Osmanlıda Divan Edebiyatı

Son güncelleme: 20.04.2009 19:38
  • Osmanlıda Divan Edebiyatı - Osmanlıda Divan Edebiyatı nasildi

    Ahmed Fakih


    Yaşadığı dönem: 13.yyHayatı:
    Kaynakların çoğunda 13. yüzyıl Anadolu sahası Türk edebiyatının ilk temsilcileri arasında adı geçen Ahmed Fakîh, Hoca Ahmed Fakîh ve Sultan Hoca Fakîh adları ile de tanınmıştır. Ancak, 14. yüzyılın ortalarında Anadolu'da çıkan veba salgınından, Ahmed Fakîh'e mal edilen Çarh-nâme adlı eserde de söz edildiği için Semih Tezcan, Çarh-nâme'nin en erken 1350'den sonra yazılmış olması gerektiğini belirterek Ahmed Fakîh'i de, 14. yüzyıl şairlerinden kabul etmektedir. Hakkındaki bilgiler genellikle Mevlevî ve Bektaşî kaynaklarındaki menkıbelere dayanır. Ahmed Fakîh ve ona ait olduğu sanılan Çarh-nâme adlı kaside nazım şeklinde yazılmış manzumenin varlığından ilk haber veren F. Köprülü olmuştur. Köprülü'den sonra Ahmed Fakîh ve eserleri üzerindeki araştırma ve çalışmalar başka araştırıcılar tarafından da sürdürülmüştür. Bugün, kaynakların yeniden incelenip değerlendirilmesi sonucu Ahmed Fakîh adını taşıyan farklı yüzyıllarda yaşamış değişik kişilerin olduğu ve bunların birbirine karıştırıldığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Kişilikleri birbirine karıştırılmış olan söz konusu farklı Ahmed Fakîh'ler hakkında etraflı bilgi ayrıca, Türk. Diy. Vak. İsl. Ans. Ahmed Fakîh maddesinde verilmiştir (Türk Diy. Vak. İsi. Ans. Ahmed Fakîh mad. Osman F. Sertkaya, C. 2, İst. 1989, s. 65-67).
    Edebiyat tarihleriyle diğer birçok kaynakta, mutasavvıf şair Hoca Ahmed Fakîh'le ilgili verilen birbirinin benzeri bilgilere gelince; Horasan'da doğup Konya'ya gelen Ahmed Fakîh, Mevlâna'nın babası Bahaeddin Veled'in müridlerindendir. Kendisine, Bahaeddin Veled'den fıkıh dersi aldığı için Fakîh denmiştir. Eflâkî'nin, Menâkibü'l-Ârifîn'de anlattığına göre, Ahmed Fakîh, Bahaeddin Veled'in derin tasavvuf bilgisini görünce kendinden geçerek kitaplarını yakmış ve dağa çıkarak Bahaeddin Veled'in ölümüne kadar orada yaşamış; daha sonra Konya'ya dönmüştür. Ahmed Fakîh'le ilgili olarak kaynakların verdikleri bilgiler arasında, onun hac farizasını yerine getirmek için Hicaz'a gittiği hac dönüşünde ise iki ay Kudüs'te kaldığı da bulunmaktadır. Onun Hicaz yolculuğuyla ilgili söz konusu edilen bu bilgi Kitâbu Evsâfı Mesâcidi'ş-Şerîfe adlı eserinde verilmektedir. Ahmed Fakîh'in ölüm tarihi Eflâkî tarafından 1221 olarak bildirilir. Ancak, Fakîh'in Bahaeddin Veled'e yakınlığı dikkate alındığında bu tarihin Mevlânâ'nın yaşadığı dönemden önce yaşamış bir başka Ahmed Fakîh'in ölüm tarihiyle karıştırıldığı gerçeği ortaya çıkar. O. Sertkaya'ya göre hayatı hakkında yukarıdaki bilgilerin verildiği A. Fakih'in ölüm tarihi 1252 olmalıdır.
    Eserleri: Çarh-nâme, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi'ş-Şerîfe. Kaynak: Mengi, Mine, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Basımevi, Ankara 2002.

    Dehhanî


    Yaşadığı dönem: 13.yyHayatı:
    Doğum ve ölüm tarihleri bilinmeyen Horasanlı bir Türk olan Dehhanî, bir saray ve zevk şairidir. Selçuklu sultanının kahramanlık ve cömertliğini duymuş, XIII. Yüzyılın ilk yarısında Horasan'dan kalkıp yetişkin bir şair olarak gelmiş, Selçuklu I. Alaaddin (hükümdarlığı: 1220-1237) döneminin elverişli şartlarından ve Sultan'ın iyiliklerinden yeterince yararlanmıştır. Uzunca bir süre Anadolu'da kalmış, ün salmıştır. Sultan'ın buyruğuyla, hükümdarın adına 20.000 beyitlik Farsça "Selçuklu Şeh-nâmesi" yazmış, ancak bu kitap bugüne kadar ele geçirilememiştir. Dehhanî gitgide yaklaşan Moğol akınından çekinerek Horasan'a dönmek için izin istemiştir.
    Kişiliği ve şiirleri:
    Şair, gelip geçici hayat süresini bütün fırsat ve imkânlarıyla değerlendirmiştir. Şiirlerinde Doğu şiirinin renkli sembollerinden olan bahar mevsimi, gül-bülbül, işret meclisleri, kıssalar, destanlar, efsaneler ile özlemlere, heveslere, umutlara ve içli yakınmalara sıkça yer vermiştir.
    Şiirlerinde bir yoğunluk ve derinlik yoktur. Aynı motifleri türlü yönleriyle tekrarlamıştır.
    Kasidesini, klasik bölümlere değil karışık biçimde düzenlemiştir. Mevcut yedi şiirinde ise dört ayrı aruz kalıbı kullanmıştır. Bunların bazıları sonraki yüzyıllarda çok sevilmiş, değişik sesli kalıplardır. Türkçeyi aruza uydurmak için çok fazla imale kullanmıştır.
    Dehhanî'nin söz dağarcığı tutarlıdır. Sözdizimi düzgündür. Anadolu Türkçesini düzgün ve başarılı kullanmıştır. Şiirlerinde tasavvuf kültürünün izlerine rastlanır. Türk divan şiirinde çağının ve sosyal çevresinin, sosyal hayatını, ahlâk ve güzellik anlayışını yansıtan ilk şairdir. Kaynak: SOYSAL, M. Orhan, Eski Türk Edebiyatı Metinleri, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, 2002.

    ŞairehhanîTürü: gazelBaşlık: Zihî gevher k'arulıkda güher veşdür dişi lü'lü'Şiir:Zihî gevher k'arulıkda güher veşdür dişi lü'lü'Yüzin görü burur yire özin her dem gül-i hod rûYüzi güldür saçı sünbül boyı serv ü lebi şekkerMelek-sîret hasen-sûret kaşı fettân gözi câdûBilüsüzlik idüb bu kim mukâbil oldı yüzineKamuya rûşen oldı kim katı yüzlüyimiş gözgüYiridür tağlara düşsem bugün Ferhâd veş andanKi şîrîn sözleri vardur şekerden hem dahı tatluNiçe gözleyem ol kaşı ki hışmı yasını kurmışAtar kirpükler ohını pey-â-pey gözüme karşuBilünden kimsene hergiz haber virmeye kılcaKemer ger kıl yaranlara heber virmezise gizlüDegül mümkin ki gönülden ögütle çıkaram anıAğarmaz hîç Dehhânî yuyuban sûret-i hindû
    Açıklama:vezni: mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün
    ŞairehhanîTürü: gazelBaşlık: Boyun cennetde tûbîye eger salmazısa sâyeŞiir:Boyun cennetde tûbîye eger salmazısa sâyeKim anı cennet ehlinden nazarda bir çöpe sayaEgerçi kim mutavveldür saçunun hîç ucı yokdurSor âhir kıl-be-kıl disün nesîm-i gâliye-sâyaDişün dürlerine lâlâ olursa lülü'-yi lâlâBu mansıb çok degül midür bugün lü'lü'-yi lâlâyaHat u hâl ü saçun görüb gönül sevdâsına düşmişZi miskîn göz kara idüb ne düşdi bunca sevdâyaCemâlünle bir araya gelür olsa mukâbil ayCemâlün ittisâlinden düşer bin ihtirâk ayaGönül virdüm belâ aldum kad-i bâlânı çün gördümGönül virmek belâyımış bilimedüm bu bâlâyaKalem yazdı bu sevdâyı başuma ger kalem bigiBaşum gitse yiter bana bu sevdâ sûd u ser-mâyeBu sevdân odıdur dün gün yanar içümde pinhânîSirâyet idüben birgün dutışısar süveydâyaSöziyle gerçi Dehhânî güher kânı durur illâZer oldı çün virdi gönül sen sîm-sîmâya
    Açıklama:vezni: mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün
    ŞairehhanîTürü: gazelBaşlık: Zihî devlet ki gözlerüm yüzünden oldı nûrânîŞiir:Zihî devlet ki gözlerüm yüzünden oldı nûrânîVisâlün lutf idüb savdı başumdan girü hicrânıSeverem sini cân bigi hatâ didüm ma'âza'llâhNe mikdârı ola cânun ki benzedem sana cânıYüce boyun kılur bende çemende serv-i âzâdıYüzün mihri ider tâbân felekde mâh-ı tâbânıEger emseyidi sinün leb-i la'lünden İskenderN'iderdi isteyb bunca cihânda âb-ı hayvânıEgerçi cem'e şem' isen bugün her cem' arasındaPerîşân kılma saçunı esirge ben perîşânıBugün çün hüsn devrânı senündür eyü adılaSüre gör devr-i hüsnüni ki geçer hüsn devrânıCemâlün iy büt-i Çînî cihânı dutdı ser-tâ-serNite kim Rûm ilin şi'riyle bugün dutdı Dehhânî
    Açıklama:vezni: mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün
    ŞairehhanîTürü: gazelBaşlık: 'Aceb bu derdümün dermânı yok mıŞiir:'Aceb bu derdümün dermânı yok mıYa bu sabr itmegün oranı yok mıYanaram mûmlayın başdan ayağaNedür bu yanmağun pâyânı yok mıGüler düşmen benüm ağladığıma'Aceb şol kâfirün îmânı yok mıDelübdür ciğerümi gamzen okıAra yürekde gör peykânı yok mıGözi hançerlerin boynuma çaldı'Aceb ol zâlimün im'ânı yok mıSu gibi kanumı toprağa kardunNe sanursın garîbün kanı yok mıCemâl-i hüsnüne mağrûr olursınKemâl-i hüsnünün noksânı yok mıBegüm Dehhânî'ye ölmezdin öndinTapuna irmeğe imkânı yok mı
    Açıklama:vezni: mefâ'îlün mefâ'îlün fa'ûlün
#20.04.2009 19:34 0 0 0
  • Şeyyâd Hamza


    Yaşadığı dönem: 13.yyHayatı:
    Doğum ve ölüm tarihleri bilinmeyen, Anadolu'da halka sûfîce şiirler söylereyerek tasavvuf yollarını tanıtan bir gezici derviş olan Şeyyad Hamza'nın hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. XIII. Yüzyılda Akşehir-Sivrihisar yöresinde yaşadığı tahmin edilmektedir.
    Kişiliği
    Kur'an, Arapça ve Farsça kültürü olan, hece ve aruzla şiirler söyleyen bir kişiliğe sahiptir. Hece vezniyle söylediği şiirleri, ilahileri söyleyiş itibarıyla düzgündür aruazla yazılmış şiirleri sanat iddiasından dinî-ahlâkî ve sûfîce şiirlerdir.
    Şiirlerinde şekil ve söyleyiş bakımından düşündürücü bir çeşitlilik görülür. Dokuz beyitli bir gazelini klasik gazel tarzının türlü incelikleriyle örülü olduğu, Doğu Türkçesi ile yazıldığı görülür.
    "Yûsuf u Zelihâ" adlı mesnevisi XIII. Yüzyılın dinî ve fikrî hayatına uygundur. Sade bir Oğuz Türkçesi ile yazılmıştır. Eserin en önemli yönü dilidir ki, bu yönü sanat yönünden üstündür. Eski Anadolu Türkçesinin ses ve şekil özelliklerini geniş ölçüde aksettirir. Türkçeyi aruza uygulamada birçok imale ve zihaf yapmıştır. Eserin konusu Kur'an'dan alınmıştır. Eserde tasavvuf anlayışı doğrultusunda nefsini yenmeyi başaran kişinin sultanlardan da üstün olacağı teması işlenmiştir.
    Eğitici nitelikteki 41 beyitten oluşan üç şiirinde Şeyyad Hamza ecelin hükümdar, zengin-fakir, güzel-çirkin demeden mukadder olduğunu, devlet, varlık ve güzellik gibi geçici değerlerle gururlanmamak gerektiğini anlatarak gaflet uykusundan uyanıp Kur'an'a sarılmayı ve Allah'a sığınmayı tavsiye eder. Başka beş na'tinde peygambere ve dört halifeye bağlılığı onun aynı zamanda inanç bakımından halis bir Sünnî olduğunu da ortaya koyar.
    Şair kendinden yaklaşık yüz yıl önce yaşamış olan Ahmed-i Yesevî'nin şekil ve üslûp bakımından etkisinde kalarak onun bir şiirine nazire de söylemiştir. Eseri: Dâstân-ı Yûsuf Aleyhisselâm ve Hâzâ Ahseni'l-kasâsi'l mübârek
    Kaynak: SOYSAL, M. Orhan, Eski Türk Edebiyatı Metinleri, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, 2002.

    Nesimî


    Yaşadığı dönem: 14.yy - AzeriHayatı:
    Sufî bir Türk şairi olan Nesimî'nin hayatı hakkında çok az bir bilgi vardır. Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen şair, 1408'den önce Halep'te derisi yüzülerek öldürülmüştür.
    XIV. yüzyılın son yıllarında Irak, Azerbaycan, Kuzey İran ve Anadolu sahalarında sür'atle yayılan Hurûfîlik'in kurucusu Esterâbâdlı Fazlullah Hurûfî (1339-1393)'ye intisâbetmiştir. Hurûfî tarîkatine mensub ve huruf bilgisine vâkıftır. Hurûfîliğin İran ve Anadolu Türkleri arasında yayılışında, büyük bir rol oynamış gezgin bir şairdir. Nesimî, özellikle Bektaşîler ile vahdet-i vücûd kurallarını benimseyen sufîler tarafından büyük bir sofu olarak kabul edilmiş, hakkında bir çok menkıbe meydana getirilmiştir. Bunlar arasında onun, yüzen derisini sırtlayıp Halep'in on iki kapısından çıkarak sır olduğu menkıbesi de vardır. Menkıbeleri, Horasan ve Maveraünnehir'e kadar yayılmıştır.
    Edebî kişiliği
    Azerî edebiyatının XIV. Yüzyıldaki en büyük şahsiyet, tesirinin genişliği ve devamlılığı bakımından Türk edebiyatının en büyük temsilcilerindendir.
    Şiirde büyük bir güç gösteren Nesimî, Farsça ve özellikle Türkçe şiirler yazmıştır. Şiirlerinde çoğu kez kendi inancını dile getirmiştir. Buna rağmen, din dışı ve âşıkâne gazelleri de vardır. İran şairlerini iyi tanıyan iyi tanıyan şair, özellikle tasavvuf edebiyatında sürekli etkiler yapmıştır. Anadolu Türkçesine yabancı olmayan Nesimî, Osmanlı şiiri üzerinde derin izler bırakmıştır. Habibî, Hataî ve Fuzulî de dahil olmak üzere, bütün Azerî şairleri iki asra yakın bir zaman onun etkisi altında kalmıştır. XV.-XVI. Yüzyıllarda bir çok Azerî ve Osmanlı şairinin Hurûfîliği kabul etmelerinde Nesimî'nin büyük etkisi olduğu gibi, Fuzûlî'de bile duygu ve anlatım bakımından onun etkisi gözden kaçmaz.
    Kaynak: SOYSAL, M. Orhan, Eski Türk Edebiyatı Metinleri, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, 2002.
#20.04.2009 19:36 0 0 0
  • Ahmedî


    Yaşadığı dönem: 14.yy - AnadoluHayatı:
    1334 yılında doğan Ahmedî, XIV. Yüzyılda yetişen Osmanlı şairlerinin en büyüğü ve en ünlüsüdür. Ünü XV. ve XVI. Yüzyıllarda da devam etmiştir.
    Ahmedî'nin asıl adı "Tâcüddin İbrahim bin Hızır"dır. İlk öğrenimini Anadolu'da görmüş, sonra büyük âlimlerden ders görmek üzere zamanın geleneğine uyarak Mısır'a gitmiş, kuvvetli bir öğrenim görerek İslâm ilimlerini tamamen öğrenmiştir. Yaradılışından gelen kabiliyetine uyarak edebiyatla uğraşmaya başlamıştır.
    Anadolu'ya döndükten sonra Germiyan beylerinin hizmetine girerek Kütahya'ya yerleşmiştir. Önce Süleyman Şah'a sonra Bursa'ya giderek Osmanlı sultanlarından Emir Süleyman'a intisabetmiştir.
    Zarif, hoşsohbet bir şairdir. Ömrünü Bursa'da geçirmiştir. Divan kâtipliği görevini yaparken 1413'te Amasya'da ölmüştür.
    Edebî Kişiliği
    Ahmedî, çok yazmış bir şairdir. İran şairlerinden özellikle Nizamî, Kemal Hocendî, Selman-ı Savecî'nin etkileri altında kalmıştır. "Başka şairleri taklit etmediğini, yazdıklarının kendine ait olduğunu, Gülşehrî gibi kendini beğenmiş bir adam olmadığını" söyler. Elvan Çelebi ve Şeyhoğlu Mustafa'ya karşı şiddetli eleştirilerde bulunup, kendini Enverî, Nizamî, Selman-ı Savecî gibi İran şairleri ile kıyaslamaya kalkışır.
    Edebî zevki yüksektir. Edebî kişiliğinin oluşmasında gülşehri'nin, Hoca Mesud'un ve Şeyhoğlu'nun etkileri açıkça görülür. Bazı sofiyâne şiirlerinde yunus emre ve aşık paşa'nın etkileri vardır.
    İran ve Türk edebiyatını çok iyi bilen ve bunlardan yararlanan Ahmedî, XIV. Yüzyılın en büyük şairidir. Devrine göre çeşitli türlerinde ve nazım şekillerinde en büyük başarıyı göstermiştir. Dili ve anlatımı düzgün, tasvirleri canlı ve renklidir; şiirlerinde sık sık nazım kusurlarına rastlanır.
    XIV. yüzyıl şairleri Türkçenin nazım dili olarak kabalığından yakındıkları hâlde, Ahmedî'de böyle bir düşüncenin görülmemesi dikkate değerdir.
    Şiirlerinde ölçülü bir sanatçı titizliği vardır. Ünü gayet yaygındır. XV. yüzyıldan sonra Şeyhî'den itibaren Ahmedî gittikçe unutulmuştur. XV. yüzyıldan İskender-nâme'sinden başka eseri hatırlanmaz olmuştur. Eserleri: Dîvan, İskender-nâme, Esrâr-nâme, Cemşîd ü Hurşîd, Tervîhü'l-Ervâh.
    Kaynak: SOYSAL, M. Orhan, Eski Türk Edebiyatı Metinleri, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, 2002.

    Gülşehrî


    Yaşadığı dönem: 14.yy - AnadoluHayatı:
    Doğum ve ölüm tarihi bilinmiyor. Türk diline bilinçli olarak önem vermiş bir şairdir. Türkçeyi Farsçadan üstün, Arapçaya eşit tutmuştur. En önemli eseri "Mantıku't-tayr"dır. Sanat amacı güdülerek, tasavvufî yolsa kaleme alınmış olan bu eser, İran şairi şeyh Feridüddin-i Attar'ın aynı adlı eserinden tercümedir. Yalnız, tercüme sırasında çeşitli kaynaklara başvurulmuş, Mevlâna'nın "Mesnevî"sinden hikâyeler alınmış, ayrıca çağıyla ilgili bir çok ahlâkî sohbet ve şikâyetle genişletilmiş ve adeta yepyeni bir eser oluşturulmuştur. Gülşehrî'nin dili temiz, nazmı kusursuz üslûbu çekici ve akıcıdır.
    Kaynak: SOYSAL, M. Orhan, Eski Türk Edebiyatı Metinleri, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, 2002.
#20.04.2009 19:37 0 0 0
  • Kadı Burhaneddin


    Yaşadığı dönem: 14.yy - AnadoluHayatı:
    Asıl adı Burhaneddin Ahmed olan şair, 1344 yılında Kayseri'de doğmuştur. Kadı, vezir, atabey ve hükümdar olmuş bir Türk şairi ve âlimidir.
    Burhanneddin beş yaşındayken babasından derse başlayarak on dört yaşına kadar Türkçe, Arapça ve Farsçadan başka mantık ve hikmet gibi ilimleri de öğrenmiştir. On dört yaşında babasıyla Mısır'a gitmiş orada fıkıh, usûl, feraiz, hadis, tefsir ve tıp ilimlerini öğrenerek dört mezhebe vâkıf olmuştur. Ayrıca tabiiyat, riyaziyat ve ilâhiyatın usûl ve ilmini görmüştür. On dokuz yaşında hac görevini tamamlamış, yirmi bir yaşında babasının yerine Kayseri'de kadı olmuştur.
    1381 yılında sultan olarak Sivas'ta tahta çıkmış, kendi adına hutbe okutmuş, sikke bastırmıştır. On sekiz yıl süren saltanatı fasılasız savaşlar içinde feci bir biçimde sona ermiştir. 1398 yılında Sivas'ta öldürülmüştür.
    Edebî Kişiliği
    Kadı Burhaneddin çok zekî, pek tedbirci ve basiretli, dikkate değer derecede iş bilen seçkin bir kadı, seçkin bir vezir, âlim, şair ve cesur bir hükümdardır.
    Üstün zekâsıyla devrin bütün bilgilerini elde etmiş, kılıç ve kalemi aynı beceri ile kullanmıştır. Harple uğraştığı zamanlarda bile ilimle uğraşmaktan uzak kalmamıştır. Arapça ve farsçayı şiir söyleyecek kadar iyi öğrenmiştir.
    Eserlerinde Azeri Türkçesinin bütün özellikleri bulunmasına rağmen dil ve tekniği kusurludur. Kendine özgü içten ve canlı bir üslûbu vardır.
    Siyasî ve ilmî şöhreti, şairliğini gölgelemiş olan Kadı Burhanneddin Azeri ve Osmanlı edebiyatlarının gelişiminde etkili olmamıştır. Eserleri: Dîvân, İksîrü's-sa'adât fî Esrârü'l-ibâdât
    Kaynak: SOYSAL, M. Orhan, Eski Türk Edebiyatı Metinleri, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, 2002.

    Âşık Paşa


    Yaşadığı dönem: 14.yy - AnadoluHayatı:
    XIV. yüzyılın ilk yarısında Anadolu'da yetişen Türk şair ve mutasavvıflarının en büyüklerindendir. Asıl adı Ali olan ve 1272'de Anadolu'da dünyaya gelen Âşık Paşa'nın hayatı hakkında pek az şey bilinmektedir
    Rivayete göre XIII. Yüzyılda Anadolu'ya Horasan'dan gelen bir derviş ailesine mensuptur. Ailesi XIII. Yüzyılda Anadolu'nun Moğol istilâsından önceki siyasî ve sosyal buhranlarına karışmış Babaîler isyanı ve Karaman Beyliği'nin kuruluşu ve ilk gelişimde rol almış şeyh ailesidir babasının Muhlis Paşa olduğu rivayet edilir.
    Âşık Paşa, Orta Anadolu'nun nüfuzlu ve zengin bir sûfî ailesine mensuptur. Kırşehir'e yerleşmiştir. Kırşehir, devrinin en önemli iktisadî ve medenî merkezlerinden biridir.
    Ehl-i sünnet kurallarına uygun bir tasavvuf mesleğine mensup olan Âşık Paşa, gayretleriyle etrafına birçok mürid toplamıştır. Devlet işlerinde de bulunmuştur.
    Edebî kişiliği
    Gençliğinde mükemmel bir öğrenim görmüş, Şeyh Süleyman-ı Kırşehrî'den zâhirî ve bâtınî ilimleri öğrenmiştir. Yalnız Arap ve Fars dillerinde değil, genellikle İslâmî ilimlerde ve özellikle tasavvufta büyük bir kudret kazanmıştır. Hacı Bektaş, Ahi Evran, Şeyh Süleyman, Mevlâna, Sultan Veled gibi büyük mutasavvıfların mürid ve eserleriyle yakından ilgilenmiştir.
    İran tasavvuf edebiyatını ve özellikle Senâî, Attar, Mevlâna ve Sultan Veled'i çok iyi bilir.
    Şiirlerinde Mevlâna ve Sultan Veled gibi tam bir "vahdet-i vücûd"cu olmakla beraber ehl-i sünnet kurallarına uygun bir tasavvuf anlayışını yaymıştır. Bu işi Türkçe yazdığı Garib-nâme adlı eseriyle yapmıştır.
    kadı burhanettin zamanında devlet dili Farsça idi. Aydın sınıf Türkçeyi hor görüyordu. Bu nedenle Âşık Paşa, o sırada Türk halk kitlesine ve Türk diline karşı gösterilen ilgisizlikten şikâyet ederek, Türkçe yazıldığından kitabının değersiz sayılmamasını önermiştir.
    Türkçeyi Arapça ve Farsça gibi bir ilim ve edebiyat dili değil, sadece basit bir konuşma dili saymak hususunda daha sonraki devirlerde de rastladığımız bu anlayışa karşı millî bir dil ve edebiyat yaratmak isteyen Anadolu şairleri arasında Âşık Paşa'ya önemli bir yer vermek gerekir. Fakat bu konuda onun üzerinde etkili olan en büyük etken halka hitâbetmek ve dervişliğin yolunu onlara göstermek yolundaki çalışma ve dinî düşünceleridir.
    Âşık Paşa'nın yunus emre etkisi altında yazdığı gazel ve ilahileri şiirlikten lirizmden, sanattan yoksun kuru öğütlerdir. Yunus'un, kaygusuz abdal ın şiirleri yanında çabuk unutulmuştur.
    Kazanmış olduğu büyük manevî etkiden dolayı Garib-nâme'si çok geniş bir sahaya yayılmış ve okunmuş, etki yapmıştır.
    Türk dili ve edebiyatının genel gelişiminde Âşık Paşa'nın unutulmaz bir yeri olduğu da gerçektir. Eserleri: Garib-nâme, Risâle fî Beyânü'l-esmâ, Manzum Tasavvuf Risâlesi, Şiirleri.
    Kaynak: SOYSAL, M. Orhan, Eski Türk Edebiyatı Metinleri, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, 2002.

    Şeyhoğlu Mustafa


    Yaşadığı dönem: 14.yy - AnadoluHayatı:
    14. yüzyılda, Germiyan Beyliği sahasında yetişmiştir. 1340-1410 tarihleri arasında Germiyan beyi Süleyman Şah'ın hizmetinde nişancılık ve deftardarlık hizmetlerinde bulunmuştur. Daha sonra Yıldırım Bayezid'e intisabetmiş ve Hurşîd-name'yi ona sunmuştur. Eserleri: Hurşîd-nâme Marzuban-nâme, Kabus-nâme, Kenzü'l-Küberâ, Mehekkü'l-Ulemâ.
    Kaynak: SOYSAL, M. Orhan, Eski Türk Edebiyatı Metinleri, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, 2002.
#20.04.2009 19:38 0 0 0