"Bir haftadır gözüne uyku girmemişti. Vakti giderek daralıyor ve bir çözüm bulmakta güçlük çekiyordu. Her akşam evdekilerden kaçıp odasına geçiyor, düşünmeye çalışıyordu. Neyse ki henüz hiç kimse "Neyin var?" diye sormamıştı. Herkes kendi derdiyle o kadar meşguldü ki onu fark etmiyorlardı. Önceden olsa ilgisizlikten şikayet ederdi ama şimdi işine geliyordu. Çözmesi gereken önemli bir problemi vardı. Daha önce hayatında bir sorun halletmişliği yoktu. O yüzden bir cevap bulabilmekte zorlanıyordu.
24 yaşındaydı ve o yaşına kadar cevapları hep başkaları vermişti. Ne zaman istediği şeyi almak için uzansa Hızır gibi yetişirlerdi. Parmaklarının ucunda yükselmeye fırsat bulamadan istedikleri avucuna düşerdi.
Üstelik, bunu o yorulmasın, onun canı yanmasın diye yaparlardı. Karşı çıkmaya çalıştığında ise yapılan iyiliğin değerini bilmemekle suçlanırdı.
5 yaşındayken, arabayı yıkamak için babasına yardım etmek istedi. Babası ona gülümseyip bu iş için küçük olduğunu söyledi. Aynı yaşlarda yatağını tek başına toplamak istedi.
Annesi ona kıyamayacağını söyleyip yanağından öptü. Biraz daha büyüdüğünde tek başına yıkanmak istedi. Annesi ona henüz erken olduğunu söyledi. O zaman öğrendi ki her şey onun iyiliği içindi. Surat asmaya hiç mi hiç hakkı yoktu. Bu hayatta ondan istenen tek şey uslu uslu oturmasıydı. Geri kalanı onun yerine halledebilecek bir sürü insan vardı.
Oyuncaklarını dağıttığı zaman toplayacak bir bakıcısı vardı. Kıyafetlerini çıkarttığında onları dolaba asacak olan annesiydi. Sabahları kahvaltısını hazırlayacak bir babası vardı. Ayakkabılarını bağlamayı öğrenmesine gerek yoktu çünkü babası bunu yapmayı biliyordu. Etrafındaki herkes onun için bir şeyler yapmaktan sorumluydu. Bu sorumluluğu almaktan men edilen tek kişi ise kendisiydi.
Zamanla bu duruma alışmaya başladı. İşin açıkçası böylesi daha kolaydı. Yapması gereken tek şey ne istediğini söylemekti. Ta ki babasının işleri kötü gitmeye başlayıncaya kadar.
Babasının iflası hepsinde şok etkisi yaratmıştı. Önce daha küçük bir eve taşınmak zorunda kaldılar. Her şeyleri biraz daha küçüldü. Evleri, odaları, ekonomileri, gülümsemeleri
Aldığı harçlık da durumdan nasibini almıştı. Önceden aldığı haftalıkla şimdi bir ay idare etmek zorundaydı. Her biri için katlanması zor bir durumdu. Annesiyle babası artık her gün tartışır olmuştu. Bu karmaşa içinde kimsenin onun istekleriyle ilgilendiği yoktu. Önceleri biraz gücendiyse de sonra bunun bir fırsat olduğunu düşündü. İlk defa kendisiyle ilgilenebilecek olan kişi kendisi olacaktı. İçinden o ana kadar hissetmediği bir duygu yükseldi. Kontrollü, olgun bir coşkuydu hissettiği.
Herkesin özgürlük dediğini o daha yeni keşfediyordu. O gece problemine çözüm ararken bulmuştu özgürlüğünü.
Okul giderlerini karşılayabilmek için paraya ihtiyacı vardı. Önceden olsa ailesi, hiç tereddütsüz ona yardım ederdi. Şimdi ise kendi kendisinin sorumluluğunu alıyordu. Hafta sonları çalışıp para kazanmaya karar verdi. Daha önce en ufak bir sorumluluk bile almamıştı. Böylesi onun yapabileceğinden bile daha fazlaydı. Ailesine söylemeden iş aramaya başladı. Birkaç yerden olumsuz cevap almasına rağmen aramaya devam etti.
O sabah erken saatlerde açık bir pastaneye girdi. Çalışanlara oranın sahibiyle görüşmek istediğini söyledi. Sesindeki kararlılık o kadar etkileyiciydi ki tezgahın arkasında duran adam
"Benim, buyurun nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordu.
"Ben hep müşteriydim ama şimdi çalışmak istiyorum. Okul harçlığımı kazanmam gerekiyor.
Bu yüzden burada işe başlamak istiyorum." dedi çocuk.
Pastane sahibi biraz şaşkın,
"İyi ama benim elemana ihtiyacım yok" dedi.
Çocuğun vazgeçmeye hiç niyeti yoktu.
"Beni çalışırken görmediniz, mutlaka yapabileceğim bir şey vardır." diye ısrar etti.
"Peki ne iş yapabilirsin?" diye sordu adam.
"Bulaşıkları yıkarım, servis yaparım, müşterilerle ilgilenirim." diye cevap verdi çocuk.
Adam gülümseyerek,
"Şu rafın arkasında, ikinci çekmecede bir önlük var. Hemen giy ve işe başla." dedi.
İlk müşterisine çay götürürken yine o olgun coşkuyu hissetti. Az önce hayatında ilk defa biri ona büyük bir iyilik yapmıştı."
İşte, öyküdeki çocuk, kendisini yıllarca süren uykusundan uyandırdı. Sonunda ilk defa tek başına kendisi için bir yol bulmuştu. Yıllarca kullanılmamaktan tembelleşmiş her kasını koşmak için kullanabileceği bir yol
Hayatta birçoğumuz başkalarının sağladığı rahatlığın tuzağına düşebiliriz. Hayatımızı kolaylaştırmak isteyen insanlara düşünmeden izin verebiliriz. Bu insanlardan şüphelenmeyiz çünkü onların niyeti bize kötülük yapmak değildir. Aslında bu insanlar hep bizim iyiliğimizi ister.
Peki, çoğu tuzağın, avını çekiciliğiyle yakaladığını bilir misiniz?
Bu yüzden tuzağa düşünceye kadar her şey güzel gider. Ne zamanki hareket edemez oluruz işte o zaman tutsağızdır. Tutsaklık illaki düşmanın eline geçmek demek olmayabilir. Bize dost olanların elinde de bir mahkum hayatı yaşayabiliriz. Bazen bize iyilik yapmaya çalışanlar farkında olmadan kötülük yaparlar.
Bazı insanlar iyilik yapmayı yanlış anlayabilir. Bazen iyilik yapmakla bir insanı köreltmek arasındaki fark kaybolabilir. Yardım etmek demek, birinin yapabilme becerisini engellemek demek olmamalıdır. Yapabilme gücümüzün elimizden alınması tutsak olmakla aynı şeydir. Bu şuna benzer;
Sofraya otururuz ve tam elimize kaşığı alacakken birileri araya girer. Kaşığı elimizden alır ve çorbamızı bize içirmeye başlar. Ne yaptığını sorduğumuzda da bize yardım ettiğini söyler. Bize sofradaki en yetersiz konukmuşuz gibi davrandığını fark edemez. İyilik yaptığını zannetmekle o kadar meşguldür ki bizi tembelleştirdiğini göremez. Sofrada oturdukça yapmamız gereken, ağzımıza verilen lokmaları yutmak olacaktır. O sofradan kalkmadıkça kendimizi doyurma becerimiz giderek körelir. İşte, davet edildiğimiz bu sofra rahatlık sofrasıdır. Yani bizim kendimizi değil, başkalarının bizi doyurmaya çalıştığı yerdir. İlk duyduğumuzda bu davet kulağımıza hoş gelebilir.
İyi ama kendimize yetebilecekken başkaları tarafından beslenmenin bize ne faydası olabilir?
Bunun güzel bir cevabını kuşların hayatında görebiliriz. Çoğu anne kuş, yavruları uçmayı öğrenene kadar onları besler ve korur. Zamanı gelince de yavruları yuvadan uzaklaştırır. Uzaklaştırmak zorundadır çünkü kalmaya devam ederlerse uçmayı öğrenemezler. Uçmayı öğrenmezlerse hayatta kalabilmek için avlanamazlar. Bu yüzden anne kuş, anne olmasına rağmen çocuklarını kendinden uzaklaştırır.
Peki anne kuş bu davranışıyla yavrularına kötülük mü yapar?
Hiçbir yavru kuş annesinin kanatları altında kaldıkça uçmayı öğrenemez. Uçmayı öğrenebilmek için kendi kanatlarının farkına varabilmesi gerekir. İşte bu yüzden anne zamanı geldiğinde, yavrularından vazgeçer. Anne her an ölebileceğini bildiği için bildiklerini yavrularına öğretir. Onların hayatta durabilmesi için de bir an önce sorumluluk verir. İşte, insan da hayatında sorumluluk aldıkça büyür.
Belli bir yaşa kadar bizim sorumluluklarımızı başkaları üstlenebilir. Yani, yapabilmeye yeterli olduğumuz yaşa kadar hayattan destek alabiliriz. Bu desteği veren annemiz, babamız ya da öğretmenimiz olabilir. Bununla birlikte yeterli olduğumuzda kendi sorumluluğumuzu alabilmemiz gerekir. Hayatta durabilmenin dengesini sağlayan, aldığımız sorumluluklardır.
"Dünyadaki kötülüklerin çoğu, birilerinin,
başkalarının iyiliği için hareket etme hakkını kendinde görmesiyle başlar."
Sinan Çetin
İyilik, bir başkasının sorumluluğunda olan bir şeyi onun yerine yapmak demek değildir. İyilik, karşımızdaki insanın yapabilme yeteneğini hiçe saymak değildir. İyilik, o insana yardım edeceğim derken, onu köreltmek de değildir. Bütün bunlar ancak iyilik kazaları olabilir. Gerçek iyilik, karşımızdakine yardım ederken nerde duracağımızı bilmekle başlar. Bazen iyilik, o insana kendi sorumluluğunu alabilmenin ilhamını verebilmektir. Bu hayatta bizi sonuna kadar taşıyacak olan kendi kanatlarımızdır. Kanatlarımızın bizi taşıyabilecek güce gelebilmesi ise alacağımız sorumluluklarla mümkündür.
"Hayatta çok az şey bir insana, sorumluluk vermekten
ve ona güvendiğinizi bilmesine izin vermekten daha fazla yardımcı olabilir." Booker T Washington