulunmayan esnafın büyük bir kısmı kürklerine sarılarak soğuktan korunmaktadırlar.
Kürk yapımında kulanılan kuzu derilerinin İ5-10'u Urfa'dan, İ90'ı Tokat, Afyon ve Isparta illerinden sağlanmaktadır.
Kürkler kalite bakımından; İnce Kürk, Orta Kürk ve Kaba Kürk olmak üzere üç kısma ayrılmaktadır. İnce Kürk ana rahminde ölen kuzunun yününden, orta kürk 1-2 aylık iken ölen kuzunun yününden, kaba kürk ise 4-5 aylık kuzunun yününden yapılmaktadır. Kuzunun yaşı büyüdükçe kürkün kalitesi ve değeri düşmektedir.
Kürk yapımında siyah, beyaz ve alaca renkte tüyleri olan üç çeşit deri kullanılmaktadır. Her rengin kıvırcık türü daha makbuldur. Ancak bunların en değerlisi siyah tüylü deridir. Nadir bulunan bu deri cinsi ancak beyaz ve alaca kürklerin yakaları, kol ağızları ve eteklerinin ihtiyacını karşılayabilmektedir. Bu nedenle esnaf kendi arasında siyah renkte kürk imal etmemeyi kararlaştırmıştır ve bu karara titizlikle uyulmaktadır. Siyah tüylü deriler Anadolu'da Tokat'tan, yurtdışından ise Afganistan'dan temin edilmektedir.
Kürk derileri tüy cinsleri bakımından Kıvırcık, Çakmaklı (beyaz tüy dalgalı bir şekildedir.) ve düz (tüyler beyaz renkte ve dalgasızdır) olmak üzere üç gruba ayrılır.
1970'li yıllardan bu yana Şanlıurfa'da kürk yelek yapımına başlanmıştır. Gayet ince deriden kıvırcık tüylü olan bu yelekler kaba olmadıklarından ceket altına giyilebilmekte, mide, böbrek ve bel ağrıları olanlar tarafından bilhassa tercih edilmektedir.
Şanlıurfa'da imal edilen kürklerin İ 25'i il merkezinde ve çevre illerde, İ 75'i ise kış geceleri soğuk çöl iklimine sahip Suriye, Irak, Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan ve ıran gibi ülkelere ihraç edilmektedir. Bazen bu ülkelerden gelen tüccârlar, kürkleri toptan olarak satın alıp ülkelerine götürmektedirler. Böylece bu ata sanatı canlılığını korumakta ve ülkemize döviz kazandırmaktadır.
KÜRK'ÜN YAPILIŞI
Kürk yapılırken Tımar işlemi, Biçme-Dikme işlemi ve Üzleme (Yüzleme) işlemi olmak üzere üç işlemden geçer.
1. Tımar İşlemi
Kuzu derileri tuzlanmış ve kurutulmuş olarak satın alınır. Suya basılarak 24 saat süreyle yumuşatılması sağlanır. Kırmızı sabunla ve bol su ile iyice yıkanır (Son zamanlarda kırmızı sabun yerine krem deterjanlar kullanılmaktadır). Yakın zamana kadar yıkama işlemi, Debbağhane Çarşısı mevkiinde yer alan ve içersinden Balıklıgöl'ün suyunun aktığı "Kelleci Çayı" denilen iki çayda yapılırdı. Son zamanlarda gerek Balıklıgöl suyunun azalması ve gerekse çaya kanalizasyon sularının karışması, burasını kullanılmaz hale getirmiştir. Günümüzde her esnaf, yıkama işlemini kendi evindeki özel havuzlarda yapmaktadır.
Deriler yıkandıktan sonra, asılarak süzülür ve üzerlerindeki artık etler "Kazak" denilen bir aletle alınır. Deri kısmına tuz ve "Şeb" (şap) karışımı sürülür. Buna "Şebleme-Tımar" denilmektedir. Bundan sonra deri "Pişme payı" denilen 24 saat süreyle dinlendirilmeye alınır. 24 saat sonra, el ile çekilerek "gerginleştirilir". Daha sonra güneşe serilerek kurutulur. Kurutulma işlemi sadece güneşte yapılır, kesinlikle ateşte yapılmaz.
Kuruyan derinin tüy tarafında bulunan şeb ve tuz tozları bıçakla alınır. Etli yüzüne tekrar su serpilerek 24 saat süreyle yumuşamaya bırakılır. Yumuşayan deri, duvara dayalı tahta tezgaha takılır. "Kazak"la et kısmı ağartılır. Sonra güneşte kurutulur. Buna "tavlama"denir. Bu aşamada derinin yüzü sert bir şekildedir. Deri uç kısmından boğumlanıp kendirle bağlanarak, duvar halkasına tutturulur. "Doğunluk" denilen, el ve ayakla çalışan bir aletle "yumuşatma-cilalama" işlemi yapılır.
Bu şekilde yumuşatılan ve parlatılan deri, "havaralama" işlemi için dağlardaki taş ocaklarına gönderilir. Burada "havara" denilen beyaz taş unu, derinin tüylü tarafına el ile iyice sürülerek tüyler temizlenir. Kirlerden arınıp temizlenen tüyler böylece parlaklık kazanır. Havaralama işlemi yumuşak ve beyaz renkte taş veren taş ocaklarında yapılır. Sarı ve sert taş veren ocaklar bu iş için uygun değildir. Eşek Boğan, Delikli ve Bamya mağaralarındaki taş unlarının bu iş için makbul olduğu esnaf arasında söylenmektedir.
Havaralanan deri tekrar dükkâna getirilerek doğunlukla ikinci kez yumuşatmaya alınır. Yumuşa-tıldıktan sonra kazakla et tarafı son kez silinir. Böylece derinin tımar işlemi tamamlanmış olur.
2. Biçme-Dikme İşlemi
Tımar yapılan deriler, türlerine ve renklerine göre sınıflandırılır. 60-65 cm. arasında boy kesilirler. Boy, daha uzun veya daha kısa olamaz. Ancak bir boy derinin eni 20-25 cm. arasında değişebilir. Ölçme işlemi, her iki santimetrede bir çizgi atılmış, 70 cm. uzunluğundaki "Arşın" denilen tahta bir ölçü aletiyle yapılır.
Biçki işlemi (boy kesme) özel deri makası ile yapılır. Bu makasın en önemli özelliği deriyi keserken tüyleri kesmemesidir. Böylece yan yana dikilen derilerin tüylü kısımlarından bakıldığında dikiş izi görünmez.
Biçilen parçalar, iğne ve "üsküf" (yüksük) ile el dikişi yapılarak birbirine dikilir. Birer karış enindeki (20-25 cm.) 12 parça derinin yan yana dikilmiş şekline "Bir Şakka" denmektedir. Bir kürk, biri üst şakka, diğeri alt şakka olmak üzere iki şakkadan ibarettir. Bu iki şakka, birbirine teğellenerek 120-130 cm. uzunluğunda, 12 karış eninde kürk boyu elde edilir. iki şakka halindeki kürk, kadınlar tarafından dikilmek üzere evlere gönderilir. Kadınlar, el dikişi ile her parçayı aralarına bez "sızı" koyarak tekrar dikerler. Parçaları ve iki şakkası sağlam olarak birbirine dikilmiş olan kürk, tekrar dükkâna gönderilir.
Dükkânda, özel kürk makasıyla tüyler kırpılarak bir hizaya getirilir. Buna "alçak-yüksek alınma" denir. bu işlemden sonra, kürk havaralanmak üzere tekrar dağa gönderilir. Tüyler son kez havaralanarak temizlenip parlatılır. Havaralama sırasında yatık durumda olan tüyler kabardığından tekrar çok hafif olarak alçak-yüksek alınması yapılır ve tüyler aynı hizaya getirilir.
Son olarak kürkün yaka kısmına, kol ağızlarına ve eteğine siyah tüylü deri dikilir. Böylece kürkçü dükkânındaki işlemler bitmiş olur.
3. Üzleme (Yüzleme) İşlemi
Kürkü, bu durumda satın alan kişiler terziye götürerek "şakaf" denilen siyah renkli özel kürk kumaşıyla dıştan kaplattırırlar. Buna "üzleme" denilmektedir.
Böylece "kürk" denilen geleneksel kışlık giysi tamamlanmış ve kullanıma hazır olmuştur.
Kürk imal edildikten sonra, genellikle Sipahi Pazarı'ndaki mezata gönderilmekte; buradaki tellallar tarafından -kullanılan malzeme ve işçilik göz önünde bulundurularak- açık arttırma ile Sipahi Pazarı esnafına satılmaktadır. Kürkleri satın alan esnaf da dükkânlarında halka satış yapmaktadır.
Kürkçülük sanatı, Şanlıurfa'da "Kürkçü Pazarı" denilen tarihi çarşıda çok eskiden beri sürdürülegelmektedir. Kürke talep çok olduğundan bu sanat, diğer geleneksel el sanatları gibi önemini yitirmemiş olup halen revaçtadır. Derinin kürk oluncaya kadar geçirmiş olduğu birçok yorucu ve uzun işlemlerinden dolayı insanı çabuk yıprattığı için, Kürkçü esnafı tarafından bu mesleğe "dev mesleği" denir.
Ali Kelleci (Ali Ufak), Bekir Canbaz, Mahmut Canbaz, Şıh Müslüm Karagöz, Hüseyin Yavuz, Ali Avcı (Kel Ali), Ali Mesçi, Hacı Mahmut Çiriş, Kadir Çiriş, Hakkı Açanal ve Kadir Çoban (Mıste Kado) bu tarihi sanatın bugün hayatta olmayan en eski ustalarıdır.
KÜRKÇÜLÜKTE KULLANILAN TERİMLER-ALETLER
Alçak-Yüksek Alınma: Kürkün tüylerinin makasla kırpılarak aynı hizaya getirilmesi.
Arşın: 70 cm. uzunluğunda, 2 santimetrede bir işaretlenmiş, metreye benzer ahşap ölçü aleti.
Doğunluk: Ağaç bir sap üzerindeki demir yay ve altında ayak geçen kayış kısmından oluşan, derinin et kısmını yumuşatmaya yarayan alet. Kayış ağaca geçirilir; el ile ahşap kısmından tutularak, -ayağa geçirilen kayışa baskı yapmak suretiyle- demir yay kısmı deriye sürülür.
Havara: Beyaz kalker taşının tozu.
Havaralama: Kürkün tüylü kısmının beyaz taş tozu (havara) sürülerek temizlenmesi.
Pişme Payı: Şap ve tuz sürülmüş derinin 24 saat süreyle dinlenmeye alınması.
Şakka: 12 parça derinin yan yana dikilmiş hali.
Şakaf: kürkün dış kısmına terzi tarafından dikilen siyah renkte özel kumaş.
Şebleme: Derinin tuz ve şap ile terbiye edilmesi.
Tavlama: Derinin güneşte kurutulması işlemi.
Tımar: Şeblemenin diğer adı.
Üsküf: Dikiş esnasında parmağa takılan madeni yüksük.
Üzleme: Kürkün dış yüzeyinin terzi tarafından kumaşla kaplanması
"Kösele" denilen kalın deri ve normal ince deri ile hayvan koşum takımları, kemer, silah kılıfı, mermi kılıfı, çanta gibi avcı gereçlerinin yapıldığı sanata Saraçlık, bu işle uğraşanlara da Saraç denilmektedir.
Atçılık ve At'a verilen önem dolayısıyla Saraçlığın eski Türk sanatları arasında önemli bir yeri vardır. Şanlıurfa'da ünlü Arap atlarının yetiştirilmiş olması, saraçlık sanatının önemini arttırmış ve bu sanata büyük ilgi duyulmasına sebep olmuştur.
1650 yıllarında Urfa'yı ziyaret eden Evliya Çelebi, Urfa'daki saraçlıktan bahsederek saraçhanesini şu cümlelerle anlatmaktadır: " .... Saraçhanesi İbrahim Halil Irmağı kıyısındadır. Onun için Bağdat serdabı gibi soğuk su ile sulanmış anayolun iki tarafı mamur ve güzel, mevsiminde türlü çiçeklerle süslü olup geçenlerin içini açar. Oralarda bütün bilgi sahiplerinin toplandığı, dinlendiği yerler vardır."
Evliya Çelebi'nin sözünü ettiği saraçhânenin yeri kesin olarak bilinmemektedir.Bu sanat, günümüzde Hüseyniye Çarşıları yakınındaki "Saraç Pazarı" denilen çarşıda sürdürülmektedir. Eskiden 15-20 dükkânın yer aldığı bu çarşıda günümüzde 3-4 dükkân bulunmaktadır. Bilhassa At'ın toplum hayatındaki yerini kaybetmiş olması Saraçlık sanatının gerilemesine neden olmuştur.
Bu sanatın bilinen en seki ustaları Hacı Mahmut Sedef, Sadık Basmacı, Ahmet Zılfo, Toşo Usta, Abdülkadir Nahya, Ahmet Sedef, Hacı Mehmet Nimetoğlu'dur. ımam Bakır Nahya ve Ali Kaşıkçıoğlu günümüzün en tanınmış saraç ustalarıdır.
Saraçlıkta kullanılan kalın deriler, düz kösele, sabunlu kösele, yağlı kösele ve glase (kundura derisi-ince deri) olmak üzere dört sınıfa ayrılır. Bu deriler, eskiden Urfa'daki Debbağhâneden sağlanırdı. Urfa Debbağhânesi'nin kapanması üzerine bu malzemeler günümüzde başka illerden sağlanmaktadır.
Kaba işlerde; Tosun (Öküz) ve Manda derisi, ince işlerde; Dana derisi (glase deri) kullanıl-maktadır. Saraçlık sanatında deri malzeme yanında toka, düğme, çıt çıt, gem, üzengi, zincir, çapraz (maşa) gibi metal malzemeler de kullanılmaktadır.
Bel kemeri, eğer, livan başlığı, üzengi takımları sabunlu kösele ve düz kösele ile yapılmaktadır. Sabunlu kösele daha sağlam olduğundan tercih edilmektedir. Dizgin ve benzeri koşum takımları da yağlı kösele ile üretilmektedir. "Glase" denilen deri ile tabanca kılıfı ve tüfek rahtı yapılmaktadır.
SARAÇLIK ÜRÜNLERİ
I- KOŞU ATI KOŞUM TAKIMLARI
1. Livan Kantarma Gem Başlık: Sadece rahvan ve koşu atları için yapılır. Gem'e bağlı olarak başa geçirilir ve dizginler bu başlığa bağlanır. Örgülü ve düz olmak üzere iki türü daha vardır.
2. Eger: Sadece yarış atları için yapılan bir tür semerdir.
Egerin yapılışı: İlk olarak ağaçtan "kaş" denilen ön cephe iskeleti yapılır. Sonra "alt yastık" haşa denilen bir tür kumaşla "çift yanaklı" bir şekilde dikilip içersi pamukla doldurularak iskelete monte edilir. Üzerine kösele, ya da deri çekilip yan taraflarına etek denilen işlemeli şal kumaşlar dikilir. Eteklerde şal kumaş yerine bazen deri kullanılır. Uç kısımları renkli püsküllerle süslenen etekler, bir tür "tozluk" görevi görür.
3. Merege: Rahvan denilen binek atları için yapılan bir tür özel semerdir. Egerin büyüğü olup boncuklarla süslenir.
4. Üzengi Takımı: Egerin iki yanında, kösele kayışlara asılı demir halkalardan meydana gelir. Ayakla basılarak ata binmeye yarar. Kösele kayışların üzeri boncuklarla ve basma düğmelerle süslüdür.
5. Kuskun: Halka şeklinde dikilen çift kat derinin içi pamuk veya talaşla doldurulur. Hayvanın kuyruk altından tek kayışla geçirilerek eger veya me'regeye toka ile sabitleştirilir. Yarış ve binek (rahvan) atlarına takılan kuskun, hayvanın yokuş indiği sırada egerin öne kaymasını önler.
6. Sülebent: Üç kollu olup deriden yapılmıştır. Atın karnının altından gelip göğsünde birleşerek boynun iki yanından egerin veya me'regenin ön kısmına bağlanır. Yokuş çıkılırken eger veya me'regenin arkaya kaymasını önler.
7. Kantarma Kayışı: Sülebente ek olarak yapılan ve atın başını yukarı kaldırmasına engel olan bir kayıştır.
8. Kırbaç: Kalın deriden yapılır. Örgülü ve sırımlı (saçaklı) olmak üzere iki türü vardır.
9. Dizgin: Uzunluğu jokeyin eli ile gem arasındaki mesafe kadardır. Atı yönlendirmeye yarar. Sadece deriden yapılır. Örgülü ve düz olmak üzere iki türü vardır.
II- YÜK ATI KOŞUM TAKIMLARI
1. Amut (Klopin-Boyuntalık): Atın boynuna geçebilecek genişlikte elips şeklindeki ahşap üzerine keçe, kösele kaplanması suretiyle yapılır. Üzerine ince sarı teneke ile süslemeler işlenerek bağlayıcı halkalar çakılır. Buna, bazı yörelerde "Klopin veya "Boyuntalık" denilmektedir.
2. Belleme: Kış aylarında yük atlarının sırtına vurulan, alt kısmı saf keçe, üst kısmı branda ile kaplanmış sırt örtüsüdür.
3. Gözlüklü Başlık: Başın iki yanına takılan ve gözlerin sağı solu görmesini engelleyen kapakların (gözlük) normal başlığa bağlı şekline gözlüklü başlık denilmektedir. At, merkep ve sığırlar için yapılır. Reşmeli başlık denilen zincir ve deri karışımı türü çok tutulmaktadır.
4. Gömlek: Amuttan başlayıp atın kuyruk altından dönerek tekrar amuta bağlanan, üzerinde aşağı düşmesini engelleyen çift sırtlığı bulunan 5 cm. eninde bir kayıştır.
5. Dizgin: Koşu atı dizgininden farklı olup 6 cm. boyundadır. Uç kısımları çapraz deri veya ketenden dokunmuş şeritlerden yapılır. 2.5-3 cm. genişliğindedir. Bir ucu geme bağlı, diğer ucu sürücünün elinde tuttuğu dizgin, ata yön vermeyi sağlar.
6. Karınaltı Kuşaması: Egeri atın sırtına sabitleş-tirmeye yarayan, 5-6 cm. eninde, deriden veya kolondan (keten dokuma kayış) yapılan bağlayıcı kayışlardır.
III- TOSUN (SIĞIR)-AV KÖPEĞİ-KURT KÖPEĞİ VE TAZI KUŞAMLARI
Bu hayvanlar için, deriden, düğme ve püskül süslemeli tasmalar yapılmaktadır. Sığırlar için "Reşmeli" (kısmen deri, kısmen zincirli) türleri kullanılmaktadır.
IV- BEL KEMERLERi
Üç tür kemer yapılmaktadır
1. Kuşak Kemer: Para konulmaya yarar.
2. Palıska: Sabunlu köseleden yapılır ve 5-7 cm. enindedir.
3. Normal Bel Kemeri: Başlıca 4 şekli vardır
a. Örgülü
b. Düğme desenli
c. Çift yüz dönerli
d. Sabunlu. Sabunlu köseleden yapılır.
V- AVCI MALZEMELERİ
1. Raht: Çift ve tek kırma av tüfeklerinin mermilerinin dizildiği fişekliktir.
2. Mavzer Yeleği: Saf deriden yapılır ve üzeri fişekliklidir.
3. Çanta: Yandan boyuna asılı olarak kullanılır. ıçine çeşitli avcı malzemeleri konulur.
SARAÇLIKTA KULLANILAN ALETLER:
1. Bıçkı: Ağaç saplı, ucu keskin üçgen demirli bir alettir. Deri kesmede kullanılır.
2. Meket: Annep ağacından yapılmış, sivriltilmiş çift ağızlı, deriye çizgi ve nakış atmaya yarayan alet.
3. Tişe Bizi: ıri dikişlerde kullanılan ve ahşap saplı biz.
4. Normal Biz: İnce ve küçük dikişlerde kullanılan biz.
5. Kılıf Bizi: Diğer bizlerden farklı olarak uç kısmı yılan dili şeklinde tek ağızlı, çift tarafı keskin bir bizdir. Silah kılıfının gizli dikişlerini dikmede kullanılır.
6. Demir Pergel: Derinin üzerine daire ve en çizmeye yarar.
7. Zımba: Üzerine çekiçle vurulmak suretiyle deriyi delmeye yarar.
8. El Baskısı: Pense tipi bir zımba olup, 6 değişik ağzı bulunur ve 6 farklı delik açar.
9. Büyük Makas: Keçe kesmede de kullanılan geniş ağızlı bir tür makastır.
10. Kalıp: Değişik modellerdeki tabancaların ağaçtan oyulmuş şeklidir. Tabanca kılıfı bu kalıba geçirilerek şekillendirilir.
Şanlıurfa'nın geleneksel el sanatlarından olan tarakçılık, günümüzden 50-60 yıl öncesine kadar Eski Arasa Hamamı ile Hoca Abdülvahit Camii arasında kalan çarşıdaki 20 kadar dükkânda icra edilirdi. Fabrika türü plastik tarakların imal edilmesiyle önemini yitiren bu sanatın son ustası Şıh Müslüm Özbal'dır.
Tarakçı Bakır, Tarakçı Mehmet ve Tarakçı ımam, bu sanatın 30-40 yıl öncesinin tanınmış ustalarından idi.
Bugün bu sanatı terketmiş olan Şıh Müslüm Özbal Usta, tarak kullanma alışkanlığının saçta kepeklenmeyi, dökülmeyi ve bitlenmeyi önlediğini söylemektedir.
Şanlıurfa'da tarak; deve'nin bacak kemiğinden, annep, armut ve iyi cins ceviz ağacından yapılmaktadır. Beyaz renkteki deve kemiği fildişi görünümü verdiğinden, diğerlerine nazaran sert ve dayanıklı olduğundan daha çok tercih edilmektedir. Bu kemik ayrıca tarakçılar tarafından göze sürme çekmede kullanılan "Sürme Mili", eskiden berberlerin sünnet esnasında kullandıkları "Sünnet Mili" ve tabanca kabzasına kakma yapımında kullanılmaktadır. Deve kemiği ayrıca tespihçiler tarafından tespih yapımında da kullanılmaktadır.
Annep, armut ve ceviz ağaçlarının kesildikten sonra kurumaları için, üzerlerinden 1 yaz mevsimi geçmesi gerekmektedir. Şanlıurfa'da yetiştirilen ceviz ağaçlarının kerestesinin tarak yapımına elverişli olmadığı söylenmektedir. Bu iş için daha çok, siyah kalitede olan Elazığ ve Diyarbakır'ın ceviz ağaçları tercih edilmektedir.
Deve kemiği ve ağaç bulunmadığı durumlarda nadir olarak Camız boynuzundan da tarak yapılmaktadır. Ancak, sıcak suya karşı dayanaksız olan ve çabuk eğilen camız boynuzu, fazla tercih edilmektedir.
ŞANLIURFA'DA YAPILAN TARAK TÜRLERİ
1. Kadın Tarağı: 9x7.5 cm. boyutunda olup dişleri uzun kenara açılır. tarağın genişliğine göre iki, üç veya dört parça kemikten yapılır.
a. İki tarafı sık dişli,
b. Bir tarafı seyrek, bir tarafı sık dişli,
c. Tek tarafı sık dişli,
d. Tek tarafı seyrek dişli olmak üzere dört ayrı çeşidi vardır.
2. Sakal Tarağı: 6x6.5 cm. boyutunda olup tek parça kemikten yapılmıştır. Tek tarafı sık dişlidir ve dişler uzun kenara açılmıştır. Sakal taramada kullanılır.
3. Erkek Tarağı: 10x4.5 cm. boyutunda olup iki parça kemikten yapılmıştır. Tek taraflı ve ince dişlidir.
DEVE KEMİĞİNDEN TARAK YAPILMASI
Kesilen devenin bacak kemikleri, tarakçılar tarafından satın alınır. Bu iş için, iri ve kaliteli kemik veren yaşlı develer tercih edilir. Zayıf ve genç devenin kemiği küçük ve kalitesiz olduğundan tercih edilmemektedir.
Keserle önce kemiğin kaba tarafları düzlenir ve eti kazınır. Sonra parçalar halinde kesilerek ilik kısmı temizlenir. Düzgün kesilmiş parça kemikler, yaz aylarında 1 hafta, kış aylarında ise 15-20 gün süreyle suda dinlendirilir. Bu safhada kemik içersindeki ilik tortusu ve kan rengi kendini suya bırakır. Kemikler sudan çıkarılarak ağaç mengeneye takılır ve ince dişli "Yege" (eğe) ile parçalar halinde işlenir. Daha sonra bu parçalar yan taraflarından ince el matkabıyla delinir ve bu deliklere ince çiviler yerleştirilmek suretiyle birbirine tutturulur. Çeşidine göre bir, iki, üç veya dört parça kemikten bir tarak boyu elde edilir. Parçaların yan yana bağlanmasında ayrıca yapıştırıcı bir madde kullanılmamaktadır. Tutturulan kemikler tekrar mengeneye konulur ve özel olarak yapılmış ince dişli el testeresiyle tarağın dişleri açılır. Eğenin sivri kenarıyla tarak üzerine çizgiler açılarak süsleme yapılır.
Keser, eğe, oynar tahta saplı ince el matkabı, testere ve tahta mengene tarakçılıkta kullanılan aletlerdir
Şanlıurfa yöresi kadın takılarının tarihçesi Neolitik ve Tunç çağlarına kadar uzanmaktadır. Bozova ilçesine bağlı küçük ve büyük Şaşkan Höyükleri arasında "Kumartepe" olarak adlandırılan tarlada yapılan arkeolojik kazılarda, Neolitik Çağ'a ait kemik ve renkli taşlardan yapılmış değişik takı örneklerine rastlanılmıştır. Ayrıca Atatürk Barajı göl alanındı altında kalan Hassek Höyük, Cümcüme ve Lidar Höyük'te rastlanılan Kalkolitik ve Tunç çağlarına ait takılar bizlere Urfa bölgesi kadın takılarının en eski örnekleri hakkında önemli bilgiler vermektedir.
Şanlıurfa'da kadın takılarının genel adı "Hışır"dır. Hışır'ın Urfa folklorunda ayrı bir yeri vardır. Kız evi tarafından yazılarak oğlan evine gönderilen ve besmele ile başlayan "kesim kağıdı"nda hışır en önemli yeri tutar. En fakir kız ailesi dahi, kesim kağıdına bir gerdanlık, birkaç çift bilezik yazarak oğlan evinden talepte bulunur.
Urfa kızlarının hışırsız gelin gitmeyişlerini düğünlerde söylenen şu mani en güzel şekilde dile getirmektedir.
Masa üstünde bekmez
Bu bekmez bize yetmez
Şu Urfa'nın kızları
Hışırsız gelin getmez.
Şanlıurfa yöresi kadın takıları günümüzde kullanılan malzeme ve şekil bakımından merkez ilçe, Siverek-Suruç-Bozova-Hilvan ve Harran yöreleri olmak üzere başlıca üç bölgede değişik özellikler gösterirler.
I. Merkez İlçe Takıları
Kuyumculuk sanatı Şanlıurfa'nın en eski el sanatlarındandır. Günümüzden elli yıl öncesine kadar Aslanlı Han bitişiğindeki "Eski Kuyumcu Pazarı" denilen kapalı çarşıda icra edilen bu sanat günümüzde Yıldız Meydanı civarındaki Pamukçu Pazarı ve Kınacı Pazarı kapılı çarşılarında sürdürülmektedir. Hacı Durak Başbuğ, Hikmet Yeğin, Hacı Ali Çınar, Mehmet Ayoğlu, Seyfeddin Gözoğlu, Derviş Doğanlar, Hacı Güzeldemirci (Maraşlı Hacı), Hasan Çınar geçen kuşağın tanınmış kuyumcu ustalarındandır. Şanlıurfa'da halen bu ustaların yetiştirdiği 30'dan fazla kuyumcu ustası çalışmaktadır.
Şanlıurfa'nın en eski kuyumcu ustalarının Halepli oldukları söylenmektedir. Bu nedenle Urfa kadın takıları ile Halep takıları arasında büyük benzerlikler görülmektedir. Şanlıurfa merkezindeki takılarda maden olarak 21 ayar altın işlenmekte, gümüş hemen hemen hiç kullanılmamaktadır.
Gerdanlıklar
Başlıca gerdanlık çeşitleri şunlardır: Telkâri akıtmalı gerdanlık, hasırlı gerdanlık, incili telkâri gerdanlık, haplı gerdanlık, elmas gerdanlık (Urfa işi değildir, ancak çok yaygın olarak kullanılmaktadır.), yıldızlı üçgen gerdanlık, koruklu gerdanlık, yapraklı gerdanlık (urfa işi değildir), liralı gerdanlık, incili ve liralı gardanlık, altın hamaylı, deste, Ustanbul (İstanbul) bütünü, Urubiya, Kazya, Mahmûdiye, Beşibirlik, panaz, dobra ve onbirlik.
Boyuna takılan gerdanlık ve kolye çeşitleri yanında ayrıca "Kelep" (inci) büyük bir öneme sahiptir ve çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Gerçek Bahreyn incisi Urfa'da tutunmaktadır. Şimdi bulunmayan bu inci halk arasında "eski inci" adıyla anılmakta ancak mezattan satın alınabilmektedir.
Bilezikler
Tahta bilezik, ahıtma bilezik (telkâri kapaklı yarım ahıtma, düz kapaklı yarım ahıtma, oymalı ahıtma, şımra zencirli ve telkâri kapaklı ahıtma olmak üzere dört ayrı çeşidi vardır), fişenkli bilezik, incili telkâri bilezik, haplı bilezik, yıldızlı bilezik, taşlı bilezik, şebikli bilezik, burma bilezik (Türkiye genelinde yaygındır), liralı burma bilezik, çift çakmalı bilezik, yılanlı bilezik, fıstıklı bilezik, parparalı bilezik, urubiyeli bilezik, ayneli bilezik.
Bunlardan fişenkli bilezik aslında Van işi olup Urfa'da çok tutunmaktadır. Yılanlı ve kakmalı bilezikler de İstanbul işi olup Urfa'da yaygın olarak kullanılmaktadır.
Yüzükler
Yüzükler, gerdanlık ve bileziklerle birlikte takım olarak kullanıldıklarından çeşitleri de bunlara göredir.
Başlıca çeşitleri; Telkâri yüzük, haplı yüzük, koruklu yüzük, taşlı yüzük, incili telkari yüzük, parparalı yüzük vs.
Küpeler: Bunların da çeşitleri gerdanlık ve bileziklere göredir. Başlıca çeşitleri şunlardır: ıncili küpe, koruklu küpe (salkım küpe de denilir, altın koruklu ve inci koruklu olmak üzere iki ayrı çeşidi vardır.), telkâri gül küpe, kuşlu telkâri küpe, haplı küpe, yıldızlı küpe, yapraklı küpe, taşlı küpe, incili yıldızlı küpe.
İğneler:
Urfa'da "Dal-Gögüs Dalı" olarak adlandırılan iğnelerin başlıca çeşitleri şunlardır. Telkâri Urfa Kelebeği, Papatya, ıncili ığne (buket iğne), Yıldızlı ığne.
II. Siverek-Suruç-Bozova ve Hilvan Yöresi Takıları:
Bu yörelerde daha değişik kullanım yerleri olan ve değişik adlarla anılan gümüş ya da altın taklidi takılar kullanılmaktadır.
Bunların başlıcaları şunlardır:
Tepelik: Başa takılan tacın (fes) üzerine tutturulur. Üst kısmı telkâri işlemeli, çevresi gümüş paralardan oluşan saçaklarla süslüdür. Diğer adı Taç'tır.
Üçkor: Fesin alt kısmına, alından yukarıya takılır. Ortasında yuvarlak ve mavi taşlı bir göbek, yanlarında üç sıra zincir bulunur.
Levzik: Üçkor göbeğinin altına takılır, alına doğru sarkar.
Reşme: Fesin iki yanına takılır. Şakaklardan yanağa doğru sarkar.
Gerdanlık: Levziklerin bir zincir üzerinde sıralanmasından meydana gelmiş çeşitleri olduğu gibi, haplı, salkımlı ve akik çeşitleri de vardır.
Tasma (Beğnik): Boğaza takılır. Anadolu'nun bazı yörelerinde "Gıdıklık" denilmektedir.
Küpe: Hilâl şeklinde ve alt kısımları saçaklı modelleri yaygındır.
Frenkbağı: Ortası fiyong şeklinde, yanları geniş zincirlidir. Urfa merkez ilçede de yaygın olarak kullanılmaktadır.
Hamaylı: Üzerinde ayet ya da duaların yazılı olduğu kağıtları muhafaza eden bu takıların silindir biçimli telkâri olanlarının yanında, çok ince sigara tabakası şeklinde kapaklı olanları da vardır. Boyuna takılan bu takı koltuk altından bele doğru sarkar.
Göğüslük: Yuvarlak şekilde, göğsün şekline göre biraz bombeli ve telkâri süslemelidir. Alt kısımları yarım ay şeklinde saçaklı olan göğüslükler ortalarındaki bir iğneyle sağlı sollu olarak göğüslere tutturulur.
Kemer: Telkâri olarak gümüşten yapılır. Tokaları değişik modellerdedir.
Bilezik: Telkâri süslemeli ve menteşeli (tahta bilezik) olan tipleri yanında, uç kısımları yılan başı şeklinde, kalın yuvarlak gümüşten olanlar da vardır.
Hızma: Buruna takılır. Altın ve gümüş çeşitleri vardır.
Halhal: Bilezik şeklinde ayak bileklerine takılır. Çevresi habbe denilen nohut iriliğinde gümüş toplarla saçaklıdır.
Saç Koru: Arkadan başın üzerine takılarak omuzlara kadar sarkan bu takı, saç görünümünü veren siyah ipekten yapılmıştır.
Saç ığnesi: Saç korunun alt kısmına takılır.
Enselik: Başın arkasıda sağlı sollu olarak saç korunun üzerine takılır ve enseye doğru sarkar. Dört sıra halinde saçaklı, madenî bir takıdır.
Maşallah: Alına takılıdır. Üzerinde "Maşaallah" yazılı, etrafı saçaklı, plaka halindedir.
III. Harran Yöresi Takıları
Harran yöresinde baş üzerinde takı kullanılmayıp hızma, küpe, bilezik ve kemer türünde takılar kullanılmaktadır. Bu bölgede kadınlar takıdan ziyade "Dövme" denilen el ve yüze yapılan süslemeleri tercih etmektedirler. Dövmeler göstermiş oldukları motif zenginliği açısından ayrı bir inceleme konusu teşkil ederler.
Harran yöresinin başlıca kadın takıları şunlardır:
Hizem: Burna takılır. Hızmanın sarkan şeklidir.
Verdine: Hızmanın sabit biçimidir. Gümüş ya da altından yapılır.
Hınnegiy: Altın, gümüş, boncuk ya da karanfilden yapılan bu takı boyuna takılır.
Lebe: Şerit veya ipe takılan, bele kadar sarkan bir takıdır. Altın gümüş liralı ya da boncukludur.
Zincir: Gümüşten yapılmış olup, iki-üç kor (sıra) halinde boyuna takılır.
Hıristiyanlığın devlet dini olarak dünyada ilk kabul gördüğü yer olan Şanlıurfa'da dünyanın en görkemli kiliseleri inşa edilmiş, ancak bunlardan V. yüzyıla ait olanların bir kısmının kalıntıları günümüze ulaşabilmiştir.
Deyr Yakub (Yakub Manastırı)
İl merkezindeki Eyyub Peygamber makamının 4 km. batısında bulunan Deyr Yakub, halk arasında "Nemrud'un Tahtı" ya da "Cin Değirmeni" olarak anılmaktadır. Buradaki yüksek bir dağın tepesinde M.Ö. I. yüzyılda (putperest dönem) Edessa Kralı Abgar Manu'nun oğlu Aryu'nun aile fertleri için inşa edilmiş anıt mezar kalıntıları yer almaktadır. Bazı kaynaklarda manastır olarak adlandırılan, doğu batı istikametinde dikdörtgen planlı iki katlı büyük yapı kalıntısının zemin katının doğu kesimi üç katlı anıt mezardır. Edessa krallarının yattığı tahmin edilen ve esas girişi zemin kattan olan mezar odası; kuzey, güney ve doğuda kemerli birer arkosoliumdan oluşmaktadır. Arkosoliumların üzerleri büyük lento taşlarla örtülüdür. Bu bölümün zemin kattaki giriş kapısının sol tarafında çizikleme tekniğinde (grafitto) sağa bakar vaziyette profilden bir kuş figürü işlenmiştir. Ruhun bir kuş gibi uçup gitmesini sembolize eden bu figür İslâmi dönemlerde de bir çok mezara işlenmiştir. Büyük yapının anıt mezar dışında kalan esas kısımının zemin katı kemerli koridorlarla üç arkosoliumlu mezar odasına ve ayrıca kuzeydeki Manu oğlu Şaredu'nun karısı Ameşşemeş'in anıt mezarına bağlanmaktadır. Zemin kata giriş, kuzeydeki yıkık kapıdan olmaktadır. Bu kapıdan düştüğü anlaşılan blok bir taş üzerine, uzanmış vaziyette bir erkek figürü kabartması işlenmiştir. Başını yastığa koymuş bu figürün yanında daha küçük boyutta cepheden, bir sandalyede oturur vaziyette biri kadın, diğeri erkek iki figür bulunmaktadır.
Büyük yapının kuzeyindeki dikdörtgen planlı üç katlı anıt mezarın doğu cephesindeki pencerenin altında yer alan iki satır kitabenin üst satırı Grekçe, alt satırı Süryânicedir. Her iki kitabede "Manu oğlu Şaredu'nun karısı Ameşşemeş" yazılıdır. Aryu hânedanının M.Ö. I. yüzyılda yaşadığı dikkate alınacak olursa mezarların Hıristiyanlık öncesi paganist (putperest) döneme ait olduğu ve büyük yapının mezar odalarına bağlanan zemin katı üzerinin putperest tapınağı olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ancak bu tapınağın M.S. V. yüzyılda kerametleri ve kehânetleri ile ünlü olan ve Suruç Episkoposluğuna kadar yükselmiş bulunan Suruçlu Aziz Yakub zamamında (M.S. 451-521) manastır olarak kullanıldığı ve bundan ötürü Deyr Yakub (Yakub Manastırı) olarak anıldığı tahmin edilmektedir. Manastırın doğusunda kayaya oyulmuş keşiş odaları bu tahmini güçlendirmektedir.
Büyük mezarın zemin kattaki güney arcosolium kemerinin kilit taşına işlenmiş olan haç rozetinden burasının Hıristiyanlık döneminde de kraliyet ailesi tarafından mezar olarak kullanıldığını kanıtlamaktadır.
Ayrıca halk arasında Yakub Peygamber'in burada kaldığına ve Deyr Yakub adının bundan dolayı verildiğine inanılmaktadır.
Tella (Viranşehir) Martyrionu
Bizans dönemi Hıristiyanlık yapılarının Şanlıurfa bölgesindeki en büyük örneklerinden olan oktogonal (sekizgen) planlı bu yapının 34.5x32 m. çapındaki kubbesinin bazalt taşından örülmüş sekiz paye üzerine oturduğu mevcut kalıntılardan anlaşılmaktadır. Yüzyılımızın başlarında sekiz payesinin tamamı ayakta olan bu yapının günümüze sadece bir payesi gelebilmiştir.
Büyük bir nekropolün ortasına inşa edildiği anlaşılan bu yapının önemli bir aziz için Martyrion (şehitlik) olarak IV.-V. yüzyıllar arasında inşa edilmiş olabileceği tahmin edilmektedir. Ancak böylesine görkemli bir Martyrion'un Viranşehir'de doğan, sonraları kendi adıyla "Yakubilik" olarak anılan "Monofizit" Süryâni cemaatini dağınık bir halden kurtarıp toparlayan ve "Tibeloyo" (Evrensel Metropolit) ünvanına kadar yükselen, 578'de Mısır'da ölen, cesedi 622'de Viranşehir'e getirilen Mar Yakub'un gömüldüğü Fisilta Manastırı olma ihtimalini de düşünmek gerekmektedir.
Kalıntılar arasında bulunan çok sayıdaki mozaik tanesinden yapının zengin mozaik süslemeli olduğu anlaşılmaktadır.
Aziz Stefanos Kilisesi
Bu kilise, miladi 435 veya 436'da ölen Piskopos Rabbula tarafından eski bir Sinagog'dan dönüştürülmüştür. Kırmızı renkteki mermer sütunlarının çokluğu nedeniyle "Kızıl Kilise" olarak adlandırılan bu yapının yerine Zengiler döneminde 1170-1175 tarihlerinde bugünkü Ulu Cami inşa edilmiş, kilisenin çan kulesi minare olarak değerlendirilmiştir.
Aziz Stefanos Kilisesi'nin avlu duvarları, Yıldız Meydanı ve Karanlık Kapı Sokağı'na açılan avlu kapıları, cami avlusundaki bazı sütun ve sütun başlıkları günümüze kadar ulaşmıştır.
Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi
Şehrin Ellisekiz Meydanı yakınındadır. VI. Yüzyıla ait bir kilise kalıntılarının üzerine 1861 yılında inşa edilmiştir. Kilise, Hz.İsa'nın iki havarisinin anısına inşa edildiğinden onların ismini taşır.
Üç nefli bazilikal planlı yapının çapraz tonozlarla örtülü nefleri, sütun dizileri ile ayrılmıştır.
Bu tarihi yapı, Urfalı Süryâniler'in 1924 yılında Halep'e göç edişlerine kadar, kilise ve okul olarak kullanılmıştır.
İç mekâna giriş kapısı üzerindeki Süryânice inşa kitabesinin tercümesi şöyledir:
"Bütün dünya sana tapar, diz çöker ve her dil adına şükreder. Salih kişilerin girdikleri Allah'ın evi olan bu kutsal Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi, Patrik II. Yakub ve Metropolit Mar Gregorius David döneminde, mü'min Süryâni-Yakubi halkının yardımıyla 2112 Yunan ş yılında inşa edildi. Rab, katkısı olan herkesi mükafatlandırsın."
1924 yılında Tekel İdaresi'ne verilen kilise, Tütün İşleme Fabrikasına dönüştürülmüş, sonraki yıllarda şaraplık üzüm deposu olarak kullanılmıştır. Yapı, Tekel kelimesinin Fransızca karşılığı olan Regie (Reji)'den dolayı "Reji Kilisesi" olarak adlandırılmıştır. Kilisenin 1998 yılındaki kısmi restorasyonu sırasında bahçesinden ve duvarlarından çıkartılan Süryânice yazıtlı 7-8 adet mezar taşı Urfa Müzesi'nde sergilenmektedir.
Restorasyon sonrasında bir müddet Halıcılık Kursu Atölyesi olarak kullanılan bu tarihi yapının Gençlik Kültür Merkezi'ne dönüştürülmesi için 2002 yılında İl Özel İdaresi ve GAP İdaresi tarafından müşterek bir projeye başlanılmıştır.
Rahibeler Kilisesi (Rahibeler Evi)
Ellisekiz Meydanı, Şeyh Safvet Tekkesi'nin doğusundaki çıkmaz sokak içersinde yer alan bu kilise, plan itibariyle avlulu bir Urfa evini andırır. 1883 yılında Urfa'ya gelen Fransisken rahibeleri (gezici misyoner rahibeler) için hem ev, hem de kilise olarak inşa edilmiştir. Avlunun güneyinde, doğu-batı istikametinde dikine dikdörtgen planlı kilise kısmı, arka arkaya eş değerde üç çapraz tonozla örtülüdür. Kilisenin avluya bakan ve kuzeye bakan giriş cephesi önde iki sütuna oturan tonozlarla örtülü üç gözlü revaklıdır. Kilisenin dikdörtgen niş şeklindeki apsisinin ön kısmı yanlardan merdivenle çıkılan sahne şeklindedir. Apsis önündeki çapraz tonozun kollarının kesiştiği yerde dört melek kabartması işlenmiştir. Ayrıca apsis çevresini dolaşan renkli freskler arasına da figürler işlenmiştir.
Çardak Manastırı
Deyr Yakub'un kuş uçuşu 1 km. kuzeybatısındaki dağlar üzerinde kalıntıları bulunan bu manastırın, V. yüzyılda inzivaya çekilen keşişler için yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Manastırın çevresinde çok sayıda sarnıçlar bulunmakta, ayrıca çok sayıda kaya mezarı yer almaktadır.
Norhut Kilisesi
Halfeti ilçesi Norhut Köyü'ndeki bu kilise V. yüzyıl Bizans eseri olup, üç nefli bazilikal planlıdır. Çatısı yıkılmış olup harap bir durumdadır.
Şanlıurfa il merkezinde Aziz Petrus-Aziz Paulus Kilisesi ve Rahibeler Kilisesi'nden başka; Aziz Havariler Kilisesi (Fırfırlı Kilise), Aziz George Kilisesi ve Büyük Kilise olmak üzere Osmanlı döneminden kalma 3 kilise daha günümüze ulaşmıştır. Bunlardan Aziz Havariler Kilisesi Fırfırlı Camii'ne, Aziz George Kilisesi Circis Peygamber Camii'ne ve Büyük Kilise Selahaddin Eyyûbi Camii'ni dönüştürülmüştür.
Şanlıurfa tarihte dünya kültür ve medeniyetinin merkezi kabul edilen ve arkeoloji literatüründe "Bereketli Hilal" olarak adlandırılan bölge üzerinde yer almaktadır.
Arkeolojik kazılardan elde edilen buluntular, şehir merkezindeki Balıklıgöl civarının günümüzden 11.000 yıl önce Neolitik Çağ insanları tarafından iskan edildiğini kanıtlamıştır. Bu çağ, Anadolu'da mimarlık sanatının başlangıcı sayılmaktadır.
Mimarlık tarihi bu kadar eskilere dayanan Şanlıurfa, günümüzde de mimari eserlerinin zenginliği bakımından Anadolu'nun önde gelen illeri arasında yer almakta ve bu özelliğinden dolayı "Müze Şehir" adıyla tanınmaktadır.
Şanlıurfa, dinler tarihi ve inanç turizmi yönüyle de dünya kültüründe önemli bir yere sahiptir. İl merkezi yakınındaki Göbekli Tepe'de yapılan arkeolojik kazılarda, ilkel dinlere ait olan ve günümüzden 11.000 yıl öncesine tarihlenen dünyanın en eski tapınakları bulunmuş ve Şanlıurfa'nın inanan insanların dünyadaki en eski merkezi olduğu anlaşılmıştır.
İlkel dinlerin dünyada bilinen en eski merkezi Şanlıurfa, çok tanrılı (politeist) dinler ile tek tanrılı (monoteist) dinlerin de önemli merkezlerinden biridir.
Assur ve Babil dönemlerinde; Ay, güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı politeist bir din olan Paganizm'in baştanrısı "Sin"in mabedi Harran'da bulunuyor ve Soğmatar bu dinin önemli bir merkezi şehri sayılıyordu.
Musevi, Hıristiyan ve İslâm dinleri peygamlerlerinin atası olan Hz. İbrahim (A.S.) Şanlıurfa'da doğmuş, Nemrut ve Halkının taptığı putlarla mücâdele ettiği için burada ateşe atılmıştır. Lut Peygamber, amcası Hz. İbrahim'in ateşe atılmasını görmüş ve daha sonra Şanlıurfa'dan Sodom'a doğru yola çıkmıştır. İbrahim Peygamber'in torunu ve İsrailoğullarının atası Yakub Peygamber Harran'da evlenmiş, Eyyub Peygamber Şanlıurfa'da hastalık çekmiş ve Şanlıurfa'da vefat etmiştir. Hz. Eyyub'u arayan Elyasa' Peygamber O'nun yaşadığı Eyyub Nebi Köyü'ne kadar gelmiş, ancak kendisini göremeden orada vefat etmiştir. Şuayb Peygamber, Harran'a 37 km. mesafedeki Şuayb Şehri'nde yaşamış, Musa Peygamber, Şuayb Şehri yakınındaki Soğmatar'da Şuayb Peygamberle buluşmuştur. Bu nedenle Urfa'nın bir adı da "Peygamberler Şehri"dir. İsa Peygamber, Şanlıurfa'yı kutsadığına dair bir mektubunu ve yüzünü sildiği mendile çıkan mûcizevi portresini Şanlıurfa Kralı Abgar Ukkama'ya göndermiş, Hıristiyanlık devlet dini olarak dünyada ilk defa bu dönemde Şanlıurfa'da kabul görmüştür.
Bütün bunlardan, Şanlıurfa'nın dinler tarihi ve inanç turizmi yönünden Mekke ve Kudüs'ten sonra dünyanın önemli inanç merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.
ŞUAYB PEYGAMBER VE ŞANLIURFA
Şuayb Peygamber'in Harran'a 27 km. mesafedeki Şuayb Şehri adıyla tanınan antik kentte yaşadığına inanılmaktadır. Oldukça geniş bir alana yayılmış olan ve etrafı surlarla çevrili bu tarihi kent içersinde çok sayıda kaya mezarı ve üzerlerine inşa edilmiş yapı kalıntıları vardır. Harabeler arasındaki bir mağara Şuayb Peygamber'in makamı olarak ziyaret edilmektedir.
Bu şehire 16 km. mesafedeki Soğmatar'da, Şuayb Peygamber ile Musa Peygamber'in buluştuğuna, Musa Peygamber'in, Şuayb Peygamber'in kızı ile burada evlendiğine ve mûcizevi asasını Şuayb Peygamber'den bu şehirde aldığına inanılmaktadır.
Şehir merkezinde Hükümet Konağı önündeki dört yolun birleştiği kavşaktadır.I.Dünya Savaşı'nın bütün cephelerinde savaşa katılan Urfalı şehit ve gazilerin hatıralarına 1917 yılında Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey tarafından yaptırılmıştır.
Sekizbuçuk metre yüksekliğindeki anıt, tamamen kesme taştan olup yuvarlak bir kaide üzerine kare gövdeli olarak gittikçe daralan bir biçimde inşa edilmiştir.
Anıtın kuzey cephesindeki üst kitabede: "Bu hacer samit değil, iklil-i cihâdı ekberdir. 1335" (Bu taş, sessiz değil, büyük savaşın tacıdır. 1917), alt kitabede: "Harb-ı Umumi şühedâya fatiha 1330-1332" (I. Dünya Savaşı şehitlerine fatiha. 1912-1914) yazılıdır.
Güney cephe üst kitabede: "Cây-ı cihâda giden erlere nusret ola. 1334" (Cepheye giden erlere yardım ola. 1916) yazılı olup, bu cephedeki alt kitabe ise, kuzey cephe alt kitabenin aynısıdır.
Anıt üzerindeki yazıların tümü, ünlü Urfalı Hattat Ahmet Vefik Efendi (Lobut Ahmet) tarafından yazılmıştır.
Daha önce, Vilâyet binası önündeki bulvarın ortasında ağaçlar ve elektrik direkleri arasına sıkışmış bu anıt, 1983 yılında Urfa Belediye Başkanı Alaattin Turhan tarafından şimdiki yerine nakledilmiştir.
B. Mustafa Kemal Paşa Anıt Çeşmesi (Yol Gösteren Çeşmesi)
Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale cephesinde savaşan ve bu savaştaki kâhramanlıklmarıyla ün salmış olan Urfa taburundan geriye kalan gaziler, savaş sonrası Urfa'ya döndüklerinde komutanları Mustafa Kemal'i büyük bir hayranlıkla çevrelerine anlatmışlardır. O tarihte Mutasarrıf bulunan Nusret Bey, gazilerin Mustafa Kemal paşa'ya olan bu sevgi ve bağlılıklarını bir anıtla sembolleştirmeyi uygun görmüştür. Nusret Bey, 1917 yılında şehrin kuzey kesimini Karakoyun deresi üzerindeki Hacı Kâmil Köprüsü'ne bağlayan bir cadde açtırarak buraya "Mustafa Kemal Paşa Caddesi" adını vermiş, caddenin ortasını çiçeklerle düzenleyerek Vali Konağı'nın karşısına (bugünkü Cebeci İşhanı) bu anıt çeşmeyi yaptırmıştır.
Bu anıt, 1972 yılında Vali Turgut Sayın tarafından yerinden alınarak bugünkü yeri olan Diyarbakır-Mardin-Gaziantep yolu kavşağına nakledilmiştir.
Beyaz kesme taşlardan inşa edilmiş olan ve dört köşesindeki zarif sütunlarla iki kata ayrılmış olan anıtın alt kısmında, bir su haznesi ve dört tarafında çeşme bulunur. Anıtın dört cephesi üzerinde yer alan kitabelerde Kafkas Yolu, Hindistan yolu, Ankara Yolu ve Mustafa Kemal Paşa Caddesi yazılarıyla bu yolları gösteren ok işaretleri bulunmaktadır.
Bu anıt, Mustafa Kemal Paşa, henüz Atatürk ünvanını almadan O'nun adına Türkiye'de dikilen ilk anıt olması bakımından önem taşımaktadır. Yine Türkiye'de ilk defa bir caddeye Mustafa Kemal Paşa adı Urfa'da verilmiştir.
C. Şanlıurfa Kalesi Sütunları
Kale üzerindeki korint başlıklı iki sütunun arası 10.40 m. olup yükseklikleri 17.25 ve çevresi 4.60 metredir. Doğudaki sütunun kente bakan yüzünün 3 metre yukarısında Estrangela türündeki Süryânice kitabede: "Ben askeri komutan BARŞ[.........]' ın oğlu AFTUHA. Bu sütunu ve üzerindeki heykeli veliaht Prens MANU'nun kızı, Kral MANU'nun eşi, hanımefendim ve velinimetim Kraliçe ŞALMETH için yaptım" yazılıdır. Kitabede adı geçen Edessa kralı IX. MANU'nun 214-240 yılları arasında hüküm sürdüğü düşünülürse, bu sütunların Urfa'da günümüze ulaşmış en eski anıtlar olduğu anlaşılır
ASKERİ MİMARİ
A- ŞANLIURFA KALESİ (İÇKALE)
Kent merkezinin güneybatı kesiminde, Halil-ür Rahman ve Ayn-ı Zeliha göllerinin güneyinde ve göllere hakim bir tepe üzerinde kurulan içkalenin doğu, batı ve güney tarafı kayadan oyma derin savunma hendeği ile çevrili olup, kuzey yönü sarp kayalıktır.
814 yılında (Abbâsiler Dönemi) şehir surlarının yeniden inşa edilmesi sırasında kalenin de inşa edildiği tahmin edilmektedir. Zira Bizanslı resmi görevli Prokopius, M.S. VI. yüzyılda yaptığı dökümlerde surlardan bahsettiği halde, bir kalenin varlığından söz etmemektedir. Tarihi kaynaklarda kalenin adına ilk kez XI. yüzyıl başlarında rastlanılmaktadır. Buna göre kalenin inşa tarihi VI. yüzyıl ile XI. yüzyıl tarihleri arasına düşmelidir ki, Abbâsiler dönemi içinde olsun.
Kalenin şehir surlarının güneybatı köşesini oluşturan yüksek tepenin üzerine inşa edilmiş olması, hem şehre karşı, hem de dışarıdan gelecek düşmanlara karşı savunma imkanı sağlamıştır. Güneydeki kayadan oyma hendeğin, kalenin esas inşa tarihinden çok sonra, M.S. III. yüzyıla ait nekropolün tahrip edilerek açıldığı hendek kenarındaki kesilmiş yarım kaya mezarlarından anlaşılmaktadır.Kale üzerindeki Korint başlıklı iki sütundan doğuda olanının kente bakan kuzey cephesindeki Süryânice kitabeye göre bunların kalenin esas inşa tarihinden önce, buradaki tepeye birer anıt olarak diktirildikleri anlaşılır. (Bakınız: ANIT (ABİDE) MİMARİSİ s. 96.)
Doğu-batı istikametinde uzanan dikdörtgen planlı kale, düzgün kesme taşlardan inşa edilmiştir. Çevresi yaklaşık 800 metre uzunluğunda olup, 25 burçludur. Evliya Çelebi, Urfa kalesinden şu şekilde bahseder: "Kalenin batıya açılan gayet sağlam ve kuvvetli bir demir kapısı vardır. Burada 200 kadar ev vardır ki, Dizdarağa bu evlerde oturur. 200 kadar neferi, cephânesi, buğday ambarı ve sarnıçları vardır. Kale kapısının iç kısmında minareli ve küçük bir mescidi vardır. Mel'un Nemrud'un Hz. İbrahim'i ateşe attırdığı mancınık, bu kalenin içinde durur iki tane sütundur." Evliya Çelebi'nin kalede mevcut olduğunu söylediği evler, ambarlar, sanıçlar ve mescid günümüzde toprak yığını olup sadece iki sütun ayaktadır. İngiliz Seyyahı Buckingham, 1827 yılından önce, pencereleri hendeğe bakar vaziyetteki bir caminin harap bir durumda olduğunu söylemektedir. XIX. yüzyılda kalede oldukça güzel üç veya dört odayla büyük bir salon ve birkaç mozaik kalıntısından söz edilir.
Kalenin içme suyu, gizli bir tünel ile aşağıdaki Aynzeliha kaynağından temin edilmekteydi. Bu kaynağa inen gizli tünel, geçtiğimiz yıllarda Şanlıurfa Valiliği'nce ortaya çıkartılarak temizlenmiş ve hizmete açılmıştır. Ayrıca h. 1137 (m. 1724) tarihli Mevlana el-Hac Abdurrahman Efendi b. Mustafa Çelebi Vakfiyesi'nde Hüseyin Paşa'nın kalede bir su kuyusu açtırdığından söz edilmektedir.
Güneydeki hendeğin batı kesiminde yer alan dik ve yüksek kayanın üzerine, asma bir köprünün oturduğu tahmin edilmektedir. Kaleyi üç yönden çevreleyen hendek, 2001 yılında Şanlıurfa Valiliği tarafından temizletilmiştir.
Urfalı Şair Nâbi, h. 1089 (m. 1678) tarihindeki Hac yolculuğunu konu alan "Tuhfet-ül Harameyn" adlı eserininUrfa ile ilgili bölümünde kaleden şu şekilde söz etmektedir: "Ulu Felek Dağı'nın tepesi üzerinde baş yükseltmiş olan yüksek kale, feleği kıskandıracak kadar yükseklikte, kafir ve sapık mühendisler tarafından yapılmıştır. Üzerinde hile, aldatıcılık okulunun öğretmeni İblis-üzerine lanet olsun- kalıp dökerek yaptığı iki kıta yontulmuş taştan tertip edilmiş minare görünüşlü mancınık vardır."
Kalede Bizans ve İslâmi devirlere ait temel halinde çok sayıda yapı kalıntısı bulunmaktadır. Bu yapılardan biri, kalıntıları günümüze kadar gelmiş olan ve kalenin batı kesiminde yer alan "Yel Değirmeni"dir. Geçtiğimiz yıllarda Şanlıurfa Müze Müdürlüğü tarafından yapılan kazılarda, bu değirmene ait bazalt öğütme taşları bulunmuştur. Yapılacak arkeolojik kazılar, kaledeki yapıların planlarını ortaya çıkarma ve kalenin tarihini aydınlatma açısından yararlı olacaktır.
Bizans İmparatoru Justinianus'un kaleyi esaslı bir şekilde tamir ve tahkim ettirdiği bilinmektedir. Haçlı Kontluğu, Selçuklular, Eyyûbiler, Memlûkler, Akkoyunlular ve Osmanlılar dönemlerinde çeşitli onarımlar geçiren kalenin kuzey, güney ve doğu cephelerinde bu dönemlere ait kitabeler vardır.
Kalenin kuzeydoğu köşesindeki poligonal burcun kente bakan köşelerinden birinin iki yanında yüksek kabartma birer aslan figürü yer almaktadır. Çok kaba bir şekilde işlenmiş olan bu figürlerin başları cepheden, vücutları profilden sakin bir duruşla tasvir edilmiştir. Kuyruk gövdeye yapışık olup uç kısımdan yukarıya kıvrılmıştır. Başları iri ve yuvarlaktır. Başlar tahrip olduğu için yüz detayları belirsizdir. Üslup özelliğine dayanarak, bu aslanlar XIII. yüzyıla tarihlenmektedir. Ancak, kalenin farklı zamanlarda birçok kez onarılması ve kabartmaların yüksekte bulunması tarihlemede yanlışlık yapma ihtimalini arttırmaktadır.
Kale kapısının doğuya bakan cephesindeki kapı kemerinin iki yanında birer hayvan figürünün mevcut olduğu eski fotograflarda görülmektedir. Birbirine bakar durumda simetrik olan bu figürler, Memluk Sultanı I. Baybars (1260-1271) dönemi pars figürlerine benzemektedir. Ayrıca buna benzer kabartmalar Baybars dönemi dışında, Osmanlı döneminde de kullanılmıştır. Fotograf uzaktan çekilmiş olduğundan figürler net olarak seçilememektedir. Fotografa dikkatle bakıldığında, her iki figür arasında bazı farklılıklar görülmektedir. Sağdaki figür; sağa doğru yürür vaziyette olup, baş ve gövde pofilden tasvir edilmiş, kulaklar sivri ve ağız açık vaziyette, kuyruk gövdenin üzerine doğru kıvrılmış, uç kısmı ise tekrar yukarıya dönmüştür.
Kale üzerindeki kitabeler:
Doğu duvarındaki kitabede kalenin h. 857 (m. 1462) tarihinde Akkoyunlu hükümdârı Uzun Hasan Bey tarafından onarıldığı yazılıdır. Bunun yanındaki kare bir taş üzerinde de h. 995 (m. 1540) tarihi okunur. Güney cephenin kuzey yarısında yer alan ve büyük bir kısmı tahrip olmuş bulunan şerit kitabenin okunabilir kısmı Memluk sultanlarından Nasr Muhammed (III. saltanatı 1309-1340) ve Ebu'l Nasr Hasan'ın (saltanatı 1347-1351 ve 1354-1361) saltanatlarına tarihlenmektedir.
Kuzey cephedeki üç kitabeden batı kesiminde bulunan iki adedi ,Karakoyunlu hükümdârı Ebu'l Nasr Hasan Ali'nin (saltanatı 1467-1469) onarımlarına aittir. Doğu kesimde bulunan üçüncü kitabe ise, okunamamıştır. Bu onarımlardan başka bazı yayınlarda kaynak gösterilmeden, kalenin 921, 1048, 1462, 1548 ve 1588 yıllarında onarıldığı belirtilmektedir.
B. ŞEHİR SURLARI VE KAPILAR
Kentin etrafını çevreleyen surlar 20.yy.'ın başından günümüze kadar tahrip olmuş ve yıkılmıştır. Urfa şehir surlarından; Harran Kapısı, Bey Kapısı'na ait Mahmûdoğlu Kulesi ile yer yer duvar ve burç kalıntıları günümüze kadar ulaşabilmiştir. M.S. VI. yüzyıla ait kaynaklarda geçen Urfa surlarının ilk inşa tarihi bilinmemektedir.
Çeşitli kaynaklardan yapılan tespitlerde şehir surlarında; batıda Sakıb'ın Kapısı, Su Kapısı, Batı Kapısı; kuzeybatıda Samsat Kapısı, Saray Kapısı; doğuda Bey Kapısı, Su Kapısı ve güneyde de Harran Kapısı olmak üzere sekiz kapı bulunduğu anlaşılmaktadır..
Yedinci yüzyıldan itibaren çeşitli İslâm devletlerinin egemenliğine giren Şanlıurfa'daki 39 adet tarihi camiden Ulu Camii, ve Pazar Camii, muhtemelen Zengiler dönemine (XII. yüzyıl), Halil-ür Rahman Camii, Eyyûbiler dönemine (1211), Hasan Padişah Camii, Akkoyunlular dönemine (XV. yüzyıl) aittir. Selahaddin Eyyûbi Camii, Circis Peygamber Camii ve Fırfırlı Camii, kiliseden çevrilmiştir. Bunların dışında kalan 32 adet camiin tamamı Osmanlı dönemine aittir.
2. Yazılı Kaynaklarda Geçen Şanlıurfa Camileri
1876 tarihli Halep Vilâyet Salnâmesi'nde Urfa merkez kazada 24 cami, 2 mescidin; 1887 tarihlide 31 cami, 31 mescidin; 1893 tarihlide 77 cami ve mescidin; 1894 tarihlide ise 58 caminin mevcut olduğu belirtilmektedir.
1650 yıllarında Urfa'yı ziyaret eden Evliya Çelebi, Urfa camilerinden şu cümlelerle bahsetmektedir: ".... Urfa'da 22 cami vardır. İçkalede eski bir mabed olan Minaresiz Camii vardır. Paşa Sarayı yakınında kalabalık cemaati olan Kızıl Cami, Nemrud zamanından kalma eski bir kilise imiş. Harun Reşid fethinde kiliseden camiye çevrilmiştir. Hala minarelerinde erganunhâneleri vardır. Ak Camii de eski bir mabeddir. İbrahim Halil Camii'ni ilk yaptıran Halife Me'mun'dur. Pazar Camii'nin cemaati çoktur. Sultan Hasan Camii, Ahaveyn Camii, Debbağhâne Camii de meşhur camileridir. Bu son 6 camiye, İbrahim Halil suyu uğrayıp havuz ve şadırvanları canlandırır ve fıskiyelerden bol su fışkırır. Öteki camileri; Beykapısı Camii, Hekim Dede Camii, Karameydan Camii, Uğurlu Meydan Camii'dir. Bu sonuncusu da eski bir mabeddir. 67 kadar mahale mescidi vardır."
Evliya Çelebi'nin yukarda sözünü ettiği camilerden büyük bir kısmı bugün ayaktadır. Bunlardan içkalede olduğunu belirttiği cami günümüze ulaşmamıştır. Ahaveyn (Ahırvan) Camii'nin de büyük bir kısmı yıkılarak ev haline getirilmiştir. Son olarak sözünü ettiği Uğurlu Meydan Camii'nin ise bugünkü mevcut camilerden birinin değişik bir adı mı olduğu veya yıkılmış eski bir cami mi olduğu bilinmemektedir.
Günümüzde mevcut olmayan, ancak Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde vakfiyeleri bulunan Şanlıurfa camileri de şunlardır: Siverekli Ali Camii, Hacı Korkmaz Camii, Çine Camii, Tarihli Mescid-i Şerifi, Şah Hüseyin Camii, Mahkeme Mescid-i Şerifi (vakfiyesinde Mahkeme Mahallesi'nde-bugünkü Yıldız Meydanı-bulunduğu belirtiliyor), Hacı Mihman Camii, Meşarkiye Camii, Hacı Sadıka Mescid-i Şerifi, Kubbe Mescid-i Şerifi (vakfiyesinde h.1338 tarihli olduğu belirtilen bu mescidin Kubbe Mescid Sokak'ta yer alan (bugünkü 12 Eylül Caddesi) ve 1980 yılında yıkılarak betonarme bir şekilde yeniden yapılan Hacı Abdülvahit Hoca Tekkesi'nin olması kuvvetle muhtemeldir.) Gelen Mescidi (h. 1153Ğm. 1740), Musa Efendi Camii (vakfiyesinde sur dışında, taşra mahallede olduğu kayıtlı), Kutbiye Camii (m. 1780 tarihli Ömer Paşa Vakfiyesi'nde Yengi Çarşı içersinde olduğu kayıtlıdır).
Ahmed adında bir şahıs, Şevval 1124 (m. 1712) tarihli dilekçesinde Urfa'daki Meşarkiye Camii'nin mütevelliliğinin 200 seneden beri dedelerinde olduğunu, kendisinin mütevelli olarak yevmiye 4 akçe aldığını belirtmektedir. Türk Meydanı yakınında yer alan bu cami, 1950 yıllarında yıktırılarak yerine Çarhoğlu Camii adıyla yeni bir cami yaptırılmıştır.
Son yirmi yıl içersinde Şanlıurfa'da Sultan Bey, Kardeşler, Kamberiye, Damat Süleyman Paşa, Abdülvahit Hoca ve Kutbeddin camileri yıkılarak yerlerine betonarme camiler yapılmıştır. Bunlardan Sultan Bey Camii ile Kardeşler Camii'nin kitabeleri korunmuştur. Sultan Bey Camii'nin kitabesinde h. 995 (m. 1586) yılında Sultan III. Murad Han zamanında Sultan Ahmed Bey adında bir vali tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Caminin kuzey yanında bulunan Sultan Hamamı'nın da aynı şahıs tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Kunduracı Pazarı'ndaki Kardeşler Camii'nde yer alan kitabede ise, h. 1032 (m. 1623) yılında Molla Musa tarafından "İhlasiye Camii" adıyla yaptırıldığı yazılıdır.
Molla Musa'nın Bediüzzaman Mezarlığı'nın Tılfındır Tepesi kesiminde yer alan pembe mezar taşında: "Bâni-i Câmi-i İhlâsiye el Hac Molla Musa" yazılıdır.
Bunlardan başka son yıllarda Arabi Camii ile Eyyub Peygamber camilerinin kubbeli ve tonozlu örtü sistemleri yıkılarak düz betona dönüştürülmüş; temelinden yıkılan Kutbeddin Camii ile Kıbrıs Tekkesi Mescidi bazı farklılıklarla asıllarına uygun olarak yeniden yapılmıştır.
Şair ve mutasavvuf Sakıp Efendi tarafından Akarbaşı mevkiinde h. 1279 (m. 1862) yılında inşa edilen medrese, tekke, kütüphâne ve Sıbyan Mektebi gibi yapılardan oluşan külliye içinde, Sakıbiye Camii adıyla anılan bir caminin bulunduğu h. 1286 (m. 1869) tarihli Sakıp Efendi Vakfiyesi'nden anlaşılmaktadır. Cami dahil bu külliyenin tamamı günümüzden 40-50 yıl kadar önce yıktırılmıştır.
Bugünkü Urfa Pasajı'nın yerinde bulunan ve günümüzden 40-50 yıl önce yıktırıldığı söylenilen Bilal-ı Habeşi Camii'nin nasıl bir plana sahip olduğu bilinmemektedir.
3. PLAN TİPLERİNE GÖRE ŞANLIURFA CAMİLERİ ve BAŞLICA ÖRNEKLERİ
Şanlıurfa camileri; Çok Ayaklı Camiler, Orta Kubbenin Yanlara Doğru Genişlediği Camiler, Eş Değerde Çok Kubbeli Camiler, Mihrab Önü Kubbeli Camiler, Tek Kubbeli Kübik Camiler, Tonozlu Camiler ve Bazilikadan Çevrilen Camiler olmak üzere başlıca yedi plan şemasına sahiptir.
Osmanlı mimarisinin ters T planlı cami şeması ile orta kubbenin yanlara doğru yarım kubbelerle genişletildiği şemanın dışında Urfa camilerinde Osmanlı cami mimarisinin tüm plan tipleri uygulanmıştır.
a. Eski Ömeriye Camii
Kazancı Pazarı mevkiindeki bu camiin mevcut kitabeleri onarım devirlerine ait olup, yapının esas inşa tarihi bilinmemektedir. Son cemaat yerinin doğu duvarında yer alan h. 701 (m. 1301) tarihli tamir kitabesi, bize Ömeriye Camii'nin Urfa'nın en eski camiilerinden biri olduğunu göstermektedir.
Cami mekânı, ortada bir kubbe, yanlarında birer çapraz tonozun örtülü olduğu yatık dikdörtgen planındadır. Kubbe ve tonozlar duvarlarda ve köşelerde yarım duvar sütunlarına oturtulurlar. Bu plan daha geç tarihlerde inşa edilen Harrankapı Hacı Lütfullah Camii'ni etkilemiştir.
Mihrabın iki yanında, balkon şeklinde ve önde ikişer tam, arkada ikişer yarım sütunlu birer minber bulunur. Üzerleri taştan yarım kubbeli, korkulukları demir şebeke oymalı bu minberler Urfa camiilerinde rastladığımız balkon şeklindeki minberlerin en olgun ve zarif örnekleridir.
b. Halil-ür Rahman Camii
Halil-ür Rahman Gölü'nün güneybatı köşesinde yer alan bu camii, medrese, mezarlık ve efsaneye göre Hz. İbrahim'in ateşe atıldığında düştüğü makamdan meydana gelmiş bir külliye halindedir.
Camiin güneydoğu köşesine bitişik kare gövdeli kesme taş minarenin batı cephesindeki kitabede, Eyyûbiler'den Melik Eşref Muzafferüddin Musa'nın emriyle 1211 yılında yaptırıldığı yazılıdır.
Halk arasında "Döşeme Camii" veya "Makam Camii" olarak da adlandırılan Halil-ür Rahman Camii'nin, Bizans devrine ait Meryem Ana Kilisesi'nin yerine inşa edildiği bazı kaynaklarda geçmektedir. Evliya Çelebi'ye göre de şehirdeki en eski camilerdendir ve Abbâsi halifesi Me'mun zamanında Hz. İbrahim Makamı'na inşa edilmiştir.
Halil-ür Rahman Camii, kareye yakın şekliyle mihraba paralel üç sahınlı bir plana sahiptir. Mihrab önü sahnı ve kuzey sahın üçer çapraz tonozla, orta sahın ortada bir kubbe ve yanlarında birer çapraz tonozla örtülmüştür.
c. Hasan Padişah Camii
Eşdeğerde Çok Kubbeli Camiler grubuna giren Hasan Padişah Camii, 15. yüzyılın ikinci yarısında Akkoyunlu Devleti Sultanı Uzun Hasan Bey tarafından Toktemur Mescidi'nin batısına bitişik olarak yaptırılmıştır.
Cami, kıble duvarı boyunca sıralanmış tromplu üç büyük kubbe ile örtülü dikdörtgen bir plana sahiptir. Kubbeler orta bölümde dört bağımsız payeye, doğu ve batıda ikişer duvar payesine, kuzey ve güneyde ise duvarlara otururlar.
Son cemaat yeri, önde payeler üzerine oturan çapraz tonozlarla örtülü sekiz gözlüdür. Doğu baştaki göz Toktemur Mescidi önüne rastlamaktadır. Avlunun kuzeyinde yer alan tek şerefeli ve poligonal gövdeli minare 1859 tarihinde Halil Bey tarafından tamir ettirilmiştir.
d. Kadıoğlu Camii
Kadıoğlu Mahallesi, Su Meydanı mevkiindeki bu camiin vakfiyesinde 1694 tarihinde Kadızâde Hüseyin Paşa tarafından yaptırıldığı yazılıdır.
Sekiz Ayaklı Osmanlı Camiileri grubuna giren Kadıoğlu Camii'nde dört bağımsız payeye oturan sekizgen kasnaklı orta kubbe yanlara doğru çapraz tonozlu mekânlarla genişletilmiştir. Cami, bu planını 15. yüzyılda inşa edilmiş olan Diyarbakır Şeyh Safa Camii'nden almış olmalıdır.
Önde üç payeye oturan beş gözlü son cemaat yeri çapraz tonozlarla örtülüdür. Avlunun kuzeyindeki giriş cephesinde, üzeri yarım kubbeli dış portal üzerinde 1844 tarihinde Urfa Kaymakamı Bahri Paşa tarafından yaptırılan silindirik gövdeli ve tek şerefeli minare yer alır. Portal üzerine oturan minarenin alt kısmı boş olduğundan halk arasında Kadıoğlu Camii'ne "Dipsiz Minare Camii" de denilmektedir. Avlu portalinin doğusuna bitişik olarak 1725 tarihli Emencekzâde Çeşmesi bulunmaktadır.
e. Nimetullah Camii (Ak Camii)
1500 yılı başlarında Urfa Sancakbeylerinden Nimetullah Bey tarafından inşa ettirilmiştir. 1722 yılında aynı soydan Hacı Nimetullah b. Asker tarafından tamir ettirilen bu cami, plan itibariyle Edirne Üç Şerefeli Cami ile tam bir benzerlik gösterir. Kuzey ve güneyde duvarlara, doğu ve batıda birer payeye oturan kubbeli orta mekân yanlara doğru ikişer küçük kubbe ile genişletilmiştir.
Nimetullah Camii'nin bu planı daha sonraları inşa edilmiş olan Çakeri Camii'nde batı taraftaki iki kubbe kullanılmadan yarım olarak uygulanmıştır.
Mukarnas kavsaralı mihrap nişinin çevresinde içiçe geçen sekizgenlerin oluşturduğu geometrik bir kompozisyon ve bunun etrafında mukarnas frizi dolaşmaktadır. Sekizgen geçmelerin oluşturduğu kompozisyon Hızanoğlu ve Yusuf Paşa Camii mihraplarında da karşımıza çıkmaktadır. Camii mekânına giriş kapısı Urfa'da eşine rastlanmayan klasik Osmanlı portalleri tarzında mukarnaslıdır. Beş gözlü son cemaat yerinin orta bölümü kubbe, diğer bölümleri çapraz tonozlarla örtülüdür. Caminin kuzeybatı köşesindeki silindirik gövdeli tek şerefeli minare, yeni yapılan bazı minareler hariç Urfa minareleri arasında en uzun olanıdır.
f. Rızvaniye Camii
Halil-ür Rahman Gölü'nün kuzey kenarı boyunca yer alan bu camii, Osmanlı döneminde Rakka-Urfa Valisi Rızvan Ahmet Paşa tarafından 1736 yılında yaptırılmıştır. Cami avlusunun üç tarafı medrese odaları ile çevrilmiştir.
Rızvaniye Camii, mihrap duvarı boyunca sıralanmış üç kubbesiyle dikdörtgen bir plana sahiptir. Üç gözlü son cemaat yerinin üzeri üç kubbe ile örtülü olup, doğu ve batıdaki kubbeler yanlara doğru yarım kubbelerle genişletilmiştir.
Caminin inşa tarihinden kalma ahşap kapısı zengin bitkisel süslemelidir.
g. Ulu Cami
Urfa merkezindeki camilerin en eskilerindendir. Ulu Cami, bazı kaynaklardan anladığımıza göre, eski bir sinagog iken M.S. V. yüzyıl başlarında Aziz Stefanos Kilisesi adını alan ve kırmızı renkteki mermer sütunlarının çokluğu nedeniyle "Kızıl Kilise" olarak da adlandırılan bir Hıristiyan kilisesinin yerine inşa edilmiştir. Bu kilisenin avlusuna ait duvarlar, bazı sütun ve sütun başlıkları ile halen minare olarak kullanılan sekizgen gövdeli çan kulesi bugün ayaktadır.
İnşa kitabesi bulunmadığından caminin ne zaman ve kim tarafından yaptırıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Camideki mevcut kitabeler onarım devirlerine ait olup inşa tarihi hakkında fikir vermemektedir. Halep hâkimi Nureddin Zengi tarafından tamir ettirilerek bugünkü şeklini alan, Halep Ulu Camii ile benzer bir plan gösteren Urfa Ulu Camii'nin Zengiler zamanında 1170-1175 yılları arasında yaptırılmış olabileceği tahmin edilmektedir.
Urfa Ulu Camii, payeler üzerinde kıble duvarına paralel üç sıra çapraz tonozlarla örtülü, yatık dikdörtgen bir plana sahiptir. Orta eksenden biraz doğuya kaymış olan mihrap önü bölümü, sivri kemerler üzerine oturan ve her biri çapraz tonozlarla örtülü ondört sivri kemerle avluya açılan son cemaat yeri, Anadolu'da ilk kez Urfa Ulu Camii'nde ortaya çıkmıştır.
h. Yusuf Paşa Camii
Vezir Yusuf Paşa tarafından doğusundaki Vezir Hamamı ile birlikte, 1709 tarihinde yaptırılmıştır. Yatık dikdörtgen planlı camii, kıbleye paralel iki sıra halinde ve her sırada üçer olmak üzere, altı kubbe ile örtülüdür. Kubbeler ortada iki payeye, yanlarda duvarlara oturmaktadır. Üç gözlü son cemaat yerinin üzeri, ön tarafta iki paye üzerine oturan üç kubbelidir.
Mukarnas kavsaralı taş mihrabın yanları sütunçeli ve çevresi içiçe geçen sekizgenlerden oluşan geometrik süslemelidir. Korkuluğu şebekeli oyma süslemeli taş minberin yan taraflarında ve kapı üzerinde rumi kompozisyonlu süslemeler bulunur.
Silindirik gövdeli ve tek şerefeli minare, son cemaat yerinin doğu köşesindedir.
4. BAZİLİKADAN ÇEVRİLEN CAMİLER
a. Circis Peygamber (Peygamberler) Camii
Yeni Hal civarındaki bu camiin yerinde 5. yüzyılda Piskopos Hiba tarafından yaptırılan "Şehit Sergius Kilisesi" bulunuyordu. Daha sonraları bu kilise Aziz Sergius ve Aziz Şem'un adını aldı. Surların dışında bulunması nedeniyle şehri fethedemeyenlerin saldırılarına hedef olan bu kilise, 503 ve 580 yıllarında iki kez Sâsâniler tarafından yıkıldı. 8.Yüzyılda Abbâsi Halifesi Cafer el-Mansur'un, 11. yüzyılda da Selçuklular'ın şehri kuşatmaları sırasında zarar gördü. Bu kilise, aynı adı taşıyan Nimetullah Camii'nin yerinde bulunan Aziz Sergius Kilisesi ile karıştırılmamalıdır. İkinci Aziz Sergius Kilisesi, Rızvaniye Camii yerindeki Aziz Toma Kilisesi örneğine göre daha sonra inşa edilmiştir.
Aziz Sergius-Aziz Şem'un Kilisesi yıkılınca, yerine bugün cami olarak kullanılan Şehit Aziz Circis adında bir kilise inşa edildi. Prof. J.B. Segal tarafından 1971 yılında Circis Peygamber Camii'nde bulunarak Şanlıurfa Müzesi'ne getirilen Süryânice bir kitabede şunlar yazılıdır:
"Yakubi Patriği Aziz İgnatius, 1869 (m. 1558) yılında Allah'ın izniyle oraya geldi. O, Petrus ve Paulus'un 29 Haziran'daki büyük yortusunda bu Aziz Circis Kilisesi'nde taşın ve kutsanmış yağın ithafıyla vaftizi yeniledi. Saf kutsanmış yağın takdis merasimi esnasında bir mûcize meydana geldi. Su sarnıcındaki (su), kilisenin avlusundaki vaftiz kurnasına sıçradı. Bu harika (olay) bütün insanlar ve Hıristiyanlar tarafından görüldüğünde, (onlar) sevindiler ve bağırarak Elhamdülillah dediler."
Cami hariminin doğu kesiminde yer alan payelerin güneyde olanında Süryânice, kuzeyde olanında ise Arapça birer kitabe mevcuttur. İkisi de aynı tarihte yazılmış olan bu kitabelerden Süryânice olanında: "Bu Şehit Aziz Circis Kilisesi, 2156 Yunan yılında (m. 1844), Antakya Piskoposluğu'nun Patriği Elias II. Aryana adındaki Aziz İgnatius'un günlerinde ve Urfa Piskoposluğu'nda oturan Kudüslü Abraham'ın günlerinde, M'nin ilgisiyle Merhum Hacı Monufar'ın oğlu A..tho ve dindar Süryâni halkın katılımıyla yapılmıştır. Allah onların ecirlerini adil ve sadıklarla kabul etsin, amen ve amin." denilmektedir.
Kuzeydeki payede yer alan Arapça kitabede ise şöyle yazılıdır: "Bu kilise, zamanın sultanlarının genç sultanı, İslâm dininin yardımcısı, Sultan ve Hakan Abdülmecid Han'ın iradesiyle - Allah onun mülkünü sürekli etsin-; himmet sahibi Müşir-i Ekrem Salih Vechi Paşa zamanında - Allah onun dostluğunu devam ettirsin - ve Kaymakam dairesinin vekili Bahri Paşa'nın kaymakamlığı zamanında - Allah onun ikbalini arttırsın - ve Çerkez Hüseyin Ağa'nın memuriyetiyle- Allah onun kadrini arttırsın - 1260 yılı Recep ayında (Temmuz 1844) tamamlanmıştır."
Harime giriş kapısı yanındaki mermer kitabede, bu kilisenin Çarhoğlu Muhammed tarafından h. 1385 (m. 1965) yılında camiye çevrildiği yazılıdır. Camiye çevirme işlemi esnasında kilisenin planı aynen muhafaza edilerek sadece kuzey cepheye 3 gözlü son cemaat yeri ve minare eklenmiştir.
Yapı apsise dikey üç nefli bazilikal bir plan gösterir. Nefler sekizgen üçer paye ile birbirinden ayrılmıştır. her nef doğu batı istikametinde dörder çapraz tonozla örtülüdür. Yapının batısında her biri üçer çapraz tonozla örtülü iç ve dış narthex bulunur. Cami mekânına bitişik olan iç narthexin üzerinde gynakaion kısmı (kadınlar mahfili) yer alır.
b. Fırfırlı Camii
Vali Fuat Bey Caddesi (Yeni Yol) üzerinde yer alan ve halk arasında "Fırfırlı Kilise" olarak anılan bu yapının esas adı "Oniki Havari Kilisesi" olup, kitabesi bulunamadığından inşa tarihi bilinmemektedir.
Yapı apsise dikey üç nefli bazilikal planlıdır. Orta nef dört tromplu kubbe, yan nefler dörder çapraz tonozla örtülüdür. Yan neflere nazaran daha geniş tutulan orta nefin girişten itibaren üçüncü kubbesinin kasnağı 24 adet pencerelidir. Yapıdaki kubbe ve tonozlar ortada bazalt taşından yapılmış mukarnas başlıklı yuvarlak sütunlara, yanlarda duvara bitişik olarak kesme taştan yapılmış yarım sütunlara otururlar. Yarım sütunlar dış cephelerde de birer dekorasyon unsuru olarak görülür.
Apsis, camiye çevrilme işlemi sırasında doldurularak pencereye dönüştürülmüştür. Apsisi ve iki yanında yer alan pastoforion hücreleri dışarıdan çıkıntı halindedir. Batı cephedeki giriş kapısı, içeriden yarım kubbeli, dış cepheden sivri kemerli olup, pembe mermer taşından yapılmıştır. Kapının üzerinde Dabbakhâne Camii'ndeki mükebbireyi andırır biçimde üç cepheli ve üç pencereli bir balkon bulunur. Urfa'daki diğer kiliselerde rastladığımız narthex ve gynakaion bölümleri bu yapıda yoktur.
Yapının özellikle batı cephesindeki ve köşe kulelerindeki muhteşem taş işçiliği dikkat çekicidir.
Kilise camiye çevrilirken güneydeki pencerelerden biri, mihrap haline getirilmiş ve güney duvarın ortasında bulunan yarım sütunun önüne taş minber yapılmıştır. Mihrap üzerinde yer alan kitabedeki tarihten, kilisenin h. 1376 (1956) tarihinde camiye çevrildiği anlaşılmaktadır. Kilise camiye çevrilmeden önce, bir süre cezaevi olarak da kullanılmıştır.
c. Selahaddin Eyyûbi Camii
Vali Fuat Bey Caddesi (Yeniyol) üzerindeki bu yapının yerinde 457 yıllarında Piskopos Nona tarafından yaptırılan, aynı zamanda Adalet Sarayı olarak da kullanılan ve kırmızı renkteki 32 adet mermer sütunuyla ünlü Vaftizci Aziz Yahya Kilisesi bulunmaktaydı. Restore edilerek Selahaddin Eyyûbi Camii'ne dönüştürülen bugünkü mevcut yapının, adı geçen geçen kilise üzerine 18. yüzyıl başlarında inşa edildiği tahmin edilmektedir. Yapı, 19. yüzyıl başlarında restorasyon görmüş ve batı cephesinde değişiklikler yapılmıştır.
Doğu batı istikametinde apsise dikey üç nefli bazilika plana sahip yapıdaki nefler, normal Hellenistik bazikalarda olduğu gibi sütunlarla birbirlerinden ayrılırlar. Boydan boya tek beşik tonozla örtülü nefler dışardan düz damlıdır. Orta nef yan neflerden daha geniş ve yüksekçedir.
Binanın batıda yer alan giriş cephesindeki yedi gözlü dış narthex kısmının tonozları yanlarda payelere, ortada yuvarlak iki sütuna oturur. Dış narthexin tekrarı durumunda olan için narthexin tonozları altı yuvarlak sütuna oturmaktadır. İç narthexin sağında ve solunda yer alan kapılar yan bahçelere açılmaktadır. Her iki narthexin üzerinde gynakaion (kadınlar mahfili) kısmı yer almaktadır.
Yan neflerdeki büyük pencerelerin pahlarında birbirine dolanmış yılan (ejder) kabartmaları, orta apsisin yanlarında yer alan yarım sütunların başlıklarındaki haç taşıyan melek ve kuş figürleri ile (bu figürler yapının camiye dönüştürülmesi esnasında sıva ile kapatılmıştır) giriş cephesi orta kemerindeki taş süslemeler dışında yapıda başka süsleme yoktur. Pencere pahlarındaki dolanmış yılan kabartmalarının benzeri 1736 tarihli Rızvaniye Camii'nin iç kapısı yanlarında da tekrarlanmıştır.
B- TÜRBELER
1. Çift Kubbe
Şanlıurfa kalesinin doğusundaki mezarlık alanda bulunan bu iki mezar anıtı halk arasında "Çift Kubbe" adıyla anılmakta ve kimler için yaptırıldıkları bilinmemektedir. Altı ayak üzerine oturan tek kubbeli açık kümbetler tarzındaki her iki mezar anıtı şekil bakımından Şanlıurfa'daki birçok türbeye örnek olmuştur.
Bu kubbelerden dolayı mezarlık alana "Çift Kubbe Aile Mezarlığı" ismi de verilmiştir
2. Seyyid Maksud oğlu Seyyid Hacı Ali Türbesi
Harran Kapı Mezarlığı içersinde yer alan bu türbe, halk arasında "Kral kızı" türbesi olarak tanınmakta ve bununla ilgili bir efsane anlatılmaktadır. (Bkz: Efsaneler "Kral Kızı Efsanesi", s....) Kesme taşlardan sekizgen planlı ve tek kubbeli olarak inşa edilmiştir. Kitabesinde şöyle yazılıdır: "Bu mezar, seyyidler seyyidi, iyilik ve güzellikler babası, Seyyid Maksud oğlu Seyyid Hacı Ali'nindir. Allah'ın rahmetine kavuştuğu Rebiülevvel 1003 (Kasım 1594) tarihinde burası bina edilmiştir."
Türbede, Seyyid Ali'den başka 1876'da vefat eden Kadiri Şeyhi Hacı Mustafa Efendi, iki oğlu, bir kızı ve 1969'da vefat eden Şeyh Hüseyin'e ait olmak üzere toplam 6 mezar bulunmaktadır.
3. Şeyh Mesud Türbesi
Şanlıurfa'daki türbelerin en eski tarihlisi olan bu yapı, aslında dört eyvanlı kapalı Selçuklu medreseleri tarzında inşa edilmiş bir medrese yapısıdır. Doğudaki eyvanın alt kısmındaki odada Şeyh Mesud'un mezarı, eyvan içersinde de sandukası bulunmaktadır.
Yapının 100 metre kadar batısında bulunan bir sarnıcın yanındaki kaya üzerine yazılmış Arapça kitabede şunlar yazılıdır: "Bu sarnıc, Nişaburlu Said Hengel'in oğlu Mesud tarafından 10 Receb 579 (m. 30 Ekim 1183) tarihinde oyulmuştur. Kim Allah'ı yardıma çağırırsa, Allah ona ve bütün müslümanlara yardım ve merhamet etsin."
Mimari özelliklerine dayanarak, türbe ve medresenin de aynı tarihlerde yaptırıldığını söylemek mümkündür
Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde, Urfa'daki Kızıl Camii, Firuz Bey ve Sultan Hasan medreselerinden bahsetmektedir. Bunlardan Kızıl Camii Medresesi (Ulu Camii Medresesi) ve Sultan Hasan Medresesi (Hasan Padişah Camii Medresesi) yıkılmıştır. Başka hiç bir kaynakta adına rastlamadığımız Firuz Bey Medresesi'nin yeri tespit edilememiştir.
1867 tarihli Halep Vilâyet Salnâmesi'nde, Urfa merkezinde 1 medresenin; 1883 tarihlide 144 medresenin; 1887 tarihlide 18 medresenin mevcut olduğu ve bu 18 medresede 500 öğrencinin okuduğu kayıtlıdır. 1903 tarihli Maarif Salnâmesi'nde, Urfa'da Rızvaniye, Rahimiye, Sakıbiye, İbrahimiye. Rızaiye ve Süleymaniye adlarındaki medreselerden bahsedilmektedir. Bunlardan Rahimiye Medre-sesi'nin Tahtamor (Toktemur) Camii yakınında olduğunu h. 1130 (m. 1718) tarihli El-Hac Ali İbn-i Mehmet Vakfiyesi'nden, Rızaiye Medresesi'nin de Ümmü Gülsüm Hatun tarafından Kutbeddin Camii'ne bağlı olarak yaptırıldığını, h. 1193 (m. 1779) tarihli Ümmü Gülsüm Hatun Vakfiyesi'nden öğrenmekteyiz.
Ayrıca yerleri belirtilmemekle birlikte, İbrahimiye Medresesi'ni yaptıran Eş-Şeyh El-Hac İbrahim Efendi İbn-i Kasım Efendi'nin h. 1139 (m. 1726) tarihli vakfiyesinden "Sultan Burhan Medresesi'nin; h. 1169 (m. 1756) tarihli El Hac Haydar Ağa İbn-i Mehmet Ağa Vakfiyesi'nden de "Hamis Efendi Medresesi"nin Urfa'da mevcut olduğunu anlamak-tayız.
19. yüzyıl şair ve mutasavvuflarından Sakıb Efendi'nin Akarbaşı semtinde inşa ettirdiği külliyesinde bir de medrese yaptırdığı, h. 1286 (m. 1869) tarihli vakfiyesinde belirtilmektedir.
Şair ve araştırmacı Bedri Alpay'ın "Şanlıurfa Şairleri" adlı eserinden; Şair Kıratlıoğlu Muhammed Emin'in okuduğu Haydariye Medresesi'nin, Füruği, Muhibbi, İsmet, Taki ve Sıdki gibi 19. yüzyıl şairlerinin yetiştiği İhlasiye Medresesi'nin Urfa'da mevcut olduğunu öğrenmekteyiz. h. 1032 (m. 1623) tarihinde Hacı Molla Musa tarafından Kunduracı Pazarı'nda camisi ile birlikte yaptırılan İhlasiye Medresesi ve camii, son yıllarda yıktırılmıştır. Bedri Alpay, adı geçen eserinde bugün yıkılmış olan Hasan Padişah Medresesi'nde Müftü Abdüllatif Efendi'nin, tefsir ilmi ile ilgili dersler verdiğini, Şair Mevlana Halid ile Ahmed Fehim'in burada yetiştiğini, Kutbeddin Medresesi'nde de Şair Muhammed Hıfzi, Kürkçüzâde Şair Hilmi ve kendisinin okuduğunu kaydetmiştir.
Son devir alimlerinden Abbas Vasık Efendi'nin yetiştiği Şabaniye Medresesi, bugünkü Şaban Hamamı'nın güneyindeki Mithat Paşa İlköğretim Okulu'nun yerinde bulunmaktaydı.
Şanlıurfa'daki medreselerin büyük bir kısmı, cami avlularına veya camilere yakın yerlere inşa edilmişlerdir. Ulu Camii, Hasan Padişah, Halil-ür Rahman, Ak Camii, Rızvaniye, Dabakhâne ve Kutbeddin medreseleri cami avlularına inşa edilmiş medreselere örnek teşkil ederler. Bunlardan Ulu Camii, Hasan Padişah ve Kutbeddin medreseleri tamamen yıkılmış olup diğerleri halen ayaktadır.
2. Günümüze Ulaşan Medreseler
a. Eyyûbi Medresesi - Nakibzâde Hacı İbrahim Efendi Medresesi
Ulu Cami'nin doğusuna bitişik olan Eyyûbi Medresesi'nden günümüze sadece 1191 tarihli kitabesi kalmıştır. Aynı yerde bugün görülen tek eyvanlı medrese, Eyyûbiler devri medresesinin üzerine 1781 tarihinde Nakibzâde Hacı İbrahim Efendi tarafından yaptırılmıştır.
Medrese eyvanının doğusunda tonozlu, batısında kubbeli büyük bir oda yer almaktadır. Kubbeli odanın batısında medresenin kütüphânesi olduğu anlaşılan bir oda daha bulunmaktadır.
Medresenin güney duvarında 1781 tarihinde Firuz Bey tarafından yaptırılan çeşme bulunmaktadır.
b. Halil-ür Rahman Medresesi
"Makam-ı Cedd-ül Enbiya" olarak da tanınan bu medrese, Halil-ür Rahman Gölü'nün batı tarafından merdivenlerle çıkılan önleri revaklı odalar, aşağıda güneyde camiye bitişik olarak büyük bir eyvan, bunun karşısında gölün kuzeybatı köşesinde içerisinde su bulunan yarım kubbeli ve beşik tonozlu büyük bir odadan meydana gelmiştir. Medresedeki kitabeler onarım devirlerine ait olup, inşa tarihi hakkında bilgi vermemektedirler. Yukarıya çıkan merdivenin karşısına gelen ve kuzeye bakan oda cephesindeki kitabe h. 1189 (m. 1775) tarihlidir.
c. Rızvaniye Medresesi
Rızvaniye Camii avlusunu çevreleyen bu medresenin, cami ile birlikte 1736 tarihinde Rakka-Urfa valisi Rıdvan Ahmet Paşa tarafından yaptırıldığı, avlunun kuzey kesimi ortasındaki kubbeli dershâne mescidin cephesinde bulunan kitabeden anlaşılmaktadır.
Cami avlusunu doğu, batı ve kuzeyden çevreleyen tonoz örtülü medrese odalarının ön tarafları revaklıdır. Medresenin kuzeybatı köşesinde mutfak, kuzeydoğu köşesinde banyo ve tuvaletler yer almaktadır.
B. TİCARET YAPILARI
1. HANLAR
Mimari özellik arzetmeyen bazı küçük hanlar sayılmayacak olursa, halen Şanlıurfa merkezinde Gümrük Hanı, Hacı Kâmil Hanı, Barutçu Hanı, Mencek Hanı, Şaban Hanı, Kumluhayat Hanı, Fesadı Hanı, Samsat Kapısı Hanı, Millet Hanı, Bican Ağa Hanı ve Topçu Hanı olmak üzere Osmanlı dönemine ait 11 büyük han bulunmaktadır. Bunlardan Gümrük Hanı, Hacı Kâmil Hanı, Mencek Hanı, Barutçu Hanı ve Fesadı Hanı iki katlı, diğerleri ise tek katlı olarak inşa edilmişlerdir.
Çifte Han, Aslanlı Han, Boyahâne Hanı, Ali Bargut'un Hanı, Zencirli Hanı (Küsto'nun Hanı), Cesur Hanı, Hacı Ali Ağa Hanı, 30 yıl öncesine kadar ayakta olan, ancak bugün yıkılmış olan Şanlıurfa hanlarıdır.
a. Gümrük Hanı
Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde "Yetmiş Hanı" adıyla, bazı kaynaklarda ise iki renkli taşlarından dolayı "Alaca Han" adıyla geçen Gümrük Hanı, Şanlıurfa'daki hanların en güzel ve anıtsal örneklerindendir. Doğu cephesinde yer alan eyvan şeklindeki giriş kapısı üzerinde bulunan kitabede h. 970 (m. 1562) tarihinde yaptırıldığı yazılıdır.
Hanın kare avlusunun etrafını çevreleyen dükkânların üzerinde, ön kısımları revaklı ikinci kat odaları yer almıştır. Giriş eyvanının üzeri mescid olarak değerlendirilmiştir.
Bu tarihi han, 2001 yılında Rızvaniye Vakfı'nın katkılarıyla Şanlıurfa Kültür, Sanat ve Araştırma Vakfı (ŞURKAV) tarafından kısmen restore edilmiştir.
b. Mencek Hanı
Pamukçu Pazarı doğusundaki bu hanın kitabesi bulunmadığından inşa tarihi kesin olarak bilinmemektedir. h. 1128 (m. 1716) tarihli bir vakfiyede adına rastlanılmış olması 18. yüzyıl başlarında mevcut olduğunu göstermektedir.
Dış cepheleri dükkânlarla çevrelenmiş olan hana, kuzey cephedeki tonozu bir dehlizden girilir. Kare avluyu çevreleyen dükkânların üzerinde önleri revaklı ikinci kat odaları yer almaktadır. Doğudaki revaklar payeli, diğer cephedekiler sütunludur. Avlunun güneybatı köşesine her iki katta eyvan şekli verilmiştir.
2. KERVANSARAYLAR
Eski çağlardan beri önemli bir ticaret yolu üzerinde bulunan Şanlıurfa'nın il sınırları içersinde Han el-Barur, Çarmelik, Titriş ve Mırbi (Ilgar) kervansarayı olmak üzere 4 kervansaray bulunmaktadır. Bunlardan Han el-Barur Kervansarayı Eyyûbiler dönemine, diğer üç kervansaray Osmanlı dönemine aittir.
a. Çarmelik (Büyükhan Köyü) Kervansarayı
Şanlıurfa-Gaziantep karayolunun 45. kilometresindeki İlköğretim Yatılı Bölge Okulu'ndan kuzeye sapan asfalt yol, 10 km. sonra Osmanlı dönemine ait Çarmelik Kervarsarayı'na ulaşır. Eskiden Bire-cik'ten kalkan kervanlar, Çarmelik Kervansara-yı'nda konakladıktan sonra Urfa'ya ulaşır, buradan da Bozova yakınındaki Titriş Kervansarayı, Karacurun (Hilvan), Siverek ve Karabahçe üzerinden Diyarbakır'a varırdı.
Evliya Çelebi Seyahatnâmesinde, Suruç'tan kalkarak batıya doğru iki saatte Çar Melik kalesine ulaştığını, burasının dört hükümdâr (Çar Melik) kardeş tarafından yapıldığı için bu ismi aldığını; bir temel üzerindeki küçük bir kalesi bulunduğunu, kale dizdarı ve askerlerinin Urfa'daki Subaşı'nın emrinde olduklarını yazmaktadır. Evliya Çelebi ayrıca, buranın 100 hâneli bir kasaba olduğunu, camisi, mescitleri, hamamı ve birkaç dükkânının bulunduğunu, bügünkü hanın ise kargir olup içinde Türkmenlerin yaşadığını anlatır.
63.40x65.20 metre boyutlu bir avluya sahip olan kervansarayın büyük bir kısmı bugün yıkık durumdadır.
b. Han el -Barur Kervansarayı
Harran'ın 20 km. doğusundaki bu kervansarayın bulunduğu yer bugün Göktaş Köyü adıyla anılmaktadır.
Tamamı 65x66 metrekarelik bir alan üzerine inşa edilmiş olan kervansarayın kuzey cephesindeki portal kitabesinde h. 626 (m. 1228-1229) tarihinde el-Hac Hüsameddin Ali Bey tarafından yaptırıldığı yazılıdır.
Tektek Dağları olarak anılan dağlık bölgede Harran-Bağdat yolu güzergâhında bulunan kervansaray, giriş kapısı, köşe kuleleri, payanda kuleler, mescid (1993'de restore edilip kullanıma açılmıştır), hamam, yazlık ve kışlık bölümleri ile Anadolu Selçuklu kervansaraylarının tüm özelliklerini taşır.
Bu kervansarayın ismi olan "Barur" kelimesi Arapça'da "keçi gübresi" anlamındadır. Rivâyete göre, hanı yaptıran kişi, burayı kuru üzümle doldurmuş ve "Benden sonra gelenler burayı keçi gübresi ile dolduracaklardır." demiştir. Gerçekten de bugün kervansaray uzun yıllar ahır olarak kullanıldığı için hayvan gübresi ile dolmuştur.
Eyyûbiler dönemine ait bu kervansarayın portal ve mescid dışındaki büyük bölümü harabe durumdadır.
c. Titriş Kervansarayı
Şanlıurfa'nın Bozova ilçesine bağlı Titriş Köyü'ndeki bu kervansaray, Birecik-Çar Melik-Urfa-Titriş-Karacurun-Siverek-Karabahçe ve Diyar-bakır kervan yolu üzerinde bulunmaktadır. Ayrıca ikinci bir yol Çarmelik ve Urfa'ya uğramadan Birecik-Mırbi (Ilgar)-Hüvek (Bozova) Titriş-Kara-curun-Siverek ve Karabahçe'yi izleyerek Diyar-bakır'a ulaşmaktadır.
Kitabesi bulunmayan Titriş kervansarayın inşa tarzına dayanılarak Osmanlı dönemine ait olduğu söylenebilir.
Kervansaraya güney cephedeki basık kemerli kapıdan girilir. Kısmen direk dam, kısmen beşik tonozla örtülü giriş eyvanından sonra avluya girilir. Kare avlunun doğu, batı ve kuzey yönleri revaklı olup, kemerler ve payeler üzerine oturmaktadır. Revakların doğu ve batıda olanlarının üzeri düz direk damlıdır. Kuzeydeki revakın üzeri sonradan betonla örtülmüş ve gerisindeki kapalı mekânlar yıkılarak yerine betonarme dükkânlar yapılmıştır. Hanın diğer üç cephesi orijinalliğini kısmen korumuştur. Doğu cephenin batı kesimi önüne sonradan kesme taşlardan bir köy odası yapılmıştır.
Kervansarayın güneydoğu köşesi üzerinde yer alan kerpiç kat harap bir durumdadır.
d. Mırbi (Ilgar) Kervansarayı
Birecik ilçesinin 35 km. kuzeydoğusundaki Mırbi (Ilgar) Köyü'nde yer alan bu kervansaray; Birecik-Diyarbakır, Birecik-Urfa kervan yollarının kavşak noktasında yer almaktadır. Birecik'ten kalkan kervanlar, Mırbi Kervansarayı'na gelir, bura-dan kuzeydoğuya ayrılan yol, Sisan-Dunali-Kurdik-Hüvek-Titriş-Karacurun-Siverek-Karabahçe üzerinden Diyarbakır'a, doğuya ayrılan yol ise Çarmelik üzerinden Urfa'ya ulaşırdı.
Osmanlı dönemine ait olduğu tahmin edilen Mırbi Kervansarayı, doğu-batı yönünde dikdörtgen planlıdır. Kervansaraya güney cephedeki kapıdan girilir. Kuzey-güney yönünde 3 çapraz tonozla örtülü giriş dehlizinin sağında ve solunda simetrik olarak dikdörtgen planlı üçer salon yer alır. Doğu-batı yönünde beşik tonozlarla örtülü bu salonlar ahır ve yolcu konaklamasına tahsis edilmiştir.
Kervansarayın üzerine h. 1320 (m. 1902-1903) tarihinde Hartavizâde Emin Ağa tarafından ikinci bir kat ilave edilmiş ve işlevini yitiren kervansaray, bu şahıs tarafından konak olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Yapı günümüzde terkedilmiş ve harap bir vaziyettedir.
3. ÇARŞILAR
Çarşı sözcüğü Farsça çehar (dört) ve Arapça suk (sokak) kelimelerinin birleşmesiyle dilimize geçmiştir. Türkçede, dört taraflı pazar yeri, sağında ve solunda dükkânlar bulunan sokak anlamındadır.
Çeşitli vakfiyelerde adları geçen, ancak bugün mevcut olmayan, Tüccâr Pazarı, Uncu Pazarı, Bit Pazarı, İplikçi Pazarı, Tarakçı Pazarı, Sakıp Efendi'nin yaptırdığı Terziler Çarşısı, Kazzazlar Çarşısı Şanlıurfa'nın adları bilinen en eski çarşılarıdır.
Evliya Çelebi, seyahatnamesinde Urfa çarşılarından "...Çarşısı dört yüz dükkândır. Her türlü değerli eşya bulunur. Saraçhânesi İbrahim Halil Irmağı kıyısındadır. Onun için Bağdat Serdabı gibi soğuk su ile sulanmış ana yolun iki tarafı mamur ve güzel, mevsiminde türlü çiçeklerle süslü olup geçenlerin içini açar. Oralarda bütün bilgi sahiplerinin toplandığı, dinlendiği yerler vardır" cümleleriyle bahsetmektedir.
Evliya Çelebi Urfa'daki bedestenlerden de şu şekilde söz eder: "... İki bedesteni vardır. Biri eski usul kargir kubbeli yapı olup uzunlamasına yapılmıştır. Üç tane demir kapısı vardır. Bütün kıymetli mücevherler bulunur."
1867 ve 1883 tarihli Halep Vilâyet Salnâmelerinde Urfa merkezinde bir bedestenin bulunduğu kaydedilmektedir ki, bu da günümüzdeki Kazzaz Pazarı olmalıdır.
Şanlıurfa'nın Osmanlı döneminden kalma iş hanları ve çarşılarından oluşan eski ticaret merkezi Gümrük Hanı civarında yoğunluk göstermektedir. Kazzaz Pazarı (Bedesten), Sipahi Pazarı, Koltukçu Pazarı, Pamukçu Pazarı, Oturakçı Pazarı, Kınacı Pazarı, Pıçakçı Pazarı, Kazancı Pazarı, Neccâr Pazarı, İsotçu Pazarı, Demirci Pazarı, Çulcu Pazarı, Çadırcı Pazarı, Sarraç Pazarı, Attar Pazarı, Tenekeci Pazarı, Kürkçü Pazarı, Eskici Pazarı, Keçeci Pazarı, Kokacı (Kovacı) Pazarı, Kasap Pazarı, Boyahâne Çarşısı, Kavafhâne Çarşısı, Hanönü Çarşısı, Hüseyniye Çarşıları Gümrük Hanı civarında yer alan ve günümüzde de tarihi özelliklerini koruyan önemli alış veriş yerleridir.
Bu çarşıların aşağıda ayrıntılı olarak anlatacağımız sekiz adedi kapalıçarşı, bir adedi de yeraltı çarşısıdır. Şanlıurfa; İstanbul, Bursa ve Edirne'den sonra kapalıçarşı bakımından Anadolu'nun önde gelen illeri arasında yer almaktadır.
a. Boyahâne
Pamukçu Pazarı'nın batısına paralel olarak uzanan yeni boyahâne çarşısının altında bulunan bir yeraltı çarşısıdır. Ortasından Halil-ür Rahman suyunun aktığı bu çarşı rutubetli olması, iplik ve kumaş boyama sanatının terkedilmesi nedenleriyle 40 yıl kadar önce kapatılmıştır. Boyahâne çarşısının adına h. 1153 (m. 1740) tarihli Rızvan Ahmed Paşa Vakfiyesi'nde rastlanılmış olması yapının o tarihlerde mevcut olduğunu göstermektedir.
b. Eski Kuyumcu Pazarı
Akarbaşı semtindedir. İki kapılı ve beşik tonozla örtülü olan bu tarihi yapının yarısı 1983 yılındaki yol açım çalışmaları sırasında Aslanlı Han ile birlikte yıktırılmıştır.
c. Hüseyniye Çarşıları
Çadırcı Pazarı ile Kazancı Pazarı arasında, kuzey güney istikametinde biribirine paralel olarak uzanan ve her biri 15'er çapraz tonozla örtülü iki kapalı çarşıdır. Her iki çarşının birleştiği yerdeki dükkânlar sırt sırta bir plan göstermektedir.
Doğu tarafta olan çarşının kuzey cephesindeki kilit taşının ortasında; "Maşallahu Teala", sağında; "Suk açıldı, ayet-i kerime", solunda; "Nasrün minallahi ve fethün karib 1305" (m. 1887) yazılıdır.
Çarşı, Hartavizâde Hafız Muhammed Selim Efendi'nin oğlu Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Hüseyniye çarşıları, inşa edildiği yıllarda halı, kilim, keçe ve benzeri yaygıların satıldığı yer olarak kullanılmıştır. Bir ara yemenici pazarı olarak kullanıldıktan sonra son olarak bakırcı esnafına tahsis edilmiştir.
Hüseyniye çarşılarından doğuda olan 1998 yılında Şanlıurfa Kültür Sanat ve Araştırma Vakfı (ŞURKAV) tarafından restore edilmiştir.
d. Kasap Pazarı
Mevlevihâne Camii'nin batısına bitişik olarak inşa edilmiş olup beşik tonozla örtülü "T" planındadır. İnşa tarihi bilinmemektedir.
e. Kazzaz Pazarı (Bedesten)
1562 tarihli Gümrük Hanı'nın güneyine bitişik olarak aynı tarihte inşa edilmiştir. 1740 tarihli Rızvan Ahmet Paşa vakfiyesinde "Bezzazistan" adıyla geçmekte ve tamir ettirildiği belirtilmektedir.
Doğu batı istikametinde beşik tonozlu ve arka arkaya 4 kubbeli olarak uzanan yapının batı kısımlarından güneye doğru uzayan tonoz örtülü ikinci bir bölümü daha vardır.
Bedestenin doğuda Han Önü Çarşısına açılan ana kapısı, Sipahi Pazarı'na açılan batı kapısı, Pamukçu Pazarı'na açılan güney kapısı ve Gümrük Hanı'na açılan kuzey kapısı olmak üzere dört kapısı bulunmaktadır.
Sağlı sollu olarak uzanan ve yer seviyesinden yaklaşık 1 m. kadar yüksekte bulunan dükkânlarda kazzaz esnafı oturmakta, ayrıca Urfa yöresi mahalli kadın ve erkek giysileri satılmaktadır.
Şanlıurfa Bedesteni, Anadolu'da otantik değerini bugüne kadar koruyabilmiş ender çarşılardandır.
Kazzaz Pazarı 1999 yılın ŞURKAV tarafından restore edilmiştir.
f. Kınacı Pazarı
Mençek hanının batısında yer alan ve kuzey güney istikametinde uzanan bu çarşının kuzey kesimi beşik tonozla örtülü, güney kesiminin üzeri açıktır. Çarşının iki yanında beşik tonoz örtülü olarak sıralanan dükkânlar günümüzde kuyumcular tarafından kullanılmaktadır.
g. Pamukçu Pazarı
Kınacı pazarının batısına paralel olarak uzanan, beşik tonozla örtülü bir çarşıdır. Kuyumcu ve elbiseci esnafı tarafından kullanılmaktadır.
h. Sipahi Pazarı
Gümrük Hanı'nın batısına bitişik olarak inşa edilmiş, kuzey güney istikametinde beşik tonozla örtülü bir kapalı çarşıdır. Çarşıyı boydan boya örten tonozun üzerinde belirli aralıklarla aydınlatma pencereleri bırakılmıştır. Yerden yarım metre yükseklikte karşılıklı sıralar halinde dükkânların yer aldığı bu çarşı, güneyde boyahâne çarşısına, kuzeyde isotçu pazarına açılır. Çarşının üçüncü bir kapısı da güney doğu tarafından bedestene açılmaktadır. Bu kapının, bir dükkânın bozularak gerçekleştirildiği h. 1154 (m. 1741) tarihli Rızvan Ahmet Paşa Vakfiyesi'nden anlaşılmaktadır. Bu vakfiyede, Sipahi Pazarı'ndan ve söz konusu kapının açılışından "İplikçi Pazarı deyu tamir olunup hâlâ Sipahi Çarşısı olan otuz dört adet dükkânlardan bir dükkân bezzazistan (kazzaz pazarı) tarafına kapu fetholunup..." cümleleriyle bahsedilmektedir.
Sipahi Pazarı günümüzde halı, kilim, kürk ve keçe türünden eşyaların satıldığı ve mezat edildiği bir çarşı olarak kullanılmakta, eski tarihi özelliğini aynen muhafaza etmektedir.
Bu tarihi çarşı 1998 yılında ŞURKAV tarafından restore edilmiştir.
Şanlıurfa merkezinde, Osmanlı döneminden kalma ve halen işler durumda Veli Bey, Sultan, Vezir, Cincıklı, Eski Arasa, Serçe ve Şaban adlarında 7 adet hamam bulunmaktadır. Bu hamamlar soğukluk (camekân), ılıklık ve sıcaklık olmak üzere geleneksel Osmanlı hamamları planında inşa edilmiştir. Bunlardan Sultan ve Vezir hamamları, plan bakımından tam bir benzerlik gösterirler. Cincıklı ve Veli Bey hamamları, ılıklık kısımlarının üç bölümlü oluşuyla, Serçe Hamamı beş eyvanlı sıcaklık bölümüyle, Şaban ve Eski Arasa hamamları ılıklık kısımlarının yanlara alınmış olmasıyla farklılık göstermelerine rağmen genel şema itibariyle ortak özelliklere sahiptir.
B. ÇEŞMELER
Şanlıurfa'da Emencekzâde, Firuz Bey, Hekim Dede, Şeyh Safvet, Yıldız Meydanı, Haydar Ağa, Hüseyin Ferideddin, Hafız Süleyman Bozan Efendi, Şehbenderiye, Sütçü Abdurrahman Efendi, Yıkık Sokak ve Hüseyniye Çarşısı adlarında 12 adet sokak çeşmesi bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının tarihi ve mimari özellikleri aşağıda verilmiştir.
1. Emencekzâde Çeşmesi
Kadıoğlu Camii avlu portalinin doğusuna bitişik bulunan bu çeşmenin kitabesinden h. 1138 (m. 1723) tarihinde Emencekzâde lakaplı bir hayırsever tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Bu çeşme aynı zamanda Karakoyun Deresi üzerindeki su kemeri vasıtasıyla şehre gelen Kehriz Suyu'nun çevredeki cami, hamam ve evlere dağıtımının yapıldığı "Taksimiye" görevini de görmekteydi.
2. Firuz Bey Çeşmesi
Yıldız Meydanı'ndaki h. 587 (m. 1191) tarihli Eyyûbi Medresesi'nin yerine h. 1196 (m. 1781) tarihinde yapılan Nakibzâde Hacı İbrahim Efendi Medresesi'nin güney cephesindedir. Kitabesine göre medrese ile aynı tarihte Firuz Bey tarafından yaptırılmıştır. Kitabede, buradan Kehriz Suyu'nun aktığı da belirtilmiştir. Çeşme nişinin kemeri ve köşe sütunçeleri taş süslemelidir.
3. Hekim Dede Çeşmesi
Hekim Dede Camii'nin kuzeybatı köşesine bitişik olarak inşa edilmiştir. Kare planlı ve beşik tonozlu bu çeşme, iki cepheli olması bakımından Şanlıurfa'da tek örnektir. Güney cephesindeki ta'lik hattıyla yazılmış kitabesi oldukça silik olup, sadece h. 1120 (m. 1708) tarihi okunabilmektedir. Çeşmenin her iki cephesi yivli ve mukarnas başlıklı köşe sütunçeleri ile dekorlanmıştır.
4. Şeyh Safvet Çeşmesi
Ellisekiz Meydanı'ndaki Şeyh Safvet Tekkesi'nin batı cephesinde yer alan bu çeşmenin kitabesinde h. 1309 (m. 1891) tarihinde Şeyh Safvet tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Duvardan dışarıya taşkın durumdaki çeşme bu şekliyle 1909 tarihli Şehbenderiye Camii Çeşmesi'ni etkilemiştir.
C- KARAKOYUN DERESİ, KÖPRÜLER ve SU KEMERLERİ
Tarihte Daysan Irmağı adıyla anılan Karakoyun Deresi miladi 201 senesinin Kasım ayında, 413 senesinin Mayıs'ında ve 525 senesinin Nisan ayında taşarak Şanlıurfa'yı büyük ölçüde tahrip etmiş ve Halepli Bahçesi yoluyla şehire gelen sellerden en çok Balıklıgöl mevkiindeki krallık sarayı zarar görmüştür. 525 senesindeki sel afetinden sonra Bizans İmparatoru Jüstinyen (Justinianus), Daysan Irmağı'nın Halepli Bahçesi'ne doğru meyilli kenarı üzerinde kendi adıyla anılan ve halen ayakta olan su bendini yaptırmış, ayrıca ırmak yatağına bugünkü yönünü vererek Şanlıurfa'yı gelecek sel afetlerinden kurtarmıştır. Karakoyun Deresi üzerinde Bey Kapısı'ndan başlamak üzere yukarıya doğru sırasıyla Demirkapı Köprüsü, Beykapısı (Kısas) Köprüsü, Hacı Kâmil Köprüsü, Eski Köprü (Samsat Köprüsü), Jüstinyen Su Kemeri, Ali Saip Bey Köprüsü ve Hızmalı Köprü bulunmaktadır.
Bunlardan Demirkapı ve Beykapısı köprüleri "Karakoyun Deresi Islah Projesi" çerçevesinde yıktırılmıştır.
1. Karakoyun Su Kemeri (Jüstinyen Su Kemeri)
Millet Köprüsü ile Samsat Köprüsü arasındadır. Bizans İmparatoru Jüstinyen tarafından 525 senesinde yaptırıldığı tahmin edilmektedir.
2. Hızmalı Köprü
Karakoyun Deresi üzerindeki köprülerin en güzellerindendir. Halk arasında anlatılan bir efsaneye göre Karakoyunlu Türk Beyliği hükümdârlarından birinin kızı olan Sakine Sultan tarafından Hac yolculuğu sırasında yaptırılmıştır. Sakine Sultan'ın mezarı, dere üzerindeki su kemerinin kuzeyindedir.
Köprünün orta ayağının doğu cephesindeki kitabede 1843 tarihinde tamir ettirildiği yazılıdır. 2000 yılında kısmen yıkılan köprü, İl Özel İdaresi'nin mali katkılarıyla restore edilmiştir.
3. Millet Köprüsü
Millet Hastanesi'ne (bugünkü Devlet Hastanesi) Karakoyun Deresi üzerinden yol vermesi nedeniyle bu isimle anılan köprünün güney girişindeki kapının üçgen alınlığında yer alan kitabede "Ali Saip Köprüsü, sene 1341" (m. 1922) yazılıdır. Bu kitabe inşa tarihi ile ilgili olmayıp, köprü çok daha eski tarihlidir. Urfa Kurtuluş Savaşı'nda Fransızlarla yapılan son antlaşmanın bu köprü üzerinde gerçekleştirilmesinin anısını yaşatan bu kitabeye, o zamanın Jandarma Komutanı Yüzbaşı Ali Saip Bey'in adı yazılmıştır.
Kuzey-güney yönünde uzayan köprü; kesme taşlardan inşa edilmiş olup, 6 adet yüksek ayak üzerine oturan 7 gözlüdür. Derenin her iki yamacına gelen gözler, günümüzde toprakla dolmuş durumdadır. Her iki yandaki korkuluk taşlarının alt kısmına Hızmalı Köprü'de olduğu gibi su kanalları açılmış ve böylece köprüye aynı zamanda "Su kemeri" fonksiyonu verilmiştir.
Millet Köprüsü'nün yıkılmış olan taş korkulukları, 2001 yılında İl Özel İdaresi'nin mali katkılarıyla yeniden yapılmıştır.
Urfa'daki Osrhoene (Edessa) Krallığı saraylarının bugünkü Ayn-ı Zeliha ve Halil-ür Rahman göllerinin bulunduğu çevrede olduğu ve miladi 201, 413 ve 525 yıllarındaki sel afetlerinden bu sarayların büyük zarar gördüğü tarihçiler tarafından kaydedilmektedir. Bu sarayların mimari kalıntıları günümüze kadar gelememiştir. Bunlardan Kışlık Saray, Beth Tabara'da (şimdiki kalenin bulunduğu alan), Yazlık Saray ise balıklıgöllerin etrafındaydı.
Urfa'daki sarayların adları hakkında Evliya Çelebi'den önemli bilgiler elde etmekteyiz. Evliya Çelebi: "..... Bağlı, bahçeli, akarsulu, hamamlı büyük sarayları vardır. Meşhurları Tayyar Mehmed Paşa Sarayı, oğlu Ahmet Paşa Sarayı (ki bu zat cömertliğiyle tanınmıştır), Paşa Sarayı, Molla Sarayı, Gezerpaşa Sarayı, Celali Kadı Sarayı, Sardoğlu Mustafa Paşa Sarayı ve Ali Paşa Sarayı..." şeklinde Urfa'daki saraylardan bahsetmektedir. Bu saraylardan günümüze ulaşan olmamıştır.
Rakka-Urfa valisi Yusuf Paşa h. 1122 (m. 1710) tarihli vakfiyesinde, Yusuf Paşa Camii'nin kuzeyinde "Valiler Sarayı" adında bir saray yaptırdığını kaydetmektedir. Yusuf Paşa'nın yaptırdığını söylediği bu saray, kanaatimize göre bugünkü Sarayönü semtine adını veren ve günümüzden 40-50 yıl öncesine kadar ayakta olan "Eski Saray" olmalıdır. Elimizde mevcut eski fotograflardan tanıdığımız, Osmanlı döneminde Hükümet Konağı olarak kullanılan bu saray, şimdi Harran Üniversitesi Mediko-Sosyal Merkezi'nden Köprübaşı'na doğru uzanmakta ve Saray kapısı ile Hacı Kâmil Köprüsü'ne açılmakta idi.
B. KÖŞKLER VE KONAKLAR
Urfa'da, şehrin ileri gelen ve varlıklı bazı kişileri tarafından genellikle güzel manzaralı mevkilere küçük birer saray niteliğinde köşkler ve konaklar yaptırılmıştır. Ömer Paşa Vakfına ait h. 1194 (m. 1780) tarihli vakfiyeden, Bişar Paşa Konağı adında bir konağın Urfa'da mevcut olduğu anlaşılmaktadır.
Kesme taştan inşa edilen Kürkçüzâde Mahmûd Nedim Efendi Konağı, Osman Efendi Konağı, Ömer Edip Efendi ve Şair Sakıb Efendi Konağı, Hacıkamilzâde Yusuf Ziya Efendi Konağı, Sakıplardan Halil Bey'in Aynalı Köşkü, Urfa'daki konak ve köşk mimarisi örneklerindendir. Ayrıca 1983 yılında yıktırılarak yerine Cebeci İşhanı yaptırılan Vali Konağı kesme taşın modern mimariye uygulanışını temsil eden ilk örnek binalardan olması nedeniyle önem taşımaktaydı.
1. Mahmûd Nedim Efendi Konağı
Atatürk Mahallesi'ndeki Kehriz Sokak ile Hastane Caddesi arasına Kürkçüzâde Mahmûd Nedim Efendi tarafından 1903 yılında yaptırılmıştır. Avrupa mimarisi ile geleneksel Urfa evi mimarisinin kaynaştığı bir özelliğe sahip olan ve oldukça geniş bir alana yayılan konak, haremlik ve selamlık bölümlerindeki yapılardan meydana gelmiştir. Haremlik bölümünü oluşturan kesme taştan iki katlı yapının doğuya bakan esas cephesi ortada bir eyvan ve zarif sütunlarla teşkilatlandırılmış ; bu cephenin iki yanına eyvandan öne taşan bir görünüm verilmiştir. Doğu cepheye nazaran daha az hareketli olan batı cephede dikdörtgen ve elips pencereler ile ortasından ince sütunlarla ayrılmış, eyvan fonksiyonu gören üç gözlü büyük bir pencere bulunur.
2. Küçük Hacı Mustafa Hacıkâmiloğlu Konağı (Vilâyet Konukevi)
Şanlıurfa merkezinde, Vali Fuat Bey Caddesi'nin (Büyükyol) Halil-ür Rahman Gölü'ne yakın kesiminde Selahaddin Eyyûbi Camii'nin batısındadır. Bu konak, emekli valilerden Cemal Mirkelamoğlu'nun varislerini temsilen sağladığı maddi ve manevi fedakarlık neticesinde Şanlıurfa Valiliği'nce İl Özel İdaresi adına 1991 yılında satın alınarak restore edilmiştir.
Bu tarihi konak 19. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiştir (1890 yılları). Haremlik ve selamlık bölümleri vardır. Konakta inşaat malzemesi olarak ünlü "Urfa Taşı" kullanılmıştır.
İki katlı selamlık bölümüne kuzey cephedeki sokak kapısından girilmektedir. Selamlık bölümünün zemin katında develik, bir tuvalet ve hizmetçi odaları yer alır. Erkek misafirlere ayrılmış olan ikinci kat, odalarla teşkilatlandırılmıştır. İkinci katın kuzeye bakan cephesinde ortası sütunla iki göze ayrılmış eyvan fonksiyonunu gören iki mekân bulunur. Güney cephenin ortasında yer alan benzer eyvanın döşeme kısmı merdivenle teşkilatlandırıldığından burası dekoratif bir fonksiyona kavuşmuştur. Selamlığın güneyinden haremlik kısmına geçilmektedir.
Konağın haremlik bölümü, selamlığın aksine modern mimarinin çizgilerinden tamamen sıyrılarak geleneksel biçimde inşa edilmiştir. Bu bölümdeki mekânlar geleneksel bir Urfa Evin'in vazgeçilmez ögesi olan, havuzlu bir 'hayat'ın (avlu) çevresinde yer almıştır. Hayat'ın doğu cephesinde ön tarafı 'gezenek'li (balkon) iki oda ve bunların bodrum katında 'zerzembe' (kiler) yer alır. 'Tandırlık' hayatın güneydoğu köşesindedir.
Hayatın güney cephesi revaklı olup bu cephede altta ve üstte olmak üzere birer oda, orta kısımda bir sarnıç bulunmaktadır. Batı cephede haremliğin sokağa açılan kapısı, iki yanında birer tuvalet ve duvar üzerinde ortadan bir sütunla iki göze ayrılmış 'kuş takası' (kuş evi) bulunmaktadır.
3. Sakıb'ın Köşkü
1796-1876 yılları arasında yaşayan Şair Sakıp Efendi tarafından yaptırılan bu konak, Halepli Bahçe içerisinde bulunur. Nedim Efendi Konağı gibi haremlik ve selâmlık bölümlü olarak geniş bir alanı kaplar. 1985 yılında Şanlıurfa Belediyesi tarafından onarılmıştır. Halen Park ve Bahçeler Müdürlüğü olarak kullanılan iki katlı konak, doğu batı istikametinde dikdörtgen planlıdır. Alt katta kuzey cephede ortada beşik tonozlu büyük bir eyvan ve yanlarında birer oda yer alır. Çatıyla örtülü ikinci katın ön tarafı, ortası sütunlu iki kemerle gezenek olarak teşkilatlandırılmış ve yanlara odalar yerleştirilmiştir. İkinci katın doğusunda yer alan odanın duvarlarını Sakıp Efendi'nin mavi boyalı ahşap üzerine ta'lik hattıyla yazılmış h. 1263 (m. 1845) tarihli şiiri dolaşır. Konağın da bu tarihte yapıldığı tahmin edilmektedir. Konak avlusunun batısında soğukluk, sıcaklık ve külhan bölümleri olan küçük bir hamam bulunur.
C- GELENEKSEL ŞANLIURFA EVLERİ
1. Şanlıurfa Evlerinin Bölümleri ve Genel Özellikleri
a. Sokaklar
Dar ve yüksek duvarlı sokaklar, sokağa taşkın çıkmalı ikinci kat odalarıyla (çardak-köşk), soğuk demir işçiliğinin ürünü olan stilize bitkisel süslemeli pencere kafesleriyle, "Kabaltı" denilen ve sokağın 5-10 metrelik bir bölümün örten beşik tonozlu kapalı kısımlarıyla, "Tetırbe" tabir edilen çıkmazlarıyla, meydanlarıyla ve bazalt taş (karadaş) döşemeli yollarıyla bölgeye özgü bir görünüm verirler.
Yusuf Paşa Mahallesi Vezir Hamamı doğusundaki Zincirli Sokak ile Yıldız Meydanı'nın kuzeydoğusundaki Yorgancı Sokak, bütün bu özellikleri üzerlerinde taşıyan en güzel sokak örneklerindendir. Sultan Hamamı'ndan Kale Boynu'na çıkan Hacı Abo Yokuşu üzerindeki meşhur Hacı Abo Kabaltısı, çok sayıdaki kabaltıların en uzunudur. Horoz Tetirbesi, Reji Tetirbesi, Bekmez Tetirbesi, Urfa'nın en uzun çıkmaz sokağı olan ancak bugün yıkılmış bulunan Molla Ali Tetirbesi, çıkmaz sokakların başlıcalarındandır. Su Meydanı, Bidik Mey-danı, Karpuz Meydanı, Hokka Meydanı, Bıçakcı Meydanı, Ellisekiz Meydanı, Türk Meydanı gibi meydanlar, sokakları birbirine bağlayan önemli kavşak noktalarıdır.
b. Sokak Kapıları
Oldukça görkemli olarak planlanmış sokak kapıları, malzeme yönünden tahta, tutya (çinko) kaplamalı tahta olmak üzere iki gruba; şekil yönünden ise "tek çenetli" (bir kanatlı), "çift çenetli" ve "enikli" (büyük kapı içersine yerleştirilen küçük kapılı) olmak üzere üç ana gruba ayrılır. Bu kapıların üzerlerine iri yuvarlak başlı kabara çivilerle ay-yıldız motifleri yapılmış, sanat değeri taşıyan el emeği ürünü çeşitli şekillerde tokmaklar yerleştirilmiştir. Kapı arkasındaki yan duvarlardan biri içersine yerleştirilen ve "zormak" (zoğnak) denilen ağaç "sürecek"lerle kapı emniyeti sağlanmıştır.
Sokak kapılarının alınlıklarında zengin taş süslemelere yer verilmiştir. Alınlıklarda genellikle üst sırada yatay durumda ve kapı genişliğinde bir mukarnas frizi, bunun altında ortada kitabe, sağında ve solunda geometrik motifli sekizgen rozetler bulunur.
c. Selamlık ve Haremlik Bölümleri
Urfa evleri genellikle haremlik ve "oda" denilen selâmlık kısmı olmak üzere iki bölümden oluşurlar. Bazen bu iki bölüm, aralarından bir duvarla ayrılmış ve sokak tarafından ayrı birer kapıları olan müstakil iki ev görünümünü verdikleri gibi, bazen de tek kapıyla girilen selâmlık bölümünden sonra ikinci bir kapıyla haremlik bölümüne geçilen bir plan gösterirler.
Eve gelen erkek konukların ilk olarak ağırlandıkları selamlık bölümünde küçük bir "hayat" (avlu), bir veya iki oda, eyvan, konukların hayvanlarının barınacağı büyük bir "develik" (ahır) ve tuvalet bulunur. Bitişiğindeki haremlik avlusunun ve buradaki kadınların görülebileceği endişesiyle genellikle selamlığın üzerine ikinci bir kat yapılmamıştır. Yapılmış olsa dahi bu kat haremliğe ait olup geçişi de haremliktendir.
Ev halkının oturduğu evin esas kısmını oluşturan haremlik bölümü, selamlığa nazaran daha büyükçe ve teşkilatlıdır.
Haremlik Avlusu'nun kuzey tarafında cephesi güneye bakan "kışlık eyvan" ve iki yanında "kış oturacağı" denilen birer oda, güney tarafında ise bunun simetrisi durumunda cephesi kuzeye bakan "yazlık eyvan" ve iki yanında "yaz oturacağı" odalar bulunur. Eyvan ve odalar bazen yerden 1-1.5 m. yükseklikte olup alt kısımlarında "zerzembe" (zir-i zemin sözcüğünden türemiştir) denilen kiler odaları yer alır.
Urfa evlerinde odalara kapı eninde ve odanın dar kenarı boyunca uzanan, ayakkabıların çıkarıdığı "gedemeç"ten (pabuçluk) girilir. Odanın esas oturma zemini geremeçten 20 cm. yüksekte yer almaktadır. Zengin süslemeli ahşapla kaplanmış olan oda duvarları, camlı dolaplar ve "camhâne" (aynalık-yüklük) denilen nişlerle teşkilatlandırılmıştır. Ihlamur ağacından taklit kündekari tekniğinde yapılmış oyma süslemeli oda kapıları ve pencere kanatları ayrı bir inceleme konusu teşkil edebilecek kadar motif zenginliğine sahiptirler. Ahşap süslemenin zenginliği yanında evlerin avluya bakan cephelerindeki taş işçiliği de Urfa'daki cami, han, hamam, medrese gibi anıtsal eserlerde benzerlerine rastlanılmayan bir zenginlik gösterir.
Haremlik Avlusu'nun diğer cephelerinde "tandırlık" (mutfak), hamam ve odunluk gibi bölümler bulunur. İslâmda temizliğe verilen önemin neticesinde ortaya çıkan hamamların 3-4 kurnalı, kubbeli, minyatür şadırvanı bulunan soğukluk ve sıcaklık bölümlü ve külhanlı olanlarına rastlamak mümkündür.
Haremlik Avlusu'nun güney cephesindeki yazlık eyvan ve odaların üzerinde, ortada bir eyvan ve yanlarında birer odayla "çardak" kısmı bulunur.
d. Hayat
"Nehıt" tabir edilen düzgün kesme taş döşeli "hayat"ın (avlu) ortasında Urfa evlerinin vazgeçilmez öğesi olan mermer bir havuz, kuyu, "curun" denilen su yalağı, içersinde incir, dut, nar, portakal, kebbat (bir tür turunçgil), annep, zakkum, asma gibi ağaçlardan biri veya birkaçının yeraldığı "çiçeklik" bulunur. Çiçeklik aynı zamanda çöpe atılması günah olan ekmek kırıntılarının silkelendiği yerdir. Avlunun çevresindeki oda duvarlarının dama yakın kısımlarına dikdörtgen nişler şeklinde yapılan ve "kuş takası" diye adlandırılan kuş evlerinde yaşayan kuşlar, çiçeklikteki bu ekmek kırıntılarıyla beslenirler.
Hayat içersinde yer alan kuyular, bazen iki ayrı evin duvarı arasına yerleştirilmiş olup ortak bir şekilde kullanırlar. Haciban Sokak'taki Hacı İmam Demirkol Evi kuyusunda olduğu gibi bazı evlerin kuyularının bilezik ve "dolap" (çıkrık) taşları zengin süslemelidir. Oyuldukları kaya zeminin düzgün çıkmaması halinde birçok kuyunun duvarı büyük bir ustalıkla düzgün kesme taşlarla örülmüş, kuyuya inip çıkmayı sağlamak amacıyla bu taşlara el ve ayakların tutunacağı oyuklar açılmıştır. Yüksekte bulunduğundan kuyu açılarak su elde edilmesi mümkün olmayan bazı mahallelerdeki evlerin su ihtiyaçları Yeni Yol (Büyük Yol)'daki Tırşolar Evi'nde olduğu gibi avlularına açılan sarnıçlara kışın biriktirilen sulardan karşılanmıştır.
e. Hayat'a Bakan Cepheler
Avluyu çevreleyen eyvan ve odaların cepheleri zengin taş süslemelidir. Süslemeler genellikle bitkisel ve geometrik motifli altıgen, sekizgen rozetler halindedir. Avluya bakan oda kapılarının üzerinde duvara gömülmüş yarım daire şeklinde ve kenarları aşağıya sarkan palmet motifleriyle süslü yağmurluklar (Porche), duvarların dama yakın kısımlarında çepeçevre dolaşan ve güneş ışınlarıyla ışık gölge oyunları sağlayan mukarnas frizi, avluyu çevreleyen diğer süsleme elemanlarıdır.
Haremliğin alt katından sokağa pencere açılmaması, evdeki tüm pencerelerin avluya ve eyvanlara açılmasına sebep olmuştur. Urfa evlerinde sokağı gören pencereler "çardak" veya "köşk" denilen, sokağa konsollarla çıkartmalı ikinci kattaki başodalara açılmıştır. Bu pencereler evin dış dünya ile ilişki kurabileceği tek yerdir.
İkinci kattaki odaların avluya bakan cepheleri önünde, sütunlar üzerine oturan ve "gezenek" adı verilen açık geçiş yerleri bulunmaktadır. Avlunun bir kenarında boydan boya uzanan bu sütunlar, 12 Eylül Caddesi 84 numaradaki Kürkçüzâde Halil Hafız Evi, Haciban Sokak 5 numaradaki Hacı İmam Demirkol Evi ve Yorgancı Sokak 16 numaradaki Abdülkadir Hakkari Evi'nde olduğu gibi revak görünümü verirler. Hacibanlar Evi ve Akyüzler Evi'nde olduğu gibi karşılıklı eyvan ve odalar avlunun yan cephe duvarlarındaki taş konsollar üzerine oturan yaklaşık 1 m. genişliğinde bir gezenekle birbirine bağlanmış, zengin süslemeli konsolların aralarına küçük dikdörtgen nişler halinde kuş takaları yerleştirilmiştir. Böylece yalın cephelere oldukça zengin bir mimari hareket kazandırılmıştır.
f. Eyvanlar
Yılın 7 ay gibi büyük bir bölümünün sıcak geçtiği Şanlıurfa'da ev halkı tarafından bütün gün boyunca serin bir mekân olarak kullanılan eyvanlar, bu özelliklerinden dolayı evlerin vazgeçilmez bir unsuru olarak baş köşeyi oluşturmuşlardır. Bundan dolayı, gerek mekân genişliği ve gerekse taş süsleme açısından eyvanlara verilen önem, Urfa evinde odalar dahil hiçbir köşeye verilmemiştir. Bazı evlerde iki yanı taş sekili yazlık eyvanın arka duvarındaki nişe hava cereyanını sağlayan ve yazın serinlik veren, damla bağlantılı, baca şeklinde hava kanalı açılmış; bu kanal dam üzerinde mihrap taşını andıran nişli rüzgarlıkla son bulmuştur. Kuzey veya kuzeybatıya yönlendirilmiş olan bu taşlara çarpan rüzgarın hava kanalından eyvana inerek serinlik vermesi sağlanmıştır. Bu rüzgar taşları, yaz aylarında gece namazları için mihrap görevini de görmektedir.
Bey Kapısı burçlarındaki Mahmûdoğlu Mustafa Ağa haremliği eyvanında olduğu gibi nadir de olsa bazı eyvanlara bölgedeki Artuklu geleneğini sürdüren şadırvanlar yapılmıştır.
Nebo Hacı İmam Efendi Evi, Osman Çiftbudak Evi, Eski Hal karşısındaki sokakta yer alan Parmaksız Şemsi Evi ve Alpan Sokak 5 numaradaki Çubukçular Evi'nde olduğu gibi, kuzey cephedeki yazlık eyvan ve iki yanındaki odalar alt katta değil, dam üzerinde yer almıştır.
Avlunun güney ve kuzeyindeki yazlık ve kışlık eyvanların yanıda Hacı Hafızlar Evi'nde olduğu gibi, bazen doğu veya batı cephede üçüncü bir eyvan dikkati çekmektedir. Hacı Abo Evi'nde olduğu gibi, daha birçok evdeki Selçuklu medreselerini hatırlatan anıtsallığa sahip eyvanların cephe kemerlerinin kilit taşları , şebekeli oyma tekniğinde bitkisel motiflerle süslenmiştir.
g. Odalar
Odalara, kapı eninde ve odanın dar kenarı boyunca uzanan, ayakkabıların çıkarıldığı "gedemeç"ten (pabuçluk) girilir. Gedemeçte çeşitli eşyanın ve su testilerinin yerleştirildiği nişler ile kapının tam karşısında ahşap oymalı raflarla ve küçük ahşap kemerlerle bölümlere ayrılmış fincan türünde küçük ölçüdeki cam eşyaların sergilendiği "göz göz" tabir edilen niş bulunur. Bu nişin altında, ortasından küçük sütunla kemerli iki göze ayrılmış "testilik" yer alır. Odanın esas oturma zemini gedemeçten 20 cm. kadar yüksektedir. Gedemeç ile oturma zemini genellikle ahşap korkuluklarla birbirinden ayrılmıştır. Oda tavanları genellikle çapraz tonozlu olup yüksek ve ferahtır. Bazı evlerin çardaklarında, ortası aynalı, ahşap tekne tavanlara da rastlanılır. Odaların avluya ve eyvana bakan duvarlarında 1Ğ2 oranında basık kemerli üç veya dört "taka" (pencere) yer almaktadır. Dışarıdan "demir cağlı" (demir parmaklıklı) olan bu pencerelerde camekân dışında, iç taraftan açılıp kapanan zengin süslemeli ahşap kepenkler kullanılmıştır. Oda pencerelerinin dama yakın kısmına "ışık takası" adı verilen küçük ölçüde kafa pencereleri yerleştirilmiştir.
Ihlamur ağacından taklik kündekarı tekniğinde yapılmış oyma süslemeli oda kapıları ve pencere kanatları, göstermiş oldukları motif zenginliği bakımında ayrı bir inceleme konusunu teşkil ederler. Oda duvarlarında yer alan ve yatak, sandık ve boy aynası gibi eşyanın konulduğu "camhana" tabir edilen büyük nişler ve kıymetli cam eşyanın sergilendiği "camlı dolap" denilen dolapları çevreleyen pervazlar, zengin ağaç süslemeler, duvarlara asılmış mahalli Hattat Behçet Arabi imzalı hat levhaları dekorasyonu tamamlayan diğer unsurlardır.
Odalarda sergi olarak, ailenin ekonomik durumuna göre halı, kilim, keçe, yer minderi ve sedir kullanılmış; odanın etrafı "sap yastık" denilen duvar yastıklarıyla çevrelenmiştir.
h. Zerzembe, Tandırlık ve Hamam
"Zir-i zemin" sözcüğünden türeyen zerzembe kelimesi, Urfa evlerinde bodrum katta yer alan kiler anlamında kullanılmaktadır. Yer altında bulunan ve üzerinde eyvan ve odaların yer aldığı zerzembeler, serin olduklarından dolayı kışlık erzakların saklandığı depo durumundadır. Çapraz tonozla örtülü bu mekânların tabanlarına yağ, peynir ve pekmez gibi zahire küplerinin oturmasına yarayan yuvarlak çukurlar açılmıştır.
"Tandırlık" tabir edilen mutfaklar; Urfa evlerinde genellikle büyük ölçülerde yapılmıştır. Hz.İbrahim (A.S)'dan geldiğine inanılan Urfalıların misafir sevme geleneği, mutfakların büyük ölçüde ve 7-8 ocaklı olarak yapılmasına sebep olmuştur. İçerisi büyük kazanların konulabileceği ocaklar ve kapların konulacağı raflarla teşkilatlanan mutfakların hayat'a bakan cephelerinin kapı ve pencere üzerleri atlamalı olarak yerleştirilmiş kesme taşların meydana getirdiği küçük pencerelerle teşkilatlandırılmış, bu pencereler, dumanın dışarı atılması konusunda "pıherik" tabir edilen bacaya birer yardımcı unsur olarak düşünülmüştür.
İslâm toplumunda temizliğe verilen önem neticesinde meydana çıkan hamamların, 3-4 kurnalı, kubbeli, minyatür şadırvanı bulunan soğukluk ve sıcaklık bölümlü ve külhanlı olanlarına bazı Urfa evlerinde rastlamak mümkündür.
Evliya Çelebi, seyahatnamesinde Urfa'daki umuma açık hamamlardan bahsettikten sonra 75 adet saray hamamının bulunduğundan söz eder ki, bunlar birer saray güzelliğine sahip olan Urfa evlerinin hamamlarından başkası değildir. Ancak bu hamamlardan günümüze pek az örnek kalabilmiştir. Kelleci Çayı mevkiinde Şahapzâde Bakır'ın Evi ile Halepli Bahçesi'ndeki Sakıp Efendi Konağı'nın hamamları günümüze kadar gelebilmiş güzel örnekler arasında yer alır.
I. Damlar
Urfa evlerinde odalar genellikle çapraz tonoz veya "mertek" (direk) üzerine düz toprak damlıdır. Bazen damların üzeri "nehıt" (düzgün kesme taş) döşelidir.
Çardaktaki odalar genellikle tekne tavanlı olup dıştan "tutya" (çinko) veya kiremit çatılıdır. 12 Eylül Caddesi'ndeki Halil Hafız Evi ve Kunduracı Pazarı'ndaki Ağanlar Evi'nde olduğu gibi bazı tavanlar renkli kalem işi ile süslemelidir.
Damların etrafı zikzak veya boğumlu (lokma) olarak kesilmiş taşların yan yana sıralanmasından oluşan bir korkulukla çevrilidir. "Pıherik"ler (bacalar), daha önce sözünü ettiğimiz eyvanlara hava cereyanını sağlayan namazgah mihrabı şeklindeki dikme taşlar (rüzgarlık) ve çörtenler, damlardaki diğer mimari elemanlardır.
2. Şanlıurfa Evlerinin Biçimlenmesinde Etkili Olan Nedenler
Anadolu evleri arasında ayrı bir grup oluşturan "Güneydoğu Anadolu Evleri" içersinde yorumlanması gereken Şanlıurfa evleri, yüz yıllardan beri bölgede süregelen mimari bir geleneğe dayanır. Gerek malzeme seçimi ve gerekse plan uygulaması yönünden Urfa evlerinde ve evlerin oluşturduğu sokak görünümlerinde iklimin büyük etkisi görülür. Kalker taşından yapılmış kalın duvarların ve tonoz örtülü toprak damların kullanılmasıyla yaz aylarının gölgede 45-47 dereceye kadar varan sıcaklığı büyük ölçüde hafifletilmiş, sokakların dar, duvarların yüksek tutulmasıyla da hemen hemen günün her saatinde güneşte yanmadan yürünebilecek gölgelik bir kesim elde edilmiştir.
Bölgenin ormandan yoksun bulunması, kentin güneybatı kesimindeki dağlarda bulunan kalker taşının (ünlü Urfa Taşı) işlemeye elverişli olması mimaride ana malzeme olarak taşın kullanılmasına neden olmuştur.
Urfa evlerinin haremlik ve selamlıklı olarak inşa edilmeleri ve sokak tarafından penceresiz yüksek duvarlarla çevrilerek gizlenmeleri İslâm'daki aile hayatının mahremiyeti gereği ortaya çıkmıştır. Bu şekilde dışarıya kapalı olan evlerin birer "saray"ı andırır ölçüde büyük ve teşkilatlı yapılmasının nedenini de birleşik aile düzeninde ve dolayısıyla ailelerin kalabalık olmasında aramak gerekir. Ailedeki erkek çocukların evlenmeleri halinde ayrı birer ev tutmayarak baba evlerinde oturmaları büyük ve teşkilatlı ev planlarının doğmasına neden olmuştur.
Evlerin büyük olarak yapılmasının diğer bir nedenini Hz. İbrahim (a.s) den geldiği kabul edilen Urfa'lıların misafir sevme geleneğinde aramak gerekir. Bu gelenek, sokak kapılarının birer han kapısını andırır ölçüde büyük olmasında, mutfakların geniş ve 6-7 ocaklı olarak teşkilatlı yapılmasında da etkili olmuştur denilebilir.
Dış görünüşündeki penceresiz yüksek duvarlarla bir kale gibi sokağa kapalı olan Urfa Evleri'nin iç kısımlarındaki ahşap ve taş süslemenin cami, han, hamam, medrese gibi anıtsal eserlere nazaran son derece zengin bir şekilde karşımıza çıkmasının nedeni, günlerini evinde oturarak geçiren kadına, sıkılmayacağı zevkli bir ortam yaratma düşüncesinde ve Fransız Sanat Tarihçisi Albert Gabriel'in "Türkler süslemeyi gösteriş için değil, kendi zevkleri için yapmışlardır" sözünde aramak gerekir.
Urfa evlerinin biçimlenmesinde iklimin, İslâmi inanışların, birleşik aile düzeninin ve ev kadınına ferah bir ortam yaratma düşüncesinin etkileri yanında, sosyal ihtiyaçların da etkisini görmek mümkündür. Çatı yerine "düz dam"ın büyük çoğunlukla kullanılmış olması salça, biber, bulgur, pekmez gibi kışlık zahirenin kurutulması ihtiyacından doğmuştur. Bugün inşa edilen apartmanlarda bile düz dam geleneğinin devam etmesi aynı ihtiyacın bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca sıcak yaz gecelerinde açık havada yatma ihtiyacı da düz damların yapılmasını sağlayan nedenler arasında sayılabilir.
Geniş ve açık "hayat"ın ortaya çıkmasının nedenini birinci derecede iklimin sıcak olmasında aramak gerekir. Ancak; sünnet, düğün, süpha (düğün yemeği) gibi sosyal gelenekleri de "hayat"ın biçimlenmesindeki etkili nedenler arasında göstermemiz mümkündür.
3. Görülmeye Değer Örnek Şanlıurfa Evleri
a. Abdülkadir Hakkari Evi
Camii Kebir (Ulu Camii) Mahallesi Yorgancı Sokak, 16-18 numaradadır. Sokak girişleri aynı kapılarla sağlanan haremlik ve selamlık olmak üzere iki bölümlüdür. Haremlik bölümüne "enikli kapı"dan girilir. Burası aşağı ve yukarı hayat olmak üzere iki bölümlüdür. Aşağı "hayat"ın kuzey ve güney cepheleri sütunlar üzerine oturan revaklıdır. Bu bölümde mutfak, odunluk, develik, zerzembe ve bir oda yer alır. Aşağı avlunun kuzeydoğu köşesinden bir merdivenle yukarı hayat'a (yazlık) çıkılır. Ayrıca avlunun batı duvarındaki diğer bir merdiven de yazlığa çıkışı sağlamaktadır. Yazlığın kuzey cephesinde ortada büyük bir eyvan ve ikişer oda bulunur. Eyvan ve odalar düz ahşap tavanlıdır.
Selamlık bölümünün giriş kısmında bir oda ve ahır bulunur. Giriş bölümünden güney yönde yükselen merdiven selamlığın üst katına ulaşır. Burada ortada eyvan, doğu ve batısında birer oda yer alır. Yazlık eyvanın batısına bitişik odanın ahşap kapısı üzerindeki h. 1283 (m. 1866) tarihi büyük bir ihtimalle evin inşa tarihi olmalıdır.
b . Akçarlar Evi (Harran Üniversitesi Kültür Evi)
Geleneksel Urfa evlerininin güzel örneklerinden olan Akçarlar Evi'nin kitabesi bulunmadığından inşa tarihi bilinmemektedir. Ancak, doğusuna bitişik olan ve Harran Üniversitesi'nce restorasyonu yapılmak üzere satın alınan Şefik Tenekeci Evi'nin h. 1148 (m. 1735) tarihli kitabesine dayanarak Halil-ür Rahman Gölü'ne hakim bu bölgede 18. yüzyıl başlarında bir yapılaşmanın mevcut olduğu, Akçarlar Evi'nin de bu yıllarda inşa edilmiş olabileceği düşünülmektedir.
Akçarlar Evi harap bir durumda iken 1993 yılı Aralık ayında Harran Üniversitesi tarafından satın alınmış ve 1994-2001 tarihleri arasında restorasyonu tamamlanarak 12 Ekim 2001 tarihinde Rektör Prof.Dr. Uğur Büyükburç tarafından Harran Üniversitesi Kültür Evi olarak hizmete açılmıştır.
Bulunduğu arazinin topografyasına uygun olarak aşağıdan yukarıya doğru kademeli bir biçimde yükselen beş avlulu bir planda, selamlık ve haremlikli olarak inşa edilmiş olan Akçarlar Evi'nin avlularından her biri aşağıdaki bölümün terası durumundadır.
Güneye bakan taç kapıdan girilen selamlığın zemin kattaki küçük avlu, iki oda ve bir mağaradan oluşan bölümü, evin hizmetçisine ayrılmış; bunun üzerindeki ikinci avluda yer alan tek oda erkek misafirlere tahsis edilmiştir. bu odaya çıkış, hizmetçi bölümünden olduğu gibi, doğuya bakan haremlik kapısından da olmaktadır.
Doğuya bakan sokak kapısından girilen selamlığın üst katına ait çapraz tonozlarla örtülü uzun dehliz, batıda bir ara kapı ile haremliğin birinci avlusuna (evin üçüncü avlusu) açılır. Avlunun kuzeyinde cephesi güneye yönlendirilmiş, ortada beşik tonozlu bir eyvan ve iki yanında çapraz tonozlu birer oda, avlunun batı kenarında mutfak ve güneybatı köşesinde bir duvar çeşmesi yer alır. Eyvan ve odaların gerisinde kiler olarak kullanılan kayaya oyulmuş iki bölümlü büyük bir mağara bulunmaktadır. Mağaranın eyvanın arkasına gelen bölümünün zemininde yer alan sarnıç şeklinde kaya oyulmuş çukura (karlık) kış aylarında kar basılmakta ve bu karlar yaz aylarında suların soğutulmasında kullanılmakta idi.
Haremliğin birinci avlusundaki eyvan ve iki oda geleneksel bir Urfa evinin sergi düzeni ile döşenmiş, mağaraya ise kafeterya ve gerektiğinde seminer ve konferans salonu fonksiyonu verilmiştir.
Avlunun doğu kenarındaki bir merdivenle haremliğin ikinci avlusuna (evin dördüncü avlusu) çıkılır. Ortasında bir şadırvanın yer aldığı bu avlunun kuzey kenarında cephesi güneye yönlendirilmiş içiçe geçilen düz damlı iki oda, batı kenarında cephesi batıya yönlendirilmiş, önü iki sütuna oturan üç göz revaklı ve çatılı bir oda yer alır. Bu odanın doğu cephesi taş konsollar üzerine oturan sokağa taşkın cumba şeklindedir.
Haremliğin ikinci avlusundaki bu üç oda "Türk-Alman-Avusturya Kültür Odası" olarak değerlendirilmiştir.
Şadırvanlı avlunun kuzeybatısındaki taş merdivenle haremliğin üçüncü avlusuna (evin beşinci avlusu) çıkılır. Bu avlunun kuzey kenarında düz damlı küçük bir oda, doğu kenarında beşik tonozla örtülü büyük bir oda bulunmaktadır. Restorasyon sırasında tuvalet ve banyo eklenen bu odalara misafirhâne fonksiyonu verilmiştir.
c. Akyüzler Evi
Ellisekiz Meydanı'nın doğusuna yakın Tarakçı-lar Sokak'ta yer alan bu tarihi ev, haremlik ve selamlık planlı Urfa evlerinin anıtsal örneklerinden biridir.
Sokak tarafından büyük bir kapıyla girilen selamlık bölümü küçük ve teşkilatsızdır. Selamlıktan ikinci bir kapıyla geçilen haremlik bölümü, insanı büyüleyecek derecede güzel ve teşkilatlıdır. Kare avlunun kuzey cephesi iki katlı olup her iki kat da ortada bir eyvan, yanlarda birer oda planında düzenlenmiştir. Eyvanlar ikişer sütunla ve sakallı kemerlerle üçer göze ayrılmıştır. Alt kattaki eyvan ve odalar tonozlu, üst kattakiler ise Bağdadi tekniğinde tekne ve oval kubbe tavanlı olup dıştan çatı ile örtülüdür. Üçgen alınlıklı çatı, çok harap bir durumda olduğundan ikinci kat kullanılmamaktadır.
Avlunun kuzey tarafı tek katlı olarak ortada eyvan ve yanlarında birer oda düzenindedir. Sokak kapısı üzerindeki kitabeden, evin h. 1284 (m. 1867) tarihinde inşa edildiği anlaşılmaktadır.
d. Çardaklı Köşk.
Halil-ür Rahman Camii ve Gölü'nün kuzeyinde bulunan bu tarihi ev, 1992 Yılında ŞURKAV tarafından Mehmet Yusufoğlu'ndan satın alınarak restore edilmiştir. Restorasyon çalışmaları 1997 yılında başlayıp, 1999 yılında tamamlanmıştır.
Restore edilen bu tarihi ev, yöreye özgü yemeklerin sunulduğu lokanta olarak hizmet vermektedir.
Evin birkaç kattan oluşması ve her katta "çardak" tabir edilen tipte odalar bulunması yapıya "Çardaklı Köşk" denmesine sebep olmuştur.
e. Hacı Bekir Pabuççu Evi
12 Eylül caddesi üzerindedir. Haremlik ve selamlıklı bir plana sahip iken 1980 yılındaki imar uygulamaları sırasında, selamlık kısmının tamamı yıktırılmıştır.
Urfa'daki en güzel sivil mimari örnekleri arasında yer alan bu tarihi ev, diğer evlerde olduğu gibi sokak tarafındaki düz ve yüksek duvarlarıyla dışarıdan bakıldığında hiçbir anıtsal özellik göstermez. Basit tarzdaki kapıdan haremlik avlusune girilir. Avlunun güneyinde yer alan ve Selçuklu medreseleri eyvanlarını hatırlatan abidevi eyvan, avlunun kuzeyindeki odalar üzerinde bulunan tutya çatılı zarif köşk, avluyu çevreleyen cephelerdeki zengin taş süslemeler ve odalardaki ahşap işleriyle bu ev adeta küçük bir sarayı andırır.
f. Hacı Hafızlar Evi (Devlet Güzel Sanatlar Galerisi)
Karameydan mevkiindeki İzgördü Pasajı yanındadır. Sokak tarafında iki ayrı kapısı olan, iç kısmında birbirlerini ayıran duvardaki bir kapı ile ayrıca bağlantıları bulunan selamlıklı ve haremlikli Urfa evlerinin en güzel örneklerindendir. İlk sahibinin Hacı Hafızlar lakabıyla tanınan bir aile olduğu söylenilen bu evin selamlık kapısının üzerindeki kitabeden h. 1306 (m. 1888) tarihinde yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Daha sonraları Hacı Abdurrahman ağa ailesine geçen ev, 1979 yılında Kültür Bakanlığı'nca son sahibi olan Hacı Mahmut İzgördü'den satın alınarak restore edilmiş ve Devlet Güzel Sanatlar Galerisi olarak hizmete açılmıştır.
Güney cephesinden büyük ve kitabeli bir kapı ile girilen selamlık kısmının tonozla örtülü giriş dehlizinin sağında ve solunda birer oda yer alır. Soldaki büyük odanın avluya bakan cephesi, yuvarlak sütunlar üzerine oturan üç gözlü revaklıdır. Avlunun kuzey tarafındaki develiğin ön kısmı, ortada bir paye üzerine oturan çapraz tonozlu iki gözlü eyvanla değerlendirilmiştir. Avlunun doğu tarafında develiğin uzantısı durumunda çapraz tonozlarla örtülü mekânlar ile bir tuvalet ve bunların üzerinden dama çıkan üstü kapalı taş merdiven yer alır. Restorasyon sonunda develik kısmı Resim Galerisi olarak değerlendirilmiştir.
Selamlık avlusunun batısındaki duvar içersinden bir kapı ile haremlik bölümüne geçilir. Haremliğin sokağa bakan güney cephesinde ikinci bir kapı bulunmaktadır. Kare planlı ve ortası çiçeklikli haremlik avlusunun kuzey ve güneyi simetrik olarak ortada bir eyvan ve yanlarında birer oda düzenindedir. Yerden yüksekte bulunan kuzey cephedeki eyvan ve odaların alt kısmı boydan boya yarım bodrum şeklinde "zerzembe" olarak değerlendirilmiştir.
Haremlik avlusunun güneybatı köşesinde yer alan üçüncü eyvan, Urfa evlerinde nadir olarak görülmesi bakımından önem taşımaktadır. Bu eyvanın kuzeyine bitişik olarak bulunan oda, "tandırlık" ve odunluk, avlunun batısında yer alan mekânları oluştururlar. Mutfak içersinde kuzeybatı köşede küçük ölçüde tek kubbeli hamam bulunur.
Halka açık olduğundan kolayca gezilebilir olması ve hemen hemen Urfa evlerinin bütün özelliklerini üzerinde taşıması bakımından Hacı Hafızlar Evi'nin, Urfa evleri arasına ayrı bir yeri vardır.
g. Hacı İmam Demirkol Evi
Camii Kebir Mahallesi, Haciban Sokak 5 numaradadır. 1852 yılında Kürkçüzâde Ahmet Bican Ağa tarafından yaptırılmıştır.
Avlunun kuzey ve güney cephesinde yer alan yazlık ve kışlık eyvanlar ile sağındaki ve solundaki odalar sisteminin avlunun doğu tarafında da uygulanmış olması, ilk kez bu evde karşımıza çıkmaktadır. Kuzey cephe eyvanı ve odaları önündeki sütunlar üzerine oturan yüksek ve geniş kemerli revak kısmı, güney cephe eyvanı ve odaları önündeki sütunlar üzerine oturan gezeneği, taş süslemeli kuyusu, sokak kapısı dehlizi ile bağlantılı servis dolabı ile diğer evlerde rastlayamadığımız bazı özellikleri üzerinde bulundurması bakımından bu evin Urfa evleri arasında ayrı bir yeri vardır.
Avlunun güney kenarındaki, kuzeye yönlenmiş eyvanın batısında yer alan odanın ahşap süslemeli kapısında h. 1269 (m. 1852) tarihli kitabe bulunmaktadır.
h. Hacıbanlar Evi
Camii Kebir Mahallesi, Haciban Sokak 22 numaradadır. Beşik tonozlu "kapı aralığından" (dehliz) uzun kenarı doğu-batı istikametinde ortası çiçeklikli "hayat"a geçilir. Avlunun kuzey ve güney cepheleri ortada eyvan, yanlarda birer oda düzenindedir. Klasik bir Urfa evinin özelliklerini taşıyan bu evde en dikkate değer mimari öğe, avlunun batısındaki sokak duvarı üzerinde yer alan, kuzey ve güneyindeki damları birbirine bağlayan, zengin taş süslemeli konsollar üzerine oturan gezenek kısmıdır. Konsolların kemer araları duvar tarafında yuvarlak kemerli kuş takaları ile dekorlanmıştır. Evin kuzey cephesinde yer alan eyvanın kilit taşındaki h. 1085 (1674) tarihli kitabe inşa tarihini vermektedir.
i . Kürkçüzâde Halil Hafız Evi
12 Eylül Caddesi'nde, Hacı Bekir Pabuççu Evi'nin kuzeyine bitişiktir. Bu ev, haremlik ve selamlıklı bir plana sahip iken selamlık kısmı 1980 yılındaki yol genişletme çalışmaları sırasında yıktırılmış, haremlik bölümüne dokunulmamıştır.
Haremlik avlusuna geçiş veren kapının avluya bakan cephesindeki kitabeden, evin h. 1321 (m. 1903) tarihinde inşa edildiği anlaşılmaktadır. Avlunun güneyinde dört sütunlu, yuvarlak kemerli ve çift katlı zarif revak sistemi Urfa'daki evler arasında tek örnektir. Bu cephenin alt katında çapraz tonozla örtülü iki oda bulunur. Avlunun güneybatı köşesinden taş
1894 yılında Gautier, 1946 ve 1952 yıllarında Kılıç Kökten, 1947 yılında W. Brice tarafından yapılan arkeolojik araştırmalarda elde edilen buluntulardan Şanlıurfa bölgesi tarihinin Paleolitik Çağa kadar (M.Ö.600000-10000) uzandığı tesbit edilmiştir.
1963 yılında İstanbul Üniversitesi'nden Prof. Dr. Halet Çambel ve Chicago Üniversitesi'nden Prof.Dr.R. Braidwood başkanlığında oluşturulan "Tarihöncesi Karma Projesi Araştırmaları", Şanlıurfa bölgesinin tarımcı köy topluluklarının en eski bölgesi olduğunu ortaya koymuştur.
Paleolitik çağın avcı ve toplayıcı göçebe insanları, Neolitik Çağ'da (M.Ö. 9500-5500) doğa ile olan ilişkilerini kendi tarafına çevirmeyi başarıp, çevresinde var olan bitki ve hayvan türlerinden bazılarını evcilleştirerek kendi eliyle üretir hale gelmiş ve ilk çiftçi ve çoban köylerini kurarak yerleşik düzene geçmişlerdir. Yerleşik düzene geçilmesiyle birlikte mimarlık sanatı da ilk kez Neolitik Çağ'da ortaya çıkmıştır. Moloztaşlar, kerpiç dolgulu ahşap, sıvanmış dallar bu çağın inşaat malzemelerini oluşturmaktadır.
İl merkezi Balıklıgöl mevkii, Vali Fuat Bey Caddesi'nin güneybatı kesimindeki toprak kesitte, Harran Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Araştırma Görevlisi Bahattin Çelik tarafından toplanan Neolitik Çağı'ın Akeramik evresine ait çakmaktaşı aletler, Urfa merkezinin günümüzden 11000 yıl önce iskan edildiğini kanıtlamıştır.
Şanlıurfa'nın Hilvan ilçesine bağlı Ovacık Nahiyesi, Güluşağı (Kolik) Köyü Muhtarlığı'nın Argaç (Kantara) Köyü yakınındaki Nevalı Çori adıyla anılan tarlada, dönemin Müze Müdürü Adnan Mısır başkanlığında 1983 ve 1985 yıllarında yapılan arkeolojik kazılarda rastlanılan mimari kalıntılar, Neolitik Çağ'ın Akeramik (çanak-çömleksiz) evresine bağlanmıştır.
Ayrıca, Bozova ilçesine bağlı Şaşkan Köyü yakınındaki Küçük ve Büyük Şaşkan Höyükleri arasında yer alan ve "Kumartepe" adı verilen tarlada, 1983 yılında Urfa Müze Müdürlüğü adına A.Cihat Kürkçüoğlu başkanlığında yapılan kazılarda da Geç Neolitik döneme ait yerleşmeler tesbit edilmiştir. Bu kazılarda rastlanılan mimari kalıntılar toprağın 1-2 metre altında ve birbirinden son derece uzak parçalar halinde bulunmuştur.
Şanlıurfa merkez ilçe Örencik Köyü sınırları içiresinde yer alan "Göbekli Tepe"de 1995 yılından bu yana sürdürülen arkeooljik kazılarda Neolitik Çağı'ın Akeramik evresine tarihlenen (M.Ö. 9000) dünyanın en eski tapınak kalıntılarına rastlanmıştır.
Şanlıurfa'daki Neolitik yerleşmeye ilk defa Nevalı Çori. Şaşkan ve Göbekli Tepe'de rastlanılmış olması, bu kazıların önemini daha da arttırmıştır. Mimarlık tarihinin başlangıcı olan Neolitik Çağ'a ait bu iki yerleşmeden başka Şanlıurfa'da yapılan çok sayıdaki arkeooljik kazıda Kalkolitik, Tunç, Demir ve Hellenistik Çağ ile Roma, Bizans, Emevi, Fatımi, Anadolu Selçuklu, Eyyûbi, Memluk ve Osmanlı devirlerine ait mimari kalıntılara rastlanılmış olması, bölgenin mimarlık tarihi açısından zengin bir geçmişe sahip olduğunu göstermektedir.
I. MİMARİ MALZEME
Çevrede ağaç malzemenin bulunmayışı, taşın Şanlıurfa mimarisinde hakim malzeme olarak kullanılmasına yol açmıştır. Urfa taşının kolay işlenebilmesi ve yüzyıllardan beri yerleşip süregelen taşçı geleneği de Urfa yapılarında ağaç malzemenin kullanılmayışına yol açmıştır. Diyarbakır'daki bazalta karşılık Urfa yöresinde açık renkli (Ocre Jaune) sarımsı kalker taşı mimariye hakimdir. Kolay işlenen ve ocaktan çıktıktan bir süre sonra sertleşen bu kireçli oluşum, Urfa yapılarının her devrinde rahatlıkla kullanılmış ve kullanılmaktadır.
Halk arasında "Hevara Daşı" olarak adlandırılan bu taşın kentin güneybatısındaki dağlık bölgeden getirildiği bu bölgeye yayılmış çok sayıdaki antik taş ocağından anlaşılmaktadır. Dağın bir yamacının delinerek diğer yamacından çıkılan taş ocakları (Delikli Mağara) yanında, uzunluğu 50-75 metre, eni 25-30 metreyi bulan büyük taş ocaklarına; Kanlı Mağara Deresi, Kasarcı Deresi ve Ehber Deresi'nde yoğun bir şekilde rastlanılmaktadır.
Halk arasında yaygın bir efsanesi olan Kanlı Mağara ile yüzyıllardan beri mesire yeri olarak kullanılan Şakşak, İpek, Direkli, Nalbant Harabası, Şahan Yuvası, Hamam Mağarası, Köko'nun Mağarası, Yıkık Mağara, Dabbak Mağarası, Göncü Mağarası, Ceylan Mağarası, Şekerli Mağara, Savuh Mağara, Ağaçlı Mağara, Dede'nin Sarnıcı Mağarası, Hacı Abbas'ın Mağarası, Develik Mağarası, Hacı Kâmillerin Mağarası, Dip Karlık Mağarası ve daha isimsiz yüzlerce mağara, bölgedeki önemli taş ocakları arasında yer almaktadır. Taş ocaklarının hakim olduğu bu bölgede yaptığımız araştırmalarda taşçı arabalarının kayalıklar üzerinde açmış oldukları derin teker izlerinin meydana getirdiği antik yollara rastlanılmıştır.
Taşın bu kadar yaygın olarak kullanılmasına karşılık,duvarları ve tavanları 'Bağdadi Tekniği'nde yapılmış bir iki ev dışında Urfa yapılarında ahşap malzemeye pek rastlanılmaz. Ancak evlerdeki odaların iç dekorasyonunda, pencere ve kapı kanatlarında zengin süslemeli ahşaba büyük ölçüde yer verilmiştir.
II. PLAN ZENGİNLİĞİ
Şanlıurfa'daki mimari eserlerde zengin bir plan çeşitliliği göze çarpar. Binlerce yıllık tarihi geçmişi bulunan bu yörenin mimarları, çeşitli devirlerdeki mimari eserlerden etkilendiklerinden yapılarında değişik plan uygulamalarına gitmişlerdir. Milattan önceki çağlardan Osmanlı dönemine kadar çeşitli milletlerin hâkimiyetine giren Urfa'da, bütün bu devirlerin birbirlerini etkilemelerinden doğan plan tipleri, birbirlerinin kopyaları olmaktan ziyade, yeni arayışlar içerisinde varyasyonlar meydana getirecek şekilde zenginlik göstermiştir. Mimarinin her şubesindeki çeşitli örneklerde bu zenginliği izlemek mümkün olabilmektedir.
Mimarinin her şubesinde olduğu gibi "Urfa Evleri"nde de değişik plan arayışları dikkati çekmektedir. Yazlık ve kışlık eyvanlı olarak kalıplaşmış bir plana sahip olarak görünmelerine rağmen, yüzlerce ev arasında birbirini aynen taklit eden evlere rastlanılmayışı, Urfa'lı mimarların değişik plan arayışına ne denli önem verdiklerini göstermektedir.
III. USTALAR
Şanlıurfa'daki mimari eserlerin inşasında çalışan ustalar, yaptıkları işlere göre; taşçılar, yonucular ve yapıcılar olmak üzere üç gruba ayrılırlar. Taşçılar, taşı ocaktan kesen gruptur ki bunlar dağlardaki taş ocaklarında çalışırlardı. Ocaktan gelen taşları işleyen yonucu ustaları inşaat alanının bir köşesinde çalışırlardı. Yapıcılar ise, yapının tasarımını yapan mimar pozisyonunda ustalardı. Bugün bile Türkiye'nin bir çok yerindeki eski eser onarımlarında Urfa'lı yonucu ve yapıcı ustalar çalışmakta ve aranmaktadır.
IV. SÜSLEME
Urfa'daki mimari eserlerde, evler dışında mimari süslemeye pek önem verilmemiştir denilebilir. "Urfa Evleri"ndeki zengin taş işçiliğine karşılık cami, han, hamam ve medrese gibi anıtsal yapılarda çini süslemeye hiç, taş süslemeye ise nadir olarak rastlanılması ilgi çekici bir konudur. Dabbakhâne Camii Minaresi'ndeki çini panolar Urfa'daki çini süslemenin tek örneğini teşkil eder. Yusuf Paşa, Hızanoğlu ve Nimetullah Camileri dışında mihrapları taş süslemeli cami yoktur. Nimetullah Camii, Klasik "Osmanlı portalleri" tarzındaki mukarnas süslemeli kapısıyla da Urfa camileri arasında ayrı bir yere sahiptir. Gümrük Hanı'nın giriş eyvanı yan duvarlarındaki geometrik friz, Nakibzâde Hacı İbrahim Efendi Medresesi'nin eyvanı ve odalarındaki süslemeler, Dabbakhâne Camii'nin batı ve güney avlu kapılarındaki geometrik geçmeler Urfa'daki anıtsal eserler üzerinde nadir olarak rastlanılan taş işçiliklerindendir. Ayrıca Karamey-dan'daki Hüseyin Paşa Camii ve Yusuf Paşa Camii gibi bazı camilerin minber korkuluklarında şebekeli oyma tekniğinde taş işçiliği dikkati çekmektedir.
Ağaç süslemede, anıtsal eserler arasında yok denecek kadar azdır. Rızvaniye Camii'nin inşa tarihinden kalma (1736) ahşap oyma kapıları, müezzin mahfilinin renkli kalem işleri, Nakibzâde Hacı İbrahim Efendi Medresesi Kütüphânesi'nin süslemeli kapı kanatları ile Hasan Padişah Camii minberinin kapı kanatları, anıtsal eserlerdeki ağaç işçiliğinin tamamını temsil ederler.
Anıtsal eserlerdeki bu duruma karşılık olarak; ağaç süsleme "Urfa Evleri"nde şaşırtıcı derecede bir zenginlikle karşımıza çıkmaktadır. Evlerdeki odaların kapıları, pencere kanatları, duvar kaplamaları, "göz göz" tabir edilen süslemeli ahşap rafların meydana getirdiği nişler, aynalar ve çeyiz sandıkları ağaç oyma sanatının inceliklerini ve motif zenginliklerini yansıtmaları bakımından, ayrı bir inceleme konusu teşkil edebilecek derecede bir öneme sahiptir. Evlerdeki ahşap kapı ve pencere örneklerinden önemli bir grup, Şanlıurfa Müzesi'nde sergilenmektedir.
Urfa mimari eserlerinde taş ve ağaç işçiliğinin anıtsal eserlerden ziyade, evlerin iç mekânlarında zengin olarak kullanılmış olması, Fransız Sanat Tarihçisi Albert Gabriel'in "Türkler süsü kendi zevkleri için yaparlar, gösteriş için değil " sözünü doğrular niteliktedir.
V. ŞANLIURFA MİMARİ ESERLERİNİN GRUPLARA GÖRE DAĞILIMI
Şanlıurfa mimari eserleri; dini, mezar, sosyal tesis, su, askeri, ticaret yapıları, konut (sivil) ve anıt mimarisi olmak üzere başlıca 8 gruba ayrılmaktadır.
Dini mimari içerisinde, Urfa'da bugün tarihi değere haiz 39 adet cami, 1 namazgah, 7 tekke, 5 kilise (Bunlardan üç adedi camiye çevrilmiş olup camiler listesine eklenmiştir), mezar mimarisi içersinde 13 adet türbe, Roma devrine ait bir anıt mezar ve yüzlerce kaya mezarı bulunmaktadır.
Sosyal tesis mimarisinden, Urfa'da halen 7 adet medrese, 4 mektep, 1 kütüphâne, 2 hastane, 1 yetimhâne bulunmaktadır. Su mimarisine örnek olarak 8 adet köprü, 12 adet çeşme, 2 sebil, 1 su kemeri, 1 su bendi, 1 maksem, 8 hamam, 3 çimecek (gusülhâne) 21 su değirmeni yer almaktadır.
Askeri mimariye örnek olarak; iç kale ve şehir surlarının kalıntıları örnek olarak verilebilir.
Ticaret yapılarına örnek olarak; 11 adet han, 8 adet kapalı çarşı, 1 basmahâne bulunmaktadır.
Köşkler, konaklar ve evlerin oluşturduğu sivil mimari (konut mimarisi) grubunda ise, yüzlerce güzel örnek bulunmaktadır.
Anıt mimarisine örnek olarak; Urfa Kalesi sütunları, Harb-ı Umumi Şehitleri Abidesi, Mustafa Kemal Paşa Anıt Çeşmesi (Yol Gösteren Çeşmesi), Milli Mücâdele Şehitleri Abidesi ve Garnizon Şehitleri Abidesi gösterilebilir.
Kısaca değindiğimiz bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, büyük bir kısmı İslâmi dönemlere ait olmak üzere, Şanlıurfa'da mimarinin her şubesinden eser örneği bulunmaktadır.
Bu eserlere, yakın zamanlarda yıktıklarımız ve yazılı kaynaklardan öğrendiklerimiz de eklenince Urfa'nın ne denli bir mimari zenginliğe sahip olduğu ortaya çıkmaktadır
İl genelinde, 255.116i mesken, 28.074ü ticarethane, 484ü resmi daire, 3.179u sanayi, 7.495i tarımsal sulama ve diğer abone grupları olmak üzere, toplam 274.218 elektrik abonesi bulunmaktadır.
Temel Alt Yapı
ULAŞTIRMA
ULAŞTIRMA-PTT
Karayolu ağının toplam uzunluğu 1.111 kilometredir. Bunun; 569 kilometresi devlet yolu, 542 kilometresi il yoludur. Toplam yol ağının 950 kmsi asfalt, 106 kmsi stabilize ve 54 kmsi geçit vermezdir.
Ulaştırma alanında, GAP Uluslararası Havaalanı inşaatı devam etmektedir. İlin gelişmesine önemli katkı sağlayacak olan projenin, fiziki gerçekleşmesi % 86 seviyesindedir.
137 kilometre uzunluğundaki Gaziantep-Şanlıurfa Otoyolunun il sınırları içerisindeki Birecik-Suruç kesimi (41.1 km) %81, Suruç-Ş.Urfa kesimi (37 km) %66 fiziki gerçekleşme ile devam etmektedir.
Toplam köy yolu ağımızın uzunluğu 7.265 kilometredir. Bunun; 1.844 kilometresi asfalt, 3.648 kilometresi stabilize, 1.549 kilometresi tesviye ve 224 kilometresi ham yoldur. Köy yollarının asfalt oranı %25 seviyesindedir. 137 mezranın dışında tüm köy ve mezraların yolu bulunmaktadır.
ŞANLIURFA VALİLİĞİNCE; İL GENELİNDE 2005 YILINDA 1012 KİLOMETRE STABİLİZE YOL YAPILDI.
Şanlıurfa Valiliğince ; İl Özel İdaresi imkanları ile 2005 yılında pür emanet ve ihaleli olarak 1012 kilometre stabilize yol yapıldı. Yıl sonuna kadar ise il genelinde yapılacak stabilize yol toplamı 1500 kilometre olarak hedeflendi.
2005 yılı programının tesviye, greyderli bakım dahil toplam 485 kilometre olduğunu bununda Şanlıurfa için yeterli olmadığının görüldüğü ve bu nedenle ; 2005 yılında Ocak-Şubat ve Mart aylarında makine parklarını ikiye bölerek bir bölümünün Siverek İlçesine diğer bölümünün ise Viranşehir ilçesine gönderildi.Stabilize yol çalışmalarının başlanıldı.Ayrıca ; ilçelere İl Özel İdaresi imkanları ile ödenek de gönderilerek bugüne kadar yaklaşık 1012 kilometre stabilize yol yapıldığını ve yıl sonuna kadar bu rakamın 1500 kilometre olarak hedeflendiOcak ayından bugüne kadar 257 kilometresi pür emanet, 755 kilometresi ihaleli olmak üzere toplam 1012 kilometre stabilize yolun bitirildi. Şanlıurfa Merkez İlçede 177 Km, Akçakale İlçesinde; 74,200, Birecik İlçesinde 45,910, Bozova İlçesinde; 68,800, Ceylanpınar İlçesinde : 50,000, Halfeti İlçesinde; 53,000, Harran İlçesinde 51,000, Hilvan İlçesine; 96,150, Suruç İlçesinde; 88,250 ,Siverek İlçesinde; 150,000,Viranşehir İlçesinde; 158,300 km yol yapıldığını, ayrıca; 441 kilometre asfalt yapama, (2) kilometre tesviye ve 10 kilometre de köy yollarının onarımının gerçekleştirildi.
Bu yıl içinde 15 Km. uzunluğundaki Şanlıurfa Merkez--Konuklu-Kısas grup yolu stabilize kaplama yapıldı. Genişliği 7 metre olan ikinci sınıf yol taşeron firma tarafından 30 gün içinde tamamlandı ve 150.000 YTL. Mal oldu.
Merkez İlçe; Koçak köy yolu ayrımı- Kosari (1 km) , Koçak köy yolu ayrımı- Aksarnıç (1 km) , Üzümkara- Acaryurt (5 km), Yedikuyu köy yolu ayrımı- Cülfacık- Botaş Yolu (3 km) , Yeşiltepe köy yolu ayrımı- Devederesi (1 km), Yeşiltepe köy yolu ayrımı- Yeniköy (2 km) , Dy. ayrımı-Oğulbey-Perşembe- Yeniköy- Altıntepe- Kısas (4 km), Dy. ayrımı-Umutlu-Çekçek- Çukurdoruç-Güçlü (2 km) , Güçlü Köy yolu ayrımı- Güzelköy (1.5 km) , Güzelköy çıkışı- Yenisu- Mutluca Köyü (4 km) , İncirli- Çiçek Köyü (1 km) , Kısas Çıkışı- Günbalı- Mamuca (4 km), Mamuca köy yolu ayrımı- Emirler (1 km) , Bayramlı köy çıkışı- Kayacık köy bağ. (2 km) , Botaş yol ayrımı- Saklıca- Kayacık- Kalınbayat Köyü (6 km) , Bayramlı köyü ( çevre yolu) (0.3 km) , Saklıca köy yolu ayrımı- Hilvan ilçe sınırı- Akıncık köyü (0.5 km) , Keserdede Köy ilt.- Kahraman (1 km) , Aslıhan köy yolu ayrımı- Botaş- Bayramlı (1.5 km) , Botaş yol ayrımı- Güzelbudak- Hilvan ilçe sınırı (3.5 km) , Çamlıdere dy. ayrımı- Külünçe- Beykuyusu- Körkuyu (12 km) , Yeşilyurt köy yolu ayrımı- Eğrice- Beşik- Çeltik (8 km) , Beykuyusu köy yolu ayrımı- Sarıkuyu (5 km) , Dy. ayrımı- Teperek köyü (1 km) , Akziyaret dy. ayrımı- Konak- Külaflı- Büyük Salkım- Diphisar- Yenice (20 km) , Boydere köy yolu ayrımı- Çiçekli mezrası (1 km) , Konuklu köy ilt.- Ay. mezrası (1 km) , Külaflı köy yolu ayrımı- Yalavoz (4 km) , Külaflı köy yolu ayrımı- Cevher (0.5 km) , Külaflı köy yolu ayrımı- Helis (0.5 km) , İmar çık. Kısas köyü (12 km) ,
Akçakale İlçesi; Çakırlar köy yolu ayrımı- Deniz köyü (4.5 km) , Çakırlar- Şehitnusretbey- İncidere (6.9 km) , Şehitnusretbey- Milköy- Yediyol Köy yolu ayrımı (5.7 km) , Yediyol ayrımı- Dalca köyü (3.2 km) , Milköy y. ilt.- Yediyol- Erkent (7 km) , Ortaören Kanal arası (2 km) , Esendik köy yolu ayrımı- Donandı- Şekertepe- Onortak- Demirli (10.4 km) , Dy. ay.-Alatlar Sakça Köyü (3.4 km) , Sakça köy yolu ayrımı- Demirci mezra yolu (0.5 km) , Nah. y. ay.-İlle köyü (2 km) , Arıcan köy yolu ayrımı- Ayışığı- Bayraklı (2 km) , İlçe çıkışı- Zorlu- Gülveren- İkizce- Büyücek (7.7 km) , Zorlu köy yolu ayrımı- İşgören- Fatmakuyu aş.yk.Deren Kayalık (13 km) , Arıcan köy yolu ayrımı- Yalıntaş- Kayalık köy. bağlantısı (5.5 km) , Acıkuyu İlköğretim Yolu (0.4 km)
Birecik İlçesi; Böğürtlen Nahiyesi yol ayrımı- Söğürtlen- Köroğlu (1.5 km) , Nahiye yol ayrımı.- Çiftlik (0.3 km) , Böğürtlen Nahiyesi yol ayrımı.- Köroğlu (3.65 km) , Özveren çık.-Ekenek köy yolu (6 km) , Ekenek köy yolu ayrımı- Kurunca- Meyanca Köy yolu (2.2 km) , Özveren köy yolu ayrımı- Halfeti ilçe sınırı Akçayır köyü (3 km) , Akçayır köy yolu ayrımı- Bozova İlçe sınırı- Sumaklı köyü (2.93 km) , Böğürtlen- Özveren köy yolu (1.45 km) , Böğürtlen- Türkmen köy yolu (2.65) , Çiftlik köy yolu ayrımı- Altınova (2.4 km) , Bağlarbaşı -Çiftlik (1.45 km), Halfeti ilçe yol ayrımı- İncirli (0.5 km), Dolacak köy yolu ayrımı- Günışığı köy yolu (1.5 km), Dy.ay.- Yukarı Almaşar (1.4 km) , Dy ay. Kulaksız köy yolu (1.5 km) , Düzlüce- Güvenir arası (2 km) , Aşağı Kuyucak Köy yolu ayrımı- Orta Kuyucak köy yolu (1.7 km) , Yaylacık köy yolu ayrımı- Yukarı yaylacık köy yolu (1.6 km), Mengelli köy yolu ayrımı Han (3.5 km), Dy.ay.- Divriği köy yolu (0.13 km), Keskince köy yolu ayrımı- İnaplı baraj yolu (1.25 kmx9 , Durucak köy yolu ayrımı- Bahçeönü köy yolu (3 km) , Mağaralı (köy içi) (0.3 km)
Bozova İlçesi; Türkkenören köy yolu ayrımı-Koçhisar (4 km) , Gözenek köy yolu ayrımı- Aydüzü köy yolu (1.35 km) , Kılıçören köy yolu ayrımı- Şeref (1 km) , Kılıçören köy çıkışı- Küçük burç (4.6 km) , Küçük burç köy yolu ayrımı- İrme köy yolu (1.25 km) , Küçük burç köy yolu ayrımı- Ağıllı (3.25 km), Kındırali köy yolu ayrımı- Üçdirek (3.4 km) , Irmakboyu köy yolu ayrımı- Kayaözü- Işınlı (1.8 km) , Irmakboyu Killik köy yolu (5 km), Killik köy yolu ayrımı Çat (1.9 km) , Killik köy yolu ayrımı- Deliler- Kırağıllı köy yolu (3.3 km) , Killik köy yolu ayrımı- Ürünlü köy yolu (0.9 km) , Koçhisar köy yolu ilt.- Küpeli- Pınarbaşı köy yolu (2.2 km) , Yaylak nahiyesi yol ayrımı- Çakmaklı- Çılgalı köy yolu 2 km, Şanlıavşar nahiyesi yol yarımı- Güngördü- Sızan- Sinekli (5.7 km), Şanlıavşar nahiyesi çıkışı- Küçük burç (5.6 km), Şanlıavşar nahiyesi yol ayrımı- Sağırlı (0.3 km), Şanlıavşar nahiyesi yolu ilt.- Gerdek- Cinpolat köy yolu (2 km) , Tozluca köy yolu ayrımı- Düzdoruk köy yolu (2.1 km) , İlçe yol ayrımı- Çakmaklı- Konuksever- Yaylak (2.5 km), Killik yol yarımı- Ürünlü- Hacıköy (1.2 km) , Karapınar köy yolu ayrımı- Tekin (0.3 km) , Adıyaman köy yolu ayrımı- Eskin- Baraj Yolu (1.5 km), Adıyaman- Eskin- Selamet (1.7 km) , Karacaören köy yolu ayrımı- Alaköy (2.15 km) , Pirhalil köy you ilt.- Kılçık- Yıldızlı- Ortaören (1.5 km) , Kındırali köy yolu ayrımı- Ağıllı (2.3 km) , Şanlıavşar nahiyesi- Güngördü- Sızan köy yolu (4 km)
Ceylanpınar İlçesi; Yukarı Karataş- Yalçınkaya (5.9 km) , Yalçınkaya köy yolu ayrımı- Düzova- Tekinler (4.3 km) , Tekinler- Aşağı Karataş (3.1 km) , Saraççeşme yol ayrımı- Işıklar- Alaca köy yolu (11.5 km) , Alaca köy yolu ayrımı- Aşağı Durmuş (1.4 km) , Yoncalı- Han (2.1 km) , Boğalı köy yolu ayrımı- Avcılı (1.7 km) , Aşağı Taşyalak- Yukarı Esence (7.3 km) , Gümüş yol ayrımı- Zorova- Muraltı (3.4 km) , Düzova- Yalçınkaya (köy içi) (3 km) , Yüksektepe köy yolu ayrımı- Aydın (0.5 km) , Yukarı Karataş (köy içi) (1 km), Aşağı Karataş (köy içi) (0.5 km), Gümüş yol ayrımı- Çamlık mezrası (0.5 km) , Yukarı Taşyalak (köy içi) (0.8 km) , muhtelif köy yollarına malzemeli bakım ve onarım (3 km)
Halfeti İlçesi; Dergili köy yolu ayrımı- Çakallı köy yolu (0.45 km) , Dergili köy yolu ayrımı- Balderesi- Kurttepe- Kayalar (4.6 km) , Argılı köy yolu ayrımı- Balaban köy yolu bağlantısına (4.6 km) , Kurugöl köy yolu ayrımı- Saluca- Selman (3.600 km) , Özmüş köy yolu ayrımı- Öveç köy yolu (2.600 km) , İlçe yol ayrımı- Yolgeçer- Balaban- Günece- Üçayak- Beyburcu (19.775 km) , Hilalli köy yolu ayrımı- Akçayır (3.8 km) , Üçayak köy yolu ayrımı- Macunlu köy you (2.525 km) , Kalkan köy yolu ayrımı- Kınık köy yolu (2.3 km) , Gürkuyu köy yolu ayrımı- Eskihisar (3.7 km) , Balaban köy yolu Altınova (1.25 km) , Yukarı göklü yol ayrımı- Bozyazı köy yolu (3.8 km)
Harran İlçesi; Yayvandoruk köy çıkışı- Duran- Şeyhnebi- Öztaş (3.3 km) , Cepkenli köy yolu ayrımı- Uluağaç (1.3 km) , Çolpan köy yolu ayrımı- Şahintepesi (0.5 km) , Gürgelen köy yolu ayrımı- Ortaköy ( 2.3 km) , Yardımlı çıkışı- Ağcıl (1.9 km) , Bükdere çıkışı- Kırmıtlı- Aşık- Sıvacık- Miyanlı (7.5 km) , Tekneli köy yolu ayrımı- Kabataş köy yolu (0.7 km) , Çağbaşı köy yol ayrımı- Yaygılı köyü (1.2 km) , Bozyazı köy yolu ayrımı- Arıklı- Darcı köy yolu (2.1 km) , Aralı köy yolu ayrımı- Algı- Evciler- Kaplıca- Kubeli (4.3 km) , Aydüştü köy yolu ayrımı- Erdem- Umutlu- Bozceylan (3 km), Oğlaklı köy yolu ayrımı- Avlak (2.1 km) , Aralı köy yolu ayrımı- Andaç- Aslankuyusu- Altılı (4.7 km) , İlçe yol ayrımı- Tahılalan -Gözele- Öncüler- Sütlüce (5.3 km) , Minare köy yolu ayrımı- Buğdaytepe köy yolu (2.3 km) , Varlıalan köy yolu ayrımı- Küplüce (kanal yolu) (4.7 km) , Aralı köy yolu- Soylu köy yolu (1.5 km) , Aslankuyu- Aydüştü arası (2.3 km)
Hilvan İlçesi : Dy ilt.- Ömerli- Faikköy (5.6 km) , Dy.ilt.- Aşağı kırbaşı (2 km) , Dy. ilt.- Üçüzler köyü (0.8 km) , Aslanlı köy yolu ayrımı- Balluk köy yolu (0.5 km) , Gölcük nahiyesi yol ayrımı- Çakır-Yuvacalı köy yolu (1 km) , Faikköy- Kuşluhan mezrası (3.6 km) , Bahçecik çıkışı- yÜceler mezrası (1.3 km) , Bahçecik köy yolu ayrımı- Şahaplı mezrası (2.8 km) , Gölcük nahiyesi yol ayrımı- Uzuncuk- Hanmağara- Akbaşak- Kopuz köy yolu ilt. (5 km) , Gölcük nahiyesi ilt.-Kopuz-Botaş- Özveren- Karapınar (11.4 km) , Uzuncuk köyü- Tepecik (3 km) , Özveren- Akçakepir köyü (2.6 km) , İmar sınırı- Karaburç- Korgun- Balgaç-Kadıkent- Helis- AkçaörenBingöl grup köy yolu (13.1 km) , Atçaören köy yolu ilt.- Nasrettin (1.3 km) , Kadıkent köy yolu ilt.- Korkutlu (0.35 km) , Helis (Geçitağzı) köy yolu ayrımı- Karşı mezrası (0.5 km) , Balgaç köy yolu ilt.- Yenidoğan (2.4 km) , Arıca çıkışı-Oymaağaç- Sındırgı- Gelenek (10 km) , Sındırgı köy yolu ayrımı- Aşağı ekece (1.6 km) , Oymaağaç- Mağarcık mezrası arası (3.1 km) , Arıca köy yolu ayrımı- Atamer- Yukarı Çaylı- Yeni amber (5.7 km) , Arıca köy yolu ilt.- Altaş mezrası (1.1 km) , Atamer köy yolu ayrımı- Çaylı (0.4 km) , Aslanlı köy yolu çıkışı- Bölükbaşı- Çöte- Kepirkucak-Doğrular (7 km) , Bölükbaşı- Kepirkucak arası (2 km) , Balluca köy yolu ayrımı- Çaltepe (0.5 km) , Aslanlı köy yolu ayrımı- Balluk (2.5 km) , Dy.ayrımı- Aslanlı yolu (1.5 km) , Gölcük nahiyesi çıkışı- Merkez sınırı- Güzelbudak köy yolu (3.5 km)
Siverek İlçesi; Dy.ayrımı- Öküzöldü- Habeşler- Merkez ilçe sınırı (2 km) , Damlapınar- Hallaç- Andarlı (6.5 km) , Turna köy yolu ayrımı-Kilimli (1 km) , Esenli Kalfalar (2.5 km) , Dy.ayrımı- Dilekli- Cinhisar- Kaynakbaşı- Ekintepe- Gürpınar (13 km) , Karakeçi nahiyesi yol ayrımı- Nohut- Oyuktaşı- İnanlı (6.5 km) , Güvenli köy yolu ayrımı- Kayseri- Arpaç- Beyçeri (9 km) , Arpaç köy yolu ayrımı-Çamurlu (2 km) , Bucak nahiyesi yol ayrımı-Ertem (5 km) , Narlıkaya köy yolu ayrımı- Başekin (1.5 km) , Dağbaşı nahiyesi yol ayrımı- Bereketli (2 km) , Esenli köy yolu ayrımı-Oluklu- Küçük Çatlı (5 km) , Esenli köy yolu ayrımı- Yemeken- Balgöze (2.5 km) , Dy.ayrımı- Kayalar (2 km) , Dy.ayrımı Çukurca- Çağdaş (5.5 km) , Dy.ayrımı- Karahisar- Çat (2 km) , Dy.ayrımı- Küçük Çavuşlu (3 km) , Dy.ayrımı- İleri Eğriçay (3 km) , Botaş yol ayrımı- Zümrütlü- İğdecik- Aşağı Alıca köy yolu ilt. (4 km) , Kuşlugöl- Karabıyık köyü arası (3 km) , Bucak nahiyesi yol ayrımı- Üstüntaş (1 km) , Kuruyer köy yolu ayrımı-Beşyamaç (1 km) , Bağcı köy yolu ayrımı- Katırkuyu (1.7 km) , Dağbaşı nahiyesi yol ayrımı- Bereketli- Çatak köy yolu (3.7 km) , Çermik ilçe yol ayrımı- Bayırözü- Kazgöl (3.3 km) , Uzunpınar köy yolu ayrımı- Büyük Yakıtlı (2 km) , Karacadağ dy.ayrımı- Gedik- Küptepe-İleri (9 km) , Bulanık- Katırkuyu (1.5 km) , Güldoğru köy yolu ayrımı- Ortaköy (1.6 km) , Çermik ilçe yol ayrımı-Bağlı-Kuruyer- Büyük Tepe- Söğütlü- Uzunpınar- Büyük Yakıtlı köy yolu bağlantısı (18 km) , Büyük Tepe-Küçük Tepe köy içi (0.6 km) , Büyük Tepe köy yolu ayrımı- Tavukçu (1.6 km)
Suruç İlçesi; Dy.ayrımı- Çomak- Keberli (3 km) , Dy.ayrımı-Zerek-Bellik- Çakırlı (9.1 km) , Bellik köy yolu ayrımı-Aşağı Karıncalı (3.3 km) , Kırmıtlı köy yolu ayrımı- Bellik (1.55 km) , Akçakuyu- Hayrat- Karataş- Yegen- Eskiören (1.75 km) , Yegen köy yolu ayrımı- Çakırlı (1.3 km) , Dy.ayrımı- Kanatlı köy içi (0.7 km) , Dy.ayrımı- Katırmağara- Karakaş köy yolu (2.75 km) , Bitkili köy yolu ayrımı- Bilge- Ölçektepe (5.25 km) , Dy.ayrımı- Ölçektepe (0.7 km) , Yukarı Ataklar köy yolu ayrımı- Aşağı Ataklar köy yolu (1.35 km) , Yaylatepe köy yolu ayrımı- Küçük Ova (2.2 km) , Balaban köy yolu ayrımı- Günebakan- Yumurtalık (2 km) , Günebakan köy yolu ayrımı- Karaali köy yolu (1.1 km) , Yeşilce köy çıkışı- Balaban- Gömmekuyu (2.5 km) , Hacıahmet- Övecik-Kaynakçı- Köseler- Özlüce (6 km) , Köseler köy yolu ayrımı- Fidanlı (1.9 km) , Üvecik köy yolu ayrımı-Yeniyapan köy yolu (0.85 km) , Özgören köy yolu ayrımı- Bahçe köy yolu (0.55 km) , Özlüce- Mollahamza- Çengelli- Şenlik (8.1 km) , Çengelli köy yolu ayrımı- Atılgan Çogul (2.2 km) , Küçük ziyaret- Belirti-Küçük Köprü-Çığılı-Aşağı Oylum-Dikmetaş (12.9 km) , Aşağı Oylum köy yolu ayrımı- Atlılar köy yolu (0.9.km) , Küçük Köprü köy yolu ayrımı-Göleç köy yolu (1.4 km) , Aşağı Oylum köy yolu ayrımı-Yukarı Oylum- Cihan köy yolu (3 km) , Aşağı Oylum köy yolu ayrımı-Kuyuönü-Elsiz (1.8 km) , Yalpı köy yolu ayrımı-Küçük Sergen- Büyük Sergen- Zeytindağı (5.35 km) , Boztepe çıkışı-Atyolu köy yolu (1.85 km) , İlçe yol ayrımı- Külünçe köy yolu (1.1 km) , Küçükova Çıkışı- Günece köy yolu (1.8 km)
Viranşehir İlçesi; Dy.ayrımı Över-Akçataş- Satıcık-Sakalar (10 km) , Akçatay köy yolu ayrımı-Çokran (2.5 km) , Çokran köy yolu ayrımı- Elbeğendi (5 km) , Sakalar köy oylu ayrımı- Yollarbaşı (4 km) , Arısu köy yolu ilt.- rsin köy yolu (1 km), Arısu köy ilt.- Bayrak (1 km) , Botaş yol ayrımı- Göldoğan (4 km) , Dy.ayrımı Gezdik- Dokular- Yenice Yaban (4 km) , Dy. ayrımı Ayrıdüşen- Sergen- Toklu (4.5 km) , Karatepe köy yolu ayrımı-Yeşilalıç- Yeşiltepe köy yolu (3 km) , Oğlakçı köy yolu ayrımı- Soğanya köy yolu bağlantısı (3 km) , Taşkıran köy yolu ayrımı-Oğlakçı-Altınbaşak-Kıran (9 km) , Soğanya köy yolu ayrımı-Üçgül (2 km) , Taşkıran köy yolu ayrımı-Soğanya- Küçük Altınbaşak köy yolu (2 km) , DY.ayrımı-Kırlık-Trafo yolu (2 km) , Botaş yol yarımı-Canlı köy yolu ve köy içi (1.5 km) , Botay yol ayrımı-Kılıç (1 km) , Botaş yolu (2 km) , Aslanbaba- Kap (4 km) , Ceylanpınar ilçe yol ayrımı-Aslanbaba- Alaklı- Eğricek-Kavurga-Asoğlu-Kap (9.1 km) , Ceylanpınar İlçe yol ayrımı-Kayalar (2.5 km) , Ceylanpınar İlçe yol ayrımı-Sarpın-Yeşilalıç (7.5 km) , German köy yolu ayrımı-Kalemli (2 km) , Bıyıklı-Kalemli-Dikme-Evcimen köy yolu (5 km) , Dy. ayrımı Anıt-Yağdarlı köy yolu (3.5 km) , Toklu-Ayrıdüşen (1.7 km) , Tekneli köy yolu ayrımı-Ayrıdüşen (3 km) , Sergen-Ayrıdüşen (3 km) , Dy. ayrımı Yukarı Koşanlar köy yolu (1 km) , Dy. ayrımı Aşağı Koşanlar köy yolu (1 km) , Ayaklı köy yolu-Yeşilalıç köy yolu (3.5 km) , Ayaklı köy yolu ayrımı-Küçük Alıç (2.5 km) , Ayaklı köy yolu ayrımı- Öztop köy yolu (1.5 km) , Ayaklı köy yolu ayrımı- Kemerli (2 km) , Öztop-Matla (1 km) , Kemerli köy yolu ayrımı- Sözerli (1.5 km) , Dy. ayrımı-Gezdik-Dokular (4 km) , Botaş yol ayrımı-Varlık-Düzlük (4.1 km) , Botaş yol ayrımı- Ballıca-Meryemçayır-Seferya (8 km) , Botaş yol ayrımı-Kadıköy-Onbaşı (7 km) , Botaş yol ayrım-Yığınlı-Değirmen (2.6 km) , Kadıköy-Kayalar (0.8 km) , Botaş yol ayrımı-Yığınlı-Boztepe (1.3 km) , Ballıc köy yolu ayrımı-Kalecik (1.5 km) , Onbaşı köy yolu ayrımı-Küllükpınar (2 km) , Onbaşı köy yolu ayrımı-Onardı köy yolu (0.6 km) , Botaş yol ayrımı-Aslanlı (0.8 km) , Koşulu köy yolu ayrımı-Kurtharabesi (1.2 km) , Koşulu köy yolu ayrımı-Hızırpınar (0.6 km) , Demirci nahiyesi yol ayrımı-Burç-Şölenli-Yukarı Şölenli (7 km)
PTT HİZMETLERİ :
İlde, 1.060 köyün ve 1.305 mezranın telefonu bulunmaktadır. İl genelinde bağlı telefon abone sayısı 145.964dür.
Şanlıurfa merkez, Siverek, Viranşehir, Ceylanpınar, Bozova, Birecik, Akçakale ve Suruç PTT merkez müdürlükleri otomasyona açılmıştır. Harran, Halfeti ve Hilvan PTT merkez müdürlüklerinin otomasyona açılması planlanmaktadır. 2004 yılı içinde gerek yurtiçi ve yurtdışından gelen 7.643.124 adet gönderinin dağıtımı sağlanmıştır.
İLİN İÇMESUYU DURUMU
Merkez ilçenin yeni içme suyu ve arıtma tesisi 2003 yıl içerisinde tamamlanmış olup şebeke çalışmaları devam etmektedir. Merkez ilçe dışında hiçbir ilçenin içme suyu arıtma tesisi bulunmamaktadır. Siverek, Suruç ve Ceylanpınar ilçelerimizde şebeke çalışmaları devam etmektedir.
Kırsal alanda ise; toplam 2.693 ünitenin 2.074ü sulu, 96sı yetersiz ve 523ü susuzdur. İl Özel İdaresinin büyük katkısı ile bu güne kadar, 998 köy ve 1.076 köyaltı yerleşim birimi içme suyuna kavuşmuştur. Halen 57 köy ve 466 mezranın içme suyu bulunmamaktadır.
Şanlıurfa Edene içme suyu projesi ile 261 yerleşim biriminde yaşayan 150 bin nüfusa 75 trilyon lira harcanarak sağlıklı ve yeterli içme suyu sağlanacak. 148 köy ve 113 mezra olmak üzere 261 yerleşim birimine sağlıklı ve yeterli içme suyu temin edecek olan Edene Grup İçme Suyu Projesi nin 4 kısım halinde projelendirilmiş olup, Proje ile Şanlıurfa Merkez İlçesinde 130, Akçakale İlçesinde 66 ve Harran İlçesinde 65 yerleşim birimine içme suyu götürülecektir. Proje tamamı için 30 yıllık nüfus dikkate alınarak 400 lt/sn su ihtiyaç debisi olarak belirlendi. Projenin ihtiyaç duyduğu su Şanlıurfa Belediyesi tarafından inşa edilen arıtma tesisinin Katır dağı mevkiindeki su dağıtım deposundan alınacak. Belediye deposundan alınacak ve 900 mm çapında poli etilen boru ile 1500 ton kapasiteli biriktirme deposuna getirilecek.
Proje Ş1 diye adlandırılan birinci kısmı ile 23 köy ve 18 mezra olmak üzere 41 yerleşim biriminde 22.500 nüfusa içme suyu götürecek içme suyu çalışması 2005 yılı hedef ve projesi kapsamında büyük bir hızla devam ediyor. Yıl sonuna kadar bitirilmesi planlandı. Diğer kısımlarda ödeneklerle orantılı olarak bitirilecektir. 2005 yılında İl Özel İdaresi bütçesi ve Devlet Vatandaş işbirliği ile yapılan çalışmalarda 91 adet üniteye içme suyu şebekesi + dalgıç ve 22 üniteye içme suyu E.N.H tesisi programı yapılarak (7) adet ENH tesisi bitirildi. 2005 yılında 101 adet sondaj kuyusu programında yer aldı. Şu ana kadar 46 adedi açılmış olup, sondaj kuyu çalışmaları ise devam ediyor.