Vakit gece yarısı... Ortada ses sada yok... Uzaktan bir iki köpek
havlaması duyuluyor o kadar. Rıfkı amcanın yüreği kıpır kıpır...
Akşamüzeri hac işlemini birlikte yaptırdığı müstakbel hacı
arkadaşlarıyla vedalaşmış, evine gidiyor. Birkaç gün sonra
Allah nasip ederse mukaddes topraklara doğru yola
çıkacakla. Bu duyguyu ailesi ve çocuklarıyla
paylaşmak için aceleci...
Tenha sokakta ilerlerken, loş ışığı henüz sönmemiş bir
evin önüne geldiğinde pis bir koku burnunun direğini
kırıyor. Öyle pis koku ki, midesi bulanıyor.
"Üüffff!" diyor gayri ihtiyari, "Bu ne pis bir koku
Allahım. Leş kokusu bu be..."Koku sebebiyle sağına soluna
bakınırken loş ışıklı penceireden bir ses duyuyor ağlamaklı:
-Anne pişmedi mi daha?
Durup içeriye kulak kabartıyor.
-Az daha sabret yavrum. Az kaldı. Bir başka çocuk sesi.
Diğer kardeşi olmalı.
-Anne çok acıktım.
-Tamam kızım pişiyor işte.
Pis koku insanın midesini bulandırıyor. Öğürmemek için
çaba gerek.Peki yavrularını teselli etmek isteyen annenin
sesindeki mahzunluğa ne demeli... Rıfkı amca duramıyor:
"Ben altmış yaşıma gelmiş bir ihtiyarım. Merak ettim yahu.
Bir gidip soracağım." diyor kendi kendine.
O zamanlar terör nerde, öyle anarşist nerde? Kimin aklına
gelir art niyet... Üstelik biraz araştırsan herkes birbirini
tanır. Hele Rıfkı amca ki, Erzurum'da bilmeyen çıkmaz.
Biraz da bu cesaretle burnunun direği kırılsa da çalıyor
kapıyı. Bir iki tıklatıyor tabii. Sonunda kapı çekingen bir
şekilde gıcırtıyla açılıyor. Tamam işte, o leş kokusu
içerden geliyor. Ama artık merak, kokuyu bastırmıştır.
Kapı aralındı işte. Gencecik bir gelin. Otuz otuzbeş
yaşlarında. Yüzüne yaşmak denilen cilbabını çekmiş
kapı aralığından soruyor:
-Kim o?
-Benim kızım, ismim Rıfkı.
-Ne istersiniz?
-Yoldan geçiyordum. Sesler duydum. Halinizi merak ettim
yavrum. Müsaade ederseniz bu meraktan kurtulmak
istiyorum.
O esnada zaten çocuklar da annelerinin eteğinden tutarak
kapı aralığından bu meçhul adama bakıyorlar, niçin
geldiğini anlamak istercesine... Rıfkı amca üstleri
başlan loş ışıkta bile perperişan olan bu çocukların halini
görünce koyveriyor kendini. Dünyası allak bullak oluyor.
Ne haccın sevinci kalıyor yüreğinde, ne az önceki manevi
heyecan. O yürek şimdi bir sorumlulukla sarsılıyor.
Bir mü'min olarak, bu gece vakti iki küçük çocukla bu
tenha sokakta loş ışığın altında hayat
mücadelesi veren bu sahipsiz genç kadının halinden
sorumlu hissediyor kendini.
-Kimin kimsen yok mu kızım?
-Yok amca. Kocam öleli iyice naçar kaldım.
-Evine misafir olabilir miyim?
-Buyur gel ama...
Cümlenin sonundaki "ama"nın ne anlama geldiğini çok iyi
biliyor Rıfkı amca. "Ne oturtacak misafir odam var, ne
ikram edecek bir kahvem" denilmek isteniyor.
Ne fark ederdi ki, Rıfrı amca ne misafir köşesine
kurulmak ne de kahve içmek istiyor. Onun tek derdi bu
kimsesiz ailenin halini öğrenmek. Öğreniyor tabi. Yüreği
kıyım kıyım kıyılarak öğreniyor. Kapıdan içeri girer
girmez dayanamayıp soruyor:
-Kızım bu pis koku ne Allasen.
Susuyor genç kadın. Dudaklan titriyor. Gözlerinden aşağı
inen yaşları fazla saklayamıyor. Başını kaldırıp şöyle
bir bakıyor, gece yarısı belki de Allah tarafından
gönderilen nur yüzlü ihtiyara.
-Söyle yavrum çekinme söyle...
-Ölmüş köpek eti amca...
Ardından hıçkırıklarını koyveriyor anne. Başını Rıfkı
amcanın omuzuna koyup babasına sarılır gibi
çaresizliğini anlatıyor:
-Çocuklarım aç amca. Kimsem yok. Kime gideydim?
Rıfkı amca taş mı sanki? Kim dayanır o hale?
Koskoca adam, çocukluğundan beri ilk kez hıçkırarak
ağlıyor, hem de çocuklar gibi:
-Allahım affet... Allahım affet!..
Çocuklar melül melül annesiyle birlikte ağlayan ak
saçlı adamın yüzünden aşağı süzülen yaşlara bakadursunlar
Rıfkı amca ani bir kararla anneyi omuzundan tutuyor:
-Tamam kızım, artık ben yanındayım. Sen benim kızımsın,
bunlar da torunlarım. Hemen indir o leşi ocaktan.
Bekleyin ben yarım saate kalmaz gelirim.
Kimsede konuşacak hal yok. Rıfkı amca kapıdan çıkar
çıkmaz, ardından atlı kovalarcasına koşuyor. Hem koşuyor
hem söyleniyor:
-Hacca gitmiyorum bu sene... Hacca gitmiyorum...
Allahım affet... Hacca gitmiyorum...
Kendi evine vardığında evdekilerin yüreği ağzına geliyor.
Eyvah, babalarına ne oldu? Öyle ya Rıfkı amcanın göğsü
körük gibi inip kalkıyor.
-Baba, bu ne hal.
-Hemen dediğimi yapın!
-Tamam da baba?
Ardından talimatlar yağdırıyor herkese: -Hanım,
kullanmadığın ne kadar tabak çanak varsa hepsini çıkart.
Yastık yorgan, halı kilim ne varsa çıkartın.
Bu telaş üzerine Rıfkı amcanın diğer çocukları da
başına üşüşüyor. Ama baba bu. Kimse bir isteğim ikileyemez.
Öyle bir saygı var o zaman. Rıfkı amca, hem ağlıyor
hem oğluna kızına torunlarına emirler yağdırıyor tatlı tatlı:
-Sen badana boya için kireç vs tedarik et; sen keser çekiç
çivi falan ayarla. Sizler yastık yorgan çarşaf çıkartın.
Sen un yağ şeker gibi erzak hazırla... Haydi hemen
yola çıkacağız!
-"Eyvaah" diyor aile, "Rıfkı amca hac sevdasıyla aklını oynattı."
Çünkü gece gündüz hac için hazırlık yapan bu adam birden
ne oldu da bu hale geldi? "Tamam bu iş burda bitti" diyor aile.
Ama bakalım ne olacak?
Yarım saat sonra baba önde, yastık yorgan, mala çekiç,
tencere tabak, ailesi ardında. Rıfkı amca yine aynı
heyecanla kapıyı tıklatıyor.
"Geldik yavrum, geldik!" diyor.
Rıfkı amcanın ailesi gördüğü manzara karşısında şaşkın.
Herkes nerdeyse küçük dilini yutacak. Ama az sonra işin sırrı
anlaşılıyor. Bu kez görev taksimatı hemen aracıkta yapılıyor.
Mağdur anne ve çocukları hemen Rıfkı amcanın evine misafir
olarak götürülüyor. Çocukların yemekleri hazırlanacak.
Güzelce yıkanıp temizlenecek ve karınları doyurulacak.
Orda kalanlar da kadıncağızın evini oturacak hale getirecekler.
Sabaha kadar evin altı üstüne getiriliyor. Biri kapıyı pencereyi
tamir ediyor. Biri boyayı badanayı başlatıyor. Yastıklar
yorganlar yerleştiriliyor. Kilimler seriliyor. Ev sabaha
bayram evi gibi hazırlanıyor. Üstelik o gürültüyü ne bir
komşu duyuyor, ne kimse rahatsız oluyor, hayret!..
Sabah ezanlanyla birlikte herşey tamam...
Rıfkı amca ertesi gün huzura kavuşmuş, belli...
Sakinleşmiş halde, çocukları tekrar evinde ziyaret
ediyor. Erzak getirilmiş çuval çuval... Ayrıca hacca gitmek
için ayırdığı parayı da genç anneye teslim ediyor.
-Amca Allah senden razı olsun. Allah gönlüne göre versin.
Birkaç gün sonra... Hacı adayları yola revan oluyorlar...
Rıfkı amca arkadaşlarını yolcu ederken bir garip halde.
O mübarek topraklara gidemediği için yüreği buruk.
Gerçi çaresiz bir annenin imdadına yetiştiği için de huzurlu.
Bu garip duygularla yol arkadaşlarını uğurlayıp, mahzun
bir şekilde arkalarından el sallarken, Rıfkı amcanın çocukları,
babalarının bu haline doğrusu çok üzülüyorlar.
İkibuçuk ay boyunca hacdan dönen arkadaşlarının yolunu
gözlüyor Rıfkı amca. Hiç olmazsa onlardan dinleyecek
o mübarek yerleri... Ama Rıfkı amcanın ailesi bir kere
daha şaşıracak. Çünkü hacdan dönen arkadaşlarının soluk
aldığı ilk yer Rıfkı amcanın evi. Herkes Rıfkı
amcaya gelip, hürmetle elini öpmek için eğiliyor.
Rıfkı amca bile şaşkın:
-Hayırdır, hacdan dönen sizsiniz. Ben size gelecekken?
-Sen oradaydın. Bizden sonra nasıl gittin? Bizden önce
nasıl döndün sen oradan?
Hacı Rıfkı?
-Yanılmış olmayasınız.
-Nasıl yanılırız Hacı Rıfkı, Bize bu yeşil akikleri
hediye vermedin mi?
Rıfkı amcanın buğulu gözleri uzak ufuklara dalıp giderken,
hacı arkadaşları hala, ellerindeki yeşil akikleri Rıfkı
amcaya gösterip onu inandırmaya çalışıyorlardı.