Kamyonet daha yeni hareket etmişti.
Radyoda ki konuşma yapan sunucunun sesi. '' Rahat olun. '' diye bir konuşmayla başlıyordu. O arada kamyonetin otobana girdiğini fark etmemişti.
'' Sizlere bir şey öğretmek mi? Asla böyle bir niyetim yok. Sadece ezberlediğimiz yaşam değil. Ezbere dönüştürebileceğimiz, kendi ezberimiz gibi yaşayabileceğiniz bir yaşam. ''
Ne diyor diye içinden sayıklarken kafası iyice karışmaya başladı. O arada da hem kamyonetin şoförüne yolu tarif etmekte, hem de radyodaki konuşmayı düşünmekteydi.
Ne mi yapıyordu?
Nakliye, bildiğimiz bir yerden bir yere mal taşıması. İşi için gerekli, daha doğrusu ticareti için gerekli malzeme ihtiyaç listesini tamamlamaya gayret ediyordu. Alın terinin getirisiyle nasibini hak etmeye çalışıyordu. Mutluluk kimsenin tekelinde değil diye düşündü bir ara. Sonra tekrar döndü radyodaki satırlara
'' Melankoliyle, bilinç arasında gelir, gider olduk. Bizler, bizlere meslek, iş öğretir olduk. Adeta hepimiz bir çalıştırıcı, bir bakan, hatta bir başbakan olduk. Bir şeyler öğretir olduk.
Öğretmenin ustası oldukta acaba; öğrenebilen olduk mu?
Peki, kendimiz, kendimiz olalı acaba karşımızdakilerin ne yaptığını anlar olduk mu? ''
Günler, haftalar, aylar boyunca piyango gibi bir yaşam, yaşanıyor. Yaşam peşi sıra akan, kime niyet, kime kısmet bir durum haliyle akıyor. Bu düşünceyle düşünürken de çevremizi değiştirmenin ihtiyacını duyuyor. Arabamızı, işimizi, gelirimizi hatta eşimizi, sevgilimizi de değiştirmeyi de düşünmüyor değiliz. Kendimizi değiştirmemiz gerektiğini, çoğu zaman ihtiyacını olmadığını düşünüyoruz. Ezberlemiş bir tutum içinde yaşıyoruz hayatın satır aralarını. Sonrasında da maçın sonuçlarına, ülkenin başbakanının konuşmasına, sevgilinin edasına söyleniyoruz. Hep ezberlediğimi oynayayım; sonrasında da büyük ikramiye bana çıksın diyebiliyoruz.
Benim bildiğim piyangodaki büyük ikramiye bir tanedir. Evet bu çok doğru. Doğru doğrusuna da bence herkes için büyük ikramiye kendisindeki farkı fark etmesini bulunmaktan geçiyor.
Felsefik bir halde '' Haticeye bakma neticeye bak.'' deyip; öğrenmenin öğrenmesinin unutulduğu bir yaşamda mutlu olamıyoruz. Tahammül edemeyebilip, birbirimizi kırabiliyoruz. Sonrasında da sırtımızı dönük gidiyoruz, yaşamın yalnızlarının arasına. İnandığımız tüm değerler sarsılıyor içimizde birden çok yakın oluyor yalnızlık duygusu kalabalık şehir yaşantısında. O duyguyla tüketiyoruz tüm bedellerimizi yok yere. İnsanlar tarafından kuşatılmış çevremizi değiştirip, yalnız kabuğumuza çekiliyoruz çoğu zaman. Çoğu zamansa o mekân senin, bu mekân benim diye; mekân yolcusu oluyoruz. İşte bundan dolayı da çok yanılır oluyoruz.
Nedenlerimize bedel ödeyeceğimize, hep elde edeceğimiz sonuçların farklı olmasını istiyoruz. Sonrasında da bir sinemaya gitmenin, bir parkta yürümenin, çocuğunla paylaşacağın zamanın en büyük ikramiye olduğunu kaçırabiliyoruz. Mademki çevremiz var; neden bu kadar yalnızlık çektiriyoruz kendimize?
Neden bu kadar bekliyoruz çevremizden, kendimizden bir dirhem beklemeksizin.
Neden krem şanti gibi köpükleşmiş, kabarmış bir kek gibi yaşam istiyoruz.
Neden, emeğimizi, kahvenin telvesindeki tat kadar suya işleyen lezzetini yaşama karıştırmıyoruz?
Neden özümsemiyoruz kendimizdeki gücü?
Nedenlerin ne kadar çoksa yaşamın o kadar dolacak;
Yaşamının o zaman bereketli olacaktır. Bereketiniz bol olsun.