ŞANLIURFA

Son güncelleme: 14.06.2010 11:22
  • ŞANLIURFA EL SANATLARI ( DEBBAĞLIK)

    Büyükbaş hayvancılığın yaygın olduğu Şanlıurfa'da, Debbağlık sanatının geçmişi çok eski­lere dayanmaktadır. Bu sanat günümüzde fabrika türü derilere yenik düşerek tamamen terkedilmiş bir durumdadır.

    Gön debbağlığı ve deri debbağlığı olmak üzere iki bölüme ayrılan bu zenaatın her bölümü ayrı debbağhânelerde ve ayrı ustalar tarafından icra edi­lirdi. Gön debbağları aşağı debbağhânede, deri debbağları da yukarı debbağhânede çalışırlardı. 1883 tarihli Halep Vilâyet Salnâmesi'nde her iki debbağhâneden söz edilmektedir.

    I- GÖN DEBBAĞLIĞI

    Eski Et ve Balık Kurumu'nun batısındaki Aşağı Debbağhâne (Ahırvan) denilen yerde yapı­lırdı. Bu debbağhâne, halen muhafaza edilmektedir.

    Öküz, İnek ve Deve gibi büyükbaş hayvanların derilerinin işlenmesine "Gön Debbağlığı", bu sanatı yapanlara da "Göncü" denilmektedir. Buradaki gön kelimesi kösele anlamında olmayıp, kalın deri an­lamındadır. Bu deri, postallarda yüz ve astar olarak kullanıldığı gibi sarraçlıkta da kullanılmaktadır.

    Gönün Hazırlanması:

    Debbağhane Çarşısı'nda iç kısmı kireçlenerek 24 saat yatırılan derinin yünleri kabaca yolunur ve Aşağı Debbağhane'ye gönderilir. Deri burada su içersinde ıslatılır. "Heyden" denilen ve avluda yer alan kireç çukuruna üç gün süre ile yatırılır. 20 cm. eninde, 1.5 m. uzunluğunda "Vereçe" denilen du­vara dayalı tahta üzerine yatırılır. Ağzı bıçak gibi yarı keskin, iki yanı ağaç saplı "Demir" denilen aletle kalan tüyler iyice alınır.

    Deri tekrar kireç çukuruna yatırılır. 25 gün sonra çıkarılarak demir ile eti alınır. Daha sonra, Debbağhane'nin ortasından akan Halil-ür Rahman çayında iyice yıkanarak "Sile" tabir edilen ve içersinde "Sakat" denen köpek pisliği ka­rıştırılmış su bulunan bir havuza yatırılır. Sıcak günlerde 3-5 gün, soğuk günlerde 20-25 gün sile çukurunda yatan deri, daha sonra buradan çıkarılır ve çayda iyice yıkanıp temizlenir.

    Sile havuzu boşaltılarak temizlenir ve sumak yaprağının karıştırıldığı su ile doldurulur. Gön, bu suya yatırılır. Bir hafta sonra çıkartılır. Sile havuzu tekrar boşaltılarak temizlenir, döğülmüş mazı koza­lağı ve su karışımı ile doldurulur. Deri, 1 hafta 10 süreyle bu karışıma da yatırıldıktan sonra çıkartılır. Mevsimlerden kış ise güneşte, yaz ise gölgede ku­rutulur ve yüz kısmı iç yağı ile iyice yağlanır. Yağlama işleminden sonra deri gölgede dinlenmeye alınarak kurutulur ve tekrar suya basılır.

    Bundan sonra boyama işlemine geçilir. Topak haline getirilmiş sığır kuyruğu, "Zaç Ruhu" karıştı­rılmış boyaya batırılarak gönün yüzüne sürülür. Daha sonra güneşte kurutulan gön, "Sıpa" denilen tezgâh üzerine yatırılır; karşılıklı iki kişinin iple çektiği ve tavana asılı "ıskefe" denilen billur cam aletle parlatılarak satışa hazır hale getirilir.

    Günümüzde terkedilmiş olan Göncülük zena­atının bilinen en eski ustaları Dede Osman Kutluay, Hasib Uygur, Hasan Uygur, Ali Çavuş, Mehmet Kutluay ve Ahmet Kutluay'dır.

    II- DERİ DEBBAĞLIĞI

    Çakeri Camii'nin doğusunda yer alan ve günü­müzde gecekondularla işgal edilmiş olan "Yukarı Debbağhâne" denilen yerde yapılırdı.

    Koyun ve keçi gibi küçük baş hayvanların deri­lerinin işlenmesine "Deri Debbağlığı", bunları işle­yenlere de "Debbağ" denilmektedir. Gön denilen kalın derilere nazaran daha ince olan bu deriler postal ve ayakkabılarda astarlık deri olarak kulla­nılmaktaydı.

    Başlıca deri çeşitleri şunlardır:

    1- Meşin: Koyun derisinden yapılır ve postal­larda astar olarak kullanılır.

    2- Sahtiyan: Keçi derisinden yapılır.

    3- İnce Astar: Meşin ve sahtiyanın cildi bozuk olanlarıdır.

    Derinin Hazırlanması:

    Bazı farklılıkları olsa bile, gönün hazırlanmasına benzer. ıç kısmı tuzlanmış deri, Debbağhane Çarşısı'ndan satın alınır. Suda iyice yıkanarak yu­muşatılır. ıç kısmına kireç sürülerek ikiye katlanıp yatırılır. 24 saat sonra açılarak yünleri yolunur ve Yukarı Debbağhane'ye gönderilir. Burada 15-20 gün süreyle kireç çukuruna yatırılır. Daha sonra bu çu­kurdan çıkarılan deri, içersinde "Sakat" denilen kö­pek pisliği ve su karışımının dolu olduğu "Sile"ye (havuza) basılır. kış aylarında 3 gün, yaz aylarında 1 gün bu çukurda bekletilen deri, daha sonra çıkarı­larak iyice yıkanır. Yere yatırılarak bıçakla tüyleri alınır. Buğday kepeği ve su karışımından oluşan "Bulamaç" çukuruna yatırılır. 2 gün sonra bu çu­kurdan çıkartılarak su ile tekrar yıkanır.

    Ezilmiş sumak yaprağı ve su karışımı ile dolu "Sile"ye yatırılır. 3-4 gün sonra çıkartılarak çayda temiz su ile yıkanır. "Sırık" denilen ağacın üzerine asılarak suyu süzdürülür. Buna "Su Düşmesi" de­nir.

    Su düşmesinden sonra deri, ezilmiş mazı koza­lağı ve su karışımı ile dolu sileye yatırılır. 3-4 gün sonra çıkartılarak içersinde 10 kğ. tuz eritillmiş si­leye tekrar yatırılır. 1 gün sonra çıkartılarak sırığın üzerine atılıp tekrar suyu süzdürülür. Yaz mevsimi ise gölgede, kış mevsimi ise güneşte serilerek kuru­tulur. Tekrar temiz suya basılıp yıkanır ve sırığa atı­larak suyu süzdürülür.

    Bu aşamalardan sonra deri, masa şeklindeki tez­gaha yatırılarak çeşitli renkte boyalarla el ile bo­yanır. Gön debbağlığının aksine, deri debbağlı­ğında boyaya "Zaç Ruhu" katılmamaktadır. Boyanan deri güneşe serilip yarı kurutulur. Tekrar tezgaha yatırı­lıp yüzüne zeytinyağı serpilir. Camdan yapılmış ve "Bellur" denilen merdaneye benzer aletle parlatılıp satışa hazır hale getirilir.

    "Bellur" aleti, göncülükte tavana asılı olarak kar­şılıklı iki kişinin iple çekmesi, deri debbağlığında is, bir kişinin el ile sürmesi suretiyle kullanılmaktadır.

    Günümüzde tamamen terkedilmiş bulunan deri debbağlığının bilinen en eski ustaları Ali Kafaf, Çulcu Mehmet, Dellal Hoca ve Ali Tahtabaşı'dır.

    GÖN VE DERİ DEBBAĞLIĞINDA KULLANILAN TERİMLER-ALETLER

    Bellur: ıskefe'nin deri debbağlığında el ile kullanılan türü.

    Dabbağ: Koyun ve keçi gibi küçükbaş hayvan­ların derilerini işleyen usta.

    Demir: iki yanında tutacak ağaç sapları bulu­nan, ortasında derideki fazla etleri kazımaya yara­yan demir kısmı bulunan alet.

    Göncü: Büyükbaş hayvanların derilerini işle­yen usta.

    Heyden: Kireç havuzu.

    ıskefe: Sıpa üzerine atılan gönü parlatmaya ya­rayan, iple tavana asılı olan ve karşılıklı iki kişi tara­fından iple çekilen silindir şeklinde cam alet. Göncülükte kullanılır.

    Meşin: ışlenmiş koyun derisi.

    Sahtiyan: ışlenmiş keçi derisi.

    Sakat: Köpek pisliği.

    Sıpa: Birbirine çatılmış karşılıklı ikişer ayak ara­sına atılan tahtadan meydana gelen ve üzerinde ka­lın deri işlenen araç.

    Su Düşmesi: Derinin asılarak suyunun süzdü­rülmesi.

    Sile: ıçersinde "Sakat" ve sumak yaprağı ile mazı kozalağı karışımı su bulunan havuz, çukur.

    Vereçe: 20 cm. eninde, 1.5 m. boyunda olup, duvara dayanan tahta. Üzerine deri yatırılarak ka­zınır.

    Zaç Ruhu: Bir tür asit.

    GÖNCÜ VE DEBBAĞ ESNAFI ARASINDAKİ DAYANIŞMA

    Her iki esnafın eski ustaları, 60-70 yıl önce "Esnaf Şıhı (Şeyhi)" denilen birinin başkanlığında, Ahilik teşkilatına dayalı bir teşkilat kurarak şöyle bir dayanışma içersine girmişlerdir:

    Ustalar, işledikleri bir deriyi her ay Esnaf Şıhı'na getirir, Esnaf Şıhı da bu derileri satarak paralarını biriktirirdi. Bu paralar bir dükkânın mülkünü alacak miktara geldiğinde, esnaf adına müşterek bir dükkân satın alınırdı. Kiraya verilen bu dükkânla­rın geliri ile de yeni dükkânlar satın alınırdı. Bu şe­kilde dükkân sayısı 15'i bulmuştur. Terkedilmiş olan bu sanatın ustalarının çocukları, günümüzde kendi aralarında "Göncüler Derneği" adında bir dernek kurmuşlardır. Bu derneğin yönetim kurulu, her yılın Ramazan ayında toplanarak, 15 dükkân­dan elde edilen kira paralarını, esnaftan olan veya esnafa yakın bulunan muhtaç kimselere herkesin gözü önünde eşit bir şekilde paylaştırmaktadırlar.

    Bu esnafın günümüzde yaşayan ustaları, çocuk­ları, yaşlısı ve genci derneğin organizasyonu ile se­nede bir gün bir araya gelip, tanışıp kaynaşmak ve hoşça vakit geçirebilmek amacıyla Dede'nin Serinci (Sarnıcı), Kanlı Mağara gibi dağlardaki mesire yer­lerine gitmektedirler.

    Bu şekilde dağa gitme geleneği, Şanlıurfa'daki birçok esnaf tarafından günümüzde de sürdürül­mektedir.



    URFA FOLKLORUNDA DEBBAĞHÂNE

    Evinde huzuru olmayanlar, dükkânında işleri ters gidenler, kendilerine sihir yapıldığını hisseden­ler (bilhassa kadınlar) Cuma Selası sırasında Debbağhâne'ye giderek o gün sile çukurunda hangi su var ise ("Ahırvansuyu" denilen bu su, köpek pis­liği, dövülmüş mazı kozalağı ya da dövülmüş su­mak yaprağı karışımından oluşur) bir şişeye doldu­rur, daha sonra sile çukuru etrafında dönerek şu maniyi söylerler:

    Dağda darı harmanı

    ıçinde değirmeni

    Kırk yıllık cadıların

    Ahırvandır dermeni

    Daha sonra şişeye doldurulan su, "pislik pisliği giderir" düşüncesi ile içerisinde huzursuzluk olan, sihir yapılan evlere, işleri iyi gitmeyen dükkânların önlerine, köşelerine serpilir, böylece sihrin bozula­cağına, kısmetin açılacağına inanılır. 20-30 yıl önce­sine kadar sürdürülen bu batıl inanç, debbağhâne­nin faaliyetlerini durdurması neticesinde günü­müzde terkedilmiştir.
#21.12.2005 10:14 0 0 0
  • ŞANLIURFA EL SANATLARI ( KAZZAZLIK)

    İpek ipliğin el ile bükülerek işlenmesine "Kazzazlık" denilmektedir. "Kazzaz Pazarı" denilen kapalı çarşıda (Bedesten) eskiden 30-40 dükkânda sürdürülen bu tarihi sanat günümüzde aynı çarşı­daki bir iki usta tarafından yaşatılmaya çalışılmak­tadır.

    100-150 yıl kadar önce ipekçilik Urfa'da önemli bir sektör durumundaydı. Bugün Urfa bahçelerinde görülen çok sayıdaki dut ağacının zamanında ipek böcekçiliğinde kullanıldığı, yaşlılar tarafından söylenilmek­tedir. Bu sektör günümüzde tamamen terkedilmiş bir durumda olup kazzaz esnafı tarafından kullanı­lan ipek iplikleri Diyarbakır ve Bursa'dan getirtil­mektedir.

    Çeşitli renklerdeki ipek ipliği kullanım yerlerine göre:

    a) İnce İbrişim (İpek),

    b) Kaba ibrişim olmak üzere iki kısma ayrılmak­tadır.

    KAZZAZLIK ÜRÜNLERİ

    İnci Saplama: İnci tanelerinden oluşan, Şanlıurfa kadın takıları arasında önemli bir yeri olan ve "Kelep" denilen boyun takısının incilerin "korlar" (sıralar) ha­linde ince ibrişimlere "saplanması"na (geçirilmesine) inci saplama denilmektedir.

    Kaytan: Kaba ibrişimden örülmüş, 1-2 cm. eninde, 1-1.5 m. uzunluğundaki şeritlere "kaytan" denilmektedir.

    Cep Saati ve Tabanca Kaytanı: Kaba ipekten 1 cm. genişliğinde örülür.

    Kor Kaytanı: Sarı renkli ipekten 2-3 cm. genişli­ğinde örülerek üzerine altın liralar dizilir. Kadınlar tarafından boyuna takılır.

    Saç Bağı: Siyah renkte ipek ipliklerinin kadın saçı görünümü verecek şekilde örülerek uç kısım­larına yedi renkte püsküller bağlanmasına "saç bağı" denilmektedir. Köylü kadınlar tarafından ba­şın arkasına takılan saç bağı suni bir saç görünümü verir.

    Puşu Püskülü: İpekten yapılan bu püsküller, eskiden Şanlıurfa'da aba tezgahlarında ipekten do­kunan ve "Sırmalı Puşu" denilen erkek baş örtüleri­nin çevresini süslemede kullanılırdı.

    Tespih Püskülü: Tespih tanelerinin renkleri ile uyumlu olarak ipek iplikten yapılır.

    Sırma Şerit: Gümüş sırmalarla (tellerle) işlenen bu şeritler, köylü kadınlar tarafından başa takılan ve "Köfü" denilen başlıklara dikilirdi.

    İggal: Puşuyu başa tuttarmaya yarayan, yün veya ipekten yapılmış yuvarlak formlu başlığa ig­gal denilmektedir. Yassı ve Top olmak üzere iki türü vardır.

    Yassı İggal: Deve veya koyun yününden yapılmış ipler, 30-40 sıra halinde ve başa geçecek genişlikte yuvarlak biçimde bağlanır; bu ipler 5 cm. ara ile 2 cm. genişlikte sarılarak boğumlanır. Bir yassı iggal­'de büyüklüğüne göre 6-7 boğum bulunmaktadır.

    Yassı iggalin arkasından iggal yününün ren­ginde, uçları püsküllü dört sıra ip sarkmaktadır.

    Deve yününden yapılan iggallerin baş ağrısını aldığına Araplar tarafından inanılmaktadır.

    Top İggal: Serçe parmak kalınlığında, 1 m. uzunluğundaki kendirin üzeri siyah ipek iplikle sıkça sarılarak uç kısımları birbirine bağlanır ve kat­lanarak iki kor (sıra) halinde başa takılır. ıggal'in birleşen uç kısımlarından püsküllü ipler sarkıtılır. Püskül iplerinin örgü, kaytan ve bükme çeşitleri vardır.

    Daha çok Halep'ten getirtilen Top iggal, ayrıca Şanlıurfa'da da yapılırdı.

    KAZZAZLIKTA KULLANILAN ALETLER

    "İş Ağacı" denilen alet kazzazlıkta kullanılan tek ve en önemli alettir. Kazaz ustası bütün işlerini bu basit alet üzerinde yapmaktadır. ış Ağacı, 40 cm. uzunluğunda, 15 cm. enindeki yassı bir tahtanın üzerine dikine yerleştirilen 30 cm. uzunluğunda, 3 cm. çapında yuvarlak bir ağaçtan ibarettir. Yuvarlak ağacın baş kısmı iplikleri tutacak şekilde boğumludur. Yassı tahta diz altında sıkıştırılarak örülecek ipek iplikler dik ağacın baş kısmındaki boğuma tutturulup püskül, igal ve keytan yapımı gerçekleştirilir.

    Tarihi çok eskilere dayanan bu sanatın bilinen en eski ustaları Kazzaz Ali İpek, Kazzaz Bekir, Kazzaz Mustafa, Kazzaz Halil İpek, Kazzaz Mustafa İpek ve Kazzaz İbrahim Pamukçu'dur. Urfa'da kazzazlıkla iştigal eden bazı aileler "İpek", "İpekçi", "Kazzaz", "Ören" ve "Örer" soyadlarını almışlardır.

    Kazzazlık sanatının günümüzdeki son ustası 90 yaşındaki Abdurrahman İpek'tir.
#21.12.2005 10:14 0 0 0
  • ŞANLIURFA EL SANATLARI ( KEÇECİLİK)

    Bu tarihi ata sanatı, Şanlıurfa'da Keçeci Pazarı denilen eski çarşıda ve çevresindeki hanlarda sür­dürülmektedir.

    Eyvana serdim keçe

    Nêçe bir ömrüm geçe

    Acep o gün olur mu

    Yarim elime geçe,

    dizeleriyle Şanlıurfa türküle­rine konu olan keçe, çocuk oyunlarına da "Ya şun­dadır, ya bundadır, keçe külah şunun bunun başın­dadır" tekerlemesiyle geçmiştir.

    Fakçı Mustafa, Deveci Abo, Deveci ısa, ısa Karcı adları bilinen ve bugün hayatta olmayan en eski ke­çeci ustalarıdır. Horasanlı Hacı, Hayati Usta ve Hacı Osman günümüzün yaşlı ustalarıdır.

    KEÇENİN DOĞUŞ ÖYKÜSÜ

    Şanlıurfalı genç keçeci ustalarından Salih Karcı, bu sanatın mucidinin Ebu Said Libabid (Libabid: Arapça Keçenin çoğuludur) adında bir zat oldu­ğunu ve keçeyi nasıl icad ettiğini şöyle anlatmakta­dır.

    "Ebu Said Libabid bugün bizim yaptığımız gibi keçeciliğin bütün işlemlerini yerine getirmiş, ayakla tepme işleminden sonra açtığı keçenin yünlerinin biribirine kaynaşmadığını ve çabuk dağıldığını görmüş. Tepme süresinin az olduğu kanaaatine va­rarak tepmeye devam etmiş. Ancak bir daha açtı­ğında yünlerin kaynaşmadığını yeniden gözlemiş­tir. Tepme işine 40 gün devam eden Ebu Said, yine başaramayınca üzüntüsünden ağlamaya başlamış. Hem ağlayıp hem tepmeye devam ediyormuş. Keçeyi açtığında göz yaşlarının düştüğü yerlerdeki yünlerin kaynaştığını büyük bir sevinçle farketmiş ve böylece tepme işlemi sırasında yüne su vermek gerektiğini öğrenmiştir."

    KEÇENİN YAPILIŞI

    Sulak yerlerde büyüyen kuzuların yünlerinin keçe yapımında iyi netice vermediği, çöl kuzuları­nın yünlerinin daha makbul olduğu, bilhassa Harran Ovasında büyüyen 3-4 aylık kuzuların yünlerinden yapılan keçelerin ideal olduğu ustalar tarafından söylenmektedir.

    Keçeci dükkânına getirilen siyah renkli yünler nakış işinde, beyaz yünler keçenin alt ve üst yüzey­lerinde, kirli renkliler ise orta tabakaya gizlenerek değerlendirilmek üzere ayrılırlar.

    Bu yünler dut dalından yapılmış yaya takılan ki­rişe annep ağacından yapılmış tokmağın "Hallaç" tarafından vurulmasıyla atılır (kabartılır). Yere seri­len "Life-kâhke Bezi" (Amerikan Bezi) üzerine "Basta" dan kesilen nakışlar ve "Fitle" ler dizilir. Boşluklara "Boya" tabir edilen kabartılmış renkli yünler yerleştirilir. Üzerine keçenin üst yüzeyini oluşturacak kabartılmış yün "Sepki" ile eşit kalın­lıkta serilir. Bunun üzerine işe yaramayan kirli renkli yünler, en üste ise keçenin tabanını oluştura­cak yünler serilir. Bazen ilk serilen birinci tabaka yün kalın tutularak ikinci ve üçüncü tabakanın se­rilmesine gerek duyulmaz ve bu şekilde yapılan keçe daha kaliteli olur.

    Bez üzerine serilen yünler el ile sulanarak bez ile birlikte ağaç direğe rulo yapılmak suretiyle yerde sarılır. Rulonun her iki ucu ve çevresi kendir ile iyice bağlanır. Ayakla tepme işlemi başlar. Keçenin büyüklüğüne göre iki veya beş kişi ile yapılan bu iş­lemde rulo ayakla bir ileri bir geri hareket ettirilerek vurulur. Yarım saat süren bu ilk tepme işleminden sonra rulo açılır. Bu safhada keçenin kenarları sa­çaklı ve dağınık bir durumdadır. Düzlemek ama­cıyla kenarlar "Pevantlanır". Keçe üzerine tekrar su serpilerek ağaç direğe sarılır. Bir saat kadar sürecek ikinci tepme işlemi başlar. Bütün bu işlemler esna­sında ustalar tarafından karşılıklı olarak Şanlıurfa folklorunun zengin kaynaklarından olan hoyratlar ve türküler söylenir. Keçeci Pazarına yolu düşen her Şanlıurfalı'nın kulağında bu ezgilerden bir iz vardır.

    ikinci tepme işleminden sonra yünler sıkışmış ve "ham" tabir edilen keçe türü elde edilmiştir. Sıra ham keçenin pişirilmesine gelmiştir. Bu amaçla Keçeci Hamamı'na götürülen keçe, bir insanın ku­caklayıp göğüsle dövebileceği şekilde katlanır, ha­mamdaki seki üzerinde çevrilmek suretiyle gögüsle dövülür. Keçeyi gögüsleyenin teri, hamamın sıcak­lığı ve su yünün birbirinden ayrılmaksızın kenet­lenmesini sağlar. Beş saat kadar süren bu işlem çok yorucu olup sanatın en zor yanıdır.

    Keçeci Hamamı, Sultan Hamamı'nın doğusuna bitişik olup Kuzey-güney istikametinde beşik to­nozla örtülüdür. Soğukluk ve sıcaklık bölümleri olan hamamın iki yanı boydan boya taş sekilidir. Evliya Çelebi'nin seyehatnamesinde, bu hamamdan bahsetmiş olması hamamın XVII. yüzyılda mevcut olduğunu göstermektedir.

    Hamamdan çıkarılan keçenin eğrilmiş kenarları düzlenir, tekrar direğe sarılarak "Direkbaşı Tepilme" denilen ve 15-20 dakika kadar süren son tepme işlemine geçilir. Bundan sonra hazır duruma gelen keçe açılarak gölge ya da güneşe kurumaya bırakılır.

    Günümüzde fabrika türü yaygıların üretilme­siyle bu tarihi sanat önemini kaybederek can çe­kişme safhasına girmiştir. Sandalye minderi, duvar halısı, seccade, heybe, külah, çizme, patik gibi taşı­nabilecek ve turistlerin ilgisini çekebilecek türde çok renkli keçe ürünlerinin yapımına geçilmesiyle bu sanata canlılık kazandırılması mümkün olabile­cektir.

    ŞANLIURFA'DA YAPILAN KEÇE TÜRLERİ

    1- Çoban Keçesi: "Kepenek" adıyla da anılan bu keçe türü, çobanlar tarafından giyilmektedir. Beyaz ya da mor yünden yapılan bu keçe genellikle nakışsız olmaktadır. Ancak göğüs kısımlarının na­kışlı olanlarına rastlamak mümkündür. Tek parça halinde yapılan, yaz güneşinde kalın gölge sağla­masından dolayı serinlik, kışın ise sıcaklık veren çoban keçeleri dikişli ve dikişsiz olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Ustalık ve itina istemesi bakı­mından bunların dikişsiz türleri daha değerlidir.

    2- Kış Keçesi: Beyaz yünden düz ve nakışsız olarak yapılan bu keçelerin çevresi "çirtik" tabir edilen zikzaklı bir şekildedir. Yapıldıktan sonra yün boyası ile tamamen turuncu veya pembe renge bo­yanır. Kış aylarında evlerde ağırlanan misafirlerin oturdukları yün minderler üzerine serildiğinden ebatları alttaki minderin ölçüsüne göre değişmek­tedir.

    3- Ev Keçesi: Evlerde günlük yaygı olarak kullanılan bu keçeler mor, siyah ya da beyaz renkli olurlar. Üzerleri nakışlı olup 2 cm. kalınlığında ya­pılırlar.

    4- Sedir Keçesi: Ev keçesi gibidir. Sedir üze­rine serildiğinden ölçüleri buna göre ayarlanır.

    5- At Keçesi: Çıplak 'at'ın üzerine atılarak eğer vazifesi görür. Bazen üzerine eğer yerleştirilir. 2 cm. kalınlığında olan keçenin üzerinde değişik renk­lerde zikzak ve ay-yıldız nakışları bulunur.

    6- Sünger Yatak Keçesi: Kauçuk minder­lerin piyasaya çıkmasıyla gelişen bu keçe türü 1cm. kalınlığında olup minderin ölçüsüne göre yapılır ve nakışsız olur. Minderin üzerine serilir ve çarşafla kaplanır. Kauçuk minder ile insan vücudu arasında kalan bu keçe sıhhi olması bakımından tercih edil­mektedir.

    ŞANLIURFA KEÇELERİNDE NAKIŞLAR

    1. Acem Nakışı: Şahmaran ve benzeri efsanevi yaratıklar ile Tavus Kuşu, Güvercin, Aslan, Yılan, Kartal, Kuzu ve Balık gibi hayvan figürlerinin renk uyumu sağlanması suretiyle keçe üzerine gelişi gü­zel serpiştirilmesinden meydana gelir. Hayvan fi­gürlerinin aralarına çeşitli renklerde bitkisel motif­ler de yerleştirilir. Hayvan figürlü ıran halılarına benzediğinden dolayı bu tür keçelere "Acem Nakışlı Keçe" denilmektedir. Acem nakışında bazen hayvan figürlerinin yerine küme küme yerleştirilen "boyalarla" (kabartılmış renkli yün) renk uyumu sağlanır. Bu nakışta esas, ana bir motife bağlanmak­tan çok ustanın maharetiyle renk armonisi sağla­maktır. kompozisyon ve motiflerin serbest bırakıla­rak belli bir kurala bağlanmamış olması, ustalar arasında yarışmayı teşvik etmektedir.

    2. Yarım Acem Nakışı: Beyaz zemin üzerine, renkli yünlerden "dıkna" (nokta) yapıldığından, böyle nakışlı keçelere "Dıknalı Keçe" de denir. Acem nakışlı keçede olduğu gibi, renkli (boyalı) yünler kullanılır.

    3. Dal Nakış: Ustanın zevkine göre, çeşitli renklerde dal motiflerinin keçe üzerine yerleştiril­mesinden meydana gelir. Barutçu Hanı'ndaki ke­çeci ustalarından Abdullah Karadağlı'nın bu nakışı en iyi yapanlardan olduğu esnaf arasında söylen­mektedir.

    4. Pul Nakış: Yan yana belli aralıklarla sıra­lanmış üç adet göbek motifi üçgenlerle birbirine bağlanır. Üçgenlerin kenarlarına ve iç taraflarına bir parmak boğumu büyüklükte "pul" tabir edilen süs­lemeler aralıklarla yerleştirilir. Keçenin etrafı kırma kenarla çevrelenir. Nakışlar tek renk veya boyalı olabilir.

    5. Göbek Nakış

    a. Düz Göbek: Kırma kenarlı (zikzak bordürlü) daire içersinde birbirini çaprazlama kesen çizgiler­den oluşur

    b. Kırma Göbek: Düz Göbek motifindeki çapraz­lama kesişen çizgilerin sekiz kollu yıldız motifine dönüştürülmesiyle oluşur.

    6. Somun Nakış: iki göbek motifi arasına yerleştirilen etrafı kırmalı, içi balık sırtı motifli bak­lava dilimi şeklindedir.

    7. Somun Yıldız Nakışı: Etrafı kırmalı bak­lava dilimi şeklinin içersine yerleştirilen sekiz kollu yıldızlardan oluşur.

    8. Kantarma Nakışı: Göbek motifleri ara­sına simetrik olarak yerleştirilen üçgen şekillerden meydana gelmiştir.

    9. Sandık Nakışı: Keçenin üçgen parçalarla kare bölümlere ayrılmasından meydana gelir. Karelerin ortalarına armut veya yıldız motifleri yerleştirilir.

    10. Yonca Nakışı: Dört yapraklı yonca şek­linde bir motiftir. Bazen yaprak araları zenginleşti­rilerek yıldız motifine dönüştürülür.

    KEÇECİLİKTE KULLANILAN TERİMLER-ALETLER-MALZEMELER

    Askı: Yaş Dut dalının "U" biçimine getirilerek duvara tutturulmuş hali. Uç kısmına Yay bağlanır.

    Atmak: Yünün yay ve tokmak vasıtasıyla hal­laç tarafından kabartılması.

    Basta: Makasla kesilerek nakış yapımında kul­lanılan, 3 mm. kalınlığında boyalı ham keçe.

    Boya: Nakışların içersini doldurmak amacıyla kullanılan boyanmış ve kabartılmış renkli yünler. Sentetik olanları da vardır.

    Fitle: Nakış yapmada kullanılmak üzere basta­'dan kesilmiş düz, veya bir ya da iki kenarı zikzaklı şeritler.

    Ham Keçe: Keçeci Hamamı'ndaki pişirme iş­leminden geçmemiş, sadece ayakla tepilmiş, yünleri kaynaşmamış keçe.

    Kiriş: Hayvan barsağından yapılarak yaya geri­len ip.

    Life: Üzerine yün serilen Amerikan Bezi (Kâhke Bezi).

    Pevantlamak: Birinci tepme işleminden sonra dağınık ve saçaklı bir durumda olan keçe ke­narlarını düzlemek amacıyla katlamak.

    Pişirme: Keçenin hamamda göğüsle dövülmesi işlemi.

    Sepki: Beş veya altı parmaklı el şeklinde, nar ağacı veya nehir kenarlarında yetişen "Ilgın" bitkisi­nin çöpünden yapılmış alet. Kabartılmış yünü bez üzerine eşit kalınlıkta serpmeye yarar.

    TOKMAK: Yünü kabartmak için kirişe vurulan, Annep ağacından yapılmış saplı ve top başlı alet.

    YAY: Kirişin gerildiği ağaç. Mucidinin Hallac-ı Mansur olduğu söylenir.
#21.12.2005 10:15 0 0 0
  • ŞANLIURFA EL SANATLARI ( KÜRKÇÜLÜK)

    Hayvan kürklerinin işlenerek giysi haline geti­rilmesi insanlık tarihinin en eski sanatlarından bi­ridir. Ana rahminde ölen, ya da en fazla 5 aylık iken ölen kuzuların tüylü derilerinden yapılan düz ya­kalı (yakasız), dış kısmı "Şakaf" denilen siyah ku­maşla kaplı aba gibi bolca giysiye Urfa'da Kürk denilmektedir. Urfa'ya has olan bu giysi, Anadolu'da Urfa dışında başka bir yerde yapılma­maktadır. Bilhassa kış aylarında yaşlı ve orta yaşlı kimseler tarafından giyilir. Dükkânlarında camekân bulunmayan esnafın büyük bir kısmı kürklerine sarılarak soğuktan korunmaktadırlar.

    Kürk yapımında kulanılan kuzu derilerinin İ5-10'u Urfa'dan, İ90'ı Tokat, Afyon ve Isparta illerin­den sağlanmaktadır.

    Kürkler kalite bakımından; İnce Kürk, Orta Kürk ve Kaba Kürk olmak üzere üç kısma ayrılmaktadır. İnce Kürk ana rahminde ölen kuzunun yününden, orta kürk 1-2 aylık iken ölen kuzunun yününden, kaba kürk ise 4-5 aylık kuzunun yününden yapıl­maktadır. Kuzunun yaşı büyüdükçe kürkün kalitesi ve değeri düşmektedir.

    Kürk yapımında siyah, beyaz ve alaca renkte tüyleri olan üç çeşit deri kullanılmaktadır. Her ren­gin kıvırcık türü daha makbuldur. Ancak bunların en değerlisi siyah tüylü deridir. Nadir bulunan bu deri cinsi ancak beyaz ve alaca kürklerin yakaları, kol ağızları ve eteklerinin ihtiyacını karşılayabil­mektedir. Bu nedenle esnaf kendi arasında siyah renkte kürk imal etmemeyi kararlaştırmıştır ve bu karara titizlikle uyulmaktadır. Siyah tüylü deriler Anadolu'da Tokat'tan, yurtdışından ise Afganistan'dan temin edilmektedir.

    Kürk derileri tüy cinsleri bakımından Kıvırcık, Çakmaklı (beyaz tüy dalgalı bir şekildedir.) ve düz (tüyler beyaz renkte ve dalgasızdır) olmak üzere üç gruba ayrılır.

    1970'li yıllardan bu yana Şanlıurfa'da kürk yelek yapımına başlanmıştır. Gayet ince deriden kıvırcık tüylü olan bu yelekler kaba olmadıklarından ceket altına giyilebilmekte, mide, böbrek ve bel ağrıları olanlar tarafından bilhassa tercih edilmektedir.

    Şanlıurfa'da imal edilen kürklerin İ 25'i il mer­kezinde ve çevre illerde, İ 75'i ise kış geceleri so­ğuk çöl iklimine sahip Suriye, Irak, Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan ve ıran gibi ülkelere ihraç edilmek­tedir. Bazen bu ülkelerden gelen tüccârlar, kürkleri toptan olarak satın alıp ülkelerine götürmektedirler. Böylece bu ata sanatı canlılığını korumakta ve ül­kemize döviz kazandırmaktadır.



    KÜRK'ÜN YAPILIŞI

    Kürk yapılırken Tımar işlemi, Biçme-Dikme iş­lemi ve Üzleme (Yüzleme) işlemi olmak üzere üç iş­lemden geçer.

    1. Tımar İşlemi

    Kuzu derileri tuzlanmış ve kurutulmuş olarak satın alınır. Suya basılarak 24 saat süreyle yumuşa­tılması sağlanır. Kırmızı sabunla ve bol su ile iyice yıkanır (Son zamanlarda kırmızı sabun yerine krem deterjanlar kullanılmaktadır). Yakın zamana kadar yıkama işlemi, Debbağhane Çarşısı mevkiinde yer alan ve içersinden Balıklıgöl'ün suyunun aktığı "Kelleci Çayı" denilen iki çayda yapılırdı. Son za­manlarda gerek Balıklıgöl suyunun azalması ve ge­rekse çaya kanalizasyon sularının karışması, bura­sını kullanılmaz hale getirmiştir. Günümüzde her esnaf, yıkama işlemini kendi evindeki özel havuz­larda yapmaktadır.

    Deriler yıkandıktan sonra, asılarak süzülür ve üzerlerindeki artık etler "Kazak" denilen bir aletle alınır. Deri kısmına tuz ve "Şeb" (şap) karışımı sürü­lür. Buna "Şebleme-Tımar" denilmektedir. Bundan sonra deri "Pişme payı" denilen 24 saat süreyle dinlendirilmeye alınır. 24 saat sonra, el ile çekilerek "gerginleştirilir". Daha sonra güneşe serilerek kuru­tulur. Kurutulma işlemi sadece güneşte yapılır, ke­sinlikle ateşte yapılmaz.

    Kuruyan derinin tüy tarafında bulunan şeb ve tuz tozları bıçakla alınır. Etli yüzüne tekrar su serpi­lerek 24 saat süreyle yumuşamaya bırakılır. Yumuşayan deri, duvara dayalı tahta tezgaha takı­lır. "Kazak"la et kısmı ağartılır. Sonra güneşte kuru­tulur. Buna "tavlama"denir. Bu aşamada derinin yüzü sert bir şekildedir. Deri uç kısmından boğum­lanıp kendirle bağlanarak, duvar halkasına tutturu­lur. "Doğunluk" denilen, el ve ayakla çalışan bir aletle "yumuşatma-cilalama" işlemi yapılır.

    Bu şekilde yumuşatılan ve parlatılan deri, "hava­ralama" işlemi için dağlardaki taş ocaklarına gönde­rilir. Burada "havara" denilen beyaz taş unu, deri­nin tüylü tarafına el ile iyice sürülerek tüyler temizle­nir. Kirlerden arınıp temizlenen tüyler böylece par­laklık kazanır. Havaralama işlemi yumuşak ve be­yaz renkte taş veren taş ocaklarında yapılır. Sarı ve sert taş veren ocaklar bu iş için uygun değildir. Eşek Boğan, Delikli ve Bamya mağaralarındaki taş unla­rının bu iş için makbul olduğu esnaf arasında söy­lenmektedir.

    Havaralanan deri tekrar dükkâna getirilerek do­ğunlukla ikinci kez yumuşatmaya alınır. Yumuşa-tıldıktan sonra kazakla et tarafı son kez si­linir. Böylece derinin tımar işlemi tamamlanmış olur.

    2. Biçme-Dikme İşlemi

    Tımar yapılan deriler, türlerine ve renklerine göre sınıflandırılır. 60-65 cm. arasında boy kesilir­ler. Boy, daha uzun veya daha kısa olamaz. Ancak bir boy derinin eni 20-25 cm. arasında değişebilir. Ölçme işlemi, her iki santimetrede bir çizgi atılmış, 70 cm. uzunluğundaki "Arşın" denilen tahta bir ölçü aletiyle yapılır.

    Biçki işlemi (boy kesme) özel deri makası ile ya­pılır. Bu makasın en önemli özelliği deriyi keserken tüyleri kesmemesidir. Böylece yan yana dikilen de­rilerin tüylü kısımlarından bakıldığında dikiş izi görünmez.

    Biçilen parçalar, iğne ve "üsküf" (yüksük) ile el dikişi yapılarak birbirine dikilir. Birer karış enin­deki (20-25 cm.) 12 parça derinin yan yana dikilmiş şekline "Bir Şakka" denmektedir. Bir kürk, biri üst şakka, diğeri alt şakka olmak üzere iki şakkadan ibarettir. Bu iki şakka, birbirine teğellenerek 120-130 cm. uzunluğunda, 12 karış eninde kürk boyu elde edilir. iki şakka halindeki kürk, kadınlar tarafından dikilmek üzere evlere gönderilir. Kadınlar, el dikişi ile her parçayı aralarına bez "sızı" koyarak tekrar dikerler. Parçaları ve iki şakkası sağlam olarak bir­birine dikilmiş olan kürk, tekrar dükkâna gönderi­lir.

    Dükkânda, özel kürk makasıyla tüyler kırpılarak bir hizaya getirilir. Buna "alçak-yüksek alınma" de­nir. bu işlemden sonra, kürk havaralanmak üzere tekrar dağa gönderilir. Tüyler son kez havaralana­rak temizlenip parlatılır. Havaralama sırasında ya­tık durumda olan tüyler kabardığından tekrar çok hafif olarak alçak-yüksek alınması yapılır ve tüyler aynı hizaya getirilir.

    Son olarak kürkün yaka kısmına, kol ağızlarına ve eteğine siyah tüylü deri dikilir. Böylece kürkçü dükkânındaki işlemler bitmiş olur.





    3. Üzleme (Yüzleme) İşlemi

    Kürkü, bu durumda satın alan kişiler terziye gö­türerek "şakaf" denilen siyah renkli özel kürk ku­maşıyla dıştan kaplattırırlar. Buna "üzleme" denil­mektedir.

    Böylece "kürk" denilen geleneksel kışlık giysi tamamlanmış ve kullanıma hazır olmuştur.

    Kürk imal edildikten sonra, genellikle Sipahi Pazarı'ndaki mezata gönderilmekte; buradaki tellal­lar tarafından -kullanılan malzeme ve işçilik göz önünde bulundurularak- açık arttırma ile Sipahi Pazarı esnafına satılmaktadır. Kürkleri satın alan esnaf da dükkânlarında halka satış yapmaktadır.

    Kürkçülük sanatı, Şanlıurfa'da "Kürkçü Pazarı" denilen tarihi çarşıda çok eskiden beri sürdürüle­gelmektedir. Kürke talep çok olduğundan bu sanat, diğer geleneksel el sanatları gibi önemini yitirme­miş olup halen revaçtadır. Derinin kürk oluncaya kadar geçirmiş olduğu birçok yorucu ve uzun iş­lemlerinden dolayı insanı çabuk yıprattığı için, Kürkçü esnafı tarafından bu mesleğe "dev mesleği" denir.

    Ali Kelleci (Ali Ufak), Bekir Canbaz, Mahmut Canbaz, Şıh Müslüm Karagöz, Hüseyin Yavuz, Ali Avcı (Kel Ali), Ali Mesçi, Hacı Mahmut Çiriş, Kadir Çiriş, Hakkı Açanal ve Kadir Çoban (Mıste Kado) bu tarihi sanatın bugün hayatta olmayan en eski ustalarıdır.

    KÜRKÇÜLÜKTE KULLANILAN TERİMLER-ALETLER

    Alçak-Yüksek Alınma: Kürkün tüylerinin makasla kırpılarak aynı hizaya getirilmesi.

    Arşın: 70 cm. uzunluğunda, 2 santimetrede bir işaretlenmiş, metreye benzer ahşap ölçü aleti.

    Cilalama: Doğunluk aletiyle derinin yumu­şatılıp parlatılması.

    Doğunluk: Ağaç bir sap üzerindeki demir yay ve altında ayak geçen kayış kısmından oluşan, derinin et kısmını yumuşatmaya yarayan alet. Kayış ağaca geçirilir; el ile ahşap kısmından tutula­rak, -ayağa geçirilen kayışa baskı yapmak suretiyle- demir yay kısmı deriye sürülür.

    Havara: Beyaz kalker taşının tozu.

    Havaralama: Kürkün tüylü kısmının beyaz taş tozu (havara) sürülerek temizlenmesi.

    Pişme Payı: Şap ve tuz sürülmüş derinin 24 saat süreyle dinlenmeye alınması.

    Şakka: 12 parça derinin yan yana dikilmiş hali.

    Şakaf: kürkün dış kısmına terzi tarafından di­kilen siyah renkte özel kumaş.

    Şebleme: Derinin tuz ve şap ile terbiye edil­mesi.

    Tavlama: Derinin güneşte kurutulması iş­lemi.

    Tımar: Şeblemenin diğer adı.

    Üsküf: Dikiş esnasında parmağa takılan ma­deni yüksük.

    Üzleme: Kürkün dış yüzeyinin terzi tarafından kumaşla kaplanması
#21.12.2005 10:16 0 0 0
  • ŞANLIURFA EL SANATLARI ( SARAÇLIK)

    "Kösele" denilen kalın deri ve normal ince deri ile hayvan koşum takımları, kemer, silah kılıfı, mermi kılıfı, çanta gibi avcı gereçlerinin yapıldığı sanata Saraçlık, bu işle uğraşanlara da Saraç denil­mektedir.

    Atçılık ve At'a verilen önem dolayısıyla Saraçlığın eski Türk sanatları arasında önemli bir yeri vardır. Şanlıurfa'da ünlü Arap atlarının yetiş­tirilmiş olması, saraçlık sanatının önemini arttırmış ve bu sanata büyük ilgi duyulmasına sebep olmuş­tur.

    1650 yıllarında Urfa'yı ziyaret eden Evliya Çelebi, Urfa'daki saraçlıktan bahsederek saraçhane­sini şu cümlelerle anlatmaktadır: " .... Saraçhanesi İbrahim Halil Irmağı kıyısındadır. Onun için Bağdat serdabı gibi soğuk su ile sulanmış anayolun iki tarafı mamur ve güzel, mevsiminde türlü çiçek­lerle süslü olup geçenlerin içini açar. Oralarda bü­tün bilgi sahiplerinin toplandığı, dinlendiği yerler vardır."

    Evliya Çelebi'nin sözünü ettiği saraçhânenin yeri kesin olarak bilinmemektedir.Bu sanat, günümüzde Hüseyniye Çarşıları yakınındaki "Saraç Pazarı" de­nilen çarşıda sürdürülmektedir. Eskiden 15-20 dük­kânın yer aldığı bu çarşıda günümüzde 3-4 dükkân bulunmaktadır. Bilhassa At'ın toplum hayatındaki yerini kaybetmiş olması Saraçlık sanatının gerile­mesine neden olmuştur.

    Bu sanatın bilinen en seki ustaları Hacı Mahmut Sedef, Sadık Basmacı, Ahmet Zılfo, Toşo Usta, Abdülkadir Nahya, Ahmet Sedef, Hacı Mehmet Nimetoğlu'dur. ımam Bakır Nahya ve Ali Kaşıkçıoğlu günümüzün en tanınmış saraç ustala­rıdır.

    Saraçlıkta kullanılan kalın deriler, düz kösele, sabunlu kösele, yağlı kösele ve glase (kundura de­risi-ince deri) olmak üzere dört sınıfa ayrılır. Bu deriler, eskiden Urfa'daki Debbağhâneden sağla­nırdı. Urfa Debbağhânesi'nin kapanması üzerine bu malzemeler günümüzde başka illerden sağlanmak­tadır.

    Kaba işlerde; Tosun (Öküz) ve Manda derisi, ince işlerde; Dana derisi (glase deri) kullanıl-maktadır. Saraçlık sanatında deri malzeme yanında toka, düğme, çıt çıt, gem, üzengi, zincir, çapraz (maşa) gibi metal malzemeler de kullanılmaktadır.

    Bel kemeri, eğer, livan başlığı, üzengi takımları sabunlu kösele ve düz kösele ile yapılmaktadır. Sabunlu kösele daha sağlam olduğundan tercih edilmektedir. Dizgin ve benzeri koşum takımları da yağlı kösele ile üretilmektedir. "Glase" denilen deri ile tabanca kılıfı ve tüfek rahtı yapılmaktadır.



    SARAÇLIK ÜRÜNLERİ

    I- KOŞU ATI KOŞUM TAKIMLARI

    1. Livan Kantarma Gem Başlık: Sadece rahvan ve koşu atları için yapılır. Gem'e bağlı ola­rak başa geçirilir ve dizginler bu başlığa bağlanır. Örgülü ve düz olmak üzere iki türü daha vardır.

    2. Eger: Sadece yarış atları için yapılan bir tür semerdir.

    Egerin yapılışı: İlk olarak ağaçtan "kaş" denilen ön cephe iskeleti yapılır. Sonra "alt yastık" haşa de­nilen bir tür kumaşla "çift yanaklı" bir şekilde diki­lip içersi pamukla doldurularak iskelete monte edi­lir. Üzerine kösele, ya da deri çekilip yan taraflarına etek denilen işlemeli şal kumaşlar dikilir. Eteklerde şal kumaş yerine bazen deri kullanılır. Uç kısımları renkli püsküllerle süslenen etekler, bir tür "tozluk" görevi görür.

    3. Merege: Rahvan denilen binek atları için yapılan bir tür özel semerdir. Egerin büyüğü olup boncuklarla süslenir.

    4. Üzengi Takımı: Egerin iki yanında, kösele kayışlara asılı demir halkalardan meydana gelir. Ayakla basılarak ata binmeye yarar. Kösele kayışla­rın üzeri boncuklarla ve basma düğmelerle süslü­dür.

    5. Kuskun: Halka şeklinde dikilen çift kat de­rinin içi pamuk veya talaşla doldurulur. Hayvanın kuyruk altından tek kayışla geçirilerek eger veya me'regeye toka ile sabitleştirilir. Yarış ve binek (rahvan) atlarına takılan kuskun, hayvanın yokuş indiği sırada egerin öne kaymasını önler.

    6. Sülebent: Üç kollu olup deriden yapılmıştır. Atın karnının altından gelip göğsünde birleşerek boynun iki yanından egerin veya me'regenin ön kısmına bağlanır. Yokuş çıkılırken eger veya me're­genin arkaya kaymasını önler.

    7. Kantarma Kayışı: Sülebente ek olarak yapılan ve atın başını yukarı kaldırmasına engel olan bir kayıştır.

    8. Kırbaç: Kalın deriden yapılır. Örgülü ve sı­rımlı (saçaklı) olmak üzere iki türü vardır.

    9. Dizgin: Uzunluğu jokeyin eli ile gem arasın­daki mesafe kadardır. Atı yönlendirmeye yarar. Sadece deriden yapılır. Örgülü ve düz olmak üzere iki türü vardır.



    II- YÜK ATI KOŞUM TAKIMLARI

    1. Amut (Klopin-Boyuntalık): Atın boy­nuna geçebilecek genişlikte elips şeklindeki ahşap üzerine keçe, kösele kaplanması suretiyle yapılır. Üzerine ince sarı teneke ile süslemeler işlenerek bağlayıcı halkalar çakılır. Buna, bazı yörelerde "Klopin veya "Boyuntalık" denilmektedir.

    2. Belleme: Kış aylarında yük atlarının sırtına vurulan, alt kısmı saf keçe, üst kısmı branda ile kaplanmış sırt örtüsüdür.

    3. Gözlüklü Başlık: Başın iki yanına takılan ve gözlerin sağı solu görmesini engelleyen kapakla­rın (gözlük) normal başlığa bağlı şekline gözlüklü başlık denilmektedir. At, merkep ve sığırlar için yapılır. Reşmeli başlık denilen zincir ve deri karı­şımı türü çok tutulmaktadır.

    4. Gömlek: Amuttan başlayıp atın kuyruk al­tından dönerek tekrar amuta bağlanan, üzerinde aşağı düşmesini engelleyen çift sırtlığı bulunan 5 cm. eninde bir kayıştır.

    5. Dizgin: Koşu atı dizgininden farklı olup 6 cm. boyundadır. Uç kısımları çapraz deri veya ke­tenden dokunmuş şeritlerden yapılır. 2.5-3 cm. ge­nişliğindedir. Bir ucu geme bağlı, diğer ucu sürü­cünün elinde tuttuğu dizgin, ata yön vermeyi sağ­lar.

    6. Karınaltı Kuşaması: Egeri atın sırtına sabitleş-tirmeye yarayan, 5-6 cm. eninde, deriden veya kolondan (keten dokuma kayış) yapılan bağ­layıcı kayışlardır.



    III- TOSUN (SIĞIR)-AV KÖPEĞİ-KURT KÖPEĞİ VE TAZI KUŞAMLARI

    Bu hayvanlar için, deriden, düğme ve püskül süslemeli tasmalar yapılmaktadır. Sığırlar için "Reşmeli" (kısmen deri, kısmen zincirli) türleri kul­lanılmaktadır.

    IV- BEL KEMERLERi

    Üç tür kemer yapılmaktadır

    1. Kuşak Kemer: Para konulmaya yarar.

    2. Palıska: Sabunlu köseleden yapılır ve 5-7 cm. enindedir.

    3. Normal Bel Kemeri: Başlıca 4 şekli var­dır

    a. Örgülü

    b. Düğme desenli

    c. Çift yüz dönerli

    d. Sabunlu. Sabunlu köseleden yapılır.



    V- AVCI MALZEMELERİ

    1. Raht: Çift ve tek kırma av tüfeklerinin mer­milerinin dizildiği fişekliktir.

    2. Mavzer Yeleği: Saf deriden yapılır ve üzeri fişekliklidir.

    3. Çanta: Yandan boyuna asılı olarak kullanı­lır. ıçine çeşitli avcı malzemeleri konulur.

    SARAÇLIKTA KULLANILAN ALETLER:

    1. Bıçkı: Ağaç saplı, ucu keskin üçgen demirli bir alettir. Deri kesmede kullanılır.

    2. Meket: Annep ağacından yapılmış, sivriltil­miş çift ağızlı, deriye çizgi ve nakış atmaya yarayan alet.

    3. Tişe Bizi: ıri dikişlerde kullanılan ve ahşap saplı biz.

    4. Normal Biz: İnce ve küçük dikişlerde kul­lanılan biz.

    5. Kılıf Bizi: Diğer bizlerden farklı olarak uç kısmı yılan dili şeklinde tek ağızlı, çift tarafı keskin bir bizdir. Silah kılıfının gizli dikişlerini dikmede kullanılır.

    6. Demir Pergel: Derinin üzerine daire ve en çizmeye yarar.

    7. Zımba: Üzerine çekiçle vurulmak suretiyle deriyi delmeye yarar.

    8. El Baskısı: Pense tipi bir zımba olup, 6 deği­şik ağzı bulunur ve 6 farklı delik açar.

    9. Büyük Makas: Keçe kesmede de kullanılan geniş ağızlı bir tür makastır.

    10. Kalıp: Değişik modellerdeki tabancaların ağaçtan oyulmuş şeklidir. Tabanca kılıfı bu kalıba geçirilerek şekillendirilir.

    11. Kerpeten.

    12. Çekiç.

    13. Demir Örs.
#21.12.2005 10:17 0 0 0
  • ŞANLIURFA EL SANATLARI ( TARAKÇILIK)

    Şanlıurfa'nın geleneksel el sanatlarından olan ta­rakçılık, günümüzden 50-60 yıl öncesine kadar Eski Arasa Hamamı ile Hoca Abdülvahit Camii arasında kalan çarşıdaki 20 kadar dükkânda icra edilirdi. Fabrika türü plastik tarakların imal edilmesiyle önemini yitiren bu sanatın son ustası Şıh Müslüm Özbal'dır.

    Tarakçı Bakır, Tarakçı Mehmet ve Tarakçı ımam, bu sanatın 30-40 yıl öncesinin tanınmış ustalarından idi.

    Bugün bu sanatı terketmiş olan Şıh Müslüm Özbal Usta, tarak kullanma alışkanlığının saçta ke­peklenmeyi, dökülmeyi ve bitlenmeyi önlediğini söylemektedir.

    Şanlıurfa'da tarak; deve'nin bacak kemiğinden, annep, armut ve iyi cins ceviz ağacından yapıl­maktadır. Beyaz renkteki deve kemiği fildişi görü­nümü verdiğinden, diğerlerine nazaran sert ve da­yanıklı olduğundan daha çok tercih edilmektedir. Bu kemik ayrıca tarakçılar tarafından göze sürme çekmede kullanılan "Sürme Mili", eskiden berberle­rin sünnet esnasında kullandıkları "Sünnet Mili" ve tabanca kabzasına kakma yapımında kullanılmak­tadır. Deve kemiği ayrıca tespihçiler tarafından tes­pih yapımında da kullanılmaktadır.

    Annep, armut ve ceviz ağaçlarının kesildikten sonra kurumaları için, üzerlerinden 1 yaz mevsimi geçmesi gerekmektedir. Şanlıurfa'da yetiştirilen ceviz ağaçlarının kerestesinin tarak yapımına elve­rişli olmadığı söylenmektedir. Bu iş için daha çok, siyah kalitede olan Elazığ ve Diyarbakır'ın ceviz ağaçları tercih edilmektedir.

    Deve kemiği ve ağaç bulunmadığı durumlarda nadir olarak Camız boynuzundan da tarak yapıl­maktadır. Ancak, sıcak suya karşı dayanaksız olan ve çabuk eğilen camız boynuzu, fazla tercih edilmektedir.

    ŞANLIURFA'DA YAPILAN TARAK TÜRLERİ

    1. Kadın Tarağı: 9x7.5 cm. boyutunda olup dişleri uzun kenara açılır. tarağın genişliğine göre iki, üç veya dört parça kemikten yapılır.

    a. İki tarafı sık dişli,

    b. Bir tarafı seyrek, bir tarafı sık dişli,

    c. Tek tarafı sık dişli,

    d. Tek tarafı seyrek dişli olmak üzere dört ayrı çeşidi vardır.

    2. Sakal Tarağı: 6x6.5 cm. boyutunda olup tek parça kemikten yapılmıştır. Tek tarafı sık dişli­dir ve dişler uzun kenara açılmıştır. Sakal taramada kullanılır.

    3. Erkek Tarağı: 10x4.5 cm. boyutunda olup iki parça kemikten yapılmıştır. Tek taraflı ve ince dişlidir.

    DEVE KEMİĞİNDEN TARAK YAPILMASI

    Kesilen devenin bacak kemikleri, tarakçılar tara­fından satın alınır. Bu iş için, iri ve kaliteli kemik veren yaşlı develer tercih edilir. Zayıf ve genç de­venin kemiği küçük ve kalitesiz olduğundan tercih edilmemektedir.

    Keserle önce kemiğin kaba tarafları düzlenir ve eti kazınır. Sonra parçalar halinde kesilerek ilik kısmı temizlenir. Düzgün kesilmiş parça kemikler, yaz aylarında 1 hafta, kış aylarında ise 15-20 gün süreyle suda dinlendirilir. Bu safhada kemik içer­sindeki ilik tortusu ve kan rengi kendini suya bıra­kır. Kemikler sudan çıkarılarak ağaç mengeneye takılır ve ince dişli "Yege" (eğe) ile parçalar halinde işlenir. Daha sonra bu parçalar yan taraflarından ince el matkabıyla delinir ve bu deliklere ince çivi­ler yerleştirilmek suretiyle birbirine tutturulur. Çeşidine göre bir, iki, üç veya dört parça kemikten bir tarak boyu elde edilir. Parçaların yan yana bağ­lanmasında ayrıca yapıştırıcı bir madde kullanıl­mamaktadır. Tutturulan kemikler tekrar menge­neye konulur ve özel olarak yapılmış ince dişli el testeresiyle tarağın dişleri açılır. Eğenin sivri kena­rıyla tarak üzerine çizgiler açılarak süsleme yapılır.

    Keser, eğe, oynar tahta saplı ince el matkabı, tes­tere ve tahta mengene tarakçılıkta kullanılan alet­lerdir
#21.12.2005 10:18 0 0 0
  • ŞANLIURFA YÖRESİ KADIN TAKILARI

    Şanlıurfa yöresi kadın takılarının tarihçesi Neolitik ve Tunç çağlarına kadar uzanmaktadır. Bozova ilçesine bağlı küçük ve büyük Şaşkan Höyükleri arasında "Kumartepe" olarak adlandırı­lan tarlada yapılan arkeolojik kazılarda, Neolitik Çağ'a ait kemik ve renkli taşlardan yapılmış değişik takı örneklerine rastlanılmıştır. Ayrıca Atatürk Barajı göl alanındı altında kalan Hassek Höyük, Cümcüme ve Lidar Höyük'te rastlanılan Kalkolitik ve Tunç çağlarına ait takılar bizlere Urfa bölgesi kadın takılarının en eski örnekleri hakkında önemli bilgiler vermektedir.

    Şanlıurfa'da kadın takılarının genel adı "Hışır"dır. Hışır'ın Urfa folklorunda ayrı bir yeri vardır. Kız evi tarafından yazılarak oğlan evine gönderilen ve besmele ile başlayan "kesim ka­ğıdı"nda hışır en önemli yeri tutar. En fakir kız ailesi dahi, kesim kağıdına bir gerdanlık, birkaç çift bilezik yazarak oğlan evinden talepte bulunur.

    Urfa kızlarının hışırsız gelin gitmeyişlerini dü­ğünlerde söylenen şu mani en güzel şekilde dile ge­tirmektedir.

    Masa üstünde bekmez

    Bu bekmez bize yetmez

    Şu Urfa'nın kızları

    Hışırsız gelin getmez.

    Şanlıurfa yöresi kadın takıları günümüzde kul­lanılan malzeme ve şekil bakımından merkez ilçe, Siverek-Suruç-Bozova-Hilvan ve Harran yöreleri olmak üzere başlıca üç bölgede değişik özellikler gösterirler.

    I. Merkez İlçe Takıları

    Kuyumculuk sanatı Şanlıurfa'nın en eski el sa­natlarındandır. Günümüzden elli yıl öncesine kadar Aslanlı Han bitişiğindeki "Eski Kuyumcu Pazarı" denilen kapalı çarşıda icra edilen bu sanat günü­müzde Yıldız Meydanı civarındaki Pamukçu Pazarı ve Kınacı Pazarı kapılı çarşılarında sürdürülmekte­dir. Hacı Durak Başbuğ, Hikmet Yeğin, Hacı Ali Çınar, Mehmet Ayoğlu, Seyfeddin Gözoğlu, Derviş Doğanlar, Hacı Güzeldemirci (Maraşlı Hacı), Hasan Çınar geçen kuşağın tanınmış kuyumcu ustaların­dandır. Şanlıurfa'da halen bu ustaların yetiştirdiği 30'dan fazla kuyumcu ustası çalışmaktadır.

    Şanlıurfa'nın en eski kuyumcu ustalarının Halepli oldukları söylenmektedir. Bu nedenle Urfa kadın takıları ile Halep takıları arasında büyük benzerlikler görülmektedir. Şanlıurfa merkezindeki takılarda maden olarak 21 ayar altın işlenmekte, gümüş hemen hemen hiç kullanılmamaktadır.

    Gerdanlıklar

    Başlıca gerdanlık çeşitleri şunlardır: Telkâri akıtmalı gerdanlık, hasırlı gerdanlık, incili telkâri gerdanlık, haplı gerdanlık, elmas gerdanlık (Urfa işi değildir, ancak çok yaygın olarak kullanılmakta­dır.), yıldızlı üçgen gerdanlık, koruklu gerdanlık, yapraklı gerdanlık (urfa işi değildir), liralı gerdan­lık, incili ve liralı gardanlık, altın hamaylı, deste, Ustanbul (İstanbul) bütünü, Urubiya, Kazya, Mahmûdiye, Beşibirlik, panaz, dobra ve onbirlik.

    Kolyeler

    Frenk bağı, koruklu kolye, incili kolye, akik kolye, oymalı piramit kolye, taşlı kolye, kordon.

    Boyuna takılan gerdanlık ve kolye çeşitleri ya­nında ayrıca "Kelep" (inci) büyük bir öneme sahip­tir ve çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Gerçek Bahreyn incisi Urfa'da tutunmaktadır. Şimdi bu­lunmayan bu inci halk arasında "eski inci" adıyla anılmakta ancak mezattan satın alınabilmektedir.

    Bilezikler

    Tahta bilezik, ahıtma bilezik (telkâri kapaklı ya­rım ahıtma, düz kapaklı yarım ahıtma, oymalı ahıtma, şımra zencirli ve telkâri kapaklı ahıtma ol­mak üzere dört ayrı çeşidi vardır), fişenkli bilezik, incili telkâri bilezik, haplı bilezik, yıldızlı bilezik, taşlı bilezik, şebikli bilezik, burma bilezik (Türkiye genelinde yaygındır), liralı burma bilezik, çift çak­malı bilezik, yılanlı bilezik, fıstıklı bilezik, parparalı bilezik, urubiyeli bilezik, ayneli bilezik.

    Bunlardan fişenkli bilezik aslında Van işi olup Urfa'da çok tutunmaktadır. Yılanlı ve kakmalı bile­zikler de İstanbul işi olup Urfa'da yaygın olarak kullanılmaktadır.

    Yüzükler

    Yüzükler, gerdanlık ve bileziklerle birlikte ta­kım olarak kullanıldıklarından çeşitleri de bunlara göredir.

    Başlıca çeşitleri; Telkâri yüzük, haplı yüzük, ko­ruklu yüzük, taşlı yüzük, incili telkari yüzük, par­paralı yüzük vs.

    Küpeler: Bunların da çeşitleri gerdanlık ve bile­ziklere göredir. Başlıca çeşitleri şunlardır: ıncili küpe, koruklu küpe (salkım küpe de denilir, altın koruklu ve inci koruklu olmak üzere iki ayrı çeşidi vardır.), telkâri gül küpe, kuşlu telkâri küpe, haplı küpe, yıldızlı küpe, yapraklı küpe, taşlı küpe, incili yıldızlı küpe.

    İğneler:

    Urfa'da "Dal-Gögüs Dalı" olarak adlandırılan iğ­nelerin başlıca çeşitleri şunlardır. Telkâri Urfa Kelebeği, Papatya, ıncili ığne (buket iğne), Yıldızlı ığne.

    Kemerler:

    Frenkbağı kapaklı kemer, liralı kemer, telkâri kemer.

    II. Siverek-Suruç-Bozova ve Hilvan Yöresi Takıları:

    Bu yörelerde daha değişik kullanım yerleri olan ve değişik adlarla anılan gümüş ya da altın taklidi takılar kullanılmaktadır.

    Bunların başlıcaları şunlardır:

    Tepelik: Başa takılan tacın (fes) üzerine tutturu­lur. Üst kısmı telkâri işlemeli, çevresi gümüş para­lardan oluşan saçaklarla süslüdür. Diğer adı Taç'tır.

    Üçkor: Fesin alt kısmına, alından yukarıya takı­lır. Ortasında yuvarlak ve mavi taşlı bir göbek, yan­larında üç sıra zincir bulunur.

    Levzik: Üçkor göbeğinin altına takılır, alına doğru sarkar.

    Reşme: Fesin iki yanına takılır. Şakaklardan ya­nağa doğru sarkar.

    Gerdanlık: Levziklerin bir zincir üzerinde sıra­lanmasından meydana gelmiş çeşitleri olduğu gibi, haplı, salkımlı ve akik çeşitleri de vardır.

    Tasma (Beğnik): Boğaza takılır. Anadolu'nun bazı yörelerinde "Gıdıklık" denilmektedir.

    Küpe: Hilâl şeklinde ve alt kısımları saçaklı mo­delleri yaygındır.

    Frenkbağı: Ortası fiyong şeklinde, yanları geniş zincirlidir. Urfa merkez ilçede de yaygın olarak kullanılmaktadır.

    Hamaylı: Üzerinde ayet ya da duaların yazılı ol­duğu kağıtları muhafaza eden bu takıların silindir biçimli telkâri olanlarının yanında, çok ince sigara tabakası şeklinde kapaklı olanları da vardır. Boyuna takılan bu takı koltuk altından bele doğru sarkar.

    Göğüslük: Yuvarlak şekilde, göğsün şekline göre biraz bombeli ve telkâri süslemelidir. Alt kısımları yarım ay şeklinde saçaklı olan göğüslükler ortala­rındaki bir iğneyle sağlı sollu olarak göğüslere tut­turulur.

    Kemer: Telkâri olarak gümüşten yapılır. Tokaları değişik modellerdedir.

    Bilezik: Telkâri süslemeli ve menteşeli (tahta bi­lezik) olan tipleri yanında, uç kısımları yılan başı şeklinde, kalın yuvarlak gümüşten olanlar da var­dır.

    Hızma: Buruna takılır. Altın ve gümüş çeşitleri vardır.

    Halhal: Bilezik şeklinde ayak bileklerine takılır. Çevresi habbe denilen nohut iriliğinde gümüş top­larla saçaklıdır.

    Saç Koru: Arkadan başın üzerine takılarak omuzlara kadar sarkan bu takı, saç görünümünü veren siyah ipekten yapılmıştır.

    Saç ığnesi: Saç korunun alt kısmına takılır.

    Enselik: Başın arkasıda sağlı sollu olarak saç ko­runun üzerine takılır ve enseye doğru sarkar. Dört sıra halinde saçaklı, madenî bir takıdır.

    Maşallah: Alına takılıdır. Üzerinde "Maşaallah" yazılı, etrafı saçaklı, plaka halindedir.

    III. Harran Yöresi Takıları

    Harran yöresinde baş üzerinde takı kullanılma­yıp hızma, küpe, bilezik ve kemer türünde takılar kullanılmaktadır. Bu bölgede kadınlar takıdan zi­yade "Dövme" denilen el ve yüze yapılan süsleme­leri tercih etmektedirler. Dövmeler göstermiş ol­dukları motif zenginliği açısından ayrı bir inceleme konusu teşkil ederler.

    Harran yöresinin başlıca kadın takıları şunlardır:

    Hizem: Burna takılır. Hızmanın sarkan şeklidir.

    Verdine: Hızmanın sabit biçimidir. Gümüş ya da altından yapılır.

    Hınnegiy: Altın, gümüş, boncuk ya da karanfil­den yapılan bu takı boyuna takılır.

    Lebe: Şerit veya ipe takılan, bele kadar sarkan bir takıdır. Altın gümüş liralı ya da boncukludur.

    Zincir: Gümüşten yapılmış olup, iki-üç kor (sıra) halinde boyuna takılır.

    Suver: Bilezik çeşididir.

    Hatem: Yüzük

    Hücuz: Halhal

    Dıllee: Çocukların perçemine takılır.

    ŞANLIURFA'DAKİ HIRİSTİYANLIK DÖNEMİNDE YAPILAN YAPILARI

    Hıristiyanlığın devlet dini olarak dünyada ilk kabul gördüğü yer olan Şanlıurfa'da dünyanın en görkemli kiliseleri inşa edilmiş, ancak bunlardan V. yüzyıla ait olanların bir kısmının kalıntıları günü­müze ulaşabilmiştir.

    Deyr Yakub (Yakub Manastırı)

    İl merkezindeki Eyyub Peygamber makamının 4 km. batısında bulunan Deyr Yakub, halk arasında "Nemrud'un Tahtı" ya da "Cin Değirmeni" olarak anılmaktadır. Buradaki yüksek bir dağın tepesinde M.Ö. I. yüzyılda (putperest dönem) Edessa Kralı Abgar Manu'nun oğlu Aryu'nun aile fertleri için inşa edilmiş anıt mezar kalıntıları yer almaktadır. Bazı kaynaklarda manastır olarak adlandırılan, doğu batı istikametinde dikdörtgen planlı iki katlı büyük yapı kalıntısının zemin katının doğu kesimi üç katlı anıt mezardır. Edessa krallarının yattığı tahmin edilen ve esas girişi zemin kattan olan me­zar odası; kuzey, güney ve doğuda kemerli birer arkosoliumdan oluşmaktadır. Arkosoliumların üzerleri büyük lento taşlarla örtülüdür. Bu bölü­mün zemin kattaki giriş kapısının sol tarafında çi­zikleme tekniğinde (grafitto) sağa bakar vaziyette profilden bir kuş figürü işlenmiştir. Ruhun bir kuş gibi uçup gitmesini sembolize eden bu figür İslâmi dönemlerde de bir çok mezara işlenmiştir. Büyük yapının anıt mezar dışında kalan esas kısımının zemin katı kemerli koridorlarla üç arkosoliumlu mezar odasına ve ayrıca kuzeydeki Manu oğlu Şaredu'nun karısı Ameşşemeş'in anıt mezarına bağlanmaktadır. Zemin kata giriş, kuzeydeki yıkık kapıdan olmaktadır. Bu kapıdan düştüğü anlaşılan blok bir taş üzerine, uzanmış vaziyette bir erkek fi­gürü kabartması işlenmiştir. Başını yastığa koymuş bu figürün yanında daha küçük boyutta cepheden, bir sandalyede oturur vaziyette biri kadın, diğeri erkek iki figür bulunmaktadır.

    Büyük yapının kuzeyindeki dikdörtgen planlı üç katlı anıt mezarın doğu cephesindeki pencerenin altında yer alan iki satır kitabenin üst satırı Grekçe, alt satırı Süryânicedir. Her iki kitabede "Manu oğlu Şaredu'nun karısı Ameşşemeş" yazılıdır. Aryu hâ­nedanının M.Ö. I. yüzyılda yaşadığı dikkate alına­cak olursa mezarların Hıristiyanlık öncesi paganist (putperest) döneme ait olduğu ve büyük yapının mezar odalarına bağlanan zemin katı üzerinin put­perest tapınağı olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ancak bu tapınağın M.S. V. yüzyılda kerametleri ve kehânetleri ile ünlü olan ve Suruç Episkoposluğuna kadar yükselmiş bulunan Suruçlu Aziz Yakub za­mamında (M.S. 451-521) manastır olarak kullanıl­dığı ve bundan ötürü Deyr Yakub (Yakub Manastırı) olarak anıldığı tahmin edilmektedir. Manastırın doğusunda kayaya oyulmuş keşiş oda­ları bu tahmini güçlendirmektedir.

    Büyük mezarın zemin kattaki güney arcosolium kemerinin kilit taşına işlenmiş olan haç rozetinden burasının Hıristiyanlık döneminde de kraliyet ailesi tarafından mezar olarak kullanıldığını kanıtlamak­tadır.

    Ayrıca halk arasında Yakub Peygamber'in bu­rada kaldığına ve Deyr Yakub adının bundan do­layı verildiğine inanılmaktadır.

    Tella (Viranşehir) Martyrionu

    Bizans dönemi Hıristiyanlık yapılarının Şanlıurfa bölgesindeki en büyük örneklerinden olan oktogonal (sekizgen) planlı bu yapının 34.5x32 m. çapındaki kubbesinin bazalt taşından örülmüş sekiz paye üzerine oturduğu mevcut kalıntılardan anla­şılmaktadır. Yüzyılımızın başlarında sekiz payesi­nin tamamı ayakta olan bu yapının günümüze sa­dece bir payesi gelebilmiştir.

    Büyük bir nekropolün ortasına inşa edildiği an­laşılan bu yapının önemli bir aziz için Martyrion (şehitlik) olarak IV.-V. yüzyıllar arasında inşa edilmiş olabileceği tahmin edilmektedir. Ancak böylesine görkemli bir Martyrion'un Viranşehir'de doğan, sonraları kendi adıyla "Yakubilik" olarak anılan "Monofizit" Süryâni cemaatini dağınık bir halden kurtarıp toparlayan ve "Tibeloyo" (Evrensel Metropolit) ünvanına kadar yükselen, 578'de Mısır'da ölen, cesedi 622'de Viranşehir'e getirilen Mar Yakub'un gömüldüğü Fisilta Manastırı olma ihtimalini de düşünmek gerekmektedir.

    Kalıntılar arasında bulunan çok sayıdaki mozaik tanesinden yapının zengin mozaik süslemeli ol­duğu anlaşılmaktadır.

    Aziz Stefanos Kilisesi

    Bu kilise, miladi 435 veya 436'da ölen Piskopos Rabbula tarafından eski bir Sinagog'dan dönüştü­rülmüştür. Kırmızı renkteki mermer sütunlarının çokluğu nedeniyle "Kızıl Kilise" olarak adlandırılan bu yapının yerine Zengiler döneminde 1170-1175 tarihlerinde bugünkü Ulu Cami inşa edilmiş, kili­senin çan kulesi minare olarak değerlendirilmiştir.

    Aziz Stefanos Kilisesi'nin avlu duvarları, Yıldız Meydanı ve Karanlık Kapı Sokağı'na açılan avlu kapıları, cami avlusundaki bazı sütun ve sütun baş­lıkları günümüze kadar ulaşmıştır.

    Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi

    Şehrin Ellisekiz Meydanı yakınındadır. VI. Yüzyıla ait bir kilise kalıntılarının üzerine 1861 yı­lında inşa edilmiştir. Kilise, Hz.İsa'nın iki havarisi­nin anısına inşa edildiğinden onların ismini taşır.

    Üç nefli bazilikal planlı yapının çapraz tonoz­larla örtülü nefleri, sütun dizileri ile ayrılmıştır.

    Bu tarihi yapı, Urfalı Süryâniler'in 1924 yılında Halep'e göç edişlerine kadar, kilise ve okul olarak kullanılmıştır.

    İç mekâna giriş kapısı üzerindeki Süryânice inşa kitabesinin tercümesi şöyledir:

    "Bütün dünya sana tapar, diz çöker ve her dil adına şükreder. Salih kişilerin girdikleri Allah'ın evi olan bu kutsal Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi, Patrik II. Yakub ve Metropolit Mar Gregorius David döneminde, mü'min Süryâni-Yakubi halkının yardımıyla 2112 Yunan ş yılında inşa edildi. Rab, katkısı olan herkesi mükafatlandırsın."

    1924 yılında Tekel İdaresi'ne verilen kilise, Tütün İşleme Fabrikasına dönüştürülmüş, sonraki yıllarda şaraplık üzüm deposu olarak kullanılmış­tır. Yapı, Tekel kelimesinin Fransızca karşılığı olan Regie (Reji)'den dolayı "Reji Kilisesi" olarak adlan­dırılmıştır. Kilisenin 1998 yılındaki kısmi restoras­yonu sırasında bahçesinden ve duvarlarından çı­kartılan Süryânice yazıtlı 7-8 adet mezar taşı Urfa Müzesi'nde sergilenmektedir.

    Restorasyon sonrasında bir müddet Halıcılık Kursu Atölyesi olarak kullanılan bu tarihi yapının Gençlik Kültür Merkezi'ne dönüştürülmesi için 2002 yılında İl Özel İdaresi ve GAP İdaresi tarafın­dan müşterek bir projeye başlanılmıştır.

    Rahibeler Kilisesi (Rahibeler Evi)

    Ellisekiz Meydanı, Şeyh Safvet Tekkesi'nin do­ğusundaki çıkmaz sokak içersinde yer alan bu ki­lise, plan itibariyle avlulu bir Urfa evini andırır. 1883 yılında Urfa'ya gelen Fransisken rahibeleri (gezici misyoner rahibeler) için hem ev, hem de ki­lise olarak inşa edilmiştir. Avlunun güneyinde, doğu-batı istikametinde dikine dikdörtgen planlı kilise kısmı, arka arkaya eş değerde üç çapraz to­nozla örtülüdür. Kilisenin avluya bakan ve kuzeye bakan giriş cephesi önde iki sütuna oturan tonoz­larla örtülü üç gözlü revaklıdır. Kilisenin dikdört­gen niş şeklindeki apsisinin ön kısmı yanlardan merdivenle çıkılan sahne şeklindedir. Apsis önün­deki çapraz tonozun kollarının kesiştiği yerde dört melek kabartması işlenmiştir. Ayrıca apsis çevresini dolaşan renkli freskler arasına da figürler işlenmiş­tir.

    Çardak Manastırı

    Deyr Yakub'un kuş uçuşu 1 km. kuzeybatısın­daki dağlar üzerinde kalıntıları bulunan bu manas­tırın, V. yüzyılda inzivaya çekilen keşişler için yap­tırıldığı tahmin edilmektedir. Manastırın çevresinde çok sayıda sarnıçlar bulunmakta, ayrıca çok sayıda kaya mezarı yer almaktadır.

    Norhut Kilisesi

    Halfeti ilçesi Norhut Köyü'ndeki bu kilise V. yüzyıl Bizans eseri olup, üç nefli bazilikal planlıdır. Çatısı yıkılmış olup harap bir durumdadır.

    Şanlıurfa il merkezinde Aziz Petrus-Aziz Paulus Kilisesi ve Rahibeler Kilisesi'nden başka; Aziz Havariler Kilisesi (Fırfırlı Kilise), Aziz George Kilisesi ve Büyük Kilise olmak üzere Osmanlı dö­neminden kalma 3 kilise daha günümüze ulaşmış­tır. Bunlardan Aziz Havariler Kilisesi Fırfırlı Camii'ne, Aziz George Kilisesi Circis Peygamber Camii'ne ve Büyük Kilise Selahaddin Eyyûbi Camii'ni dönüştürülmüştür.
#21.12.2005 10:19 0 0 0
  • ŞANLIURFA'NIN DÜNYA İNANÇ TURİZMİNDEKİ YERİ

    ŞANLIURFA'NIN DÜNYA İNANÇ TURİZMİNDEKİ YERİ





    Şanlıurfa tarihte dünya kültür ve medeniyetinin merkezi kabul edilen ve arkeoloji literatüründe "Bereketli Hilal" olarak adlandırılan bölge üzerinde yer almaktadır.

    Arkeolojik kazılardan elde edilen buluntular, şehir merkezindeki Balıklıgöl civarının günümüz­den 11.000 yıl önce Neolitik Çağ insanları tarafın­dan iskan edildiğini kanıtlamıştır. Bu çağ, Anadolu'da mimarlık sanatının başlangıcı sayıl­maktadır.

    Mimarlık tarihi bu kadar eskilere dayanan Şanlıurfa, günümüzde de mimari eserlerinin zen­ginliği bakımından Anadolu'nun önde gelen illeri arasında yer almakta ve bu özelliğinden dolayı "Müze Şehir" adıyla tanınmaktadır.

    Şanlıurfa, dinler tarihi ve inanç turizmi yönüyle de dünya kültüründe önemli bir yere sahiptir. İl merkezi yakınındaki Göbekli Tepe'de yapılan arke­olojik kazılarda, ilkel dinlere ait olan ve günümüz­den 11.000 yıl öncesine tarihlenen dünyanın en eski tapınakları bulunmuş ve Şanlıurfa'nın inanan insan­ların dünyadaki en eski merkezi olduğu anla­şılmıştır.

    İlkel dinlerin dünyada bilinen en eski merkezi Şanlıurfa, çok tanrılı (politeist) dinler ile tek tanrılı (monoteist) dinlerin de önemli merkezlerinden bi­ridir.

    Assur ve Babil dönemlerinde; Ay, güneş ve ge­zegenlerin kutsal sayıldığı politeist bir din olan Paganizm'in baştanrısı "Sin"in mabedi Harran'da bulunuyor ve Soğmatar bu dinin önemli bir mer­kezi şehri sayılıyordu.

    Musevi, Hıristiyan ve İslâm dinleri peygamlerle­rinin atası olan Hz. İbrahim (A.S.) Şanlıurfa'da doğmuş, Nemrut ve Halkının taptığı putlarla mü­câdele ettiği için burada ateşe atılmıştır. Lut Peygamber, amcası Hz. İbrahim'in ateşe atılmasını görmüş ve daha sonra Şanlıurfa'dan Sodom'a doğru yola çıkmıştır. İbrahim Peygamber'in torunu ve İsrailoğullarının atası Yakub Peygamber Harran'da evlenmiş, Eyyub Peygamber Şanlıurfa'da hastalık çekmiş ve Şanlıurfa'da vefat etmiştir. Hz. Eyyub'u arayan Elyasa' Peygamber O'nun yaşadığı Eyyub Nebi Köyü'ne kadar gelmiş, ancak kendisini göre­meden orada vefat etmiştir. Şuayb Peygamber, Harran'a 37 km. mesafedeki Şuayb Şehri'nde ya­şamış, Musa Peygamber, Şuayb Şehri yakınındaki Soğmatar'da Şuayb Peygamberle buluşmuştur. Bu nedenle Urfa'nın bir adı da "Peygamberler Şehri"dir. İsa Peygamber, Şanlıurfa'yı kutsadığına dair bir mektubunu ve yüzünü sildiği mendile çı­kan mûcizevi portresini Şanlıurfa Kralı Abgar Ukkama'ya göndermiş, Hıristiyanlık devlet dini olarak dünyada ilk defa bu dönemde Şanlıurfa'da kabul görmüştür.

    Bütün bunlardan, Şanlıurfa'nın dinler tarihi ve inanç turizmi yönünden Mekke ve Kudüs'ten sonra dünyanın önemli inanç merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.
    ŞUAYB PEYGAMBER VE ŞANLIURFA

    Şuayb Peygamber'in Harran'a 27 km. mesafe­deki Şuayb Şehri adıyla tanınan antik kentte yaşa­dığına inanılmaktadır. Oldukça geniş bir alana ya­yılmış olan ve etrafı surlarla çevrili bu tarihi kent içersinde çok sayıda kaya mezarı ve üzerlerine inşa edilmiş yapı kalıntıları vardır. Harabeler arasındaki bir mağara Şuayb Peygamber'in makamı olarak zi­yaret edilmektedir.

    Bu şehire 16 km. mesafedeki Soğmatar'da, Şuayb Peygamber ile Musa Peygamber'in buluştuğuna, Musa Peygamber'in, Şuayb Peygamber'in kızı ile burada evlendiğine ve mûcizevi asasını Şuayb Peygamber'den bu şehirde aldığına inanılmaktadır.
#21.12.2005 10:19 0 0 0
  • Kültür - Turizm

    ŞANLIURFA MİMARİ ESERLERİNE GENEL BİR BAKIŞ

    ANIT (ABİDE) MİMARİSİ

    A. Harb-ı Umumi Şehitleri Anıtı

    Şehir merkezinde Hükümet Konağı önündeki dört yolun birleştiği kavşaktadır.I.Dünya Savaşı'nın bütün cephelerinde savaşa katılan Urfalı şehit ve gazilerin hatıralarına 1917 yılında Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey tarafından yaptırılmıştır.

    Sekizbuçuk metre yüksekliğindeki anıt, tama­men kesme taştan olup yuvarlak bir kaide üzerine kare gövdeli olarak gittikçe daralan bir biçimde inşa edilmiştir.

    Anıtın kuzey cephesindeki üst kitabede: "Bu ha­cer samit değil, iklil-i cihâdı ekberdir. 1335" (Bu taş, sessiz değil, büyük savaşın tacıdır. 1917), alt kita­bede: "Harb-ı Umumi şühedâya fatiha 1330-1332" (I. Dünya Savaşı şehitlerine fatiha. 1912-1914) yazılı­dır.

    Güney cephe üst kitabede: "Cây-ı cihâda giden erlere nusret ola. 1334" (Cepheye giden erlere yar­dım ola. 1916) yazılı olup, bu cephedeki alt kitabe ise, kuzey cephe alt kitabenin aynısıdır.

    Anıt üzerindeki yazıların tümü, ünlü Urfalı Hattat Ahmet Vefik Efendi (Lobut Ahmet) tarafın­dan yazılmıştır.

    Daha önce, Vilâyet binası önündeki bulvarın ortasında ağaçlar ve elektrik direkleri arasına sı­kışmış bu anıt, 1983 yılında Urfa Belediye Başkanı Alaattin Turhan tarafından şimdiki yerine nakle­dilmiştir.

    B. Mustafa Kemal Paşa Anıt Çeşmesi (Yol Gösteren Çeşmesi)

    Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale cephesinde savaşan ve bu savaştaki kâhramanlıklmarıyla ün salmış olan Urfa taburundan geriye kalan gaziler, savaş sonrası Urfa'ya döndüklerinde komutanları Mustafa Kemal'i büyük bir hayranlıkla çevrelerine anlatmışlardır. O tarihte Mutasarrıf bulunan Nusret Bey, gazilerin Mustafa Kemal paşa'ya olan bu sevgi ve bağlılıklarını bir anıtla sembolleştirmeyi uygun görmüştür. Nusret Bey, 1917 yılında şehrin kuzey kesimini Karakoyun deresi üzerindeki Hacı Kâmil Köprüsü'ne bağlayan bir cadde açtırarak buraya "Mustafa Kemal Paşa Caddesi" adını vermiş, cad­denin ortasını çiçeklerle düzenleyerek Vali Konağı'nın karşısına (bugünkü Cebeci İşhanı) bu anıt çeşmeyi yaptırmıştır.

    Bu anıt, 1972 yılında Vali Turgut Sayın tarafın­dan yerinden alınarak bugünkü yeri olan Diyarbakır-Mardin-Gaziantep yolu kavşağına nak­ledilmiştir.

    Beyaz kesme taşlardan inşa edilmiş olan ve dört köşesindeki zarif sütunlarla iki kata ayrılmış olan anıtın alt kısmında, bir su haznesi ve dört tarafında çeşme bulunur. Anıtın dört cephesi üzerinde yer alan kitabelerde Kafkas Yolu, Hindistan yolu, Ankara Yolu ve Mustafa Kemal Paşa Caddesi yazı­larıyla bu yolları gösteren ok işaretleri bulunmak­tadır.

    Bu anıt, Mustafa Kemal Paşa, henüz Atatürk ünvanını almadan O'nun adına Türkiye'de dikilen ilk anıt olması bakımından önem taşımaktadır. Yine Türkiye'de ilk defa bir caddeye Mustafa Kemal Paşa adı Urfa'da verilmiştir.

    C. Şanlıurfa Kalesi Sütunları

    Kale üzerindeki korint başlıklı iki sütunun arası 10.40 m. olup yükseklikleri 17.25 ve çevresi 4.60 met­redir. Doğudaki sütunun kente bakan yüzünün 3 metre yukarısında Estrangela türündeki Süryânice kitabede: "Ben askeri komutan BARŞ[.........]' ın oğlu AFTUHA. Bu sütunu ve üze­rindeki heykeli veliaht Prens MANU'nun kızı, Kral MANU'nun eşi, hanı­mefen­dim ve velinimetim Kraliçe ŞALMETH için yaptım" yazılıdır. Kitabede adı geçen Edessa kralı IX. MANU'nun 214-240 yıl­ları arasında hüküm sür­düğü düşünülürse, bu sü­tunların Urfa'da günü­müze ulaşmış en eski anıtlar olduğu anlaşılır
    ASKERİ MİMARİ

    A- ŞANLIURFA KALESİ (İÇKALE)

    Kent merkezinin güneybatı kesiminde, Halil-ür Rahman ve Ayn-ı Zeliha göllerinin güneyinde ve göllere hakim bir tepe üzerinde kurulan içkalenin doğu, batı ve güney tarafı kayadan oyma derin sa­vunma hendeği ile çevrili olup, kuzey yönü sarp kayalıktır.

    814 yılında (Abbâsiler Dönemi) şehir surlarının yeniden inşa edilmesi sırasında kalenin de inşa edildiği tahmin edilmektedir. Zira Bizanslı resmi görevli Prokopius, M.S. VI. yüzyılda yaptığı dö­kümlerde surlardan bahsettiği halde, bir kalenin varlığından söz etmemektedir. Tarihi kaynaklarda kalenin adına ilk kez XI. yüzyıl başlarında rastla­nılmaktadır. Buna göre kalenin inşa tarihi VI. yüzyıl ile XI. yüzyıl tarihleri arasına düşmelidir ki, Abbâsiler dönemi içinde olsun.

    Kalenin şehir surlarının güneybatı köşesini oluşturan yüksek tepenin üzerine inşa edilmiş ol­ması, hem şehre karşı, hem de dışarıdan gelecek düşmanlara karşı savunma imkanı sağlamıştır. Güneydeki kayadan oyma hendeğin, kalenin esas inşa tarihinden çok sonra, M.S. III. yüzyıla ait nek­ropolün tahrip edilerek açıldığı hendek kenarındaki kesilmiş yarım kaya mezarlarından anlaşılmakta­dır.Kale üzerindeki Korint başlıklı iki sütundan do­ğuda olanının kente bakan kuzey cephesindeki Süryânice kitabeye göre bunların kalenin esas inşa tari­hinden önce, buradaki tepeye birer anıt olarak dik­tirildikleri anlaşılır. (Bakınız: ANIT (ABİDE) MİMARİSİ s. 96.)

    Doğu-batı istikametinde uzanan dikdörtgen planlı kale, düzgün kesme taşlardan inşa edilmiştir. Çevresi yaklaşık 800 metre uzunluğunda olup, 25 burçludur. Evliya Çelebi, Urfa kalesinden şu şe­kilde bahseder: "Kalenin batıya açılan gayet sağlam ve kuvvetli bir demir kapısı vardır. Burada 200 ka­dar ev vardır ki, Dizdarağa bu evlerde oturur. 200 kadar neferi, cephânesi, buğday ambarı ve sarnıç­ları vardır. Kale kapısının iç kısmında minareli ve küçük bir mescidi vardır. Mel'un Nemrud'un Hz. İbrahim'i ateşe attırdığı mancınık, bu kalenin içinde durur iki tane sütundur." Evliya Çelebi'nin kalede mevcut olduğunu söylediği evler, ambarlar, sanıç­lar ve mescid günümüzde toprak yığını olup sadece iki sütun ayaktadır. İngiliz Seyyahı Buckingham, 1827 yılından önce, pencereleri hendeğe bakar va­ziyetteki bir caminin harap bir durumda olduğunu söylemektedir. XIX. yüzyılda kalede oldukça güzel üç veya dört odayla büyük bir salon ve birkaç mo­zaik kalıntısından söz edilir.

    Kalenin içme suyu, gizli bir tünel ile aşağıdaki Aynzeliha kaynağından temin edilmekteydi. Bu kaynağa inen gizli tünel, geçtiğimiz yıllarda Şanlıurfa Valiliği'nce ortaya çıkartılarak temizlen­miş ve hizmete açılmıştır. Ayrıca h. 1137 (m. 1724) tarihli Mevlana el-Hac Abdurrahman Efendi b. Mustafa Çelebi Vakfiyesi'nde Hüseyin Paşa'nın ka­lede bir su kuyusu açtırdığından söz edilmektedir.

    Güneydeki hendeğin batı kesiminde yer alan dik ve yüksek kayanın üzerine, asma bir köprünün oturduğu tahmin edilmektedir. Kaleyi üç yönden çevreleyen hendek, 2001 yılında Şanlıurfa Valiliği tarafından temizletilmiştir.

    Urfalı Şair Nâbi, h. 1089 (m. 1678) tarihindeki Hac yolculuğunu konu alan "Tuhfet-ül Harameyn" adlı eserininUrfa ile ilgili bölümünde kaleden şu şekilde söz etmektedir: "Ulu Felek Dağı'nın tepesi üzerinde baş yükseltmiş olan yüksek kale, feleği kıskandıracak kadar yükseklikte, kafir ve sapık mühendisler tarafından yapılmıştır. Üzerinde hile, aldatıcılık okulunun öğretmeni İblis-üzerine lanet olsun- kalıp dökerek yaptığı iki kıta yontulmuş taş­tan tertip edilmiş minare görünüşlü mancınık var­dır."

    Kalede Bizans ve İslâmi devirlere ait temel ha­linde çok sayıda yapı kalıntısı bulunmaktadır. Bu yapılardan biri, kalıntıları günümüze kadar gelmiş olan ve kalenin batı kesiminde yer alan "Yel Değirmeni"dir. Geçtiğimiz yıllarda Şanlıurfa Müze Müdürlüğü tarafından yapılan kazılarda, bu de­ğirmene ait bazalt öğütme taşları bulunmuştur. Yapılacak arkeolojik kazılar, kaledeki yapıların planlarını ortaya çıkarma ve kalenin tarihini aydın­latma açısından yararlı olacaktır.

    Bizans İmparatoru Justinianus'un kaleyi esaslı bir şekilde tamir ve tahkim ettirdiği bilinmektedir. Haçlı Kontluğu, Selçuklular, Eyyûbiler, Memlûkler, Akkoyunlular ve Osmanlılar dönemlerinde çeşitli onarımlar geçiren kalenin kuzey, güney ve doğu cephelerinde bu dönemlere ait kitabeler vardır.

    Kalenin kuzeydoğu köşesindeki poligonal bur­cun kente bakan köşelerinden birinin iki yanında yüksek kabartma birer aslan figürü yer almaktadır. Çok kaba bir şekilde işlenmiş olan bu figürlerin baş­ları cepheden, vücutları profilden sakin bir duruşla tasvir edilmiştir. Kuyruk gövdeye yapışık olup uç kısımdan yukarıya kıvrılmıştır. Başları iri ve yuvar­laktır. Başlar tahrip olduğu için yüz detayları belir­sizdir. Üslup özelliğine dayanarak, bu aslanlar XIII. yüzyıla tarihlenmektedir. Ancak, kalenin farklı za­manlarda birçok kez onarılması ve kabartmaların yüksekte bulunması tarihlemede yanlışlık yapma ihtimalini arttırmaktadır.

    Kale kapısının doğuya bakan cephesindeki kapı kemerinin iki yanında birer hayvan figürünün mevcut olduğu eski fotograflarda görülmektedir. Birbirine bakar durumda simetrik olan bu figürler, Memluk Sultanı I. Baybars (1260-1271) dönemi pars figürlerine benzemektedir. Ayrıca buna benzer ka­bartmalar Baybars dönemi dışında, Osmanlı dö­neminde de kullanılmıştır. Fotograf uzaktan çekil­miş olduğundan figürler net olarak seçilememek­tedir. Fotografa dikkatle bakıldığında, her iki figür arasında bazı farklılıklar görülmektedir. Sağdaki fi­gür; sağa doğru yürür vaziyette olup, baş ve gövde pofilden tasvir edilmiş, kulaklar sivri ve ağız açık vaziyette, kuyruk gövdenin üzerine doğru kıvrıl­mış, uç kısmı ise tekrar yukarıya dönmüştür.

    Kale üzerindeki kitabeler:

    Doğu duvarındaki kitabede kalenin h. 857 (m. 1462) tarihinde Akkoyunlu hükümdârı Uzun Hasan Bey tarafından onarıldığı yazılıdır. Bunun yanın­daki kare bir taş üzerinde de h. 995 (m. 1540) tarihi okunur. Güney cephenin kuzey yarısında yer alan ve büyük bir kısmı tahrip olmuş bulunan şerit kita­benin okunabilir kısmı Memluk sultanlarından Nasr Muhammed (III. saltanatı 1309-1340) ve Ebu'l Nasr Hasan'ın (saltanatı 1347-1351 ve 1354-1361) saltanatlarına tarihlenmektedir.

    Kuzey cephedeki üç kitabeden batı kesiminde bulunan iki adedi ,Karakoyunlu hükümdârı Ebu'l Nasr Hasan Ali'nin (saltanatı 1467-1469) onarımla­rına aittir. Doğu kesimde bulunan üçüncü kitabe ise, okunamamıştır. Bu onarımlardan başka bazı yayınlarda kaynak gösterilmeden, kalenin 921, 1048, 1462, 1548 ve 1588 yıllarında onarıldığı belir­tilmektedir.

    B. ŞEHİR SURLARI VE KAPILAR

    Kentin etrafını çevreleyen surlar 20.yy.'ın başın­dan günümüze kadar tahrip olmuş ve yıkılmıştır. Urfa şehir surlarından; Harran Kapısı, Bey Kapısı'na ait Mahmûdoğlu Kulesi ile yer yer duvar ve burç kalıntıları günümüze kadar ulaşabilmiştir. M.S. VI. yüzyıla ait kaynaklarda geçen Urfa surları­nın ilk inşa tarihi bilinmemektedir.

    Çeşitli kaynaklardan yapılan tespitlerde şehir surlarında; batıda Sakıb'ın Kapısı, Su Kapısı, Batı Kapısı; kuzeybatıda Samsat Kapısı, Saray Kapısı; doğuda Bey Kapısı, Su Kapısı ve güneyde de Harran Kapısı olmak üzere sekiz kapı bulunduğu anlaşılmaktadır..
#21.12.2005 10:21 0 0 0
  • DİNİ MİMARİ

    A. CAMİLER

    1. Dönemlerine Göre Şanlıurfa Camileri

    Yedinci yüzyıldan itibaren çeşitli İslâm devletle­rinin egemenliğine giren Şanlıurfa'daki 39 adet ta­rihi camiden Ulu Camii, ve Pazar Camii, muhteme­len Zengiler dönemine (XII. yüzyıl), Halil-ür Rahman Camii, Eyyûbiler dönemine (1211), Hasan Padişah Camii, Akkoyunlular dönemine (XV. yüz­yıl) aittir. Selahaddin Eyyûbi Camii, Circis Peygamber Camii ve Fırfırlı Camii, kiliseden çev­rilmiştir. Bunların dışında kalan 32 adet camiin ta­mamı Osmanlı dönemine aittir.

    2. Yazılı Kaynaklarda Geçen Şanlıurfa Camileri

    1876 tarihli Halep Vilâyet Salnâmesi'nde Urfa merkez kazada 24 cami, 2 mescidin; 1887 tarihlide 31 cami, 31 mescidin; 1893 tarihlide 77 cami ve mes­cidin; 1894 tarihlide ise 58 caminin mevcut olduğu belirtilmektedir.

    1650 yıllarında Urfa'yı ziyaret eden Evliya Çelebi, Urfa camilerinden şu cümlelerle bahsetmek­tedir: ".... Urfa'da 22 cami vardır. İçkalede eski bir mabed olan Minaresiz Camii vardır. Paşa Sarayı yakınında kalabalık cemaati olan Kızıl Cami, Nemrud zamanından kalma eski bir kilise imiş. Harun Reşid fethinde kiliseden camiye çevrilmiştir. Hala minarelerinde erganunhâneleri vardır. Ak Camii de eski bir mabeddir. İbrahim Halil Camii'ni ilk yaptıran Halife Me'mun'dur. Pazar Camii'nin cemaati çoktur. Sultan Hasan Camii, Ahaveyn Camii, Debbağhâne Camii de meşhur camileridir. Bu son 6 camiye, İbrahim Halil suyu uğrayıp havuz ve şadırvanları canlandırır ve fıskiyelerden bol su fışkırır. Öteki camileri; Beykapısı Camii, Hekim Dede Camii, Karameydan Camii, Uğurlu Meydan Camii'dir. Bu sonuncusu da eski bir mabeddir. 67 kadar mahale mescidi vardır."

    Evliya Çelebi'nin yukarda sözünü ettiği cami­lerden büyük bir kısmı bugün ayaktadır. Bunlardan içkalede olduğunu belirttiği cami günümüze ulaş­mamıştır. Ahaveyn (Ahırvan) Camii'nin de büyük bir kısmı yıkılarak ev haline getirilmiştir. Son olarak sözünü ettiği Uğurlu Meydan Camii'nin ise bu­günkü mevcut camilerden birinin değişik bir adı mı olduğu veya yıkılmış eski bir cami mi olduğu bi­linmemektedir.

    Günümüzde mevcut olmayan, ancak Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde vakfiyeleri bulunan Şanlıurfa camileri de şunlardır: Siverekli Ali Camii, Hacı Korkmaz Camii, Çine Camii, Tarihli Mescid-i Şerifi, Şah Hüseyin Camii, Mahkeme Mescid-i Şerifi (vakfiyesinde Mahkeme Mahallesi'nde-bugünkü Yıldız Meydanı-bulunduğu belirtiliyor), Hacı Mihman Camii, Meşarkiye Camii, Hacı Sadıka Mescid-i Şerifi, Kubbe Mescid-i Şerifi (vakfiyesinde h.1338 tarihli olduğu belirtilen bu mescidin Kubbe Mescid Sokak'ta yer alan (bugünkü 12 Eylül Caddesi) ve 1980 yılında yıkılarak betonarme bir şekilde yeniden yapılan Hacı Abdülvahit Hoca Tekkesi'nin olması kuvvetle muhtemeldir.) Gelen Mescidi (h. 1153Ğm. 1740), Musa Efendi Camii (vakfiyesinde sur dışında, taşra mahallede olduğu kayıtlı), Kutbiye Camii (m. 1780 tarihli Ömer Paşa Vakfiyesi'nde Yengi Çarşı içersinde olduğu kayıt­lıdır).

    Ahmed adında bir şahıs, Şevval 1124 (m. 1712) tarihli dilekçesinde Urfa'daki Meşarkiye Camii'nin mütevelliliğinin 200 seneden beri dedelerinde ol­duğunu, kendisinin mütevelli olarak yevmiye 4 akçe aldığını belirtmektedir. Türk Meydanı yakı­nında yer alan bu cami, 1950 yıllarında yıktırılarak yerine Çarhoğlu Camii adıyla yeni bir cami yaptı­rılmıştır.

    Son yirmi yıl içersinde Şanlıurfa'da Sultan Bey, Kardeşler, Kamberiye, Damat Süleyman Paşa, Abdülvahit Hoca ve Kutbeddin camileri yıkılarak yerlerine betonarme camiler yapılmıştır. Bunlardan Sultan Bey Camii ile Kardeşler Camii'nin kitabeleri korunmuştur. Sultan Bey Camii'nin kitabesinde h. 995 (m. 1586) yılında Sultan III. Murad Han zama­nında Sultan Ahmed Bey adında bir vali tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Caminin kuzey yanında bulu­nan Sultan Hamamı'nın da aynı şahıs tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Kunduracı Pazarı'ndaki Kardeşler Camii'nde yer alan kitabede ise, h. 1032 (m. 1623) yılında Molla Musa tarafın­dan "İhlasiye Camii" adıyla yaptırıldığı yazılıdır.

    Molla Musa'nın Bediüzzaman Mezarlığı'nın Tılfındır Tepesi kesiminde yer alan pembe mezar taşında: "Bâni-i Câmi-i İhlâsiye el Hac Molla Musa" yazılıdır.

    Bunlardan başka son yıllarda Arabi Camii ile Eyyub Peygamber camilerinin kubbeli ve tonozlu örtü sistemleri yıkılarak düz betona dönüştürül­müş; temelinden yıkılan Kutbeddin Camii ile Kıbrıs Tekkesi Mescidi bazı farklılıklarla asıllarına uygun olarak yeniden yapılmıştır.

    Şair ve mutasavvuf Sakıp Efendi tarafından Akarbaşı mevkiinde h. 1279 (m. 1862) yılında inşa edilen medrese, tekke, kütüphâne ve Sıbyan Mektebi gibi yapılardan oluşan külliye içinde, Sakıbiye Camii adıyla anılan bir caminin bulun­duğu h. 1286 (m. 1869) tarihli Sakıp Efendi Vakfiyesi'nden anlaşılmaktadır. Cami dahil bu kül­liyenin tamamı günümüzden 40-50 yıl kadar önce yıktırılmıştır.

    Bugünkü Urfa Pasajı'nın yerinde bulunan ve günümüzden 40-50 yıl önce yıktırıldığı söylenilen Bilal-ı Habeşi Camii'nin nasıl bir plana sahip ol­duğu bilinmemektedir.

    3. PLAN TİPLERİNE GÖRE ŞANLIURFA CAMİLERİ ve BAŞLICA ÖRNEKLERİ

    Şanlıurfa camileri; Çok Ayaklı Camiler, Orta Kubbenin Yanlara Doğru Genişlediği Camiler, Eş Değerde Çok Kubbeli Camiler, Mihrab Önü Kubbeli Camiler, Tek Kubbeli Kübik Camiler, Tonozlu Camiler ve Bazilikadan Çevrilen Camiler olmak üzere başlıca yedi plan şemasına sahiptir.

    Osmanlı mimarisinin ters T planlı cami şeması ile orta kubbenin yanlara doğru yarım kubbelerle genişletildiği şemanın dışında Urfa camilerinde Osmanlı cami mimarisinin tüm plan tipleri uygu­lanmıştır.

    a. Eski Ömeriye Camii

    Kazancı Pazarı mevkiindeki bu camiin mevcut kitabeleri onarım devirlerine ait olup, yapının esas inşa tarihi bilinmemektedir. Son cemaat yerinin doğu duvarında yer alan h. 701 (m. 1301) tarihli tamir kitabesi, bize Ömeriye Camii'nin Urfa'nın en eski camiilerinden biri olduğunu göstermektedir.

    Cami mekânı, ortada bir kubbe, yanlarında birer çapraz tonozun örtülü olduğu yatık dikdörtgen planındadır. Kubbe ve tonozlar duvarlarda ve köşe­lerde yarım duvar sütunlarına oturtulurlar. Bu plan daha geç tarihlerde inşa edilen Harrankapı Hacı Lütfullah Camii'ni etkilemiştir.

    Mihrabın iki yanında, balkon şeklinde ve önde ikişer tam, arkada ikişer yarım sütunlu birer minber bulunur. Üzerleri taştan yarım kubbeli, korkuluk­ları demir şebeke oymalı bu minberler Urfa camiile­rinde rastladığımız balkon şeklindeki minberlerin en olgun ve zarif örnekleridir.

    b. Halil-ür Rahman Camii

    Halil-ür Rahman Gölü'nün güneybatı köşesinde yer alan bu camii, medrese, mezarlık ve efsaneye göre Hz. İbrahim'in ateşe atıldığında düştüğü ma­kamdan meydana gelmiş bir külliye halindedir.

    Camiin güneydoğu köşesine bitişik kare gövdeli kesme taş minarenin batı cephesindeki kitabede, Eyyûbiler'den Melik Eşref Muzafferüddin Musa'nın emriyle 1211 yılında yaptırıldığı yazılıdır.

    Halk arasında "Döşeme Camii" veya "Makam Camii" olarak da adlandırılan Halil-ür Rahman Camii'nin, Bizans devrine ait Meryem Ana Kilisesi'nin yerine inşa edildiği bazı kaynaklarda geçmektedir. Evliya Çelebi'ye göre de şehirdeki en eski camilerdendir ve Abbâsi halifesi Me'mun za­manında Hz. İbrahim Makamı'na inşa edilmiştir.

    Halil-ür Rahman Camii, kareye yakın şekliyle mihraba paralel üç sahınlı bir plana sahiptir. Mihrab önü sahnı ve kuzey sahın üçer çapraz to­nozla, orta sahın ortada bir kubbe ve yanlarında bi­rer çapraz tonozla örtülmüştür.

    c. Hasan Padişah Camii

    Eşdeğerde Çok Kubbeli Camiler grubuna giren Hasan Padişah Camii, 15. yüzyılın ikinci yarısında Akkoyunlu Devleti Sultanı Uzun Hasan Bey tara­fından Toktemur Mescidi'nin batısına bitişik olarak yaptırılmıştır.

    Cami, kıble duvarı boyunca sıralanmış tromplu üç büyük kubbe ile örtülü dikdörtgen bir plana sa­hiptir. Kubbeler orta bölümde dört bağımsız pa­yeye, doğu ve batıda ikişer duvar payesine, kuzey ve güneyde ise duvarlara otururlar.

    Son cemaat yeri, önde payeler üzerine oturan çapraz tonozlarla örtülü sekiz gözlüdür. Doğu baş­taki göz Toktemur Mescidi önüne rastlamaktadır. Avlunun kuzeyinde yer alan tek şerefeli ve poligo­nal gövdeli minare 1859 tarihinde Halil Bey tarafın­dan tamir ettirilmiştir.

    d. Kadıoğlu Camii

    Kadıoğlu Mahallesi, Su Meydanı mevkiindeki bu camiin vakfiyesinde 1694 tarihinde Kadızâde Hüseyin Paşa tarafından yaptırıldığı yazılıdır.

    Sekiz Ayaklı Osmanlı Camiileri grubuna giren Kadıoğlu Camii'nde dört bağımsız payeye oturan sekizgen kasnaklı orta kubbe yanlara doğru çapraz tonozlu mekânlarla genişletilmiştir. Cami, bu pla­nını 15. yüzyılda inşa edilmiş olan Diyarbakır Şeyh Safa Camii'nden almış olmalıdır.

    Önde üç payeye oturan beş gözlü son cemaat yeri çapraz tonozlarla örtülüdür. Avlunun kuze­yindeki giriş cephesinde, üzeri yarım kubbeli dış portal üzerinde 1844 tarihinde Urfa Kaymakamı Bahri Paşa tarafından yaptırılan silindirik gövdeli ve tek şerefeli minare yer alır. Portal üzerine oturan minarenin alt kısmı boş olduğundan halk arasında Kadıoğlu Camii'ne "Dipsiz Minare Camii" de de­nilmektedir. Avlu portalinin doğusuna bitişik ola­rak 1725 tarihli Emencekzâde Çeşmesi bulunmak­tadır.

    e. Nimetullah Camii (Ak Camii)

    1500 yılı başlarında Urfa Sancakbeylerinden Nimetullah Bey tarafından inşa ettirilmiştir. 1722 yılında aynı soydan Hacı Nimetullah b. Asker tara­fından tamir ettirilen bu cami, plan itibariyle Edirne Üç Şerefeli Cami ile tam bir benzerlik gösterir. Kuzey ve güneyde duvarlara, doğu ve batıda birer payeye oturan kubbeli orta mekân yanlara doğru ikişer küçük kubbe ile genişletilmiştir.

    Nimetullah Camii'nin bu planı daha sonraları inşa edilmiş olan Çakeri Camii'nde batı taraftaki iki kubbe kullanılmadan yarım olarak uygulanmıştır.

    Mukarnas kavsaralı mihrap nişinin çevresinde içiçe geçen sekizgenlerin oluşturduğu geometrik bir kompozisyon ve bunun etrafında mukarnas frizi dolaşmaktadır. Sekizgen geçmelerin oluşturduğu kompozisyon Hızanoğlu ve Yusuf Paşa Camii mih­raplarında da karşımıza çıkmaktadır. Camii mekâ­nına giriş kapısı Urfa'da eşine rastlanmayan klasik Osmanlı portalleri tarzında mukarnaslıdır. Beş gözlü son cemaat yerinin orta bölümü kubbe, diğer bölümleri çapraz tonozlarla örtülüdür. Caminin kuzeybatı köşesindeki silindirik gövdeli tek şerefeli minare, yeni yapılan bazı minareler hariç Urfa mi­nareleri arasında en uzun olanıdır.

    f. Rızvaniye Camii

    Halil-ür Rahman Gölü'nün kuzey kenarı bo­yunca yer alan bu camii, Osmanlı döneminde Rakka-Urfa Valisi Rızvan Ahmet Paşa tarafından 1736 yılında yaptırılmıştır. Cami avlusunun üç ta­rafı medrese odaları ile çevrilmiştir.

    Rızvaniye Camii, mihrap duvarı boyunca sıra­lanmış üç kubbesiyle dikdörtgen bir plana sahiptir. Üç gözlü son cemaat yerinin üzeri üç kubbe ile ör­tülü olup, doğu ve batıdaki kubbeler yanlara doğru yarım kubbelerle genişletilmiştir.

    Caminin inşa tarihinden kalma ahşap kapısı zengin bitkisel süslemelidir.

    g. Ulu Cami

    Urfa merkezindeki camilerin en eskilerindendir. Ulu Cami, bazı kaynaklardan anladığımıza göre, eski bir sinagog iken M.S. V. yüzyıl başlarında Aziz Stefanos Kilisesi adını alan ve kırmızı renkteki mermer sütunlarının çokluğu nedeniyle "Kızıl Kilise" olarak da adlandırılan bir Hıristiyan kilise­sinin yerine inşa edilmiştir. Bu kilisenin avlusuna ait duvarlar, bazı sütun ve sütun başlıkları ile halen minare olarak kullanılan sekizgen gövdeli çan ku­lesi bugün ayaktadır.

    İnşa kitabesi bulunmadığından caminin ne za­man ve kim tarafından yaptırıldığı kesin olarak bi­linmemektedir. Camideki mevcut kitabeler onarım devirlerine ait olup inşa tarihi hakkında fikir ver­memektedir. Halep hâkimi Nureddin Zengi tara­fından tamir ettirilerek bugünkü şeklini alan, Halep Ulu Camii ile benzer bir plan gösteren Urfa Ulu Camii'nin Zengiler zamanında 1170-1175 yılları ara­sında yaptırılmış olabileceği tahmin edilmektedir.

    Urfa Ulu Camii, payeler üzerinde kıble duvarına paralel üç sıra çapraz tonozlarla örtülü, yatık dik­dörtgen bir plana sahiptir. Orta eksenden biraz do­ğuya kaymış olan mihrap önü bölümü, sivri ke­merler üzerine oturan ve her biri çapraz tonozlarla örtülü ondört sivri kemerle avluya açılan son ce­maat yeri, Anadolu'da ilk kez Urfa Ulu Camii'nde ortaya çıkmıştır.

    h. Yusuf Paşa Camii

    Vezir Yusuf Paşa tarafından doğusundaki Vezir Hamamı ile birlikte, 1709 tarihinde yaptırılmıştır. Yatık dikdörtgen planlı camii, kıbleye paralel iki sıra halinde ve her sırada üçer olmak üzere, altı kubbe ile örtülüdür. Kubbeler ortada iki payeye, yanlarda duvarlara oturmaktadır. Üç gözlü son ce­maat yerinin üzeri, ön tarafta iki paye üzerine otu­ran üç kubbelidir.

    Mukarnas kavsaralı taş mihrabın yanları sütun­çeli ve çevresi içiçe geçen sekizgenlerden oluşan geometrik süslemelidir. Korkuluğu şebekeli oyma süslemeli taş minberin yan taraflarında ve kapı üze­rinde rumi kompozisyonlu süslemeler bulunur.

    Silindirik gövdeli ve tek şerefeli minare, son cemaat yerinin doğu köşesindedir.

    4. BAZİLİKADAN ÇEVRİLEN CAMİLER

    a. Circis Peygamber (Peygamberler) Camii

    Yeni Hal civarındaki bu camiin yerinde 5. yüz­yılda Piskopos Hiba tarafından yaptırılan "Şehit Sergius Kilisesi" bulunuyordu. Daha sonraları bu kilise Aziz Sergius ve Aziz Şem'un adını aldı. Surların dışında bulunması nedeniyle şehri fethe­demeyenlerin saldırılarına hedef olan bu kilise, 503 ve 580 yıllarında iki kez Sâsâniler tarafından yıkıldı. 8.Yüzyılda Abbâsi Halifesi Cafer el-Mansur'un, 11. yüzyılda da Selçuklular'ın şehri kuşatmaları sıra­sında zarar gördü. Bu kilise, aynı adı taşıyan Nimetullah Camii'nin yerinde bulunan Aziz Sergius Kilisesi ile karıştırılmamalıdır. İkinci Aziz Sergius Kilisesi, Rızvaniye Camii yerindeki Aziz Toma Kilisesi örneğine göre daha sonra inşa edil­miştir.

    Aziz Sergius-Aziz Şem'un Kilisesi yıkılınca, ye­rine bugün cami olarak kullanılan Şehit Aziz Circis adında bir kilise inşa edildi. Prof. J.B. Segal tarafın­dan 1971 yılında Circis Peygamber Camii'nde bulu­narak Şanlıurfa Müzesi'ne getirilen Süryânice bir kitabede şunlar yazılıdır:

    "Yakubi Patriği Aziz İgnatius, 1869 (m. 1558) yı­lında Allah'ın izniyle oraya geldi. O, Petrus ve Paulus'un 29 Haziran'daki büyük yortusunda bu Aziz Circis Kilisesi'nde taşın ve kutsanmış yağın it­hafıyla vaftizi yeniledi. Saf kutsanmış yağın takdis merasimi esnasında bir mûcize meydana geldi. Su sarnıcındaki (su), kilisenin avlusundaki vaftiz kur­nasına sıçradı. Bu harika (olay) bütün insanlar ve Hıristiyanlar tarafından görüldüğünde, (onlar) se­vindiler ve bağırarak Elhamdülillah dediler."

    Cami hariminin doğu kesiminde yer alan paye­lerin güneyde olanında Süryânice, kuzeyde ola­nında ise Arapça birer kitabe mevcuttur. İkisi de aynı tarihte yazılmış olan bu kitabelerden Süryânice olanında: "Bu Şehit Aziz Circis Kilisesi, 2156 Yunan yılında (m. 1844), Antakya Piskoposluğu'nun Patriği Elias II. Aryana adındaki Aziz İgnatius'un günlerinde ve Urfa Piskoposluğu'nda oturan Kudüslü Abraham'ın günlerinde, M'nin ilgisiyle Merhum Hacı Monufar'ın oğlu A..tho ve dindar Süryâni halkın katılımıyla yapılmıştır. Allah onların ecirlerini adil ve sadıklarla kabul etsin, amen ve amin." denilmektedir.

    Kuzeydeki payede yer alan Arapça kitabede ise şöyle yazılıdır: "Bu kilise, zamanın sultanlarının genç sultanı, İslâm dininin yardımcısı, Sultan ve Hakan Abdülmecid Han'ın iradesiyle - Allah onun mülkünü sürekli etsin-; himmet sahibi Müşir-i Ekrem Salih Vechi Paşa zamanında - Allah onun dostluğunu devam ettirsin - ve Kaymakam daire­sinin vekili Bahri Paşa'nın kaymakamlığı zama­nında - Allah onun ikbalini arttırsın - ve Çerkez Hüseyin Ağa'nın memuriyetiyle- Allah onun kad­rini arttırsın - 1260 yılı Recep ayında (Temmuz 1844) tamamlanmıştır."

    Harime giriş kapısı yanındaki mermer kitabede, bu kilisenin Çarhoğlu Muhammed tarafından h. 1385 (m. 1965) yılında camiye çevrildiği yazılıdır. Camiye çevirme işlemi esnasında kilisenin planı aynen muhafaza edilerek sadece kuzey cepheye 3 gözlü son cemaat yeri ve minare eklenmiştir.

    Yapı apsise dikey üç nefli bazilikal bir plan gös­terir. Nefler sekizgen üçer paye ile birbirinden ay­rılmıştır. her nef doğu batı istikametinde dörder çapraz tonozla örtülüdür. Yapının batısında her biri üçer çapraz tonozla örtülü iç ve dış narthex bulu­nur. Cami mekânına bitişik olan iç narthexin üze­rinde gynakaion kısmı (kadınlar mahfili) yer alır.

    b. Fırfırlı Camii

    Vali Fuat Bey Caddesi (Yeni Yol) üzerinde yer alan ve halk arasında "Fırfırlı Kilise" olarak anılan bu yapının esas adı "Oniki Havari Kilisesi" olup, ki­tabesi bulunamadığından inşa tarihi bilinmemekte­dir.

    Yapı apsise dikey üç nefli bazilikal planlıdır. Orta nef dört tromplu kubbe, yan nefler dörder çapraz tonozla örtülüdür. Yan neflere nazaran daha geniş tutulan orta nefin girişten itibaren üçüncü kubbesinin kasnağı 24 adet pencerelidir. Yapıdaki kubbe ve tonozlar ortada bazalt taşından yapılmış mukarnas başlıklı yuvarlak sütunlara, yanlarda du­vara bitişik olarak kesme taştan yapılmış yarım sü­tunlara otururlar. Yarım sütunlar dış cephelerde de birer dekorasyon unsuru olarak görülür.

    Apsis, camiye çevrilme işlemi sırasında dolduru­larak pencereye dönüştürülmüştür. Apsisi ve iki yanında yer alan pastoforion hücreleri dışarıdan çıkıntı halindedir. Batı cephedeki giriş kapısı, içeri­den yarım kubbeli, dış cepheden sivri kemerli olup, pembe mermer taşından yapılmıştır. Kapının üze­rinde Dabbakhâne Camii'ndeki mükebbireyi andırır biçimde üç cepheli ve üç pencereli bir balkon bulu­nur. Urfa'daki diğer kiliselerde rastladığımız nart­hex ve gynakaion bölümleri bu yapıda yoktur.

    Yapının özellikle batı cephesindeki ve köşe kule­lerindeki muhteşem taş işçiliği dikkat çekicidir.

    Kilise camiye çevrilirken güneydeki pencereler­den biri, mihrap haline getirilmiş ve güney duvarın ortasında bulunan yarım sütunun önüne taş minber yapılmıştır. Mihrap üzerinde yer alan kitabedeki tarihten, kilisenin h. 1376 (1956) tarihinde camiye çevrildiği anlaşılmaktadır. Kilise camiye çevrilme­den önce, bir süre cezaevi olarak da kullanılmıştır.

    c. Selahaddin Eyyûbi Camii

    Vali Fuat Bey Caddesi (Yeniyol) üzerindeki bu yapının yerinde 457 yıllarında Piskopos Nona tara­fından yaptırılan, aynı zamanda Adalet Sarayı ola­rak da kullanılan ve kırmızı renkteki 32 adet mer­mer sütunuyla ünlü Vaftizci Aziz Yahya Kilisesi bulunmaktaydı. Restore edilerek Selahaddin Eyyûbi Camii'ne dönüştürülen bugünkü mevcut yapının, adı geçen geçen kilise üzerine 18. yüzyıl başlarında inşa edildiği tahmin edilmektedir. Yapı, 19. yüzyıl başlarında restorasyon görmüş ve batı cephesinde değişiklikler yapılmıştır.

    Doğu batı istikametinde apsise dikey üç nefli bazilika plana sahip yapıdaki nefler, normal Hellenistik bazikalarda olduğu gibi sütunlarla bir­birlerinden ayrılırlar. Boydan boya tek beşik to­nozla örtülü nefler dışardan düz damlıdır. Orta nef yan neflerden daha geniş ve yüksekçedir.

    Binanın batıda yer alan giriş cephesindeki yedi gözlü dış narthex kısmının tonozları yanlarda paye­lere, ortada yuvarlak iki sütuna oturur. Dış narthe­xin tekrarı durumunda olan için narthexin tonozları altı yuvarlak sütuna oturmaktadır. İç narthexin sa­ğında ve solunda yer alan kapılar yan bahçelere açılmaktadır. Her iki narthexin üzerinde gynakaion (kadınlar mahfili) kısmı yer almaktadır.

    Yan neflerdeki büyük pencerelerin pahlarında birbirine dolanmış yılan (ejder) kabartmaları, orta apsisin yanlarında yer alan yarım sütunların başlık­larındaki haç taşıyan melek ve kuş figürleri ile (bu figürler yapının camiye dönüştürülmesi esnasında sıva ile kapatılmıştır) giriş cephesi orta kemerindeki taş süslemeler dışında yapıda başka süsleme yok­tur. Pencere pahlarındaki dolanmış yılan kabartma­larının benzeri 1736 tarihli Rızvaniye Camii'nin iç kapısı yanlarında da tekrarlanmıştır.

    B- TÜRBELER

    1. Çift Kubbe

    Şanlıurfa kalesinin doğusundaki mezarlık alanda bulunan bu iki mezar anıtı halk arasında "Çift Kubbe" adıyla anılmakta ve kimler için yaptı­rıldıkları bilinmemektedir. Altı ayak üzerine oturan tek kubbeli açık kümbetler tarzındaki her iki mezar anıtı şekil bakımından Şanlıurfa'daki birçok tür­beye örnek olmuştur.

    Bu kubbelerden dolayı mezarlık alana "Çift Kubbe Aile Mezarlığı" ismi de verilmiştir

    2. Seyyid Maksud oğlu Seyyid Hacı Ali Türbesi

    Harran Kapı Mezarlığı içersinde yer alan bu türbe, halk arasında "Kral kızı" türbesi olarak ta­nınmakta ve bununla ilgili bir efsane anlatılmakta­dır. (Bkz: Efsaneler "Kral Kızı Efsanesi", s....) Kesme taş­lardan sekizgen planlı ve tek kubbeli ola­rak inşa edilmiştir. Kitabesinde şöyle yazılıdır: "Bu mezar, seyyidler seyyidi, iyilik ve gü­zellikler ba­bası, Seyyid Maksud oğlu Seyyid Hacı Ali'nindir. Allah'ın rahmetine kavuştuğu Rebiülevvel 1003 (Kasım 1594) tarihinde burası bina edilmiştir."

    Türbede, Seyyid Ali'den başka 1876'da vefat eden Kadiri Şeyhi Hacı Mustafa Efendi, iki oğlu, bir kızı ve 1969'da vefat eden Şeyh Hüseyin'e ait olmak üzere toplam 6 mezar bulunmaktadır.

    3. Şeyh Mesud Türbesi

    Şanlıurfa'daki türbelerin en eski tarihlisi olan bu yapı, aslında dört eyvanlı kapalı Selçuklu medrese­leri tarzında inşa edilmiş bir medrese yapısıdır. Doğudaki eyvanın alt kısmındaki odada Şeyh Mesud'un mezarı, eyvan içersinde de sandukası bulunmaktadır.

    Yapının 100 metre kadar batısında bulunan bir sarnıcın yanındaki kaya üzerine yazılmış Arapça kitabede şunlar yazılıdır: "Bu sarnıc, Nişaburlu Said Hengel'in oğlu Mesud tarafından 10 Receb 579 (m. 30 Ekim 1183) tarihinde oyulmuştur. Kim Allah'ı yardıma çağırırsa, Allah ona ve bütün müslüman­lara yardım ve merhamet etsin."

    Mimari özelliklerine dayanarak, türbe ve medre­senin de aynı tarihlerde yaptırıldığını söylemek mümkündür
#21.12.2005 10:22 0 0 0
  • SOSYAL TESİS MİMARİSİ

    A. MEDRESELER

    1. Yazılı Kaynaklarda Geçen Medreseler

    Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde, Urfa'daki Kızıl Camii, Firuz Bey ve Sultan Hasan medreselerinden bahsetmektedir. Bunlardan Kızıl Camii Medresesi (Ulu Camii Medresesi) ve Sultan Hasan Medresesi (Hasan Padişah Camii Medresesi) yıkılmıştır. Başka hiç bir kaynakta adına rastlamadığımız Firuz Bey Medresesi'nin yeri tespit edilememiştir.

    1867 tarihli Halep Vilâyet Salnâmesi'nde, Urfa merkezinde 1 medresenin; 1883 tarihlide 144 med­resenin; 1887 tarihlide 18 medresenin mevcut ol­duğu ve bu 18 medresede 500 öğrencinin okuduğu kayıtlıdır. 1903 tarihli Maarif Salnâmesi'nde, Urfa'da Rızvaniye, Rahimiye, Sakıbiye, İbrahimiye. Rızaiye ve Süleymaniye adlarındaki medreselerden bahsedilmektedir. Bunlardan Rahimiye Medre-sesi'nin Tahtamor (Toktemur) Camii yakı­nında olduğunu h. 1130 (m. 1718) tarihli El-Hac Ali İbn-i Mehmet Vakfiyesi'nden, Rızaiye Medresesi'nin de Ümmü Gülsüm Hatun tarafından Kutbeddin Camii'ne bağlı olarak yaptırıldığını, h. 1193 (m. 1779) tarihli Ümmü Gülsüm Hatun Vakfiyesi'nden öğrenmekteyiz.

    Ayrıca yerleri belirtilmemekle birlikte, İbrahimiye Medresesi'ni yaptıran Eş-Şeyh El-Hac İbrahim Efendi İbn-i Kasım Efendi'nin h. 1139 (m. 1726) tarihli vakfiyesinden "Sultan Burhan Medresesi'nin; h. 1169 (m. 1756) tarihli El Hac Haydar Ağa İbn-i Mehmet Ağa Vakfiyesi'nden de "Hamis Efendi Medresesi"nin Urfa'da mevcut oldu­ğunu anlamak-tayız.

    19. yüzyıl şair ve mutasavvuflarından Sakıb Efendi'nin Akarbaşı semtinde inşa ettirdiği külliye­sinde bir de medrese yaptırdığı, h. 1286 (m. 1869) tarihli vakfiyesinde belirtilmektedir.

    Şair ve araştırmacı Bedri Alpay'ın "Şanlıurfa Şairleri" adlı eserinden; Şair Kıratlıoğlu Muhammed Emin'in okuduğu Haydariye Medresesi'nin, Füruği, Muhibbi, İsmet, Taki ve Sıdki gibi 19. yüzyıl şairlerinin yetiştiği İhlasiye Medresesi'nin Urfa'da mevcut olduğunu öğrenmekteyiz. h. 1032 (m. 1623) tarihinde Hacı Molla Musa tarafından Kunduracı Pazarı'nda camisi ile birlikte yaptırılan İhlasiye Medresesi ve camii, son yıllarda yıktırılmıştır. Bedri Alpay, adı geçen eserinde bugün yıkılmış olan Hasan Padişah Medresesi'nde Müftü Abdüllatif Efendi'nin, tefsir ilmi ile ilgili dersler verdiğini, Şair Mevlana Halid ile Ahmed Fehim'in burada yetişti­ğini, Kutbeddin Medresesi'nde de Şair Muhammed Hıfzi, Kürkçüzâde Şair Hilmi ve kendisinin okudu­ğunu kaydetmiştir.

    Son devir alimlerinden Abbas Vasık Efendi'nin yetiştiği Şabaniye Medresesi, bugünkü Şaban Hamamı'nın güneyindeki Mithat Paşa İlköğretim Okulu'nun yerinde bulunmaktaydı.

    Şanlıurfa'daki medreselerin büyük bir kısmı, cami avlularına veya camilere yakın yerlere inşa edilmişlerdir. Ulu Camii, Hasan Padişah, Halil-ür Rahman, Ak Camii, Rızvaniye, Dabakhâne ve Kutbeddin medreseleri cami avlularına inşa edilmiş medreselere örnek teşkil ederler. Bunlardan Ulu Camii, Hasan Padişah ve Kutbeddin medreseleri tamamen yıkılmış olup diğerleri halen ayaktadır.

    2. Günümüze Ulaşan Medreseler

    a. Eyyûbi Medresesi - Nakibzâde Hacı İbrahim Efendi Medresesi

    Ulu Cami'nin doğusuna bitişik olan Eyyûbi Medresesi'nden günümüze sadece 1191 tarihli kita­besi kalmıştır. Aynı yerde bugün görülen tek ey­vanlı medrese, Eyyûbiler devri medresesinin üze­rine 1781 tarihinde Nakibzâde Hacı İbrahim Efendi tarafından yaptırılmıştır.

    Medrese eyvanının doğusunda tonozlu, batı­sında kubbeli büyük bir oda yer almaktadır. Kubbeli odanın batısında medresenin kütüphânesi olduğu anlaşılan bir oda daha bulunmaktadır.

    Medresenin güney duvarında 1781 tarihinde Firuz Bey tarafından yaptırılan çeşme bulunmakta­dır.

    b. Halil-ür Rahman Medresesi

    "Makam-ı Cedd-ül Enbiya" olarak da tanınan bu medrese, Halil-ür Rahman Gölü'nün batı tarafından merdivenlerle çıkılan önleri revaklı odalar, aşağıda güneyde camiye bitişik olarak büyük bir eyvan, bunun karşısında gölün kuzeybatı köşesinde içeri­sinde su bulunan yarım kubbeli ve beşik tonozlu büyük bir odadan meydana gelmiştir. Medresedeki kitabeler onarım devirlerine ait olup, inşa tarihi hakkında bilgi vermemektedirler. Yukarıya çıkan merdivenin karşısına gelen ve kuzeye bakan oda cephesindeki kitabe h. 1189 (m. 1775) tarihlidir.

    c. Rızvaniye Medresesi

    Rızvaniye Camii avlusunu çevreleyen bu med­resenin, cami ile birlikte 1736 tarihinde Rakka-Urfa valisi Rıdvan Ahmet Paşa tarafından yaptırıldığı, avlunun kuzey kesimi ortasındaki kubbeli dershâne mescidin cephesinde bulunan kitabeden anlaşıl­maktadır.

    Cami avlusunu doğu, batı ve kuzeyden çevrele­yen tonoz örtülü medrese odalarının ön tarafları re­vaklıdır. Medresenin kuzeybatı köşesinde mutfak, kuzeydoğu köşesinde banyo ve tuvaletler yer al­maktadır.



    B. TİCARET YAPILARI

    1. HANLAR

    Mimari özellik arzetmeyen bazı küçük hanlar sayılmayacak olursa, halen Şanlıurfa merkezinde Gümrük Hanı, Hacı Kâmil Hanı, Barutçu Hanı, Mencek Hanı, Şaban Hanı, Kumluhayat Hanı, Fesadı Hanı, Samsat Kapısı Hanı, Millet Hanı, Bican Ağa Hanı ve Topçu Hanı olmak üzere Osmanlı dö­nemine ait 11 büyük han bulunmaktadır. Bunlardan Gümrük Hanı, Hacı Kâmil Hanı, Mencek Hanı, Barutçu Hanı ve Fesadı Hanı iki katlı, diğerleri ise tek katlı olarak inşa edilmişlerdir.

    Çifte Han, Aslanlı Han, Boyahâne Hanı, Ali Bargut'un Hanı, Zencirli Hanı (Küsto'nun Hanı), Cesur Hanı, Hacı Ali Ağa Hanı, 30 yıl öncesine ka­dar ayakta olan, ancak bugün yıkılmış olan Şanlıurfa hanlarıdır.

    a. Gümrük Hanı

    Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde "Yetmiş Hanı" adıyla, bazı kaynaklarda ise iki renkli taşlarından dolayı "Alaca Han" adıyla geçen Gümrük Hanı, Şanlıurfa'daki hanların en güzel ve anıtsal örnekle­rindendir. Doğu cephesinde yer alan eyvan şeklin­deki giriş kapısı üzerinde bulunan kitabede h. 970 (m. 1562) tarihinde yaptırıldığı yazılıdır.

    Hanın kare avlusunun etrafını çevreleyen dük­kânların üzerinde, ön kısımları revaklı ikinci kat odaları yer almıştır. Giriş eyvanının üzeri mescid olarak değerlendirilmiştir.

    Bu tarihi han, 2001 yılında Rızvaniye Vakfı'nın katkılarıyla Şanlıurfa Kültür, Sanat ve Araştırma Vakfı (ŞURKAV) tarafından kısmen restore edilmiş­tir.

    b. Mencek Hanı

    Pamukçu Pazarı doğusundaki bu hanın kitabesi bulunmadığından inşa tarihi kesin olarak bilinme­mektedir. h. 1128 (m. 1716) tarihli bir vakfiyede adına rastlanılmış olması 18. yüzyıl başlarında mevcut olduğunu göstermektedir.

    Dış cepheleri dükkânlarla çevrelenmiş olan hana, kuzey cephedeki tonozu bir dehlizden girilir. Kare avluyu çevreleyen dükkânların üzerinde ön­leri revaklı ikinci kat odaları yer almaktadır. Doğudaki revaklar payeli, diğer cephedekiler sü­tunludur. Avlunun güneybatı köşesine her iki katta eyvan şekli verilmiştir.

    2. KERVANSARAYLAR

    Eski çağlardan beri önemli bir ticaret yolu üze­rinde bulunan Şanlıurfa'nın il sınırları içersinde Han el-Barur, Çarmelik, Titriş ve Mırbi (Ilgar) ker­vansarayı olmak üzere 4 kervansaray bulunmakta­dır. Bunlardan Han el-Barur Kervansarayı Eyyûbiler dönemine, diğer üç kervansaray Osmanlı dönemine aittir.

    a. Çarmelik (Büyükhan Köyü) Kervansarayı

    Şanlıurfa-Gaziantep karayolunun 45. kilometre­sindeki İlköğretim Yatılı Bölge Okulu'ndan kuzeye sapan asfalt yol, 10 km. sonra Osmanlı dönemine ait Çarmelik Kervarsarayı'na ulaşır. Eskiden Bire-cik'ten kalkan kervanlar, Çarmelik Kervansara-yı'nda konakladıktan sonra Urfa'ya ulaşır, buradan da Bozova yakınındaki Titriş Kervansarayı, Karacurun (Hilvan), Siverek ve Karabahçe üzerinden Diyarbakır'a varırdı.

    Evliya Çelebi Seyahatnâmesinde, Suruç'tan kal­karak batıya doğru iki saatte Çar Melik kalesine ulaştığını, burasının dört hükümdâr (Çar Melik) kardeş tarafından yapıldığı için bu ismi aldığını; bir temel üzerindeki küçük bir kalesi bulunduğunu, kale dizdarı ve askerlerinin Urfa'daki Subaşı'nın emrinde olduklarını yazmaktadır. Evliya Çelebi ay­rıca, buranın 100 hâneli bir kasaba olduğunu, ca­misi, mescitleri, hamamı ve birkaç dükkânının bu­lunduğunu, bügünkü hanın ise kargir olup içinde Türkmenlerin yaşadığını anlatır.

    63.40x65.20 metre boyutlu bir avluya sahip olan kervansarayın büyük bir kısmı bugün yıkık du­rumdadır.

    b. Han el -Barur Kervansarayı

    Harran'ın 20 km. doğusundaki bu kervansarayın bulunduğu yer bugün Göktaş Köyü adıyla anılmak­tadır.

    Tamamı 65x66 metrekarelik bir alan üzerine inşa edilmiş olan kervansarayın kuzey cephesindeki portal kitabesinde h. 626 (m. 1228-1229) tarihinde el-Hac Hüsameddin Ali Bey tarafından yaptırıldığı yazılıdır.

    Tektek Dağları olarak anılan dağlık bölgede Harran-Bağdat yolu güzergâhında bulunan kervan­saray, giriş kapısı, köşe kuleleri, payanda kuleler, mescid (1993'de restore edilip kullanıma açılmıştır), hamam, yazlık ve kışlık bölümleri ile Anadolu Selçuklu kervansaraylarının tüm özelliklerini taşır.

    Bu kervansarayın ismi olan "Barur" kelimesi Arapça'da "keçi gübresi" anlamındadır. Rivâyete göre, hanı yaptıran kişi, burayı kuru üzümle dol­durmuş ve "Benden sonra gelenler burayı keçi güb­resi ile dolduracaklardır." demiştir. Gerçekten de bugün kervansaray uzun yıllar ahır olarak kullanıl­dığı için hayvan gübresi ile dolmuştur.

    Eyyûbiler dönemine ait bu kervansarayın portal ve mescid dışındaki büyük bölümü harabe durum­dadır.

    c. Titriş Kervansarayı

    Şanlıurfa'nın Bozova ilçesine bağlı Titriş Köyü'ndeki bu kervansaray, Birecik-Çar Melik-Urfa-Titriş-Karacurun-Siverek-Karabahçe ve Diyar-bakır kervan yolu üzerinde bulunmaktadır. Ayrıca ikinci bir yol Çarmelik ve Urfa'ya uğrama­dan Birecik-Mırbi (Ilgar)-Hüvek (Bozova) Titriş-Kara-curun-Siverek ve Karabahçe'yi izleyerek Diyar-bakır'a ulaşmaktadır.

    Kitabesi bulunmayan Titriş kervansarayın inşa tarzına dayanılarak Osmanlı dönemine ait olduğu söylenebilir.

    Kervansaraya güney cephedeki basık kemerli kapıdan girilir. Kısmen direk dam, kısmen beşik tonozla örtülü giriş eyvanından sonra avluya girilir. Kare avlunun doğu, batı ve kuzey yönleri revaklı olup, kemerler ve payeler üzerine oturmaktadır. Revakların doğu ve batıda olanlarının üzeri düz di­rek damlıdır. Kuzeydeki revakın üzeri sonradan be­tonla örtülmüş ve gerisindeki kapalı mekânlar yıkı­larak yerine betonarme dükkânlar yapılmıştır. Hanın diğer üç cephesi orijinalliğini kısmen koru­muştur. Doğu cephenin batı kesimi önüne sonradan kesme taşlardan bir köy odası yapılmıştır.

    Kervansarayın güneydoğu köşesi üzerinde yer alan kerpiç kat harap bir durumdadır.

    d. Mırbi (Ilgar) Kervansarayı

    Birecik ilçesinin 35 km. kuzeydoğusundaki Mırbi (Ilgar) Köyü'nde yer alan bu kervansaray; Birecik-Diyarbakır, Birecik-Urfa kervan yollarının kavşak noktasında yer almaktadır. Birecik'ten kal­kan kervanlar, Mırbi Kervansarayı'na gelir, bura-dan kuzeydoğuya ayrılan yol, Sisan-Dunali-Kurdik-Hüvek-Titriş-Karacurun-Siverek-Karabahçe üze­rinden Diyarbakır'a, doğuya ayrılan yol ise Çarmelik üzerinden Urfa'ya ulaşırdı.

    Osmanlı dönemine ait olduğu tahmin edilen Mırbi Kervansarayı, doğu-batı yönünde dikdörtgen planlıdır. Kervansaraya güney cephedeki kapıdan girilir. Kuzey-güney yönünde 3 çapraz tonozla ör­tülü giriş dehlizinin sağında ve solunda simetrik olarak dikdörtgen planlı üçer salon yer alır. Doğu-batı yönünde beşik tonozlarla örtülü bu salonlar ahır ve yolcu konaklamasına tahsis edilmiştir.

    Kervansarayın üzerine h. 1320 (m. 1902-1903) tarihinde Hartavizâde Emin Ağa tarafından ikinci bir kat ilave edilmiş ve işlevini yitiren kervansaray, bu şahıs tarafından konak olarak kullanılmaya başlanmıştır.

    Yapı günümüzde terkedilmiş ve harap bir vazi­yettedir.

    3. ÇARŞILAR

    Çarşı sözcüğü Farsça çehar (dört) ve Arapça suk (sokak) kelimelerinin birleşmesiyle dilimize geçmiş­tir. Türkçede, dört taraflı pazar yeri, sağında ve so­lunda dükkânlar bulunan sokak anlamındadır.

    Çeşitli vakfiyelerde adları geçen, ancak bugün mevcut olmayan, Tüccâr Pazarı, Uncu Pazarı, Bit Pazarı, İplikçi Pazarı, Tarakçı Pazarı, Sakıp Efendi'nin yaptırdığı Terziler Çarşısı, Kazzazlar Çarşısı Şanlıurfa'nın adları bilinen en eski çarşıları­dır.

    Evliya Çelebi, seyahatnamesinde Urfa çarşıla­rından "...Çarşısı dört yüz dükkândır. Her türlü de­ğerli eşya bulunur. Saraçhânesi İbrahim Halil Irmağı kıyısındadır. Onun için Bağdat Serdabı gibi soğuk su ile sulanmış ana yolun iki tarafı mamur ve güzel, mevsiminde türlü çiçeklerle süslü olup ge­çenlerin içini açar. Oralarda bütün bilgi sahiplerinin toplandığı, dinlendiği yerler vardır" cümleleriyle bahsetmektedir.

    Evliya Çelebi Urfa'daki bedestenlerden de şu şe­kilde söz eder: "... İki bedesteni vardır. Biri eski usul kargir kubbeli yapı olup uzunlamasına yapılmıştır. Üç tane demir kapısı vardır. Bütün kıymetli mü­cevherler bulunur."

    1867 ve 1883 tarihli Halep Vilâyet Salnâmelerinde Urfa merkezinde bir bedestenin bu­lunduğu kaydedilmektedir ki, bu da günümüzdeki Kazzaz Pazarı olmalıdır.

    Şanlıurfa'nın Osmanlı döneminden kalma iş hanları ve çarşılarından oluşan eski ticaret merkezi Gümrük Hanı civarında yoğunluk göstermektedir. Kazzaz Pazarı (Bedesten), Sipahi Pazarı, Koltukçu Pazarı, Pamukçu Pazarı, Oturakçı Pazarı, Kınacı Pazarı, Pıçakçı Pazarı, Kazancı Pazarı, Neccâr Pazarı, İsotçu Pazarı, Demirci Pazarı, Çulcu Pazarı, Çadırcı Pazarı, Sarraç Pazarı, Attar Pazarı, Tenekeci Pazarı, Kürkçü Pazarı, Eskici Pazarı, Keçeci Pazarı, Kokacı (Kovacı) Pazarı, Kasap Pazarı, Boyahâne Çarşısı, Kavafhâne Çarşısı, Hanönü Çarşısı, Hüseyniye Çarşıları Gümrük Hanı civarında yer alan ve günümüzde de tarihi özelliklerini koruyan önemli alış veriş yerleridir.

    Bu çarşıların aşağıda ayrıntılı olarak anlatacağı­mız sekiz adedi kapalıçarşı, bir adedi de yeraltı çar­şısıdır. Şanlıurfa; İstanbul, Bursa ve Edirne'den sonra kapalıçarşı bakımından Anadolu'nun önde gelen illeri arasında yer almaktadır.

    a. Boyahâne

    Pamukçu Pazarı'nın batısına paralel olarak uza­nan yeni boyahâne çarşısının altında bulunan bir yeraltı çarşısıdır. Ortasından Halil-ür Rahman su­yunun aktığı bu çarşı rutubetli olması, iplik ve ku­maş boyama sanatının terkedilmesi nedenleriyle 40 yıl kadar önce kapatılmıştır. Boyahâne çarşısının adına h. 1153 (m. 1740) tarihli Rızvan Ahmed Paşa Vakfiyesi'nde rastlanılmış olması yapının o tarih­lerde mevcut olduğunu göstermektedir.

    b. Eski Kuyumcu Pazarı

    Akarbaşı semtindedir. İki kapılı ve beşik tonozla örtülü olan bu tarihi yapının yarısı 1983 yılındaki yol açım çalışmaları sırasında Aslanlı Han ile bir­likte yıktırılmıştır.





    c. Hüseyniye Çarşıları

    Çadırcı Pazarı ile Kazancı Pazarı arasında, kuzey güney istikametinde biribirine paralel olarak uza­nan ve her biri 15'er çapraz tonozla örtülü iki kapalı çarşıdır. Her iki çarşının birleştiği yerdeki dükkân­lar sırt sırta bir plan göstermektedir.

    Doğu tarafta olan çarşının kuzey cephesindeki kilit taşının ortasında; "Maşallahu Teala", sağında; "Suk açıldı, ayet-i kerime", solunda; "Nasrün minal­lahi ve fethün karib 1305" (m. 1887) yazılıdır.

    Çarşı, Hartavizâde Hafız Muhammed Selim Efendi'nin oğlu Hüseyin Paşa tarafından yaptırıl­mıştır. Hüseyniye çarşıları, inşa edildiği yıllarda halı, kilim, keçe ve benzeri yaygıların satıldığı yer olarak kullanılmıştır. Bir ara yemenici pazarı olarak kullanıldıktan sonra son olarak bakırcı esnafına tahsis edilmiştir.

    Hüseyniye çarşılarından doğuda olan 1998 yı­lında Şanlıurfa Kültür Sanat ve Araştırma Vakfı (ŞURKAV) tarafından restore edilmiştir.

    d. Kasap Pazarı

    Mevlevihâne Camii'nin batısına bitişik olarak inşa edilmiş olup beşik tonozla örtülü "T" planın­dadır. İnşa tarihi bilinmemektedir.

    e. Kazzaz Pazarı (Bedesten)

    1562 tarihli Gümrük Hanı'nın güneyine bitişik olarak aynı tarihte inşa edilmiştir. 1740 tarihli Rızvan Ahmet Paşa vakfiyesinde "Bezzazistan" adıyla geçmekte ve tamir ettirildiği belirtilmekte­dir.

    Doğu batı istikametinde beşik tonozlu ve arka arkaya 4 kubbeli olarak uzanan yapının batı kısım­larından güneye doğru uzayan tonoz örtülü ikinci bir bölümü daha vardır.

    Bedestenin doğuda Han Önü Çarşısına açılan ana kapısı, Sipahi Pazarı'na açılan batı kapısı, Pamukçu Pazarı'na açılan güney kapısı ve Gümrük Hanı'na açılan kuzey kapısı olmak üzere dört kapısı bulunmaktadır.

    Sağlı sollu olarak uzanan ve yer seviyesinden yaklaşık 1 m. kadar yüksekte bulunan dükkânlarda kazzaz esnafı oturmakta, ayrıca Urfa yöresi mahalli kadın ve erkek giysileri satılmaktadır.

    Şanlıurfa Bedesteni, Anadolu'da otantik değerini bugüne kadar koruyabilmiş ender çarşılardandır.

    Kazzaz Pazarı 1999 yılın ŞURKAV tarafından restore edilmiştir.

    f. Kınacı Pazarı

    Mençek hanının batısında yer alan ve kuzey gü­ney istikametinde uzanan bu çarşının kuzey kesimi beşik tonozla örtülü, güney kesiminin üzeri açıktır. Çarşının iki yanında beşik tonoz örtülü olarak sıra­lanan dükkânlar günümüzde kuyumcular tarafın­dan kullanılmaktadır.

    g. Pamukçu Pazarı

    Kınacı pazarının batısına paralel olarak uzanan, beşik tonozla örtülü bir çarşıdır. Kuyumcu ve elbi­seci esnafı tarafından kullanılmaktadır.

    h. Sipahi Pazarı

    Gümrük Hanı'nın batısına bitişik olarak inşa edilmiş, kuzey güney istikametinde beşik tonozla örtülü bir kapalı çarşıdır. Çarşıyı boydan boya ör­ten tonozun üzerinde belirli aralıklarla aydınlatma pencereleri bırakılmıştır. Yerden yarım metre yük­seklikte karşılıklı sıralar halinde dükkânların yer aldığı bu çarşı, güneyde boyahâne çarşısına, ku­zeyde isotçu pazarına açılır. Çarşının üçüncü bir kapısı da güney doğu tarafından bedestene açıl­maktadır. Bu kapının, bir dükkânın bozularak ger­çekleştirildiği h. 1154 (m. 1741) tarihli Rızvan Ahmet Paşa Vakfiyesi'nden anlaşılmaktadır. Bu vakfiyede, Sipahi Pazarı'ndan ve söz konusu kapı­nın açılışından "İplikçi Pazarı deyu tamir olunup hâlâ Sipahi Çarşısı olan otuz dört adet dükkânlar­dan bir dükkân bezzazistan (kazzaz pazarı) tarafına kapu fetholunup..." cümleleriyle bahsedilmektedir.

    Sipahi Pazarı günümüzde halı, kilim, kürk ve keçe türünden eşyaların satıldığı ve mezat edildiği bir çarşı olarak kullanılmakta, eski tarihi özelliğini aynen muhafaza etmektedir.

    Bu tarihi çarşı 1998 yılında ŞURKAV tarafından restore edilmiştir.
#21.12.2005 10:23 0 0 0
  • SU MİMARİSİ

    A. HAMAMLAR

    Şanlıurfa merkezinde, Osmanlı döneminden kalma ve halen işler durumda Veli Bey, Sultan, Vezir, Cincıklı, Eski Arasa, Serçe ve Şaban adla­rında 7 adet hamam bulunmaktadır. Bu hamamlar soğukluk (camekân), ılıklık ve sıcaklık olmak üzere geleneksel Osmanlı hamamları planında inşa edil­miştir. Bunlardan Sultan ve Vezir hamamları, plan bakımından tam bir benzerlik gösterirler. Cincıklı ve Veli Bey hamamları, ılıklık kısımlarının üç bö­lümlü oluşuyla, Serçe Hamamı beş eyvanlı sıcaklık bölümüyle, Şaban ve Eski Arasa hamamları ılıklık kısımlarının yanlara alınmış olmasıyla farklılık gös­termelerine rağmen genel şema itibariyle ortak özelliklere sahiptir.



    B. ÇEŞMELER

    Şanlıurfa'da Emencekzâde, Firuz Bey, Hekim Dede, Şeyh Safvet, Yıldız Meydanı, Haydar Ağa, Hüseyin Ferideddin, Hafız Süleyman Bozan Efendi, Şehbenderiye, Sütçü Abdurrahman Efendi, Yıkık Sokak ve Hüseyniye Çarşısı adlarında 12 adet so­kak çeşmesi bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının tarihi ve mimari özellikleri aşağıda verilmiştir.

    1. Emencekzâde Çeşmesi

    Kadıoğlu Camii avlu portalinin doğusuna bitişik bulunan bu çeşmenin kitabesinden h. 1138 (m. 1723) tarihinde Emencekzâde lakaplı bir hayırsever tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Bu çeşme aynı zamanda Karakoyun Deresi üzerindeki su kemeri vasıtasıyla şehre gelen Kehriz Suyu'nun çevredeki cami, hamam ve evlere dağıtımının ya­pıldığı "Taksimiye" görevini de görmekteydi.

    2. Firuz Bey Çeşmesi

    Yıldız Meydanı'ndaki h. 587 (m. 1191) tarihli Eyyûbi Medresesi'nin yerine h. 1196 (m. 1781) tari­hinde yapılan Nakibzâde Hacı İbrahim Efendi Medresesi'nin güney cephesindedir. Kitabesine göre medrese ile aynı tarihte Firuz Bey tarafından yaptırılmıştır. Kitabede, buradan Kehriz Suyu'nun aktığı da belirtilmiştir. Çeşme nişinin kemeri ve köşe sütunçeleri taş süslemelidir.

    3. Hekim Dede Çeşmesi

    Hekim Dede Camii'nin kuzeybatı köşesine biti­şik olarak inşa edilmiştir. Kare planlı ve beşik to­nozlu bu çeşme, iki cepheli olması bakımından Şanlıurfa'da tek örnektir. Güney cephesindeki ta'lik hattıyla yazılmış kitabesi oldukça silik olup, sadece h. 1120 (m. 1708) tarihi okunabilmektedir. Çeşmenin her iki cephesi yivli ve mukarnas başlıklı köşe sütunçeleri ile dekorlanmıştır.

    4. Şeyh Safvet Çeşmesi

    Ellisekiz Meydanı'ndaki Şeyh Safvet Tekkesi'nin batı cephesinde yer alan bu çeşmenin kitabesinde h. 1309 (m. 1891) tarihinde Şeyh Safvet tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Duvardan dışarıya taşkın du­rumdaki çeşme bu şekliyle 1909 tarihli Şehbenderiye Camii Çeşmesi'ni etkilemiştir.







    C- KARAKOYUN DERESİ, KÖPRÜLER ve SU KEMERLERİ

    Tarihte Daysan Irmağı adıyla anılan Karakoyun Deresi miladi 201 senesinin Kasım ayında, 413 se­nesinin Mayıs'ında ve 525 senesinin Nisan ayında taşarak Şanlıurfa'yı büyük ölçüde tahrip etmiş ve Halepli Bahçesi yoluyla şehire gelen sellerden en çok Balıklıgöl mevkiindeki krallık sarayı zarar gör­müştür. 525 senesindeki sel afetinden sonra Bizans İmparatoru Jüstinyen (Justinianus), Daysan Irmağı'nın Halepli Bahçesi'ne doğru meyilli kenarı üzerinde kendi adıyla anılan ve halen ayakta olan su bendini yaptırmış, ayrıca ırmak yatağına bu­günkü yönünü vererek Şanlıurfa'yı gelecek sel afet­lerinden kurtarmıştır. Karakoyun Deresi üzerinde Bey Kapısı'ndan başlamak üzere yukarıya doğru sı­rasıyla Demirkapı Köprüsü, Beykapısı (Kısas) Köprüsü, Hacı Kâmil Köprüsü, Eski Köprü (Samsat Köprüsü), Jüstinyen Su Kemeri, Ali Saip Bey Köprüsü ve Hızmalı Köprü bulunmaktadır.

    Bunlardan Demirkapı ve Beykapısı köprüleri "Karakoyun Deresi Islah Projesi" çerçevesinde yık­tırılmıştır.

    1. Karakoyun Su Kemeri (Jüstinyen Su Kemeri)

    Millet Köprüsü ile Samsat Köprüsü arasındadır. Bizans İmparatoru Jüstinyen tarafından 525 sene­sinde yaptırıldığı tahmin edilmektedir.

    2. Hızmalı Köprü

    Karakoyun Deresi üzerindeki köprülerin en gü­zellerindendir. Halk arasında anlatılan bir efsaneye göre Karakoyunlu Türk Beyliği hükümdârlarından birinin kızı olan Sakine Sultan tarafından Hac yol­culuğu sırasında yaptırılmıştır. Sakine Sultan'ın mezarı, dere üzerindeki su kemerinin kuzeyinde­dir.

    Köprünün orta ayağının doğu cephesindeki ki­tabede 1843 tarihinde tamir ettirildiği yazılıdır. 2000 yılında kısmen yıkılan köprü, İl Özel İdaresi'nin mali katkılarıyla restore edilmiştir.

    3. Millet Köprüsü

    Millet Hastanesi'ne (bugünkü Devlet Hastanesi) Karakoyun Deresi üzerinden yol vermesi nedeniyle bu isimle anılan köprünün güney girişindeki kapı­nın üçgen alınlığında yer alan kitabede "Ali Saip Köprüsü, sene 1341" (m. 1922) yazılıdır. Bu kitabe inşa tarihi ile ilgili olmayıp, köprü çok daha eski tarihlidir. Urfa Kurtuluş Savaşı'nda Fransızlarla yapılan son antlaşmanın bu köprü üzerinde gerçek­leştirilmesinin anısını yaşatan bu kitabeye, o zama­nın Jandarma Komutanı Yüzbaşı Ali Saip Bey'in adı yazılmıştır.

    Kuzey-güney yönünde uzayan köprü; kesme taşlardan inşa edilmiş olup, 6 adet yüksek ayak üzerine oturan 7 gözlüdür. Derenin her iki yama­cına gelen gözler, günümüzde toprakla dolmuş du­rumdadır. Her iki yandaki korkuluk taşlarının alt kısmına Hızmalı Köprü'de olduğu gibi su kanalları açılmış ve böylece köprüye aynı zamanda "Su ke­meri" fonksiyonu verilmiştir.

    Millet Köprüsü'nün yıkılmış olan taş korkuluk­ları, 2001 yılında İl Özel İdaresi'nin mali katkılarıyla yeniden yapılmıştır.
#21.12.2005 10:24 0 0 0
  • SİVİL MİMARİ (KONUT MİMARİSİ)

    A. SARAYLAR

    1. Yazılı Kaynaklarda Geçen Saraylar

    Urfa'daki Osrhoene (Edessa) Krallığı sarayları­nın bugünkü Ayn-ı Zeliha ve Halil-ür Rahman göl­lerinin bulunduğu çevrede olduğu ve miladi 201, 413 ve 525 yıllarındaki sel afetlerinden bu sarayla­rın büyük zarar gördüğü tarihçiler tarafından kay­dedilmektedir. Bu sarayların mimari kalıntıları gü­nümüze kadar gelememiştir. Bunlardan Kışlık Saray, Beth Tabara'da (şimdiki kalenin bulunduğu alan), Yazlık Saray ise balıklıgöllerin etrafındaydı.

    Urfa'daki sarayların adları hakkında Evliya Çelebi'den önemli bilgiler elde etmekteyiz. Evliya Çelebi: "..... Bağlı, bahçeli, akarsulu, hamamlı büyük sarayları vardır. Meşhurları Tayyar Mehmed Paşa Sarayı, oğlu Ahmet Paşa Sarayı (ki bu zat cömertli­ğiyle tanınmıştır), Paşa Sarayı, Molla Sarayı, Gezerpaşa Sarayı, Celali Kadı Sarayı, Sardoğlu Mustafa Paşa Sarayı ve Ali Paşa Sarayı..." şeklinde Urfa'daki saraylardan bahsetmektedir. Bu saraylar­dan günümüze ulaşan olmamıştır.

    Rakka-Urfa valisi Yusuf Paşa h. 1122 (m. 1710) tarihli vakfiyesinde, Yusuf Paşa Camii'nin kuze­yinde "Valiler Sarayı" adında bir saray yaptırdığını kaydetmektedir. Yusuf Paşa'nın yaptırdığını söy­lediği bu saray, kanaatimize göre bugünkü Sarayönü semtine adını veren ve günümüzden 40-50 yıl öncesine kadar ayakta olan "Eski Saray" olma­lıdır. Elimizde mevcut eski fotograflardan tanıdı­ğımız, Osmanlı döneminde Hükümet Konağı ola­rak kullanılan bu saray, şimdi Harran Üniversitesi Mediko-Sosyal Merkezi'nden Köprübaşı'na doğru uzanmakta ve Saray kapısı ile Hacı Kâmil Köprüsü'ne açılmakta idi.



    B. KÖŞKLER VE KONAKLAR

    Urfa'da, şehrin ileri gelen ve varlıklı bazı kişileri tarafından genellikle güzel manzaralı mevkilere kü­çük birer saray niteliğinde köşkler ve konaklar yap­tırılmıştır. Ömer Paşa Vakfına ait h. 1194 (m. 1780) tarihli vakfiyeden, Bişar Paşa Konağı adında bir konağın Urfa'da mevcut olduğu anlaşılmaktadır.

    Kesme taştan inşa edilen Kürkçüzâde Mahmûd Nedim Efendi Konağı, Osman Efendi Konağı, Ömer Edip Efendi ve Şair Sakıb Efendi Konağı, Hacıkamilzâde Yusuf Ziya Efendi Konağı, Sakıplardan Halil Bey'in Aynalı Köşkü, Urfa'daki konak ve köşk mimarisi örneklerindendir. Ayrıca 1983 yılında yıktırılarak yerine Cebeci İşhanı yaptı­rılan Vali Konağı kesme taşın modern mimariye uygulanışını temsil eden ilk örnek binalardan ol­ması nedeniyle önem taşımaktaydı.

    1. Mahmûd Nedim Efendi Konağı

    Atatürk Mahallesi'ndeki Kehriz Sokak ile Hastane Caddesi arasına Kürkçüzâde Mahmûd Nedim Efendi tarafından 1903 yılında yaptırılmış­tır. Avrupa mimarisi ile geleneksel Urfa evi mima­risinin kaynaştığı bir özelliğe sahip olan ve oldukça geniş bir alana yayılan konak, haremlik ve selamlık bölümlerindeki yapılardan meydana gelmiştir. Haremlik bölümünü oluşturan kesme taştan iki katlı yapının doğuya bakan esas cephesi ortada bir eyvan ve zarif sütunlarla teşkilatlandırılmış ; bu cephenin iki yanına eyvandan öne taşan bir görü­nüm verilmiştir. Doğu cepheye nazaran daha az ha­reketli olan batı cephede dikdörtgen ve elips pence­reler ile ortasından ince sütunlarla ayrılmış, eyvan fonksiyonu gören üç gözlü büyük bir pencere bu­lunur.

    2. Küçük Hacı Mustafa Hacıkâmiloğlu Konağı (Vilâyet Konukevi)

    Şanlıurfa merkezinde, Vali Fuat Bey Caddesi'nin (Büyükyol) Halil-ür Rahman Gölü'ne yakın kesi­minde Selahaddin Eyyûbi Camii'nin batısındadır. Bu konak, emekli valilerden Cemal Mirkelamoğlu'nun varislerini temsilen sağladığı maddi ve manevi fedakarlık neticesinde Şanlıurfa Valiliği'nce İl Özel İdaresi adına 1991 yılında satın alınarak restore edilmiştir.

    Bu tarihi konak 19. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiştir (1890 yılları). Haremlik ve selamlık bö­lümleri vardır. Konakta inşaat malzemesi olarak ünlü "Urfa Taşı" kullanılmıştır.

    İki katlı selamlık bölümüne kuzey cephedeki so­kak kapısından girilmektedir. Selamlık bölümünün zemin katında develik, bir tuvalet ve hizmetçi oda­ları yer alır. Erkek misafirlere ayrılmış olan ikinci kat, odalarla teşkilatlandırılmıştır. İkinci katın ku­zeye bakan cephesinde ortası sütunla iki göze ay­rılmış eyvan fonksiyonunu gören iki mekân bulu­nur. Güney cephenin ortasında yer alan benzer ey­vanın döşeme kısmı merdivenle teşkilatlandırıldı­ğından burası dekoratif bir fonksiyona kavuşmuş­tur. Selamlığın güneyinden haremlik kısmına ge­çilmektedir.

    Konağın haremlik bölümü, selamlığın aksine modern mimarinin çizgilerinden tamamen sıyrıla­rak geleneksel biçimde inşa edilmiştir. Bu bölüm­deki mekânlar geleneksel bir Urfa Evin'in vazge­çilmez ögesi olan, havuzlu bir 'hayat'ın (avlu) çev­resinde yer almıştır. Hayat'ın doğu cephesinde ön tarafı 'gezenek'li (balkon) iki oda ve bunların bod­rum katında 'zerzembe' (kiler) yer alır. 'Tandırlık' hayatın güneydoğu köşesindedir.

    Hayatın güney cephesi revaklı olup bu cephede altta ve üstte olmak üzere birer oda, orta kısımda bir sarnıç bulunmaktadır. Batı cephede haremliğin sokağa açılan kapısı, iki yanında birer tuvalet ve duvar üzerinde ortadan bir sütunla iki göze ayrıl­mış 'kuş takası' (kuş evi) bulunmaktadır.

    3. Sakıb'ın Köşkü

    1796-1876 yılları arasında yaşayan Şair Sakıp Efendi tarafından yaptırılan bu konak, Halepli Bahçe içerisinde bulunur. Nedim Efendi Konağı gibi haremlik ve selâmlık bölümlü olarak geniş bir alanı kaplar. 1985 yılında Şanlıurfa Belediyesi tara­fından onarılmıştır. Halen Park ve Bahçeler Müdürlüğü olarak kullanılan iki katlı konak, doğu batı istikametinde dikdörtgen planlıdır. Alt katta kuzey cephede ortada beşik tonozlu büyük bir ey­van ve yanlarında birer oda yer alır. Çatıyla örtülü ikinci katın ön tarafı, ortası sütunlu iki kemerle ge­zenek olarak teşkilatlandırılmış ve yanlara odalar yerleştirilmiştir. İkinci katın doğusunda yer alan odanın duvarlarını Sakıp Efendi'nin mavi boyalı ahşap üzerine ta'lik hattıyla yazılmış h. 1263 (m. 1845) tarihli şiiri dolaşır. Konağın da bu tarihte ya­pıldığı tahmin edilmektedir. Konak avlusunun batı­sında soğukluk, sıcaklık ve külhan bölümleri olan küçük bir hamam bulunur.



    C- GELENEKSEL ŞANLIURFA EVLERİ

    1. Şanlıurfa Evlerinin Bölümleri ve Genel Özellikleri

    a. Sokaklar

    Dar ve yüksek duvarlı sokaklar, sokağa taşkın çıkmalı ikinci kat odalarıyla (çardak-köşk), soğuk demir işçiliğinin ürünü olan stilize bitkisel süsle­meli pencere kafesleriyle, "Kabaltı" denilen ve so­kağın 5-10 metrelik bir bölümün örten beşik to­nozlu kapalı kısımlarıyla, "Tetırbe" tabir edilen çıkmazlarıyla, meydanlarıyla ve bazalt taş (karadaş) döşemeli yollarıyla bölgeye özgü bir görünüm ve­rirler.

    Yusuf Paşa Mahallesi Vezir Hamamı doğusun­daki Zincirli Sokak ile Yıldız Meydanı'nın kuzey­doğusundaki Yorgancı Sokak, bütün bu özellikleri üzerlerinde taşıyan en güzel sokak örneklerinden­dir. Sultan Hamamı'ndan Kale Boynu'na çıkan Hacı Abo Yokuşu üzerindeki meşhur Hacı Abo Kabaltısı, çok sayıdaki kabaltıların en uzunudur. Horoz Tetirbesi, Reji Tetirbesi, Bekmez Tetirbesi, Urfa'nın en uzun çıkmaz sokağı olan ancak bugün yıkılmış bulunan Molla Ali Tetirbesi, çıkmaz sokak­ların başlıcalarındandır. Su Meydanı, Bidik Mey-danı, Karpuz Meydanı, Hokka Meydanı, Bıçakcı Meydanı, Ellisekiz Meydanı, Türk Meydanı gibi meydanlar, sokakları birbirine bağlayan önemli kavşak noktalarıdır.

    b. Sokak Kapıları

    Oldukça görkemli olarak planlanmış sokak kapı­ları, malzeme yönünden tahta, tutya (çinko) kapla­malı tahta olmak üzere iki gruba; şekil yönünden ise "tek çenetli" (bir kanatlı), "çift çenetli" ve "enikli" (büyük kapı içersine yerleştirilen küçük kapılı) ol­mak üzere üç ana gruba ayrılır. Bu kapıların üzer­lerine iri yuvarlak başlı kabara çivilerle ay-yıldız motifleri yapılmış, sanat değeri taşıyan el emeği ürünü çeşitli şekillerde tokmaklar yerleştirilmiştir. Kapı arkasındaki yan duvarlardan biri içersine yer­leştirilen ve "zormak" (zoğnak) denilen ağaç "süre­cek"lerle kapı emniyeti sağlanmıştır.

    Sokak kapılarının alınlıklarında zengin taş süs­lemelere yer verilmiştir. Alınlıklarda genellikle üst sırada yatay durumda ve kapı genişliğinde bir mu­karnas frizi, bunun altında ortada kitabe, sağında ve solunda geometrik motifli sekizgen rozetler bu­lunur.

    c. Selamlık ve Haremlik Bölümleri

    Urfa evleri genellikle haremlik ve "oda" denilen selâmlık kısmı olmak üzere iki bölümden oluşurlar. Bazen bu iki bölüm, aralarından bir duvarla ayrıl­mış ve sokak tarafından ayrı birer kapıları olan müstakil iki ev görünümünü verdikleri gibi, bazen de tek kapıyla girilen selâmlık bölümünden sonra ikinci bir kapıyla haremlik bölümüne geçilen bir plan gösterirler.

    Eve gelen erkek konukların ilk olarak ağırlan­dıkları selamlık bölümünde küçük bir "hayat" (avlu), bir veya iki oda, eyvan, konukların hayvan­larının barınacağı büyük bir "develik" (ahır) ve tu­valet bulunur. Bitişiğindeki haremlik avlusunun ve buradaki kadınların görülebileceği endişesiyle ge­nellikle selamlığın üzerine ikinci bir kat yapılma­mıştır. Yapılmış olsa dahi bu kat haremliğe ait olup geçişi de haremliktendir.

    Ev halkının oturduğu evin esas kısmını oluştu­ran haremlik bölümü, selamlığa nazaran daha bü­yükçe ve teşkilatlıdır.

    Haremlik Avlusu'nun kuzey tarafında cephesi güneye bakan "kışlık eyvan" ve iki yanında "kış oturacağı" denilen birer oda, güney tarafında ise bunun simetrisi durumunda cephesi kuzeye bakan "yazlık eyvan" ve iki yanında "yaz oturacağı" odalar bulunur. Eyvan ve odalar bazen yerden 1-1.5 m. yükseklikte olup alt kısımlarında "zerzembe" (zir-i zemin sözcüğünden türemiştir) denilen kiler oda­ları yer alır.

    Urfa evlerinde odalara kapı eninde ve odanın dar kenarı boyunca uzanan, ayakkabıların çıkarı­dığı "gedemeç"ten (pabuçluk) girilir. Odanın esas oturma zemini geremeçten 20 cm. yüksekte yer al­maktadır. Zengin süslemeli ahşapla kaplanmış olan oda duvarları, camlı dolaplar ve "camhâne" (aynalık-yüklük) denilen nişlerle teşkilatlandırıl­mıştır. Ihlamur ağacından taklit kündekari tekni­ğinde yapılmış oyma süslemeli oda kapıları ve pen­cere kanatları ayrı bir inceleme konusu teşkil edebi­lecek kadar motif zenginliğine sahiptirler. Ahşap süslemenin zenginliği yanında evlerin avluya ba­kan cephelerindeki taş işçiliği de Urfa'daki cami, han, hamam, medrese gibi anıtsal eserlerde benzer­lerine rastlanılmayan bir zenginlik gösterir.

    Haremlik Avlusu'nun diğer cephelerinde "tan­dırlık" (mutfak), hamam ve odunluk gibi bölümler bulunur. İslâmda temizliğe verilen önemin netice­sinde ortaya çıkan hamamların 3-4 kurnalı, kubbeli, minyatür şadırvanı bulunan soğukluk ve sıcaklık bölümlü ve külhanlı olanlarına rastlamak müm­kündür.

    Haremlik Avlusu'nun güney cephesindeki yaz­lık eyvan ve odaların üzerinde, ortada bir eyvan ve yanlarında birer odayla "çardak" kısmı bulunur.

    d. Hayat

    "Nehıt" tabir edilen düzgün kesme taş döşeli "hayat"ın (avlu) ortasında Urfa evlerinin vazgeçil­mez öğesi olan mermer bir havuz, kuyu, "curun" denilen su yalağı, içersinde incir, dut, nar, portakal, kebbat (bir tür turunçgil), annep, zakkum, asma gibi ağaçlardan biri veya birkaçının yeraldığı "çiçek­lik" bulunur. Çiçeklik aynı zamanda çöpe atılması günah olan ekmek kırıntılarının silkelen­diği yerdir. Avlunun çevresindeki oda duvarlarının dama yakın kısımlarına dikdörtgen nişler şeklinde yapılan ve "kuş takası" diye adlandırılan kuş evle­rinde yaşayan kuşlar, çiçeklikteki bu ekmek kırıntı­larıyla beslenirler.

    Hayat içersinde yer alan kuyular, bazen iki ayrı evin duvarı arasına yerleştirilmiş olup ortak bir şe­kilde kullanırlar. Haciban Sokak'taki Hacı İmam Demirkol Evi kuyusunda olduğu gibi bazı evlerin kuyularının bilezik ve "dolap" (çıkrık) taşları zengin süslemelidir. Oyuldukları kaya zeminin düzgün çıkmaması halinde birçok kuyunun duvarı büyük bir ustalıkla düzgün kesme taşlarla örülmüş, ku­yuya inip çıkmayı sağlamak amacıyla bu taşlara el ve ayakların tutunacağı oyuklar açılmıştır. Yüksekte bulunduğundan kuyu açılarak su elde edilmesi mümkün olmayan bazı mahallelerdeki evlerin su ihtiyaçları Yeni Yol (Büyük Yol)'daki Tırşolar Evi'nde olduğu gibi avlularına açılan sar­nıçlara kışın biriktirilen sulardan karşılanmıştır.

    e. Hayat'a Bakan Cepheler

    Avluyu çevreleyen eyvan ve odaların cepheleri zengin taş süslemelidir. Süslemeler genellikle bitki­sel ve geometrik motifli altıgen, sekizgen rozetler halindedir. Avluya bakan oda kapılarının üzerinde duvara gömülmüş yarım daire şeklinde ve kenar­ları aşağıya sarkan palmet motifleriyle süslü yağmur­luklar (Porche), duvarların dama yakın kısımla­rında çepeçevre dolaşan ve güneş ışınlarıyla ışık gölge oyunları sağlayan mukarnas frizi, avluyu çevreleyen diğer süsleme elemanlarıdır.

    Haremliğin alt katından sokağa pencere açıl­maması, evdeki tüm pencerelerin avluya ve eyvan­lara açılmasına sebep olmuştur. Urfa evlerinde so­kağı gören pencereler "çardak" veya "köşk" denilen, sokağa konsollarla çıkartmalı ikinci kattaki başoda­lara açılmıştır. Bu pencereler evin dış dünya ile ilişki kurabileceği tek yerdir.

    İkinci kattaki odaların avluya bakan cepheleri önünde, sütunlar üzerine oturan ve "gezenek" adı verilen açık geçiş yerleri bulunmaktadır. Avlunun bir kenarında boydan boya uzanan bu sütunlar, 12 Eylül Caddesi 84 numaradaki Kürkçüzâde Halil Hafız Evi, Haciban Sokak 5 numaradaki Hacı İmam Demirkol Evi ve Yorgancı Sokak 16 numaradaki Abdülkadir Hakkari Evi'nde olduğu gibi revak gö­rünümü verirler. Hacibanlar Evi ve Akyüzler Evi'nde olduğu gibi karşılıklı eyvan ve odalar avlu­nun yan cephe duvarlarındaki taş konsollar üzerine oturan yaklaşık 1 m. genişliğinde bir gezenekle birbirine bağlanmış, zengin süslemeli konsolların aralarına küçük dikdörtgen nişler halinde kuş taka­ları yerleştirilmiştir. Böylece yalın cephelere ol­dukça zengin bir mimari hareket kazandırılmıştır.

    f. Eyvanlar

    Yılın 7 ay gibi büyük bir bölümünün sıcak geç­tiği Şanlıurfa'da ev halkı tarafından bütün gün bo­yunca serin bir mekân olarak kullanılan eyvanlar, bu özelliklerinden dolayı evlerin vazgeçilmez bir unsuru olarak baş köşeyi oluşturmuşlardır. Bundan dolayı, gerek mekân genişliği ve gerekse taş süs­leme açısından eyvanlara verilen önem, Urfa evinde odalar dahil hiçbir köşeye verilmemiştir. Bazı ev­lerde iki yanı taş sekili yazlık eyvanın arka duva­rındaki nişe hava cereyanını sağlayan ve yazın se­rinlik veren, damla bağlantılı, baca şeklinde hava kanalı açılmış; bu kanal dam üzerinde mihrap ta­şını andıran nişli rüzgarlıkla son bulmuştur. Kuzey veya kuzeybatıya yönlendirilmiş olan bu taşlara çarpan rüzgarın hava kanalından eyvana inerek se­rinlik vermesi sağlanmıştır. Bu rüzgar taşları, yaz aylarında gece namazları için mihrap görevini de görmektedir.

    Bey Kapısı burçlarındaki Mahmûdoğlu Mustafa Ağa haremliği eyvanında olduğu gibi nadir de olsa bazı eyvanlara bölgedeki Artuklu geleneğini sürdü­ren şadırvanlar yapılmıştır.

    Nebo Hacı İmam Efendi Evi, Osman Çiftbudak Evi, Eski Hal karşısındaki sokakta yer alan Parmaksız Şemsi Evi ve Alpan Sokak 5 numaradaki Çubukçular Evi'nde olduğu gibi, kuzey cephedeki yazlık eyvan ve iki yanındaki odalar alt katta değil, dam üzerinde yer almıştır.

    Avlunun güney ve kuzeyindeki yazlık ve kışlık eyvanların yanıda Hacı Hafızlar Evi'nde olduğu gibi, bazen doğu veya batı cephede üçüncü bir ey­van dikkati çekmektedir. Hacı Abo Evi'nde olduğu gibi, daha birçok evdeki Selçuklu medreselerini ha­tırlatan anıtsallığa sahip eyvanların cephe kemerle­rinin kilit taşları , şebekeli oyma tekniğinde bitkisel motiflerle süslenmiştir.

    g. Odalar

    Odalara, kapı eninde ve odanın dar kenarı bo­yunca uzanan, ayakkabıların çıkarıldığı "gede­meç"ten (pabuçluk) girilir. Gedemeçte çeşitli eşya­nın ve su testilerinin yerleştirildiği nişler ile kapının tam karşısında ahşap oymalı raflarla ve küçük ah­şap kemerlerle bölümlere ayrılmış fincan türünde küçük ölçüdeki cam eşyaların sergilendiği "göz göz" tabir edilen niş bulunur. Bu nişin altında, orta­sından küçük sütunla kemerli iki göze ayrılmış "tes­tilik" yer alır. Odanın esas oturma zemini gedemeç­ten 20 cm. kadar yüksektedir. Gedemeç ile oturma zemini genellikle ahşap korkuluklarla birbirinden ayrılmıştır. Oda tavanları genellikle çapraz tonozlu olup yüksek ve ferahtır. Bazı evlerin çardaklarında, ortası aynalı, ahşap tekne tavanlara da rastlanılır. Odaların avluya ve eyvana bakan duvarlarında 1Ğ2 oranında basık kemerli üç veya dört "taka" (pencere) yer almaktadır. Dışarıdan "demir cağlı" (demir parmaklıklı) olan bu pencerelerde camekân dışında, iç taraftan açılıp kapanan zengin süslemeli ahşap kepenkler kullanılmıştır. Oda pencerelerinin dama yakın kısmına "ışık takası" adı verilen küçük ölçüde kafa pencereleri yerleştirilmiştir.

    Ihlamur ağacından taklik kündekarı tekniğinde yapılmış oyma süslemeli oda kapıları ve pencere kanatları, göstermiş oldukları motif zenginliği ba­kımında ayrı bir inceleme konusunu teşkil ederler. Oda duvarlarında yer alan ve yatak, sandık ve boy aynası gibi eşyanın konulduğu "camhana" tabir edilen büyük nişler ve kıymetli cam eşyanın sergi­lendiği "camlı dolap" denilen dolapları çevreleyen pervazlar, zengin ağaç süslemeler, duvarlara asıl­mış mahalli Hattat Behçet Arabi imzalı hat levha­ları dekorasyonu tamamlayan diğer unsurlardır.

    Odalarda sergi olarak, ailenin ekonomik duru­muna göre halı, kilim, keçe, yer minderi ve sedir kullanılmış; odanın etrafı "sap yastık" denilen du­var yastıklarıyla çevrelenmiştir.

    h. Zerzembe, Tandırlık ve Hamam

    "Zir-i zemin" sözcüğünden türeyen zerzembe kelimesi, Urfa evlerinde bodrum katta yer alan kiler anlamında kullanılmaktadır. Yer altında bulunan ve üzerinde eyvan ve odaların yer aldığı zerzembe­ler, serin olduklarından dolayı kışlık erzakların sak­landığı depo durumundadır. Çapraz tonozla örtülü bu mekânların tabanlarına yağ, peynir ve pekmez gibi zahire küplerinin oturmasına yarayan yuvarlak çukurlar açılmıştır.

    "Tandırlık" tabir edilen mutfaklar; Urfa evle­rinde genellikle büyük ölçülerde yapılmıştır. Hz.İbrahim (A.S)'dan geldiğine inanılan Urfalıların misafir sevme geleneği, mutfakların büyük ölçüde ve 7-8 ocaklı olarak yapılmasına sebep olmuştur. İçerisi büyük kazanların konulabileceği ocaklar ve kapların konulacağı raflarla teşkilatlanan mutfakla­rın hayat'a bakan cephelerinin kapı ve pencere üzerleri atlamalı olarak yerleştirilmiş kesme taşların meydana getirdiği küçük pencerelerle teşkilatlandı­rılmış, bu pencereler, dumanın dışarı atılması ko­nusunda "pıherik" tabir edilen bacaya birer yar­dımcı unsur olarak düşünülmüştür.

    İslâm toplumunda temizliğe verilen önem neti­cesinde meydana çıkan hamamların, 3-4 kurnalı, kubbeli, minyatür şadırvanı bulunan soğukluk ve sıcaklık bölümlü ve külhanlı olanlarına bazı Urfa evlerinde rastlamak mümkündür.

    Evliya Çelebi, seyahatnamesinde Urfa'daki umuma açık hamamlardan bahsettikten sonra 75 adet saray hamamının bulunduğundan söz eder ki, bunlar birer saray güzelliğine sahip olan Urfa evle­rinin hamamlarından başkası değildir. Ancak bu hamamlardan günümüze pek az örnek kalabilmiş­tir. Kelleci Çayı mevkiinde Şahapzâde Bakır'ın Evi ile Halepli Bahçesi'ndeki Sakıp Efendi Konağı'nın hamamları günümüze kadar gelebilmiş güzel ör­nekler arasında yer alır.

    I. Damlar

    Urfa evlerinde odalar genellikle çapraz tonoz veya "mertek" (direk) üzerine düz toprak damlıdır. Bazen damların üzeri "nehıt" (düzgün kesme taş) döşelidir.

    Çardaktaki odalar genellikle tekne tavanlı olup dıştan "tutya" (çinko) veya kiremit çatılıdır. 12 Eylül Caddesi'ndeki Halil Hafız Evi ve Kunduracı Pazarı'ndaki Ağanlar Evi'nde olduğu gibi bazı ta­vanlar renkli kalem işi ile süslemelidir.

    Damların etrafı zikzak veya boğumlu (lokma) olarak kesilmiş taşların yan yana sıralanmasından oluşan bir korkulukla çevrilidir. "Pıherik"ler (bacalar), daha önce sözünü ettiğimiz eyvanlara hava cereyanını sağlayan namazgah mihrabı şek­lindeki dikme taşlar (rüzgarlık) ve çörtenler, dam­lardaki diğer mimari elemanlardır.



    2. Şanlıurfa Evlerinin Biçimlenmesinde Etkili Olan Nedenler

    Anadolu evleri arasında ayrı bir grup oluşturan "Güneydoğu Anadolu Evleri" içersinde yorumlan­ması gereken Şanlıurfa evleri, yüz yıllardan beri bölgede süregelen mimari bir geleneğe dayanır. Gerek malzeme seçimi ve gerekse plan uygulaması yönünden Urfa evlerinde ve evlerin oluşturduğu sokak görünümlerinde iklimin büyük etkisi görü­lür. Kalker taşından yapılmış kalın duvarların ve tonoz örtülü toprak damların kullanılmasıyla yaz aylarının gölgede 45-47 dereceye kadar varan sı­caklığı büyük ölçüde hafifletilmiş, sokakların dar, duvarların yüksek tutulmasıyla da hemen hemen günün her saatinde güneşte yanmadan yürünebile­cek gölgelik bir kesim elde edilmiştir.

    Bölgenin ormandan yoksun bulunması, kentin güneybatı kesimindeki dağlarda bulunan kalker ta­şının (ünlü Urfa Taşı) işlemeye elverişli olması mi­maride ana malzeme olarak taşın kullanılmasına neden olmuştur.

    Urfa evlerinin haremlik ve selamlıklı olarak inşa edilmeleri ve sokak tarafından penceresiz yüksek duvarlarla çevrilerek gizlenmeleri İslâm'daki aile hayatının mahremiyeti gereği ortaya çıkmıştır. Bu şekilde dışarıya kapalı olan evlerin birer "saray"ı andırır ölçüde büyük ve teşkilatlı yapılmasının ne­denini de birleşik aile düzeninde ve dolayısıyla aile­lerin kalabalık olmasında aramak gerekir. Ailedeki erkek çocukların evlenmeleri halinde ayrı birer ev tutmayarak baba evlerinde oturmaları büyük ve teşkilatlı ev planlarının doğmasına neden olmuştur.

    Evlerin büyük olarak yapılmasının diğer bir ne­denini Hz. İbrahim (a.s) den geldiği kabul edilen Urfa'lıların misafir sevme geleneğinde aramak ge­rekir. Bu gelenek, sokak kapılarının birer han kapı­sını andırır ölçüde büyük olmasında, mutfakların geniş ve 6-7 ocaklı olarak teşkilatlı yapılmasında da etkili olmuştur denilebilir.

    Dış görünüşündeki penceresiz yüksek duvar­larla bir kale gibi sokağa kapalı olan Urfa Evleri'nin iç kısımlarındaki ahşap ve taş süslemenin cami, han, hamam, medrese gibi anıtsal eserlere nazaran son derece zengin bir şekilde karşımıza çıkmasının nedeni, günlerini evinde oturarak geçiren kadına, sıkılmayacağı zevkli bir ortam yaratma düşünce­sinde ve Fransız Sanat Tarihçisi Albert Gabriel'in "Türkler süslemeyi gösteriş için değil, kendi zevk­leri için yapmışlardır" sözünde aramak gerekir.

    Urfa evlerinin biçimlenmesinde iklimin, İslâmi inanışların, birleşik aile düzeninin ve ev kadınına ferah bir ortam yaratma düşüncesinin etkileri ya­nında, sosyal ihtiyaçların da etkisini görmek müm­kündür. Çatı yerine "düz dam"ın büyük çoğunlukla kullanılmış olması salça, biber, bulgur, pekmez gibi kışlık zahirenin kurutulması ihtiyacından doğmuş­tur. Bugün inşa edilen apartmanlarda bile düz dam geleneğinin devam etmesi aynı ihtiyacın bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca sıcak yaz ge­celerinde açık havada yatma ihtiyacı da düz damla­rın yapılmasını sağlayan nedenler arasında sayılabi­lir.

    Geniş ve açık "hayat"ın ortaya çıkmasının nede­nini birinci derecede iklimin sıcak olmasında ara­mak gerekir. Ancak; sünnet, düğün, süpha (düğün yemeği) gibi sosyal gelenekleri de "hayat"ın biçim­lenmesindeki etkili nedenler arasında göstermemiz mümkündür.



    3. Görülmeye Değer Örnek Şanlıurfa Evleri

    a. Abdülkadir Hakkari Evi

    Camii Kebir (Ulu Camii) Mahallesi Yorgancı Sokak, 16-18 numaradadır. Sokak girişleri aynı ka­pılarla sağlanan haremlik ve selamlık olmak üzere iki bölümlüdür. Haremlik bölümüne "enikli kapı"dan girilir. Burası aşağı ve yukarı hayat olmak üzere iki bölümlüdür. Aşağı "hayat"ın kuzey ve güney cepheleri sütunlar üzerine oturan revaklıdır. Bu bölümde mutfak, odunluk, develik, zerzembe ve bir oda yer alır. Aşağı avlunun kuzeydoğu köşesin­den bir merdivenle yukarı hayat'a (yazlık) çıkılır. Ayrıca avlunun batı duvarındaki diğer bir merdi­ven de yazlığa çıkışı sağlamaktadır. Yazlığın kuzey cephesinde ortada büyük bir eyvan ve ikişer oda bulunur. Eyvan ve odalar düz ahşap tavanlıdır.

    Selamlık bölümünün giriş kısmında bir oda ve ahır bulunur. Giriş bölümünden güney yönde yük­selen merdiven selamlığın üst katına ulaşır. Burada ortada eyvan, doğu ve batısında birer oda yer alır. Yazlık eyvanın batısına bitişik odanın ahşap kapısı üzerindeki h. 1283 (m. 1866) tarihi büyük bir ihti­malle evin inşa tarihi olmalıdır.

    b . Akçarlar Evi (Harran Üniversitesi Kültür Evi)

    Geleneksel Urfa evlerininin güzel örneklerinden olan Akçarlar Evi'nin kitabesi bulunmadığından inşa tarihi bilinmemektedir. Ancak, doğusuna biti­şik olan ve Harran Üniversitesi'nce restorasyonu yapılmak üzere satın alınan Şefik Tenekeci Evi'nin h. 1148 (m. 1735) tarihli kitabesine dayanarak Halil-ür Rahman Gölü'ne hakim bu bölgede 18. yüzyıl başlarında bir yapılaşmanın mevcut olduğu, Akçarlar Evi'nin de bu yıllarda inşa edilmiş olabile­ceği düşünülmektedir.

    Akçarlar Evi harap bir durumda iken 1993 yılı Aralık ayında Harran Üniversitesi tarafından satın alınmış ve 1994-2001 tarihleri arasında restorasyonu tamamlanarak 12 Ekim 2001 tarihinde Rektör Prof.Dr. Uğur Büyükburç tarafından Harran Üniversitesi Kültür Evi olarak hizmete açılmıştır.

    Bulunduğu arazinin topografyasına uygun ola­rak aşağıdan yukarıya doğru kademeli bir biçimde yükselen beş avlulu bir planda, selamlık ve harem­likli olarak inşa edilmiş olan Akçarlar Evi'nin avlu­larından her biri aşağıdaki bölümün terası duru­mundadır.

    Güneye bakan taç kapıdan girilen selamlığın zemin kattaki küçük avlu, iki oda ve bir mağaradan oluşan bölümü, evin hizmetçisine ayrılmış; bunun üzerindeki ikinci avluda yer alan tek oda erkek mi­safirlere tahsis edilmiştir. bu odaya çıkış, hizmetçi bölümünden olduğu gibi, doğuya bakan haremlik kapısından da olmaktadır.

    Doğuya bakan sokak kapısından girilen selamlı­ğın üst katına ait çapraz tonozlarla örtülü uzun dehliz, batıda bir ara kapı ile haremliğin birinci av­lusuna (evin üçüncü avlusu) açılır. Avlunun kuze­yinde cephesi güneye yönlendirilmiş, ortada beşik tonozlu bir eyvan ve iki yanında çapraz tonozlu bi­rer oda, avlunun batı kenarında mutfak ve güney­batı köşesinde bir duvar çeşmesi yer alır. Eyvan ve odaların gerisinde kiler olarak kullanılan kayaya oyulmuş iki bölümlü büyük bir mağara bulunmak­tadır. Mağaranın eyvanın arkasına gelen bölümü­nün zemininde yer alan sarnıç şeklinde kaya oyul­muş çukura (karlık) kış aylarında kar basılmakta ve bu karlar yaz aylarında suların soğutulmasında kullanılmakta idi.

    Haremliğin birinci avlusundaki eyvan ve iki oda geleneksel bir Urfa evinin sergi düzeni ile döşen­miş, mağaraya ise kafeterya ve gerektiğinde semi­ner ve konferans salonu fonksiyonu verilmiştir.

    Avlunun doğu kenarındaki bir merdivenle ha­remliğin ikinci avlusuna (evin dördüncü avlusu) çı­kılır. Ortasında bir şadırvanın yer aldığı bu avlunun kuzey kenarında cephesi güneye yönlendirilmiş içiçe geçilen düz damlı iki oda, batı kenarında cep­hesi batıya yönlendirilmiş, önü iki sütuna oturan üç göz revaklı ve çatılı bir oda yer alır. Bu odanın doğu cephesi taş konsollar üzerine oturan sokağa taşkın cumba şeklindedir.

    Haremliğin ikinci avlusundaki bu üç oda "Türk-Alman-Avusturya Kültür Odası" olarak değerlendi­rilmiştir.

    Şadırvanlı avlunun kuzeybatısındaki taş merdi­venle haremliğin üçüncü avlusuna (evin beşinci av­lusu) çıkılır. Bu avlunun kuzey kenarında düz damlı küçük bir oda, doğu kenarında beşik tonozla örtülü büyük bir oda bulunmaktadır. Restorasyon sırasında tuvalet ve banyo eklenen bu odalara misa­firhâne fonksiyonu verilmiştir.

    c. Akyüzler Evi

    Ellisekiz Meydanı'nın doğusuna yakın Tarakçı-lar Sokak'ta yer alan bu tarihi ev, haremlik ve selamlık planlı Urfa evlerinin anıtsal örneklerin­den biridir.

    Sokak tarafından büyük bir kapıyla girilen se­lamlık bölümü küçük ve teşkilatsızdır. Selamlıktan ikinci bir kapıyla geçilen haremlik bölümü, insanı büyüleyecek derecede güzel ve teşkilatlıdır. Kare avlunun kuzey cephesi iki katlı olup her iki kat da ortada bir eyvan, yanlarda birer oda planında dü­zenlenmiştir. Eyvanlar ikişer sütunla ve sakallı kemerlerle üçer göze ayrılmıştır. Alt kattaki eyvan ve odalar tonozlu, üst kattakiler ise Bağdadi tekni­ğinde tekne ve oval kubbe tavanlı olup dıştan çatı ile örtülüdür. Üçgen alınlıklı çatı, çok harap bir du­rumda olduğundan ikinci kat kullanılmamaktadır.

    Avlunun kuzey tarafı tek katlı olarak ortada ey­van ve yanlarında birer oda düzenindedir. Sokak kapısı üzerindeki kitabeden, evin h. 1284 (m. 1867) tarihinde inşa edildiği anlaşılmaktadır.

    d. Çardaklı Köşk.

    Halil-ür Rahman Camii ve Gölü'nün kuzeyinde bulunan bu tarihi ev, 1992 Yılında ŞURKAV tara­fından Mehmet Yusufoğlu'ndan satın alınarak res­tore edilmiştir. Restorasyon çalışmaları 1997 yılında başlayıp, 1999 yılında tamamlanmıştır.

    Restore edilen bu tarihi ev, yöreye özgü yemek­lerin sunulduğu lokanta olarak hizmet vermektedir.

    Evin birkaç kattan oluşması ve her katta "çar­dak" tabir edilen tipte odalar bulunması yapıya "Çardaklı Köşk" denmesine sebep olmuştur.

    e. Hacı Bekir Pabuççu Evi

    12 Eylül caddesi üzerindedir. Haremlik ve se­lamlıklı bir plana sahip iken 1980 yılındaki imar uygulamaları sırasında, selamlık kısmının tamamı yıktırılmıştır.

    Urfa'daki en güzel sivil mimari örnekleri ara­sında yer alan bu tarihi ev, diğer evlerde olduğu gibi sokak tarafındaki düz ve yüksek duvarlarıyla dışarıdan bakıldığında hiçbir anıtsal özellik gös­termez. Basit tarzdaki kapıdan haremlik avlusune girilir. Avlunun güneyinde yer alan ve Selçuklu medreseleri eyvanlarını hatırlatan abidevi eyvan, avlunun kuzeyindeki odalar üzerinde bulunan tutya çatılı zarif köşk, avluyu çevreleyen cepheler­deki zengin taş süslemeler ve odalardaki ahşap işle­riyle bu ev adeta küçük bir sarayı andırır.

    f. Hacı Hafızlar Evi (Devlet Güzel Sanatlar Galerisi)

    Karameydan mevkiindeki İzgördü Pasajı yanın­dadır. Sokak tarafında iki ayrı kapısı olan, iç kıs­mında birbirlerini ayıran duvardaki bir kapı ile ay­rıca bağlantıları bulunan selamlıklı ve haremlikli Urfa evlerinin en güzel örneklerindendir. İlk sahi­binin Hacı Hafızlar lakabıyla tanınan bir aile ol­duğu söylenilen bu evin selamlık kapısının üzerin­deki kitabeden h. 1306 (m. 1888) tarihinde yaptırıl­dığı anlaşılmaktadır. Daha sonraları Hacı Abdurrahman ağa ailesine geçen ev, 1979 yılında Kültür Bakanlığı'nca son sahibi olan Hacı Mahmut İzgördü'den satın alınarak restore edilmiş ve Devlet Güzel Sanatlar Galerisi olarak hizmete açılmıştır.

    Güney cephesinden büyük ve kitabeli bir kapı ile girilen selamlık kısmının tonozla örtülü giriş dehlizinin sağında ve solunda birer oda yer alır. Soldaki büyük odanın avluya bakan cephesi, yuvar­lak sütunlar üzerine oturan üç gözlü revaklıdır. Avlunun kuzey tarafındaki develiğin ön kısmı, or­tada bir paye üzerine oturan çapraz tonozlu iki gözlü eyvanla değerlendirilmiştir. Avlunun doğu tarafında develiğin uzantısı durumunda çapraz to­nozlarla örtülü mekânlar ile bir tuvalet ve bunların üzerinden dama çıkan üstü kapalı taş merdiven yer alır. Restorasyon sonunda develik kısmı Resim Galerisi olarak değerlendirilmiştir.

    Selamlık avlusunun batısındaki duvar içersin­den bir kapı ile haremlik bölümüne geçilir. Haremliğin sokağa bakan güney cephesinde ikinci bir kapı bulunmaktadır. Kare planlı ve ortası çiçek­likli haremlik avlusunun kuzey ve güneyi simetrik olarak ortada bir eyvan ve yanlarında birer oda dü­zenindedir. Yerden yüksekte bulunan kuzey cep­hedeki eyvan ve odaların alt kısmı boydan boya ya­rım bodrum şeklinde "zerzembe" olarak değerlen­dirilmiştir.

    Haremlik avlusunun güneybatı köşesinde yer alan üçüncü eyvan, Urfa evlerinde nadir olarak gö­rülmesi bakımından önem taşımaktadır. Bu eyva­nın kuzeyine bitişik olarak bulunan oda, "tandırlık" ve odunluk, avlunun batısında yer alan mekânları oluştururlar. Mutfak içersinde kuzeybatı köşede küçük ölçüde tek kubbeli hamam bulunur.

    Halka açık olduğundan kolayca gezilebilir ol­ması ve hemen hemen Urfa evlerinin bütün özellik­lerini üzerinde taşıması bakımından Hacı Hafızlar Evi'nin, Urfa evleri arasına ayrı bir yeri vardır.

    g. Hacı İmam Demirkol Evi

    Camii Kebir Mahallesi, Haciban Sokak 5 numa­radadır. 1852 yılında Kürkçüzâde Ahmet Bican Ağa tarafından yaptırılmıştır.

    Avlunun kuzey ve güney cephesinde yer alan yazlık ve kışlık eyvanlar ile sağındaki ve solundaki odalar sisteminin avlunun doğu tarafında da uygu­lanmış olması, ilk kez bu evde karşımıza çıkmak­tadır. Kuzey cephe eyvanı ve odaları önündeki sü­tunlar üzerine oturan yüksek ve geniş kemerli re­vak kısmı, güney cephe eyvanı ve odaları önündeki sütunlar üzerine oturan gezeneği, taş süslemeli ku­yusu, sokak kapısı dehlizi ile bağlantılı servis do­labı ile diğer evlerde rastlayamadığımız bazı özellikleri üzerinde bulundurması bakımından bu evin Urfa evleri arasında ayrı bir yeri vardır.

    Avlunun güney kenarındaki, kuzeye yönlenmiş eyvanın batısında yer alan odanın ahşap süslemeli kapısında h. 1269 (m. 1852) tarihli kitabe bulunmak­tadır.

    h. Hacıbanlar Evi

    Camii Kebir Mahallesi, Haciban Sokak 22 numa­radadır. Beşik tonozlu "kapı aralığından" (dehliz) uzun kenarı doğu-batı istikametinde ortası çiçek­likli "hayat"a geçilir. Avlunun kuzey ve güney cep­heleri ortada eyvan, yanlarda birer oda düzenin­dedir. Klasik bir Urfa evinin özelliklerini taşıyan bu evde en dikkate değer mimari öğe, avlunun batı­sındaki sokak duvarı üzerinde yer alan, kuzey ve güneyindeki damları birbirine bağlayan, zengin taş süslemeli konsollar üzerine oturan gezenek kısmı­dır. Konsolların kemer araları duvar tarafında yu­varlak kemerli kuş takaları ile dekorlanmıştır. Evin kuzey cephesinde yer alan eyvanın kilit taşındaki h. 1085 (1674) tarihli kitabe inşa tarihini vermektedir.

    i . Kürkçüzâde Halil Hafız Evi

    12 Eylül Caddesi'nde, Hacı Bekir Pabuççu Evi'nin kuzeyine bitişiktir. Bu ev, haremlik ve se­lamlıklı bir plana sahip iken selamlık kısmı 1980 yı­lındaki yol genişletme çalışmaları sırasında yıktı­rılmış, haremlik bölümüne dokunulmamıştır.

    Haremlik avlusuna geçiş veren kapının avluya bakan cephesindeki kitabeden, evin h. 1321 (m. 1903) tarihinde inşa edildiği anlaşılmaktadır. Avlunun güneyinde dört sütunlu, yuvarlak kemerli ve çift katlı zarif revak sistemi Urfa'daki evler ara­sında tek örnektir. Bu cephenin alt katında çapraz tonozla örtülü iki oda bulunur. Avlunun güneybatı köşesinden taş
#21.12.2005 10:25 0 0 0
  • Kültür - Turizm

    ŞANLIURFA MİMARİ ESERLERİNE GENEL BİR BAKIŞ

    ŞANLIURFA MİMARLIK TARİHİ

    1894 yılında Gautier, 1946 ve 1952 yıllarında Kılıç Kökten, 1947 yılında W. Brice tarafından yapı­lan arkeolojik araştırmalarda elde edilen bulun­tu­lardan Şanlıurfa bölgesi tarihinin Paleolitik Çağa ka­dar (M.Ö.600000-10000) uzandığı tesbit edilmiştir.

    1963 yılında İstanbul Üniversitesi'nden Prof. Dr. Halet Çambel ve Chicago Üniversitesi'nden Prof.Dr.R. Braidwood başkanlığında oluşturulan "Tarihöncesi Karma Projesi Araştırmaları", Şanlıurfa bölgesinin tarımcı köy topluluklarının en eski bölgesi olduğunu ortaya koymuştur.

    Paleolitik çağın avcı ve toplayıcı göçebe insan­ları, Neolitik Çağ'da (M.Ö. 9500-5500) doğa ile olan ilişkilerini kendi tarafına çevirmeyi başarıp, çevre­sinde var olan bitki ve hayvan türlerinden bazıla­rını evcilleştirerek kendi eliyle üretir hale gelmiş ve ilk çiftçi ve çoban köylerini kurarak yerleşik düzene geçmişlerdir. Yerleşik düzene geçilmesiyle birlikte mimarlık sanatı da ilk kez Neolitik Çağ'da ortaya çıkmıştır. Moloztaşlar, kerpiç dolgulu ahşap, sı­vanmış dallar bu çağın inşaat malzemelerini oluş­turmaktadır.

    İl merkezi Balıklıgöl mevkii, Vali Fuat Bey Caddesi'nin güneybatı kesimindeki toprak kesitte, Harran Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Araştırma Görevlisi Bahattin Çelik tarafın­dan toplanan Neolitik Çağı'ın Akeramik evresine ait çakmaktaşı aletler, Urfa merkezinin günümüz­den 11000 yıl önce iskan edildiğini kanıtlamıştır.

    Şanlıurfa'nın Hilvan ilçesine bağlı Ovacık Nahiyesi, Güluşağı (Kolik) Köyü Muhtarlığı'nın Argaç (Kantara) Köyü yakınındaki Nevalı Çori adıyla anılan tarlada, dönemin Müze Müdürü Adnan Mısır başkanlığında 1983 ve 1985 yıllarında yapılan arkeolojik kazılarda rastlanılan mimari ka­lıntılar, Neolitik Çağ'ın Akeramik (çanak-çömlek­siz) evresine bağlanmıştır.

    Ayrıca, Bozova ilçesine bağlı Şaşkan Köyü yakı­nındaki Küçük ve Büyük Şaşkan Höyükleri ara­sında yer alan ve "Kumartepe" adı verilen tarlada, 1983 yılında Urfa Müze Müdürlüğü adına A.Cihat Kürkçüoğlu başkanlığında yapılan kazılarda da Geç Neolitik döneme ait yerleşmeler tesbit edil­miştir. Bu kazılarda rastlanılan mimari kalıntılar toprağın 1-2 metre altında ve birbirinden son derece uzak parçalar halinde bulunmuştur.

    Şanlıurfa merkez ilçe Örencik Köyü sınırları içi­resinde yer alan "Göbekli Tepe"de 1995 yılından bu yana sürdürülen arkeooljik kazılarda Neolitik Çağı'ın Akeramik evresine tarihlenen (M.Ö. 9000) dünyanın en eski tapınak kalıntılarına rastlanmıştır.

    Şanlıurfa'daki Neolitik yerleşmeye ilk defa Nevalı Çori. Şaşkan ve Göbekli Tepe'de rastlanıl­mış olması, bu kazıların önemini daha da arttırmış­tır. Mimarlık tarihinin başlangıcı olan Neolitik Çağ'a ait bu iki yerleşmeden başka Şanlıurfa'da yapılan çok sayıdaki arkeooljik kazıda Kalkolitik, Tunç, Demir ve Hellenistik Çağ ile Roma, Bizans, Emevi, Fatımi, Anadolu Selçuklu, Eyyûbi, Memluk ve Osmanlı devirlerine ait mimari kalıntılara rastla­nılmış olması, bölgenin mimarlık tarihi açısından zengin bir geçmişe sahip olduğunu göstermektedir.

    I. MİMARİ MALZEME

    Çevrede ağaç malzemenin bulunmayışı, taşın Şanlıurfa mimarisinde hakim malzeme olarak kul­lanılmasına yol açmıştır. Urfa taşının kolay işlene­bilmesi ve yüzyıllardan beri yerleşip süregelen taşçı geleneği de Urfa yapılarında ağaç malzemenin kullanılmayışına yol açmıştır. Diyarbakır'daki ba­zalta karşılık Urfa yöresinde açık renkli (Ocre Jaune) sarımsı kalker taşı mimariye hakimdir. Kolay işlenen ve ocaktan çıktıktan bir süre sonra sertleşen bu kireçli oluşum, Urfa yapılarının her devrinde rahatlıkla kullanılmış ve kullanılmaktadır.

    Halk arasında "Hevara Daşı" olarak adlandırılan bu taşın kentin güneybatısındaki dağlık bölgeden getirildiği bu bölgeye yayılmış çok sayıdaki antik taş ocağından anlaşılmaktadır. Dağın bir yama­cının delinerek diğer yamacından çıkılan taş ocak­ları (Delikli Mağara) yanında, uzunluğu 50-75 metre, eni 25-30 metreyi bulan büyük taş ocakla­rına; Kanlı Mağara Deresi, Kasarcı Deresi ve Ehber Deresi'nde yoğun bir şekilde rastlanılmaktadır.

    Halk arasında yaygın bir efsanesi olan Kanlı Mağara ile yüzyıllardan beri mesire yeri olarak kul­lanılan Şakşak, İpek, Direkli, Nalbant Harabası, Şahan Yuvası, Hamam Mağarası, Köko'nun Mağarası, Yıkık Mağara, Dabbak Mağarası, Göncü Mağarası, Ceylan Mağarası, Şekerli Mağara, Savuh Mağara, Ağaçlı Mağara, Dede'nin Sarnıcı Mağarası, Hacı Abbas'ın Mağarası, Develik Mağarası, Hacı Kâmillerin Mağarası, Dip Karlık Mağarası ve daha isimsiz yüzlerce mağara, bölgedeki önemli taş ocakları arasında yer almaktadır. Taş ocaklarının hakim olduğu bu bölgede yaptığımız araştırma­larda taşçı arabalarının kayalıklar üzerinde açmış oldukları derin teker izlerinin meydana getirdiği antik yollara rastlanılmıştır.

    Taşın bu kadar yaygın olarak kullanılmasına karşılık,duvarları ve tavanları 'Bağdadi Tekniği'nde yapılmış bir iki ev dışında Urfa yapılarında ahşap malzemeye pek rastlanılmaz. Ancak evlerdeki oda­ların iç dekorasyonunda, pencere ve kapı kanatla­rında zengin süslemeli ahşaba büyük ölçüde yer ve­rilmiştir.

    II. PLAN ZENGİNLİĞİ

    Şanlıurfa'daki mimari eserlerde zengin bir plan çeşitliliği göze çarpar. Binlerce yıllık tarihi geçmişi bulunan bu yörenin mimarları, çeşitli devirlerdeki mimari eserlerden etkilendiklerinden yapılarında değişik plan uygulamalarına gitmişlerdir. Milattan önceki çağlardan Osmanlı dönemine kadar çeşitli milletlerin hâkimiyetine giren Urfa'da, bütün bu devirlerin birbirlerini etkilemelerinden doğan plan tipleri, birbirlerinin kopyaları olmaktan ziyade, yeni arayışlar içerisinde varyasyonlar meydana ge­tirecek şekilde zenginlik göstermiştir. Mimarinin her şubesindeki çeşitli örneklerde bu zenginliği iz­lemek mümkün olabilmektedir.

    Mimarinin her şubesinde olduğu gibi "Urfa Evleri"nde de değişik plan arayışları dikkati çek­mektedir. Yazlık ve kışlık eyvanlı olarak kalıplaş­mış bir plana sahip olarak görünmelerine rağmen, yüzlerce ev arasında birbirini aynen taklit eden ev­lere rastlanılmayışı, Urfa'lı mimarların değişik plan arayışına ne denli önem verdiklerini gös­termekte­dir.

    III. USTALAR

    Şanlıurfa'daki mimari eserlerin inşasında çalı­şan ustalar, yaptıkları işlere göre; taşçılar, yonucu­lar ve yapıcılar olmak üzere üç gruba ayrılırlar. Taşçılar, taşı ocaktan kesen gruptur ki bunlar dağ­lardaki taş ocaklarında çalışırlardı. Ocaktan gelen taşları işleyen yonucu ustaları inşaat alanının bir köşesinde çalışırlardı. Yapıcılar ise, yapının tasarı­mını yapan mimar pozisyonunda ustalardı. Bugün bile Türkiye'nin bir çok yerindeki eski eser onarım­larında Urfa'lı yonucu ve yapıcı ustalar çalışmakta ve aranmaktadır.

    IV. SÜSLEME

    Urfa'daki mimari eserlerde, evler dışında mi­mari süslemeye pek önem verilmemiştir denilebilir. "Urfa Evleri"ndeki zengin taş işçiliğine karşılık cami, han, hamam ve medrese gibi anıtsal yapılarda çini süslemeye hiç, taş süslemeye ise nadir olarak rastlanılması ilgi çekici bir konudur. Dabbakhâne Camii Minaresi'ndeki çini panolar Urfa'daki çini süslemenin tek örneğini teşkil eder. Yusuf Paşa, Hızanoğlu ve Nimetullah Camileri dışında mihrap­ları taş süslemeli cami yoktur. Nimetullah Camii, Klasik "Osmanlı portalleri" tarzındaki mukarnas süslemeli kapısıyla da Urfa camileri arasında ayrı bir yere sahiptir. Gümrük Hanı'nın giriş eyvanı yan duvarlarındaki geometrik friz, Nakibzâde Hacı İbrahim Efendi Medresesi'nin eyvanı ve odaların­daki süslemeler, Dabbakhâne Camii'nin batı ve gü­ney avlu kapılarındaki geometrik geçmeler Urfa'daki anıtsal eserler üzerinde nadir olarak rast­lanılan taş işçiliklerindendir. Ayrıca Karamey-dan'daki Hüseyin Paşa Camii ve Yusuf Paşa Camii gibi bazı camilerin minber korkulukla­rında şebekeli oyma tekniğinde taş işçiliği dikkati çekmektedir.

    Ağaç süslemede, anıtsal eserler arasında yok dene­cek kadar azdır. Rızvaniye Camii'nin inşa ta­rihin­den kalma (1736) ahşap oyma kapıları, müez­zin mahfilinin renkli kalem işleri, Nakibzâde Hacı İbrahim Efendi Medresesi Kütüphânesi'nin süsle­meli kapı kanatları ile Hasan Padişah Camii minbe­rinin kapı kanatları, anıtsal eserlerdeki ağaç işçiliği­nin tamamını temsil ederler.

    Anıtsal eserlerdeki bu duruma karşılık olarak; ağaç süsleme "Urfa Evleri"nde şaşırtıcı derecede bir zenginlikle karşımıza çıkmaktadır. Evlerdeki oda­ların kapıları, pencere kanatları, duvar kaplama­ları, "göz göz" tabir edilen süslemeli ahşap rafların meydana getirdiği nişler, aynalar ve çeyiz sandık­ları ağaç oyma sanatının inceliklerini ve motif zen­ginliklerini yansıtmaları bakımından, ayrı bir ince­leme konusu teşkil edebilecek derecede bir öneme sahiptir. Evlerdeki ahşap kapı ve pencere örnekle­rinden önemli bir grup, Şanlıurfa Müzesi'nde sergi­lenmektedir.

    Urfa mimari eserlerinde taş ve ağaç işçiliğinin anıtsal eserlerden ziyade, evlerin iç mekânlarında zengin olarak kullanılmış olması, Fransız Sanat Tarihçisi Albert Gabriel'in "Türkler süsü kendi zevkleri için yaparlar, gösteriş için değil " sözünü doğrular niteliktedir.

    V. ŞANLIURFA MİMARİ ESERLERİNİN GRUPLARA GÖRE DAĞILIMI

    Şanlıurfa mimari eserleri; dini, mezar, sosyal te­sis, su, askeri, ticaret yapıları, konut (sivil) ve anıt mimarisi olmak üzere başlıca 8 gruba ayrılmakta­dır.

    Dini mimari içerisinde, Urfa'da bugün tarihi de­ğere haiz 39 adet cami, 1 namazgah, 7 tekke, 5 kilise (Bunlardan üç adedi camiye çevrilmiş olup camiler listesine eklenmiştir), mezar mimarisi içersinde 13 adet türbe, Roma devrine ait bir anıt mezar ve yüz­lerce kaya mezarı bulunmaktadır.

    Sosyal tesis mimarisinden, Urfa'da halen 7 adet medrese, 4 mektep, 1 kütüphâne, 2 hastane, 1 ye­timhâne bulunmaktadır. Su mimarisine örnek ola­rak 8 adet köprü, 12 adet çeşme, 2 sebil, 1 su ke­meri, 1 su bendi, 1 maksem, 8 hamam, 3 çimecek (gusülhâne) 21 su değirmeni yer almaktadır.

    Askeri mimariye örnek olarak; iç kale ve şehir surlarının kalıntıları örnek olarak verilebilir.

    Ticaret yapılarına örnek olarak; 11 adet han, 8 adet kapalı çarşı, 1 basmahâne bulunmaktadır.

    Köşkler, konaklar ve evlerin oluşturduğu sivil mimari (konut mimarisi) grubunda ise, yüzlerce güzel örnek bulunmaktadır.

    Anıt mimarisine örnek olarak; Urfa Kalesi sütun­ları, Harb-ı Umumi Şehitleri Abidesi, Mustafa Kemal Paşa Anıt Çeşmesi (Yol Gösteren Çeşmesi), Milli Mücâdele Şehitleri Abidesi ve Garnizon Şehitleri Abidesi gösterilebilir.

    Kısaca değindiğimiz bu örneklerden de anlaşıla­cağı gibi, büyük bir kısmı İslâmi dönemlere ait ol­mak üzere, Şanlıurfa'da mimarinin her şubesinden eser örneği bulunmaktadır.

    Bu eserlere, yakın zamanlarda yıktıklarımız ve yazılı kaynaklardan öğrendiklerimiz de eklenince Urfa'nın ne denli bir mimari zenginliğe sahip ol­duğu ortaya çıkmaktadır
#21.12.2005 10:26 0 0 0
  • Temel Alt Yapı

    ELEKTRİK

    ELEKTRİK DURUMU

    İl genelinde, 255.116i mesken, 28.074ü ticarethane, 484ü resmi daire, 3.179u sanayi, 7.495i tarımsal sulama ve diğer abone grupları olmak üzere, toplam 274.218 elektrik abonesi bulunmaktadır.
    Temel Alt Yapı

    ULAŞTIRMA

    ULAŞTIRMA-PTT

    Karayolu ağının toplam uzunluğu 1.111 kilometredir. Bunun; 569 kilometresi devlet yolu, 542 kilometresi il yoludur. Toplam yol ağının 950 kmsi asfalt, 106 kmsi stabilize ve 54 kmsi geçit vermezdir.

    Ulaştırma alanında, GAP Uluslararası Havaalanı inşaatı devam etmektedir. İlin gelişmesine önemli katkı sağlayacak olan projenin, fiziki gerçekleşmesi % 86 seviyesindedir.

    137 kilometre uzunluğundaki Gaziantep-Şanlıurfa Otoyolunun il sınırları içerisindeki Birecik-Suruç kesimi (41.1 km) %81, Suruç-Ş.Urfa kesimi (37 km) %66 fiziki gerçekleşme ile devam etmektedir.

    Toplam köy yolu ağımızın uzunluğu 7.265 kilometredir. Bunun; 1.844 kilometresi asfalt, 3.648 kilometresi stabilize, 1.549 kilometresi tesviye ve 224 kilometresi ham yoldur. Köy yollarının asfalt oranı %25 seviyesindedir. 137 mezranın dışında tüm köy ve mezraların yolu bulunmaktadır.

    ŞANLIURFA VALİLİĞİNCE; İL GENELİNDE 2005 YILINDA 1012 KİLOMETRE STABİLİZE YOL YAPILDI.

    Şanlıurfa Valiliğince ; İl Özel İdaresi imkanları ile 2005 yılında pür emanet ve ihaleli olarak 1012 kilometre stabilize yol yapıldı. Yıl sonuna kadar ise il genelinde yapılacak stabilize yol toplamı 1500 kilometre olarak hedeflendi.

    2005 yılı programının tesviye, greyderli bakım dahil toplam 485 kilometre olduğunu bununda Şanlıurfa için yeterli olmadığının görüldüğü ve bu nedenle ; 2005 yılında Ocak-Şubat ve Mart aylarında makine parklarını ikiye bölerek bir bölümünün Siverek İlçesine diğer bölümünün ise Viranşehir ilçesine gönderildi.Stabilize yol çalışmalarının başlanıldı.Ayrıca ; ilçelere İl Özel İdaresi imkanları ile ödenek de gönderilerek bugüne kadar yaklaşık 1012 kilometre stabilize yol yapıldığını ve yıl sonuna kadar bu rakamın 1500 kilometre olarak hedeflendiOcak ayından bugüne kadar 257 kilometresi pür emanet, 755 kilometresi ihaleli olmak üzere toplam 1012 kilometre stabilize yolun bitirildi. Şanlıurfa Merkez İlçede 177 Km, Akçakale İlçesinde; 74,200, Birecik İlçesinde 45,910, Bozova İlçesinde; 68,800, Ceylanpınar İlçesinde : 50,000, Halfeti İlçesinde; 53,000, Harran İlçesinde 51,000, Hilvan İlçesine; 96,150, Suruç İlçesinde; 88,250 ,Siverek İlçesinde; 150,000,Viranşehir İlçesinde; 158,300 km yol yapıldığını, ayrıca; 441 kilometre asfalt yapama, (2) kilometre tesviye ve 10 kilometre de köy yollarının onarımının gerçekleştirildi.

    Bu yıl içinde 15 Km. uzunluğundaki Şanlıurfa Merkez--Konuklu-Kısas grup yolu stabilize kaplama yapıldı. Genişliği 7 metre olan ikinci sınıf yol taşeron firma tarafından 30 gün içinde tamamlandı ve 150.000 YTL. Mal oldu.

    Merkez İlçe; Koçak köy yolu ayrımı- Kosari (1 km) , Koçak köy yolu ayrımı- Aksarnıç (1 km) , Üzümkara- Acaryurt (5 km), Yedikuyu köy yolu ayrımı- Cülfacık- Botaş Yolu (3 km) , Yeşiltepe köy yolu ayrımı- Devederesi (1 km), Yeşiltepe köy yolu ayrımı- Yeniköy (2 km) , Dy. ayrımı-Oğulbey-Perşembe- Yeniköy- Altıntepe- Kısas (4 km), Dy. ayrımı-Umutlu-Çekçek- Çukurdoruç-Güçlü (2 km) , Güçlü Köy yolu ayrımı- Güzelköy (1.5 km) , Güzelköy çıkışı- Yenisu- Mutluca Köyü (4 km) , İncirli- Çiçek Köyü (1 km) , Kısas Çıkışı- Günbalı- Mamuca (4 km), Mamuca köy yolu ayrımı- Emirler (1 km) , Bayramlı köy çıkışı- Kayacık köy bağ. (2 km) , Botaş yol ayrımı- Saklıca- Kayacık- Kalınbayat Köyü (6 km) , Bayramlı köyü ( çevre yolu) (0.3 km) , Saklıca köy yolu ayrımı- Hilvan ilçe sınırı- Akıncık köyü (0.5 km) , Keserdede Köy ilt.- Kahraman (1 km) , Aslıhan köy yolu ayrımı- Botaş- Bayramlı (1.5 km) , Botaş yol ayrımı- Güzelbudak- Hilvan ilçe sınırı (3.5 km) , Çamlıdere dy. ayrımı- Külünçe- Beykuyusu- Körkuyu (12 km) , Yeşilyurt köy yolu ayrımı- Eğrice- Beşik- Çeltik (8 km) , Beykuyusu köy yolu ayrımı- Sarıkuyu (5 km) , Dy. ayrımı- Teperek köyü (1 km) , Akziyaret dy. ayrımı- Konak- Külaflı- Büyük Salkım- Diphisar- Yenice (20 km) , Boydere köy yolu ayrımı- Çiçekli mezrası (1 km) , Konuklu köy ilt.- Ay. mezrası (1 km) , Külaflı köy yolu ayrımı- Yalavoz (4 km) , Külaflı köy yolu ayrımı- Cevher (0.5 km) , Külaflı köy yolu ayrımı- Helis (0.5 km) , İmar çık. Kısas köyü (12 km) ,

    Akçakale İlçesi; Çakırlar köy yolu ayrımı- Deniz köyü (4.5 km) , Çakırlar- Şehitnusretbey- İncidere (6.9 km) , Şehitnusretbey- Milköy- Yediyol Köy yolu ayrımı (5.7 km) , Yediyol ayrımı- Dalca köyü (3.2 km) , Milköy y. ilt.- Yediyol- Erkent (7 km) , Ortaören Kanal arası (2 km) , Esendik köy yolu ayrımı- Donandı- Şekertepe- Onortak- Demirli (10.4 km) , Dy. ay.-Alatlar Sakça Köyü (3.4 km) , Sakça köy yolu ayrımı- Demirci mezra yolu (0.5 km) , Nah. y. ay.-İlle köyü (2 km) , Arıcan köy yolu ayrımı- Ayışığı- Bayraklı (2 km) , İlçe çıkışı- Zorlu- Gülveren- İkizce- Büyücek (7.7 km) , Zorlu köy yolu ayrımı- İşgören- Fatmakuyu aş.yk.Deren Kayalık (13 km) , Arıcan köy yolu ayrımı- Yalıntaş- Kayalık köy. bağlantısı (5.5 km) , Acıkuyu İlköğretim Yolu (0.4 km)

    Birecik İlçesi; Böğürtlen Nahiyesi yol ayrımı- Söğürtlen- Köroğlu (1.5 km) , Nahiye yol ayrımı.- Çiftlik (0.3 km) , Böğürtlen Nahiyesi yol ayrımı.- Köroğlu (3.65 km) , Özveren çık.-Ekenek köy yolu (6 km) , Ekenek köy yolu ayrımı- Kurunca- Meyanca Köy yolu (2.2 km) , Özveren köy yolu ayrımı- Halfeti ilçe sınırı Akçayır köyü (3 km) , Akçayır köy yolu ayrımı- Bozova İlçe sınırı- Sumaklı köyü (2.93 km) , Böğürtlen- Özveren köy yolu (1.45 km) , Böğürtlen- Türkmen köy yolu (2.65) , Çiftlik köy yolu ayrımı- Altınova (2.4 km) , Bağlarbaşı -Çiftlik (1.45 km), Halfeti ilçe yol ayrımı- İncirli (0.5 km), Dolacak köy yolu ayrımı- Günışığı köy yolu (1.5 km), Dy.ay.- Yukarı Almaşar (1.4 km) , Dy ay. Kulaksız köy yolu (1.5 km) , Düzlüce- Güvenir arası (2 km) , Aşağı Kuyucak Köy yolu ayrımı- Orta Kuyucak köy yolu (1.7 km) , Yaylacık köy yolu ayrımı- Yukarı yaylacık köy yolu (1.6 km), Mengelli köy yolu ayrımı  Han (3.5 km), Dy.ay.- Divriği köy yolu (0.13 km), Keskince köy yolu ayrımı- İnaplı baraj yolu (1.25 kmx9 , Durucak köy yolu ayrımı- Bahçeönü köy yolu (3 km) , Mağaralı (köy içi) (0.3 km)

    Bozova İlçesi; Türkkenören köy yolu ayrımı-Koçhisar (4 km) , Gözenek köy yolu ayrımı- Aydüzü köy yolu (1.35 km) , Kılıçören köy yolu ayrımı- Şeref (1 km) , Kılıçören köy çıkışı- Küçük burç (4.6 km) , Küçük burç köy yolu ayrımı- İrme köy yolu (1.25 km) , Küçük burç köy yolu ayrımı- Ağıllı (3.25 km), Kındırali köy yolu ayrımı- Üçdirek (3.4 km) , Irmakboyu köy yolu ayrımı- Kayaözü- Işınlı (1.8 km) , Irmakboyu  Killik köy yolu (5 km), Killik köy yolu ayrımı Çat (1.9 km) , Killik köy yolu ayrımı- Deliler- Kırağıllı köy yolu (3.3 km) , Killik köy yolu ayrımı- Ürünlü köy yolu (0.9 km) , Koçhisar köy yolu ilt.- Küpeli- Pınarbaşı köy yolu (2.2 km) , Yaylak nahiyesi yol ayrımı- Çakmaklı- Çılgalı köy yolu 2 km, Şanlıavşar nahiyesi yol yarımı- Güngördü- Sızan- Sinekli (5.7 km), Şanlıavşar nahiyesi çıkışı- Küçük burç (5.6 km), Şanlıavşar nahiyesi yol ayrımı- Sağırlı (0.3 km), Şanlıavşar nahiyesi yolu ilt.- Gerdek- Cinpolat köy yolu (2 km) , Tozluca köy yolu ayrımı- Düzdoruk köy yolu (2.1 km) , İlçe yol ayrımı- Çakmaklı- Konuksever- Yaylak (2.5 km), Killik yol yarımı- Ürünlü- Hacıköy (1.2 km) , Karapınar köy yolu ayrımı- Tekin (0.3 km) , Adıyaman köy yolu ayrımı- Eskin- Baraj Yolu (1.5 km), Adıyaman- Eskin- Selamet (1.7 km) , Karacaören köy yolu ayrımı- Alaköy (2.15 km) , Pirhalil köy you ilt.- Kılçık- Yıldızlı- Ortaören (1.5 km) , Kındırali köy yolu ayrımı- Ağıllı (2.3 km) , Şanlıavşar nahiyesi- Güngördü- Sızan köy yolu (4 km)

    Ceylanpınar İlçesi; Yukarı Karataş- Yalçınkaya (5.9 km) , Yalçınkaya köy yolu ayrımı- Düzova- Tekinler (4.3 km) , Tekinler- Aşağı Karataş (3.1 km) , Saraççeşme yol ayrımı- Işıklar- Alaca köy yolu (11.5 km) , Alaca köy yolu ayrımı- Aşağı Durmuş (1.4 km) , Yoncalı- Han (2.1 km) , Boğalı köy yolu ayrımı- Avcılı (1.7 km) , Aşağı Taşyalak- Yukarı Esence (7.3 km) , Gümüş yol ayrımı- Zorova- Muraltı (3.4 km) , Düzova- Yalçınkaya (köy içi) (3 km) , Yüksektepe köy yolu ayrımı- Aydın (0.5 km) , Yukarı Karataş (köy içi) (1 km), Aşağı Karataş (köy içi) (0.5 km), Gümüş yol ayrımı- Çamlık mezrası (0.5 km) , Yukarı Taşyalak (köy içi) (0.8 km) , muhtelif köy yollarına malzemeli bakım ve onarım (3 km)

    Halfeti İlçesi; Dergili köy yolu ayrımı- Çakallı köy yolu (0.45 km) , Dergili köy yolu ayrımı- Balderesi- Kurttepe- Kayalar (4.6 km) , Argılı köy yolu ayrımı- Balaban köy yolu bağlantısına (4.6 km) , Kurugöl köy yolu ayrımı- Saluca- Selman (3.600 km) , Özmüş köy yolu ayrımı- Öveç köy yolu (2.600 km) , İlçe yol ayrımı- Yolgeçer- Balaban- Günece- Üçayak- Beyburcu (19.775 km) , Hilalli köy yolu ayrımı- Akçayır (3.8 km) , Üçayak köy yolu ayrımı- Macunlu köy you (2.525 km) , Kalkan köy yolu ayrımı- Kınık köy yolu (2.3 km) , Gürkuyu köy yolu ayrımı- Eskihisar (3.7 km) , Balaban köy yolu  Altınova (1.25 km) , Yukarı göklü yol ayrımı- Bozyazı köy yolu (3.8 km)

    Harran İlçesi; Yayvandoruk köy çıkışı- Duran- Şeyhnebi- Öztaş (3.3 km) , Cepkenli köy yolu ayrımı- Uluağaç (1.3 km) , Çolpan köy yolu ayrımı- Şahintepesi (0.5 km) , Gürgelen köy yolu ayrımı- Ortaköy ( 2.3 km) , Yardımlı çıkışı- Ağcıl (1.9 km) , Bükdere çıkışı- Kırmıtlı- Aşık- Sıvacık- Miyanlı (7.5 km) , Tekneli köy yolu ayrımı- Kabataş köy yolu (0.7 km) , Çağbaşı köy yol ayrımı- Yaygılı köyü (1.2 km) , Bozyazı köy yolu ayrımı- Arıklı- Darcı köy yolu (2.1 km) , Aralı köy yolu ayrımı- Algı- Evciler- Kaplıca- Kubeli (4.3 km) , Aydüştü köy yolu ayrımı- Erdem- Umutlu- Bozceylan (3 km), Oğlaklı köy yolu ayrımı- Avlak (2.1 km) , Aralı köy yolu ayrımı- Andaç- Aslankuyusu- Altılı (4.7 km) , İlçe yol ayrımı- Tahılalan -Gözele- Öncüler- Sütlüce (5.3 km) , Minare köy yolu ayrımı- Buğdaytepe köy yolu (2.3 km) , Varlıalan köy yolu ayrımı- Küplüce (kanal yolu) (4.7 km) , Aralı köy yolu- Soylu köy yolu (1.5 km) , Aslankuyu- Aydüştü arası (2.3 km)

    Hilvan İlçesi : Dy ilt.- Ömerli- Faikköy (5.6 km) , Dy.ilt.- Aşağı kırbaşı (2 km) , Dy. ilt.- Üçüzler köyü (0.8 km) , Aslanlı köy yolu ayrımı- Balluk köy yolu (0.5 km) , Gölcük nahiyesi yol ayrımı- Çakır-Yuvacalı köy yolu (1 km) , Faikköy- Kuşluhan mezrası (3.6 km) , Bahçecik çıkışı- yÜceler mezrası (1.3 km) , Bahçecik köy yolu ayrımı- Şahaplı mezrası (2.8 km) , Gölcük nahiyesi yol ayrımı- Uzuncuk- Hanmağara- Akbaşak- Kopuz köy yolu ilt. (5 km) , Gölcük nahiyesi ilt.-Kopuz-Botaş- Özveren- Karapınar (11.4 km) , Uzuncuk köyü- Tepecik (3 km) , Özveren- Akçakepir köyü (2.6 km) , İmar sınırı- Karaburç- Korgun- Balgaç-Kadıkent- Helis- AkçaörenBingöl grup köy yolu (13.1 km) , Atçaören köy yolu ilt.- Nasrettin (1.3 km) , Kadıkent köy yolu ilt.- Korkutlu (0.35 km) , Helis (Geçitağzı) köy yolu ayrımı- Karşı mezrası (0.5 km) , Balgaç köy yolu ilt.- Yenidoğan (2.4 km) , Arıca çıkışı-Oymaağaç- Sındırgı- Gelenek (10 km) , Sındırgı köy yolu ayrımı- Aşağı ekece (1.6 km) , Oymaağaç- Mağarcık mezrası arası (3.1 km) , Arıca köy yolu ayrımı- Atamer- Yukarı Çaylı- Yeni amber (5.7 km) , Arıca köy yolu ilt.- Altaş mezrası (1.1 km) , Atamer köy yolu ayrımı- Çaylı (0.4 km) , Aslanlı köy yolu çıkışı- Bölükbaşı- Çöte- Kepirkucak-Doğrular (7 km) , Bölükbaşı- Kepirkucak arası (2 km) , Balluca köy yolu ayrımı- Çaltepe (0.5 km) , Aslanlı köy yolu ayrımı- Balluk (2.5 km) , Dy.ayrımı- Aslanlı yolu (1.5 km) , Gölcük nahiyesi çıkışı- Merkez sınırı- Güzelbudak köy yolu (3.5 km)


    Siverek İlçesi; Dy.ayrımı- Öküzöldü- Habeşler- Merkez ilçe sınırı (2 km) , Damlapınar- Hallaç- Andarlı (6.5 km) , Turna köy yolu ayrımı-Kilimli (1 km) , Esenli Kalfalar (2.5 km) , Dy.ayrımı- Dilekli- Cinhisar- Kaynakbaşı- Ekintepe- Gürpınar (13 km) , Karakeçi nahiyesi yol ayrımı- Nohut- Oyuktaşı- İnanlı (6.5 km) , Güvenli köy yolu ayrımı- Kayseri- Arpaç- Beyçeri (9 km) , Arpaç köy yolu ayrımı-Çamurlu (2 km) , Bucak nahiyesi yol ayrımı-Ertem (5 km) , Narlıkaya köy yolu ayrımı- Başekin (1.5 km) , Dağbaşı nahiyesi yol ayrımı- Bereketli (2 km) , Esenli köy yolu ayrımı-Oluklu- Küçük Çatlı (5 km) , Esenli köy yolu ayrımı- Yemeken- Balgöze (2.5 km) , Dy.ayrımı- Kayalar (2 km) , Dy.ayrımı Çukurca- Çağdaş (5.5 km) , Dy.ayrımı- Karahisar- Çat (2 km) , Dy.ayrımı- Küçük Çavuşlu (3 km) , Dy.ayrımı- İleri Eğriçay (3 km) , Botaş yol ayrımı- Zümrütlü- İğdecik- Aşağı Alıca köy yolu ilt. (4 km) , Kuşlugöl- Karabıyık köyü arası (3 km) , Bucak nahiyesi yol ayrımı- Üstüntaş (1 km) , Kuruyer köy yolu ayrımı-Beşyamaç (1 km) , Bağcı köy yolu ayrımı- Katırkuyu (1.7 km) , Dağbaşı nahiyesi yol ayrımı- Bereketli- Çatak köy yolu (3.7 km) , Çermik ilçe yol ayrımı- Bayırözü- Kazgöl (3.3 km) , Uzunpınar köy yolu ayrımı- Büyük Yakıtlı (2 km) , Karacadağ dy.ayrımı- Gedik- Küptepe-İleri (9 km) , Bulanık- Katırkuyu (1.5 km) , Güldoğru köy yolu ayrımı- Ortaköy (1.6 km) , Çermik ilçe yol ayrımı-Bağlı-Kuruyer- Büyük Tepe- Söğütlü- Uzunpınar- Büyük Yakıtlı köy yolu bağlantısı (18 km) , Büyük Tepe-Küçük Tepe köy içi (0.6 km) , Büyük Tepe köy yolu ayrımı- Tavukçu (1.6 km)

    Suruç İlçesi; Dy.ayrımı- Çomak- Keberli (3 km) , Dy.ayrımı-Zerek-Bellik- Çakırlı (9.1 km) , Bellik köy yolu ayrımı-Aşağı Karıncalı (3.3 km) , Kırmıtlı köy yolu ayrımı- Bellik (1.55 km) , Akçakuyu- Hayrat- Karataş- Yegen- Eskiören (1.75 km) , Yegen köy yolu ayrımı- Çakırlı (1.3 km) , Dy.ayrımı- Kanatlı köy içi (0.7 km) , Dy.ayrımı- Katırmağara- Karakaş köy yolu (2.75 km) , Bitkili köy yolu ayrımı- Bilge- Ölçektepe (5.25 km) , Dy.ayrımı- Ölçektepe (0.7 km) , Yukarı Ataklar köy yolu ayrımı- Aşağı Ataklar köy yolu (1.35 km) , Yaylatepe köy yolu ayrımı- Küçük Ova (2.2 km) , Balaban köy yolu ayrımı- Günebakan- Yumurtalık (2 km) , Günebakan köy yolu ayrımı- Karaali köy yolu (1.1 km) , Yeşilce köy çıkışı- Balaban- Gömmekuyu (2.5 km) , Hacıahmet- Övecik-Kaynakçı- Köseler- Özlüce (6 km) , Köseler köy yolu ayrımı- Fidanlı (1.9 km) , Üvecik köy yolu ayrımı-Yeniyapan köy yolu (0.85 km) , Özgören köy yolu ayrımı- Bahçe köy yolu (0.55 km) , Özlüce- Mollahamza- Çengelli- Şenlik (8.1 km) , Çengelli köy yolu ayrımı- Atılgan Çogul (2.2 km) , Küçük ziyaret- Belirti-Küçük Köprü-Çığılı-Aşağı Oylum-Dikmetaş (12.9 km) , Aşağı Oylum köy yolu ayrımı- Atlılar köy yolu (0.9.km) , Küçük Köprü köy yolu ayrımı-Göleç köy yolu (1.4 km) , Aşağı Oylum köy yolu ayrımı-Yukarı Oylum- Cihan köy yolu (3 km) , Aşağı Oylum köy yolu ayrımı-Kuyuönü-Elsiz (1.8 km) , Yalpı köy yolu ayrımı-Küçük Sergen- Büyük Sergen- Zeytindağı (5.35 km) , Boztepe çıkışı-Atyolu köy yolu (1.85 km) , İlçe yol ayrımı- Külünçe köy yolu (1.1 km) , Küçükova Çıkışı- Günece köy yolu (1.8 km)

    Viranşehir İlçesi; Dy.ayrımı Över-Akçataş- Satıcık-Sakalar (10 km) , Akçatay köy yolu ayrımı-Çokran (2.5 km) , Çokran köy yolu ayrımı- Elbeğendi (5 km) , Sakalar köy oylu ayrımı- Yollarbaşı (4 km) , Arısu köy yolu ilt.- rsin köy yolu (1 km), Arısu köy ilt.- Bayrak (1 km) , Botaş yol ayrımı- Göldoğan (4 km) , Dy.ayrımı Gezdik- Dokular- Yenice Yaban (4 km) , Dy. ayrımı Ayrıdüşen- Sergen- Toklu (4.5 km) , Karatepe köy yolu ayrımı-Yeşilalıç- Yeşiltepe köy yolu (3 km) , Oğlakçı köy yolu ayrımı- Soğanya köy yolu bağlantısı (3 km) , Taşkıran köy yolu ayrımı-Oğlakçı-Altınbaşak-Kıran (9 km) , Soğanya köy yolu ayrımı-Üçgül (2 km) , Taşkıran köy yolu ayrımı-Soğanya- Küçük Altınbaşak köy yolu (2 km) , DY.ayrımı-Kırlık-Trafo yolu (2 km) , Botaş yol yarımı-Canlı köy yolu ve köy içi (1.5 km) , Botay yol ayrımı-Kılıç (1 km) , Botaş yolu (2 km) , Aslanbaba- Kap (4 km) , Ceylanpınar ilçe yol ayrımı-Aslanbaba- Alaklı- Eğricek-Kavurga-Asoğlu-Kap (9.1 km) , Ceylanpınar İlçe yol ayrımı-Kayalar (2.5 km) , Ceylanpınar İlçe yol ayrımı-Sarpın-Yeşilalıç (7.5 km) , German köy yolu ayrımı-Kalemli (2 km) , Bıyıklı-Kalemli-Dikme-Evcimen köy yolu (5 km) , Dy. ayrımı Anıt-Yağdarlı köy yolu (3.5 km) , Toklu-Ayrıdüşen (1.7 km) , Tekneli köy yolu ayrımı-Ayrıdüşen (3 km) , Sergen-Ayrıdüşen (3 km) , Dy. ayrımı Yukarı Koşanlar köy yolu (1 km) , Dy. ayrımı Aşağı Koşanlar köy yolu (1 km) , Ayaklı köy yolu-Yeşilalıç köy yolu (3.5 km) , Ayaklı köy yolu ayrımı-Küçük Alıç (2.5 km) , Ayaklı köy yolu ayrımı- Öztop köy yolu (1.5 km) , Ayaklı köy yolu ayrımı- Kemerli (2 km) , Öztop-Matla (1 km) , Kemerli köy yolu ayrımı- Sözerli (1.5 km) , Dy. ayrımı-Gezdik-Dokular (4 km) , Botaş yol ayrımı-Varlık-Düzlük (4.1 km) , Botaş yol ayrımı- Ballıca-Meryemçayır-Seferya (8 km) , Botaş yol ayrımı-Kadıköy-Onbaşı (7 km) , Botaş yol ayrım-Yığınlı-Değirmen (2.6 km) , Kadıköy-Kayalar (0.8 km) , Botaş yol ayrımı-Yığınlı-Boztepe (1.3 km) , Ballıc köy yolu ayrımı-Kalecik (1.5 km) , Onbaşı köy yolu ayrımı-Küllükpınar (2 km) , Onbaşı köy yolu ayrımı-Onardı köy yolu (0.6 km) , Botaş yol ayrımı-Aslanlı (0.8 km) , Koşulu köy yolu ayrımı-Kurtharabesi (1.2 km) , Koşulu köy yolu ayrımı-Hızırpınar (0.6 km) , Demirci nahiyesi yol ayrımı-Burç-Şölenli-Yukarı Şölenli (7 km)



    PTT HİZMETLERİ :

    İlde, 1.060 köyün ve 1.305 mezranın telefonu bulunmaktadır. İl genelinde bağlı telefon abone sayısı 145.964dür.

    Şanlıurfa merkez, Siverek, Viranşehir, Ceylanpınar, Bozova, Birecik, Akçakale ve Suruç PTT merkez müdürlükleri otomasyona açılmıştır. Harran, Halfeti ve Hilvan PTT merkez müdürlüklerinin otomasyona açılması planlanmaktadır. 2004 yılı içinde gerek yurtiçi ve yurtdışından gelen 7.643.124 adet gönderinin dağıtımı sağlanmıştır.
    İLİN İÇMESUYU DURUMU

    Merkez ilçenin yeni içme suyu ve arıtma tesisi 2003 yıl içerisinde tamamlanmış olup şebeke çalışmaları devam etmektedir. Merkez ilçe dışında hiçbir ilçenin içme suyu arıtma tesisi bulunmamaktadır. Siverek, Suruç ve Ceylanpınar ilçelerimizde şebeke çalışmaları devam etmektedir.

    Kırsal alanda ise; toplam 2.693 ünitenin 2.074ü sulu, 96sı yetersiz ve 523ü susuzdur. İl Özel İdaresinin büyük katkısı ile bu güne kadar, 998 köy ve 1.076 köyaltı yerleşim birimi içme suyuna kavuşmuştur. Halen 57 köy ve 466 mezranın içme suyu bulunmamaktadır.

    Şanlıurfa Edene içme suyu projesi ile 261 yerleşim biriminde yaşayan 150 bin nüfusa 75 trilyon lira harcanarak sağlıklı ve yeterli içme suyu sağlanacak. 148 köy ve 113 mezra olmak üzere 261 yerleşim birimine sağlıklı ve yeterli içme suyu temin edecek olan Edene Grup İçme Suyu Projesi nin 4 kısım halinde projelendirilmiş olup, Proje ile Şanlıurfa Merkez İlçesinde 130, Akçakale İlçesinde 66 ve Harran İlçesinde 65 yerleşim birimine içme suyu götürülecektir. Proje tamamı için 30 yıllık nüfus dikkate alınarak 400 lt/sn su ihtiyaç debisi olarak belirlendi. Projenin ihtiyaç duyduğu su Şanlıurfa Belediyesi tarafından inşa edilen arıtma tesisinin Katır dağı mevkiindeki su dağıtım deposundan alınacak. Belediye deposundan alınacak ve 900 mm çapında poli etilen boru ile 1500 ton kapasiteli biriktirme deposuna getirilecek.

    Proje Ş1 diye adlandırılan birinci kısmı ile 23 köy ve 18 mezra olmak üzere 41 yerleşim biriminde 22.500 nüfusa içme suyu götürecek içme suyu çalışması 2005 yılı hedef ve projesi kapsamında büyük bir hızla devam ediyor. Yıl sonuna kadar bitirilmesi planlandı. Diğer kısımlarda ödeneklerle orantılı olarak bitirilecektir. 2005 yılında İl Özel İdaresi bütçesi ve Devlet Vatandaş işbirliği ile yapılan çalışmalarda 91 adet üniteye içme suyu şebekesi + dalgıç ve 22 üniteye içme suyu E.N.H tesisi programı yapılarak (7) adet ENH tesisi bitirildi. 2005 yılında 101 adet sondaj kuyusu programında yer aldı. Şu ana kadar 46 adedi açılmış olup, sondaj kuyu çalışmaları ise devam ediyor.
#21.12.2005 10:29 0 0 0
  • noimage
#21.12.2005 10:43 0 0 0
  • noimage
#21.12.2005 10:44 0 0 0
  • noimage
#21.12.2005 10:45 0 0 0
  • noimage
#21.12.2005 10:45 0 0 0