3-5 Oku! Insana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayi) ögreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.
6-7 Gerçek su ki, insan kendini kendine yeterli görerek azar.
8- Kuskusuz dönüs Rabbinedir. 9-10 Namaz kilarken bir kulu (Peygamber'i namazdan) menedeni gördün mü?
11-12 Ne dersin, o (Peygamber) dogru yolda ise yahut takvâyi emrediyorsa!
13- Ne dersin o (meneden, Peygamber'i) yalanliyor ve dogru yoldan yüz çeviriyorsa!
14- (Bu adam) Allah'in, (yaptiklarini) gördügünü bilmez mi!
15-19 Hayir, hayir! Eger vazgeçmezse, derhal onu alnindan (perçeminden), o yalanci, günahkâr alindan (perçemden) yakalariz (cehenneme atariz). O, hemen gidip meclisini (kendi taraftarlarini) çagirsin. Biz de zebânîleri çagiracagiz. Hayir! Ona uyma! Allah'a secde et ve (yalnizca O'na) yaklas!
Buna Ikra' ve Kalem suresi de denir. Mekke' de inmistir. 19 ayettir. Bu surede Cenab-i Allah'in insan üzerindeki kudretinin görüntüleri aciklamakla birlikte Peygamber (S.A.V.) efendimize okuma emri verilmektedir.Onun bazi sifatlari izah edilmekte, sonra bazi insanlarin (basta Ebu Cehil) inatkarliklarina delalet eden nitelikler ve emsallerinin cezalari aqiklanmaktadir.
Bu surenin ilk bes ayetinin ilk nazil olan ayetler oldugunda ittifak vardir. Ancak sûre olarak inen ilk surenin FATIHA oldugu söylenmistir.
Rivayete göre Cebrail (A.S.) Hirâ Daginda Resullullah (S.A.V.)' e gelip Oku!" demistir. O da: Ben okuma bilmem", diye cevap vermistir. Bunun üzerine Cebrail (A.S.), Resulullah (S.A.V.)'i sIkIp, yine Oku!" demistir. O da ayni sekilde cevap vermistir. Ücüncüde ise Resulullah (S.A.V), bu surenin ilk bes ayetini okumustur.
Onu (Kur'an-i senin kalbinde) toplamak ve (sana) okutmak bize düser." ( Kiyamet suresi: 17)
Sana (Kur'an'i) okutacagiz; artik Allah'in diledigi hariç, sen hiç unutmayacaksin. Süphesiz Allah, açigi da gizleneni de bilir. (A'lá Suresi: 6-7)
2 - KALEM Suresi (68)
Buna Nûn sûresi de denilir. Sahih kavle göre Mekkîdir. 52 âyettir. Kelime sayisi 300. Harf sayisi 1456.
Konusu:
Ibn Abbâs (r.a.)'dan rivâyete göre, Alâk sûresinden sonra nâzil olmustur. Müfessirlerin cogunluguna göre Alâk sûresinin ilk âyetleri nâzil ola-rak Fâtiha nâzil olmus, ardindan da Kalem sûresi.
Ebû Hayyâm Bahir'de der ki: Bu sûrenin önceki Mülk sûresiyle yakin münâsebeti vardir. Mülk sûresinde, Allâhü Teâla'nin kudret ve ilminin genis-ligine, saîdlerin ve sakîlerin durumlarina dâir seyler; Allâhü Teâla dilerse onlari batiracagi veya üzerlerine tas yagdiracagi hatirlatilmistir. Allâhü Teâla'nin haber verdigi bu seyler, Rasûlullah (S.A.V)' in vahiy ile aldigi haberler oldugu, kâfirler de bunu kah sihire, kah delilige nispet ettiklerinden, Allâhü Teâla bu sûrede, Peygamberinin berâatini ve onlarin ezâlarina sabret-mesine karsilik ecrini büyütecegini belirterek O'nun pek büyük bir ahlâk üzerinde bulundugunu aciklamistir.1
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bazi sifatlarinin aciklamasini ve O'nun yalanlayicilara muhallefet etmekle mükellef olduguna dair ilahî irsadi kapsa-makta; sonra kâfirleri tehdit etmek icin bahce sahiplerinin hikayesi anlatil-maktadir. Bunun ardisira kâfirlerle tartismakta ve onlarin hüccetleri iptal edilmektedir. Bunu müteakiben de Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, kâfirlerin ve müsriklerin eziyetlerine karsi sabirli olmakla emrolunmaktadir. Bununla bir-likte onlarin Peygamber'e Kur'an'a karsi siddetli bir öfke besledikleri de beyan buyurulmaktadir.2
Icindekiler:
- Serefli Peygamber [(1-16) : Kalem; Hak yolunda yapilacak isler]
- Bahce Sahiplerin Hikayesi ve Maksadi (17-33)
- Yalanlayicilarla münakasa ve onlarin tehdit edilisi [(34-47) : (Naim Cennetleri; Kesf-i Sak )]
- Sûrenin Nihayeti ((48-52) : Hazret-i Yûnus ; Göz degmesi)
Not: 51. ve 52. Âyetlerin okunmasi, göz degmesine (nazara) sifâdir. Hasen'den böyle rivâyet edilmistir. Tefsîr-i Kebir'de Râzî, bunu kaydeder.
Dipnotlar:
1 HAK DÎNÎ KUR'AN DILI; Elmali'li M. Hamdi Yazir, Eser nesriyat, Istanbul, 1993
2 FURKAN TEFSIRI; Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazî, Vahdet Gazetesi, Istanbul
3-MÜZZEMMIL Suresi (73)
Bismillahirrahmanirrahim
Ey örtünüp bürünen (Resulüm)! Birazi haric , geceleride kalk namaz kil. (Gecenin) yarisini (kil). Yahut bunu biraz azalt, ya da cogalt ve Kur'an'i tane tane oku. Dogrusu biz sana (tasimasi) agir bir söz vahyedecegiz .
Müzzemmil suresi Kur'anin 73. suresidir ve Mekke'de nazil olmustur ise de son ayetinin Medine'de indigine dair ittifak vardir . 20 ayet-i kerimedir. Ismini ilk ayette gecen el-Müzzemmil kelimesinden almistir. Müzzemmil, örtünüp bürünen demektir .
Hira magarasi'nda melek gelip de söylediklerini söylemesi üzerine Hz. Peygamber (S.A.V.) Hatice (R.A.)'nin yanina döndügü zaman «beni örtün, beni örtün» demisti. Bunun üzerine «Ey örtünen», arkasindan da «Ey örtüsüne bürünen» inmistir.
Cabir'den yapilan rivayete göre Kureys Darunnedve'de toplanmis, " su adama bir isim takin da halk ona göre hareket etsin" demislerdi. Kimisi 'kahin' dedi. Kahin degildir dediler. Kimi 'mecnun' dedi. Mecnun degildir dediler. Kimi 'sihirbaz' dedi. Shirbaz degildir dediler. Sevgiliyi sevgilisinden ayirir dediler. Böylece müsrikler toplanti yerlerinden dagildilar. Bu haber Hz. Peygamber'e (S.A.V.) ulasti. Bunun üzerine elbisesini örtünüp kaftanina büründü. Derken Cebrail (a.s.) gelip «ey örtünen» dedi . Yüce Peygamberimiz (S.A.V.) buyurmus ki: « Kim Müzzemmil suresini okursa, Allahü Teala ondan dünyada ve ahirette zorlugu kaldirir» .
Ey bürünüp sarinan (Resulüm)! Kalk, ve (insanlari) uyar. Sadece Rabbini büyük tani. Elbiseni tertemiz tut. Kötü seyleri terket.Yaptigin iyiligi cok görerek basa kakma. Rabbinin rizasina ermek icin sabret .
Müddessir suresi Kur'ân-i Kerimin 74. suresidir. Mekke'de nazil olmustur ve 56 ayettir. Kelime sayisi 255'tir. Sahih rivayete göre 1-5 ayetleri Müzemmil suresinden önce inmistir. Ismini ilk ayette gecen müddessir kelimesinden almistir. Müddessir: örtüsüne bürünen, sarilan demektir.
Sure'de Resulallaha inkar ve nifak (inanmama ve fitne cikarma) yolunda olan insanlari uyarmasi, Allahü Tealayi tekbir etmesi, yaptigi iyiliklerle gururlanip basa kakmamasi ve sabirli olmasi emrediliip inkarcilarin ugrayacaklari cezalar , iyilerle kötülerin mukayesesi bildirilmistir.
Müzzemmil suresi ile Müddessir suresinin inis sebebi bir ve ikisi de peygamberlik görevinin ilani ile ilgili olmak ve bu surenin bas tarafi Müzzemmil suresin'den önce inmis olmakla beraber Müzzemmmil suresi'nin sebep ve baslangiclarla, bunun ise gaye ve amacla ilgisi daha acik ve insanin kendisinden disa dogru gidisi daha kapsamli oldugu icin siralamada bu ondan sonraya konulmustur.
Peygamberimiz (aleyhisselatü vesselam) buyurmus ki :« Kim müddessir suresini okursa Allahü Teala, Muhammed'i (aleyhisselam) tasdik ve tekzib edenlerin adedinin 10 kati sevab verir »
Fatiha suresi Kur'an-i Kerimin 1. suresidir. Mekke'de nazil olmus (inmis)tir. Fatiha Kur'anin birinci suresi olmasi ve Kur'an'a ilk basinda Fatiha ile basladigi icin acan, acis yapan anlaminda "Fatiha" ismi verilmistir. Fatiha, Kur'anin anahtari mahiyetindedir.
Fatiha Suresi, 7 ayetli bir suredir. Kelime sayisi, 27 kelimedir, harf sayisi ise, 140 harftir.
Fatiha Suresi, Kur'anin özü ve özeti hakikatini kendinde toplamis olan feyzü bereketli bir sure-i celiledir. Onu her vesile ile dua olarak okumaniz bu gercegi düsünmemiz icin yeterlidir kanaatindeyim.
Fâtiha, "açilacak seylerin basi, ilk açilacak yer" demektir. Mukabili "hâtime"dir. Bu sûreye, Allah kelâminin basinda bulundugu yahut namazda ilk okunan sûre veya tümüyle ilk inen sûre olarak Fâtiha sûresi denilmistir.
Çogunlugun görüsüne göre Mekkî'dir ve yedi ayettir. Besmelenin sureden olup olmadigi ihtilâflidir. Surenin yirmiden fazla adi vardir. En meshurlari: Fâtiha, Ümmü'l-Kitap (Kitabin anasi), Ümmü'l-Kur'an, Seb'ul-Mesânî (tekrarlanan yedi), el-Hamd (konusma dilinde Elham)'dir. Surenin fasilasi Nûn ve Mim harfleridir. Bazi âlimlere göre Fâtiha sûresi, Kur'an'in bir özetidir. Tevhid, âhirette cezâ ve mükâfat, sadece Allah'a ibadet, sirat-i müstakim yani hidayet ve saadet yolu, geçmis topluluklarin ibret alinacak kissalarini hedef edinen Kur'ân'in bu ilk suresinde bütün bunlara temel teskil eden hususlar vardir. (Muhammed Abduh, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Hakim, Misir 1373 H., I, 37-38). Böylece her namazda (cenaze namazi hariç) Fâtiha'yi okuyan bir müslüman namazin her rekâtinda Kur'an'in bir özetini okumus olmakta, Kur'an'a tabi olacagina dair Allah'a söz vermektedir.
Surenin fazileti ile ilgili birçok rivayet mevcuttur. Bunlardan birisi söyledir: "Bu surenin benzeri ne Tevrat'ta, ne Incil'de, ne Zebur'da ve ne de Kur'ân'da yoktur" (Ibnü'l-Cevzî, Zâdü'l-Mesirî, I, 10; Kurtubî, el-Câmiu'li Ahkâmü'l-Kur'an, I, 108).
Namazda okunmasi sebebiyle bir ismi de "es-Salât" olan Fâtiha hakkinda bir hadis-i kutside söyle buyurulmustur: "Namazi kulumla aramda ikiye ayirdim. Bir yarisi benimdir, diger yarisi kulumundur. Kuluma istedigi verilecektir. Kul: "Hamd alemlerin Rabbi Allah'adir" dedigi zaman, Allah: "Kulum bana hamdetti" der. Kul: "Rahman ve Rahim olan...'' dedigi zaman Allah: "Kulum bana senada bulundu" der. Kul: "Din gününün mâliki" dedigi zaman, Allah: "Kulum beni yüceltti" der. Kul: "Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardim dileriz " dedigi zaman, Allah: "Bu benimle kulum arasinda iki yaridir. Kuluma istedigi vardir" der. Kul: "Bizi dogru yola ilet. Nimet verdigin kimselerin yoluna. Kendilerine gazab edilmis olanlarin ve sapmislarin yoluna degil" dedigi zaman Allah: "Bunlar kulumundur, kuluma istedigi verilecektir" der" (Müslim, Salât,38, 40; Ebû Dâvûd, Salât, 132).
Besmele:
Berâe suresi disinda Kur'an-i Kerîm'de bütün sûrelerin basinda besmele (Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahman ve Rahîm olan Allah'in adiyla baslarim) yer almaktadir.
Besmeledeki Allah adi yüce Rabbimizin en büyük adidir. O'nun doksandokuz adi vardir, fakat bunlar Allah adinin sifatlaridir. Allah ismi ise, Cenab-i Hakk'in bütün isimlerini toplamaktadir. Câhiliye Araplari müsrik olarak Allah'a inanirlar, yani O'nun yaninda putlara taparlardi. Bunlara ilâh (âlihe) derlerdi ve Allah adiyla yalniz Rabb'i kastederlerdi. Ilâh ismi de hem Allah'a hem de putlarina verilen bir isimdi. Bu bakimdan Allah isminin Türkçede karsiligi yoktur. Allah isminin kökü ve çogulu da bulunmaz.
Bismillâh'daki bâ harfi, "Allah'tan yardim dileyerek basliyorum" demektir. Rahman ve Rahîm isimleri, Allah'in isimlerinden olup, "rahmet" kökünden türemislerdir. Rahman'in tam karsiligi yoktur; çok merhamet eden, rahmeti her seyi kusatan diye çevrilmektedir. Rahîm de çok merhametli demektir; burada rahmet daha çok ahirette müminlere olan rahmeti anlamindadir. Genellikle Rahman: Bütün mahlûkati rahmetiyle yaratip besleyen, Rahîm:@Ahirette müminlere mükâfat, kâfirlere ceza verendir diye tefsir edilmistir.
Sure baslarinda bulunan Besmelenin Kur'an'dan ayet olup olmadigi hakkinda görüs birligiîe varilamamistir. Imam Sâfiî onun basinda bulundugu sûrelerin birer ayeti, Imam Mâlik onun ayet olmadigi, Ebu Hanife müstakil bir ayet oldugu kanaatine varmistir. Fakat besmelenin Kur'an'dan oldugunda süphe yoktur. Çünkü Hz. Peygamber: "Onu her surenin basina yazin" demistir. Besmelenin âyet veya sûreden bir âyet olup olmadigi hakkindaki ictihad farklari onun namazda okunmasinda da farkli ictihadlara yol açmistir. Imam Ebu Hanife besmelenin her rekâtta Fatiha'dan önce okunmasinin sart oldugunu, gizlice besmele çekmenin sünnet oldugunu söylemis, Imam Mâlik farz namazlarda besmele okunmasini caiz görmemis, Imam Sâfiî ile Imam Ahmed de besmeleyi her sureye dahil bir ayet gördüklerinden açik kiraatli namazlarda açiktan, gizli kiraatli namazlarda gizliden besmele okunmasinin farz oldugunu söylemislerdir.
Öteyandan her iyi ve güzel seydehbesmele ile baslamak Islâm'in prensiplerindendir. Besmele bütün islerin basidir, onsuz is eksiktir. Besmele çekmek, Allah'in birligini, rahmetini anmak ve O'na karsi gereken edep dairesinde Islâmî esaslarin ilk rüknünü ifa etmek demektir. Yine, hayvan keserken kasten besmele çekilmezse o hayvanin eti yenilmez.
Tefsir:
"Andolsun ki biz sana tekrarlanan yediyi ve su büyük Kur'an'i vermisizdir " (el-Hicr, 15/87) ayetinde Fâtiha suresi anilmistir. Surenin umûmî tefsiri söyledir: Kovulmus seytandan Allah'a siginirim. Rahman ve Rahîm olan Allah'in adiyla baslarim. "Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun "(1). er-Rabb; Mâlik, mutasarrif demektir; yalniz Allah'in adidir. el-Alemin, âlem'in çoguludur, Allah'tan baska bütün varliklardir. Hamd yalniz O'nadir. Her seyde mutlak rububiyet O'nadir, O bütün kâinatin terbiyecisi, hâkimidir. Azamet, seref, ululuk, yaraticilik, icad O'na aittir. Allah'in rahmeti her seyi kusatmistir. Mükâfat ve cezayi yalnizca O verir.
O, Rahman ve Rahîmdir (2), Dünyada bütün yaratiklari ve âhirette yalniz mü'minleri esirgeyen, bagislayan O'dur.
Din gününün sahibidir (3), Mâlik; sahip demektir, mâliki veya meliki seklinde okunabilir. Din, burada ceza demektir. O'ndan baska kimsenin hükmünün geçmedigi Din günü, âhirette hesaba çekilme günüdür. O günde amellere ceza ve mükâfat vermek sadece O'na mahsustur. En güzel isimler ve sifatlar O'nundur.
Yalniz sana ibadet eder ve yalniz senden yardim dileriz(4). Yalniz sana kulluk ve itaat eder, ancak sana boyun egeriz; zira sen her türlü yücelige layiksin. Senden baska hiçbir güç kulluga ve muhtaçliga cevap veremez. Diledigimiz her seyi yalnizca senden dileriz, zaten senden baska yardimci da bulunmaz.
Bizi dogru yola ilet (5). Bizi Kur'ân yoluna, Islâm yoluna ilet. Sana yaklastiracak, bize hürriyetimizi kazandiracak yolu. Sen kimi dilersen onu hidayete erdirirsin. Bizi dosdogru yolunda iman üzere sabit kil, cennete gidenlerden eyle. Dogru yol hakkinda Hz. Peygamber (s.a.s.): "Dogru yol Allah'in kitabidir, Islâm'dir" buyurmustur (Tirmizî, Fedâilü'l-Kur'ân, 14; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 1).
Nimet verdigin kimselerin yoluna (6). Yani peygamberler, siddiklar, sehidler, salih mü'minlerin yoluna ilet (bk. en-Nisâ, 4/69) Onlar ne güzel arkadastir, ne güzel müminlerdir.
Kendilerine gazab edilmis olanlarin ve sapmislarin yoluna degil (7). Yani Yahudiler ve Hiristiyanlarin (Tirmizî, Tefsir, 2; el-Mâide, 5/60, 77) veya Islâm'dan sapanlarin yoluna degil.
Onlar gibi bizi de helâk etme. Dogru yoldan sapan azginlardan degil, Resulunün dosdogru yolundan gidenler kil. Bizi heva ve hevesine uyan, büyüklenen, haktan sapân münâfiklardan ve kâfirlerden ayir, onlardan dualarin en güzeli ile sana siginiyor, sana dua ediyor ve yardimini bekliyoruz. duamizi kabul et.
Amin. Duamizi kabul et. Cemaatle namazda Imam sureyi bitirince cemaat Ebu Hanife'ye göre gizlice, Sâfii'ye göre açiktan âmin der (Alûsî, Rûhu'l-Meânî, I, 59-137; Kurtubî, Câmiu'l-Ahkâm, I, 133-149; Seyyid Kutub, Fi Zilâli'l-Kur'ân, I, 3646; M. Hamdi Yazir, Hak Dini Kur'an Dili, 56-145; Ibn Kesir, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, I, 29).
Fâtiha ve Namaz:
Fâtiha'yi her gün her müslüman en az onyedi defa farz olan bes vakit namazda okumaktadir. Kütüb-i Sitte ve Ahmed b.Hanbel'de Ubâde b. es-Sâmit'ten rivayet edilen ''Fâtiha'yi okumayanin namazi olmaz" ve Ebu Hüreyre'den rivayet edilen "Kim kildigi namazda Fâtiha okumazsa onun namazi eksiktir, eksiktir, eksiktir." hadisleri namazda Fâtiha okumanin sart oldugunu göstermektedir. Cumhûr'un bu sekildeki ictihadina karsi Ebû Hanife. namazda üç kisa veya bir uzun âyet okumanin farz oldugunu, Fâtiha'nin ise vacip oldugunu söylemistir. Cumhûr da kendi arasinda namazin her rekâtinda Fâtiha'yi farz (Sâfiî, Mâlik) veya yalniz bir rekâtinda farz oldugunu söylemislerdir. Ebû Hanife, "Kur'an'dan kolayiniza geleni okuyunuz" hadisine göre amel etmistir (Buhâri, Iman, 15; Müslim, Salât, 38, 41; Ebû Dâvûd, Salât, 132; Tirmizî, Salât, 1 10, 1 16; Nesâi, Iftitah, 1 23, 7; Ibn Mâce, Ikâme, 11, 72; el-Müzemmil, 73/20). Geçerli olan görüs Cumhûr'un görüsüdür.
Imama tabi olan, Sâfiî veya Hanbeli'ye göre Imam sesli yahut sessiz de okusa Fâtiha'yi okur; Hanefi'ye göre susar; Mâliki'ye göre sesli okumada susar, sessiz okumada o da içinden okur.
Fâtiha sûresini Arapça lafziyla bilmeyen, en kisa zamanda ögreninceye kadar Imam Azam Ebû Hanife'ye göre kendi dilinde tercümesiyle namaz kilabilir (Ibnü'l-Cevzî, Zâdü'l-Mesir, 7-8; Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'an, I, 18-20; Kurtubî, a.g.e., 119).
6 - TEBBET Sûresi (111)
Bu sûreye Leheb" veyâ Mesed" sûresi de denir. Mekke'de nâzil olmustur. 5 âyettir. Kelime sayisi: 20. Harf sayisi: 77. Bu sûre-i celîlede Ebû Leheb ve karisi odun hamali olan Ümmü Cemil kinanmaktadir.
111-TEBBET Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Ebu Leheb'in iki eli kurusun! Kurudu da.
2. Malive kazandiklarina fayda vermedi.
3. O, alevli bir ateste yanacak.
4. Odun tasiyici olarak karisida (atese girecek).
5.Ve boynunda hurma lifinden bükülmüs bir ip oldugu halde.
Konusu:
Ibn Abbâs (r.a.) demistir ki: Rasûlullah (S.A.V) Peygamberlikle görevlendirildigi vakit, mes'eleyi gizli tutuyor, namazini da gizli kiliyordu. Üc sene kadar bu böyle devam etti, da'veti en yakinlarindan baskasina acmadi. Ne zaman ki : Önce en yakin akrabani uyar." (Suarâ : 214) âyeti nâzil oldu; o vakit Safâ tepesine cikti: Ey âl-i Gaalib!" diye nîda etti. Onlar bu sese uyarak etrafinda toplandilar. Ebû Leheb:
- Iste Gaalib sana geldiler, ne var yaninda?" dedi. Rasûlullah (S.A.V.):
- Ey âl-i Lüey!" dedi. Lüey geldiler. Ebû Leheb:
- Iste Lüey geldiler, ne var?" dedi. Sonra Rasûlullah (S.A.V.), Kilâbogullarini ve Kusayogullarini da ayni sekilde cagirdi. Ebû Leheb yine atildi:
- Iste hepsi geldiler, ne var yaninda?" dedi. Rasûlullah (S.A.V.) söyle buyurdular:
- Allah, bana en yakin akrabâmi uyarmami emretti. En yakinlarim da sizlersiniz. Sizler, Lâ ilâhe illallâh" demedikce, ben, size ne Dünyâ'dan bir hazza (Sevinc duyma, Saadet), ne Âhiret'ten bir nasîbe mâlik degilim. Sâyed Lâ ilâhe illallâh" derseniz, Rabbinizin katinda onunla sizin lehinize sehâdet edecegim"
Bunu duyan Ebû Leheb:
- Tebben leke/Yûf sana! Bizi bunun icin mi cagirdin?" dedi. Iste bu sûre bunun üzerine nâzil oldu.
TEBBET: Tebâb, helâk ve helâke götüren hüsrân, emegi bosa cikip murâdina ermemek, yâni muvaffakiyetin ziddi olan yüf olmak, yûh olmak, berbâd olmak" ma'nâlarina gelir. Tebben leke, tebben lehü" ta'birleri, yüf ona, yûh sana" gibi kötüleme ve bedduâ makaminda kullanilir. 1
Ebû Leheb helâk olsun. Yok olsun. Siddetli bir hüsrana maruz kalsin. Bu, Ebû Leheb'e yapilan bir bedduadir. Zaten o yok oldu. Fiilen kayba ugradi ve helâk oldu. Mali ve kazanci ona fayda vermedi, onu helâktan kurtarmadi. Peygamber (S.A.V.)'in davetine engel olmak hususunda serveti ona bir destekte olamadi. Ebû Leheb, Peygamber efendimizin (S.A.V.) amcasi idi. Adi Abdul Uzza idi. Yanaklari pek kirmizi oldugu icin atese benzetilerek bu lâkab kendisine verilmistir. Ebû Leheb Ates babasi" anlamindadir. Peygamber efendimizin (S.A.V.) en azili düsmanlarindandi. O'nun ardisira yürür, Peygamber efendimiz (S.A.V.) bir sey söyleyince hemen O'nu yalanlardi. Bu sebeple Cenab-i Allah onun cezasini anlatarak söyle buyurdu: O, kadrini ve evsafini ancak Yaraticisinin bilebilecegi bir atese girecektir. Alevli bir atese girip orada yanacaktir. O ve karisi olan odun hamali Ümmü Cemil, bu alevli ateste yanacaklardir.
Rivâyete göre o kadin Peygamber efendimizin (S.A.V.) yoluna, toplamis oldugu dikenleri birakirdi. Peygamberle insanlar arasina düsmanlik tohumlari ekmek icin son derece caba sarfederdi. Fitne atesinin odunlarini toplar, insanlarla Peygamber arasinda bu atesi tutustururdu. Cenab-i Allah onun suretini daha cirkin bir sekilde tasvir etmek icin bakiniz ne buyuruyor: Boynunda hurma lifinden örülmüs bir ip vardir." O kadinin bir gerdanligi vardi, Rasûlullah'in davetini engellemek ve O'na kötülük yapmak ugruna masraflari karsilamak üzere gerdanligini satmaya yemin etmisti. Iste Cenab-i Allah o gerdanligin yerine boynuna, saglam ipli bir gerdanlik gecirdi ki, boynunu iyice sIksIn. Cehen-nem atesinde o bagdan kurtulamasin. Denildi ki, bu mana onu tahkir etmek ve onu odun hamali sûretinde tasvir etmek icindir. Cünkü onunla kocasi son derece tekebbürlü olup Peygamber efendimizin (S.A.V.) yoluna tas koyuyorlardi. 2
Dipnotlar:
1 HAK DÎNÎ KUR'AN DILI; Elamali'li M. Hamdi Yazir, Eser nesriyat, Istanbul, 1993
2 FURKAN TEFSIRI; Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazî, Vahdet Gazetesi, Istanbul
Kur'an-i Kerîm'in seksenyedinci suresi. Ismini ilk ayette geçen "el-A'lâ" kelimesinden almaktadir. Mekke devrinin ilk zamanlarinda nazil olmustur. Ayetlerinin kisa kisa olusu, Allah'in (c.c.) yeryüzündeki ayetlerine dikkat çekerek insani tefekküre sevketmesi, bu surenin de Mekkî olduguna delîldir. Zâten Cumhur (müfessirlerin çogu) da bu görüstedir. (Elmalili Hamdi Yazir, Hak Dîni Kur'ân Dili, VIII, 5734)
"Sebbih Sûresi" de denilen A'lâ Suresi'ni Resulullah (s.a.s.) çok severdi, hatta bu sureye "Efdalu'l Müsebbihât" ismini vermisti. Bayram ve cuma namazlarinda Gâsiye ve A'lâ Suresi'ni; bayram günü cumaya rast gelirse her iki sureyi de okudugu pek çok hadîste geçmektedir.
Bu surede Allah'u Teâlâ, kâinâtin esrarini, var edilisini ve ilerleyisini, düzenini, Kur'an-i Kerîm'in kendine has üslûbuyla ifade etmistir. Kâinatta yürürlükte olan bütün kanunlari, Allah bu surenin satirlarina sigdirmistir. Dolayisiyla bu sureyi dikkatle okumak gerekir.
A'lâ suresi ondokuz ayet olup, fâsilasi "yâ" seklinde yazilan eliftir.
Her gün kildigimiz bes vakit namazin her secdesinde en az üç defa söyledigimiz tesbih cümlesi, bu suredeki ilk ayetin hükmüdür:
"O çok yüce Rabbinin ismini tesbih et." (1)
Bundan evvel secdede "Allâhümme leke secedtü: Allah'im sana secde ettim." denirdi. (el-Kâdî Beydâvî; Tefsîru'l-Beydâvî, Istanbul 1303,11, 598) .
Buradaki hitap Hz. Peygamber'e Rabbinden gelmektedir. Hem de ayri bir sevimlilik ve yakinlik havasi içinde... Dolayisiyla Hz. Peygamber bu emri okur ve surenin diger ayetlerine geçmeden "sübhâne Rabbiye'l-Â'lâ" derdi. (Seyyid Kutub, Fi Zilâli'l-Kur'an, Beyrut (tarihsiz) XXX, 126). Böylece emre, hemen itaat ettigini bilfiil gösterdi.
Kâinatta, zerreden kürreye, canli cansiz her seyi yoktan var eden, ahenkli yaratan, devamlilik dengesini kurarak sevk ve idaresini programlayan... Insana dogruyu-egriyi ögreten ve kâinati insanin hizmetine boyun egdiren... O yüce kudretin sahibinin Allah'u Teâlâ oldugunu su ayetlerde okuyoruz:
"Ki o, (her seyi) yaratip düzene koyandir. Ölçüsünü takdir edip yol gösterendir." (2-3)
Hayati verenin de alanin da Allah (c.c.) oldugu ve her canlinin bir sonu, dünyanin ise bir kiyâmeti oldugunu su ayetler dile getirmektedir:
"Yesilligi (topraktan) çikaran, sonra da onu kapkara ve kupkuru hâle getiren odur." (4-5).
Hz. Peygamber (s.a.s.) Kur'an-i eksiksiz teblig edebilmenin sorumlulugunu biliyordu. En küçük bir harfini bile unutmamak gayretiyle, Cebrâil'in (a.s.) okudugu vahyi âyet âyet tekrarliyordu. Nihayet, Rabbinin bu hususu tekeffül ettigini belirten su müjdeyle rahatlamisti:
"Sana (Kur'an'i) okutacagiz da Allah'in diledigi hariç- sen onu unutmayacaksin. Çünkü Allah, açigi da gizleneni de bilir." (6-7)
Zîrâ Resulullah'a okutmasi da, onun unutmamasi da Allah'in sinirsiz iradesi altinda, kendi nezdinde malum bir plân dahilinde olmaktadir. su ayette belirtilen kolaylik da bu plâna dahildir:
"Seni en kolay olana yöneltip (muvaffak edecegiz). Simdi sen, fayda verecekse (kalplere girecek bir nokta ve teblige bir vâsita buldugun yerde) ögüt ver." (8-9)
Verilen böyle bir ögütten sonra, insanlar kendi durumlariyla basbasadir. Vardiklari netice, tuttuklari yola baglidir. Allah onlara, bu ögüde verdikleri karsiliga göre muâmele edecektir:
"(Yaraticinin varligini anlayip, ona saygi duyarak) ondan korkan ögüt alacaktir. (Derince düsünmeyen, gerçekleri anlamayan) kötü kimse ise o ögüde uzak duracaktir." (10-11)
(Ki ögüde uzaktan bakan) o kimse büyük atese girecek, orada ne ölecek, ne de (tam manasiyla) canli kalacaktir. " (12-13)
Resulullah (s.a.s.) namazi kendi örnek kilisiyla ve hadislerdeki açiklamalariyla biz müslümanlara ögretmistir. Namazin kilinisi sûrenin su ayetlerine göre düzenlenmistir:
"Gerçekten felâh buldu (her türlü kirden) temizlenen. Rabbinin adini anip namaz kilmis olan..." (14-15)
Önce maddî-manevî kirden temizlik, Allah'i zikretmek ve sonra namaz kilmak... Bu tertipten dolayi namaza "Allahü Ekber" diyerek baslariz. Iste; ögüt alarak temizlenip, namaza "Allah'i zikrederek" baslayan, ilk ayetlerde geçen "Kudretullah"i tefekkür ederek ve kendini mecbur hissederek ibâdete devam eden kimse;
a) Dünyada felâh bulmustur. Allah'a güvendigi ve onun kendisini koruduguna inandigi için huzûr içinde yasamistir .
b) Ahirette felâh bulmustur, büyük atesten kurtulup, haz ve nîmetler içinde yüzmektedir.
Ama insanlardan bunu anlayanlar azinliktadir:
"Fakat siz (ey insanlar) âhiret daha hayirli ve daha devamli oldugu halde, dünya hayatini tercih ediyorsunuz!.." (16-17)
Halbuki ahiret iki nedenden ötürü dünyaya tercih edilir:
1) Ahiret, nîmet ve lezzet bakimindan dünyadan pek çok üstündür.
2) Dünya fâni, Cennet hayati ise bakîdir, ebedidir. Dünyaya "dünya" denilmesi tesadüfi degildir Dünya, çabucak gelip geçici oldugu gibi, düsürücü ve alçalticidir da.
Ve son olarak, bütün bu bilgiler, bu köklü ve derin gerçekler diger semavî kitaplarda da yer alir:
"Süphesiz bunlar, ilk (gönderilen) kitaplarda -Ibrahim ve Mûsa'nin sahîfelerinde- de vardir." (18-19)
Bütün peygamberler tek bir irade ile gönderilmistir. Teferruat degisse bile, ana kaynak "Levh-i Mahfûz" birdir ve Rabb'in katindandir.
9 - LEYL Sûresi (92)
Mekke'de nâzil olmustur. 21 âyettir. Kelime sayisi 71. Harf sayisi: 310. Bu sûrede Cenab-i Allah insanlarin amel ve sevap bakimindan degisik durumlarda olduguna yemin etmistir. Sonra da onlari, asiler için hazirlanmis, itaatkârlara ise dokunmayacak olan kizgin bir ates ile uyarmistir. Bu sûrenin Hz. Ebu Bekir hakkinda nazil oldugunu söyleyenler olmustur. Ama itibar, sebebin hususiligine degil de lafzin umumiligindendir.
92-el-LEYL Bismillâhirrahmânirrahîm
1. (Karanligi ile etrafi) bürüyüp örttügü zaman geceye,
2. Açilip agardigi vakit gündüze,
3. Erkegi ve disiyi yaratana yemin ederim ki,
4. Sizin isleriniz baska baskadir.
5. Artik kim verir ve sakinirsa,
6. Ve en güzeli de tasdik ederse,
7. Biz de onu en kolaya hazirlariz (onda basarilikilariz).
8. Kim cimrilik eder, kendini müstagni sayar,
9. Ve en güzeli de yalanlarsa,
10. Biz de onu en zora hazirlariz.
11. Düstügü zaman da malikendisine hiç fayda vermez.
12. Dogru yolu göstermek bize aittir.
13. Süphesiz ahiret de dünya da bizimdir.
14. (Ey insanlar! ) Alev alev yanan bir atesle sizi uyardim.
15. O atese, ancak kötü olan girer.
16. Öyle kötü ki, yalanlayip ve yüz çevirmistir.
17.En çok korunan ise ondan (atesten) uzak tutulur.
18.O ki ,Allah yolunda maliniverir, temizlenir.
19.Onun nezdinde hiçbir kimseye ait sükranla karsilanacak bir nimet yoktur.
20.O ancak Yüce Rabbinin rizasiniaramak için verir.
21. Ve o (buna kavusarak) hosnut olacaktir.
Konusu:
Bu sûrenin Hazret-i Ebû Bekr hakkinda nâzil oldugu söylenmistir. Geceye yeminle basladigi için, bu anlamda "Leyl" ismini almistir.
Sûrede ; bedbaht ve mes'ûd olanlardan, güzellikle iyilikte bulunmaktan, günâhlardan güzellikle sakinmaktan, sözün en güzeli olan Kur`ân-i Kerîm`i dogrulamaktan sözedilmektedir.
Rivâyet olunduguna göre Hazret-i Ebû Bekr, hiç bir karsilik beklemeden Islâm`i seçen köleleri sâhiblerinden satin alip âzad ediyordu. Bilâl ve Amir ibni Füheyre (R.A) bunlardandir. Babasi Ebû Kuhâfe dedi ki:
- Oglum madem ki bunu yapiyorsun, hiç olmazsa güçlü, kuvvetli ve celâdetli adamlar âzâd et de sana faydalari olsun !" Hazret-i Ebû Bekr`in cevabi:
- Babacigim, ben ancak murâdimi murâd ediyorum." Bunun üzerine bu son âyetler nâzil oldu.1
Dipnot:
1 HAK DÎNÎ KUR'AN DILI ; Elmali'li M. Hamdi Yazir, Eser nesriyat, Istanbul, 1993
Andolsun fecre. On geceye. Cifte ve teke. Gitmekte olan geceye. Nasil bunlarda bir akil sahibi icin bir yemin var degil mi ? Görmedin mi Rabbin ne yapti Ad kavmine ? Sütunlar sahibi Irem'e ? Ki ülkeler icinde onun benzeri yaratilmamisti. Vâdide kayalari yontan Semud kavmine ? Kaziklar sahibi Firavun'a ? Bunlar ülkelerde azmislardi. Oralarda cok bozgunculuk yapmislardi. Bu yüzden Rabbin onlarin üstüne azap kamcisi yagdirdi. Kuskusuz Rabbin her an gözetlemededir . Mali öyle seviyorsunuz ki, yigmacasina . Ey, Rabbine, itaat edip huzura eren nefis ! Hem hosnut edici, hem de hosnut edilmis olarak Rabbine dön. Kullarim arasina gir. Cennete gir .
Fecr suresi Mekke'de inmistir. Âyetleri Hicâzide 32, Sâmi'de 30 ve Basri'de 29'dur . Bu surenin basinda yemin ("Andolsun fecre" ) edilerek bazi seylere dikkat cekilmistir. Bunlar âlemdeki degisimleri gösteren ve insani karanliktan aydinliga, kederden sevince götüren ve böylece kendilerinden önce onlari var eden yüce yaraticinin Rabligini duyurup hissettiren zaman olaylaridir . Eski kavimlere ait kissalar ve insanoglunun kötülüge yönelmekte oldugu, bunun kötü sonucu, dünya hayatindan sonraki hayat ve oradaki durumlar kisaca bildirilmektedir .
Resulallah efendimiz (s.a.v.) miladin 571. senesinde Nisan ayinin 20. Pazertesi sabahi fecr agarirken, Mekke'de dünyaya tesrif etti .
Fecr iki kisimdir:
1) Fecr-i Kâzib (Aldatici fecr) :Fecr-i sâdiktan önce doguda görünen ve sonra kaybolan gecici beyazlik
3) Fecr-i sâdikdan, günesin batmasina kadar olan zaman icinde orucu bozmamak .
Sabah namazi, dört mezhebde de fecr-i sâdikin sârkdaki görünen ufugun aydinlanmaya yüz tutmasi ile baslar .
Pegamberimiz (s.a.v.) buyurmus ki : " Kim her gün Fecr suresini okursa, o, kiyamet günü kendisi icin bir nur olur "
Ed-Duha
Kur'ân-i Kerim'in doksanüçüncü sûresi. Onbir âyet, kirk kelime, yüzyetmis iki harften mütesekkildir. Fasilasi, se', râ', elif harfleridir. Sûre, ismini ilk âyetindeki "Duhâ" kelimesinden almistir.
Sûrenin muhtevasindan, Mekke dönemi baslarinda nazil oldugu açikça anlasilmaktadir.
Rivâyetler; Rasûlullah (s.a.s.)'e,gelen vahyin bir müddet kesildigini, Cibrîl (a.s.)'in bu süre zarfinda görünmedigini, bunun üzerine müsriklerden bazilarinin, "Rabbi Muhammed'e küstü, O'nu terk etti" iddiasinda bulunduklarini, bazilarinin ise -vahyin seytandan geldigine inandiklarindan; "Seytani onu terk etti" dediklerini naklederler (el-Vâhidî, "Esbâbü'n-Nüzûl ", Sûretu ve'd-Duhâ; Buharî, Kitâbü't-Tefsîr, Sûretu ve'd-Duhâ)
Teblîg görevine basladigindan beri müsriklerin sert tepkileriyle karsilasan Rasûlullah, bu defa onlarin alaylarina muhatap oluyordu. Haliyle bu durum onu çok üzüyor, âdetâ dünyayi kendisine zindan ediyordu. Ancak, O bir peygamberdi ve her ne pahasina olursa olsun görevini eksiksiz yerine getirmesi gerekiyordu. Onun en büyük yardimcisi ve koruyucusu da hiç süphesiz Rabbi idi. Rabbinden kendisine gelen vahiy, ona bir taraftan bu mesakkatli yolda nasil hareket etmesi gerektigini bildiriyor, diger yandan güç ve huzur veriyordu. Vahiy onun için, âdetâ uzun bir yola çikmis yolcunun hem azigi hem de can yoldasi durumundaydi. Vahyin kesilmesi onu bu aziktan ve kendisiyle teselli olacak dosttan mahrum birakmisti.
Peygamber (s.a.s.)'e huzur ve güven veren, içine düstügü sikintiyi gideren bu sûre, iste böyle bir zamanda nazil oldu. Bu sebepledir ki, asil konuyu, Rasûlullah'i teselli etmek ve bundan sonraki mücadelelerinde, karsilasabilecegi her türlü engelin üstesinden gelebilmesi için ona manevî güç kazandirmak teskil eder.
Sûre söyle basliyor:
"Andolsun kusluk vaktine! Sükuna vardiginda geceye (ki), Rabbin seni ne terk etti ne de darildi." (1-3)
Yüce Rabbimiz, kusluk vaktine ve sükûna vardigi zaman geceye yemin ederek basliyor. Böylece bu iki ânin önemine dikkatleri çekiyor. Kâinat hadiseleriyle rûhî duygulari birbirine bagliyor. Âdetâ Rasûlüne, sûrenin basindan itibaren çevresini dost varliklarla doldurdugunu imâ ediyor, yalniz basina ve kimsesiz olmadigini hatirlatiyor. Peygamberi üzmek, onu ye'se düsürmek ve savundugu davadan vazgeçirmek için müsriklerin:
"Rabbi O'nu terketti." demelerine cevap olarak; " Rabbin seni ne terketti ne de darildi" (3) buyurmaktadir.
Onlarin iddia ettikleri gibi Rabbin seni asla terk etmez. Sen onun sevgili kulu ve Rasûlüsün, sen yüce bir dâvânin tebligcisisin, sen onun tarafindan yetistirilip korunmaktasin, nasil terk etsin seni? "Âhiret elbette senin için dünyadan daha hayirlidir. " (4)
Rabbin, sana bu dünyada da verecek. Ancak senin için öbür dünyada, bu dünyadakilerden daha güzel, çok daha mükemmel mükâfatlar hazirlamistir:
"Süphesiz Rabbin sana verecek ve sen hosnut olacaksin. " (5)
Rabbin, senin için, hoslanacagin herseyi hazirlamistir. Bu dünyada davani basariya ulastiracak, yolundaki engelleri kaldiracak, savundugun düzeni galip getirecek, seni ve davani üstün kilacaktir. Bundan hiç süphen olmasin. Nitekim:
"O, seni öksüzken barindirmadi mi? Sen bilmezken dogru yola eristirmedi mi? Fakirken zenginlestirmedi mi?" (6-8)
Evet, Cenâb-i Allah, sevgili Peygamberine, geçmisine söyle bir bakmasini tavsiye ediyor. Kimsesiz iken onu korumus, saskin bir durumdayken hidâyete erdirmis ve fakir iken sonsuz ihsani ile onu herkesten zengin kilmistir. Henüz küçücük bir yavru iken de, annesini kaybederek hem ana hem de babadan yetim ve öksüz kalan sevgili Peygamberini korumus, sapik bir cahiliyye ortaminda yetistigi halde onu sirkten korumustur. Ne sirk pisligine bulastirmis, ne de muharref dinlerden yahudilik ve Hiristiyanliga meyletmesine müsaade etmistir.
Peygamberlik görevini yaparken, kendisini engellemek isteyen müsriklere karsi, amcasi Ebu Tâlib'i kendisine yardimci kilmis, mal bakimindan fakir olmasina ragmen gönülce zenginlerin en zengini yapmistir.
Sûrenin buraya kadar olan kismi, müsriklerin, "Rabbi Muhammed'e küstü, O'nu terketti" gibi iftiralarina bir cevap ve vahyin yalnizca Allah'tan oldugunu beyan eder mahiyettedir. Ayrica sevgili Rasûlü'ne ihsan ettigi nimetleri de hatirlatmakta, buna bir sükran olarak kendisinden nasil davranmasi lazim geliyorsa öylece davranmasini istemektedir:
"O halde yetime zulm etme. Dilenciyi de azarlama. Sadece Rabbinin nimetini (hatirla ve) anlat. " (9-11)
Rabbi onu yetimken korudugunu, kararsiz iken onu hidâyete erdirdigini, fakir iken zenginlestirdigini belirtmisken, hem kendisini hem de pesinden giden ümmetini, her yetimi korumaya, her muhtaca destek olmaya ve Allah'in üzerlerindeki nimetini hatirlamaya yöneltiyor.
Yetime zulmetmekten nehyettigi gibi, ikram edilmesini de emrediyor. Ikram ederken, ona verirken de gönlünü kirmadan, horlamadan, haysiyetini zedelemeden vermeyi emrediyor.
12 - INSIRÂH Sûresi (94.)
Mekke'de nâzil olmustur. Sûrenin diger adi Serh" dir. 8 âyettir. Kelime sayisi 17. Harf sayisi: 103. Önceki sûrede oldugu gibi burada da Allah'in, Peygamberine bahsettigi nimetler anlatilmakta ve O'na it'mi'nan 1 verilmekte, calismaya tesvik edilmektedir.
94-el-INSIRÂH Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Biz senin gögsünü açip genisletmedik mi?
2. Yükünü senden alip atmadik mi?
3. O senin belini büken yükü .
4. Senin sânini ve ününü yüceltmedik mi?
5. Elbette zorlugun yaninda bir kolaylik vardir.
6. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylik daha vardir.
7. Bos kaldin mi hemen (baska) ise koyul,
8. Yalniz Rabbine yönel.
Konusu: Bu sûre, Duhâ sûresinden sonra nâzil olmustur. Onun tamamlayicisi gibi oldugundan Tavus ve Ömer Ibn Abdülaziz ikisini bir sûre saymislar ve bir rek'âtta okumuslardir. Fakat cumhûrun beyânina göre, bunlar ayri sûrelerdir.
Duhâ sûresi, vahyin kesilmesiyle meydana gelen gam ve gögüs daralmasi zamaninda inmis ve gögüs genisligi bahsedilmistir. Bu sûre ise, insirâh halinde nâzil olarak, onun hükmünü beyân ve ni'metten, Ni'met Verici'ye yönlendirmesi itibariyle öncekinden farklidir.
Icindekiler:
1) Gögsün acilmasi (1-4)
2) Her zorlukla berâber mutlaka bir kolaylik vardir. (5-6)
3) Ni'met, külfete 2 göredir. (7-8)
Bu sûreden su kâideleri cikarabilriz:
- Is sIkIstIgI zaman genisler."
- Ni'met külfete göredir." Diger bir deyisle;
- Külfet, ni'met ile dogru orantilidir.
- Bir isten maksâd neyse, hükûm ona göredir."
- Ameller, niyyetlere göredir."
- Allah icin calisan Allah'a erer." 3
Bu sûre hakkinda Peygamber Efendimiz (S.A.V.):
Elem nesrah leke'yi okuyan kimse, bana gelip de sIkIntImI alan gibidir." buyurmustur. 4
Dipnotlar:
1 Emniyet icinde olmak. Inanmak. Mutlak olarak bilmek, kararlilik
2 Zahmet. SIkIntI. Yorgunluk. Zahmetli is
3 Elmali'li M. Hamdi Yazir ,HAK DÎNÎ KUR'AN DILI, Eser nesriyat, Istanbul, 1993
4 H. Arif Pamuk, Resulûllâh' in dilinden Sûreler, Pamuk Yayinlari, Istanbul, S. 156
Asra yemin olsun ki, Insan mutlaka ziyandadir. Ancak iman edenler, salih amel (iyi isler) isleyenler, birnirlerine hakki tavsiye eden ve sabri tavsiye edenler müstesna.
Asr suresi, Ibni Abbas, Ibni Zübeyr ve cumhura göre Mekki'dir. Mücahid, Katade ve Mukatil Medeni demislerdir . Ayet sayisi 3, Kelime sayisi 14 ve harf sayisi 68'dir .
Bu yüce sure gayet sade ve kisa olmakla beraber gecen surelerin bütün ögütlerini özetleyen bir toplayiciliga sahiptir. Kendilerini coklukla övünüp aldatmayan kimselerin hallerinin beyan ile « Sonra, kasem olsun ki, o gün size verilen her nimetten sorgulanacaksiniz » âyetinin tefsirini de icine aldigi icin ondan sonraya konmustur .
Imam-i Sâfii Asr suresi hakkinda buyurmustur ki: " Kur'an-i Kermde baska hic bir sure nâzil olmasaydi, su pek kisa olan Asr suresi bile, insanlarin dünya ve âhiret seâdetlerini te'mine yterdi. Bu sure, Kur'an-i Kerimin bütün ilimlerini hâvidir " .
Kamus'ta anlatildigi gibi üzere « asr » kelimesi lügatte, isim olarak: dehr (gece ve gündüz), gündüzün zevalden önce ve sonra iki tarafi gadati (tan yeri agarmasindan, günes doguncaya kadar olan zaman) ve asiyy (zeval ile aksam veya aksam ile yatsi arasi) ve özellikle ögleden sonra günesin kizarmasina kadar olan ikindi vakti, insan toplumu asiret ve yagmur anlamlarindadir. Masdar olarak ta: Hapsetmek, yasaklamak, vergi vermek, sikip suyunu cikarmak manalarina gelir.
Dilimizde asr mutlak zaman ve özellikle icinde bulunulan zaman ve "karn" manalarinda yaygindir. Burad tefsirciler baslica : Ikindi namazi, Ikindi vakti, dehr ve zaman, özellikl Muhammed aleyhisselamin'in asri, yani Resulallah'in gönderildigi zaman, ahir zaman manalari üzerinde yürümüslerdir.
Ibnü Cerir, "dehr, ögle saatlerinde bir saat, Ikindi manalari" hakkindaki rivayetleri zikrettikten sonra der ki: Bu hususta dogru olan görüs sudur: Rabbimiz Teâlâ asra yemin etmistir. Asr, zamanin ismidir, ikindidir, gece ve gündüzdür. Bu ismin icerdigi manalardan birini tahsis etmemistir. Onun icin bu ismin lazim oldugu her mana bu yeminde dahil olur.
Buna göre « asr », cesitli manalara gelen bir müsterek lafiz oldugu ve birinde ipucu bulunmayip hepsine de yüklenmesi sahih olabilecegi cihetle "asr denilen hersey" manasiyla tümüne hamletmek en dogrusudur.
Buna göre bazi tefsircilerin asr kelimesini tefsir etmelerine bakalim:
1) Mukatile'e göre Allahü Teâlâ ikindi namazina yemin etmistir
2) Katade de demistir ki, Allahü Zülcelal Ikindi vaktine yemin etmistir
3) Ragib ta, alemin varliginin baslangicindan sona ermesine kadar olan müddet, yani zaman-i kül'dür diye asr kelimesini tefsir etmistir
4) Bu asirdan maksad, nübüvvet asri yani Muhammed aleyhisselamin asri oldugu akla gelir (Elmali'ya göre).
Sahabeler birbirlerine karsilastiklari vakit « Asr » suresini okurlardi .
Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmustur ki: « Kim Asr suresini okursa, Allahü Teâlâ onun günahlarini affeder. Hakki ve sabri tavsiye edenlerden olur ».
Kur'an-i Kerim'in yüzüncü suresi. On bir ayet, kirk kelime ve yüzaltmisüç harften ibarettir. Fâsilasi "elif, dal, ra" harfleridir. Âdiyât sözlükte, acele ve sür'atle kosanlar anlamindadir. Onbir ayetten meydana gelmis olan bu sure, tabanlarinda kivilcimlar saçan, kostukça kosan ve tozu dumana katarak düsmana baskinlar yapan, dolayisiyla düsmana korku veren ve yüreklerini agizlarina getiren atlarin kosusunu anlatan âdiyât kelimesiyle baslamaktadir. Âdiyât, atlarin dörtnal kosarken çikardiklari ses anlamina da gelir. Kelimenin degisik anlamlarini birlikte kullaninca yukarida verilen vasif ve tanimlar rahatlikla ortaya çikmaktadir.
Bu surenine Mekkî mi, Medenî mi olduguna dair iki ayri görüs vardir. Abdullah b. Mes'ud, Câbir, Hasan Basrî, ikrime ve Atâ bu surenin Mekkî, Enes b. Mâlik ve Kâtâde ise surenin Medenî oldugunu söylemislerdir. ibn Abbas'tan her iki görüs nakledilmektedir. Ancak surenin üslûbundan sadece Mekkî oldugu degil, ayni zamanda Mekke dönemi baslangicinda nâzil olan surelerden oldugu anlasilmaktadir.
Bu surede, insanin ahireti inkâr etmesinin veya ondan gafil olmasinin, onu ahlâkî yönden asagi seviyeye düsürecegi anlatilmaktadir. Bunun yani sira surede ahirette insanlarin sadece zâhirî amellerinden degil, kalplerdeki gizli sirlardan da hesap sorulacagi ifade edilmistir. Cahiliye devrinde yaygin olan anarsiden herkesin perîsan ve rahatsiz oldugu bilinen bir husustur. Çünkü o dönemde her tarafta savas, kan ve zulüm yaygindi. Kabileler birbirini yok etmekteydi. Hiç kimse geceleri rahat uyuyamiyordu. Her sabah erkenden düsmanin saldirma ihtimali vardi. Bu durum bütün bölgede yaygin olup, kötülügünü herkes bilmekteydi. Zalim ve tecavüzkâr olan kisi basari kazandigi zaman memnun olurdu. Mazlum olan ise matem içinde kalirdi. Ama muzaffer olan zalim, zulme ugradiginda, anarsinin ne kadar kötü oldugunu hissederdi. iste bu kötülüklere isaret edilerek buyurulmustur ki: insan ölümden sonraki hayati ve Allah huzurunda hesap vermeyi bilmeden Rabb'ina karsi nankörlük yapmaktadir. Allah'in verdigi kuvvetleri zulm, savas ve kan dökmek için kullanmaktadir. Mal sevgisi gözünü o kadar kör etmistir ki, onun için bütün gayr-i mesru ve çirkin yollari bile ne pahasina olursa olsun elde etmek ister. Onun bu hali Rabbi'nin verdigi kuvvetleri yanlis yerlere kullanmakta ve Rabbi'ne karsi nankörlük etmekte olduguna kendi kendine sahitlik etmektedir. Kalbinde gizli olup bu dünyada böyle hareket etmeye onu tesvik eden niyetleri, maksatlari ve gizli iradelerinin kabirden kalktigi zaman açiga vurulacagini bilseydi, kesinlikle bu tavri takinmayacakti. O zaman insanlar kimin iyi oldugunu kimin kime nasil davrandigini en iyi bilenin Allah oldugunu anlayacaklardir .
"Andolsun o kostukça kosanlara. " (1)
Bu ayette "kosanlar"dan kastin, atlar oldugu kesin olarak açiklanmamistir. Sadece "ve'l-Âdiyat" (yemin olsun kosanlara) buyurulmustur. Bu nedenle, "Kosanlar"dan maksadin ne oldugu konusunda müfessirler arasinda görüs ayriligi vardir. Sahâbe ve Tabii'nden bir grup, bundan maksadin atlar oldugunu kabul etmislerdir. Baska bir grup ise, bundan muradin "develer" oldugunu söylemislerdir. "Kosanlar"in atlar oldugunu kabul edenlere göre ayette, kosan seyin kosarken çikardigi ses için kullanilan "dabha" kelimesi atin solumasini ifade etmekte kullanilir. Sonraki ayetlerde de "kivilcim çikaranlar", "sabahleyin akin edenler" ve "toz koparanlar" söz konusu edilmislerdir. Bütün bunlar atlar için uygun düser.
Yüce Allah savas atlarina kasem ediyor. Ve birer birer savastaki atlarin hareketlerini tavsif ediyor. Kisneyerek akan bir sel gibi kosup düsman içerisine hücumunu, kayalarin birbirine çarpinca kivilcim çikmasi gibi tirnaklariyla kivilcimlar saçmasini, düsmani ansizin vurmak için-sabah erkenden baskin yapisini, hiç beklemeden savas meydanlarinda tozu dumana katisini anlatiyor. Bu atlar düsman saflarinda korku ve dehset, ürperti ve kararsizlik yayiyorlar. iste Kur'an'la ilk defa muhatab olanlarin alistiklari savas sahneleri bunlardir. Bu çerçeve içerisinde ata yemin edilmesi bu hareketin güzelligini ima etmek içindir. Ayrica Allah katindaki degerini ve önemini duyurmak içindir.
"Ve kivilcim saçanlara" (2)
"Kivilcim saçmak" kelimesi atlarin gece vaktinde kosmalarina dalâlet etmektedir. Çünkü ayaklari taslara vurdugunda çikan kivilcim ancak gece gözükebilir. "Sabah sabah baskin yapanlara" (3)
Düsmanin haberi olmasin diye bir yerlesime akin etmek için gece karanliginda hareket etmeleri Araplarin usûlü idi. Sabah aydinliginda her seyi görebilmeleri için sabahin çok erken saatlerinde aniden hedef olan kabilelere hücum ederlerdi. Bu arada, düsman onlari görüp hazirlanmaya firsat bulamasin diye çok aydinlik olmamasina da özen gösteriyorlardi.
"Gerçekten insan Rabbi'ne karsi nankördür"(6)
Atin solumasi, kosarak kivilcim çikarmasi, sabah erken toz kopararak bir yere saldirmak ve müdafaa edenlerin arasina girmek, at ile ilgili olarak üzerine yemin edilen seylerdir. Bu yemin "insanin nankörlük etmesi" karsisinda edilmistir. Bu durumda cihad eden gazilerin atlarini kosturmasi ve kâfirlere saldirmasi insanin Allah'a nankörlük etmesine dalâlet etmez. Sonraki ayetler insanin nankörlügüne ve onun mal, mülk sevgisine çok düskün olduguna sahittir. Allah yolunda cihad edenler için bu ifade uygun düsmez. Onun için bu surenin ilk bes ayetinin Cahiliye döneminde yaygin olan kan dökme ve anarsiye isaret oldugunu kabul etmek gerekir. Bu dönemde gece korkunç bir seydi. Çünkü herkes kendini tehlike içinde hissediyordu. Kim bilir, hangi düsman onlara ne zaman saldiracakti? Sabah oldugunda geceyi tehlikesiz geçirdikleri için biraz rahatliyorlardi. Kabileler arasinda sadece kan davasi için degil, birbirlerinin mallarini, hayvanlarini elde etmek, kadinlarini ve çocuklarini kölelestirmek için de saldiri yapilirdi . Bu zulüm ve kan dökmelerde çogunlukla atlar kullaniliyordu. Allah, insanin Rabbine karsi nankör olduguna dair delil olarak, kendilerine verilen bu kuvvetleri iyilik yerine kötülük için kullanmalarini göstermektedir. Allah'in verdigi imkânlari ve onlara bagisladigi güçleri Allah'in en nefret ettigi sey olan yeryüzünde fesat çikarmak için kullanmalari aslinda Allah'a karsi en büyük nankörlüktür.
Dogrusu insanoglu, Rabbinin nimetlerine küfredip, lütuflarini inkâr etmektedir. Bu küfür ve inkâri onun çesitli sekilde yaptigi hareketlerinde ve söyledigi sözlerinde ortaya çikmaktadir. Bunlar bu gerçegi belirleyen birer sahit durumundadirlar. Sanki insan Kiyamet günü kendi nefsinin inkâr ve nankörlügüne sehadet etmektedir. "Dogrusu kendisi de hakkiyla buna sahittir." (7)
Vicdani ve amelleri, pek çok kâfirin açikça Allah'a nankörlük ettiklerine sahittir. Çünkü onlar Allah'in varligini bile kabul etmezler. Dolayisiyla bu nimetleri itiraf etmeleri ve Allah'a sükretmeleri de söz konusu olamaz. ."O, mali çok sever." (8) Buradaki ifade "O, hayr sevgisinde siddetlidir" seklindedir. Ancak Arapça'da "hayr" kelimesi sadece iyiligi ifade etmez, mal ve servet için de kullanilir. Bakara suresi 180. ayette de "hayr", mal ve serveti ifade etmek için kullanilmistir. Hayr kelimesinin nerede iyilik için, nerede de mal için kullanildigi, Kur'an'in anlatim üslûbundan anlasiliyor. Bu âyetteki hayr kelimesi anlatimdan da anlasildigi gibi iyilik için degil, tersine mal ve servet için kullanilmistir. insanin ameli Rabbine karsi nankörlügüne sehadet etmektedir. Bu durumda ayet "o, iyiligi siddetli sever" anlaminda degil, "o mali çok sever" seklindedir.
"Yoksa bilmezler mi ki, kabirdekilerin çikarilacagi günü?" (9)
Yani ölen insanlar nerede ve ne durumda olursa olsunlar, insani sekillerinde diriltileceklerdir. Surenin bu son bölümü bir dirilis ve hasir tablosu gösteriyor ki, insani simarikligin gafletinden ve menfaatine düskünlügün felâketinden uyarici bir özelligi vardir. Dogrusu kabirlerde bulunanlarin çikarilacagi an son derece korkunç bir andir. Onu ifade eden kelimenin sesinde bile bu korkunçluk kendini hissettirmektedir .
Ya gögüslerde saklanip gizlenen ve gözden uzaklarda tutulan sirlarin derlenip toparlanacagi an? Evet, derlenip toparlanacagi... Bu derece siddetli ve kati bir ifadeyle. Sahnenin havasi tamamen siddet ve dehset dolu.
Bunlarin olacagi ani bilmiyor mu? Niçin bilmedigi anlatilmiyor? Çünkü bu kadarcik ifade duygulari sarsmak için yeter. Sorunun cevabini arastirmayi nefislere birakiyor. Herkes diledigini düsünsün ve bu siddetli hareketlerin ardindaki sonuçlari kavramaya çalissin.
Zahiri amellerini harekete geçiren kalplerindeki iradelerinin, niyetlerinin, maksatlarinin, düsüncelerinin ve fikirlerinin hepsini açiga vuracak ve bütün bunlar degerlendirilerek iyilik ile kötülük ayrilacaktir. Diger bir ifadeyle sadece zahiri amel ile karar verilmeyecektir. Onlarin bu dünyada iken kalplerindeki gizli niyetleri ve iradeleri de hesaba katilarak karar verilecektir. Eger insan düsünürse, gerçek adaletin ancak Allah'in huzurunda Kiyamet günü gerçeklesecegini görecektir. Bu dünyadaki lâik ve beserî kanunlarda bile usûl olarak sadece zahirî ameller degil, failin niyet ve iradesi de dikkate alinarak son karara varilir. Ancak dünyadaki hiçbir adâlet bir kimsenin niyetini tam olarak tesbit etme imkânina sahip degildir. Bu, ancak Allah'a mahsustur. O, insanin her zahiri fiilinin arkasindaki gizli niyetleri, iradeleri bilir ve ona göre nihaî ceza ve mükâfata karar verir.
Allah, insanlarin irade ve niyetlerini önceden bilse de, Kiyamet günü bu gizli seyler açiga vurulacak ve onlar açik adâletle degerlendirilerek, bunlardan hangisinin iyilik, hangisinin kötülük oldugu gösterilecektir. Bu nedenle ayette "gögüslerde olan devsirildigi zaman" ifadesi kullanilmistir. "Hussile"nin manasi bir seyi meydana çikarmaktir. Meselâ kafatasini kirarak beyni meydana çikarmak gibi. Ayrica, çesitli unsurlara ayirmak anlaminda da kullanilir. Onun için burada gizli seyleri açiga çikarmak ve ayirdetmek anlamlarinin ikisi de kullanilmistir. "Muhakkak ki Rabbleri o gün onlarin her seyinden haberdardir."
Dönüs Rabblerinedir. O gün Rabbleri onlarin bütün sirlarini ve hallerini bilir. Allah onlarin durumunu her zaman ve her halde bilmektedir. Ama o gün bilisinin ifadesi burada onlarin dikkatini çekmek içindir. Bu bilmenin ardinda bir netice vardir. iste burada asil anlatilmak istenen bu zimnî manadir.
Kur'an-i Kerim'in yüzsekizinci sûresi. Üç âyet, on kelime ve kirkiki harften ibarettir. Ilk ayetinde; kevser'den bahsedildigi için, ona bu isim verilmistir Kur'an'in en kisa sûresidir. Diger bir ismi de "en-Nahr"dir
Bu sûre, "Duha' ve " insirah" sureleri gibi Hz. Muhammed (s.a.s)'e has, O'nunla ilgili olan bir sûredir. Kevser sûresinde Yüce Allah, müsriklerin çesitli kötülüklerine, hakaret ifade eden konusmalarina karsi, Hz. Peygamber (s.a.s)'i teselli etmektedir. Peygambere çesitli iyiliklerle vaadlarda bulunmakta, O'nu, Allah'a karsi sükür vazifelerini yerine getirme yoluna sevketmekte ve O'nun düsmanlarinin aci akibetlerini haber vermektedir.
Onlarin nazarinda, Resûlüllah (s.a.s)'in tuttugu yolun neticesi basarisizlikti ve O, vefatindan sonra unutulup gidecekti. O'nu hatirlayan kimse kalmayacakti. Bilhassa, câhiliyye dönemindeki Araplarin anlayisina göre, erkek çocugu olmayan insanlar soyu kesik olarak kabul ediliyordu. Öldükten sonra isimlerinin unutulacagini, hiç kimsenin onlarini adini devam ettirmeyecegini düsünüyorlardi. iste bu anlayistan dolayi, Hz. Peygamber (s.a.s)'in oglu Kasim veya Abdullah vefat ettigi zaman, müsrikler, O'nun zürriyetinin kesik oldugunu, vefatindan sonra adinin unutulacagini söylüyorlardi. As b. Vaîl ve Ukbe b. Ebî Mu'ayt gibi müsrikler de, buna benzer sözler sarfettiler. Bunun üzerine Kevser sûresi nazil oldu (elKâdî, Esbâbü'n-Nüzul, s.250).
Kevser sûresi, kimi müfessirlere göre Mekke'de ve kimine göre de Medine'de nâzil olmustur. Mekke'de nazil oldugu kanaati agirliktadir.
Yukarida isaret edildigi gibi, müsriklerin Hz. Muhammed (s.a.s)'i rahatsiz edip üzdükleri bir sirada, nazil oldu. Yüce Allah bu sûre ile, Peygamber (s.a.s)'e manevi bir güç ve kuvvet verdi.
"(Ey Muhammed) Biz sana Kevser'i verdik " (1)
Kevser, çokluk mastarindan gelen bir kelimedir. Sonsuzluk manasini ifâde eder. Ibn Abbas, Saîd b. Cübeyr, ikrime ve Mücahid gibi müfessirler, bu âyette zikredilen Kevser'in, "çok hayir" gibi manalar ifade ettigini söylemislerdir (Ibn Kesîr, Tefsîrü'l Kur'âni'l-Azîm, IV, 558). El-Beydâvî, de Kevser için; "dünya ve âhiretin serefi, ilim ve amel bakimindan son derece çok olan hayir, demektir" (El-Beydâvî, Envârü't-Tenzîl ve Esrârü't Te'vîl, II, 316) demistir.
O'nun peygamber olarak seçilmesi ve kendisine Kur'an-i Kerim gibi ilâhî bir kitabin verilmesi, ifade edilmeyecek derecede büyük bir nimettir. Kendisine verilen ilim ve hikmet bir nimet ve ümmetinin çoklugu ise, ilâhî bir lütuftur. Þu ana kadar dünyanin çesitli yerlerinde yasamis olan, degisik renkte, degisik dilleri konusan, degisik milletlere mensup milyarlarca insan O'nun adini andi; O'nun sünnetini takip edip izinde gitti ve kalpleri O'nun sevgisi ile cosup tasti. Bu muhabbet bugün de yasamaktadir ve kiyamete kadar da devam edecektir.
iste bütün bunlar, Hz. Muhammed (s.a.s)'e verilen ilahî nimetlerdir. Kevser kelimesi, bütün bu manalari kapsamaktadir.
Bir de Kevser, kiyamet günü hasr meydaninda Rasûlüllah (s.a.s)'a verilecek olan bir havuzun ve yine kendisine Cennet'te verilecek olan bir nehrin ismidir.
Bu havuz ve nehir hakkinda bir çok hadîs rivayet edilmistir
"Gerçekten benim havzim Eyle ile Aden arasindaki mesafeden daha uzundur. Allah'a yemin ederim ki, ben bir takim insanlari, kisinin yabancilari havuzdan kovdugu gibi kovacagim" (Müslim, Tahâre, 12).
Hz. Enes (r.a)'in rivayet ettigine göre, Peygamber (s.a.s) Kevser hakkinda söyle buyurmustur: "Bu, Allah'in bana Cennet'te verdigi bir nehirdir. Onun topragi misktir, suyu sütten daha beyaz ve baldan daha tatlidir" (Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 89).
"Öyleyse Rabbin için namaz kil ve kurban kes" (2)..
Bu âyetin tefsîri ile ilgili olarak, müfessirler farkli açiklamalarda bulunmuslardir. Bazilari namazdan muradi, bes vakit namaz olarak anlamislar; bazilari da Kurban bayrami olarak anlamislardir. Bazi âlimler de, bundan muradin mutlak namaz oldugunu söylemislerdir. Bir kisim âlimlere göre "nahr"dan gaye, namazda elleri baglamaktir. Namazi elleri kaldirarak tekbir getirme manasinda anlayanlar da vardir. Bazilari ise, namaza baslarken, rükû ederken, rükûdan kalktiginda elleri kaldirmak oldugunu söylemislerdir. Ve bazi âlimlere göre "nahr", Kurban bayrami namazini kilmak ve ondan sonra kurban kesmektir. Bu türlü ihtilaflardan dolayi, kurban kesmek farz degil, vacip olarak kabul edilmistir.
Genel olarak bu âyette, Allah'a samimiyetle yönelerek verdigi nimetlere sükretme, O'nun için namaz kilip, O'nun için kurban kesmek emredilmistir.
Kesilen kurbanlarin üzerine yalniz ve yalniz Allah'in adinin anilmasi gerektiginin, Allah'tan baskasi adina kesilenlerle, Allah adi anilmadan kesilenlerin haram olusunun burada yeniden ifade edilmesi gösteriyor ki, bu din, hayati bütünüyle Þirk'in fenaliklarindan aritip temizleme konusunda son derece dikkat göstermektedir. Yalniz kafalari ve vicdanlarini degil, hayatin bütünü buna dahildir. Çünkü bu din, apaçik ve saf tevhid dinidir. Bu yüzden de fiiliyatta sirki ortadan kaldirmayi ön plana almistir. Hayat gizli ve açik yönleri ile bir birliktir. islâm, hayati parçalara ayirmaz, her türlü sirk saibesinden korur. Hayati samimiyetle ve açiklikla Allah'a tevcîh eder.
"Asil sonu kesik olan, sana bugzeden kimsedir" (3).
Yüce Allah bu âyette, Hz. Muhammed (s.a.s)'in oglunun vefati münasebeti ile kendisine: "Sonu kesik, adi sani unutulacak" gibi sözleri söyleyenleri tenkid etmekte ve asil onlarin sonunun aci oldugunu açiklamaktadir. Nitekim, Hz. Muhammed (s.a.s)'in adi, ondört asirdir dünyanin her kösesinde hürmet ve saygi ile anilmakta, günde bes vakit okunan ezanlarda Allah'in adi ile beraber zikredilmektedir. O'nun emanet olarak biraktigi islâm dini, gün geçtikçe, dünyanin çesitli yerlerine yayilmaktadir. O'nu tenkid eden, kötüleyen, adi sani unutulacak diyen bedbahtlarin ise, isimleri çoktan unutulmustur.
Kur'an-i Kerîm'in yüzikinci suresi, sekiz ayet, otuzalti kelime ve yüzelliki harften ibarettir, fasilasi ra, mim ve nun harfleridir. Mekkî sûrelerden olup, Kevser suresinden sonra nâzil olmustur. Adini ilk ayetinde geçen ve "çoklukla övünmek" anlaminda kullanilan "Tekâsür" kelimesinden almistir.
Sure, insanlarin, nimet olarak verilen dünyaya ait seyleri kendilerine ilâhlar edinip, onlara tapinmalarini siddetli bir üslûpla tenkid ederek, böyle davrananlarin ahirette ugrayacaklari elim azabi haber vermektedir.
insanoglu, haktan uzaklasip, cehaletin karanliginda kayboldugu zaman, dünyaya ait olan maddî menfaatlere o derece deger verir ki, sanki ebediyen kaybetmeyecekmis gibi onlara hizmet etmeye, varliklariyla ögünmeye baslar. Resulullah (s.a.s) insanin bu süflî yönünü; "Eger insanoglunun elinde iki vadi dolusu mal olsa, üçüncü vadiyi ister. insanoglunun gözünü ancak toprak doyurur" (Buharî, Rikak, 10) ifadesiyle veciz bir sekilde ortaya koymaktadir. Allah Teâlâ, mallari ve çocuklari birer imtihan araci kilmis, onlarin verilis hikmetini kavrayanlara da büyük ecirler vadetmistir: "Bilin ki, sizin için mallariniz ve evlatlariniz ancak bir imtihandir ve asil büyük mükâfat elbette Allah nezdindendir" (el-Enfal, 8/28).
isin hakikati böyle olmakla birlikte cahilî toplumlar arasinda mal, evlat ve soy gibi unsurlar birer üstünlük sebebi ittihaz edilmis, üstünlük iddiasinda yarisma ve çekismelere kaynak olmuslardir. Bu konu da o kadar ileri gidilmisti ki, hayatta olanlarin sayisi yetmedigi için, mezarliklara giderek oradaki ölülerin sayisini bile isin içine katip çokluklarini iftihar vesilesi yapiyorlardi (Ibn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'ani'l Azim, istanbul 1985, VIII, 493).
Sure, bu gibi mal, evlat ve degisik dünyevî varliklarla istigal edip her seyi unutarak, ibadet edercesine onlara baglanan ve bunu diger insanlara üstünlük araci olarak kullanan topluluklarin, yaptiklari bu mantik disi hareketin onlari ilâhî gerçeklerden ne kadar uzaklastirdigini açiklamakta ve onlari gelecekte ilâhî azapla uyarmaktadir: "Çoklukla övünmek, sizi kabirlere varincaya kadar mesgul etti. Hayir! ileride bileceksiniz" (1-4).
Allah Teâlâ, eger insanlar iddia ettikleri gibi gerçekten bilgi sahibi olsalardi, cehennemin varliginin hakikatini anlayacaklarini ve bu gibi sapik isler islemekten kaçinacaklarini bildirmektedir: "Hayir, kesin bilgi ile (gerçegi) bilseydiniz mutlaka cehennemi görür (onun varligini gözle görmüs gibi kabul ederdiniz)" (5-6).
Dünya hayatina dalip, dünyada terkedip gidecekleri seyleri çogaltmak için, yeryüzündeki varlik gayesini unutan, gaflet içerisindeki insanlar, bu hayati bitirdikleri zaman, cehennem gözlerinin önüne getirilecek ve yeryüzünde verilen nimetlerin hesabi kendilerinden sorulacaktir: "Sonra cehennemi bizzat gözünüzle mutlaka göreceksiniz. Sonra o gün, verilen her nimetten sorguya çekileceksiniz" (7-8) .
Kur'an-i Kerim'in yüz yedinci suresi. Yedi ayet, yirmi bes kelime ve yüz on bes harften ibarettir. Fasilâsi, nun ve mim harfleridir. Kûfelilerin disindakiler alti ayet oldugu görüsündedirler. Mekkî veya Medenî oldugu hakkinda degisik rivayetler vardir. Surenin tamami münafiklardan ve riyâkârlardan söz ettigi için Medenî oldugu görüsü daha kuvvetlidir. Mekke döneminde müslümanlarin gösteris için namaz kilarak nifakta bulunmalari söz konusu degildir. Çünkü Mekke döneminde müslümanlar, Allah'a ibadet ettikleri için çileli bir hayat yasiyorlardi. Bu sartlar altinda onlarin namaz kilarak gösteriste bulunabileceklerini düsünmenin bir anlami yoktur. islâm, Medine'de hâkim güç oldugu için, bir takim kimseler müslümanlarin arasinda, cemaatle kilinan namazlara katilarak, kendilerinin de müslüman olduklarini göstermek istiyorlardi. ez-Zemahseri, ilk üç ayetinin Mekkî, kalaninin da Medenî oldugu görüsünde olup, Tekâsür sûresinden sonra nazil oldugunu nakletmektedir (ez-Zemahserî, el-Kessâf, Beyrut t.y., IV, 803). Adini son ayetinde zekât vermek, yardim etmek, ihsanda bulunmak anlamlarina gelen "maûn" kelimesinden almistir. Sûre, "Eraeyte" ve "Din" adlariyla da anilir.
Yedi kisa ayetten meydana gelen bu sûre, küfür ve iman hususunda geçerli olan anlayisi kökünden degistirebilecek güçte gerçekleri ele almaktadir. Bu din gösteris ve sekil dini degildir. ibadet ve hareketlerdeki samimiyete ve feragate büyük önem veren islâm, bu samimiyetin salih amele ve yeryüzünü imar eden bir dinamizme dönüsmesini emreder.
Ayrica bu din, muhtevasi bir birinden ayri bölük-pörçük gerçeklerden olusmus bir din de degildir. insan onun bir kismina uyup bir kismini terkettigi takdirde görevini yapmis sayilmaz. Bu din mütekâmil bir nizamdir. ibadet ve mükellefiyetleri içiçedir. Ferdi ve içtimaî emirleri birbirini destekler. Hepsinin de gayesi insanlari yüce bir hedefe yöneltmektir...
insan, diliyle müslüman oldugunu, bu dini tasdik ettigini söyleyebilir; namaz da kilabilir; namazin disindaki diger hükümleri de yerine getirebilir. Bütün bunlari yaptigi halde, yine de gerçek imandan ve gerçek tasdikten uzak, hem de çok uzak kalabilir. Çünkü bu gerçeklerin bazi alametleri vardir ki, onlar bu imanin varliginin delilidir. Bu alameti tasimadan insan ne kadar diliyle söylerse söylesin, ne kadar ibadet ederse etsin, gerçek imana ve gerçek tasdike eremez. Asr sûresinde de belirtildigi gibi, iman gerçegi bir kalpte yer edince o kalp o anda harekete geçer ve salih amel seklinde de imanin varligini gösterir. Bu hareket olmayinca onun varligi için bir delil yok demektir. iste bu surenin ayetleri de ayni gerçekleri dile getirmektedir.
Sureyi iki kisimda ele almak mümkündür.
a) Yetimin hakkini yiyen, ona babasindan kalan mirasi vermeyen, ayrica bir yetim, çaresizlik içinde ona gelince onun ihtiyacini karsilamadan onu itip kakarak kovan ve yoksulun açligi ile ilgilenmeyen kimselerin durumu siddetli tehdit ifade eden bir üslupla bize bildirilmektedir. Onlar islâm'i inkâr eden, hesap gününe inanmayan kimseler olarak takdim edilmektedir: "Gördün mü o, dini yalanlayani" (1). Dini yalanlamak ahiret günündeki hesaba çekilmeyi ve cezayi inkâr etmek demektir. Kur'an istilahinda "Dîn" amellerin ahiretteki karsiligi olarak kullanilir:
iste, o Dini yalanlayan, yetimi itip kakan, yoksulu doyurmaya tesvik etmeyendir. (2-3)
Bu sûrenin; cimrilikleri, yoksullara, düskünlere eziyet ve onlari hor görüp itip kakmalari ile taninan, as Ibn Vâil, Velid Ibn Âiz ve Ebû Süfyân hakkinda nazil oldugu seklinde muhtelif rivayetler bulunmaktadir. (el Kurtubî, el-Camiili Ahkâmi'l-Kuran, Beyrut 1967, XX, 210)
Yetimi ve düskünü horlayarak itip kakan, ona iskence eden kimselerin durumu, Dini yalanlamaktadir. Allaha ve ahiret gününe iman eden bir kimse, Allah Teâlânin bu büyük ithami karsisinda, ürpererek, etrafindaki yetim, yoksul ve ihtiyaç sahiplerinin hukukunu hassas bir sekilde gözetecek, onlarin ihtiyaçlarini karsilayacaktir. Bu, müminin iman etmekle girmis oldugu ahlâkî kalibin gerektirdigi bir hareket tarzidir.
b) Kildiklari namazdan gâfil olanlar ve gösteris için namaz kilanlarin ahiret gününde karsilasacaklari acikli azab vurgulaniyor: "Vay o namaz kilanlarin haline, ki onlar, kildiklari namazdan habersizdirler; onlar, gösteris yaparlar"(4, 5, 6).
Bu namaz kilicilar, nifak içerisinde bulunan tiplerdir. Onlarin kildiklari namaz, zahiri bir sekilden ibaret kalmakta, kalplerinde hiç bir manevi iz birakmamaktadir. Kildiklari namazlardan gâfil olanlar ibaresi; namazlarini vaktinde kilmayip tehir eden, halkin huzurunda kildigi halde, yalniz kalinca namazi terkeden münafiklari haber vermektedir.
Onlar görünürde namazlarini kilarak, müminlerden görünmek suretiyle bir takim dünyevî menfaatler elde etmek isterler. Onlar için namazini dosdogru kilan, salih insanlar denmesi, hoslarin gider. Allaha degil de, kendi nefislerine tapinmis olurlar. Bu tiplerin, inanan insanlari kandirmalari mümkündür. Çünkü islâm, zahire göre hüküm vermeyi emreder. Kalplerde olani ise, yalniz Allah Teâlâ bilebilir. Namazi kilmak veya terketmek karsiliginda bir sey görmeyeceklerini zannedip Allahin dinini kendilerine kalkan yapanlarin ne kadar büyük bir gaflet ve sapiklik içinde oldugunu Allah Teâlâ bu ayetleri ile bize haber vermektedir. Ayrica namaz kilan herkes bu vesile ile uyarilmaktadir. Allah Teâlâ nifak içerisinde ibadet edenlerin durumunu su ayeti kerime ile de açikliga kavusturmaktadir: Þüphe yok ki münafiklar güya (akillarinca zahiren mümin görünüp kalplerinde küfrü gizlemekle) Allah (ü Teâlâ) yi aldatmak isterler. Halbuki O, (oyunlarini ve) hilelerini baslarina geçirendir. Namaza kalktiklari zaman da tembelce kalkarlar. insanlara gösteris yaparlar ve Allahi ancak (insanlarin huzurunda) birazcik anarlar" (en-Nisâ, 4/142).
iste kalpleri nifakla dolu bu insanlarin en önemli özelliklerinden biri, Allah Teâlâ'nin su sözü ile ifade edilir: "Onlar, baskasina en ufak yardimi esirgerler" (7).
Bu sure, ibadetlerin görünüslerinin Allah indinde bir degerinin olmadigini, ibadetleri ifâ ederken onlarin hakikatlarini yasamanin ve yalniz Allah için yapmanin gerekliligini teblig etmektedir.
Kur'an-i Kerim'in yüzdokuzuncu sûresi. Alti âyet, yirmialti kelime ve doksandört harftir. Fasilalari dal, mim ve nun harfleridir. ismini ilk âyette geçen "el-kâfirûn" sözcügünden alir. Sûrenin asil adi, "Kul yâ eyyuhe'l-kâfirûn"dur. Bu isim uzun oldugundan kisaca "Kâfirûn" sûresi denilmektedir. "Mukaskise", "ibadet" ve "ihlâs" olarak da isimlendirilir. Sahih rivâyetlere göre Mekke'de inmistir. Nüzûl sebebiyle ilgili rivâyetler de, muhtevasi da Mekke'de indigine delildir.
Mekkeli müsrikler, uyguladiklari baski ve zulmün islâm davasini engelleyemedigini artik anlamislardi. Baski ve zulümlerini devam ettirirken bir yandan da Rasûlüllah (s.a.s) ile uzlasma zemini arayip zaman zaman bir takim tekliflerle ona giderek davasindan vazgeçireceklerini saniyorlardi. Ibn Abbâs'tan nakledilen bir rivâyete göre müsrikler Rasûlüllah'a söyle diyorlardi: "Biz sana o kadar mal veririz ki Mekke'nin zengini olursun. Eger bir, kadin istiyorsan seni onunla evlendiririz. istersen seni önderimiz olarak kabul ederiz. Yalniz tanrilarimizi kötülemekten vazgeç. Eger bu teklifi kabul etmezsen baska bir teklifimiz var. Bu, senin için de, bizim için de hayirli olur." Rasûlüllah onlara "O nedir" diye sordu. Onlar; "Sen bir sene tanrilarimiz olan Lât ve Uzza'ya ibadet et. Biz de bir sene senin tanrina ibâdet edelim" dediler. iste sûre bu olay üzerine müsriklere karsi islâm'in ve Hz. Peygamber'in tavrini belirlemek üzere inmistir. Sûre, küfür ile islâm arasindaki hiç bir uzlasmanin olamayacagini ifade etmekte ve bu hususu pekistirmek için cümleler tekrar edilmektedir.
Rasûlüllah'in müsriklerle iliskilerini dört safhada mütalaa etmek mümkündür:
Müslümanlarin sayica çok az olduklari dönemde müsriklerin eziyetlerine katlanmak. Fikirlerine ortak olmalari ve onlarla fikrî bir uzlasmaya gitmeden sabretmek.
Müsriklerin bu saldirilarina karsi konulamadigi dönemlerde sûrenin sonundaki "sizin dininiz size benim dinim bana" stratejisini uygulamak.
imkân oldugu takdirde saldirilara ayniyle mukabelede bulunmak.
Antlasmalara riâyet etmemeleri ve tekrar tekrar andlasmayi bozmalari sebebiyle onlarla top yekün bir savasa girmek.
ilk iki madde Mekke döneminde, son ikisi ise, Medine döneminde olmustur. bu hususu da belirtelim ki, her dört safhada da Rasûlüllah teblige devam etmis, tebligi katiyetle aksatmamistir. Ayrica islâm'in temel akidesinden kesinlikle taviz vermemis fikrî bir uzlasmaya asla yönelmemistir.
Kur'an-i Kerim, bir çok yerde câhiliye hayatindan örnekler vererek müslümanlarin ibret almalarini ister.
Yine bu sûrede Allah son tevhid dini olan islâm'la insanlarin nasil bir inkilapla nefis ve seytâni putlarin hâkimiyetinden kurtulduklarini anlatir.
Bilindigi gibi câhiliye dönemi Araplari Allah'i inkâr etmiyorlar, ancak O'nu "Bir" ve "Samed" olarak tanimiyorlardi. Onlar Allah ile beraber putlara, geçmisteki önemli zatlara, heykellere ibadet ediyor ve bunlarin Allah yolunda sadece birer vesile oldugu iddiasinda bulunuyorlardi. "Biz onlara sirf bizi Allah'a yaklastirsinlar diye ibadet ediyoruz" (ez-Zümer 39/3) diyorlardi. Yine Ankebût suresinde "Onlara gökleri ve yeri kim yaratti günes ve ay'i kim emrine verdi diye soracak olursaniz" Allah " diyeceklerdir elbette..." (el-Ankebût 29/61). Hem de yeminlerle dile getirdikleri bu tür inançlarini Allah "Siz ancak Allah(u Teâla)'dan baska pullara ibadet ediyor ve (O'na ortak diye) yalan düzüyorsunuz. Bu Allah'tan baska ibadet etmekle olduklariniz size bir rizik vermeye muhakkak ki muktedir degildir. Rizki Allah katinda arayin O'na ibadet edin. Ve (rizkinizi o verdigi için de) O'na sükrediniz. (Çünkü âhirette) yalniz O'na döndürüleceksiniz" (el-Ankebût 29/17) diyerek onlarin Allah'tan baska ibadet ettikleri seylerin kendilerini Allah'a yaklastirmayacagini belirtir. Kâfirûn sûresi insanin içine düstügü bu ikilemi, bu tür bir çikmaza kesin bir çözüm getirerek mü'min, kâfir saflarinin netlesmesini saglamakta ve insanlarin bu tür mazeretlerinin olmayacagini ferman buyurmaktadir.
"(Ey Nebi!) De ki: Ey Kafirler"
Allah onlari gerçek durumlariyla çagirarak, gerçek vasiflarini belirtmektedir. Onlarin dini yoktur. Ne kadar Allah'a ibadet etseler de bu böyledir. Böylece onlarla Hz. Muhammed (s.a.s) arasinda bir bag sözkonusu degildir.
"Ben sizin tapmakta olduklariniza tapmam"
Bu ifade, kâfirlerin ibadet ettigi ve halen de ibadet etmekte olduklari bütün mabudlari içine alir. Onlar melekler, cinler, nebiler, veliler, ölmüs insanlarin ruhlari, günes, ay, yildizlar, hayvanlar, agaçlar, hayali tanrilar, tanricalar, putlarda olabilir. ilahlara topluca ibadet etmenin içine Allah'a ibadet de girse bile, bu aslinda Allah'a ibadet degildir. Kur'an-i Kerim'de açikça Allah'a ibadetin O'nunla birlikte bir baska seye ibadet etmemek demek oldugu bildirilmis ve sadece Allah'a ihlasla yönelmek emredilmistir: "Oysa kendilerine dini yalniz Allah'a halis kilarak, Allah'i birleyenler olarak O'na kulluk etmeleri emredilmisti" (el-Beyyine, 93/5).
Daha sonra Kur'an-i Kerim "Benim taptigima sizler tapmazsiniz. Ben de sizin taptiklariniza tapacak degilim. Benim taptigima da sizler tapacak degilsiniz. O halde sizin dininiz size, benim dinim banadir" fermaniyla islâm'da ibadet edilecek olanin sadece Allah oldugunu; Allah'a yapilan ibadetle O'na ortak kosanlarin ibadetlerinin karsilastirilmasi yapilmaktadir. Ve sûre "Sizin dininiz size, benim dinim banadir" diyerek onlarin islâm disi bir inanç içerisinde olduklari ne Müslümanlarla-kâfirlerin yolunu netlestirmektedir. Bu son ifadede Allahu Teala islâm'in tavrini ortaya koymaktadir. Bu ifade, kâfirlere hos görünmek için degil, kâfirlikleri üzerinde devam ettikleri sürece onlardan kesb ayrilik ve çizgi farkliligini göstermektedir. Sûre ayni zamanda kâfirlerin, din konusunda Allah'in Rasûlü ve O'na iman eden müslümanlarla hiçbir zaman uzlasamayacaklarini belirtmeyi ve bu konuda ümitlerini kesmelerini de kapsar. Ayni tavir Kur'an'da bir çok yerde zikredilerek müslümanlarin kâfirlere karsi tavri tesbit edilmistir."De ki. Ey insanlar benim dinimden kuskuda iseniz" ben sizin Allah'tan baska taptiklariniza tapmam. Sizi (öldürecek olan Allah'a taparim. Bana mü'minlerden olmam emredilmistir" (Yunus 10/104; bk. es-Þuara, 26/216; es-Sebe, 34/25-26; ez-Zümer, 39/14 39-40; Mümtehine, 60/4).
Bu kesin ayrilik hem davet edenler için, hem de davet edilenler igin gerekliydi. Çünkü daha önceden dogru bir inanca baglanip da sonradan sapitmis topluluklarda iman düsüncesiyle cahiliyyet düsüncesinin birbirine karistigi görülür.
Bu tür topluluk ve!a insanlar hiçbir inanç sahibi olmamis topluluklardan daha azgin olurlar. Çünkü içinde bulunduklari durumdan habersizdirler veya memnundurlar. inandiklariyla yaptiklari arasinda bir tezat oldugundan iyiyle kötüyü ayirmalari mümkün olmaz. Hatta onlarin bu halleri müslümanlari dahi kendine çekerek bazi bozuk yönlerine ragmen iyi yönlerini benimseme hatasina düsürebilir. Halbuki bu durum son derece hatali ve yanlis bir yoldur.
Yolda atilacak adim, müslümanin câhiliyyet sistemi ve nizamindan tam olarak siyrilip ayrilmaktir. Yolun ortasinda bulusma imkâni sözkonusu degildir. Bu durum cahiliyyet ehlinin tamamiyla islâm'a girmesiyle ortadan kalkacaktir. Câhiliyyet ne kadar islâm kiligina bürünürse bürünsün ve müslüman oldugunu ne kadar iddia ederse etsin ortada bir yerde bulusma imkani yoktur. Dâvet ve tavirda ilk yol "sizin dininiz size benim dinim bana" olmalidir.
Sûrenin meâli:
"De ki:'Ey kâfirler! Ben sizin taptiklariniza tapmam. Siz de benim taptiklarima tapici degilsiniz. Ben asla sizin taptiklariniza tapacak degilim. Siz de benim taptigima tapacak degilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadir"
Kur'ân-i Kerîm'in yüzbesinci suresi. Mekke'de nâzil olmustur; bes ayettir. fâsilasi Lâm harfidir. Adini birinci ayetinde geçen "fil" kelimesinden alir. Fil, Asya ve Afrika'da yasayan, iri yapili, güçlü hortumlu, büyük kulaklari ve boynuzlari (fildisi) olan bir kara hayvanidir. Sure, önceki bir dönemde Allah'in müminlere yardimini ve büyüklenenlere karsi gösterdigi gazâbini anlatmaktadir.
Surenin nüzul sebebi sudur: Habesistan'in Yemen vâlisi Ebrehe, San'a'da büyük bir tapinak yaptirdi. Gayesi, Kâbe hacilarini buraya çekmekti. Fakat Kinâne kabilesinden bir veya birkaç kisi geceleyin bu tapinaga girerek burayi pisledi. Buna son derece kizan Ebrehe büyük bir ordu hazirladi. Bu muazzam ordunun karsisinda kimse dayanamazdi. Geçtigi yerlerde her önüne çikani yendi. Ordusu, büyük fillerle desteklenmekteydi ve bu fillerin "Mamut" denilen en iri olani, karsisindakini ezip geçiyordu. Ebrehe'nin ordusuna Ashâbu'l-Fil (fil sahipleri) denmistir. Bu ordu zayif olan Kureys'i de korkuttuktan sonra, tam Kâbe'ye saldiracagi sirada Allah ebâbil kuslarini üzerlerine gönderdi. Kuslar agizlarinda ve ayaklarinda tasidiklari taslari askerlerin üzerine atarak bu muhtesem orduyu helâk ettiler. Olay Hz. Peygamber (s.a.s.)'in dogdugu yilda meydana gelmisti. Ayni zamanda bu olay onun peygamberligine delâlet eden mucizelerden sayilmistir.
Surenin manasi sudur: "Görmedin mi nasil etti Rabbin ashâbi file, Kilmadi mi tedbirlerini müstagrak tadlile? Saldi da üzerlerine sürü sürü kuslar. Atiyorlardi onlara siccilden taslar. Derken bir yenik hasil gibi oluverdi." Onlar (Muhammed Hamdi Yazir meâli). Yani "Görmedin mi Rabbin Fil sahiplerine ne yapti? Onlarin tuzaklarini bosa çikarmadi mi? Üzerlerine sürü sürü kuslar gönderdi. Onlara çamurdan sertlesmis taslar atiyorlardi. Nihayet onlari kurt tarafindan yenilmis ekin yapragi gibi yapti" demektir.
Burada "görmedin mi?" lafzi hem Fil olayini bilenlere, hem Resulullah'a, o zamanda yasayan herkese ve de bütün insanlara yöneliktir.
Fil suresi önemli ve ibret verici özellikler içermektedir.
Allahu Teâlâ, Kâbe'yi mübârek kilmistir. Ona herhangi bir sekilde saldirida bulunan, surede zikredildigi gibi korkunç bir azaba ugrar. Allah, buyruklarina uyanlari kurtarir, onlara yardim ederken; karsi gelenleri azâbiyla kusatir. Allah zâlimlere karsi zayiflara, ezilenlere, hakka inanip da zâlimlere karsl çikamayanlara daima yardimcidir ve en güçlüler bile O'nun intikami karsisinda yok olur giderler.
Ebrehe Kâbe hakkinda, "Allah onu elimden kurtaramayacaklar" deyip büyüklendi. O dönemde Mekke'nin baskani sayilan Abdülmuttalib de, "Bu Beytullah'in bir sahibi var, O onu koruyacaktir" dedi. Rivâyetlerde ayrica Ebrehe'nin, "Bu Beytullah'in emin bir ev oldugunu duydum; onun eminligini yok etmeye geldim" dedigi de kaydedilir. Abdülmuttalib'in de, "Bu, Allah'in evidir. Bugüne kadar hiç kimse ona saldiramadi" demesine karsilik Ebrehe, "Ben onu yikmadan geri dönmeyecegim" diyerek Mamut'u Kâbe'ye dogru yöneltti. Ancak hayvan oldugu yere çökmüstü. Kureyslilerin niçin savasmadiklari hem bu fillerden, hem de sayilarinin azligindan anlasilmaktadir. Kureysliler ancak onbin kisi kadarken Ebrehe ordusu altmisbin kisiydi. Kureysliler katliamdan kurtulmak için daglara çekilince Kâbe ortada kaldi. iste bu sirada Allah intikamini aldi; sürülerle kuslar, askerlere tas yagdirdilar. Rivâyetlere göre bu taslar askerleri parçaladi; degdigi askeri hemen parçalayan, veya degdigi eti ve kemigi hemen çürütüp eriten taslardi bunlar. Askerlerin et ve kanlari su gibi akiyor, kemikleri disari firliyordu. Kisacasi, korkunç bir fâcia meydana gelmisti. Milâdi 571 yilinda cereyan eden bu olaya Araplar "Fil Vak'asi" ve bu seneye "Fil Yili" demislerdir. Olay, Müzdelife ile Mina arasindaki Mahasab vadisi yakinindaki Muassib'da meydana gelmistir. Müzdelife'de durmak, Muassib'da hizlanarak geçmek Resulullah'in bir sünneti olmustur. Bu olay üzerine Araplar pekçok siir ve kasîdeler yazmislar ve müsrik Mekkeliler bir müddet (on yil) tek Allah'a iman edip putlarmi Kâbe'den kaldirmislardir. Ama bir süre sonra yine ortak kosmaya basladilar ve ardindan Hz. Peygamber risâletle kendilerine gönderildi. Kureys, Ebrehe'nin helâkinin her yerde duyulmasiyla itibar kazanmis ve kervanlari gittikleri yerlerde âdeta dokunulmazliga sahip olmustur. Kureys suresinde onlarin "Kâbe hizmetçiligi" görevleri sayesinde Araplar arasinda nasil dokunulmaz kilindiklari anlatilmaktadir (Mevdûdî, Tefhimu'l-Kur'ân, VII, 235-243; M. Hamdi Yazir, Hak Dini Kur'an Dili, VIII, 6097-6146.
O devirde, yani Milâdi altinci yüzyilda Arabistan yarimadasinda tek bir din hâkimdi ve Mekke bu dinin merkeziydi. Mekke, besinci yüzyilda Zemzem kuyusu yaninda kuruldu. Buraya ilk defa Amalikalilar onlardan sonra da Cürhüm kabilesi yerlesti. Cürhümîler'den sonra Mekke'ye Huzaa ogullari hâkim oldu. Resulullah'in dördüncü göbekten dedesi olan Kusay b. Kilâb 440 yilinda Mekke ve Kâbe hâkimiyetini ele geçirdi. Böylelikle, sikaye, hicâbe*, rifâde ve livâ denilen Kâbe hizmetleri Kureyslilerin eline geçmis oldu. Mekke'ye "Beytü'l-haram", "Ümmü'l-Kurâ", "el-Beledü'l-Emin","el-Beytü'l-Atik" denilir (Bk. el-En'âm, 6/92; et-Tîn, 95/1-3; el-Hacc, 22/28). Resulullah'in bir hadisinden Hz. ismail neslinden Kinâneogullari; onlardan Kureys, ondan Hasimogullari ondan da Resulullah'in seçildigi kaydedilmistir. Kâbe'yi Allah'in emriyle Hz. ibrahim ve oglu Hz. ismail (a.s.), birlikte insa etmislerdir (el-Bakara, 2/127). Yine Allah ibrahim'e insanlara hacci bildirmesini teblig etti ve insanlar Kâbe'yi bir hac yeri kildilar (el-Hac, 22/27). Kâbe, tavansiz, dört köse, küçük bir yapidir. Dört köse olmasindan dolayi Kâ'be denilir.