Osmanlıca Kelimeler

Son güncelleme: 18.10.2022 16:05
  • osmanlı sözlüğü - osmanlıca kelimeler
    ÂBÂ VÜ ECDAD: Babalar, dedeler, atalar.
    ABÂ: Bazı dervişlerin ve ilmiye mensuplarının giydikleri yünden yapılmış bir giysi.
    ABD: Kul, köle, mahlûk. Tasavvufta kâmil müslüman.
    ABD-İ MEMLUK: Kul, köle.
    ABES: Boş, saçma.
    ÂB-I HAYAT: Hayat suyu, içene ebedî hayat veren efsanevî su.
    ÂBİR-İ SEBÎL: Yolda giden yolcu.
    ACÂİB VE GARÂİB: Anlaşılmaz ve tuhaf.
    ACÂİB-İ DEKÂİK: Anlaşılmaz hileler, ince oyunlar.
    A'CEMÎ: Arap olmayan.
    ACÎB: Şaşılacak ve hayret edilecek şey.
    ACÛZ: Âcizler, beceriksizler, yaşlı kadın.
    ACZ-I BEŞERÎ: İnsanın acizliği, güçsüzlüğü.
    ACZ-I KÜLLÎ: Tam güçsüzlük.
    A'DÂ: 1. "Adüvv"ün çoğulu. Düşmanlar. 2. Pek zâlim, pek gaddar.
    A'DÂD: "Aded"in çoğulu. Sayılar.
    ÂDÂT-I CARİYE: Kullanılan âdetler, yaşayan sosyal kurallar.
    ADÂVET: Düşmanlık, husumet.
    ADEM: Yokluk.
    ADEM-İ KÜLLÎ: Tam yokluk.
    ADEM-İ MÜSÂVÂT: Eşitsizlik.
    ADEMÎ: Yokluğa ait.
    ÂDET-İ CÂHİLİYYE: İslâm'dan önceki putperestlik ve müşriklik devrine ait âdet.
    ÂDETULLAH: Allah'ın kâinatta câri olan usûl ve kanunu, sünneti.
    ÂDİL: Adalet sahibi, doğru adaletli.
    ADÎL: Benzer, eş, akran.
    ADL: Adalet, çok adaletli.
    ÂFÂK: "Ufuk"un çoğulu. Ufuk, yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak daire. Âfak, ufuklar, dış âlemler.
    ÂFÂKÎ: Havâî, herhangi bir dayanağı olmayan şey. Mekke'ye mikat sınırları dışından gelenler.
    ÂFÂT: Âfetin çoğulu, musibetler, büyük felaketler.
    ÂFÎF: İffetli, namuslu, terbiyeli, haramdan sakınan, nezih.
    AFV Ü GUFRÂN: Bağışlama ve yarlığama.
    AFV: Affetme, suçu bağışlama.
    ÂGÂH: Uyanık, basiretli haberdar.
    AĞNAM: "Ganem"in çoğulu. Davarlar, koyunlar, keçiler.
    AĞNİYÂ: "Ganî"nin çoğulu. Zenginler.
    AĞRAZ: Maksatlar, arzular, amaçlar.
    AĞRAZ-I DÜNYEVİYYE: Dünyevî maksatlar, dünyevî niyetler, amaçlar.
    AĞRÂZ-I FÂSİDE: Bozuk maksatlar, bozguncu niyetler.
    AĞRAZ-I NEFSÂNİYYE: Nefsanî maksatlar, nefsî arzular.
    AĞRAZ-I ŞAHSİYYE: Şahsî maksatlar, ferdî niyetler.
    ÂĞÛŞ: Kucak, sığınılacak yer.
    AĞYÂR: Başkaları, düşmanlar, yabancılar.
    ÂHAD HABER: Bir kişi tarafından rivayet edilen hadis veya rivayetler.
    ÂHÂD: "Ehad'in çoğulu. Birler, birden dokuza kadar olan sayılar.
    ÂHAR: Başkası, diğeri, yabancı.
    AHBÂR: "Haber"in çoğulu. Haberler.
    AHBÂR-I SADIKA: Doğru haberler.
    AHD U EMÂN: And ve emniyet, korkusuzluk, güvenlik.
    AHD U MÎSÂK: Yemin ve anlaşma, kesin söz.
    AHD: 1. Söz verme. 2. Yemin, and. 3. Devir, zaman, gün.
    AHD-İ HARİCÎ: Daha önceden ismi bilinen kişilere veya şeylere işaret eden Lâm-ı tarif.
    ÂHENG: Uygunluk ve düzen.
    AHFÂ: Çok gizli, en gizli.
    AHFÂD: "Hafîd"in çoğulu. Torunlar.
    AHİD: (Bak: AHD).
    ÂHİR ZAMAN PEYGAMBERİ: Son zaman Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.).
    ÂHİR ZAMAN: Son zaman, dünyamızın son çağı.
    AHİZ: (Bak: AHZ)
    AHKÂM: Hükümler, kanunlar.
    AHKÂM-I AMELİYYE: Tatbikata ait hükümler, uygulanan kurallar.
    AHKÂM-I EZELİYYE: Ezelî hükümler, başlangıcı bilinmeyen hükümler.
    AHKÂM-I FER'İYYE: Asla ait olmayan, ikinci derecedeki hükümler.
    AHKÂM-I ULUHİYYET: Allahlık hükümleri, ilâhlık hükümleri.
    AHKÂM-I UMÛMİYYE: Umûmî hükümler.
    AHKEMU'L-HÂKİMİN: Hükümdarların hükümdarı, hâkimlerin hâkimi olan Allah.
    AHLÂK-I ZEMÎME: Kötü huylar, çirkin davranışlar.
    AHLÂM: "Hulm"ün çoğulu, karışık rüyalar.
    AHRÂR: Hürler, esir ve köle olmayanlar.
    AHSEN: "Husn"den. En güzel, pek güzel, daha güzel.
    AHSEN-İ TAKVÎM: En güzel ve en iyi kıvamda en güzel biçimde.
    AHSENÜ'L-KASAS: 1. Kıssaların, hikâyelerin en güzeli. 2. Yusuf Sûresi.
    AHZ: 1. Alma, tutma, kabzetme, 2. Kabul etme. 3. Tessellüm. 4. Sorgulama.
    AKABE: 1. Sarp ve çıkılması zor yokuş, bâdire. 2. Tehlike. 3. Tehlikeli geçit. 4. Bugün Ürdün sınırları içinde bulunan bir şehir.
    AKÂİD: Akîdeler, inançlar, dinin itikadî hükümleri.
    AKAR: Gelir, gelir getiren gayr-ı menkuller.
    AKD: 1. Anlaşma, sözleşme. 2. Bağlama, düğümleme.
    ÂKIBET: Nihayet, sonuç.
    ÂKIDEYN: Anlaşma veya sözleşme.
    ÂKIL BÂLİĞ: Ergenlik, olgunluk çağına gelen.
    ÂKILÂNE: Akıllıca.
    AKÎDE: İtikad, iman.
    ÂKİF: 1. İbadette devamlı olan kimse. 2. Sebat eden.
    AKİKA: Yeni doğan çocuk için Allah'a şükür maksadıyla kesilen kurban.
    AKÎM: 1. Beyhude, boş yere. 2. Kısır erkek veya kadın.
    AKL-I SELÎM: Doğru düşünen, doğru anlayan, doğru karar veren akıl.
    AKLÎ: Akla ait, akla uygun.
    AKRÂN: Birbirine benzeyenler, em-sâl, yaşıt, denk.
    AKRİBA: Akraba, aralarında soy veya sihriyetçe yakınlık olanlar.
    AKSÂ: En uzak, en son.
    AKSÜ'L-AMEL: Tepki, istenilen şeyin zıddının hâsıl olması.
    AKTAR: Baharatçı.
    AKTÂR: Kuturlar, çaplar, dairenin merkezinden geçen hatlar, bölgeler, taraflar. Her taraf.
    AKVÂ ve AHZAR: Daha kuvvetli ve daha açık.
    AKVÂ: Daha kuvvetli, en kuvvetli.
    AKVÂL: "Kavl"in çoğulu. Kaviller, sözler.
    AKVÂM: Kavimler, milletler.
    AKVÂM-I SÂİRE: Diğer kavimler.
    A'LÂ: En yüce.
    ALADDERECÂT: Derecelere göre.
    ALÂK SÛRESİ: Kur'ân-ı Kerim'in 96. sûresi.
    ALAKA: "Alak"dan yapışkan sıvı, embriyo.
    ÂLÂM: Elemler, kederler, acılar.
    ALÂMET: İşaret, nişan.
    ALÂMET-İ FARİKA: Bir şeyi diğerinden ayırıcı işaret. Belirgin özellik.
    ÂLÂT: Âletler, vasıtalar.
    ÂLÂT-I CİSMANİYYE: Maddî âletler.
    A'LÂ-YI İLLİYYÎN: Cennette en yüksek derece, olgun kişilerin Allah katındaki dereceleri.
    ALE'L-HUSÛS: Hususiyetle, özellikle.
    ALE'L-USÛL: Usûl üzere. Usûle göre, usulen.
    ÂLEM: Kâinat, dünya.
    ALEMDÂR: Bayraktar, sancaktar.
    ÂLEM-İ CİSMANİYYE: Maddî âlem, kâinat, dünya.
    ÂLEM-İ EŞBÂH: "Şebah"tan: 1. Cisimler âlemi, varlıklar âlemi. 2. Hayaller âlemi."Şibh ve şebih"den: Misaller âlemi.
    ÂLEM-İ KABİR: Kabir âlemi.
    ALESSEVİYYE: Aynı seviyede, eşit olarak.
    ÂL-İ FİRAVUN: Firavun ailesi. Firavun soyu.
    ÂLİŞÂN: Şan ve şerefi yüksek olan.
    ALİYYU'L-A'LÂ: Pek iyi. Fevkalâ-de.
    ALLAH BES BÂKÎ HEVES: Allah yeter, başkası gelip geçici istektir, hevestir.
    ALLÂME: Bilginlerin en bilgilisi.
    ALLÂMÜ'L-GUYÛB: Esmâ-i Hüs-nâ'dan biri, bütün gizlileri bilen Allah.
    ÂMÂ: Kör.
    AMDEN: Kasten, bile bile, isteyerek.
    AMELDE İ'TİDÂL: Amelde aşırılıktan uzak, dengeli.
    AMEL-İ SALİH: Allah'ın rızasına uygun olan her iş.
    AMELİKA: Eskiden Sîna yarımadasında yaşamış olan bir kavim.
    AMÎK: Derin. Bahr-i amîk: Derin deniz. Fikr-i amîk: Derin düşünce.
    ÂMİL: 1. Sebep. 2. İş yapan. 3. Zekat toplayan memur.
    ÂMM: Umumî, genel.
    AMR: Bir erkek ismi.
    AMÛD: Direkler, sütunlar.
    ANÂSIR-I MUHTELİFE: Çeşitli unsurlar.
    ANKA-YI MUĞRİB: İsmi var, cismi yok. Ankâ kuşu.
    ANVETEN: Cebren, kahren, zorla, sıkıntı ile.
    ANYEDİN: Elden.
    ÂRÂBÎ: Bedevî. Çölde yaşayan köylü.
    A'RÂF: Cennetle cehennem arasında bulunan bir yer.
    ARAFAT: Mekke'ye 12 mil yani takriben 20 km. uzaktaki bir yer. Hacca gidenler Zilhicce'nin 9. günü buraya gelerek bir müddet vakfe yaparlar.
    ARASAT: Mahşer yeri, haşir ve neşir meydanı.
    ARAZ: 1. İşaret, alâmet. 2. Tesadüf. 3. Kaza, felaket. 4. Kendi kendine vücut bulmayıp başka bir cevherle meydana gelen hal ve keyfiyet.
    AREFE: Kurban bayramından bir önceki gün.
    ARIZÎ: Sonradan hasıl olan şey. Geçici.
    ÂRÎ: Temiz, hür, uzak.
    ÂRİF: Anlayışlı, bilgili.
    ARŞ: 1. Taht. 2. Dokuzuncu gök. 3. Çardak. 4. Cenab-ı Hakk'ın kudret ve azametinin tecelli ettiği yer.
    ARZ: yeryüzü, dünya, genişlik.
    ARZ-I MUKADDES: Kutsal ülke. Kudüs, Filistin.
    ASÂ: Değnek, sopa, baston.
    ASABÂT: 1. Baba tarafından olan akrabalar. 2. Şer'an miras alamayan akrabalar.
    ASABE: Baba tarafından akraba olanlar.
    ASAHH-I RİVÂYET: En doğru olan rivayet.
    ÂSÂR: Eserler.
    ÂSÂR-I ATÎKA: Eski eserler.
    ASÂ-YI MÛSÂ: Hz. Musa'nın sopası.
    ASGARİ: En az, en küçük.
    ASHAB: Hz. Peygamber'i mümin olarak gören ve o iman üzere ölen kimseler.
    ASHÂB-I KEHF: Mağara arkadaşları. Bunlar, zamanlarındaki zalim hükümdarlarının şerrinden mağaraya sığınan ve orada yıllarca uyutulduktan sonra tekrar diriltilen, köpekleri ile birlikte, yedi sekiz kişiydiler.
    ASHAB-I MEŞ'EME: Uğursuz, şerli kişiler, kötüler.
    ASHAB-I MEYMENE: Uğurlu kişiler, iyi kimseler.
    ASHAB-I YEMİN: Uğurlu, meymenetli kimseler.
    ÂSIF: Şiddetli rüzgar, fırtına.
    ÂSİ: İsyan eden.
    ÂSİM: Günah işleyen, günahkâr.
    ASNÂM: "Sanem"in çoğulu. Putlar.
    ASR: 1. İkindi namazı. 2. İkindi vakti. 3. Yüzyıl, çağ.
    AŞR: Kur'ân-ı Kerim'den on âyet miktarı okunan kısım.
    ATÂ: İhsan, lütuf, bağışlama.
    ATALET: Tembellik, hareketsizlik.
    ATF-I BEYAN: Kapalı bir sözü, açıklayan cümle.
    ATIF (ATF): 1. Eğme, meyletme, 2. Bağlama.
    ÂTİH: Bunak.
    ATİYYE: Hediyye, ihsan, bahşiş.
    ATTAR: (Bak: AKTAR)
    AVÂLÎ: Yüceler, büyükler. Medine etrafındaki semtler.
    AVAM: 1. Halk. 2. Soylu veya bilgin olmayanlar.
    AVÂMİL: 1. Âmiller, sebepler. 2. Arap nahvine ait ve bu isimdeki kitap.
    A'YÂN: 1. İleri gelenler. 2 Gözdeler.
    A'YÂN-I SABİTE: Allah'ın ilminde varlıkların değişmez suretleri, öz mahiyetleri.
    ÂYÂT: Âyetler.
    ÂYÂT-I BEYYİNAT: Açık seçik âyetler.
    ÂYÂT-I TEKVİNİYYE VE TEŞRİİYYE: Yaratılışa ve şeriata ait âyetler.
    AYIN: Arap alfabesinin 21. harfi. Ebced hesabında sayı değeri 70'dir.
    ÂYİN: 1. Tören, âdet. 2. Dinî bazı gösteriler. Mevlevî âyini gibi.
    AYN: 1. Göz, 2. Pınar. 3. Eşyanın hakikatı.
    AYNE'L-YAKÎN: Müşahede ve keşif ile hâsıl olan ilim.
    A'ZÂ: Uzuvlar, organlar, üyeler.
    AZÂB: 1. Büyük sıkıntı, şiddetli elem. 2. Dünyada işlenen günahlara karşı ahirette çekilecek ceza.
    AZÂB-I NÂR: Cehennem azabı.
    ÂZÂDE: Serbest, hür, kayıtlardan kurtulmuş.
    AZ'AF-I MUZÂAF: Kat, kat, pekçok.
    AZAMET: Büyüklük, kibirlilik.
    AZDÂD (EZDÂD): Zıd olan şeyler.
    AZHAR: En açık:
    AZÎMÜ'Ş-ŞÂN: Şânı büyük.
    AZÎZ: 1. Allah'ın isimlerinden biri. Değerli. 2. Ermiş, velî.
    BAB: 1. Kapı. 2. Fasıl, bölüm.MİNE'L-BAB İLE'L-MİHRAB: Kapıdan mihraba dek, baştan sona kadar.
    BÂDİYE: Kır, ova, sahra, çöl.
    BÂGÎ: Âsi, baş kaldırmış, haksızlık eden.
    BAĞÇE: Bahçe.
    BAĞTETEN: Ansızın, zulüm, isyan.
    BAĞY: Azgınlık, zulüm, isyan.
    BAHIYRE: Cahiliyye devrinde beş batın doğuran devenin beşinci yavrusu erkek olursa kulağı yarılır ve salıverilirdi. Artık hiç bir işte kullanılmayan bu deveye bu ad verilirdi.
    BÂHİL: 1. İşsiz, avare, başı boş. 2. Yularsız deve.
    BAHÎL: Cimri, tamahkâr.
    BÂHİR: 1. Yalancı, ahmak. 2. Ekin sulayıcı, sulayan. 3. Belli, açık. 4. Işıklı, parlak, güzel.
    BÂHİRE: 1. Çok koşan cins deve. 2. Dikenli ağaç.
    BAHR Ü BERR: Deniz ve kara.
    BAHŞ: Bağış, ihsan.
    BÂİN: Dibi geniş kuyu, bostan kuyusu.
    BÂİS: 1. Sebep olan, gerektiren. 2. Gönderen. 3. Yeniden yaratan.
    BAKAR: Sığır, öküz, manda cinsleri.
    BAKARA: 1. Sığır, inek. 2. Kur'ân-ı Kerim'in ikinci sûresi: Bu sûrede yahudilere bir inek kurban etmeleri emredilip bu konuda geniş bilgi verildiğinden, sûre bu adı almıştır.
    BAKİYYE: Artan, artık, geri kalan.
    BÂLİĞ: 1. Erişmiş, vâsıl olmuş, son mertebeyi bulan. 2. Yekûn.
    BÂP: (Bak: BÂB)
    BÂR: 1. Allah. 2. Yemiş, meyva. 3. Yük, ağırlık. 4. Yağdıran, serpen, döken.
    BÂRİD: 1. Soğuk. 2.Letafetten uzak nâhoş.
    BÂRİZ: Açık, belli, âşikâr, zâhir.
    BA'S: 1. Gönderme, yollama, gönderilme. 2. Allah'ın bir peygamberi, Hak dinine davete memur buyurması. 3. Dirilme veya diriltme.
    BASAR: 1. Görme, görüş, görme yeteneği. 2. Zihnî algı.
    BÂSİR: Gören, görüp anlayan, ferasetli, zeki.
    BASÎRET: Doğru görüş, gönül gözü ile görme, uyanıklık.
    BAST: 1. Yayma, açma. 2. Özellikle hurufilikte cezbe ve tefekkür içinde kendinden geçmeyi ifade eder.
    BÂTIN: 1. İç, içyüz, gizli, sır, derunî. 2. Allah'ın isimlerinden.
    BATN: Karın, kuşak, nesil.
    BÂYİN: Aralayıcı, ayıran, ayırıcı özellik.
    BA'Z: Bir şeyin bir bölümü,bir parçası, bazısı.
    BED NAZAR: Kötü bakış.
    BED: Kötü, çirkin, işe yaramaz.
    BEDÂ'-BEDA'AT: Güzellik, yenilik, bediilik.
    BEDÂHET: 1. Açıklık, bellilik. 2. Ansızın ortaya çıkma.
    BEDÂYİ': İcat edilmiş güzel şeyler. Sanat eserleri.
    BEDBAHT: Talihi kötü olan, talihsiz.
    BED-BİN: Her şeyi kötü gören, karamsar.
    BEDEL: 1. Değer, kıymet. 2. Başkasının parası ile onun yerine hacca giden kimse yerine geçen.
    BEDEL-İ BA'Z: Geniş anlamlı bir sözün bir kısmına yapılan açıklama.
    BEDEL-İ İŞTİM'ÂL: Geniş ve genel anlamlı bir sözün bir noktasını açıklayan cümle.
    BEDEL-İ KÜLL: Kapalı bir söze bütün yönleriyle yapılan açıklama.
    BEDEVÎ: Çölde çadırda yaşayan göçebe, çöllü, Arap göçebesi.
    BEDİA: 1. Yaratma. 2. Estetik değeri yüksek, sanat eseri, eşine az rastlanan güzel.
    BEDİHİ: 1. İspat gerekmeyecek şekilde açık. 2. Akla kendiliğinden gelen.
    BEDİÎ: Güzel, beğenilen, sanatlı söz.
    BEDR-BEDİR: 1. Dolunay, ayın ondördü. 2. Mekke ile Medine arasında bulunan Bedir gazasının yapıldığı yer.
    BED-TAHRİR: Kötü yazı.
    BEHA-BAHA: 1. Güzellik, süs, pırıltı. 2. Kıymet, değer, bedel.
    BEHAİM: 1. Dört ayaklı hayvanlar. 2. Suriye'de bir sıradağ.
    BEHÇET: Güzellik, güleryüzlülük, sevinç.
    BEHİME-İ EN'AM: Deve, sığır, koyun gibi dört ayaklı hayvanlar.
    BEHİMÎ: Hayvana yakışır tarzda, hayvanlık.
    BEİS-BE'S: 1. Zarar, ziyan. 2. Korku, azap, sıkıntı, fenalık. 3. Kuvvet, kudret.
    BEKA: Devam, sebat, evvelki hal üzere kalmak, ölmezlik, ebedilik.
    BEKA-YI ERVAH: Ruhların kalıcılığı, devamlılığı.
    BEKA-YI RUH: Ruhun kalıcılığı, ölmezliği.
    BELAGAT Ü FESAHAT: Tam yerinde açık ve güzel söz söyleme.
    BELAGAT: İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği ve sanatı, uzdillik.
    BELİĞ: 1. Açık, düzgün söz söyleyen. 2. Güzel, sanatlı söz. Belâ-gatli.
    BENÂM: Namlı, ünlü, meşhur.
    BENAN: Parmak ucu.
    BENÎ İSRAİL: İsrailoğulları, yahudiler.
    BERAAT: 1. Temizlik, arılık. 2. Olgunluk, güzellik.
    BERA'ÂT-I İSTİHLÂL: Söze güzel ve etkili başlangıç.
    BEREKÂT: Bolluklar, uğurlar, hayırlar.
    BEREKÂT-I KELÂMULLAH: Allah kelâmının verdiği feyizler, bolluklar, uğurlar.
    BER-HAYAT: Sağ, diri, yaşayan.
    BERÎ: Sâlim, kurtulmuş, temiz arınmış.
    BERİ: Yakın mesafe, ötenin zıddı.
    BERK: 1. Şimşek, parıltı, kıvılcım. 2. Sert, katı.
    BERR: 1. Doğru sözlü, hayır işleyen kimse. 2. Kara, toprak.
    BER-TARAF: Bir yana atılan, ortadan kalkan. Bertaraf etmek: Ortadan kaldırmak, yok etmek.
    BERZAH ÂLEMİ: Ruhlar âlemi.
    BERZAH: 1. İki şey arasındaki mesafe, aralık. 2. Can sıkıcı. 3. İnce uzun kara parçası. 4. Dünya. 5. Ruhların kıyamete kadar bulunacakları yer.
    BES: Yeter, yetişir, tamam, kâfi, çok.
    BE'S: Zarar, ziyan, azap, şiddet, fenalık.
    BEŞÂRET: Müjde, muştu, iyi haber.
    BEŞÂRET-ÂVER: Müjdeci, iyi haber getiren.
    BEŞER: İnsan, bütün insanlar, Ebu'l-Beşer: İnsanlığın babası, Hz. Âdem.
    BEŞERİYYET: 1. İnsanlık. 2. İnsanın yaratılış özellikleri.
    BEŞİR: 1. Müjdeci, iyi haber getiren,güleryüzlü. 2. Hıristiyan Araplar'da İncil yazan veya hıristiyanlık akidelerini telkin eden kimse. 3. Peygamberimizin bir vasfı.
    BEY': Satma, satılma, satış.
    BEYAN İLMİ: Belâgat ilminin,hakikat, mecaz, kinaye, teşbih ve istiare gibi konularından bahseden bölümü.
    BEYÂN: Anlatma, açıklama sanatı.
    BEYN: Aralık, arasında, arada.
    BEYNÛNET: 1. İki şey arasındaki mesafe, aralık. 2. İhtilaf, anlaşmazlık, ara açıklığı.
    BEYT: Ev, mesken, oda, oba.
    BEYT-İ ATİK: Eski ev, Kâbe.
    BEYT-İ MAMUR: Kâbe'nin tam üzerinde yedinci kat gökte bulunan ve melekler tarafından tavaf edilen bir köşk.
    BEYTULLAH: Allah'ın evi, Kâbe, insan kalbi.
    BEYTÛTET: Geceleme, bir yerde geceyi geçirme.
    BEYTÜ'L-MAKDİS: Mukaddes ev, Mescid-i Aksa, Kudüs'teki büyük camii.
    BEYYİN: Belli, açık, âşikar.
    BEYYİNÂT: Açık, belli şeyler.
    BEYYİNE: 1. Delil, şahit. 2. Kur'ân'ın 97. sûresi.
    BEYZÂ: 1. Çok beyaz. 2. Demirden savaşçı başlığı. 3. Yumurta.MİLLET-İ BEYZÂ: Beyaz millet, müslümanlar.
    BEZL: Bol bol verme.
    BÎA-BİYAT: Birinin hakimiyetini kabul etmek, emirlerine uyacağına söz vermek.
    BİAT OLUNMAK: Birine itaat edilmek, hükmüne girmek.
    BİD'AT: 1. Sonradan ortaya çıkan şey. 2. İslâm'da Peygamberimizden sonra ortaya çıkan değişik âdetler.
    BİD'AT-I HASENE: Beğenilebilir, güzel yenilikler.
    BİD'AT-I SEYYİE: Kötü yenilikler.
    BİDÂYET: Başlama, başlangıç.
    BİDAYETEN: Başlangıçta, ilkin.
    BİİZN-İ HÜDA: Allah'ın izni ile.
    BÎKARAR: 1. Kararsız. 2. Rahatsız.
    BİKR: Dokunulmamış, bekâret, bâ-kire.
    BİKR-İ FİKR: Hiç söylenmemiş, yeni fikir.
    BİLÂ BEDEL: Bedelsiz, karşılıksız.
    BİLÂ KAYD Ü ŞART: Kayıtsız şartsız.
    BİLÂ: ... sız.
    BİLAD: Beldeler, şehirler, memleketler, kasabalar.
    BİLÂD-İ ARAB: Arab ülkeleri.
    BİLAFASILA: Fasılasız, aralıksız.
    BİLÂH: Arkaları büyük olan kadınlar.
    BİLLUR: 1. Duru, kristal. 2. Necef taşı.
    BİN: Oğul.BİN MEHMED: Mehmed'in oğlu.
    BİNA: 1. Yapı, ev. 2. Yapma, kurma. 3. Göz, gören, görücü.
    BİNAEN ALA ZÂLİK: Bunun üzerine, bundan dolayı.
    BİNAEN: ...den dolayı, ...den ötürü.
    BİNÂENALEYH: Ondan dolayı, onun üzerine, şu halde.
    BİRR: İyilik, güzellik, hayır, anaya babaya itaat. 2. Dininde ibadetinde kuvvetli olan. 3. Bağışta bulunma.
    Bİ'SET: Gönderme.
    Bİ'SET-İ MUHAMMEDİYE: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberlikle görevlendirilmesi.
    Bİ'SET-İ NEBEVİYYE: Peygamberin, peygamberlikle gönderilişi.
    BU'D: Uzaklık, aralık, boyut.
    BU'D-İ MESAFE: Gidilen yolun uzaklığı.
    BUĞZ: Düşmanlık duyma, nefret, kin.
    BUĞZETMEK: Kin gütmek, düşman olmak.
    BUHÛL: Cimrilik, tamahkârlık.
    BUK'A: 1. Ülke, yer. 2. Büyük bina. 3. Benek, leke.
    BURAK: Peygamberimizin mirac gecesi bindiği binek.
    BURC: 1. Kale, yüksek bina. 2. Herhangi bir şekli gösteren ve özel ad alan sâbit yıldızlar topluluğu, galaksi. 3. Güneşin girip çıktığı on-iki burçtan her biri: Yengeç, kova, akrep.
    BURC-İ ÂBÎ: Suya ait burçlar: Yengeç, akrep, balık.
    BURC-İ BÂDÎ: Havaya ait burçlar: İkizler, terazi kova.
    BÜHTAN ETMEK: İftira etmek.
    BÜHTAN: Yalan, iftira, birine işlemediği suçu yükleme.
    BÜLEGA: Belegat sahipleri, düzgün ve güzel konuşanlar, beliğ olanlar.
    BÜLEGA'-İ BEŞER: Belegat ilmi mütehassısları.
    BÜLEGÂ-İ ULEMÂ: Belagat bilginleri ve âlimler.
    BÜLÛĞ: 1. Erginlik, olgunluk çağına girme, yetişme. 2. Yaklaştırma.
    BÜNÜVVET: Oğulluk, evlatlık.
    BÜNYÂN: Yapı, bina, bir şeyin yapısı.
    BÜNYAN-I MERSUS: Birbirine lehimlenmiş, kenetlenmiş yapı.
    BÜRHAN: Kesin delil, hüccet.
    CÂFÎ: Cefâ çektiren, eziyet eden.
    CÂH: İtibar, makam, mevki.
    CÂHİLİYYE: Kelime olarak cahilliğe ait mânâsına gelir. Terim olarak İslâmiyetten önceki putperest dönemi ifade eder.
    CAHÎM: Cehennem.
    CÂİL: "Ceale" kökünden yaratıcı, yapıcı.
    CÂİLU'N-NÛR: Nûr'un yaratıcısı.
    CÂİZE: Armağan, övücü şiirleri için eskiden şairlere devlet büyükleri veya aşiret büyükleri tarafından verilen para veya mal.
    CA'L: Yapma, meydana getirme, yaratma.
    CA'LÎ: Sahte, yapmacıklı, düzme.
    CÂLİB-İ DİKKAT: Dikkat çekici.
    CÂMİ: 1. Toplayan, derleyen. 2. İçerisinde namaz kılınan ve mescidden büyük olan ibadethane.
    CÂMİD: 1. Donmuş, hareketsiz. 2. Gelişmeyen, gelişme kabiliyeti olmayan.
    CÂNİB: Cihet, yön, taraf, yan.
    CÂRİYE: 1. Savaşta gayr-i müslimlerden esir olarak alınan kız ve kadınlar. 2. Hizmetçi kız.
    CÂY-İ İŞKÂL: Güçlük, zorluk, müşkülât noktası.
    CÂZİBE: Cezbeden, çeken, yer çekimi.
    CÂZİBE-İ FÂNİYE: Geçici güzellik, fânî güzellik.
    CÂZİBE-İ MUTLAKA: 1. Mutlak çekici kuvvet. 2. Yegane çekici kuvvet. 3. Geçici güzelliğin zıddı olan ebedî güzellik.
    CÂZİBE-İ UMÛMİYYE KANUNU: Yerçekimi kanunu.
    CEBÂBİRE: Cebredenler, zorbalar, zâlimler.
    CEBBÂR: 1. İlâhî isimlerdendir. Dilediğini yapan, kudret ve güç sahibi Allah. 2. Zalim, müstebit kişi. 3. Gökyüzünün güneyinde bulunan bir yıldız kümesi.
    CEBBÂRÂNE: Cebbârcasına, zorbalıkla.
    CEBEL: Dağ.
    CEBR U İKRAH: Zorlama ve baskı yapma.
    CEBR-İ MAHZ: Sırf cebir, mutlak cebir.
    CEBRİYYE: Cüz'î iradeyi inkâr eden mezhep.
    CEDİD: Yeni.
    CEHD: Çalışma, çabalama.
    CEHELE: Cahiller.
    CEHL U DALÂLET: Cehalet ve sapıklık.
    CEHL: Bilmezlik, cehalet.
    CEHR: Açıktan söyleme, açık olarak okuma.
    CELÂDET: Kahramanlık, yiğitlik.
    CELÂL: Büyüklük, ululuk. Zü'l-celâl: Celâl sahibi Allah.
    CELÂL-İ KİBRİYÂ: Allah'ın büyüklüğü.
    CELB-İ MASLAHAT: İyilik, dirlik ve düzeni sağlayıcı, fayda getirici.
    CELB-İ MENFAAT: Menfaat celbedici, çekici, fayda sağlayıcı.
    CELDE: Kamçı ile vücuda vuruşlardan her bir vuruş. (Fıkhî ıstılah)
    CELÎ: Aşikar, belli, parlak, açık.
    CEM U TEVFİK: Toplama ve uygunlaştırma, uzlaştırma.
    CEMAAT: Topluluk, imam arkasında namaz kılan topluluk.
    CEMAAT-I NÂCİYE: 1. Cehennemden kurtulacak ehl-i sünnet cemaatı. 2. Selâmete, kurtuluşa erecek cemaat.
    CEMÂDÂT: Cansızlar.
    CEMÂL: 1. Allah'ın lütf ve ihsan sıfatıyla tecellisi. 2. Yüz güzelliği.
    CEMÂL-İ HAK: Allah'ın güzelliği ki, müminler cennette onu temaşa edeceklerdir.
    CEMÂLULLAH: 1. Allah'ın cemâlı, Allah'ın güzelliği. 2. Allah'ın lütfu ihsaniyle tecellisi.
    CEMEL: Deve.
    CEM'-İ KILLET: Arapça'da türlü vezinlerde cemileri olan isimlerin, bu cemilerinden dokuzdan aşağı mahsus olanları.
    CEM'İ MAHLUKÂT: Bütün yaratıklar.
    CEMM-İ GAFÎR: Büyük cemaat, insan kalabalığı.
    CENÂBET: 1. Gusül abdesti almayı gerektiren durum. 2. Gusül gerektiği halde henüz gusül yapmamış kimse.
    CENAH: 1. Yan taraf, cihet. 2. Kol, pazu. 3. Kanat, kuş kanadı.
    CENNATU'N-NAÎM: Naîm Cennetleri, nimetlerle dolu olan cennetler.
    CERAD: "Cerâde"nin çoğulu. 1. Çekirgeler. 2. Yağmacılar.
    CERH: Yaralama, yaralatma, çürütme.
    CERİME: "Cürm"ün çoğulu. Suçlar, günahlar.
    CESTE CESTE: Bölüm bölüm, yavaş yavaş.
    CEVAD-I MUTLAK: Şarta bağlı olmaksızın çok ihsanda bulunan, cömertlik eden Cenab-ı Allah.
    CEVAHİR: Cevherler, çok değerli olan şeyler.
    CEVÂMİU'L-KELİM: Kelimeler topluluğu.
    CEVÂRİH: "Cerh"den yaralayanlar, yırtıcı hayvanlar, yırtıcı kuşlar.
    CEVAZ: İzin, müsaade, caiz olma.
    CEVELAN: Dolaşma, gezme.
    CEVF: 1. Boşluk, oyuk, çukur. 2. Orta yarı.
    CEVHER: 1. Varlığı için başkasına muhtaç olmayan. 2. Bir şeyin özü.
    CEVR Ü ZULM: Ezâ ve zulüm.
    CEVR: Ezâ, eziyet, haksızlık, sitem.
    CEYB: Yakanın göğüs üzerindeki açık yeri.
    CEYŞ-İ USRET: Güçlük ordusu.
    CEYYİD: İyi, güzel, hoş.
    CEZÂLET: Rekaketsizlik, peltek kekeme veya pepe olmayış.
    CEZÎRETÜ'L-ARAB: Arap yarımadası.
    CEZM: 1. Kesin karar, niyet. 2. Kesme, katı.
    CİBAYET: Câbîlik, vergi, gelir toplama.
    CİBİLLİYET: Huy, yaratılış.
    CİBRİL: Dört büyük melekten biri, vahiy meleği olan Cebrail.
    CİBT VE TAGUT: Haç ve put. Allah'tan başka canlı cansız mabut edinilmiş şeyler.
    CÎD: Boyun.
    CİDD: 1. Bir işi gerçekten çalışıp işleme. 2. Ciddilik.
    CÎFE: Lâşe, leş.
    CİHAD: 1. İslâm için düşmanla yapılan maddî, manevî savaş. 2. Nefisle yapılan her türlü mücadele.
    CİHAD-I EKBER: 1. Büyük savaş. 2. Benlikle savaş.
    CİHANŞÜMÛL: Cihânı içine alan.
    CİHAZ: 1. Çeyiz ve avadanlık. 2. Cenazenin kaldırılması için gerekli olan eşya.
    CİHET: Yön, taraf.
    CİM SECÂVENDİ: Kur'ân-ı Kerim'deki durma yerlerinden biri. Bu secâvendde durmak veya geçmek caizdir.
    CİMA: İnsanların cinsî münasebetleri.
    CİNÂS: Münasebet, benzeyiş. Birçok mânâlara yorulabilen söz. İmalı, telmihli söz. Telaffuzu aynı anlamı ayrı olan kelimelerin bir söz içinde kullanılması.
    CİNNET: Delilik, çılgınlık.
    CİNS-İ KARÎB: Yakın cins.
    CİRM: 1. Cisim. 2. Büyüklük, hacim cirmi ne kadardır?
    CİSR: Köprü.
    CİSR-İ CEHENNEM: Cehennem köprüsü.
    CİZYE: Müslüman olmayan teb'a-dan alınan vergi.
    CÛD: Cömertlik. Karşılık beklemeden yapılan cömertlik.
    CÛDİ: Şırnak şehrinin 6 kilometre güney doğusunda bulunan büyük bir dağ.
    CUHÛD: Çıfıt, yahudi.
    CUMHÛR: Halk, kalabalık, ahâlî, çoğunluk.
    CUMHÛR-İ MÜFESSİRÎN: Müfessirler topluluğu, müfessirlerin çoğunluğu.
    CUMHÛR-İ UKALÂ: Akıllılar topluluğu. Akıl sahiplerinin hepsi.
    CÜDERÎ: Çiçek hastalığı.
    CÜMLE-İ İSMİYYE: İsim cümlesi.
    CÜMLE-İ MU'TARIZA: Parantez içinde bulunan cümle, açıklayıcı mahiyetteki cümle. Ara cümlecik.
    CÜMLE-İ VECÎZE: Kısa ve öz söz.
    CÜNAH: Günah.
    CÜND: Asker, asker topluluğu.
    CÜNÛD: Askerler.
    CÜNÜB: Gusül abdesti gerekmiş kimse.
    CÜZ-İ MAKSÛM: Bölünmüş parça.
    CÜZ'İ: Az miktar, bir parça.
    ÇÂK: 1. Yarık, yırtık. 2. Yırtmaç.
    DÂB: 1. Adalet, doğruluk, 2. İhsan, vergi.
    DÂBBE: Yük ve binek hayvanı.
    DÂBBETÜ'L-ARZ: Kıyâmet alametlerinden olup topraktan çıkan varlık.
    DÂD-I HAKK: 1. Allah vergisi. 2. Veriş, satış.
    DÂFİ': 1. Def' eden, savan, savuşturan, iten. 2. Cenab-ı Hak.
    DÂĞ-DÂR: 1. Kızgın demirle nişanlanmış, dağlanmış. 2. Pek müteessir, çok üzgün.
    DÂİN (DÂYİN): Borç veren, alacaklı.
    DAKİK: 1. İnce, ufak, nâzik. 2. Toz haline getirilmiş şey, un. 3. Dikkatli ölçülü davranan titiz kimse.
    DALÂLÂT-I BEŞERİYYE: İnsanlığın sapıklığı, beşerî sapıklık.
    DALÂLET: Hak yoldan sapma, sapıklık, azgınlık.
    DALÂL-İ MUBÎN: Apaçık sapıklık.
    DÂLL Bİ'L-İŞÂRE: İşaretle delâlet etme. Sözün işaretle mânâya delâlet etmesi.
    DÂLL U MUDILLE : Doğru yoldan çıkanlar ve çıkaranlar, sapanlar ve saptıranlar.
    DÂLLÎN GÜRÛHU: Sapıklar, azgınlar topluluğu.
    DÂLLİN: Doğru yoldan sapmış olanlar, azgınlar.
    DÂR: Ev, yer, yurt, dünya.
    DARBE-İ AZÂB: Azap darbesi, azap verici vuruş.
    DARB-I MESEL: Ata sözü.
    DÂREYN: İki dünya: Dünya ve ahiret.
    DÂR-I DÜNYA: Dünya.
    DÂR-I HARP: Müslümanlarla savaş halinde olan gayri müslim ülke.
    DÂR-I İSLÂM: İslâm ülkesi.
    DÂR-I KÜFÜR: Gayr-i müslimlerin ülkesi.
    DÂR-I SAADET: Mutluluk yeri.
    DÂR-I UHRA: Ahiret yurdu.
    DARÎRU'L-BASAR: Kör, âmâ.
    DÂRU'N-NEDVE: Mekke şehir meclisi.
    DÂRU'S-SELÂM: 1.Selamet yurdu, cennet. 2. Bağdat şehrinin ünvanı.
    DÂRÜ'L-HİLAFET: İstanbul.
    DE'B-İ KADÎM: Eski gelenek, eski usûl, eski âdet.
    DEBÛR: Batı rüzgarı, batı taraftan esen yel.
    DECCÂL: Kıyametten az önce çıkacak, insanlardan bir kısmını sapıtacak ve daha sonra Hz. İsa tarafından öldürülecek olan şahıs.
    DEF': Öteye itme, savma, savulma.
    DEF-İ İHTİYAÇ: İhtiyacın giderilmesi, ihtiyacın karşılanması.
    DEF-İ MAZARRAT: Zararı giderme.
    DEF-İ MEFSEDET: Fesadı ortadan kaldırma.
    DEFTER-İ A'MÂL: Amel defteri, insanların dünyadaki hayır ve kötülüklerin kaydedildiği defter.
    DEHA: 1. Olağanüstü zeka ve anlayış kabiliyeti. 2. Olağanüstü zeka sahibi kimse.
    DEHLİZ: Hol, koridor.
    DEHRİ: Dünyanın sonsuzluğuna inanıp ahireti inkâr eden kimse Materyalist.
    DELÂLET: Yol gösterme, kılavuzluk etme.
    DELÂLET-İ AKLİYYE VE MANTIKIYYE: Akıl ve mantık yardımıyla, akıl ve mantığın yola göstermesiyle.
    DELİL: 1. Kılavuz, yol gösterme. 2. Kanıt.
    DELİL-İ NAKLÎ: Naklî delil, Kitabî delil. Kur'ân-ı Kerim ve Hadis-i şeriflere istinad eden delil.
    DELÎL-İ ŞUÛDÎ: Görgüye dayanan delil.
    DEM: 1. Kan, 2. Soluk, nefes. 3. Zaman, an.
    DEM': Göz yaşı, göz yaşı dökme, ağlama.
    DEM-İ MESFUH: Dökülmüş kan.
    DENÂNET: Alçaklık, zillet.
    DENÎ: Alçak.
    DERMİYÂN: Ortada.
    DERPİŞ: Göz önünde, en önde.
    DERS-İ İNTİBAH: Uyandırma dersi.
    DERÛN: İç taraf, dahil, kalp.
    DEVR-İ CÂHİLİYYE: Cahiliyye devri, İslâm'dan önceki devir.
    DEVR-İ SABAVET: Çocukluk çağı.
    DEYN: Borç.
    DEYYÂN: Mükâfatlandıran veya cezalandıran, hâkim. Allah.
    DEYYÂR: 1. Manastır sahibi. 2. Biri, bir kimse, fert.
    DÎBÂCE: Başlangıç, önsöz, mukaddime.
    DİĞERGÂM: Başkalarını düşünen, bencil olmayan.
    DİL-ÂVÎZ: Gönül çeken, câzip.
    DİL-NİŞÎN: Hoşa giden, kalpte yerleşen.
    DÎN U DİYÂNET: Din dindarlık, din ve din duygusu.
    DÎNÂR: Bir altın liranın dörtte bir değerinde olan eski bir para.
    DÎN-İ HAK: Hak din İslâmiyet.
    DİRAYET: Zekâ, iktidar, beceriklilik. Akıl ve ilim yoluyla yapılan çözüm.
    DİRHEM: 1. Okkanın dörtyüzde biri olan eski ağırlık ölçüsü. 2. Gümüş para.
    DİVAN: Arap şiiri, Divan-ı Arab, Arab'ın şiir külliyatı.
    DÛN: 1. Alçak, aşağılık. 2. Aşağı. 3. Altta.
    DÜBB-İ ASGAR: Küçük ayı (yedili yıldız grubu).
    DÜBB-İ EKBER: Büyük ayı (yedili yıldız grubu).
    DÜLDÜL: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Hz. Ali'ye verdiği beyaz at.
    DÜSTÛR: Kânun, kaide, kural, esas.

    EAMM: Daha geniş, pek şümullü, en umumî.
    EÂZIM: Büyükler, ulu kişiler.
    EB: Baba, ata.
    EBB: Kuru ot, taze ot. Mera, otlak, çayır.
    EBEDÂ: Ebedî olarak, ebediyyen.
    EBEDÎ: Devamı, sonu olmayan. Ezelînin zıddı.
    EBED-ŞÜMÛL: Ebedî içine alan.
    EBEVEYN: Ana-baba.
    EBRÂR: İyiler.
    EBSÂR: "Basar"ın çoğulu. Gözler, görme hassaları.
    EBTER: 1. Eksik, tamamlanmamış. 2. Dölsüz, çocuğu olmayan kimse.
    EBU'L-BEŞER: İnsanlığın atası. Hz. Âdem.
    EBU'L-HAYR: İyilik babası.
    ECÂNÎB: Ecnebîler, yabancılar.
    ECEL-İ KAZÂ: Tehlikeye uğramak suretiyle gelen ecel.
    ECEL-İ MÜSEMMÂ: Allah tarafından tayin edilmiş ömrün sonunda gelen ecel.
    ECİR: 1. Karşılık, ücret. 2. İyi bir amelin karşılığı olarak verilen manevî mükâfat.
    ECR U MESUBÂT: Karşılık ve mükâfat. İyi amele karşılık Allah tarafından ahirette verilen sevap.
    ECR U SAVÂB: Yapılan bir şeyin karşılığı olarak verilen ücret ve sevab.
    ECR: Yapılan bir iş karşılığında verilen ücret.
    ECRÂM U ECSÂM: Cansız varlıklar ve cisimler.
    ECRÂM-I SEMÂVİYYE: Gök cisimleri, yıldızlar.
    ECSÂM-I MUHTELİFE: Muhtelif cisimler.
    ECSÂM-I SAKÎLE: Ağır cisimler.
    ECSÂM-I SELÂSE NAZARİYESİ: Üç cisim nazariyesi.
    ECZÂ: Cüzler. 1. Eczacılıkta kullanılan maddeler. 2. Bir kitabın parçaları. Kur'ân-ı Kerim'in cüzleri.
    EDÂ: 1. Ödeme, verme. 2. Zamanında yerine getirme. 3. Tarz, üslûp.
    EDÂ-İ EMANET: Emaneti yerine getirme.
    EDAT: 1. Kendi kendine anlamı olmayıp isim ve fiillere katılarak anlam gösteren kelime. 2 Âlet.
    EDEB-İ KUTSÎ: Kutsî edeb, iyi ahlâk.
    EDEB-İ UBUDİYYET: Kulluk edebi.
    EDGÂS U AHLÂM: Karışık rüyalar.
    EDİLLE: Deliller.
    EDİLLE-İ AKLİYYE: Aklî deliller.
    EDİLLE-İ HAKK: Hak deliller, gerçek deliller.
    EDİLLE-İ KÂTIA: Kesin deliller.
    EDİLLE-İ ŞER'İYYE: Şer'î deliller; Kitap, sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukahadan ibaret dört delil.
    EDİLLE-İİ İLMİYYE: İlmî deliler.
    EDNÂ: Pek aşağı, en alçak.
    EDVÂR: Devirler, çağlar.
    EDYÂN-I BÂTILA: Bâtıl dinler. Hak olmayan dinler.
    EDYÂN-I MÜNZELE: Allah tarafından gösterilen dinler.
    EDYÂN-I SEMAVİYYE: Semavî dinler. Musevîlik, Hıristiyanlık ve İslâm dinleri.
    EF'ÂL: Fiiller, işler.
    EF'ÂL-i İBÂD: Kulların işleri.
    EF'ÂL-İ KULÛB: Kalbin işleri, kalbe doğan çeşitli duygu ve düşünceler. Arapça'da kalbî fiiller (bilmek, görmek gibi)
    EFDÂL: Daha faziletli, en faziletli.
    EFLÂK: 1. Felekler, gökler. 2. Her gezegene ait gök tabakaları.
    EFRADINI CÂMİ AĞYÂRINI MANİ: Kendisine ait olanları toplayan, olmayanları dışarda bırakan.
    EFSANE: Masal, destan, mitoloji.
    EHAD: Bir, tek. Allah'ın sıfatlarından.
    EHÂDÎS-İ ŞERİFE: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in söz, hareket ve ikrarlarından meydana gelen hadis-i şerifler.
    EHADİYYET: Birlik. Allah'ın her bir şeyde kendilerine ait sıfatı. Her şeyde birliğinin tecellisi.
    EHAKK: Çok haklı, daha haklı.
    EHASS: 1. En has, en özel. 2. En bayağı.
    EHASS-I MAKSAT: En özel maksat.
    EHL U İYÂL: Bir kimsenin geçindirmek zorunda olduğu aile efradı ve diğer kimseler.
    EHL: 1. Sahip, malik, 2. Maharetli, usta. 3. Bİr yerde oturan. 4. Karıkocadan herbiri.
    EHL-İ BEYT: Hz. Muhammed (s.a.v)'in ailesi, hane halkı, (Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin)
    EHL-İ BİD'AD: Dinde olmadığı halde sonradan çıkan şeylere uyanlar.
    EHL-İ DİRÂYET: Zeka, bilgi, tecrübe ehli.
    EHL-İ EHVÂ: Heva ehli, arzu ve isteklerine tabi olanlar.
    EHL-İ İCTİHAD: Müctehid olan kişi, içtihad ehli.
    EHL-İ İMAN: İman ehli.
    EHL-İ İNSÂF: Merhametli, adil olanlar.
    EHL-İ KARYE: Köylü, köy halkı.
    EHL-İ KİTAP: Allah'ın gönderdiği kitaplara inananlar. Terim olarak yahudiler ve hıristiyanlar.
    EHL-İ KÜFR: İnkârcılar.
    EHL-İ SALİB: Haçlılar, hıristiyanlar.
    EHL-İ SUFFE: Suffe ehli ki bunlar, Medine'deki Mescid-i Nebevî'nin sofasında kalırlar ve burada Hz. Peygamber'den dni öğrenirlerdi.
    EHL-İ SÜNNET: Hz Muhammed (s.a.v.)'in yolunda gidenler, sün-nîler.
    EHL-İ ZİMMET: İslâm devletinin himaye ve tabiiyyetinde bulunan hıristiyanlar.
    EHLULLÂH: Allah'a itaat eden, Allah'ın sevdiği kimse, velî.
    EHREMEN: Zerdüştîlerin inandıkları, kötülük ve karanlık tanrısı, şeytan, dev.
    EHVEN-İ SIRREYN: İki gizliden en zararsızı.
    EHVEN-İ ŞERR: Şerrin en hafif olanı.
    EİMME: İmamlar.
    EKÂLİM: İklimler, memleketler, ülkeler.
    EKALLİYET: Azınlık, azlık.
    EKÂNİM-İ SELÂSE: Hıristiyanların baba, oğul ve Ruhu'l-Kudüs'ten oluştuğuna inandıkları Allah. Allah, İsa, Ruhu'l-Kudüs üçlüsü.
    EKBER: En büyük.
    EKL: Yemek.
    EKMEL: En mükemmel, eksiği olmayan, en olgun.
    EKREMÜ'L-EKREMÎN: Cömertlerin en cömerdi. Çok kerim, çok cömert olan Allah.
    ELFÂZ: Sözler.
    ELFÂZ-I GARÎBE: Şaşılacak, tuhaf sözler.
    EL-FURKAN: Kur'ân-ı Kerim.
    EL-HAKK: 1. Gerçeğin ta kendisi, tam doğrusu. 2. Allah.
    ELHÂN: Nağmeler, besteler.
    ELHÂN-I TAYYİBE: Güzel nağmeler, güzel sesler.
    EL-HÜDÂ: Hidayet, Kur'ân-ı Kerim.
    ELVÂH: Levhalar, tablolar.
    ELVÂN: Renkler, çeşitler.
    EL-YEVM: Bugün.
    EMÂN: 1. Eminlik, korkusuzluk. 2. Aman dileme. 3. Şikayet. 4. Rica.
    EMÂNET-İ İLÂHİYYE
#06.09.2005 09:17 0 0 0
  • Paylaşımın için çok sağol,ellerine sağlık.Bu güzel bilgiler için tekrar sağol.
    Allah (c.c) razı olsun.
#10.03.2006 02:32 0 0 0
  • ELLERİNE SAĞLIK TEŞEKKÜRLER
#17.06.2006 22:48 0 0 0
  • Fevkalade....

    Tesekkürler...
#16.07.2006 20:10 0 0 0
  • Paylaşımların içim teşekkürler
#21.10.2008 22:58 0 0 0
  • Güzel bir arşiv
#14.04.2009 12:23 0 0 0
  • Bu yazılan kelimelerin hepsi arapça kelime çünkü osmanlıca arapça ve farsça kelimelerden oluşmuştur
#14.04.2009 17:20 0 0 0
  • ellerine emeğine sağlık kardeş
#30.11.2009 12:47 0 0 0
  • ellerine saglık kardesım
#11.02.2010 16:02 0 0 0
  • paylaşımın için çok sağol kardeşim
    Allah razı olsun
#05.05.2010 23:23 0 0 0
  • Sağolasın Kardeşim.. Allah razı olsun.!
#29.05.2010 21:36 0 0 0
  • süper ama gerisini de ekleseniz daha gzl olcak ;)
#30.07.2010 17:00 0 0 0
  • saolun
#20.01.2011 14:49 0 0 0
  • sagolun varolun harika hazirlamissiniz
#20.01.2011 14:58 0 0 0
  • teşekkür ederiz sayenizde öğrenmiş olduk.
#21.01.2011 17:59 0 0 0
  • saol
#26.01.2011 20:12 0 0 0
  • gerisi nerde acaba.?
#01.12.2011 13:59 0 0 0
  • gercekten cok pratık hazır bılg olmus.. tesekkur ederım...
#14.12.2011 20:30 0 0 0
  • değişik ve güzel
#26.12.2011 18:02 0 0 0