OTİZM hastalığında kalıtsal faktörler önemli bir rol oynamaktadır. İnsan genleri, çevresel faktörler ve beslenmeden etkilenebilmektedir. Genler bu faktörlere bağlı olarak kapanabilmekte veya açılabilmektedir. Bu durumda genlere sahip olma özelliği aslında oldukça yaygındır ve toplumun yaklaşık %60'ında mevcuttur. Bu nedenle de otizme yatkın olarak doğan çocuklar bağışıklık sistemlerinde yetersizlik, hormonal bozukluk, alerji, sindirim sistemlerinde bozukluklar ve buna bağlı beslenme yetersizlikleri ile dünyaya gelmektedirler. Aynı gerekçelerle bu çocuklarda astım, epilepsi, kalp-damar hastalıkları, kemik erimesi, şeker hastalığı ve çeşitli kanserlere yakalanma olasılığı da yükselmektedir.
Özellikle barsak geçirgenliğinde ve barsak enzimlerinde doğuştan gelen bir bozukluk (leaky gut), ağır metallerin yeterince atılamamasından kaynaklanan birikim nedeniyle "kazanılmış enzim bozukluğu" en sık görülenlerdir. Ayrıca barsak florasında da anormallikler söz
konusudur. Bu durum bazı çocuklarda mantar enfeksiyonu gelişmesine neden olabilmektedir. Candida mantarı en sık görülenidir.
Tıbbî bir dil ile ifade etmek gerekirse, vücuttan ağır metallerin atılmasını sağlayan glutathione ve bunun yapımında kullanılan cysteine düzeylerinin otistik çocuklarda normalden düşük düzeylerde olduğu saptanmıştır.
Ağır metaller normal olarak vücutta glutathione ile bağlanmakta ve safra yoluyla ince barsaklara atılmaktadır. Bu duruma ek olarak bazı vitamin, mineral ve aminoasitlerdeki eksiklikler de söz konusudur ve bu sistemin aksaması, otizme yatkın olarak doğan çocukların beyin, karaciğer, böbrekler, barsaklar, kemik iliği ve kaslar gibi organ ve dokularında zehirleyici etkilere sahip civa, kurşun, arsenik gibi ağır metallerin birikmesine yol açmaktadır.
Ağır metaller ile otizmin ilişkisi
BEYİN yaklaşık % 60 oranında yağ içermektedir. Ağır metallerin yağdan zengin dokuları tercih ettiği göz önüne alındığında sadece bu oran bile toksik ağır metaller ile otizmin ilişkisini daha iyi anlatmaktadır. Yaşam boyunca pek çok kaynaktan ağır metallerin alınması söz konusudur ve sanayileştikçe de bu kaynakların sayısı artmıştır.
Motorlu araçların yaydığı egzoz gazları ve kurşun borularla evimize ulaştırılan sular en başta sayabileceğimiz örneklerdir. Pek çoğumuzun dişlerinde bulunan amalgam dolgular, thimerosal içeren bazı aşılar, gebelik sırasında karında çatlaklar oluşmasın diye kullanılan sıkılaştırıcı kremler, güzellik uğruna sürülen kalıcı rujlar, evimizdeki cıvalı termometreler, hastanelerdeki cıvalı tansiyon aletleri, çocuğumuzun zekası gelişsin diye bolca tükettiğimiz deniz ürünleri (özellikle büyük ve dipte yaşayan balıklar), vinil okul çantaları ve ders araçları, tekstil boyaları, duvar boyaları ve daha pek çok ürün bu özel çocukları etkilemektedir.
Aslında ağır metallerin verdiği hasarlar sadece otizmle sınırlı değildir. Sağlık Bakanlığı va Tübitak tarafından 2006 yılında düzenlenen Kamu Sağlığı Çalıştayında da belirtildiği gibi guatr ile iyot arasındakine benzer bir ilişkinin diabet ile krom, bakır ile damar elastikliği bozuklukları, civa ile nöropatiler (sinir bozuklukları) ve otizm arasında ciddi bir ilişki olduğu bilimsel araştırmalarca ortaya konmuştur.
Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Peki neden her çocuk bu ağır metallerden aynı oranda etkilenmiyor? Çünkü doğuştan gelen bir sorunu olmayan çocuklar, bunları vücutlarından atabildikleri için etkilenmiyorlar. Ancak bu çocuklardan hangilerinin özel (her yüzelli çocuktan biri otizme yakın) olduğunu önceden saptamak henüz mümkün olmadığından, alınması gereken önlemler bütün çocuklarımızı kapsamak zorundadır.
Vücuttaki ağır metaller saptanabilir mi?
Normal şartlarda saç ve idrardan alınan örneklerin özel yöntemlerle incelenmesiyle vücutta ağır metaller saptanabilir. Saç, yavaş gelişen bir doku olduğundan burada biriken ağır metallerin varlığını saptamak vücut hakkında bir fikir verebilir.
Ağır metallerin nörotoksik yani sinir sistemine zarar veren yapıda oldukları tıpta bilinen bir konudur. Toksik ağır metaller özellikle yağdan zengin doku ve organları seçerler.
Yalnız burada göz ardı edilmemesi gereken şu ki, doğuştan gelen özellikleri nedeniyle otistik çocuklarda ağır metaller organ ve dokulardan atılamadığından dolayı birikmekte ve dolayısıyla kana karışmadıkları için saça ulaşamamaktadır. Bu nedenle, normal çocuklardan alınan saç örneklerinde referans aralıklarda (normal düzeylerde) ağır metallere rastlanırken, otistik çocuklarda bu düzey ya çok düşüktür ya hiç gözlenmemektedir. Aynı şekilde idrarda da ağır metallere rastlanmaz.
Otistik çocukların vücutlarındaki ağır metalleri saptamanın güvenli bir yolu vardır. O da, DMSA (dimerkaptosüksinik asit) adı verilen bir maddenin uygun dozda verilmesini takiben en az altı saat sonrasında alınan idrar örneklerinde toksik ağır metalleri saptamak mümkün olmaktadır.
Beyin fonksiyonel hasarının araştırılması
BEYNİN kan dolaşımına ve fonksiyon düzeyine bağlı olarak görüntüleme olanağı sağlayan bir görüntüleme yöntemi olan Beyin Perfüzyon SPECT ile yapılan araştırmalarla beyindeki fonksiyonel hasar saptanabilmektedir.
Bu yöntem ile otistik çocuklarda özellikle konuşma ve algılamayı da kontrol eden merkezlerin bulunduğu frontal ve temporal bölgelerin azalmış aktivite gösterdiği tüm olgularda saptanmıştır. Ancak burada daha önemli olan konu, azalmış fonksiyona sahip bu alanın düzelebilir, geri kazanılabilir özelliğe sahip olup olmadığının araştırılmasıdır. Bu aşamada, Manyetik Rezonans Görüntüleme ile yapılacak ikinci bir değerlendirme eğer kalıcı bir hasar var ise bu hasarı belirleyebilmektedir.
Toksik ağır metaller vücuttan atılabilir mi?
EVET. Bu tedavi, kısaca civa, kurşun, arsenik ve benzeri toksik ağır metallerin vücuttan atılmasının sağlanması olarak özetlenebilir. Ancak bu tedavi sadece ağır metallerden etkilenen ve bu tedavinin uygulanabileceği özelliklere sahip (yani böbrek ve karaciğer hastalığı olmayan) çocuklara önerilebilir. Tedavide kullanılan DMSA geniş bir yelpazedeki zehirli metalleri (kurşun, civa, arsenik, kalay, nikel ve antimon) bağladığı ve vücuttan attığı ispat edilmiştir.
Çoğunlukla barsaktan emilimin yetersiz olması veya diğer yeterince anlaşılamamış faktörlerden dolayı otistik çocuklarda genellikle pek çok mineralin eksikliği söz konusudur. Bunlar arasında ilk sırada çinko ve selenyum eksikliği sayılabilir. Ayrıca magnezyum, molibden, manganez, krom ve vanadyum da çoğunlukla eksiktir.
DMSA ile yapılan tedavi esnasında çinko boşaltımı hemen hemen iki kat artmaktadır. Bu nedenle, çinko seviyesi tedavi öncesi ve esnasında izlenmeli ve normal seviyeyi koruyabilmek için çinko takviyesi yapılmalıdır.
DMSA demir, kalsiyum ve magnezyum boşaltımını etkilemez. Bakır boşaltımını artırır. Bakır, otistik çocuklarda genellikle fazladır, bu yüzen atılımı faydalıdır ancak bakır seviyesi tedavi öncesi ve esnasında yine de takip edilmelidir. Tedavide en çok tercih edilmesi gereken ilaç veriliş biçimi, ciltten emilim yoluyla olmalıdır. Bu en güvenli yoldur. Ağız yoluyla kapsül yutabilen çocuklarda ise bu yol da önerilebilir. Tedavinin yavaş ve optimal dozlarda olması, ağır metallerle birlikte atılabilecek faydalı minerallerin yerine konulabilmesine de olanak sağlayacaktır.
Hiperbarik Oksijen Tedavisi
OTİZM tedavisinde, Chelation ile beynin ağır metallerden temizlenmesi tek başına yeterli olmamaktadır. Ağır metallerin birikmesi nedeniyle, beyinde uzun süredir yetersiz ve düşük düzeyde oksijenlenen disfoksiyona sahip hasarlı alanlar da yeniden aktive edilmelidir. Beraberinde sindirim sisteminin de tedavisi başarılı bir sonuç için vazgeçilmez bir gerekliliktir.
Hiperbarik Oksijen Tedavisi (HBOT), adından da anlaşılacağı gibi yüksek basınç altında iken saf oksijen solunması yöntemidir. HBOT normal basınçta yani 1 atmosfer basınç altında çok miktarda oksijen alınması anlamına gelen hiperoksijenizasyon ile karıştırılmamalıdır. Aşırı miktarda oksijen alınmasının beyin için zararlı olabileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle de evde oksijen tüpü ile çocuklara oksijen solutulması kesinlikle denenmemelidir. HBOT sadece bu dalda eğitim almış, uzman hekim ve teknisyenlerce uygulanmalıdır. Basıncın düzeyi (ATA), Seans süresi ve seans sayısı çocuğun ihtiyacına göre belirlenmelidir. Diğer hastalıklar için belirlenmiş protokollere otistik çocuklar dahil edilmemelidir.
Bu tedavinin uygulandığı kabinler (hyperbaric chamber) küçük birer denizaltıya benzemektedir. Ancak bu kabinler karada çalışmaktadır ve kabin içi basınç kopresörlerle arttırılarak sahte bir dalış işlemi gerçekleştirilmektedir. Dalış süresince özel maskeler veya başlıklar vasıtasıyla oksijen solunmasına olanak sağlanmaktadır.
Modern HBOT'nde hastalar normalden yüksek bir basınçta %100 saf oksijen solumaktadır. Soluduğumuz hava ise sadece %20.9 oranında oksijen içermektedir. HBOT ile hiçbir ekstra enerji harcanmasına gerek kalmaksızın kan akımındaki oksijen oranı yükseltilebilir.
HBOT ile kandaki alyuvarlara ek olarak kanın serum kısmı, beyin-omurilik sıvısı ve lenf dahil tüm vücut sıvıları oksijenin iyileştirici etkilerini taşır hale gelir. Sadece yarım atmosferlik bir basınç artışı ile yapılacak HBOT'nde beynin hasar görmüş hücrelerinin oksijenden yararlanması 10,5 kat arttırılabilmektedir. Bu hücreler normal atmosfer basıncında da havadaki oksijeni kullanma kapasitesine ulaştığında tedavi sonlandırılmaktadır. Bunu saptamak için de tekrar SPECT yapılmaktadır.
HBOT'nin otizmde kullanım hedefi bu hastalıkta gözlenen sinir sistemindeki ve sindirim sistemindeki enflamasyondur. Bir başka hedeflenen önemli durum ise otistik çocuklarda görülen kan-beyin bariyeri disfonksiyonudur. Enflamasyonun tedavisinde ise HBOT bilinen en etkin yöntem olarak bildirilmektedir.
Tedavide Temel Strateji ne olmalıdır.
DETAYLI bir öykü alınmalı ve fizik muayeneyi takiben sebep olabilecek etkenlere yönelik Laboratuvar testleri yapılmalıdır. Davranışsal tedaviler ve Özel Eğitim her aşamada tedavinin önemli bir parçasıdır. Ancak kötü çevresel etkenlerin uzaklaştırılması, uygun bir diyetin uygulanması, sindirim sisteminin düzeltilmesi, doğal gıdaların kullanılması, bağışıklık sisteminin desteklenmesi, vücudun toksinleri temizleme yollarının desteklenmesi, doğal veya kimyasal yollarla ağır metallerin uzaklaştırılması çocuğun eğitilebilir konuma gelmesinde çok önemli rol oynamaktadır. Hiperbarik oksijen tedavisi tüm bu uygulamalara ek olarak yapıldığında beyindeki ve sindirim sistemindeki enflamasyonu tedavi etmekte, barsaklardaki kötü bakteri ve mantarları öldürerek florayı düzeltmekte, böylece bağışıklık sistemini de güçlendirmekte ve yeni mitokondria oluşumunu da desteklemektedir. En önemli etkisi ise mevcut kök hücre sayısını arttırmasıdır.
Sonuç
OTİZM; genetik bir alt yapısı olan, enfeksiyonlar, toksik kimyasallar, gıdalardaki protein ve peptidlerle tetiklenen nöroimmün bir hastalıktır. İlk belirtiler sindirim sisteminde başlar, sonuçlarını ise beyinde gösterir.
Otizm tedavi edilebilir; otizmin tedavisi bireysel ve spesifiktir; tedavide belirgin kazanımlar sıktır ve tedaviye başlamak için asla geç değildir.