Kur'an-i Kerîm'in yedinci ve Bakara ile suâra'dan sonra üçüncü uzun suresidir. ikiyüz alti ayettir. Mekke'de nazil olmustur. Ibn Abbâs ve Mukatil'den yapilan bir rivayete göre 163-172 ayetleri Medine'de inmistir.
A'râf suresi, ikiyüzalti ayet, üçbinüçyüzyirmibes kelime ondörtbinon harften ibarettir. Fasilalari mim, nûn, lâm ve dal harfleridir. A'râf suresi, bu adla meshur olmakla beraber, içine aldigi konular dolayisiyla Mikât, Misâk, Elif Lâm Mim Sad adlariyla da bilinir. Ama en meshur ismi A'râf'tir .
Konusu bastan basa akîdevî olan ve En'âm suresinden sonra gelen bu sure, Mekke-i Mükerreme'de nazil olmustur. Akîde konusu bu surede insanlik tarihi ile birlikte baslatilmis, insanlari birbiri ardi sira kusak kusak ele alarak karsilastirmistir. Tarihi seyirle izlenen insan kitleleri, Cennet'e lâyik olup Allah resullerinin izini takip edenler ve Cehennem'e lâyik olup seytanin adimlarini takip edenler olmak üzere bu sure içinde siniflandirilmistir. Sure, Resulullah'a bir hitapla baslayan ilk ayetlerinde insani hedef almaktadir:
"Elif, Lâm, Mim, Sad. Bu, onunla (insanlari) uyarman ve müminlere ögüt vermen için sana indirilen bir kitaptir. Bunlari teblig ederken kalbine bir sIkIntI gelmesin."
"Rabbinizden size indirilene uyun. O'ndan baska dostlar (yöneticiler) edinerek onlara uymayin. Ne kadar az ögüt aliyorsunuz" (1-3).
Daha baslangiçtaki bu birinci ve ikinci ayetlerden de anlasilacagi gibi, insanlar, ilâhi düsünce sistemine davet edilmektedir. Bu davet ile Allah'u Teâlâ insanlarin, içinde yasadiklari cahiliye hayatinin düsünce ve tasavvurlarini, deger ve ölçülerini, prensip ve kanunlarini adet ve aliskanliklarini ve ilgilerini inkilâbi bir tarzla degistirmeyi öngörmekte; Bu degisikligi yaparken de sIkIntI duymamalarini ögütlemektedir. Sure'nin ilk ayetlerinde, beser cinsinin yeryüzüne yerlestirilmesi ile ilgili gaybi bilgiler verilmekte, daha sonra, dünyadaki durumundan, ölümünden ve diriltilmesinden bahseden ayetler biribirini takip etmektedir. Sure de kiyamet sahnelerinin en uzunu ile de karsilasmaktayiz. iblis'in aldatmasi ile Hz. Âdem (a.s.) ve esinin Cennet'ten çikarildigi hatirlatilmakta ve Allahu Teâlâ Ademogullarini seytanin fitnesinden sakindirarak, onun, atalarini Cennet'ten çikardigi gibi kendilerini de kötülüge götürmesinden korkutmaktadir. Bunun için, seytana uyup onun izini takip edenler. tekrar Cennet'e dönmekten kendilerini mahrum etmislerdir.Seytanin atalarini Cennet'ten çikardigi gibi, onlar da seytana kanarak cehennemlik olmuslardir. Öle ise seytana muhalefet edenler, Allah'a itaat edip O'na baglananlar, cennete döndürüleceklerdir. Böylece gurbet diyarina göç etmis olanlar tekrar nimet diyarina dönmüs olmaktadirlar. Surede bütün bu münasebetler anlatilirken hatirlatici ve korkutucu hükümler de yer almaktadir: "Andolsun, biz onlara öyle bir kitap getirdik ki iman edecek herhangi bir topluma hidayet ve rahmet olarak için onu tam bir ilim üzere uzun uzun açikladik." (52). Öyle ise insanlar, yerin ve gögün, bütünüyle kâinatin yaraticisi ve hakimi olan Allah'a isyandan uzak durmali ve sadece O'nun emirlerine uymalidirlar. Allah'in emirlerine itaatle, O'na kulluktan geri durmamalidirlar. Bir gün Resulullah (s.a.s.), Mekkelileri Safâ tepesinde toplayip, onlara ahireti ve Allah'in azabini hatirlatti. Toplanma sirasinda birisinin: "Bu zat delidir" demesi üzerine 184. ayet nazil oldu:
"Düsünmediler mi ki arkadaslarinda (Muhammed Aleyhisselâm'da) hiç bir delilik yoktur. O. apaçik bir uyaricidir." (184).
Insanlarin pek çogu, bazi insanlarin gaybi bileceklerini zannederler. Mutlak sûrette resullerin gaybe muttali oldugunu iddia edenler de vardir. Oysa gaybin bilgisi yalniz ve yalniz Allah katindadir.
"De ki: "Ben, Allah'in dilemesi disinda kendime ne bir fayda, ne de bir zarar verme gücüne sahip degilim. Eger gaybi bilseydim elbette çok hayir (mal ve menfaat) elde ederdim. O zaman bana bir kötülük de dokunmazdi. Ben (gaybi bilmem) yalniz, inanan bir kavim için bir uyarici ve müjdeleyiciyim." (188) A'râf suresinde belirtilen ve insanlarin hidayete ermeleri için söz konusu edinilen meseleleri söyle siralayabiliriz:
Hüküm koymak yalniz Allah'a aittir. Öyle ise insanlar kanun koyamaz ve adaleti gerçeklestirmek için Allah'in hükmüne razi olmalidirlar.Ebedi alemde gerçeklesecegi kesin olan sorular, amel defterlerinin tartilmasi, amel defterlerinin insana sag veya sol tarafindan verilmesi, Ars, ahiret yurdu Cennet ve ceza yeri olarak Cehennem haktir. Insanlarin bu gerçeklere göre davranmalari, inanmalari ve islerini düzene koymalari gereklidir .
Daha sonra sure, Âdem (a.s.)'in topraktan yaratildigina ve insanlarin da bir tek baba olarak Âdem (a.s)'in soyundan geldiklerine insanlarin, Allah'in serefli yaratiklari olduklarina dikkat çeker. Bunu, meleklerin Hz. Âdem'e secde etmeleri ile ispatlar. Bu sirada iblis'in Allah'in emrine uymayip kibirlenerek secdeden imtina ettigini hatirlatarak, onun serrinden, vesvesesinden sakinmayi ögütler. Aksi taktirde seytana uyan insanlarin cezaya çarptirilacaklarini bildirir. Sonra Hz. Âdem'in Cennet'ten çikisi ve dünyaya indirilisi anlatilir. Bunu hayirla ser, hak ile batil arasinda devam edecek olan çekismenin bir misali olarak verir. Bu yüzden Cenâb-i Allah, yalniz bu surede görülen "Ey Âdem Ogullari" seklindeki hitabini dört defa tekrarlar.
Hakk'a uymayan ve ögüt dinlemeyen eski kavimlerden pek çogu Allah'in azabini hak etmislerdir.
Israf edenler Allah'in hoslanmadigi bir is yapmaktadirlar. Dolayisiyla Allah israf edenleri sevmez.
Her ümmetin ve her kavmin belli bir eceli vardir. Bu süre dolunca, bu ecel bir an bile ertelenmez.
Allah'in ayetlerini yalan sayanlar, onlarla alay edenler, onlari kabul etmeyi gururlarina yediremeyenler Cennet'e giremeyeceklerdir.
Cennet ehli Cennet'te, Cehennemlikler de Cehennem'de olduklari zaman bu iki sinif karsilikli konusacaklardir. Cennettekiler, atestekilere: "Rabbimiz'in söz verdigi nimetleri gerçeklesmis bulduk. Siz de Rabbiniz'in söz verdigi azabi gerçeklesmis buldunuz mu?" seklinde karsilikli konusacaklardir.
A'râf, yüksekçe bir yer anlamindadir. insanlar. üç sinif olarak Cennetlikler, Cehennemlikler, A'râf'takiler olmak üzere kiyamette taksim olunup herkes yerine çekildikten sonra Cehennemlikler ve A'râftakilerin, Cennetliklere bakip imrenmeleri haktir. Cehennemdekileri gördükleri zaman da durumlarindan dolayi Allah'a siginmalari haktir. Ve ahirette de Allah'a siginma ve Allah'dan yardim dileme vardir.
Dünyada iken Allah rizasi olmadan birbirini sevip, batil yolla birbirine ve zalimlere destek olanlarin ahirette birbirlerini suçlamalari kaçinilmaz olacaktir. Allah kendilerine kalp verdikten sonra anlamayanlarin, göz verdikten sonra gerçegi görmeyenlerin; kulaklari bulunup da ibretle dinlemeyenleri durumu hayvanlardan daha asagidir.
Daima iyiligi emredip, insanlara af ile yanasmak gereklidir. Cahillerden daima yüz çevrilmelidir.
A'râf suresinde, diger Mekki surelerde ele alinan Nûh, Sâlih, Lût, suayb, Musa kissalari genisligine anlatilir. Bu peygamberlerin, çektikleri zorluklar, müminlere birer ibret dersi olarak verilir. Nasil bu peygamberler ve onlara inananlar sonunda kurtulmuslarsa, Mekke'deki müminler de bir gün öylece kurtulacaklar, düsmanlari ise zebun olacaklardir. Öyle de olmustur. Bu hüküm her zaman geçerlidir. Yeter ki müminler inançlarinda sadik olsunlar, elden gelen tedbiri geri birakmasinlar. A'râf suresinde çok çarpici baska bir misal daha vardir. Bu da Bel'am ibn Bâura'nin sahsinda temsil edilen kötü âlim örnegidir. Allah'in kendilerine verdigi ilmi dünya malina degisen, ilimlerini insanligin yararina degil de sahsi çikarlari için kullanan alimleri Cenâb-i Allah, durmadan soluyan köpege benzetmistir. A'râf suresi bu olaylari genisligine anlattiktan sonra tevhid ile basladigi gibi tevhid ile sona erer. Allah'a ortak olarak ileri sürülen tastan, agaçtan yapilmis putlardan bir hayir gelmeyecegini, bunlarin kendilerine dahi bir fayda temin edemeyeceklerini tekrar hatirlatip Allah'in hâkimiyetine dönülmesinin geregini belirtir.
Kur'an-i Kerîm'in yetmisikinci suresi. Mekke'de nazil olmustur. Yirmisekiz ayet, ikiyüz seksenbes kelime ve yediyüzellidokuz harften ibarettir.
Fasilasi "elif"tir. Cinlerden bahsettigi için bu adi almistir. Buna "Kul ûhiye" suresi de denir.
Surenin ana konusu cinlerdir. Hemen ilk ayette söyle denmektedir: " Ey Muhammed! de ki; Cinlerden bir toplulugun Kur'an'i dinledigi bana vahyolundu;" Onlar söyle demislerdir;
"Dogrusu biz, dogru yola götüren, hayrete düsüren bir Kur'an dinledik de ona inandik; biz Rabbimiz'e hiç bir seyi ortak kosmayacagiz."
Eskiden beri insanlar cinlerin varligi hususunda ihtilafa düsmüslerdir.
Duygulara hitap eden bir zâhiri kisimdan, sûrenin mevzuuna, manalarina, gösterdigi hedeflere baktigimizda, birçok isaret ve ilhamlarla karsilasiriz.
Önce; müsriklerin inkâr ettikleri, bu hususta çetin mücadelelere giristikleri, ellerinde hiç bir delilleri olmaksizin ileri geri konustuklari ve bazen de Muhammed (s.a.s.)'in onlara bahsettigi seyleri cinlerden aldigina dair yaygin kanaatlerini içine alan bilgiler ve çogu öteki âlemle ilgili, akaide dair meseleler yer almaktadir. Inkâr edip mücâdele ettikleri meselelerden birine bizzat cinlerin sehadet edinceye ve bu olay Muhammed (s.a.s.)'den duyuluncaya kadar, Kur'an'dan haberleri yoktu. Kur'an'i onlar isitince sarsilmis, hayrete ve dehsete düsmüslerdi. Gönülleri dolup tasmis; isittiklerini saklamayacak, bildiklerini toparlayamayacak, hissettiklerini hülâsa edemeyecek duruma gelmislerdi. Tesiri altinda kaldiklari bu büyük hadiseden bütün kâinatta izlerini ve neticelerini birakan olaydan korku ve dehset içinde kalmislardi. Bu, bütün beseriyetin ruhunda derin izler birakacak derecede, degerli bir sehadet idi.
Ikinci olarak bu sûre ile cinler âlemi hakkinda, önce muhataplarinin sonra da gelecek ve geçmis bütün insanlarin ruhlarindaki bir çok vehimler düzeltilmekte; bu görünmeyen varliklarin hakikati ortaya konulmaktadir.
Bu sure Arap müsriklerinin ve baskalarinin bu kâinatta cinlerin kudreti ve hareket kabiliyetlerine dair inançlarini da düzeltmeyi üstlenmektedir. Bu yaratiklarin varligini gelisigüzel inkâr edenlerin durumuna gelince; bunlarin, bu derece kat'iyyetle inkârlarini ve cinlerin varligina inanmayla alay etmelerini ve hurâfe diye isimlendirmelerini hangi esasa dayandirdiklari konusuna burada egilmek gerekmektedir.
Acaba bu inkârcilar kâinattaki bütün mahlûkati biliyorlar da, aralarinda cinleri bulamadiklarindan dolayi mi böyle söylüyorlar? Süphesiz bugün dahi hiçbir âlim bunu iddia edemez. Zira yeryüzünde varligi daha yeni kesfedilen canlilar pek çoktur. Ve hiçbir kimse de iddia edemez ki bugün yeryüzündeki canlilarin artik kesif zincirinin halkalari kopmustur veya yakinda kopacaktir.
Bu sure-i celile geçen surelere nispetle, ulûhiyyet ve ubûdiyet'in hakikatini mevzu ederek Islâmî tasavvurun insâsina büyük yer verip, daha sonra da, kâinat ve mahluklardan ve bunlarin arasindaki sIkI alâkadan bahseder.
Cinlere ait sözlerde Allah'in vahdaniyetine, zevce ve evlât edinmesinin reddine, ahirette cezanin isbatina, Allah'in mahlûkâtindan hiçbirinin O'nu yeryüzünde aciz birakamayacagina, O'nun elinden hiçbir kimsenin kurtulup kaçamayacagina ve adil cezasinin erisemeyecegi hiç kimsenin bulunmadigina delâlet ve sehadetler bulunmaktadir. Rasûlullah (s.a.s.)'a hitaplarda bu hakikatlerin bazisinin tekerrür ettigi görülmektedir! "Ey Habibim! De ki; "Ben sadece Rabbime yalvarir ve O'na hiç kimseyi ortak kosmam." De ki "Ben size zarar vermeye de iyilik yapmaya da kadir degilim." De ki;
"Beni hiç kimse Allah'a karsi savunamaz ve ben O'ndan baska bir siginak bulamam. "
Bunlar, cinlerin bu gerçekleri tam ve açik bir sekilde sehadetle kabul etmelerinden sonra zikredilir.
Nitekim bu sehadetler, ulûhiyetin sadece Allah'a mahsus oldugunu, ubûdiyetin de beserin erisebilecegi en yüksek derece oldugu beyan buyurulmaktadir: " Allah'in kulu Muhammed, O'na ibadete kalkinca, neredeyse çevresinde keçelesirler, birbirlerine girerlerdi..."
Takip eden ayette, Rasûlullah (s.a.s.)'a tevcih edilen hitapla, bu hakikat tekid edilmektedir: De ki: "Ben size zarar vermeye de iyilik yapmaya da kadir degilim." "Gayb sadece Allah'a birakilmistir. Cin tâifesi onu bilmemektedir. Yeryüzünde onlara kötülük mü murad edildi yahut Rableri onlara bir iyilik mi dilemis ki, dogrusu biz bilemeyiz... " Peygamberler de gaybi, ancak Allahu Teâlâ'nin bir hikmete mebni bildirdigi kadar bilebilirler: Ey Habibim! De ki; "Size vaad olunan yakin midir, yoksa Rabbim onu uzun süreli mi kilmistir ben bilemem. Gaybi bilen Allah, gayba kimseyi muttali kilmaz. Ancak peygamberlerden bildirmek istedigi müstesna. O, her peygamberin önünden ve ardindan gözcüler salar".
Surede isaret edilen olay, bir grup cinin Kur'an'i dinlemeleri olayidir. Bu husustaki rivayetler farklilik göstermektedir.
Imam Ebû Bekr el-Beyhâki "Delâilü'n-Nübüvve" adli kitabinda söyle der: Bize, Ebû Hasan Ali b. Ahmed b. Abdan, Ahmed b. Abid, Ismail el-Kadi, Müsedded, Ebû Avane'nin Ebû Bisir'den, Said bin Cubeyr Ibn Abbas'tan naklettiklerine göre Ibn Abbas (r.a.) söyle demistir: Rasûlullah (s.a.s.) cinlere Kur'an okumadigi gibi onlari da görmemistir. Rasûlullah, yaninda bir kisim ashabi oldugu halde Ukaz çarsisina gitmek üzere ayrilmislardir. (Nahle denilen mevkide, sabah namazini kildiklari sirada okudugu Kur'an'i cinler dinlemisti). O sirada seytanlarin gökyüzünden almaya çalistiklari haberler kesilmis ve üzerlerine de sihablar (alev) gönderilmisti. Bunun üzerine seytanlar kavimlerine dönerek: "Size ne oluyor" demislerdi. Onlar da "gökyüzü haberi ile aramiza perde gerildi, ilahî haberi alamaz olduk. Ve üzerimize de sihablar gönderildi..." Gökyüzü haberi ile aramiza giren mutlaka yeni bir hadisedir. "Doguya ve batiya gidip arastirin bakalim" demisler; doguya ve batiya giderek gökyüzü ile aralarina giren seyin ne oldugunu aramaya koyulmuslardi. Tihâme tarafina gidenleri, Ukaz pazarina gitmekte olan peygamberi, Nahle denilen yerde ashabiyla sabah namazini kilarken buldular. Ve okudugu Kur'an'i isitip dikkatlice dinlemeye koyuldular. "Allah'a yemin ederiz ki iste gökyüzü haberi ile aramiza giren sey budur" dediler. Buradan da kavimlerine dönünce söyle dediler: "Ey kavmimiz biz süphesiz, dogru yola götüren, hayrete düsüren bir Kur'an dinledik de ona inandik. Biz Rabbimiz'e hiç bir kimseyi ortak kosmayacagiz... " Bu hadise üzerine de Allahû Teâlâ, Rasûlûne: "De ki, cinlerden bir toplulugun Kur'an'i dinledigi bana vahyolundu... " ve Allah ona cinlerin sözlerini vahyetmis oldu. (Buhârî, Tefsir Sure, 72)
Diger rivayet ise söyledir. Müslim Sahih'inde Âmir'den söyle rivayet eder. Âmir dedi ki: Alkame'ye sordum: "Ibn-i Mes'ud cin gecesinde Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte mi idi?" Bu soru üzerine Alkame söyle cevap verdi!" Ben de Ibn-i Mes'ud'a "Cin gecesinde Rasûlullah ile birlikte sizden bir kimse var miydi" diye sordum. Ibn Mes'ud "Hayir" dedi fakat biz Rasûlullah'la birlikte bir gece bulunurken birdenbire yanimizdan kayboldu. Yollari ve vadileri aradigimizda; "her halde kaçirildi "veya" öldürüldü" denildi. Böylece çok korkulu bir gece geçirdik. Sabah olunca bir de baktik ki Hira tarafindan geliyor. Ibn Mes'ud devamla, biz "ya Rasûlallah! Seni aramizda göremeyince aradik bulamadik böylece çok korkulu bir gece geçirdik" dedik. Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Bana cin davetçileri geldiler. Onlarla beraber gittim ve onlara Kur'an okudum."
Ibn Mes'ud der ki: "Bizi de oraya götürdü, onlardan kalan bakiyeleri ve ates kalintilarini gösterdi. Peygambere cinlerin yediklerini sordular o da " üzerine Allah'in ismi zikredilen ve sizin yiyip de üzerlerinde fazla miktar et biraktiginiz bütün kemikler, bütün deve ve at gübreleri... Bundan sonra Rasûlullah (s.a.s.) söyle buyurdular.
"Artik bu ikisi ile taharetlenmeyin, zira onlar kardeslerinizin yedigi seylerdir." (Müslim, Salat, 150)
"Ibn Ishak'in rivayetine göre, hadise, Rasûlullah (s.a.s.)'in Sakif ileri gelenlerinin üzerine musallat ettigi ayak takimindan gördügü eziyetlerle, gönlü kirik olarak Taif'den dönüsünden sonra olmustur. Onun Rabbi'ne karsi yapmis oldugu bu hüzünlü ve sevgi dolu duadan sonra cinlerle karsilasmasi hakikaten düsündürücü ve ibret vericidir. Allah'in cinlerden bir bölügünü onunla karsilastirmasinda ondan isittiklerini kavimlerine bildirmelerinde son derece hikmetler vardir. Zamani ve alâkasi ne olursa olsun, bu büyük bir hadisedir. Muhtevasi ve isaretleri bakimindan da büyüktür. Müteakiben cinlerin Kur'an'dan ve dinden bahsedisleri de dikkati çekmektedir. Biz bütün bunlara Kur'an'i Kerîm'in bildirdigi gibi iman etmekteyiz.
"Ey Habibim! De ki: "Cinlerden bir toplulugun Kur'an'i dinledigi bana vahyolundu. Onlar Söyle demislerdi. Dogrusu biz, dogru yola götüren, hayrete düsüren, bir Kur'an dinledik de hemen O'na iman ettik; biz Rabbimiz'e hiçbir seyi ortak kosmayacagiz." (1-2)
-Dogrusu Rabbimiz'in yüceligi her yücelikten üstündür. O, zevce ve çocuk edinmemistir. (3)
- Dogrusu insanlarin ve cinlerin Allah a karsi yalan uydurabileceklerini sanmazdik. (5)
- Gerçekten, birtakim insanlar cinlerin birtakimina siginirlardi da onlarin azginliklarini artirirlardi. (6)
"- Dogrusu onlar da sizin Allah'in kimseyi yeniden diriltmeyecegini sandiginiz gibi zanda bulunmuslardi. " (7)
"Nefer", bilindigi gibi üçten dokuza kadar olan gruba denir. "Raht" da böyledir. Yedi kisiye denildigi de rivayet edilmektedir.
Bu baslangicin, Rasûlullah (s.a.s.)'i cinlerin kendisini dinlediklerini bildigini ve onlardan bir bölügünün kendisinden Kur'an'i isittikten sonra vaki oldugunu da göstermektedir. Rasûlullah (s.a.s.)'in bu bilgisi, Allahu Teâlâ'nin vahyi ve olanlardan haberdar etmesi ile mümkün olmustur. Zira daha önce Rasûlullah (s.a.s.) bundan haberdar degildi. Anlasilan bu sekliyle bir defa vaki olmus, bilâhare ayni yerde onun bilgisi ve istemesiyle Kur'an'i cinlere okumasi bir veya birkaç defa gerçeklesmistir.
"Dogrusu biz hayrete düsüren bir Kur'an dinledik. "
Onlarda biraktigi ilk tesir, simdiye kadar alisIk olmadiklari "hayrete düsüren" bir sey olmasiydi. O, kalblerinde bir ürperme meydana getirmisti. Iste bu hal, onu açik bir kalble, incelmis duyguyla, derin bir zevkle dinleyip duyan kimselerde Kur'an'in biraktigi bir tesirdir. Evet hayrette birakir, zira ruhlara ve kalblerin derinliklerine isleyen güce, fevkalâde bir cazibeye, büyük bir etkiye sahiptir. Hayrete düsürür. Bu, cin toplulugu üzerinde biraktigi tesirden fiilen de anlasilmistir ki, onlar hakikaten bundan zevk almislardir.
"Dogru yola götüren. "
Bu da Kur'an'in ikinci açik bir sifatidir. Ve Kur'an'da bu sir mevcuttur. Bunu cinlerden bir topluluk, hakikatini kalblerinde bulduklari anda hissetmislerdi. "Rüsd" kelimesi, genis manasi olan bir kelimedir. Kur'an bu sifatiyla hidâyete, hakka ve dogruya götürmektedir. Rüsd kelimesi bunlardan baska, su mânâlari da ihtiva etmektedir. Olgunluk, üstünlük; hidâyete, hakka ve dogruya ileten bir bilgi ve bu hakikatleri kalb gözüyle görebilme idraki... Iste bu vasiflariyla kalbde öyle bir hal meydana getirir ki; bu hal, sahibini hayra ve dogruya götürür.
"Ve biz O'na inandik. "
Bu, Kur'an'i dinledikten sonra sâlim bir idrakin gerektirdigi sey; yaratilisa uygun dosdogru bir kabulden ibarettir. Ayette zikredilen cinler ise, Kur'an'i dinleyince hayrete düsmüsler, büyülenmisçesine tesir altinda kalmislar; kendilerinden geçecek kadar ruhî sarsinti içine düsmüslerdi. Sonra da bunlar Hakki tanimis, kabul etmisler ve suurlu bir sekilde "biz ona inandik" diyerek imanlarini ilân etmisler; müsriklerin yaptigi gibi ona karsi, ruhlarina tesiri sebebiyle, inad ve inkâr yoluna sapmamislardi.
"Biz, Rabbimiz'e hiç bir seyi ortak kosmayacagiz."
Imanlari açik, saglam ve hâlisâne idi. Vehme, sirke ve hurafeye bulasmis degildi. Kur'an'in hakikatini idrakten fiskirmis bir imanin da vasfi budur. Kur'an'in davet ettigi hakikat; sirke bulasmayan bir tarzda Allahu Teâlâ'nin vahdaniyetinden ibarettir.
Bundan sonra da cinler, Allah'in hidâyeti karsisinda kendi durumlarini izah etmeye çalismaktadirlar. Bundan onlarin da insanlar gibi hidâyet ve dalâlet olmak üzere ikili kabiliyete sahip olduklarini anliyoruz. Bu topluluk, müminler olarak Rableri hakkindaki inançlarindan ve hidâyete eren ve dalâlete düsenler hakkinda besledikleri kanaatlerden söz etmektedirler.
"Dogrusu aramizda iyiler de vardir, bundan asagi bulunanlar da vardir. Bizler çesitli yollarda olan topluluklardik. Yeryüzünde kalsak da Allah'i aciz birakamayacagimiz, baska yere kaçsak da O'nu aciz kilamayacagimiz gerçegini süphesiz anladik. Süphesiz, dogruluk rehberi olan Kur'an'i dinledigimizde ona inandik. Kim Rabbi'ne inanirsa, o ecrinin eksiltileceginden ve kendisine haksizlik edileceginden korkmaz. Içimizde, kendini Allah'a vermis olanlar da yazik edenler de vardir. Kendini Allah'a veren kimseler, iste onlar, dogru yolu arayanlar, ona lâyik olanlardir. Kendilerine yazik edenlere gelince, onlar Cehennem'in odunlari oldular." (11-15)
Cinlerin bu açiklamasi gösteriyor ki, içlerinde sâlihler de var, sâlih olmayanlar da. Itaatkâri da var, zalimi de. Bunlar, cinlerin çifte kabiliyette oldugunu; sirf ser için yaratilan seytan ve avanesini ayiracak olursak, insanlar gibi hayra ve serre kabiliyetleri bulundugunu göstermektedir.
Her iki halde de secdelerin veya secde mahalli olan mescidlerin sadece Allah'a mahsus olacagi beyan buyurulmaktadir. Böyle olursa gerçek tevhid mümkün olabilir, herkesin mübtelâ oldugu her alâka, her kiymet ve her meyil geriye atilmis ve hâlis ibâdetin sadece Allahu Teâlâ'ya mahsus oldugu gerçegi ortaya çikmis olur. Allah'a ibadet ederken bazen insan, O'ndan baskasina iltica ve kalbini açma durumuna girer.
Ayet, cinlerin sözü oldugu takdirde önceden geçen su sözlerini tekid etmis olur: "Süphesiz biz Rabbimiz'e hiçbir ortak kosmayacagiz... " Yani ibadet ve secde yerinde ortak kosmayacagiz. Bu, dogrudan dogruya Allah'in kelâmi ise cinlerin sözleri, Rablerine yönelmeleri ve O'nu tevhîd etmeleri münasebetiyledir. Bu da Kur'an üslûbuna göre yerinde gelmistir.
"Ey Habibim! De ki: "Size söz verilen yakin midir, yoksa Rabbim onu uzun süreli mi kilmistir, ben bilemem" Gaybi bilen Allah, gayb'a kimseyi muttali kilmaz. Ancak peygamberlerden, bildirmek istedigi bunun disindadir. Rablerinin emirlerini teblig etmelerinden haberdar olmak için, her peygamberin önünden ve ardindan gözcüler salar, onlarin yaptiklarini ilmiyle kusatir ve her seyi bir bir sayar"
Böylece korkutucu ve ürpertici bir ifadeyle sure son buluyor. Baslangici da cinlerin uzun tafsilatli ve büyük bir hayret ihtiva eden sözlerinde ifadesini bulan korku, titreme, ürperme ve hayret vericilikte olmustu. Yirmisekiz ayeti geçmeyen bu sure su gibi esas hakikatleri ortaya koymaktadir: Bir müslümanin akidesini kuvvetlendirmeye yarayan sey; ona dogru, açik, ölçülü düsüncesini hiçbir ifrat ve tefrite düsmeden, ruhunu bilgi ufuklarina kapamadan, efsanevi vehimler pesinde kosmadan kendini insa ve tespit etme firsatini vermektir. Kur'an'i isitir isitmez iman eden ve su sözleri söyleyen cinler toplulugu ne kadar dogru söylemistir:
"Dogrusu biz. dogru yola götüren, hayrete düsüren bir Kur'an dinledik de hemen ona inandik... "
Kur'ân-i Kerîm'in otuz altinci suresi. Seksen üç âyet, yediyüz yirmi yedi kelime ve üçbin harftir. Fasilasi nun ve mim harfleridir. Mekkî surelerden olup Cin sûresinden sonra nazil olmustur.
On iki ve kirk besinci âyetlerinin Medine'de nazil olduguna dair rivâyetler vardir (Elmalili Hamdi Yazir, Hak Dini Kur'n Dili, Istanbul 1971, V, 4002).
Yâsin sûresi, ilk âyetinde bulunan yâ ve sin harflerinden dolayi bu ismi almistir. Bununla berâber "Azime", "Muimme", "Müdafi'ai kadiye" ve "Kalbu'l-Kur'an" isimleri de kullanilmistir. Kalbu'l-Kur'an, Kur'an'in kalbi, Müdafi'ai kadiye, sahibinden (onu okuyan ve onunla amel eden kisilerden) her türlü fenaligi defeden, Muimme, sahibine dünya ve ahiretin hayatim kazandiran, ondan dünya ve ahiretin korkularini gideren ve Azme ise, sahibi Allah'in yaninda serefli olarak zikredilen demektir.
Yâ ve sin harflerinin ne demek oldugu hakkinda, alimlerin farkli yorumlari vardir. Fakat bu iki harfin gerçek manasini Allah bilir.
Sûrenin fasilalari kisadir. Sûrede etkili ve seri ikazlar bulunmaktadir. Âyetleri kisa cümleler halindedir. Sûrenin her yerinde insan kalbine etkili olan ikaz ve uyarilar bulunmaktadir.
Yasin sûresinin ilk ve en önemli hedef, Islâm inancinin esaslarini kurmaktir. Onun için sûrenin ilk âyetlerinde peygamberlik ve Kur'n'in önemi islenmistir:
"Yâsin. Hikmetli Kur'ân'a and olsun. Sen elbette gönderilmis elçilerdensin. Dosdogru bir yol üzerinde, yani üstün ve çok merhametli Allah'in indirdigi (Kur'ân yolu) üzerindesin" (1-4).
Yüce Allah bu âyetlerde, sûreye, isim olan yâ ve sin harfleriyle bir de Kur'ân'la yemin ederek Hz. Muhammed (s.a.s)'in peygamberligini ve onun dogru yolda oldugunu bildirmektedir.
Ondan sonra bu sûrede, kendilerine gönderilen peygamberleri dinlemeyen, yalanlayip karsi çikan kasaba halkinin ugradigi kötü sonuç dile getirilmistir. Sûrenin sonuna dogru tekrar peygamberlikten ve Hz. Muhammed (s.a.s)'den bahsedilmistir.
Mekke'de nâzil olan diger sûrelerde oldugu gibi, Yâsin sûresinde de imân ve itikadla ilgili hususlar islenmistir. Sûrede bilhassa kiyâmet sahnelerinden, daha önce gelip geçen insanlarla ilgili ibretli kissalardan, Yüce Allah'in varligini, birligini, üstün gücünü ve kuvvetini ifâde eden olaylardan bahsedilmektedir. Allah'in kuvvet ve kudretini gösteren, ölü topraklarin yeserip hayat bulmasi, günün batmasiyla karanliga gömülen gecenin manzarasi, kendi yörüngesinde yoluna devam eden günesin görünümü, sonunda kuru bir hurma dali haline dönünceye kadar konaklara yavas yavas ugrak yapan ayin durumu, insanlari ve çesitli yükleri gemilerin sular üzerindeki tasima gücü ve daha nice ibretli manzaralar, akli eren insanlarin düsüncelerine sunulmustur. Cennet ve cehennem haber verilmistir.
Yâsin sûresinin sundugu bu mesajlar arasinda, öldükten sonra dirilme olayi, yani ahiret hayati, agirlik noktasini teskil etmektedir. Çünkü ahiret inanci, sosyal bir varlik olan insanin hayatinda son derece önemli bir rol oynamakta ve etkili olmaktadir (Seyyid Kutub, Fi Zilâli'l-Kur'ân,'Beyrut 1971, VII, 6 vd). Ahiret hayatinin varligini kesin bir sekilde haber veren bu âyetlerden bazilarinin meâli söyledir:
"Insan, bizim kendisini nasil bir nutfe (sperma)'dan yarattigimizi görmedi mi ki, simdi apaçik bir hasim kesildi? Kendi yaratilisini unutarak bize bir misal verdi: "Su çürümüs kemikleri kim diriltecek?" dedi. De ki: Onlari ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayi bilir" (79).
Ibn Abbas (r.a)'dan nakledildigine göre, el-As Ibn Vail, Hz. Muhammed (s.a.s)'e gelerek, eline aldigi çürük bir kemigi ufaltilmis ve "Ya Muhammed! Allah bu çürümüs kemigi de mi yaratacak?" diye sormus. Bunun üzerine yukarida meâli sunulan âyetler nazil olmustur (Abdulfettah el-Kâdî, Esbâbü'n-Nüzûl, Misir t.y., 189)
Yâsin sûresi, Müslümanlar tarafindan çok okunan bir sûredir. Diger surelere nazaran daha fazla ragbet görmektedir. Hz. Muhammed (s.a.s)'in bu sûre hakkinda söyledigi ve okunmasini tavsiye ettigi çesitli hadisler vardir. Bu hadislerden bazilari söyledir:
"Her seyin bir kalbi vardir. Kur'ân'in kalbi de Yâsin'dir. Kim Yâsin'i okursa, Allah onun okumasina, Kur'ân'i on kere okumus gibi sevap yazar" (Tirmizî, Fedâilu'l-Kur'n, 7; Dârimî, Fedâilu'l-Kur'ân, 21).
"Yâsin, Kur'ân'in kalbidir. Allah'i ve ahiret gününü arzu ederek Yâsin okuyan kimsenin geçmis günahi affedilir. Onu ölülerinize okuyunuz" (Ebû Davud Cenâiz 20; Ibn Mace, Cenâiz 4; Ibn Hanbel, Müsned V, 26, 27).
Bu hadislerden anlasildigi gibi, Yâsin'i okuyarak sevabini ölülerin ruhuna bagislamak caizdir. Ancak Kur'ân'in dirilere nâzil oldugu ve insanlarin, onun manasini anlayarak, emir ve yasaklarina uygun bir sekilde hayat sürdürmeleri için gönderildigi unutulmamalidir.
Yâsin sûresi, Yüce Allah'in varligina, üstün gücüne ve âhiret yurduna isarette bulunan su âyetlerde son bulmaktadir:
"Gökleri ve yeri yaratan, onlarin benzerini yaratmaga kadir degil midir? Elbette kadirdir! O, çok bilen yaraticidir. Onun isi, birseyi (olmasini) istedi mi, ona sadece "ol" demektir, hemen oluverir. O, öyle yücedir ki, her seyin hükümdarligi O'nun elindedir. Ve siz O'na döndürüleceksiniz" (81-83).
Kur'an-i Kerîm'in yirmibesinci suresi. Mekkî surelerdendir. Ayetleri yetmisyedi, kelimeleri bin sekizyüzyetmisiki ve harf sayisi üçbinyediyüzotuzüçtür. Sure; adini birinci ayette geçen ve "ayirmak, ayirdetmek, mühim davalari çözüme kavusturan kesin delil, mûcize gibi manalara gelen "furkân" kelimesinden almistir. "el-Furkân", ayni zamanda Kur'an-i Kerîm'in isimlerinden birisidir.
Sure, Mekke kâfirlerinin Kur'an, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in peygamberligi ve getirdigi ögretilere karsi yükselttikleri süphe ve itirazlari ele almaktadir. Her itiraza uygun cevap verilmekte ve insanlar, gerçegi reddetmenin sonuçlari hakkinda uyarilmaktadir. Surenin sonunda, Müminûn suresinin basinda oldugu gibi Resulullah'a iman eden ve onun getirdigi ögretileri izleyen insanlarin üstün nitelikleri, ahlâkî ve mânevî üstünlükleri tasvir edilmektedir.
Sure, bütünü itibariyle Resulullah (s.a.s.)'i teselli edici, tatmin ve takviye edici, ruhunu oksayan ifadelerle doludur. Bir yaniyla Allah'in, kulu ve Resulü Hz. Muhammed'e tatli, sevimli ve ruh oksayici ifadelerini ihtiva etmekte; bir baska yaniyla da Allah'a ve Resulüne karsi direnen sapik insan yigini ile yapilan savasi tasvir etmektedir.
Konuyu ele alis tarzi bakimindan sureyi dört ana bölümde incelemek mümkündür:
I. Bölüm: Insanlari uyarmak için Allah'in, Kur'an'i kuluna indirmesinden dolayi hamd ve tesbihle basliyor. Göklerin ve yerin tek sahibi, kâinati hikmet ve takdirine göre idare eden, ogul ve ortak kosmalari reddeden Allah'in birligini anlatiyor:
"Alemlere uyarici olsun diye kuluna Furkân'i indiren, göklerin ve yerin hükümranligi kendisine ait olan, evlat edinmeyen, mülkünde ortagi bulunmayan ve herseyi yaratip ona bir nizam veren, mahlukâtin mukadderatini tayin eden Allah, yüceler yücesidir" (1, 2).
Sonra müsriklerin tek Allah'a inanmayi reddedip O'nunla beraber baska tanrilar edindikleri, bu tanrilarin kendileri yaratilmis oldugu halde onlara tapinmalari elestiriliyor:
"O'nu birakip, hiçbir sey yaratmayan, bilakis kendileri yaratilmis olan, kendilerine bile ne zarar ne de fayda veremeyen, öldürmeye, hayat vermeye ve ölüleri yeniden diriltip kabirden çikarmaya güçleri yetmeyen tanrilar edindiler" (3).
Bunun ardindan, onlarin Peygamber'in getirdigi gerçekleri yalanladiklarini ve bu gerçeklerin geçmislerin masallarindan ibaret bulundugu, hatta bunlari bir baskasinin Peygamber'e yazdirdigini söylediklerini belirtiyor:
"Inkâr edenler, Bu olsa olsa onun uydurdugu bir yalandir. Baska bir zümre de bu hususta kendisine yardim etmistir' derler. Böylece onlar hiç süphesiz iftira ve zulme basvurmuslardir" (4, 5).
Inkârcilarin, Peygamber'in diger insanlar gibi bir beser olmasini, yemek yiyip çarsilarda dolasmasini yadirgadiklarini belirtiyor; gerçekten bir peygamberse ona bir melegin inmesi gerektiginden söz ettiklerini naklediyor; bu asiriliklarini yüzsüzlüge çevirerek Hz. Peygamber'in büyülenmis birisi oldugunu iddiaya kadar vardirdiklarindan söz ediyor:
"Ve dediler ki; "Bu ne biçim peygamberdir? Yemek yiyor, çarsilarda dolasiyor! O'na, kendisiyle birlikte uyarici olarak bir melek indirilmeli degil miydi? Yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yiyecegi bir bahçesi olmali degil mi?O zâlimler "Siz olsa olsa büyüye tutulmus bir adama uymaktasiniz' dediler" (7, 8).
Cenâb-i Allah, bunu açiklamakla, inkârcilarin, Hz. Peygamber (s.a.s.) ve onun risâleti hakkindaki sözlerini etkisiz kilmak istiyor.
Ondan sonra da sapikliklarindan ve kiyâmeti yalanlamalarindan söz ederek, kendilerine hazirladigi cehennem azabini beyân ediyor. Elleri boyunlarina bagli olarak dar bir yere atilacaklarini; bu esnada yol olup gitmeyi temenni edeceklerini belirtiyor:
"Üstelik saati (kiyâmeti) de yalan saydilar. Biz de saati yalan sayanlar için çilgin bir ates hazirladik. Cehennem atesi uzak bir mesafeden kendilerine görününce, onun müthis kaynamasini ve ugultusunu isitirler. Elleri boyunlarina bagli olarak, dar bir yerine atildiklari zaman, oracikta yok oluvermeyi isterler. Onlara, "Bugün bir kere yok olmayi istemeyin, aksine birçok defalar yok olmayi isteyin' denilir" (11-14).
Müminlerin cennetteki durumundan söz ettikten sonra, konunun derinliklerine dalarak inkârcilarin mahser günündeki hallerini gözler önüne seriyor. Allah'tan baska tapinmis olduklari seylerle yüzyüze gelmelerini ve bu tapindiklari seylerin, Allah'a karsi kosulan her türlü sirki yalanlamalari bölümüne geçiliyor.
I. Bölüm: Resulullah'i teselli ile son buluyor ve ona, kendisinin de diger bütün peygamberler gibi bir beser oldugunu, onlar gibi yiyip-içip çarsilarda gezindigini belirtiyor:
"Senden önce gönderdigimiz bütün peygamberler de süphesiz yemek yerler, çarsilarda gezinirlerdi. Sabreder misiniz diye sizi birbirinizle deneriz. Ve Rabbin herseyi hakkiyla görendir" (20).
II. Bölüm: Ahireti inkâr edenlerin Allah'a karsi dil uzatmalari ve, "Bize melekler indirilmeli degil miydik? Veya Rabbimizi görmeli degil mi idik?" (21) dediklerini belirterek basliyor ve çabucak, melekleri gördükleri kiyamet gününden bir tablo getiriyor gözlerinin önüne: "Melekleri görecekleri gün, iste o gün, günahkârlara hiç iyi haber yoktur. Melekler iyi haberler size yasaktir, yasak' derler. O gün gök, beyaz bulutlar halinde parçalanacak, melekler bölük bölük indirileceklerdir. O gün, gerçek hükümranlik Rahmân'indir. Inkarcilar için yaman bir gündür o" (22, 25, 26).
Böylece Kur'ân'a karsi gelenlerin düsecegi hâli açiklayarak Peygamber'ine teselli vermektedir. Onlardan önce geçen ve peygamberlerini yalanlayan, Musa (a.s.), Nuh (a.s.)'in kavminden, Âd ve Semûd kavminden, Ress halkindan söz ederek baslarina gelenleri tasvîr ediyor, onlarin hayvanlarla ayni safta bulunduklarini, hatta onlardan asagi olduklarini beyân ediyor: "Onlar dört ayakli hayvanlar gibidirler. Belki daha da sapiktir yollari" (44).
III. Bölümde, gece ile gündüzün ardarda gelmesinden, hayat bahseden sudan ve insanlarin bu sudan yaratildiklari halde, Allah'tan baska kendilerine fayda veya zarari dokunmayan varliklara tapinmalarindan, yaraticilarina ise karsi gelmelerinden söz ediliyor:
"Onlara; "Rahmân'a secdeye varin" denildigi zaman; "Rahmân da nedir, emrettigine mi secdeye varacagiz?' derler, ve bu onlarin nefretini arttirir"
IV. Bölümde ise Allah'a ibâdet edip secdeye kapaman ve Allah'a kulluk sifatini hakeden "Rahmân'in kullari" tasvir ediliyor; Rahmân'in kullarinin gittigi yoldan gitmek isteyenlere tövbe kapilari açiliyor; iman ve ibadetin mükellefiyetlerine sabredip dayananlarin mükâfati tasvîr olunuyor: "Iste onlar sabrettiklerinden dolayi cennetin en yüksek dereceleriyle mükâfatlondirilirlar. Ve orada saglik ve selâmla karsilanirlar" (75).
Surenin son ayeti, Allah'i taniyan ve emirlerine gönülden baglanan kullar olmayacak olsa, inkârcilardan mütesekkil yol sapmalarinin Allah katinda hiçbir degerlerinin olmayacagini bildiren ifadelerle son buluyor.
Kur'an-i Kerîm'in otuz besinci sûresi. Mekke'de nazil olmustur. Kirkbes ayet, yediyüz yetmisyedi kelime, üçbinyüzotuz harftir.
Fasilasi, Râ, Mim, Nun, Dal, Zi, Be, Elif harfleridir.
Allah'in insanlara sünneti, nimetleri, varliginin ve büyüklügünün delillerine ait tabiattan hatirlatici ayetler, küfredenlerle iman edenlerin karsilastirilmasi, seytan, melekler, mü'minler için yeni bir hayat ve düzenin ilkeleri, sIkIntilarin sonu, ahiret, kozmoloji, yaratilis gibi hususlari konu edinmektedir.
Sûre, Allah'a hamd ve senâ ile baslamaktadir. Daha sonra varlik âleminin sirlarindan, dis dünyadaki ibret alinacak ayetlerden, sayisiz nimet, hikmet ve yüceliklerden söz edilmekte, Allah'in varligi ve birligine delâlet eden isaretlerden misaller verilmektedir.
Sûre, bütün insanlari uyarmakta, inanca ve kurtulusa iliskin dogru bilgilenmeyi saglamaktadir.
Allah, gökleri ve yeri yaratan, iki-üç türde kanatli melekleri elçiler kilandir. Buhâri ve Müslim'deki rivâyette, Hz. Peygamber'den, Cebrâil'in alti yüz kanadi oldugu belirtilmistir. Ancak melekler, gayba ait bir konudur ve mâhiyetlerini sadece Allah bilir. Allah, her seye kâdirdir. Bizler, sadece onlarin Allah'in uçan çesitli kanatlara sahip hizmetçileri oldugunu anliyoruz.
Allah'in insanlara verdigi rahmeti hiçbir sey önleyemez. O, azizdir, hâkimdir. Diledigi gibi açar, kapatir, kisaltir, uzatir. O, her an diledigi gibi yaratir, yarattigini artirir. O, mutlak galib, hüküm ve hikmet sahibidir. O'nun sayisiz nimetlerine bakin da, sizi kimin yarattigini görün. Allah'in nimetleri alabildigine meydandâdir. Insanlar, bu nimetleri her an görüyor, hissediyorlar fakat, basiretleri baglananlar, artik bunlari göremiyor, bile bile nankörlük ediyorlar. Allah'i geregi gibi degerlendiremiyorlar. Insan, bu yüzden çok zâlim, çok câhil, çok nankördür. Dünya hayati aldaticidir. Seytan da Allah'in affina güvendirerek aldatir. Yâni seytan, (ve seytanin insanlari), insanlara "Allah yoktur veya Allah'in bu dünya ile ilgisi yoktur yahut Allah vardir ama, vahiy ve risalet uydurmadir..." gibi hileli akil yürütmelerde bulunurlar. Veya "Allah, çok affedicidir; ne yaparsaniz, yapin, affeder" derler ve Islâm'in davetine aldirmazlar. Halbuki Allah'in va'di haktir. Seytan bir düsmandir; öyleyken, siz de onu düsman görün. Inananlara magfiret ve büyük mükâfat var, inkârcilara da azab... Kötü isi kendisine güzel gösterilip de, onu güzel gören kimse, kötülügü hiç islemeyene benzer mi? Helâk ve hüsran içinde, nefsini begenip gurura kapilarak, kendini her zaman emin sanmakla en büyük tehlikeye sürüklenen sapiklarin alnina dalâlet mührü vurulmustur. O yüzden onlara üzülmek gereksizdir. Çünkü Allah, onlarin yaptiklarini en iyi bilendir. Onlar için kötülük dogaldir, fitratlari bozulmustur.
Hakki yalanlayanlara üzülme, nasil olsa Allah, onlarin hal ve gidisini biliyor. Hidâyet ve dalâlet Allah'in elindedir (Ey, Resulum!), eger seni yalanliyorlarsa, senden önceki peygamberler de yalanlanmistir. Bütün isler Allah'a döndürülür.
Allah, rüzgârlari gönderir, onlar da bulutlan kaldirir. Biz, bulutlan ölü bir yere sürüp, onunla topragi ölümünden sonra diriltiriz. Iste, ölümden sonra dirilme böyledir. Iman etmek isteyen için deliller ortadadir, sapitmak isteyen, açik delillere ragmen sapitir. Ancak gâfiller, ayetlerden yüz çevirirler. Onlarin ibret alacaklari akillari bile yoktur!
Izzet ve kudret isteyen, bilsin ki, kudret, bütünüyle Allah'indir. Güzel sözler O'na yükselir, sâlih amel de güzel sözleri yükseltir. Kötülükleri tasarlayip düzenleyenlere ise siddetli bir azap vardir. Ve onlarin kurduklari tuzaklar hep bosa çikar...
Toplumlarin câhiliye geleneginin ileri gelenleri hep büyüklenmisler ve peygamberlerin davetini hor görerek, kendilerinden izzet ve serefin gidecegi endisesiyle iman etmemislerdir. Halbuki, onlarin iman etmemekle zaten izzetleri kalmamistir. Insanlari zillete düsüren kendi hirs ve sehvetleriyle, korku ve bos hayalleridir. Bunlarin üstüne çikabilen, izzete kavusmus demektir. Ve onu hiç kimse zelil edemez. Izzet, Allah'in önünde korkuyla, hasyet ve takva üzere bulunmak, her hâlükârda O'nu anmaktir. Bâtil sözle, hak sözü susturmak isteyenler, hiçbir zaman basari kazanamamislardir.
Sure, Allah'in ilmi, hikmeti ve yüceligine dair misallerle devam eder:
Allah, sizi topraktan yaratti, sonra bir damla sudan. Sonra da sizi çift çift kildi. O'nun bilgisi olmadan, hiçbir disi gebe kalmaz ve dogurmaz da. Ömür sürene ömür verilmesi ve onun ömründen kisaltilmasi da mutlaka bir kitapta yazilidir. Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydir.
Iki deniz bir degildir. Su; tatlidir, susuzlugu keser ve içimi kolaydir. Su da tuzlu ve açidir. Ancak herbirinden taze et yersiniz ve takinmakta oldugunuz süs esyalarini çikarirsiniz. O'nun fazlindan aramaniz ve umulur ki sükretmeniz için gemilerin denizde sulari yara yara akip gittigini görürsün.
Insanin topraktan, sonra nutfeden çift yaratilip, hiçbir disinin O'nu bilgisi olmaksizin gebe kalmadigi ve dogurmadigi, ömürlerin süresinin bir kitapta yazildigi, tatli ve aci sulariyla iki deniz, sulari yararak ilerleyen gemi. Gece ile gündüzün ardarda gelmesi, günes ve ayin belirli bir süreye kadar akip gitmeleri, hep Allah'in düzenleridir. Iste, bunlari yaratip düzene koyan Allah'tir. Sizin ilahlariniz ise, bir çekirdegin incecik zarini bile yaratamaz; onlar, dualarinizi isitmezler, isitmis olsalar bile cevap veremezler. Kiyamete, onlar, sizi tanimazlar.
Insanlar Allah'a muhtaçtir, Allah ise Ganidir (her seye sahip, hiçbir seye muhtaç degil), Hamiddir (övülmeye lâyiktir). O dilerse, sizi yokeder, yerlerinize yepyeni insanlar yaratir, bu onun için zor degildir. O halde küfre düsmeyin.
Herkes kendi günahlarindan sorumludur. Kimse kimseye "dininden vazgeç, günahina ben kefilim" diyemez. Kiyamette herkes birbirinden kaçacaktir. Ancak sonuç itibariyle herkes ayni olmayacaktir. Körle gören; karanlikla aydinlik; gölgeyle sicaklik; dirilerle ölüler bir degildir. Mü'minle kâfir de bir olamaz. Peygamber ancak teblig eder, gaybla korkutur korkanlar da namaz kilanlar, nefislerini tutanlardir. Her ümmet, geçmiste ayni durumlari yasamistir, sizler de farkli degilsiniz. Hakki inkâr edenleri Allah nasil helâk etmis, yeryüzünde onlardan kalanlara bakin da ibret alin. Acikli bir sekilde mahvolanlara her zaman mutlaka bir uyarici gelmistir, ancak onlar, O'nu reddetmislerdir.
Allah, gökyüzünden su indirir; o suyla renk renk meyveler çikar. Sayisiz varliklar yaratmistir. Ayni toprak ve sudan farkli, çesit çesit, degisik tad ve biçimlerde meyvelerin çikisinin anlamini hiç düsünmüyor musunuz? Bu muazzam düzenin arkasinda kim var? Hiç akletmiyor musunuz? Daglardan beyaz, kirmizi, siyah çesitli madenler çikar. Insanlarin renkleri çesitlidir; diger canlilarin ve hayvanlarinda. Iste, kullari içinde Allah'tan ancak âlim olanlar korkar. Allah'in hikmetine, kahhârligina ve Cebbarligina ne kadar vakif olmussa, O'ndan öylece korkulur. Allah'in en yüce sifatlarini bilmeyen câhildir. Alim, Allah'tan çok korkan demektir. Allah, çok bagislayicidir. Zâlimlere bile mühlet verir, hemen yoketmez. Allah'in kitabini okuyup, dosdogru namaz kilanlar ve riziklarindan infak edenler, öyle bir ticâret yapmislardir ki, Allah, kesinlikle onlari zarara ugratmaz, üstelik ecirlerine noksansiz karsilik verdigi gibi, ayrica kendi fazlindan da artirir. O, çok affedici, amelleri takdir edendir.
Kur'an-i Kerîm, öncekileri dogrulayicidir. Ve Vahiy, gerçegin ta kendisidir. Allah'in büyük fazli iyilik için çalisanlara ve birbirleriyle iyilikte yarisanlaradir. Bunlar, cennete gireceklerdir. Allah, müslümanlar hakkinda su buyruklariyla bilgi vermektedir:
"Sonra da Kitabi kullarimizdan seçtiklerimize miras kildik. Artik onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi ortadadir, kimi de Allah'in izniyle hayirlarda yarisir. Iste bu uuyük fazlin kendisidir. Adn cennetleri onlarindir, oraya girerler, orada, altindan bileziklerle ve zincirlerle süslenirler. Orada, onlarin elbiseleri de ipektir. Derler ki: Bizden hüznü giderip, yokeden Allah'a hamdolsun. süphesiz Rabbimiz gerçekten bagislayicidir. Çünkü kabûl edendir" (32-34) Onlara orada bir yorgunluk ve bikkinlik yoktur.
Müslümanlar üç gruptur:
1- Kendi nefslerine zulmedenler: Iman etmis, ama günahkârdirlar. Imanlari zayiftir, dini uygulamada zaaflari vardir.
2- Orta yoldakiler: Iman ile ameli orta yolda gerçeklestirmeye çalisanlardir. Ancak tam manasiyla teslim olmamislardir; gevsektirler.
3- Sadece iyilik yapanlar: Bunlar, muttakiler, kendilerini sonuna kadar Allah'a teslim etmis kimselerdir. Iyilik için yaratilmislardir. Kitab'a tam manasiyla varis olmus, fedakâr insanlardir. Günahlardan kaçarlar, tövbeleri nasuhtur.
Müfessirler, sadece son grubun mu cennete girecegi hakkinda ihtilaf etmislerdir. Zemahserî ve Imam er-Râzî, hayirlarda yarisanlarin Adn cennetine girecegini söylerken, çogunluk ise hesaba çekilsin çekilmesin bu üç grubun cennete girecegi anlamini çikarmislardir. Onlar, Resulullah'tan Ebu Derda (r.a.)'in su rivâyetini delil göstermislerdir:
"Iyilikte ileriye gidenler ve basariya ulasanlar, kendilerine hiç hesap sorulmadan Cennet'e gireceklerdir. Orta yolu tutanlar, hesaba çekileceklerdir ama, hesaplari kolay olacaktir. Digerleri, yani nefislerine zulmedenler ise hesabin sonuna kadar bekletilecekler ve daha sonra Allah onlara rahmet edecektir. Böylece onlar da cennete girecekler ve 'Bizi sIkIntidan ve kederden kurtaran Allah'a hamdolsun ' diyeceklerdir. "
Kâfirler için de cehennem atesi vardir. Zira onlar nankördürler. Cehennemde onlar söyle çiglik atarlar: "Rabbimiz, bizi çikar,yaptigimizi birakip salih ameller isleyelim." Allah, buyurur: Size dünyada ögüt alabilecek olanin ögüt alabilecegi kadar ömür vermedik mi? Hem size uyaran da gelmisti. Ama siz inkâr ettiniz. Öyleyse tadin azabi, artik zâlimlere kurtulus yok...
Resulullah'tan (s.a.s.): "Sayet bir kimse kisa bir ömür yasamissa, onun için küçük bir özür sözkonusudur. Ancak altmis yil ve daha fazla yasamissa, artik onun için hiçbir özür ileri sürme imkani yoktur.'' hadisi rivâyet edilmistir.
Surenin sonuç bölümünde ise, Allah Teâlâ, su açik hidâyetini bildirmistir:
Allah, süphesiz göklerin ve yerin gaybini bilendir. Gerçekten o sinelerin özündekini bilir. Yeryüzünde sizi halifeler kilan O'dur. Öyleyse kim küfre saparsa, artik küfrü kendi aleyhindedir. Allah'a ortak kostuklari seyler, yerde bir sey mi yaratmislar? Yahut gökte ortakliklari mi var? Yoksa onlara bir kitap verilmis de, onlar bunun için apaçik bir belgeye sahiptirler? Hayir, zulmetmekte olanlar, birbirlerini aldatmadan baskasini va'd etmiyorlar. Allah, gökleri ve yeri zevâl bulurlar diye her an kudreti altinda tutar. Andolsun eger onlar, zevâl bulacak olsa, kendisinden sonra artik onlari kimse tutamaz. Süphesiz o, halim olandir, bagislayicidir.
Kendilerine azabla korkutucu bir peygamber gelirse, Allah'a herhalde diger ümmetlerden herhangi birinden daha çok dogru yolu tutacaklarini ahdetmislerdi. Fakat onlara gerçekte azabla korkutan geldiginde bu, onlarin haktan uzaklasmalarindan, nefretlerini artirmaktan baska bir sey olmadi. Demek ki, onlar, bile bile yalan ve iftira da atabiliyorlar. Çünkü amaçlan yeryüzünde büyüklenmektir. Ama bak, sonlari ne oldu, ne olacak?.. Birbirlerini aldatip, gaflete düserek, hiç bir faydasi olmayan gurur içinde hayatlârini bosâ geçirdiler. Onlarin yerdeki akibetlerine baktigimizda, göge de bir bakin. Alabildigine uzanan su uzay boslugu ve serpistirilmis yildizlara bakin, hepsi nasil bir düzenlikte duruyor. Kalpleriniz katilasmadiysa, onlari böyle intizamli tutanin kim oldugunu anlarsiniz. Bu sasmaz nizam bir bozulsa, Allah'tan baska onu düzeltebilecek kimse var mi? Hakikaten Allah, Halîmdir, Gafur'dur. Suçlulari hemen cezalandirmiyor, onlarin yüzünden bu aleme son vermiyor, hâlâ firsat taniyor. Islenilen her günahtan dolayi insanlari sorguya çekmiyor. Hâlâ bilmeyecek misiniz?
"...Sen, Allah'in kanununda asla bir degisiklik bulamazsin. Sen, Allah'in kanununda asla bir döneklik te bulamazsin" (43).
Dünya, hayat ve insana ait ne varsa, hikmetsiz, abes, saçma, gelisigüzel bir akip gitme degildir. Bilin ki, sizin, günlük hayatinizin hayhuyunda gaflet içinde olup görmeseniz de, her sey bir düzen içinde akip gitmektedir. Tarihin, toplumun, insanin, evrenin anlamini kavramaniz için yeryüzünü gezin, dolasin, bir bakin öncekilerin âkibeti nasil olmus... Ki, onlar, öncekilerden daha kuvvetliydiler. Bakin Firavun'un cesedine, tatli ve tuzlu sularin görünmez sirlarina...
Ancak ne göklerde, ne yerde hiçbir sey Allah'i aciz birakamaz. Süphesiz ki O, hakkiyla bilen, her seye kâdir olandir. Eger Allah, insanlari kazandiklari yüzünden hemen sorguya çekseydi, yeryüzünde bir tek canli birakmamasi gerekirdi. Fakat onlari belli bir süreye kadar erteler. Nihayet vakitleri gelince gerekeni yapar. Dogrusu Allah, kullarini görmektedir. O kullar bu kadar nankörken, yüce Allah, yine de firsat ve imkânlar verir. Iyilik yapip, çirkinliklerini örtmeleri için. Rabbinin sani ne yücedir. Herseyin mülkü, tasarrufu O'nun elindedir. Siz, ancak O'na döndürülüp, götürüleceksiniz.
Kur'an-i Kerim'in on dokuzuncu sûresi. Doksan sekiz âyet, dokuz yüz altmis iki kelime ve üç bin sekiz yüz iki harften ibarettir. Fâsilasi elif, dal, mim ve nun harfleridir. Mekkî sûrelerden olup, Fatir sûresinden sonra nâzil olmustur. Elli sekiz ve yetmis birinci âyetleri Medenîdir. Adini onaltinci âyetinde geçen Meryem kelimesinden almistir.
Sûrenin gayesi, Mekke'de inen diger sûrelerde oldugu gibi, Yüce Allah'in kendisine lâyik olmayan seylerden uzak oldugunu ifade ederek, tevhid inancini yerlestirmek, öldükten sonra dirilmeyi ve âhirette hesaba çekilmeyi ispat etmektir.
Yüce Allah, insanlarin ve diger canlilarin üreyip çogalmalarini bir takim biyolojik kanunlara baglamistir. Bu kanunlar hiç degismeden aynen devam edegeldigi için, baska bir seklin imkansiz oldugunu akla getirebilir. Böyle bir düsünce ise Cenabi Hakk'in irade ve kudretinin de sanki bu kanunlara uymaya mahkûm oldugu kanaatini verebilecegi için tevhîd inancina, yani Allah'in her konuda tek ve essiz oldugu gerçegine ters düser. Ayrica öldükten sonra yeniden dirilme ve hesaba çekilme konularinda da bazi tereddütleri akla getirebilir. Bu sebeple, hayat ve ölüm konusunda su dünyada geçerli olan biyolojik kanunlardaki aynîligin insan aklinda dogurabilecegi bu ve buna benzer tereddütleri gidermek için yüce Allah, Kur'ân'in bir çok yerinde, ilk insan Hz. Âdem ve Havva'nin, anasiz ve babasiz olarak topraktan varedildigini hatirlatmak ta ve yok oldugu sanilan bütün insanlar için zamani gelince bunu tekrar etmenin çok daha kolay olacagini belirtmektedir.
Sûre, insan neslinin devami için konan biyolojik kanunlara göre, artik çocuk sahibi olamayacak kadar ileri derecede yaslanmis olan Zekeriyyâ (a.s) ve haniminin bir oglu olacagi müjdesi ile basliyor:
"Ey Zekeriyya! Biz sana Yahya adinda bir erkek çocuk müjdeliyoruz. Daha önce de bu adi kimseye vermis degiliz. Zekeriya: "Rabbim! Hanimim kisir,ben de iyice ihtiyarlamisken nasil oglum olabilir. "dedi. Allah Zekeriya'ya: "Rabbin böyle buyurdu. Bu bana kolaydir. Çünkü seni de daha önce hiç yokken vareden benim" dedi" (7-9).
Allah tarafindan iffet ve namusun sembolü olarak gösterilen Hz. Meryem (bk. et-Tahrîm, 66/12), kendisine hiç bir erkegin eli degmedigi ve bakire oldugu halde, babasiz bir çocuk dünyaya getirmesi ve bu çocugun henüz besikte iken konusmasi yukarida anlatilandan daha ilginç bir hadisedir:
Derken, biz ona Ruhumuzu (Cebrâil'i) gönderdik de o, kendisine tastamam bir insan seklinde göründü. Meryem dedi ki: "Senden, fok esirgeyici olan Allah'a siginirim! Eger Allah'tan korkan bir kimse isen (bana dokunma)" Cebrail: "Ben yalnizca sana tertemiz bir erkek çocuk bagislamam için Rabbinin bir elçisiyim" dedi. Meryem; "bana bir insan eli degmedigi, iffetsiz de olmadigim halde benim nasil çocugum olabilir ki" dedi. Melek; "öyledir" dedi. Rabbin buyurdu ki: "Bu bana kolaydir, hem onu insanlara (kudretimizin yüceligini gösterecek olan müstesna) bir belge ve bizden bir rahmet olarak sunacagiz" (17-21). Bu âyetlerden sonra Hz. Meryem'in gebe kaldigi ve zamani gelince dogum yapmak için uzak bir yere gittigi, çocugunu dünyaya getirdikten sonra da yakinlari tarafindan iffetsizlikle suçlandigi; gerçegi açiklamada çok zor duruma düstügü fakat, henüz yeni dogan Hz. Isa'nin: "Ben Allah'in kuluyum O, bana kitâb verdi ve beni peygamber yapti"(30) diyerek annesini o güç durumdan kurtardigi belirtilmektedir.
Bu mucizeler Allah'in yüce kudretini göstermek ve O'nun her konuda essiz ve tek oldugunu izah etmesi içindir. Fakat hadiselerin alisilagelen seklin disinda cereyan etmesi yüzünden, birçok kimse bu gayeyi kavrayamamis, anilan hadiseler etrafinda yiginlarca hurafe ve efsaneler uydurmustur. Hatta Meryem oglu Isa peygambere tanrilik niteligi verip sirke düsenler bile olmustur. Hristiyanlar da bu konuda çesitli yanlis görüslere dalmis birbirlerini itham eden firkalara bölünmüslerdir. Kur'ân-i Kerim, Meryem Sûresinin tamami, en-Nisa, 4/171-172 ve Mâide, 5/17, 72-75. âyetleriyle Hristiyanlarin içine düsmüs olduklari yanlisliklari düzeltmekte ve Allah'in bir ogula ihtiyaci olmadigini belirterek Tevhîd inancinin esas oldugunu vurgulamaktadir.
Mekkeli müsriklerin baskilarina dayanamayip Habesistan'a hicret eden ilk müslümanlar, Meryem sûresini Necasi'nin huzurunda okuyunca, Necâsî Ashama, Hz. Isa ve Meryem hakkindaki bu nezîh ifadeleri çok begenmis, Kur'ân'la Tevrât'in ayni kaynaktan geldigini belirterek, Mekke'li müsrikleri huzurundan kovup, müslümanlari onlara teslim etmeyi reddetmisti. Zaten Kur'ân, sadece bu sûrede degil, fakat bütün sûre ve âyetlerde çok yumusak ve temiz bir ifade kullanarak, basta ehl-i kîtâb olmak üzere, bütün insanlari asgarî müsterekler etrafinda toplanmaya davet etmektedir.
Sûrenin bundan sonraki kisminda, Hz. Ibrahim (a.s) ile onun peygamberligine ve getirdigi hak dine îman etmemekte israr eden babasi arasinda geçen tartismalar nakledilmektedir. Bu tartismalarda sirk inancinin kötülügü ve tamamen seytanin yalanlarina dayandigi, tatli ve güzel sözlerle anlatilmaktadir. Hz. Ibrahim'in, Allah tarafindan peygamber olarak seçilmis olmasi, putperestlikte israr eden ve hatta kendisini tehdit eden babasina karsi saygi ve terbiyesini azaltmamis, fakat bütün gayretlerine ragmen bu davet cevapsiz kalinca, babasini ve kavmini, tapmakta olduklari putlari ile basbasa birakarak dogup büyüdügü kendi yurdundan göç etmekten de çekinmemistir. Bunun üzerine yüce Allah da ona, çok hayirli çocuklar vererek soyunu devam ettirmek suretiyle mükafatlandirmistir.
Mekke devrinin ilk yillarinda inen Meryem sûresi ile, Hz. Ismail'in soyundan gelen Araplarin atalariyla ilgili olan bu kissa anlatilarak, insanlik tarihinde Tevhîd inancinin asil olduguna, putperestligin ise zaman zaman ortaya çikan, fakat kalici olmayan bir takim çarpik fikirleri ihtiva ettigine isaret edilmektedir.
Sûrenin son bölümünde ise, hak davayi savunan ve yasayanlara verilecek mükâfatlar belirtildikten sonra, putperestlik ve benzeri sirke sapanlarin, bu dünya ve ahiretteki bedbaht halleri gözler önüne serilip, sirkin, bütün kötülüklerin ve toplumdaki huzursuzluklarin kaynagi oldugu anlatilmakta ve atalarinin temiz yolundan ayrilacak olan nesiller tehdit edilmektedir:
"Insan derki. "Ben ölünce, bir süre sonra diri olarak mi çikarilacagim." Insan hiç düsünmez mi ki, önceden kendisi herhangi bir sey degilken onu (bütün organlari tam, kusursuz bir insan olarak) biz yarattik. Rabbine and olsun ki biz, onlari da, seytanlari(ni) da beraber yeniden diriltecek ve sonra Cehennemin yaninda diz çöktürerek (hesaplasmaya hazir bulunduracagiz. Sonra da her toplumdan Rahman'a karsi en çok kimin bas kaldirdigini ortaya koyacagiz" (66-69).
Tevhîd inancini bozup insanlarin aklina sirk inancini ilk defa sokanlar seytanlardir. Seytân, Kur'ân'in bir çok yerinde; "insan seytani ve cin seytani" diye de ifade edilmektedir. Su halde Seytan deyince bir takim çarpik fikirleri ilk defa ortaya atanlar akla gelmelidir, ki; bunlarin içine, servet ve güçlerine güvenen zâlimler, diktatörler ve mütekebbirler de girmektedir. Müteakip âyetlerde ise, isim vermeden servet ve taraftarlarinin çoklugu ile övünen Kureys asilzâdelerinin, müslümanlarin fakirligi ve sayica az olduklari ile alay ettiklerine isaret edilerek bu durumun geçici oldugu belirtilmekte ve Hz. Muhammed (s.a.s) ve onun sahsinda bütün müslümanlar söyle teselli edilmektedir:
"(Ey Rasûlüm!) Bilmiyor musun ki, biz kafirlerin üzerine onlari kiskirtan seytanlar gönderdik. Su halde sen onlara karsi acele etme; biz onlarin günlerini saydikça sayariz" (83-84).
Sûre; "muhakkak ki îman edip yararli isler yapanlari Râhmân (olan Allah) sevgili kilacaktir."... Biz onlardan önce (sirkde israr eden) nice nesilleri yok ettik. Simdi onlardan hiç birisini duyuyor veya hiç bir ses isitiyor musun"(96-98) âyetiyle son buluyor.
Bu ve diger konular içinde sûrenin, günümüze verdigi mesajlar da sunlardir:
Çocuklarimiz her yas dönemine uygun bir egitim ve ögretime tabi tutularak onlara Kur'ân okumasini ögretmeli, dinini tanitmali ve benimsetmeli, ana-baba ve diger büyüklerine saygili olmalarini telkin etmeli, zorba ve isyankar degil fakat gerektiginde dogruyu, hakki ve hakliyi savunmada cesur ve kendine güvenen bir kisilige sahip olmalarini istemeli ve bu konularda onlara örnek olmaliyiz.
Allah'in her seye gücü yeter, istedigine her türlü nimeti verebilir. Fakat, bir sey elde edilmek istenildigi zaman, her seyden önce, Allah'in insanlara, sinirli da olsa, bahsetmis oldugu gücü, kullanmakla görevli oldugunu unutmamali ve su dünyada geçerli olan kanunun bu oldugu bilinerek, buna ragmen elde edilemeyen seyler, duâ edip istenildiginde ne zaman verileceginin takdiri Allah'a birakilmalidir.
Mat ve mülkün asil sahibi Allah'tir. Insanlar, geçici bir zaman için buna sahip oluyorlar. Gayelerine ulasmak için kullandiklari mal ve mülkün çoklugu onlari aldatip kibirlendirmemelidir.
Akrabalik baglari muhakkak ki kutsaldir ve saygi göstermeye layiktir. Fakat bu, kisiyi Allah'i inkârda ve O'na isyana sevketmede baski unsuru olarak kullanilacaksa, o kisi baba bile olsa ondan uzaklasmak ve kopmak gerekir.
Namaz ibadeti, günlük hayati disiplin altina alip düzene koyar. Bu sebeple, günde bes vakit namazi düzenli ve geregi gibi kilanlar, günah ve kötülüklerden korunmus olurlar. O halde namazin düzenli bir sekilde kilinmasi gerekli oldugu gibi, çocuklarin da küçük yastan itibaren namaza alistirilmasi icab etmektedir.
Bu sûre Hz. Peygamber'e hitapla baslayip, yine O'na hitapla son bulmaktadir. Iki harften ibaret olan "Tâ Hâ" sözcügü mütesâbih ayetlerden olup gerçek anlamini ancak Allah bilir. Bununla birlikte müfessîrler bu ayete; "Ey Muhammed!", "Ey insan", "Ey erkek adam", "Ey temiz olan ve dogru yolu bulan kisi", "Gece namazinda yorgunluktan ayagini yerden kaldiran kisi, ayagini yere bas" gibi anlamlar vermislerdir.
Sûrenin bas tarafinda Hz. Peygamber'in yükümlülükleri anlatiliyor, ancak Kur'an'in onu sIkIntiya düsürmek için indirilmedigi bildiriliyor. O, sadece Allah'tan korkanlara bir uyarici ve bir müjdecidir. Yüce Allah kâinatin içine ve disina her seye hakimdir, gizli açik her seyi bilir. Bütün yaratilanlar O'nun önünde egilir. Insanlardan inkârcilar olursa onlarin bu hali peygamberi sIkIntiya düsürmemelidir.
Bu giris ve sonuç kismi arasinda büyük peygamberlerden olan Hz. Musa'nin kissasi konu edilir. Israilogullarinin Misir'dan çikislari, yollarda geçirilen sIkIntilar, buzagiya tapmalari ve benzeri ayrintilar uzunca anlatilir. Hz. Musa ile Firavun arasinda geçen tartismalar zikredilir. Musa (a.s.) ile sihirbazlar arasinda yapilan müsabakadan söz edilir. Böylece bir peygamberin mucizesi karsisinda sihrin yenilgisi vurgulanir. Yüce Allah'in Hz. Musa'yi en sIkIntili zamanlarinda nasil destekledigi ve selâmete çikardigi anlatilir.
Hz. Musa'nin kissasindan sonra kisa olarak Hz. Âdem'in kissasi yer alir. Onun hata islemesi ve sonra bagislanmasi anlatilir. Âdem'in soyundan gelecek insanlara ilâhî hakkatler anlatildiktan sonra iyi veya kötüyü seçme hürriyetlerinden söz edilir.
Sûrenin akisi iki ana bölüme ayrilabilir. Ilk bölümde Hz. Peygamber'e yöneltilen hitap yer almakta ve Yüce Allah'in seçip peygamber yaptigi kullarina sIkInti çektirmedigi ve buna örnek olarak da daha önce yasamis olan Musa'nin hayati ve kissasi sunulmaktadir. Ikinci bölümde ise kiyamet sahneleri ve Hz. dem (a.s)'in kissasi yer almaktadir. Sûre'nin sonu ise basi gibi benzer bir üslupla noktalanmaktadir. Bu genel giristen sonra sûrenin bölümlerini su sekilde açiklayabiliriz.
1-) Hz. Peygamber'e hitap ve Allah'in yüceligine dikkati çekme:
Ilk âyetlerde Kur'ân'in indirilis nedeni söyle belirlenir: "Tâ, Hâ. Ey Muhammed! Biz sana Kur'an'i sIkIntiya düsesin diye göndermedik. Biz onu ancak Allah'tan korkup O'na itaat edene bir ögüt olsun diye indirdik. Bu Kur'an sana, yerin ve yüce göklerin yaratani tarafindan indirildi" (1-4).
Sûre'nin nüzül nedeni sudur. Mekke'de Kur'an inmeye baslayip, namaz farz kilindiktan sonra Hz. Peygamber ve ashabi geceleri de nafile olarak çok ibadet yapiyordu. Kureys müsrikleri; "Bu Kur'an, Muhammed'i sIkIntiya düsürmek için indi" demeye basladilar. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.)'in, çok sükreden kul olma arzu ve istegi ile geceleri yaptigi fazla ibadet nedeniyle ayaklari yorulur, arada birisini yerden kaldirip dinlendirir, onu basar bu defa da diger ayagini kaldirip sirasiyla dinlendirirdi. Böylece "Ey habibim, bu sekilde ayaklarini dinlendirmeye muhtaç olacak derecede kendini yorma. Çünkü Kur'an'i biz kendini helâk edercesine yorman için indirmedik" buyurularak, ibadetlerin, emir ve yasaklara uymanin itidal ölçüleri içinde yapilmasi geregine isaret edilmistir (bk. Ibn Kesîr, Muhtasar Tefsir, tahk. M. Al es-Sâbûn, Beyrut 1402/1981, II, 469).
Hz. Peygamber'e farz namazlardan sonra en faziletli namazin hangisi oldugu sorulunca, "gece namazidir" buyurmustur. Çünkü O'na farzlardan sonra gece namazi emredilmistir: "Ey Muhammed! Gecenin bir bölümünde sadece sana mahsus nafile namaz (teheccüd namazi) kil. Böylece, Rabbinin seni övülmüs bir makama erdirmesi umulur" (el-Isrâ, 17/79). Teheccüd namazi gece uyuyup uyandiktan sonra kilinan namazdir. Hz. Peygamber'in bu namazi kildigi ve yalniz O'na vacip oldugu rivâyet edilmistir. Hasan el-Basrî gibi bazi bilginler bunun yatsidan sonra kilinan bir namaz oldugunu söylemis iseler de bu da uykudan sonraki namaza hamledilir (Ibn Kesir, a.g.e., II, 391, 392). Gece namazi kilanlar baska bir ayette söyle övülür: "Ey Muhammed! Süphesiz Rabbin senin ve beraberindeki bir grup ashabin gecenin üçte ikisine yakin, yarisi ve üçte biri kadar bir süre kalkip namaz kildigini bilir" (el-Müezzemil, 73/20).
Bu duruma göre yatsi namazindan sonra ve sabah namazi vakti girmezden önce kilinan namaz "gece namazi" adi verilmekte ve böyle bir namaz uykudan sonra kalkip kilindigi takdirde "teheccüd namazi" adini almaktadir. Hz. Peygamber'in ve bir kisim sahabelerin farzlardan ayri olarak kildigi gece namazlarinin gerek saglik ve gerekse gündüz yapacaklari islerini aksatmayacak ölçüde yapilmasi istenmistir.
Sûrenin bundan sonraki dört âyetinde Allah'in gücü, kudreti ve yüceligi söyle ifade buyurulmustur: "Rahmân olan Allah, Ars'i kudretiyle kusatmistir. Göklerde, yerde ve nemli topragin altinda ne varsa hepsi Allah'indir. Sen sesini yükseltsen de yükseltmesen de süphesiz Allah, gizliyi de bilir gizlinin gizlisini de. Allah kendisinden baska hiçbir ilâh bulunmayan bir Allah'tir. En güzel isimler O'nundur" (5-8)
2-) Hz. Musa Peygamber'in kissasi:
Burada Hz. Musa'ya Medyen dönüsü Tûr-i Sinâ'da vahyin ilk gelisinden itibaren Israilogullarini Misir'dan kurtarmasi ve Ken'an iline yerlestirmesine kadar olan peygamberlik dönemi anlatilir.
Israilogullari Misir'da Hz. Yusuf'tan sonra çogaldilar. Yakup ve Yusuf'un seriati üzere kaldilar. Misir'in eski yerli halki olan Kiptler ise Firavunlarin yönetiminde Israilogullarina esaret hayati yasatiyor ve onlara asagilik gözüyle bakiyorlardi. Bir kâhinin Israilogullarindan dogacak bir çocugun Firavun hanedanina son verecegini haber vermesi üzerine, Firavun bunlardan yeni dogacak tüm çocuklari öldürtmeye baslar. Iste böyle bir ortamda Ya'kup (a.s)'in üçüncü oglu Lavi'nin torunlarindan "Imran" adindaki sahsin soyundan Hz. Musa dünyaya gelir. Annesi onu ölümden kurtarmak için bir sepetin içinde Nil nehrine salar, sular sepeti, Firavun'un saray bahçesinin kenarina sürükler. Firavun'un adamlari bunu bulunca karisi Asiye onu evlat edinmek ve yetistirmek ister. Musa'nin gerçek annesi de süt anne olarak saraya ulasir. Böylece Hz. Musa Firavun'un sarayinda yetisir.
Hz. Musa gençlik yasinda iken Misir'da bir gün Israilogullarindan biri ile bir kiptînin kavga ettigini gördü. Aralarina girip kiptînin gögsüne bir yumruk vurunca eceli gelen kipti öldü. Firavun tarafindan cezalandirilmaktan korkan Musa (a.s) Misir'dan kaçip Medyen'e geldi (bk. el-Kasas, 28/15-22) Medyen suyu basinda koyunlari sulamakta zorluk çeken Suayb (a.s)'in iki kizina yardimci oldu. Bunun üzerine emeginin karsiligini vermek üzere kizlarin yasli babalari Hz. Suayb O'nu evine davet ettirdi. Suayb (a.s) sekiz veya on yil çobanlik yapmasi sartiyla kizlarindan birisini kendisine nikâhlamak istedigini bildirdi. Hz. Musa hizmet süresini doldurunca ailesiyle birlikte Misir'a dogru yola çikti (bk. el-Kasas, 28/23-29). Çünkü annesi ile büyük kardesi Harun Misir'da bulunuyordu.
Iste Tâhâ sûresinde "Musa'nin kissasi sana ulasti mi?" (9)ayetinden itibaren bu Misir'a dönüs yolculugu ve sonrasi söyle anlatilir: Hz. Musa Tur daginin da bulundugu Tuvâ vadisine varinca kisin karanlik ve soguk cuma gecesinde bir oglu dünyaya geldi. Geceleyin yolu kaybetmis ve davarlari da dagilmisti. Iste bu sirada dag tarafinda bir ates görmüs ve ailesine; Siz surada durun, ben bir ates gördüm, belki size ondan bir kor getiririm. Veya atesin yaninda bu yol gösteren bulurum " dedi (10). Atesin yanina gelince de söyle bir ses isitti: "Ey Musa! Ben senin Rabbinim. Ayakkabilarini çikar. Çünkü sen mukaddes vadi, Tuva'dasin" (12). Bu ates nûr halinde "Avsec" veya "Musa agaci" denilen dikenli bir agaçtan parildiyordu. Hz. Musa'nin o sirada en çok muhtaç oldugu ates veya yollarini gösterecek bir rehber böyle bir tecelliye neden olmustur. Çünkü baska türlü bir tecelli onun bu derece dikkatini çekmeyebilirdi.
Cenabi Hak iste burada Hz. Musa'ya, onu peygamber olarak seçtigini, kendisinden baska hiçbir ilâh bulunmadigini, yalniz kendisine kulluk edip namaz kilmasini, kiyametin mutlaka kopacagini, hesaplasmanin meydana gelecegi o günün ne zaman olacagini açiklayacagi zamanin geldigini ve kiyamet gününe inanmayanlarin etkisi altinda kalinmamasi gerektigini vahyetti (13-16).
Bundan sonra Hz. Musa'ya verilen iki mucizeden söz edilir. Yere birakilinca ejderha halini alan asa (baston) ve elini koynuna sokup çikarinca elin bembeyaz olmasi. O'nun bu mucizelerle Misir'a dönüp Firavun'un dine çagirmasi istenir. Bunun üzerine Hz. Musa söyle dua eder: "Rabbim, gögsüme genislik ver. Tebligi isimi kolaylastirir. Dilimin dügümünü çöz ki insanlar sözümü iyi anlasinlar" (25-28).
Ayrica kardesi Harun'a peygamberlik vazifesi verilerek birlikte bu agir görevin yürütülmesini istedi. Böylece Allah'i çokça tesbih ve çok zikretme imkânlarinin dogacagini bildirdi. Hz. Musa'nin bu niyazi kabul edildi. Bu arada yüce Allah O'na daha önceki lütuflarindan da söz eder. Bu lütuf ve ikramlar sunlardir: a- Küçüklügünde annesine önemli hususlarda ilham edilmesi, b- Nil nehrinde salinan sepetin Firavun hanedanina intikali ve Musa'nin sevimli bir çocuk kilinmasi, c- Süt emzirme nedeniyle yeniden öz anneye kavusturulmasi, d- Istemeyerek ölümüne neden oldugu katl olayindan ötürü endise ve gamdan kurtarilmasi, e- En önemlisi de peygamber olarak seçilmesi (37-41).
Bundan sonra Hz. Musa ve Harun'a, azmis olan Firavun'a gidip yumusak sözlerle teblig yapmalari bildirilir. Firavun'un kendilerine karsi sert tepki göstereceginden korktuklarini bildirince de Cenab-i Hak Firavun'a söyle hitap etmelerini ister: Süphesiz biz, Rabbinin peygamberiyiz. Bizimle Israilogullarini saliver. Onlara iskence etme. Biz sana Rabbinden bir mucize ile geldik. Selâm hidayete uyanlara" (47).
Hz. Musa bundan sonra Firavun'a yüce Allah'in yaratici tek güç oldugunu, yeryüzünü ve gökleri O'nun yarattigini, yagmur, bitki, hayvan vb. nimetlerin Allah tarafindan bahsedildigini, insanin aslinin toprak oldugunu, yine ona dönecegini ve öldükten sonra da yeniden diriltilecegini açikladi ve mucizeleri gösterdi. Ancak Firavun bunlari yalanladi ve söyle dedi: "Sihirinle bizi yurdumuzdan çikarmaya mi geldin ey Musa?" (57)
Firavun gösterilen mucizeleri sihirle karistirinca kendi sihirbazlarinin Musa'yi yenebilecegini düsündü ve Hz. Musa'yi müsabakaya çagirdi. Insanlarin toplu bulunabilecegi bir zaman belirlenerek Firavun en becerikli sihirbazlari topladi.
Sihirbazlar önce iplerini ve degneklerini yere attilar. Bunlar içleri civa gibi sicakta genlesen sivi ile dolu seylerde ve sicak zeminde büyük bir hareket gösterdiler. Musa (a.s) da elindeki asa'yi atinca ejderha oldu ve sihirbazlarin tüm sihir aletlerini yuttu. Asa eski haline gelince de ortalikta sihirbazlara ait bir esya kalmamisti. Olayi ibretle seyreden sihirbazlar bunun basit bir sihir ve göz boyama olayi olamayacagini anlamakta gecikmediler ve secdeye kapanarak söyle dediler:
"Biz Harun'un ve Musa'nin Rabbine iman ettik" (70).
Firavun sihirbazlarin iman etmelerine çok kizdi, ellerini ve ayaklarini çaprazlama kesip, kendilerini hurma dallarina asacagini bildirdi. Onlar söyle cevap verdiler: Biz seni, bize gelen apaçik mucizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Sen istedigini yap. Sen ancak bu dünya hayatina hükmedebilirsin. Süphesiz biz Rabbimize iman ettik. Böylece geçmis günahlarimizi ve bize zorla yaptirdigin sihri bagislasin. Allah'in mükâfati daha hayirli ve daha devamlidir." (71-73).
Bu arada kiptîlerin bir grubu; "Musa'ya niçin bu kadar firsat veriliyor? Halkin zihni karisiyor, O, halki isyana tesvik ediyor" deyip Firavun'u tahrik ettiler. Israilogullarinin bütün boylari Hz. Musa'nin istegine uyarak Misir'i terkedecek sekilde birlesmisti. Önce buna Firavunda izin vermisti, fakat sonradan pisman oldu. Hz. Musa bir zaman belirleyerek geceleyin onlari Misir'dan çikardi ve Süveys denizinin kenarina götürdü. Firavun bunu duyunca hemen askerini toplayarak arkalarindan yetisti. Musa (a.s) asasi ile denize vurdu, deniz yarildi, on iki yol açildi. On iki boyun her biri bir yoldan gitti. Firavun da askeriyle onlari izleyip denize girdi, sonra deniz kapaninca Firavun ve askerleri suda boguldu.
Bundan sonra Musa (a.s) kavmi ile Ken'an eline yöneldi. O zaman bu ülkenin en büyük sehirleri Eriha, Nablus ve Kudüs idi. Eriha Amalikalilardan bir takim zorbalarin elinde olup, onlari oradan savasarak çikarmak gerekiyordu. Israilogullari; "Biz bu zorbalarla savasamayiz" deyip geri çekilince, Hz. Musa kendilerine beddua etti. bu yüzden "Tîh" sahrasina düstüler ve kirk yil orada dolastilar.
Bu arada Hz. Musa kendisine semavî bir kitap verilmek üzere Tur dagina çagirildi. O, kardesi Harun'u yerine vekil birakti. Kirk gün Tur'da yalniz basina ibadet edip aracisiz olarak Rabbinin kelâmini isitti. Iste o sirada kendisine Tevrat indi.
Israilogullari Misir'da iken kiptîlerden bayram günü için egreti olarak altin zinetler almis, bunlari yerlerine vermeden ansizin Misir'dan ayrilmislardi. Tîh sahrasinda köy ve kasaba olmadigindan altin ve gümüsün degeri yoktu ve gereksiz yük teskil ediyordu. Samirî adli bir kuyumcu, sanatkâr bir münafik bütün altin zinetleri ates yanan bir çukura attirarak eritti ve içinden rüzgar geçince ses çikaran bir buzagi imal etti. Misir'da bu gibi heykel Ilâhlara asina olan bu topluluga buzagiyi Ilâh olarak tanitan Sâmirî, Musa'nin Tur dagina bu Ilâhi aramak için gittigini bildirdi. Israilogullari Hz. Hurun'u da dinlemediler ve buzagiya tapmaya basladilar.
Hz. Musa Tur dagindan gelince onlara buzagiyi Ilâh olarak tanitan Sâmirî'yi gördü ve çok kizdi. Sâmirî'yi lânetledi ve buzagiyi yaktiktan sonra denize atti. Harun'a da niçin bunlari engellemedigini sordu. Harun (a.s) kendisini dinlemediklerini belirtti. Buzagiya tapanlar da pisman oldular ve Musa (a.s) Tevrat'i ortaya koydu, böylece israilogullari Tevrat'in hükümleriyle amel etmeye basladilar. Israilogullarindan yeni gelen nesiller savasçi oldu ve Serîa nehrinin dogusunu ele geçirdiler. Daha önce Harun (a.s) vefat etmisti. Hz. Musa'da kendi yerine Yusuf (a.s)'in oglu Efrayim'in soyundan Yusa adindaki zati yerine halife tayin etti ve kendisi vefat etti (Ahmet Cevdet Pasa, Peygamberlerin Kissalari ve Halifelerin Tarihleri, Sad: Ali Arslan, Istanbul, 1977, I, 21 vd).
3-) Hz. Peygamber'e kutsal bir kitap verildigi açiklanmaktadir:
"Iste böylece Biz sana geçmislerin haberlerinin bir bölümünü anlatiyoruz. Süphesiz Biz sana nezdimizden bir kitap verdik" (99).
Devami ayetlerde; kim Kur'an'dan yüz çevirirse, onun kiyamet gününde agir bir yük yüklenecegi, sur'a üfürülünce suçlularin mosmor kesilip ve gözleri yuvalarindan firlamis gibi hasredilecegi belirtilir. Kiyametin dehsetinden o gün onlar dünya hayatinin on gün veya bir gün gibi kisa bir hayattan ibaret oldugunu söylerler, O gün daglarin toz duman edilip savrulacagi ve yerlerinin dümdüz kalacagi belirtilir. Rahman olan Allah'in huzurunda o gün herkesin sesinin kesilecegi, ancak fisilti ile konusacaklari, Allah'in izin verdiginden baskasinin sefaat edemeyecegi bildirilir. Bütün yüzlerin "diri (hayy)" ve boyun egecegi ve zulüm yüklenenin perisan olacagi vurgulanir.
Kur'an'in Arapça olarak indigi ve onda çesitli uslüplarin kullanildigi, onun insanlara bir hatirlatma oldugu ve vahyedilirken henüz bitmeden okumada acele etmemesi Hz. Peygamber'e bildirilir. Cenabi Hakk'a söyle dua etmesi istenir: "Ey Rabbim, benim ilmimi artir" (114).
4-) Hz. Âdem'in yaratilisi ve Cennetten Çikarilmasi:
Yüce Allah Âdem'i ve Havva'yi yaratmis ve onlari cennet hayatina baslatmisti. Çesitli nimet ve lezzetler serbest birakilmisken bir agacin meyvesinden yemeleri yasaklanmisti. Fakat onlar bu agaçtan yemislerdi. Ancak Âdem'i Cenab-i Hak hatada israrli görmemisti.
Âdem'e secde etmesi istenince melekler secde etmis, Seytan ise secde etmeyip diretmisti. "Seytan Âdem'e vesvese vererek; Ey Âdem, sana edeblik agacini ve yok olmayan bir mülkü göstereyim mi?" (120) demisti. Âdem ve Havva yasak yemisten yenince avret yerleri açilmisti. Böylece Âdem (a.s) peygamber olmazdan önce Rabbine karsi günahkâr olmus ve cennet nimetlerinden mahrum kalmisti.
Sonra Allah Teâlâ Âdem'i peygamber seçti, tevbesini kabul ederek, dogru yolu gösterdi. Ancak bu ilk iki insani da yeryüzüne indirerek sIkI bir imtihan, çalisma, mesakkat, rizik arama, kiskançlik vb. zorluklarla dolu, seytan ve nefsin tuzak ve hileleriyle yüklü bir ortama saldi. Artik dogru yola gidene ne sapiklik ve ne de sIkInti olmayacagi, ancak Kur'an'dan yüz çevirene zor ve sIkIntili bir hayatin söz konusu olacagi, böylelerinin kiyamet günü ve kör olarak hasredilecegi belirtilir. Kör hasredilmesinin nedenini sorana söyle cevap verilecegi bildirilir: "Iste böyle, cezan budur. Sana dünyada ayetlerimiz gelmisti de sen onlari unutmustur. Iste bugün de sen unutuluyorsun" (126).
Iste geçmis peygamberlerin ve ümmetlerinin yasadigi bu gibi ibretli olaylardan bu Islâm ümmeti de ders almali yüce Allah'in emir ve yasaklarina uymada gevseklik göstermemelidir. Günün belirli vakitlerinde ve gecenin bir bölümünde yapilacak ibadet, tesbih ve zikirle Rabbinin rizasini kazanmaya çalismalidir. Küfür ehlinden bazilarina verilen dünya süsü, servet ve varlik mümini özendirmemeli, o mesru yoldan elde edilecek hayirli rizka talip olmalidir.
Aile fertlerine namazi emretme ve aile reisinin kendisinin de namaza devami istenmektedir (132).
Sûre su ayetle son bulmaktadir: "Ey Muhammed! Sen o inatçilara söyle de: Herkes âkibetini beklemektedir. Siz de bekleyin. Yakinda kimin dogru yolun yolcusu oldugunu ve kimin de hidayete erdigini bileceksiniz"
Kur'ân-i Kerîm'in elli altinci sûresi. Doksan alti âyet, bin ikiyüz yetmis sekiz kelime ve yedi bin elli üç harftir. Bazi alimler bu sûrenin doksan yedi ve diger bazi alimler de doksan dokuz âyet oldugunu söylemislerdir. Fasilasi lam, elif, be, dal, mim, nun ve he harfleridir.
Vâkia sûresi Mekke'de nâzil olmustur. Seksen bir ve seksen ikinci âyetlerinin Medine'de nâzil oldugu rivâyet edilmektedir. Rahman sûresi ile kuvvetli bir bagi vardir. Adini, birinci âyetteki vâkia kelimesinden almistir (Elmalili Hamdi Yazir, Hak Dini Kur'n Dili, Istanbul 1971, VII, 4699).
Vâkia, olay, savas, çarpisma ve belâ demektir. Âyette ise, kiyâmet olayi, sayhasi, hadisesi anlamindadir. Kiyâmet olayinda çesitli siddetler meydana gelecegi için, burada vâkia diye anilmistir (el-Maverdî, en-Nuketu ve'l-Uyûnu, Beyrut 1992, V, 445)
Sûrenin konusu vâkia yani ahirettir. Genel olarak tevhid, ahiret ve
Kur'ân bu sûrenin konusu olmaktadir. Sureye vâkia, kiyâmet olayi ile giris yapilmaktadir:
"Olacak vâki oldugu (kiyâmet koptugu) zaman, onun olugunu (simdi oldugu gibi) yalanlayacak kimse çikmaz" (1, 2).
Ondan sonraki âyetlerde, kiyâmet olayi kisa bir sekilde anlatilmis, ardindan da insanlarin ûç sinif oldugu haber verilmistir:
"Ve sizler üç sinif oldugunuz zaman, sagin adamlari (amel defterleri sag tarafindan verilenler), ne ugurlulardir onlar! Solun adamlari (amel deflerleri sol tarafindan verilenler) ne ugursuzlardir onlar! Ve o sâbiklar, (o inançta ve amelde duraklamadan) ileri geçenler!" (7-10).
Bu âyetlerde ifâde edilen amel defterleri sol tarafindan verilenler, tevhid inancim kabul etmeyen, ilâhî emirlere karsi çikan ve her türlü kötülügü islemekten çekinmeyen kâfirlerdir. Amel defterleri sag tarafindan verilenler ise, tevhid inancina sahib olan, ameli salih ve imâni bütün mü'minlerdir. Sâbiklar da, Allah'a en yakin olan, hiç bir süpheye kapilmadan imân ve salih amelde ileri giden, imân sahibi kisilerdir. Diger bazi alimlerin görüslerine göre ise, peygamberlerdir (el-Bedeviye, Esraru't-Te'vîl Misir 1955, II, 243).
Ondan sonra gelen âyetlerde, amel defteri sag tarafindan verilecek mü'minlerle, imân ve salih amelde önde giden sâbiklara cennette verilecek nimetlerle mükâfatlar ve Allah'in emirlerine muhâlefet eden kafirlere cehennemde verilecek cezalar genis bir sekilde açiklanmistir. Bilhassa küfür ehlinin inkâr ettigi ölümden sonraki dirilis için detayli açiklamalar yapilmis, insanin acizli ve yüce Allah'in üstün kudret ve irâdesi dile getirilmistir.
Bu arada, bu hususlari açiklayan Kur'ân hakkinda bilgiler verilmistir:
"O, elbette serefli bir Kur'ândir. Korunmus bir kitapta (mushafta, yahut Levh-i Muhfuz'da yazili) dir. Ona (dis ve iç pisliklerden) temizlenenlerden baskasi dokunamaz" (77-79).
Bu âyetlerde geçen "korunmus kitap" ifâdesi hakkinda farkli görüsler ileri sürülmüstür. Bazi âlimler bunun Kur'ân oldugunu söylemislerdir. Diger bazi âlimler de bunu Levh-i Mahfûz olarak kabul etmislerdir.
"Ona temizlenenlerden baskasi dokunamaz" âyetine göre de, Kur'ân-i Kerîm mukaddes kitabimizdir, Allah'in kelâmidir. Ona ta'zim ve hürmet gerekir. Fakihlerin ekseriyetine göre, abdestsiz olarak Kur'ân'a dokunmamak icâb eder. Bazi âlimler de, ögrenme ve ögretme gibi bazi zorunlu durumlarda, Kur'ân'a abdestsiz dokunmaya müsaade etmislerdir. Bunun disinda abdest sizin, cünübün, hayiz ve nifas halindeki kadinlarin Kur'ân'i ellerine almalari, ona dokunmalari caiz degildir (Muhammed Ali es-Sabunî, Revâiu'l Beyn Tefsiru Âyati'l Ahkâm, Dimask 1977, II, 506 vd).
Bu hususlar iyice açiklandikdan sonra, sûrenin sonuna dogru, tekrar imân ehli olanlarla mükâfatlari ve inkârci olan küfür ehli ile azaplari hatirlatilmistir. Son olarak da, Yüce Allah tarafindan bu vakia'nin bir gerçek oldugu vurgulanmis ve Allah'i tesbih etme istenmis, taleb edilmistir:
"Eger sagcilardan (amel defteri sag tarafindan verilenlerden) ise, (ey sagci!) sana sagcilardan selâm! Ama yalanlayici sapiklardan ise, kaynar sudan bir ziyâfet ve cehenneme atilma var. Kesin gerçek budur iste. Öyle ise, büyük Rabb'inin adini tesbih et" (90-96).
Abdullah b. Mesûd'u, ölüm hastaliginda ziyâret eden Hz. Osman (r.a): "Sana bir bagista bulunulmasini emredeyim mi?" demis. Abdullah, buna ihtiyaci olmadigini söylemis. Hz. Osman; "Senden sonra kizlarina kalir" demis. O zaman Abdullah onu su cevabi vermistir: "Sen kizlarimdan korkma. Ben onlara Vâkia sûresini okumalarini emrettim." Ben, Peygamber (s.a.s)'in söyle dedigini isitmistim: "Her kim her gece Vâkia sûresini okursa, ona fakirlik dokunmaz" (Ibn Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Beyrut 1969, IV, 282).
Kur'an-i Kerim'in yirmi yedinci suresi. Doksan üç ayet, bin yüz dokuz kelime ve dört bin alti yüz doksan dokuz harften ibarettir. Ayetlerinin sayisi, Basra ve Samlilara göre doksan dört, Hicazlilara göre ise doksan bestir. Mekkî surelerden olup, Suara suresinden sonra nazil olmustur. Fasilasi "mim" ve "nun" harfleridir. On sekizinci ayetinde Hz. Süleyman'in ordusuna yol veren karincalardan bahsedildigi için sureye, karinca anlaminda "Neml" adi verilmistir.
Diger Mekkî surelerde oldugu gibi bu sure de, insanlari çarpik inançlardan kurtarip, onlara tevhidin gerçegini kavratmayi hedef almaktadir: Allah'a Iman, yalniz O'na ibadet, ahirete inanmak, vahye iman etmek, gaybin bütünüyle Allah'a ait oldugunu ve O'ndan baska kimsenin gayba muttali olamayacagini kabul etmek; Allah'in hem yaratici, hem rizik verici olduguna, nimetleri O'nun ihsan ettigine inanmak; herseyi yürütüp degistirme gücünün Allah'a has olduguna, buna Allah'tan baskasinin gücü yetmeyecegine iman etmek gibi.
Surede, eski peygamberlerin kissalarina yer verilmekte, bununla da yalancilarin baslarina gelen kötü durumlari göstererek müminlerin her zaman kazançli olan taraf olacaklarini müjdelemektedir.
Mukattaa harfleriyle baslayan surenin ilk ayetinde, Kur'an'in bildirdigi talimat ve emirleri apaçik ortaya koyan, hak ile batili açikça ayiran ve onun ilâhi bir kitap olusunda hiç bir süphe olmayan bir kitap oldugu beyan ediliyor: "Tâ, sin. Bunlar, Kur'an'in ve apaçik olan kitabin ayetleridir" (1).
Kur'an ayetleri, inanan insanlar için ebedi kurtulusa vesile olan birer hidayet ve müjdedirler: "Müminler kendilerine, Kur'an ayetlerini rehber edinerek dünya ve ahirette kurtulusa ererler: Müminlere, dogruluk rehberi ve müjdedir" (2).
Kur'an'in, kendilerine bir rehber ve müjde oldugu haber verilen müminlerin, bir takim ayirdedici özellikleri vardir: "Onlar, Namazi dosdogru kilarlar, zekati verirler ve onlar, ahirete kesin bilgiyle iman edenlerdir" (3).
Bunun hemen pesinden gelen ayette, kâfirlerin yaptiklari isyanlarina, kötülüklerine ve uslanmaz akildisi, inatçi tavirlarina karsi Allah Teâlâ, islemis olduklari batil amellerini onlara çekici kilmis ve onlari sapikligin derinliklerine dogru sürüklemistir. Bu dünyada çesitli sekillerde cezalandirilacaklari gibi, ahirette de korkunç Cehennem azabi ile cezalandirilacaklardir: Ahirete inanmayanlarin amellerini kendilerine güzel göstermisizdir. Bu yüzden sasirip kalmislardir. Bunlar öyle kimselerdir ki, kötü azap onlaradir ve onlar ahirette de en büyük hüsrana ugrayanlardir" (4-5).
Kur'an, dogrudan dogruya, Allah tarafindan mükemmel olarak kulu Muhammed (s.a.s)'e indirilmistir. Onu indiren Allah Teâlâ öyle bir zattir ki, her seyi hikmetine göre yapmakta ve her seyi sonsuz ilmine göre gerçeklestirmektedir: Muhakkak ki sen, Kur'an'i Alîm ve Hakîm olan Allah katindan almaktasin" (6).
Bu sekilde bir giris yapildiktan sonra, sûrenin ilk bölümünü olusturan, peygamberlerden bir kisminin tevhid mücadelesinin anlatildigi kissalar yer aliyor.
Ilk önce, Hz. Musa (a.s)'nin ilk vahyi alisi, ona verilen mucizeler ve Firavun kavminin ona karsi aldigi tavir; Allah'in yüceligi, tevhidin gerçekligi ve peygamberlere iman edip tabi olmanin öneminin anlasilmasi için örnek olarak gösteriliyor.
Allah'in ayetleri hangi kavme geldiyse, o kavmin anlayacagi dille, içinde hiç bir süpheye yer kalmayan açiklikla gelmisti. Yani bu, akil sahibi insanlarin süphe etmesinin düsünülemeyecegi bir netlikti. Ama inkarcilar, peygamberlere karsi her zaman takindiklari tavrin aynini takinarak, Mûsâ (a.s)'i yalanlamislardi: Ayetlerimiz, böyle parlak olarak onlara gelince: "Bu apaçik bir büyüdür" dediler" (13).
Bunun pesinden, ilim ve hikmetin kaynaginin Allah Teâlâ oldugu ve gerçek üstünlügün O'nun belirlemesi ile oldugunu bildiren Davud (a.s) ile oglu Süleyman (a.s)'in kissasi anlatiliyor: "Andolsun, Biz Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik. Bizi inanmis kullarindan bir çoguna üstün kilan Allah'a hamdolsun dediler" (15). Süleyman (a.s)'a, yeryüzünde hiç kimseye verilmeyen bir saltanat verilmis ve yine sadece ona has kilinan diger bir takim mucizelerle donatilmisti. O, kuslarla konusabiliyor, cinlerden, insanlardan ve kuslardan olusan çok büyük ve karmasIk ordular toplayabiliyor ve istedigi gibi sevkedebiliyordu: "Süleyman'in cinlerden, insanlardan ve kuslardan ordulari toplandi. Bunlarin hepsi bölükler halinde dagitildi" (17).
Allah Teâlâ'nin yüce hikmeti, insanlarin disinda cinleri ve hayvanlari da onun emrine amade kilmisti. Bunlarin hepsi, onun emirlerine boyun egmek zorunda birakilmisti. Süleyman (a.s), günese tapan bir topluluk olan, Sebe' melikesinin idare ettigi kavmin üzerine giderken, karinca vadisinde, karincalar onun ordusuyla gelisinden ürkerek ezilmemek için yuvalarina girmislerdi: "Nihayet, karinca vadisine geldiklerinde, bir disi karinca dedi ki: "Ey karinca toplulugu, yuvalariniza girin, Süleyman ve ordulari, farkinda olmadan sizi ezip geçmesin" (18). Daha sonra gelen ayetle birlikte mütalaa edildiginde Süleyman (a.s) ile hayvanlar arasinda mükemmel bir iletisimin varligi açikça anlasilir.
Daha sonra, kissanin Sebe' melikesi ile olan kismi anlatilarak, Allah Teâlâ'nin diledigi kimseyi mucizelerle nasil donattigi gözler önüne seriliyor. Farkli bir yapisi olan Hüdhüd adindaki bir kus, ona uzak diyarlardan bilgi getiriyor ve gördügü toplulugun bu günde geçerli olan nedenlerden dolayi sapikliga düstügünü ona haber veriyordu: "Ora halkina hükmeden ve her seyden bolca verilmis olan büyük bir tahta sahip bir kadin buldum. Onun ve kavminin Allah'i birakip günese secde eder olduklarini gördüm. Seytan onlarin yaptiklarini güzel göstermis ve onlari dogru yoldan alikoymustur. Bu yüzden onlar, dogru yolu bulamazlar" (24).
Süleyman (a.s), Hüdhüd'ün söylediklerini tahkik etmek ve o kavme ilâhi tevhid akidesinin tebligi için bir elçi gönderdi ve ona; "Su yazimi götür kendilerine birak. Sonra bir yana çekil bak neye döneceklerdir" (28) dedi.
Teblig mektubu eline geçen Sebe' melikesi, onun bir Allah resulü olan Süleyman'dan geldigini anladi ve ne yapilmasi gerektigini, her zaman krallarini ve halklarini sapitan ve resullere bas kaldirtarak onlarin risaletini yok etmeye çalisan mele' (ileri gelenler) sine danisti. Çünkü Süleyman (a.s) onlari müslüman olarak kendisine tabi olmaya çagiriyordu; Dedi ki; ey önde gelenler (Mele' ) bu isimde bana görüs belirtin, sizinle istisare etmedikçe ben hiçbir iste kesin karar vermek istemem" (32).
Mele' bu duruma karsi, Sebe' melikesine yetki vererek, onun verecegi kararlan uygulayacaklarini bildirdiler. Sebe' melikesi, Süleyman (a.s)'in bir peygamber oldugunu ve bir peygamberin savastan maksadinin Islam'i teblig etmek oldugunu bilmediginden, ona hediyeler göndererek ülkesini korumak istemisti: "Ben onlara bir hediye göndereyim de; bir bakayim elçiler neyle dönerler" (35).
Süleyman (a.s), gerçek anlamda deger verilmesi gereken seyin mal ve dünya ziyneti olmadigini, bir müslümanin dünya dolusu kiymetli seyleri olsa bile, Allah'in verdigi ve verecegini vadettigini tercih etmesi gerektiginin örnegini vererek, Islâmin hakikatini, karsi tarafa teblig etmeye çalismisti: "Elçiler, Süleyman'a geldigi zaman: "Sizler bana mal ile yardimda mi bulunmak istiyorsunuz? Allah'in bana vermekte oldugu, size verdiginden daha fazladir. Belki siz hediyenizle sevinip övünebilirsiniz" (36).
Süleyman (a.s)'in kissasi, Sebe' melikesinin tahtinin mucizevî bir sekilde, Süleyman (a.s)'a takdim edilisi ve Sebe' melikesinin gelip ona boyun egisiyle son bulmaktadir. Bu kissa, toplumlari idare eden zümrelerin idare ettikleri insanlari yönlendirmedeki önemini açiga çikarmaktadir. Tagutlar ve mele'leri imandan kaçininca, toplumlari da onlarin peslerinden giderek helak oluyorlardi. Ancak Sebe' melikesi istisnaî denecek bir tavir sergilemis, batil dinlerini terkederek Islam'a tabi olmuslardi.
Daha sonra, Hz. Salih'in gönderildigi Semud kavminin, peygamberlerine karsi düsmanca tutumu konu ediliyor ve her toplumda oldugu gibi, toplumun önde gelen kisilerinin statükoyu korumak için nasil isbirligine girip, komplolar ve hileler kurduklari izah edildikten sonra; "Iste zulmetmelerinden dolayi enkaza dönüsmüs ipissiz evleri. Süphesiz, bilmekte olan bir kavim için bunda bir ayet vardir. Iman edenleri ve korkup sakinanlari da kurtardik" (52-53) buyuruluyor.
Semud kavminin akibetinden sonra, Lût kavminin basina gelenleri açiklayan daha sonraki ayetlerde;
"Siz, gerçekten, kadinlari birakip sehvetle erkeklere mi yaklasiyorsunuz. Hayir, siz bilmeyen bir kavimsiniz" (55) uyarisinda bulunan Hz. Lût'a düsman kesilip; "Lût ailesini kendi sehrinizden çikarin. Temiz kalmak isteyen insanlarmis" (56) diye meydan okuyan bu sapkin kavim, yerle bir edilerek cezalandirilirken Lût ve inananlarin kurtulduklari haber veriliyor.
Surenin bundan sonraki ayetlerinde, müsriklerin hakka teslim olmalarina engel olan yanlis inançlarinin üzerine gidiliyor; sahte ilahlarla, herseye hakim olan Allah karsilastirilarak, onlarin tapmakta olduklari ilâhlarin hiçbir güce sahip olmadiklari delillerle ortaya konuluyor. Allah soruyor:
"(Onlar mi), yoksa, gökleri ve yeri yaratan ve size gökten su indiren mi? Ki onunla gönül alici bahçeler bitiriverdik, sizin içinse onun bir agacini bitirmek (bile) mümkün degildir. Allah ile beraber baska bir ilâh mi? Hayir, onlar sapiklikta devam etmekte olan bir kavimdir" (60). Devam eden ayetlerde irmaklar, daglar, denizler, kara ve deniz yollari, yagmur getiren rüzgarlar hatirlatilarak, sIkIntI ve ihtiyaç aninda yalnizca kendisine dua edilen Allah'in yaninda sahte ilahlara tapmanin ne kadar saçma oldugu gözler önüne seriliyor. Ahiret hayatim mümkün görmeyenlerin; "Andolsun, bu (azab ve diriltme tehdidi), bize ve daha önce atalarimiza vadolunmustur. Bu, olsa olsa geçmislerin uydurma masallarindan baskasi degildir" (68) seklindeki yalanlamalarina karsin, yeryüzünde kalintilari halâ görülebilen eski topluluklarin cezalandirilislari hatirlatilarak, ayni akibetin kendi baslarina da gelebilecegi bildiriliyor. Onlarin bu inatlarindan üzüntü duyan Hz. Muhammed ise, teselli ediliyor:
"Süphesiz senin Rabbin, onlarin aralarinda kendi hükmünü verecektir. O, güçlü ve üstün olandir, bilendir. Sen artik Allah'a tevekkül et; çünkü sen apaçik olan hak üzerindesin. Çünkü sen, ölülere (söz dinletemezsin ve arkasini dönüp kaçmakta olan sagirlara da çagriyi isittiremezsin. Ve sen, körleri düstükleri sapikliktan çekip hidayete erdirici degilsin. Sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin. Iste müslümanlar bunlardir" (78-81).
Surenin basindan beri güçlü delillerle hakka çagrilan müsrikler, buradan itibaren ahiretteki siddetli azabla korkutuluyorlar. Kiyamet yaklastiginda yerden, "Dabbetül-arz" adinda bir canlinin çikarilacagi da surede haber verilen bir gerçektir. "Nihayet (bize) geldikleri zaman (Allah) der ki: "Siz benim ayetlerimi, bilgi bakimindan kavramadiginiz halde yalanladiniz ha..." (84) sorusu karsisinda susup kalacaklari gün gelmeden önce akillarini kullanmaya çagrilan müsriklere yol da gösteriliyor. "Görmediler mi, biz geceyi onda sükûn bulmalari için, gündüzü de aydinlik olarak yarattik. Hiç süphe yok, iman etmekte olan bir kavim için bunda ayetler vardir" (86), "Daglari görürsün de, onlari donmus sanirsin, oysa onlar bulutlarin sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Herseyi sapasaglam ve yerinde yapan Allah'in sanatidir (bu). Hiç süphe yok O, islemekte olduklarinizdan haberdar olandir" (88).
Bu kadar uyaridan sonra herkesin iman edip etmemekte hür oldugu, ama ahirette yapilanlarin hesabinin mutlaka sorulacagi, su cümlelerle haber verilerek sure sona eriyor: "...Artik kim hidayete gelirse, kendi nefsi için hidayete gelmistir; kim de saparsa, sen de de ki: "Ben yalnizca uyarici korkutuculardanim. " Ve de ki:
"Allaha hamdolsun, o size ayetlerini gösterecektir; siz de onlari bilip taniyacaksiniz?" Senin Rabbin, yapmakta olduklarinizdan gafil degildir" (92-93).
Kur'an-i Kerîm'in yirmisekizinci sûresi. Mekke'de nazil olmustur. Seksensekiz âyet bin yüzkirk bir kelime ve sekizbinbesyüz harften ibarettir. Fâsilalari, nun, mim, lâm ve râ harfleridir.
Hz. Mûsa'nin dogdugu andan itibaren yasadigi alisilmamis olaylar ve Firavun'a karsi verdigi mücadeleler, pespese siralanan bir dizi halinde, bu sürede genisçe anlatildigindan ve 23. âyette "el-Kasas" kelimesi geçtiginden duayi bu sûrey'e "el-Kasas" ismi verilmistir. Kasas dilde, kissa, hikaye ve rivayet anlamdadir.
Ibni Abbas ve Cabir'den rivayet edildigine göre; Suara, Neml ve Kasas sureleri Kur'an'da yer aldiklari bu sirayla nazil olmuslardir. Kasas suresinde Hz. Musâ (a.s)'in kissasi genisletilerek bir tarih özetlenerek, ayrica Neml sûresinin son âyetindeki "...size âyetlerini gösterecek, siz de onlari bilip anlayacaksiniz... " va'di de bu Kasas Süresinde açiklanmistir.
Suarâ ve Neml surelerinden sonra, Hz. Musa ve Firavun kissasina Kasas suresinde tekrar ve daha genisçe yer verilmesinin sebebi; Firavun'un Israilogullarina yaptigi iskence ve zulüm ile Kureyslilerin mü'minlere çektirdikleri cefa ve eziyetlerin birbirine son derece benzemeleridir.
Kasas Sûresinin konulari baslica su dört baslik altinda toplanabilir: Hz. Musa'nin kisasi, Hz. Musa'nin kissasini takibeden hükümler, Karun'un kissasi. Hepsinin ardindan gelen son vaad.
Bu basliklar söyle özetlenebilir.
1- Firavun kavmine karsi egemenligiyle övünüyor, alabildigine böbürleniyordu. Hem istibdat ile toplumu birbirine kirdiriyor, hem de kendi geleceginden endise ediyordu. Bu sirada, seytan fikirli yakinlarindan biri ona: "Senin mülkünü Israilogullarindan dogacak biri yikacaktir" deyince büyük bir endiseye kapildi, zulüm ve kaba kuvvetini arttirdigi gibi, su emri vererek bekçi ve casuslarini dört bir yana saldi: "Israilogullarindan dogacak bütün erkek çocuklari bogazlayin!" Bu sirada Hz. Musa dogmus -onu korumayi Cenab-i Hakk üzerine aldigi için- Firavun ve azginligi kendi estigi çukura düsmeye baslamisti.
Allah (c.c): "Biz Hz. Musa'nin annesine onu korkmadan suya birakmasini, çünkü onu kendisine geri getirip peygamber seçecegini vahyetti" (7). Dalgalar onu alip Firavunun kapisina kadar getirdi. Karisi onu görür görmez isindi ve evlatlik olarak edinip bogazlanmasini önledi (9).
Iste, Yüce Allah'in zalim tâgutlara karsi ihlasla amel eden zayiflarin lehine uyguladigi bu sünnetini, Hz. Muhammed ve ashabi üzerinde de müsahede ediyoruz. Bu sünnet, Yüce Allah'in; yolundan sapan, azginlik ve tugyan eden, böylece insanlari hidayet yolundan alikoyan herkese uyguladigi sünnettir.
Süt annesi sifatiyla asil annesine iade edilen Hz. Musa, bizzat Allah (c.c) tarafindan, zulüm ve haksizliklara ugrayan sinifi hâkim kilmak için büyütülüyordu. Hattâ tanistigi bazi kimseler, zorda kaldiklarinda kendisinden yardim istemeye bile basladilar. Böyle bir yardim için birisine bir yumruk vurarak-bilmeden- ölümüne sebep olunca, artik göze batmis ve Israilogullarindan oldugu anlasilmis olur. Kendisine bir komplo hazirlandigini ögrenince, korkuyla sehirden çikti. Medyen sehrinin yoluna girdikten sonra Allah'tan dogru yolu göstermesini ve zâlimlerden korumasini diledi (5-20)
Medyen'de evlenip, sekiz veya on sene çalisarak mihrini ödedikten sonra, Mustaz'aflari azginlarin baskisindan kurtarmak için, ailesini de alarak dönüs yoluna koyuldu. Yolculugunda uzaktan bir ates gördü ve ailesine ates getirmek ya da yol soracagi bir kimse bulmak ümidiyle atese dogru gitti. Ancak "Atese dogru gelince, o mübarek vâdinin sag tarafindan yeralan agaçtan; "Ey Musa, süphen olmasin ki ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'im" diye seslenildi" (30). "Ve asâni yere ativer, denildi. Musa asânin kivrak bir yilan gibi hareket ettigini görünce arkasini dönüp uzaklasti, geri dönüp bakmadi." (Allah Teâla) "Yâ Musa beri gel, korkma. Çünkü emniyetle olanlardansin!" (buyurdu) (31). "Elini koynuna sok da kusursuz beyaz (ve parlak) çiksin). Korkudan (yana açilan) kollarini da (indirip) toparla. Iste bu iki (mûcize) Firavun ve cemaatina, Rabbinden iki kesin belgedir, çünkü onlar fasiklar toplulugudur" denildi" (32). Kardesi harun Peygamber ile Firavun'a giden Hz. Musa, "... Bu uydurulmus bir büyüden baskasi degildir. Biz evvelki atalarimizdan bunu isitmedik" (36) cevabiyla karsilasir. Kavmini de hidayetten engellemekle birlikte Rabbü'l-âlemin ile alay etme küstahligini da gösterir:
'...Ey Haman! Haydi benim için çamurun üzerine ates yak (tugla pisir bunlarla) da bana büyük bir kule yap. Belki ben Musa'nin tanrisina çikar bakarim. Aslinda onu yalancilardan sayiyorum ya!.. "(38). "Bunun üzerine Biz onu da askerlerini de yakalayip denize firlativerdik... Bak zalimlerin âkibeti nice oldu"(40).
Iste Yüce Allah'in kanunu budur.
2- Kissayi takip eden âyetlerden özetle su konular anlasilmaktadir:
a) Tuhaftir ki, Allah (c.c) Hz. Musa'yi Firavun'un elinden su ve dalgalarla korumus, Firavun'u ise-Hz. Musa'nin davetini inkâri üzerine- yine suda bogmustur. Ayaklarinin altindan akmasiyla övündügü sular kendini yutuvermisti.
Ayrica Firavun'u iktidarindan uzaklastiran çocuk, bizzat Firavun'un ve karisinin yardimiyla beslenip büyümüs, Firavun kimi beslediginin farkina bile varamamistir. Öyleyse kim Allah'a baskaldirip plânlarini bozabilir?
b) Hz. Muhammed (s.a.s)'den takriben ikibin sene önceki târihî olaylarin Kasas Sûresinde bu kadar açik ve dogru biçimde anlatilmasinin bir sebebi de, onun peygamberligine delil olmasidir. Çünkü o, okuma-yazma bilmeyen bir ümmî idi. Mekkeli müsrikler Hz. Muhammed'in böyle ikibin yillik bilgileri ögrenebilecegi beserî bir kaynak olmadigini biliyorlardi. Öyleyse nereden ögreniyordu? (44-46).
c) Hz. Musa ve Israilogullarini Firavun'a galip getiren Allah Hz. Muhammed (s.a.s) ile ashabini da güçlü müsriklere karsi galip getirecektir (57-58)
3- Kasas suresinin 76-86 ayetlerinde anlatilan Kârun kissasinda ise mal ve bilgilerle övünmenin, sadece anahtarlarini bile tasimanin kuvvetli bir ekibe zor geldigi hazinelerle gururlanmanin ve bunlari kendi emegiyle kazandigini sanmanin kötü sonucu açiklanmaktadir.
Neticede Ilâhi kudret ise el atiyor, Kârun'u da hazinelerini de yere batiriyor.
Israilogullarini uzun süre ezen Firavun'un da, bilgi ve mal varligi ile emrine alip sömüren Karun da ilâhi kudret ile helâk olmuslardir. Her ikisinde de askerî bir güç olmakla beraber, ihlasli insanlar acze düsünce, meseleyi dogrudan ilâhî kudret halletmistir.
4- Kasas suresinin son bölümünde müsriklerin Rasûlüllah'a niçin inanmadiklari ele alinmaktadir: "Tevhid inancini benimseyerek, dinî, siyasî ve ekonomik üstünlügümüzün sonu olur bu!.. Gidebilecegimiz bir yer de kalmaz."
Allah (c.c) bunlarin gerçek yüzlerini hikmetli bir sekilde sergileyip, onlarin bu derin hastaliklarina su çareyi teklif etmistir: "Iste Âhiret yurdu.. Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuk çikarmayi istemeyenlere (armagan) kilariz. Güzel (kârli) sonuç takva sahiplerinindir" (83)
"Ve Allah ile birlikte baska bir ilah daha edinip tapma... O'ndan baska ilah yoktur. O'ndan baska her sey helâk olacaktir. Hüküm O'nundur. Ve O'na döndürüleceksiniz" (88).
Kur'an-i Kerîm'in onyedinci sûresi. Ilk ayetinde Peygamberimizin Miracindan bahsedildigi için "gece yürütmek" anlamina gelen "Isra" adini almistir. Bu sureye "Subhân" ve "Benû Israil" sûresi de denilmistir. Ayetlerinin sayisi, Kûfelilere göre 111, digerlerine göre 110'dur. 26, 32, 33 ve 57. ayetlerle 73-80 arasi ayetler. Medine'de, digerleri Mekke'de inmistir. Kelime sayisi 1563, harf sayisi ise 6460'dir. Ayet sonlarina ahenk veren fasilalari "elif" ve "râ" harfleridir.
Hz. Âîse'den rivayet edildigine göre Peygamber efendimiz Isrâ ve Zümer sûrelerini okumadikça uyumazdi (Tirmizî, Deavât, 22).
Abdullah b. Mes'ud da Isrâ, Kehf ve Meryem sureleri için: "Onlar ilk gelen surelerdendir ve onlar, benim ilk servetimdendir", demistir (Buhârî, Tefsiru sureti Bem Isrâil, 17).
Isrâ suresinde üzerinde durulari hususlardan baslicalari sunlardir:
Surenin ilk ayetinde Mi'rac mucizesinden bahsedilmekte, daha sonra da Israilogullarinin durumundan söz edilmektedir.
Kur'an-i Kerîm, en dogru yola ileten bir rehberdir.
Ahirete inanmayanlar için aci bir azap hazirlanmistir.
Kimse kimsenin günahini yüklenmez.
Dünyayi isteyene dünya, ahireti isteyene ahiret verilir.
Yüce Allah, sadece kendisine ibadet edilmesini ve ana-babaya iyiligi emretmektedir.
Akrabaya ve yoksullara yardim edilmeli ancak mali gereksiz yere saçip savurmamalidir. Cimrilikten de kaçinmalidir.
Çocuklari öldürmek, zina etmek ve haksiz yere cana kiymak yasaktir.
Yetim mali yenilmeyecek, ölçüde dürüst davranilacak, gizli seyler arastirilmayacak ve kibirden sakinilacaktir.
Allah birdir, O'ndan baska tanri yoktur. Yerde ve gökte olanlar O'nu tesbih etmektedirler.
Ilk defa yaratan Allah, yarattiklarim tekrar diriltecektir.
Yüce Allah, Hz. Âdem'e secde etmeleri için meleklere emir verdi. Melekler secde ettiler, yalniz Iblis diretti; bunun üzerine kovuldu. O da, insanlari, hakiki kullar müstesna, dogru yoldan saptiracagini bildirdi. insan nankör bir varliktir; sikinti aninda Allah'i hatirlar, sikintisi geçince de unutuverir.
Yüce Allah, Âdem ogullarina pek çok ikramda bulunmustur.
Ruhun mahiyeti bilinmez, o, Allah'in emrindendir.
Kur'an Allah kelâmidir. O'nun benzerini meydana getirmek mümkün degildir.
Inkârcilar, Hz. Peygambere ve Kur'an'a inanmamak için mantik disi bahane ve isteklerde bulunmuslardir. Gerçekte, hidâyete erdirecek olan yalniz yüce Allah'tir.
Yüce Allah, Hz. Musa'ya dokuz ayet (Mucize) vermistir. Hz. Musa'yi sürüp atmak isteyen Fir'avn, yakinlariyla birlikte bogulmustur.
Kur'an-i Kerîm Hak olarak parça parça indirilmis, Hz. Peygamber de müjdeleyici ve uyarici olarak gönderilmistir. Kendilerine bilgi verilenler, Kur'an okuyunca Allah'i tesbih ederek secdeye kapanirlar.
En güzel isimler yüce Allah'indir. Sadece O'na hamdetmek ve O'nu yüceltmek gerekir.
Sure, Allah'i bütün noksan sifatlardan tenzih (tesbih) ederek baslar; O'na hamdederek son bulur. Ilk ayet söyledir: "Kulu Muhammed'i geceleyin delillerini göstermek için, Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kildigimiz Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, noksan sifatlardan münezzehtir. Süphesiz 0, herseyi isitir ve herseyi görür" (1). Hz. Peygamber'in bir gece Mekke'deki Mescid-i Haram'dan alinip, Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya, oradan da yedi kat göklere, Sidretü'l Müntehâ'ya kadar yolculuk yapmasi, pek çok olaganüstü seyler görmesi ve. yatagi sogumadan geri dönmesi büyük bir olaydir. Ayette "Kulu Muhammed'i götüren Allâh..." denilerek, Hz. Peygamber'in insan ve bir kul olduguna dikkat çekiliyor. Böylece O'nda bir ulûhiyyet gücü olmadigina, bu geziyi sonsuz kudret sahibi olan Allah'in yardimiyla yaptigina isaret ediliyor. Çünkü hristiyanlik alemi, Hz. Isa'nin dogumu ve ölümü sirasinda görülen olaganüstü haller yüzünden kullukla ilâhligi birbirine karistirmis ve itikat bozukluguna düsmüstür.
Surenin Mekke'de inen bölümünde iman, edep, ahlâk esaslari agirliktadir. Surede Allah'in yüceligi, bütün noksan sifatlardan münezzeh olusu, O'nun sonsuz nimetlerine karsi hamd ve sükrün geregi defalarca tekrarlanir. Bu arada Hz. Nuh'un çok sükreden bir kul oldugu belirtilir ve Kur'an-i Kerîm'in su özelligine dikkat çekilir:"Süphesiz bu Kur'an, insanlari en dogru yola götürür. Salih amel isleyen müminlere büyük bir mükafat oldugunu, ahirete iman etmeyenlere de can yakici bir azap hazirladigimizi müjdeler" (9-10).
Mescid-i Aksâ dolayisiyla, bu bölgede yerlesen Israilogullarinin asiriliklarindan söz edilir. Birinci bozgunculuklarinin cezasini, güçlü düsmanlarinin onlari yurtlarindan çikarmasiyla çektikleri, kendilerine güçlenmek için yeniden firsat verildigi; yeryüzünde ikinci defa bozgunculuk çikarirlarsa, yine üzerlerine salinacak düsmanla perisan edilecekleri hatirlatilir (4-7).
Surenin Medine'de inen ayetleri hüküm agirliklidir. Çünkü orada, bu hükümleri uygulayacak bir Islâm devleti olusmustur. Asagidaki ayetler buna örnek verilebilir: "Akrabaya, düskünlere, yolda kalan yolcuya haklarini ver" (26); "Sakin zinaya yaklasmayin; Çünkü o rezilliktir, kötü bir yoldur. Allah'in öldürülmesini haram kildigi bir cana, hakli bir sebep olmadikça, kiymayin. Biz haksiz yere öldürülenin velisine bir yetki vermisizdir. O da öldürmede siniri asmasin" (32, 33).
Sure su ayetle son bulmaktadir: "Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortagi bulunmayan âciz olmayip bir yardimci da edinmeyen Allah'a mahsustur, de. O'nu layik oldugu sekilde yücelt. " (111).
Kur'ân-i Kerîm'in onuncu sûresi. Yüz dokuz âyet, bin sekizyüz otuz iki kelime ve besbin besyüz altmis yedi harften ibarettir. Fasilasi lam, mim, ve nun harfleridir. Mekkî surelerden olup, Isra sûresinden sonra nâzil olmustur. 40, 94, 95, %. âyetleri Medîne'de inmistir. Mekke döneminin sonlarinda, Mekkelilerin Müslümanlara yönelik baskilarinin arttigi ve Hz. Muhammed'in son uyarilarini yaptigi bir dönemde nâzil oldugu anlasilmaktadir.
Sûrede basindan sonuna kadar Hz. Muhammed'in gerçek peygamber olduguna inanmayan, ona çesitli iftira ve yakistirmalar yaparak düsman olan müsriklere kainattan ve daha önceki milletlerin baslarina gelenlerden örnekler vererek kendilerine gelen bu peygambere inanmalari gerektigi uyarisi yapiliyor, inanmadiklari takdirde ahirette baslarina gelecek azab hatirlatiliyor; bu arada ona inanan Müslümanlar çektikleri bu sikintilar karsisinda ahiret hayatinda ödüllendirilecekleri müjdesi verilerek dirençleri arttirmak isteniyor; Hz. Peygamber'e bizzat hitab eden âyetlerde müsriklerle yaptigi sözlü mücadelede ona yön veriliyor ve onlari istekleri ve baskilari karsisinda teslim olmamasi, bunu yaparsa siddetli bir cezaya çarptirilacagi yolunda uyariliyor. Allah'in kâinatta ve ahiret hayatinda tek egemen güç oldugu, O'nun çesitli sifatlari zikredilerek hatirlatiliyor; müsriklerin tapindiklari yalanci sahte put ve ilahlarin Allah karsisinda hiçbir gücü olmayan varliklar oldugu kesin bir dille ilan edildikten sonra top yekün Allah'a dönmeleri konusunda insanlar uyariliyor.
"Içlerinden olan bir adama: 'Insanlari (gafilleri) korkut ve iman edenlere, muhakkak kendileri için Rableri katinda gerçek bir seref oldugunu müjde ver' diye vahyetmemiz insanlara sasirtici mi geldi? Küfredenler: Bu apaçik bir büyücü degil midir?' dediler" (2) âyetiyle, aralarinda yillarca dürüst, güvenilir, ahlâkli, kötülüklerden uzak, akrabaya düskün, zayiflari kollayan, hiç bir zaman yalan söylememis ve bu yüzden de her türlü degerli seyin kendisine emanet birakildigi "Muhammedü'l-Emin" dedikleri bir insanin, kendilerini, baslarina siddetli bir azab gelmeden önce hak yola dönmeleri için uyarici bir peygamber olarak görevlendirilmesinden saskinliga düsmek yakistirilamiyor insana. Onlar bunun mümkün olmadigina inaniyor ve Muhammed (s.a.s)'i yipratmak için eskiden söyledikleri övgü dolu sözleri birakip ona; "Bundan baska bir Kur'ân getir, ya da onu degistir" (15); "Rabbinden üzerine bir âyet (mucize) indirilse ya" (20); "Bunu kendisi yalan olarak uydurdu" (38); "(Kiyametle uyarildiklarinda da Eger dogru sözlüler iseniz bu belirttigimiz süre (vaad) ne zamanmis?" (40); eglenerek "bu bir gerçek mi?" (53) diyerek karsi çikiyorlar, "Ilmini kavrayamadiklari ve kendilerine henüz yorumu gelmemis bir Seyi yalanliyorlar"di (39).
Onlarin bu sekilde karsi çikislarina cevap olarak Allah peygamberden onlara bazi sorular sormasini istiyor, böylece tartismada onlari köseye sikistiriyor:
"Günesi bir aydinlik, ayi da bir nur kilan ve yillarin sayisini ve hesabini bilmeniz için (aya) duraklar tesbit eden O'dur" (5).
"Gerçekten gece ile gündüzün ard arda gelisinde ve Allah'in göklerde ve yerde yarattigi seylerde korkup sakinan bir topluluk için âyetler vardir" (6) "Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur" (22). "Göklerden ve yerden sizlere rizik veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan (görme ve isitme duyusu haline getiren, istediginde de yok etmeye gücü yeten) kimdir? Diriyi ölüden çikaran ve ölüyü diriden çikaran kimdir? Onlar Âllah'in diyecekler. Öyleyse de ki: Peki siz (gerçege karsi gelmekten) yine de sakinmayacak misiniz?" (31); "Onlara sor: Sizin sirk kostuklarinizdan yaratmayi baslatacak, sonra da onu iade edecek olan var mi? De ki: Âllah yaratmayi (ilkin) baslatir, sonra da onu' iade eder. Öyleyse nasil olurda sirkin kötü yollarina düsüyorsunuz? Onlara yine sor: Sizin sirk kostuklarinizdan hakka ulastirabilecek var midir?' De ki: Hakka ulastiracak Allah'tir. Öyleyse hakka ulastiran mi uyulmaya daha hak sahibidir, yoksa dogru yola ulastirmadikça kendisi hidayete ulasmayan mi? Ne oluyor size, nasil hüküm veriyor musunuz?" (34,35) Onlara sor: Hiç sunu düsündünüz mü? Eger o'nun azabi size gece ya da gündüz geliverse (onu nasil engelleyeceksiniz?), suçlu günahkârlar bunu ne diye erkene almak istiyor?" (50); "O, dinlemeniz için geceyi, gündüzü de göz açtirici' olarak sizin için yaratmistir. Süphesiz tebligi isitebilen bir topluluk için bunda gerçekten âyetler vardir" (67).. Bu sekilde müsriklerin elini kolunu baglayan, onlara söyleyecek hiçbir söz birakmayan sûre, baska âyetlerinde inanmalari için davet edildikleri Allah'in sifatlarini tanitmaya devam ediyor:
"Gerçek su ki, sizin Rabbiniz alti günde gökleri ve yeri yarattiktan sonra da ars'i kusatan, isleri evirip çeviren Allah'tir. O'nun izni olmadikça hiç kimse (putlariniz dahi) sefaatçi olamaz. Iste Rabbiniz olan Allah budur; öyleyse O'na kulluk edin (putlara, tâgutlara, içinizden ileri gelenlere degil). Buna ragmen anlamayacak misiniz?" (3); "Sizin dönüsünüz O'nadir..." (4); "Gayb (bizim için sir olan bilgiler) yalnizca Allah'indir..." (20); Kiyamet günü hepsini bir araya toplar (45); Göktekilerin ve yerdekilerin tümü O'nundur; O öldürür ve diriltir (55-56); insan nerede ve hangi durumda bulunursa bulunsun Allah onun üzerinde gözetleyicidir; yerde de gökte de zerre agirliginca hiçbir sey Rabbinden uzakta (gizli) kalmaz (61); Izzet ve gücün tümü Allah'indir. O isitendir, bilendir (65); "Allah çocuk edindi" dediler. O (bundan) yücedir. O, hiçbir seye ihtiyaci olmayandir... (68).
Allah, tanitildiktan onlarin putlari karsisinda bütün kainata hakim olan gücü delillerle anlatildiktan sonra kendilerine gönderilen peygamber hakkinda tasidiklari süphelere cevap veriliyor sûrenin degisik âyetlerinde: "Içlerinden olan bir adama insanlari korkut ve iman edenlere, muhakkak kendileri için Rabbleri katinda gerçek bir seref oldugunu müjde ver' diye vahyetmemiz, insanlara sasirtici mi geldi? Küfredenler bu apaçik bir büyücü degil midir?' dediler" (2); Kur'ân hakkinda süpheye düsüp baska bir Kur'ân daha getirmesini istediklerinde Allah peygambere söyle söylemesini emrediyor: "Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak degistirmem, haddim degildir. Ben, yalnizca bana vahyolunana uyarim. Eger Rabbime isyan edersem, süphesiz ben büyük günün azabindan korkarim".Ayrica de ki: Eger Allah dileseydi, onu size okumazdim ve onu size bildirmezdim. Ben bu vahiyden önce sizin içinizde bir ömür sürdüm. Siz vicdaninizin sesine kulak vermeyecek misiniz?" (15-16); peygamberligini delillendirmek üzere bir mucize istemeleri karsisinda ise söylenecek söz, "Gayb yalnizca Allah'indir. Siz bekleyedurun, ben de elbette sizinle birlikte bekleyecegim (isterse eger Allah mucize de verir, azab da indirir)(20); "Her ümmetin peygamberi vardir, onun için size de bir peygamber gönderdik ki, bize peygamber gönderilseydi böyle sapitmazdik' (diyecek bir mazeretiniz kalmasin) (47); onlarin inandigi gibi peygamber zengin olacak, altinlari, saraylari, hizmetçileri, olaganüstü yetenekleri olacak diye bir kural yoktur; o da bir insandir; onun için Allah su sözü ögretiyor peygamberine: "Allah'in dilemesi disinda, kendim için zarardan ve yarardan (hiç birseye) malik degilim, hersey Allah'in iradesine baglidir" (49). Âyetler peygambere dönerek, hak davanin öncüsü olarak zorluklarla karsilasmasinin, hakaretlere ugramasinin gayet dogal oldugu hatirlatiliyor ve su teselli veriliyor: "Onlarin söyledikleri seni üzmesin. Tartismasiz, izzet ve gücün tümü Allah'indir. O, isitendir, bilendir" (65). Daha sonra zorluk karsisinda gevseyip düsmanlarina pes etmesi halinde cezalandirilacagi uyarisiyla peygamber dirençli olmaya çagiriliyor: "Onlarin söylediklerinden etkilenip (de) sana indirdigimizden eger süphe içindeysen, senden önce kitabi okuyanlara sor (senin beklenen peygamber oldugunu söyleyeceklerdir, onlarin kitaplarinda bu yazilidir). Andolsun, Rabbinden sana gerçek gelmistir; su halde kuskuya kapilanlardan olma" (94), "Ve Allah'in âyetlerini yalan sayanlardan olma yoksa kayba ugrayanlardan olursun" (95); "Sana yarari da zarari da olmayan, Allah'tan baskalarina tapma. Eger sen (bu emirlerin tersini) yapacak olursan, bu durumda muhakkak zulme sapanlardan olursun' (106); "Allah sana bir zarar dokunduracak olsa, O'ndan baska bunu senden kaldiracak yoktur. Ve eger sana bir hayir isterse, O'nun bol fazlini geri çevirecek de yoktur..." (107); Ve bu uyarilarin ardindan kendisine inanip hidayete erecek olanlarin kurtulusa, karsi çikanlarin ise kendi aleyhine olan bir yola girecegi gerçegi hatirlatildiktan sonra kesin bir emir veriliyor kendisine: "Ve ey peygamber, sana vahyolunana uymaya devam et ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O hükmedenlerin en hayirlisidir" (109). Kur'ân ise bir yalan degil, kendisinden önce indirilen kitaplari dogrulayan ve onlari ayrintisiyla açiklayan bir kitaptir.
Allah, müsriklerin süphelerini ortadan kaldirmak için az-çok duyduklari, bildikleri, hikayeler olarak anlattiklari geçmisten bazi topluluklarin ve onlara gönderilen peygamberlerin baslarindan geçenleri hatirlatiyor. Bu amaçla Hz. Nuh, Hz. Musa, Hz. Yunus'tan ve daha baskalarindan sözeden âyetler onlara karsi çikanlarin nasil cezalandirildigini haber vererek, bundan ibret alan müsriklerin hak dine inanmasini saglamaya çalisiyor. Örnegin Nuh kavmi; kendilerine okunan Allah'in emirleri islerine gelmeyip agir geldi ve iyiliklerini isteyen Nuh ve inananlari cezalandirmak için toplanti yaptilar, onlari öldürmeye karar verdiler. Sonuçta ne oldu?... Biz de onu ve gemide onlarla birlikte olanlari kurtardik ve onlari halifeler kildik. Âyetlerimizi yalan sayanlari da suda bogduk..." (73).
Örnegin Firavun ve adamlari: Kendilerine mucize destegiyle gelen Musa ve kardesi Harun'a düsman oldular, inanmayip büyüklendiler. Onlarin peygamber degil büyücü olduguna karar verip, kendi büyücülerini onlarin karsisina diktiler. Onlarin sihirli degneklerini Musa'nin ejderha oluveren degnegi birer birer yutunca Musa'nin Rabbine inanan sihirbazlar Firavun'u yalniz biraktilar... Ve Musa'ya inananlar, Allah'a tevekkül etmeye, kibleye dönük evler yapip dosdogru namaz kilmaya çagirildilar (87). Firavun ve adamlarinin zenginlikler içinde yüzdürüldügü halde isyan etmelerine tahammül edemeyen Musa onlarin yerin dibine geçirilmesi için Allah dua etti; ve dualari kabul olundu (88,89). Musa'yi ve inananlarin Misir'i terkettiklerini haber alan Firavun ordularinin basinda peslerine düstü ve denizde açilan bir yoldan Musa ve inananlar geçerken Finavun ve ordusu boguldu. Firavun ölüm aninda gerçek Rabbin Musa'nin Rabbi olduguna inandi ama artik geç olmustu (90). "Simdi mi inandin? Oysa sen önceden isyan etmis ve fesat çikarmistin" (91) denilerek imani kabul edilmedi.
Ya Yûnus'un kavmi? Onlar kendilerini azabla korkutan Yûnus (a.s)'a inanmamislar, o da azabin gerçeklesmesi için Allah'a dua ederek bölgeyi terketmisti. Azabi gördüklerinde ise kavmi inanmis ve azab geri çevrilmisti onlarin üzerinden; azabi gördükten sonra imanlari kabul edilen tek topluluktu ayni zamanda Hz. Yûnus'un kavmi (98). Ve bütün bu örneklerden sonra Allah, Mekkeli müsrikleri uyariyor: "Simdi kendilerinden önce gelip-geçmislerin (baslarindan geçen) günlerin bir benzerinden baskasini mi beklemektedirler? De ki: Bekleyedurun, ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim. Sonra biz peygamberimizi ve iman edenleri böyle kurtaririz: mü'minleri kurtarmamiz bizim üzerimizde bir haktir" (102, 103).
Sûrenin degisik yerlerinde insanin bir baska özelliginden söz edilerek, aslinda onun yaratilisinda tek Allah'a inanma özelliginin bulundugu; nefsi ve seytanin bunu zamanla saptirdigi; ancak zor durumda kalip ölümle burun buruna geldiginde (Yûnus kavminde görüldügü gibi) içinde tozlanmis küllenmis olarak korunan tek Allah'a iman duygusunun ortaya çiktigi, ama tehlikeyi atlatinca da yine o eski sapikligina döndügü ebedi bir üslupla anlatiliyor.
"Insana bir zarar dokundugunda; yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder; zarari üstünden kaldirdigimizda sanki kendisine dokunan zarara bizi hiç çagirmamis gibi döner-gider. Iste, ölçüyü tasiranlara yapmakta olduklari böyle süslenmistir" (12); "Insanlara, siddetli bir sikinti dokunduktan sonra, bir rahmet dokundurdugumuz zaman, âyetlerimiz konusunda hileler yapmak onlarin kötü bir isi (özelligi)dir.." (21); "...gemide bulundugunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgârla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona korkunç bir rüzgâr gelip çatar ve her yandan dalgalar onlari kusativerir; onlar artik bu (dalgalarla) gerçekten kusatildiklarini sanmisken, dinde O'na gönülden katiksiz baglilar olarak Allah'a dua etmeye baslarlar: Ândolsun, eger bundan bizi kurtaracak olursan, hiç süphesiz sana sükredenlerden olacagiz! Ama (Allah) onlari kurtarinca, onlar hemen haksiz yere yeryüzünde isyana baslar. Ey insanlar, sizin isyaninizin ancak size zarari dokunur..." (22,23).
Bu kadar delil ve korkutmadan sonra hâlâ inanmamakta direnenlerin cezasi artik hak olmustur. Sûrede onlarin baslarina gelecekler de haber veriliyor ki kendilerine, belki bundan sakinirlarda inatlarindan dönerler: "Sizin tümünüzün dönüsü O'nadir... Küfre sapanlar ise, hakikati reddetmeleri dolayisiyla, onlar için kaynar sudan bir içki ve acikli bir azap vardir" (4) Allah'la karsilasmayacaklarini sanip dünya ile yetinen ve bu yüzden de onun dinine kulak vermeyenler; "Iste bunlarin kazanmakta olduklarindan dolayi barinma yerleri atestir" (8). "Sonra o zulmetmemekte olanlara sürekli olan azadi tadin, denilecek kazanmakta olduklarini disinda, bir baska seyle mi cezalandirilacaksiniz?" (52); "Onlar için dünyada geçici bir meta vardir. Sonra dönüsleri bizedir; sonra da küfre sapiklari dolayisiyla onlara siddetli azabi tattiracagiz" (70). Halbuki, onlar eger gerçekten bilmis olsalar, bu azaba ugramadan önce inanir ve o gün için hazirlik yaparlardi. Çünkü, "Zulmeden her nefis yeryüzündekilerin tümüne sahip olsa, bunu (azaptan kurtulma karsiliginda) fidye olarak verirdi. Onlar azabi görünce pismanliklarini gizlerler. Oysa onlar haksizliga ugratilmadan aralarinda adaletle hükmedilmistir" (54).
Her yapilanin karsilik bulacagi o gün, küfretmeyip peygamberin getirdigine inanan, bu yolda iskencelere katlanip malini-mülkünü, yakinlarini, sevdiklerini, dogup büyüdügü topraklari terkedip hicret eden, hak üstün gelsin diye canini ortaya koyan mü'minler de mükâfatlandirilacaklar: Iman edenler ve salih amellerle bulunanlar da, Rableri onlari imanlari dolayisiyla altindan irmaklar akan, nimetlerle donatilmis cennetlere yöneltip iletir" (9); "Güzel is yapanlara daha güzeli ve fazlasi vardir. Onlarin yüzlerini en bir kararti sarar, ne de bir zillet. Iste onlar cennetin halkidirlar; onda ebedi olarak kalacaklardir" (26); ...onlar için bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir" (62).
Basindan sonuna kadar imana çagirilan, kâinat olaylari gösterilerek, daha önceki topluluklarin baslarina gelenler hatirlatilarak, ahirette karsilasacaklari azabla korkutulup inandiklari taktirde verilecek mükafatlar haber verilecek ikna edilmeye çalisilan müsrikler buna ragmen direnirlerse artik yapacak bir sey kalmamistir. ... her kötülügün karsiligi kendi misliyledir. Bunlari bir zillet kaplar. Onlari Allah'tan (kurtaracak) hiç bir koruyucu yoktur. Onlarin yüzleri, sanki bir karanlik gecenin parçalarina bürünmüs gibidir. Iste bunlar atesin halkidirlar; orada ebedi olarak kalacaklardir.(27)
Kur'ân-i Kerîm'in onbirinci sûresidir. Yüzyirmi üç âyet, bin yediyüz onbes kelime, yedibin altiyüz bes harftir. Mekkîdir. Âyet sonlarina âhenk veren fâsila harfleri: Be, Dal, Zel, Ra, Ze, Sad, Ti, Zi, Kaf, Lam, Mim-Nun'dur. Sûre, adini elli ila altmisinci âyetler arasinda kissasi zikredilen Hz. Hûd'dan almistir. Mirâc'tan sonra inen sûre, Kur'ân sûreleri içinde Miûn bölümünde yer alan yüz âyeti geçkin sûrelerdendir. Ana konusu, davet, korkutma, uyarma, Allah'in kitabi ve Nuh, Hûd, Salih, Lut, Suayb, Musa peygamberlerin kissalaridir. Sûrenin nüzulünden önce Rasûlullah'i (s.a.s) koruyan amcasi Ebu Talib ile Hz. Hatice vefat etmis, müsriklerin baskilari artmis ve bu sartlarda Hz. Peygamber en sikintili zamanlarini yasamistir. Islâm tarihçilerinin "Hüzün yili" ve "Fetret dönemi" dedikleri bu dönemde inen Hûd sûresi hakkinda Rasûlullah: "Beni Hûd, Vâkiâ, Mürselât, Nebe, Tekvîr sûreleri kocaltti" buyurmustur (Tirmizî, Tefsîr, 57).
Hûd suresinin ilk bölümü Kur'ân-i Kerîm'den bahsetmekte, sonra geçmis peygamberlerin gayb haberleri, kafirlerin nasil yalanladiklari ve azabi çagirdiklari anlatilmaktadir.
1. Kur'ân-i Kerîm:
''Elif, Lâm, Râ. Bu, âyetleri saglamlastirilmis, sonra hüküm ve hikmet sahibi olan ve her seyden haberdar bulunan Allah tarafindan birer birer açiklanmis bir kitaptir" (1).
Kur'ân-i Kerîm, dogrulugu süphe götürmeyen ve Allah'a karsi gelmekten sakinanlara yol gösteren (el-Bakara, 2/2) kesin, saglam, uyumlu, veciz, belig, fasih, açik, fazlalik ve eksikligi olmayan bir kitap, bir ferman bir kanun ve ögüttür. Bu kitap, Arapça konusan bir kavme anlasilsin diye apaçik bir Arapça ile indirilmistir (Yûsuf, 12/2; Meryem, 19/9?; es-Sûra, 42/7; el-Ahkâf, 46/12 vb.).Ona siir diyenlere onun gibi bir sûre getirin denildiginde, kafirler taklid etmek istemisler fakat gülünç birtakim laf kalabaligi yapmaktan öteye gidememisler (el-Bakara, 2/23; Yûnus 10/38; Hûd, 11/13) ve "Peygamberin onu, hevâsindan konusmadigini, ancak vahyedileni aktardigini anlamislardir (en-Necm, 53/3-4). Bu kitabi bile bile yalanlayanlarin sonlari çok acikli olmustur.
Hûd sûresinin baslangicindaki "Elif, Lam, Râ" buyrugu hakkinda müfessirler: "Bununla ne murad edildigini en iyi bilen Allah'tir" demislerdir. Ayrica, bu harflerle baslayan her sûrede mutlaka Kur'ân'dan söz edilmektedir. Bu hurûf-i mukattaâ harfleri Kur'ân'dan önce de Araplar tarafindan siirde kullanilmaktaydi. Onlar hiç bir zaman Kur'ân'in bir âyetinin benzerini bile getiremediler. Bu harfler, iste onlara karsi bu meydan okuma ve aciz birakmaya da isarettir (Seyyid Kutub, Fî Zilâli'l-Kur'ân, 1,75 vd., Vlll, 90 vd.). "Yoksa onu kendi mi uydurdu diyorlar? De ki: Eger dogru söylüyorsaniz hadi öyleyse onun sûrelerine benzer uydurma on sûre getirin. Hem de Allah'tan baska çagirabileceklerinizi de çagirin. Söylediginizi yapamazlarsa bilin ki o ancak Allah'in ilmiyle indirilmistir. On dan baska tanri yoktur. Artik müslümansiniz degil mi?" (13-14).
Hûd sûresi, Kur'ân-i Kerîm'in sag lamligini böylece daha giriste sunduktan sonra, itikâdî hakikatleri ortaya koymaktadir. Allah'tan baskasina ibadet edilmez. Dönüs Allah'adir Yeryüzünde debelenen bütün canlilarin rizki Allah'a aittir. Onun karar yerini de geçici bulundugu yeride bilir Bunlarin tümü apaçik bir kitaptadir. Allah gökleri ve yeri, insanlarin amel bakimindan hangisinin daha iyi oldugunu denemek için yaratmistir. Kir dünya hayatini ve onun çekiciligini isterse onda onlara yapip ettikleri tastamam ödenir; hiçbir eksiklige ugramaksizin. Ancak onlarin yaptiklari bosa çikmistir ve ahirette onlara ates azabi vardir. Kur'ân'a inanan, salih amellerde bulunan, Rablerine kalbleri tatmin olmus halde baglanan müslümanlar ise Cennet halkidirlar ve orada temelli kalacaklardir.
Hûd sûresi, bu giris kismindan sonra geçmis peygamberlerin gayb haberlerini vermektedir. Bu sûrede kissalari zikredilen Nuh, Hûd, Salih, Lut, Ibrahim, Ishak, Yakub, Suayb, Musa ve Hz. Peygamber gibi peygamberlerin hepsi, Allah'in birligine ve sadece O'na itaate çagirmislardir. Ancak hepsinin de kendi kavimleri yalanlamislar ve Allah'in azabiyla helâk olmuslardir. Bu kissalarin anlatilmasinin sebebini de yine Hûd sûresinin son âyetlerinden ögreniyoruz: "Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini saglamlastiracak her seyi anlatiyoruz ki, kavminden gördügün haksiz davranislara karsi kalbin kuvvet bulsun, ruhun açilsin. Bunda da sana hak ve inananlar için bir ögüt ve ibret gelmistir" (120).
Ögüt ve ibret almacak kissalarin özü söyledir: Hz. Nuh, (a.s) puta tapan, kötü, zalim, fasik, vicdansiz milletine Ulu'l-Azm peygamberlerin ilki olarak gönderildi. Milletini Allah'a ibadete çagirdiysa da onu dinlemediler, yalanladilar, alaya aldilar ve azabi çagirmasini istediler. Hz. Nuh, Allah'in emriyle bir gemi yapti; her cinsten birer çifti, aleyhine hüküm verilmemis olan çoluk çocugunu gemiye aldi. Tufan çiktiginda gemide çok az inanan vardi. Geride kalanlarin hepsi, Hz. Nuh'un karisi ve kafir olan oglu da helâk olmuslardi. Tufan bittikten sonra Nuh'un gemisinden inen mü'minler yeryüzünde halifeler yapildi.
Ancak bunlardan çogalanlardan âd kavmi, Ahkâf'ta Irem diye anilir her türlü imkâna sahip olmakla büyüklendiler, âyetleri bile bile inkar ettiler. Allah, Hz. Hûd (a.s.)'i gönderdi. onlar da azabi istediler. Bunun üzerine pinarlari kurudu, yesillikleri kalmadi, ünlü Irem baglari yok oldu, hayvanlari öldü. Hz. Hûd onlari tevbe etmeye çagirdiysa da yine putlara tapmaya devam ettiler. Sonunda ufukta gördükleri bir bulutu yagmur bulutu sandilar. Halbuki o azabi getiren buluttu. Her seyin kökünü kurutan bir rüzgar insanlari kökünden sökülmüs hurma kütükleri gibi söküp atti. Rezillik azabini dünya hayatinda tattilar, hepsi yok oldular. Allah, Hûd ve inananlari rahmetiyle kurtardi.
Hz. Salih (a.s) ile gönderildigi Semûd milletinin kissasi da ayni sekilde teblig, yalanlama, azabi çagirma ve yok olma safhalarini anlatir. Siddetli bir yer sarsintisi hepsini yok etti, sanki orada hiç yasamamis gibi olmuslardi.
Hz. Ibrahim (a.s), Hz. Hûd ile kurtulan müslümanlarin meydana getirdigi yeni nesildendi. Sâbiîler, Bâbil medeniyeti ile büyüklendiler Nemrut, "Allah dostu" Hz. Ibrahim (a.s)'i atese attirdi. Fakat Cenâb-i Allah Ibrahim (a.s)'i kurtardi. O, Bâbil'i terkettiginde ardinda yalnizca ona inanan Lût vardi. Babasi bile kâfirler arasinda kalmisti. Hz. Ibrahim ve yanindakiler bereketli topraklara gittiler. Tevhid dini, "Ibrahim milleti" yoluyla yasadi .
Lût (a.s); aralarinda fuhsun, cinsi sapikligin yayilarak azginlastigi bir ulus olan Sedom'a peygamber olarak gönderildi. Hz. Lût, Ibrahim'e ilk inanan, iyilerden, ilim ve hikmet sahibiydi. Ama her peygamber gibi onu da yalanladilar. Lût, Allah'a dua etti. Allah', Hz. Ibrahim'e Ishak'i müjdeleyen iki melek gönderdigi zaman Ibrahim (a.s.) Sedom'un yok edilecegini de ögrendi. Elçi melekler Lût (a.s)'in yanina genç, güzel erkekler seklinde gittiklerinde Hz. Lût çok sikildi. Sedomlular da bu taninmamis güzel erkeklerin etrafini sardilar. Lût konuklarini rahat birakmalarim, isterlerse kizlarini verebilecegini söylediyse de Sedomlular sarhosluk içinde azmislardi: "Andolsun ki senin kizlarinla bir isimiz olmadigini biliyorsun. Dogrusu ne istedigimizin farkindasin" (79) diyorlardi. Hz. Lût çaresiz bir haldeyken melekler kimliklerini açikladilar, olacaklari ona anlattilar. Sabah yakinken Lût'un evinin etrafindaki azginlar genç erkek kiligindaki meleklere saldirinca kör edildiler. Lût karisi disinda kalan ailesini aldi ve yola çikti. Sabah olunca korkunç çiglik Sedomlulari yakaladi, üzerlerine tas yagdi, ülkeleri altüst oldu, hepsi helâk oldular.
Medyen ve Eyke halkina peygamber olarak gönderilen Suayb * (a.s)in mücadelesi sonunda bu halklarin da sonu ayni Semûd milleti gibi oldu. Korkunç bir gürültüyle yurtlarinda çöküp helâk oldular. Sûrede son olarak da Hz. Musa* (a.s)'i yalanlayarak denizde bogulan Firavn *'dan söz edilmis ve bütün yalanlayici kâfirlerin dünyada da ahirette de lanetlendikleri bildirilerek bu kissalarla ilgili olarak söyle söylenilmistir:
"Bunlar sana dogru haber olarak aktardigimiz geçmislerin haberleridir. Onlardan kimi ayakta kalmistir halâ izleri vardir; yeryüzünü genis görün kimi de biçilmis ekin gibi yerle bir edilmis, izi bile kalmamistir" (100). Yüce Allah onlarin kendi nefislerine zulmettiklerini azab geldiginde taptiklari ilahlarinin hiç bir fayda saglamadigini; Allah'in yakalayi vermesinin pek acikli ve siddetli oldugunu; ahiret azabindan korkanlara bunda kesin âyetler oldugunu beyan buyurmaktadir. Hûd sûresinin bu son bölümünde anlatilan kissalardan ibret alinmalidir: "Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolundugun gibi dosdogru davran. Ve azitmayin. Çünkü O yapmakta olduklarinizi görendir" (112). Zulme sapanlara egilim göstermeyin, sizin veliniz ancak Allah'tir. Gündüzün iki tarafinda ve gecenin gündüze yakin saatlerinde namazi kil. Süphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Sabret. Rahmet olunanlarin disindakiler cehenneme doldurulacaktir.
Sûre su âyetle sona ermektedir: "Göklerin ve yerin gaybi Allah'indir. Bütün isler O'na döndürülür. Öyleyse O'na kulluk edin ve O'na tevekkül edin. Senin Rabbin yapmakta olduklarinizdan habersiz degildir" (123).
Kâfirlerin, azgin uluslarin hemen her peygamberi yalanladiklarini ve azabi hak ettiklerini, bu kissalardan anliyoruz. Bütün sapik milletlerin, ayni üslûpla nebileri ve resûlleri yalanladiklari gibi, Resûlüllah'in kavminin de onu yalanladigi görülmektedir: Sen de bizim gibi bir insansin, özelligin ne ki? Kitabi sen uydurdun. Senin sözünle, biz ilahlarimizi terkedecek degiliz. Biz üstünüz; siz peygamberler yumusak basli ve zayifsiniz, koruyucunuz da yok. Birer melek olsaydiniz ya gibi sözlerle...
Iste hep bu yüzden onlar azabi hak ettiler. Allah onlara zulmetmedi, kendileri nefislerine zulmettiler. Bu, Allah'in her zaman geçerli olan bir kanunudur. Ve Allah zalimleri yeryüzünde mirasçi kilmaz, amellerini bosa çikarir.
Kur'ân-i Kerim'in on ikinci sûresi. Yüz on bir âyet, bin yedi yüz alti kelime, yedi bin yüzaltmis alti harftir. Fâsilasi nun, mim, ra, lâm ve elif harfleridir.
Sûre, Mekke döneminin sonlarinda, Kureys'in Hz. Peygamber'i öldürme, sürgün etme veya hapsetmeyi planladigi bir dönemde nâzil oldu. Müsrikler, yahudi bilginlerinden ögrendikleri üzere, Hz. Muhammed'e, "Madem ki Allah sana herseyi ögretiyor, o halde bize haber ver; Israilogullari niçin Misir'a gidip yerlestiler?" diye, bir soru sordular. Onlarin düsüncesine göre Muhammed (s.a.'s) bu soru karsisinda sikisip kalacak, dogru dürüst cevap veremeyecekti. Iste Yûsuf sûresi bu olay üzerine nazil oldu ve Hz. Peygamber hemen orada onlarin sorusunu da aydinlatan Yusuf sûresini okudu; onlarin tüm planlarini alt üst etti. Adini, basindan sonuna kadar Hz. Yûsuf'un kissasini konu aldigi için onun adindan almistir.
Sûre, indirilis sebebinden de anlasildigi gibi, okuma yazmasi olmayan, tarih okumamis, peygamberlerin kissalarinin anlatildigi kutsal kitaplardan herhangi birini görmemis, bu konuda bir bilgisi olmayan Hz. Muhammed'in dilinden bir çirpida 2000 yil öncesinin bir olayini ayrintisiyla haber vermekle O'nun peygamber oldugunu ortaya koyuyor, bu konudaki süpheleri ortadan kaldiriyordu. Ayni zamanda kissa, Hz. Peygamber'e de, verdigi mücadelede kendisine çok benzeyen Hz. Yûsuf'un mücadelesini örnek vermekle, bu zorluklarin sadece kendi basina gelmedigini; yakinlari tarafindan dislanmanin, sürgün edilmenin, zindana atilmanin peygamberligin dogal sonuçlari oldugunu anlatiyor; ancak düsmanliklarin peygamberlere zarar veremeyecegi, sonuçta üstün geleceklerin onlar oldugunu müjdeliyor; Hz. Peygamber'in gelecek için besledigi endiseleri ortadan kaldiriyor. Müsriklere ise su mesaji veriyor: Eger siz de Yûsuf'un kardesleri gibi onu kiskanip düsman olur, aleyhinde düzdügünüz planlarinizi yürürlüge koyarsaniz, ona hiçbir zarar veremezsiniz; Yûsuf un kardesleri gibi bir gün ona muhtaç olur, ona boyun bükersiniz; onun için bu kissadan ibret alin ve düsmanliklardan vazgeçin.
Allah'in, "kissalarin en güzeli" olarak tanittigi Hz. Ysuf kissasi sûrenin tamamini içine aliyor. Ayrintisiyla açiklamaya geçmeden önce cografi ve tarihsel olarak olayin nerede ve ne zaman geçtigini tespit etmek gerekir. Hz. Yûsuf Hz. Ibrahim'in torunudur, babasi ise Hz. Yakup'tur. Yûsuf'un ileride vezir olacagi Misir Kralligini yönetenler tarihte Hiksoslar olarak bilinir. Aslen Arap irkindan olan ve XXX M.Ö. 2000 yillarinda Suriye Filistin'den göç eden bu Hiksoslara Islâm tarihçileri Amalikliler adini vermektedir. Hz. Yûsuf Misir'a götürülüp genç yasinda Devlet Baskani olmasiyla birlikte Suriye-Filistin yöresinde yasayan kendi kabilesi Israilogullarini da Misir'a getirtmis ve orada üstün bir konuma kavusturmustu. Daha sonra ise Israilogullari yönetimi tamamen ele geçirmis, ancak yerlilerin ayaklanmasi sonucunda iktidari kaybedip Firavun'lar döneminde ezilen bir konuma düsmüslerdi. Hz. Mûsa iste bu dönemde onlarin basina geçti. Hz. Yûsuf otuz yasindan yüz on yasina kadar iktidarda kaldi. Kitab-i Mukaddes'e göre vefatindan önce akrabalarina su vasiyyette bulunmustu: "Bu ülkeden atalarinizin ülkesine döndügünüzde kemiklerimi alip beraberinizde götüreceksiniz." Öldügünde vasiyyeti uyarinca mumyalandi ve dedigi yapildi...
Bu ön açiklamadan sonra sûrenin açiklamasina geçebiliriz:
Kur'ân'in Arapça olarak apaçik bir sekilde indirildigi (1, 2) belirtildikten sonra; Hz. Muhammed'in haberdar olmadigi bir kissanin anlatimina geçiliyor. Yûsuf Hz. Yakub'un on iki oglundan on birincisi idi ve kendisinden küçük olan Bünyamin adindaki kardesiyle birlikte babasinin dördüncü hanimindan olma idi. Büyük kardesleriyle ayni babadan, farkli analardan dogmustu. Küçük olmalari, ruhen ve bedenen diger agabeylerinden güzel olmalari sebebiyle babasi bu iki küçük oglunu digerlerinden daha fazla seviyor, bu yüzden de diger kardesleri onu kiskaniyor ve bu sevgiyi çekemiyorlardi. Zamanla bu kiskançlik onlari babalarina ve kardeslerine karsi düsman hale getirdi. Iste bu haldeyken,Yûsuf bir rüya gördü: "Babacigim, gerçekten ben (rüyamda) onbir yildiz, günesi ve ayi gördüm, onlar bana secde ediyorlardi" (4). Peygamber olan, ilim sahibi babasi rüyayi yorumladi: "Oglum, rüyani kardeslerine anlatma; yoksa onlar sana bir tuzak düzenleyecekler. Çünkü seytan insan için apaçik bir düsmandir" (5). Ve Yakup onun seçkin kilinacagini, ona bilgi verilecegini ve kendisi büyük nimete (iktidar ve peygamberlik) kavustugu gibi onun sayesinde kendilerinin de bu nimetten istifade edeceklerini anlatti.
Kardesleri kiskançliklarindan dolayi Yûsuf'u ortadan kaldirmaya karar verdiler ve sonuçta onu öldürmeyip insanlarin gelip geçtigi bir kuyunun (bos bir kuyu) dibine atmayi planladilar. Ancak babalari onlara güvenmedigi için önce onlarla birlikte göndermek istemedi ve korkusunu dile getirdi: "..siz ondan habersizken onu kurdun yemesinden korkarim" (13). Hz. Yakub'un bu endisesi onlara bir mazeret, yalan oldu ve kuyuya attiktan sonra aglayarak geri döndüler. Yirtip parçaladiklari Yûsuf'un gömlegine de kan bulastirarak babalarinin yanina varip, kendileri yaris yaparken esyalarinin basina biraktiklari Yûsuf'u kurdun yedigi yalanini söylediler; kurtarabildikleri ise onun kanli gömlegiydi. Yakub onlarin yalanina inanmadi ama yapacak birsey yoktu;
"Bundan sonra bana düsen güzel bir sabirdir. Sizin bu uydurduklariniza karsi yardim istenecek olan Allah'tir" (18).
Bir kafile kuyuya saldiklari kova ile su yerine bir çocuk çikardiklarinda sevindiler ve gittikleri Misir'da onu köle olarak sattilar. Yûsuf'u satin alan Misir krali idi. Yûsuf sarayda iki üç yil içinde büyüdü, ergenlik çagina vardi. Çok güzel olmasindan dolayi Kralin hanimi ona göz dikti ve bir gün kapilari üzerine kapatarak onu kendisiyle olmaya çagirdi. Yûsuf; "...Allah'a siginirim, benim Rabbim bana güzel bir yer vermistir. Gerçek su ki zalimler kurtulusa ermezler" (23) diye ona karsi çikti ve kapiya dogru kaçti, kadin da ardindan kosup çekti ve gömlegini parçaladi. Tam o anda kapida görünen Kral durumu gördü. Kadin hemen bir komployla kendini kurtarmak istedi: Âilene kötülük isteyenin zindana atilmaktan ya da acikli bir azabtan baska cezasi ne olabilir?" (25). Yûsuf, saldiranin kendisi degil kadin oldugunu söylediyse de ilk anda kimseyi inandiramadi ve mahkemeye çikarildi. Bilirkisi, yirtilan gömlekten yola çikarak, gömlek arkadan yirtildigi için Yûsuf'un masum olduguna karar verdi. Kral saraydaki bu skandalin duyurulmamasini isteyerek, "Yusuf, sen bundan yüz çevir (bunu anlatma, affet, bir daha da onun bulundugu yere ugrama); (kadina da), sen de günahin dolayisiyla bagislanma dile. Çünkü sen günahkârlardan oldun" (29) dedi. Ancak skandal sehirde yayildi ve sosyete kadinlari kralin karisiyla alay etmeye, dedikoduya basladilar: "Usagiyla olmak istemis de reddedilmis." Kraliçe, durumun o kadar basit olmadigini kendilerine göstermek için sarayda bir davet verdi ve ileri gelen tüm sosyeteyi çagirdi. Tam meyveleri biçaklariyla soyarken Yûsuf'u onlarin arasina gönderdi. Yûsuf'un güzelliginden akillari baslarindan giden kadinlar heyecandan ellerini kestiler ve onun basit bir insan parçasi olmadigini söyleyerek, kralin karisina hak verdiler; kendileri de olsa ayni seyi yaparlardi.
Artik yalniz kralin karisi degil tüm sosyete kadinlari Yûsuf un pesine düsmüstü. Sürekli rahatsiz ediliyor rahat birakilmiyordu. Sonuçta o da bir insandi, onun da nefsi bos durmuyor kiskirticilik yapiyordu. Seytan ise mesaisini Yûsuf'a ayiriyordu. Zaten daha önce kralin karisi ona "gelsene" dediginde, Rabbinin (zinayi yasaklayan) burhanini (emrini) görmeseydi o da onu arzulamisti. Ama o seçilmis (peygamber olacak) bir kulumuz oldugu için ondan kötülügü ve fuhsu geri çevirmek için ona böyle bir fiili islememesi için uyarida bulunmustuk" (24). Yûsuf bu kadinlarin tahrikleri arasinda sarayda yasamaktansa zindana atilmayi tercih etti ve Allah'a dua etti: "Rabbim, zindan bunlarin beni kendisine çagirdiklari seyden daha sevimlidir bana. Onlarin kurduklari düzeni benden uzaklastirmazsan, onlara (korkarim) egilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum" (33). Bu arada karilarinin sürekli olarak Yûsuf'u kovaladigini haber alan bürokratlar krala baski yaparak bu delikanlinin bir süre gözlerden uzaklastirilmasini istediler; Yûsuf'un duasi kabul olundu ve kral onu zindana kapatti.
Onunla birlikte iki genç daha vardi zindanda. Onlarin gördügü rüyalari yorumlayan Yûsuf birinin öldürülecegini, digerinin de tekrar eski isinin basina dönecegini ve krala sarap vermeye devam edecegini bildirdi. Ardindan da, buradan çiktigi zaman krala kendi durumunu da hatirlatmasini istedi. Yûsuf zindanda bos durmayip hak dini diger arkadaslarina da anlatti, teblig görevini aksatmadan sürdürdü: "Ey zindan arkadaslarim, birbirinden ayri (bir çok) rablar mi daha hayirlidir, yoksa kahhar (kahredici) olan bir Allah mi? Sizin Allah'tan baska taptiklariniz, Allah'in kendileri hakkinda hiçbir delil indirmedigi, sizin ve atalarinizin ad olarak taktigi rabler'den baskasi degildir. Hüküm Allah'tan baskasinin degildir. O, kendisinden baskasina kulluk etmemenizi emretmistir. Dosdogru din iste budur, ancak insanlarin çogu bilemezler" (39, 40). Kurtulan genç Yûsuf'un istedigini unuttu ve yillarca krala ondan sözetmedi.
Bir gün kral bir rüya gördü: "Ben (rüyamda) yedi besili inek gördüm; onlari yedi zayif inek yiyor; bir de yesil basak ve digerleri ise kupkuru. Ey önde gelen (bilginler), eger rüya yorumluyorsaniz benim de bu rüyami çözüverin" (43). Ancak böyle karisik bir rüyanin içinden çikamadilar. O zaman kurtulan zindan arkadasi Yûsuf'u hatirladi. Kralin izniyle zindana gitti ve rüyayi Yûsuf'a yorumlatti: "Siz yedi yil, önceleri (ektiginiz) gibi ekin ekin; yediginizin az bir kismi disinda (kalanini) biçtiklerinizi basaginda birakin. Sonra bunun ardindan (kurakligi) zorlu yedi yil gelecektir; sakladiginiz az bir miktari disinda daha önce biriktirdiklerinizi yiyip bitirecektir. Sonra bunun da arkasindan bir yil gelecektir ki, insanlar onda bol bol yagmura kavusacaklar ve onda sikip sagacaklar" (47-49). Rüyanin yorumunu dinleyen kral bu delikanlinin zindandan çikarilmasini ve huzuruna getirilmesini istedi. Yûsuf ise onun kadinlar konusundaki süpheleri tamamen ortadan kalkmadan bu çikarilisin bir degeri olmadigini düsünüyordu. Krala haber göndererek, kadinlarin itiraf etmelerini sagladi ve artik kralin, kendisi hakkinda tasidigi süpheleri bertaraf etti. Kralin yanina çiktiginda ona saygi gösteren kral onu yönetime ortak etti. Ancak Yûsuf, gelecek olan kitlik yillarini da gözönünde bulundurarak kendisine hazine yöneticiligi verilmesini istedi. Artik Yusuf Misir'da kraldan sonra ikinci adamdi.
Yedi yil boyunca ambar depolarini doldurdu, stokladi. Misir disinda ise gelecek olan kitliktan haberleri olmadigi için hiçbir devlet, hiçbir insan önlem almadi. Yedinci yilin sonunda gelen kuraklik Misir disinda hayati felç etti. Misir kendisinin oldugu gibi komsularinin da bugday ihtiyacini karsiladi o dönemde. Yûsuf gelen kervanlara ailelerin nüfus sayisina göre karneyle erzak veriyordu. Yûsuf'un babasinin ülkesini de kuraklik etkiledi ve kardesleri Misir'a geldiler. Yûsuf onlari tanidi, fakat onlar onu tanimadilar. Kuyuya attiklari bir çocugun Misir'a kral olacagini nereden bilebilirlerdi. Yûsuf onlara doldurttugu beyannameden Bünyamin adinda küçük bir kardesleri oldugunu da ögrendi (zaten biliyordu bunu), ancak bir daha ki sefere mutlaka onu da getirmelerini, aksi taktirde yanlis beyanda bulunduklari için kendilerine erzak verilmeyecegini bildirdi. O, kardesinin durumunu merak ediyor ve bizzat kendisini görerek onun dilinden ailesi hakkinda gerçek bilgi edinebilecegini düsünüyordu. Diger agabeylerine bu konuda güvenmiyordu.
Kardesleri babalarina erzak yükleriyle döndüklerinde küçük kardesleri Bünyamin'in de kendileriyle birlikte gelmesinin istendigini aksi taktirde bir daha erzak alamayacaklarini söylediler. Yüklerini açtiklarinda ise paralarinin geri verildigini, yüklerinin arasina konuldugunu görerek bedava erzak aldiklari için sevindiler. Halbuki Yûsuf bunu bilerek yapmis belki de onlari denemek istemisti, parayi geri getirecekler mi diye. Onlar babalarini ikna ettiler ama o yine de onlara güvenmiyordu: "Daha önce kardesi hakkinda size güvendigimden baska (bir sekilde) onun hakkinda size güvenir miyim... Bana etrafinizin çepeçevre kusatilmasi disinda, onu ne olursa olsun getireceginize dair Allah'tan kesin bir söz verinceye kadar onu sizinle asla göndermem" (64, 66). Bu sartla gönderdi. Hz. Yakup onlarla. Baslarina bir tehlike gelme ihtimalini de gözönünde bulundurarak gruplar halinde Misir'a girmelerini tavsiye etti; böylelikle bir grubun basina bir hal gelirse en azindan digerleri kurtulur, kendisine geri dönebilirdi. Yûsuf Bünyamin'i de beraberlerinde getiren kardeslerini karsiladi ve onlardan gizli bir kösede Bünyamin'e kardes olduklarini söyledi. Karar aldilar, Bünyamin yaninda kalacakti. Ancak hem kardesleri hem kral açisindan mantikli bir mazeret bulmaliydilar. Aldiklari karar geregince Bünyamin'in torbasina kralin su tasini yerlestirdiler. Tam ayrilacaklari sirada tasin kayboldugu anlasildi. Bütün süpheler onlar üzerinde yogunlasti, çünkü o anda onlardan baska kimse yoktu orada. Onlar hirsiz olmadiklarini bildirerek, eger bu tas, kendilerinden çikarsa, kimden çikmissa ceza olarak onun kölelestirilmesine razi oldular. Hz. Yûsuf bütün kardeslerinin torbalarini aradiktan sonra Bünyamin'in torbasindan tasi çikardi. Onun yerine kendilerinden birini alikoymasini rica ettiler ama kabul edilmedi. Üvey kardeslerine karsi ne kadar kin güttüklerini su sözleriyle açiga vurdular: "Zaten, bundan önce onun kardesi de çalmisti (bunlarin analarinin soyunda var bu huylari)" (77). Kardesleri, babalarinin, kardesleri hakkindaki hassasiyetini de bildirerek onun yerine kendilerinden birinin alikonulmasini istediler, fakat kabul edilmedi. En büyükleri Bünyamin'siz babasina dönmekten haya edecegini, bir çözüm bulana kadar burayi terketmeyecegini söyleyerek, digerlerini durumu bildirmek ve yükleri götürmek üzere memleketlerine gönderdi.
Babalarina, kardeslerinin hirsizlik yaptigini bildirerek, yalan konusmadiklarini, istedigine sorabilecegini bildirdiler. Babalari ise onlara inanmadi: Yûsuf'un da yasadigini biliyordu Yakup, "...Umulur ki Allah (pek yakin bir gelecekte) onlarin tümünü bana getirir..." (83) ve Yûsuf'un hasretiyle üzüntüsünden gözleri görmez oldu. Babalarinin bu kadar yil sonra (en az on sekiz yil geçmisti kuyuya attiklarindan bu yana) hâlâ Yûsuf'u anmasindan rahatsiz oldular ve "Âllah adina hayret (bir sey); hâlâ Yûsuf'u anip duruyorsun. Sonunda (ya kahrindan) hastalanacaksin ya da helake ugrayacaksin. (Yakup) dedi ki: Ben, dayanilmaz kahrimi ve üzüntümü yalnizca Allah'a sikayet ediyorum. Ben Allah'tan (bir bilgi olarak) sizin bilmediginizi de biliyorum. Ogullarim, gidin de Yûsuf ile kardesinden bir haber getirin ve Allah'in rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler toplulugundan baskasi Allah'in rahmetinden ümit kesmez" (85-87). Âyetten anlasilan, Hz. Yakup, Yûsuf ve Bünyamin'in ayni yerde oldugunu biliyordu ki "gidin Yûsuf ile kardesinden bir haber getirin" demisti. Üstelik onlarin bilmediklerini bildigini de söylemisti.
Kardesleri tekrar Misir'a gidip erzak talebinde bulunduklarinda Yûsuf kendisini onlara tanitti ve "...dogrusu Allah bize lütufta bulundu. Gerçek su ki, kim sakinir ve sabrederse Allah, iyilikte bulunanlarin karsiligini bosa çikarmaz" (90). Onlar hatalarini anladilar ve suçluluk kompleksiyle önlerine bakmaya basladilar. Yûsuf, "Bugün size karsi sorgulama -kinama- yoktur. Sizi Allah bagislasin. O merhametlilerin (en) merhametlisidir. Bu gömlegimle gidin de, onu babamin yüzüne sürün. Gözü görür olarak gelir. Bütün ailenizi de bana getirin" (92, 93). Daha onlar Misir'dan ayrilir ayrilmaz babalari yaninda bulunanlara, söyleyeceklerinden sonra kendisinin bunadigina hükmedeceklerini, ama bunu yapmamalari gerektigini hatirlatarak; "inanin Yûsuf'un kokusunu (burnumda tüter) buluyorum" (94) deyince, yakinlari onun eski yanlis düsüncelerini korudugu suçlamasiyla susturdular, inanmadilar. Yaslanmis, gözleri kör olmus olan Yakub, ailenin diger üyeleri tarafindan bunak olarak görülüyor ve deger verilmiyordu bu âyetlerden anlasildigi kadariyla. Çok geçmeden Yûsuf un gömlegiyle geldiler ve Yakup'un yüzüne sürdüklerinde gözleri sagligina kavustu. O, bunak olmadigini, onlarin bilmediklerini bildigini su cümlesiyle dile getirdi: "Ben, sizin bilmediginizi Allah'tan (gelen bir bilgiyle) gerçekten biliyorum demedim mi?" (96).
Ogullari babalarindan af dilediler. Sonra tüm aile hep birlikte Misir'a gitti. Yûsuf onlari devlet töreniyle karsiladi. Anne ve babasini bagrina basti; "Misir'a Allah'in dilemesiyle güvenlik içinde giriniz" (99). Onlari saraya götüren Yûsuf'a, secde ettiler. Yûsuf söyle dedi: "Ey babam, bu daha önceki rüyanin yorumudur..." (100). Buradaki "secde ettiler (süccedan)" kelimesi müfessirler arasinda degisik sekillerde yorumlanmis, yanlis anlasilmalara neden olmustur. Onlar namazdaki gibi yere kapanarak secde etmemisler, dönemin selamlama gelenegi uyarinca hafifçe öne egilerek baslariyla selamlamislardir (ayrinti için bk. Tefhimu'l-Kur'an, Mevdudî, 2, 462). Yûsuf hiçbir gurura, kibire kapilmadan kendisine verilen bu nimetlerin Allah tarafindan bir bagis oldugunun bilincindeydi. "Rabbim, sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkanini) verdin; sözlerin yorumundan da (bir bilgi) ögrettin. Göklerin ve yerin yaraticisi, dünyada da, ahirette de benim velim sensin. Müslüman olarak benim hayatima son ver ve beni salih olanlarin arasina kat" (101).
Hz. Yûsuf'un kissasina bu sekilde son veren âyetler konuyu tekrar Hz. Muhammed'in peygamberligine getirerek, "Bu, sana vahyettigimiz gayb haberlerlerdendir. Yoksa sen, onlar o hileli düzenleri kurarken, yapacaklari ise (Yûsuf'u kuyuya atmaya) topluca karar verdikleri zaman yanlarinda degildin" (102) hatirlatmasiyla aslinda müsriklere cevap veriyor. Bundan sonra âyetler sûrenin sonuna kadar müsrikleri uyarici ifadelere yer verir. Onlara hiç haberleri yokken Allah'in azabinin gelmeyeceginden emin mi olduklari sorularak (107), kendilerinden öncekilerin baslarina nelerin geldigini yeryüzünü gezip dolasarak anlamalari ve onlardan ibret alarak peygambere düsmanlik yapmaktan vazgeçmeleri isteniyor (109). Sondan bir önceki âyet (108), Hz. Peygamber'e güven vererek Allah'in yardimindan ümit kesmemesi isteniyor; aynen kendisi gibi zor durumda kalan peygamberlere yapayalniz kaldigini sandigi bir sirada nasil yardim gönderildigi hatirlatilarak yardimin kendisinden esirgenmeyecegi müjdesi veriliyor. Son âyet kesin hükmü veriyor:
"Andolsun, onlarin kissalarinda temiz akil sahipleri için ibretler vardir. (Bu Kur'ân) düzüp uydurulacak bir söz degildir, ancak kendinden öncekilerin dogrulayicisi, herseyin çesitli biçimlerde açiklamasi ve iman edecek bir topluluk için de hidayet ve rahmettir" (111).
Sûreden çikarilacak önemli sonuçlar vardir:
a) Gerek Yûsuf'un, gerek zindandaki arkadaslarinin ve gerekse de kralin; gördükleri rüyalarin yorumunu sorma geregi duymalarindan o dönemde rüya tabiri konusundaki ilmin ileri seviyede oldugunu görüyoruz. Her peygamber toplumunun ileri seviyede oldugu alanlarda onlardan daha üstün bilgilerle donatilip peygamberlikleri desteklenmesi gözönünde bulundurulursa Hz. Yûsuf'un rüya tabiri ilminde ileri olmasi daha kolay anlasilir.
b) Insan günaha meyillidir, Allah'in korumasi olmazsa kendi gücüyle ondan sakinmasi çok zordur. Nitekim kralin karisi onu odaya kapattigi ve "gelsene" dedigi zaman Rabbinin (zinayi yasaklayan) burhanini görmeseydi o da onu arzulamisti. Böylelikle biz ondan kötülügü ve fuhsu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o seçilmis kullarimizdan biriydi" (24).
c) Allah peygamberleri günahtan korur, onlara firsat vermez.
d) Yûsuf'un kadinlardan kurtulmak için zindani tercih etmesi müslüman için en güzel bir örnektir. Günaha girmektense aciya, iskenceye katlanmak gerekir.
e) Müslüman en zor sartlarda dahi teblig görevini yürütmeli, psikolojik ve ekonomik sorunlarini bahane ederek bu konudaki görevini ihmal etmemeli; Hz. Yûsuf'un zindandaki durumunu örnek almalidir.
f) Peygamber de olsa, insanin nefsi masum degildir, sürekli kötülügü emreder. Ancak onlarin kötülük yapmamalari kendi nefislerinin temiz olmasindan degil, Allah'in onlari korumasi nedeniyledir. Nitekim Yûsuf, "Ben nefsimi temize çikaramam. Çünkü gerçekten nefis Rabbimin esirgedigi disinda var gücüyle kötülügü emreder..." (53) demekle bu gerçegi dile getirmistir.
g) Üzerinde en çok tartisilan diger bir konu da, Hz. Yûsuf'un gayri islâmî bir devlette görev almasinin nasil mümkün oldugu, bunun caiz olup olmadigidir. Bir kez Hz. Yûsuf peygamberdi; peygamberler ise sadece tebligci degildir, onlarin asil görevi yeryüzünde iktidari ele alip adaletle yönetmektir. Hz. Yûsuf'un da görevi buydu.
Ancak Yûsuf, kâfir bir devletin kanunlarini yürütmekle görevli bir bakan veya memur muydu yoksa o bütün gücü elinde bulunduran istedigi zaman kendi inancinin gerektirdigi kanunlari yürürlüge koyabilecek bir hükümdar miydi? Tahta oturmasi (100), kendisine melik denmesi (72), kendisine melikligi bahsettigi için Allah'a sükretmesi (101), ülkede istedigini yapma hakkinin olmasi (56), onun düsük seviyede bir danisman ya da bakan degil, tüm yetkileri elinde toplayan bir kral oldugunu göstermektedir. Ona bu yetkileri veren eski hükümdar ise kendisini bir bakima emekli edip bir kenara çekilmis, göstermelik bir "hükümdar" konumunda kalmistir. Yetki ise Hz. Yûsuf'un elindedir. O hükümdardan yetki istemekle küfür kanunlarini icra etmek degil, yeryüzünde Allah'in adaletini gerçeklestirmek istiyordu; tahta geçmeyi, saltanat sürmeyi, dünyevî arzu ve heveslerini tatmin etmeyi düsünmemisti.
Bazi müslümanlar Hz. Yûsuf'u örnek göstererek küfür kanunlariyla yönetilen bir ülkede bu kanunlarin icrasinda görev almanin helal oldugunu savunabiliyor, kendi görüslerine destek olarak da Hz. Yûsuf'un olayini çarpitiyorlar. Üstad Mevdudî'nin deyimiyle, "Dogrusu bu âyeti böyle yorumlayan müslümanlarin Hz. Yûsuf'un manevî sahsini olmayacak derekelere düsürmeleri tam bir saçmaliktir. Bu durumlariyla kendileri, bozulma dönemlerinde yahudilerin gelistirdikleri zihniyetin bir benzerine saplanmis olmaktadirlar. Ahlâk ve maneviyatlari çökmeye basladiginda yahudiler kendi düsük karakterlerini hakli göstermek için ve daha da alçalmaya mazeret katmak için nebi ve velileri düsük karakterli insanlar olarak resmetmeye baslamislardi. Ayni sekilde gayrimüslim hükümetlerin yönetimi altina giren kimi müslümanlar, bu yönetime hizmet etmek istemisler fakat Islâm'in talimati ve müslüman atalarinin sergiledigi örnekler önlerine dikilmis ve utanmislardi. Bu yüzden suurlarini pasif hale getirmek suretiyle bu âyetin hakiki anlamindan sarfi nazar ettiler ve peygamberin gayriislâmî kanunlarla yönetilen bir ülkenin gayrimüslim yöneticisine hizmet etmek azmiyle memuriyet pesine düstügü seklinde saptirdilar. Oysa peygamberin kendi kissasi bize öyle bir hisse vermedi ki, tek bir müslümanin bile yalniz basina, islâmî safvetiyle, imani, akli ve hikmetiyle tüm bir ülkede islâmî bir inkilap olusturabilecegini; gerçek bir mü'minin, ahlâkî seciyesini gerektigi gibi,kullanarak, bütün bir ülkeyi ordusuz, cephanesiz ve donanimsiz fethedebilecegini ögretmektedir" (Tefhîmü'l-Kur'an, Mevdudî, 2, 443).
h) Yukarida da izah edildigi gibi Hz. Yûsuf'un babasinin annesinin ve kardeslerinin ona secde etmeleri yanlis yorumlanip Allah'tan baskalarina (büyüklere, hükümdarlara) önlerinde kapanarak secde edilebilir sonucu çikarilamaz. Oradaki "sücceden" kelimesi saygiyla selâmlamak' demektir.
i) Hz. Yakub'un oglunun kokusunu çok uzaklardan duymasi ya da gömlegi yüzüne sürünce gözlerinin iyilesmesinde yadirganacak birsey yoktur. Bir kere Allah isterse en olmayacak gibi görünen seyleri kendi gücüyle oldurur. Diger yönden, bilimsel olarak da her iki olay mümkündür.
Kur'an-i kerim'in onbesinci sûresi. Mekke'de nazil olmustur. Sadece seksen yedinci âyeti Medine'de inmistir. Doksan dokuz âyet, altiyüz ellidört kelime ve bin yediyüz yetmis bir harftir. Fasilalari Lâm, mim ve Nundur. 80-84. âyetlerinde Hicr halkindan bahsettigi için bu ismi almistir. Hicr, Medine-Sam arasinda bir yerdir. Semud kavminin baskenti olan bu sehrin harabeleri hâlen el-Ula sehri yakinlarindadir.
Sûrenin konusu, çesitli dönemlerde peygamberleri yalanlayanlarin ugradiklari âkibettir. Islenen konularin tamami bununla baglantilidir. Sûre, seytanin Adem'e secde etme emr-i ilâhisine karsi koymasindan, Nuh, Hûd, Sâlih Lût, Suayb ve Hz. Musâ'nin kavimlerinin onlari yalanlamalarindan misaller vermekte ve bu yalanlamalari sebebiyle ugradiklari azabi dile getirmektedir.
Hz. Muhammed (s.a.s) de yillardir kavmini davet etmesine ragmen müsrikler onu yalanlamaya devam ediyorlardi. Sûre, bu hususta kendisinin yalniz olmadigini; geçmis peygamberlerin de kavimleri tarafindan yalanlandiklarini haber vererek onu teselli etmekte ve azmi bilenerek davet ve teblige devam etmesi gerektigi dolayli olarak anlatilmaktadir.
Geçmis kavimlerden özellikle Lût halkindan misaller anlatilirken bir yanda da Allah'in birligi, âhiret, peygamberlik, Kur'an'in Allah'in kitabi oldugu gibi inanç prensiplerinin gerekçeleri ve bu prensiplerin gönüllere yerlestirilmesi için egitici bir üslûp takip edilmektedir.
Sûre, konusuna uygun olarak bir uyari ile giris yapmaktadir: "Elif, lâm, râ. Bunlar Kitabin ve apaçik Kur'an'in âyetleridir. Birak onlar yesinler, eglensinler: arzû onlari oyalasin. Yakinda (yaptiklarinin kötü sonucunu) bileceklerdir" (1-3).
Aslinda onlarin hak davayi yalanlamalari, hak davanin isbatina dair delillerin eksikliginden degil, inatlarindan dolayidir: "Onlara gökten bir kapi açsak do oraya çikacak olsalardi: Herhalde gözlerimiz döndürüldü; biz büyülenmis bir topluluguz' derlerdi" (14-15).
Peygamberlerin davetine karsi çikanlarin durumu hep budur. Bugün karsi çikanlarin da yolu aynidir. "And olsun, senden önce, evvelki (millet)lerin kollari içinde de elçiler gönderdik. Onlar hiçbir elçi gelmezdi ki, onunla alay etmesinler " (10-11).
Sûre bu arada Allah'in kudret ve azametine dair deliller sergiler. Gökleri yaratip onlari yildizlarla süsleyenin, yeri yaratip döseyenin, insanlarin geçimlerini saglamak için gerekli imkânlari hazirlayanin, öldüren ve diriltenin, en sonunda insanlari hesaba çekecek olanin Allah oldugu anlatilir (16-25).
Bunlar anlatilirken bir yandan hak davayi yalanlayanlara verilecek azâba Allah'in muktedir oldugu mesaji verilirken, diger taraftan böyle bir kudrete ve azamete sahip olan ve bütün imkânlari insana bagislayan Allah'in gönderdigi elçilere karsi çikanlarin azabi hakketmelerinin gerekçesi de anlatilmis olmaktadir.
Surenin bu kisminda hak dâvaya karsi çikanlarin önderi durumunda olan seytanin isyani ele alinir.
Seytan da inadindan böbürlenip isyan etmis ve aslinin atesten oldugunu ileri sürerek topraktan yaratilmis olan Adem'e secde etmeyecegini ileri sürmüstü.
Halbuki seytani atesten ve Âdemi topraktan yaratan Allah'tir. Hiçbir yaratik, neden yaratilacagina, hangi soydan gelmesi gerektigine kendisi karar vermis degildir. Neden yaratilmis olursa olsun ve hangi soydan gelmis olursa olsun, ona yarasan yaraticisinin emirlerine itaat etmektir.
Seytanin isyani, onun samimi kullar üzerinde bir etkisinin olamayacagi, sadece azginlari pesinden sürükledigi (31-42) ifade edildikten sonra geçmis kavimlerden peygamberlerini yalanlayanlardan misaller verilir. Bu sebeple helâk olduklari anlatilir (51-79). Nihayet, sûrenin ismini aldigi Hicr halki gündeme getirilir. Diger mukaddes kitaplarda ismi geçmeyen bu kavim hakkinda söyle buyurulur: "And olsun Hicr halki (Semûd kavmi) de peygamberleri yalanladilar. Onlara âyetlerimizi verdik, ama onlardan yüz çeviriyorlardi. Daglardan güvenli evler yontuyorlardi. Sabaha girerlerken onlari da (o) korkunç ses yakaladi. Kazandiklari seyler kendilerinden hiçbir seyi savamadi" (80-84).
Sûrenin sonuna dogru hitap Hz. Peygamber (s.a.s)'e yöneltilir. Allah'in kendisine verdigi büyük nimet: Kur'ân nimeti hatirlatilarak, dünyalik elde edenlerin bu elde ettikleri seylere gözlerini dikmemesi mü'minlere sefkatli davranmasi hiçbir seye aldirmadan emredileni açik açik teblig etmesi emredilir: "O halde sen emrolundugun seyi açikça söyle ve müsriklere aldirma" (94).
Peygamberin görevi, hiçbir gerçegi gizlemeksizin dinin tamamini açik açik teblig etmektir. Peygamber, dinden olan bir seyi, insanlarin bir kismina anlatip digerlerinden gizleyemez. Bu onun kendi görevini yerine getirmedigin anlamina gelir. Kur'an'da bu husus, hiçbir süpheye yer birakmayacak sekilde ifade edildigi halde ne gariptir ki kimileri, iddialarinca dinin kabugu mesabesinde olan seyleri insanlara teblig ettigini, özü durumunda olan seyleri de ancak sayili birkaç kisiye teblig ettigini ve bu tebliginin gizli bir yolla oldugunu, gizli yoldan gelmis olan bu ilme kendilerinin de sahip olduklarini söyleyebilmekte ve ne yazik ki cahil ve gafil nice kisiyi peslerinden sürükleyebilmekteler.
Sûre peygamber (s.a.s)'e yöneltilen su tavsiyelerle son bulmaktadir: "O alay edenlere karsi biz sana yeteriz. O, Allah ile beraber baska ilah edinenler yakinda (yaptiklarinin sonucunu) bilecekler. Andolsun biliyoruz, onlarin söylediklerine senin gögsün daraliyor (canin sikiliyor). Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabb'ine kulluk et" (95-99).
Kur'an-i Kerîm'in altinci suresi, Mekke'de bir defada nazil olmustur. Ancak; 91, 92, 93 ve 151, 152, 153. ayetlerin Medine'de indigi rivâyet edilir. Surenin bütünü 165 ayet, üçbinelli iki kelime, onikibinikiyüzkirk harften ibarettir. Fasilasi; nun, mim, lâm, zâ, râ harfleridir.
En'âm suresinde Allahu Teâlâ, sirki reddederek, tevhid'e, ahirete imana çagirir; bâtil inançlari yok eder; temel ahlâk ilkeleri koyar; Hz. Peygamber'e yöneltilen itirazlara cevap verir; Resulullah ve müminleri teselli eder, kâfirlere uyari ve tehditlerde bulunur, Hz. Ibrahim (a.s.)'in kissasina yer verir; kitap, hüküm ve nübüvvet verilen seçkin kullari (peygamberleri) zikreder.
Bu sure, Mekke'de inen diger sureler gibi Allah'a ve Peygamber'e imani köklestiren, tevhîd inancini asilayan, câhiliye devrinden gelen bozuk inanç ve kanaatleri sarsan, insanlari varliklar üzerinde düsünmeye çagiran özelliklere sahiptir. Sure, yüce Allah'a övgü ve hamd ifadeleriyle söyle baslar: "Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanliklari ve aydinligi vareden Allah'a mahsustur. Böyleyken kâfirler hâlâ Rablerine baskalarini esit sayiyorlar. Sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel takdir eden O'dur. Tayin edilen bir ecel de O'nun katindadir. Sonra bir de süphe ediyorsunuz. Göklerde ve yerde Allah sadece O'dur. O sizin gizlinizi de açiginizi da ve ne kazanacaginizi da bilir'' (el-En'âm, 6/1 -3).
Surenin bütününde telkin edilen hususlar söyle özetlenebilir. Bütün varliklari yaratan Allah'tir. Rizki veren ve mülkün sahibi olan O'dur. Gerçek hükümranlik, güç ve kudret O'nundur. O, bilinmeyen seyleri ve sirlari bilendir. Geceleri gündüze çevirdigi gibi, gözleri ve kalpleri döndüren de Allah'tir. Bu yüzden, insanlarin hayatina hükmedenin de Allahu Teâlâ olmasi gerekir. Yol çizmek, hüküm koymak, helâli ve harami belirtmek yalniz O'nun yetkisindedir. Bütün bunlar ilâhligin özelliklerindendir. Yine bütün bunlari yaratma, rizik verme, öldürme, diriltme, fayda veya zarar verme Allah'in elindedir. Yerlerin ve göklerin tek ilâhi Allah'tir.
Esmâ binti Yezid'den söyle dedigi nakledilmistir: "En'âm sûresi Resulullah'a indigi zaman ben Hz. Peygamber'in devesinin yularini tutuyordum. Sure bütünü ile indi ve agirligindan az kalsin Hz. Peygamber'in devesinin kemikleri kirilacak gibi olmustu" (S. Kutup, Fizilâli'l-Kur'an, Çev: M. E. Saraç, I Hakki Sengüler, Bekir Karliga, Istanbul, V, 45).
Ayetlerde, itikad bozuklugu olanlar uyarildiktan sonra, eski hallerinde israr ederlerse kötü sonuçla karsilasacaklari bildirilir: "Hak, kendilerine gelince onu yalanladilar Alaya aldiklari seyin haberi yakinda kendilerine gelecektir Bizim daha önce nice nesilleri helâk ettigimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermedigimiz imkânlari onlara vermistik. Onlara gökten bol bol yagmur indirmis, altlarindan irmaklar akitmistik Fakat onlari günahlarindan dolayi helâk ettik ve kendilerinden sonra baska bir nesil varettik" (5-6).
Allahu Teâla'nin gayb âlemini ve sirlar dünyasini ihâta edisi, nefis ve ömürleri bilmesi, karada ve denizde, gece-gündüz, dünya-âhiret, ölüm ve dirim husûsunda hükmedici ve kahredici gücü söyle ifade edilir: "Gayb'in anahtarlari Allah'in katindadir Onlari ancak O bilir. O, karada ve denizde olanlari bilir. Düsen hiçbir yaprak yoktur ki, Allah onu bilmesin Yerin karanliklarinda olan her tane, kuru ve yas her sey mutlaka apaçik bir kitapta kayitlidir."
"Geceleyin sizi öldürür gibi uyutan, gündüzün ne elde ettiginizi bilen O'dur. Sonra tâyin edilen vâdenin tamamlanmasi için sizi gündüzün diriltir gibi uyandirir. Sonra dönüsünüz yine O'nadir Sonunda O, yaptiklarinizi size haber verecektir."
"O, kullari üzerinde kahredici güce sahiptir. Size koruyucu melekler gönderir. Sonunda sizden birine ölüm geldigi zaman elçilerimiz onun canini alirlar ve hiçbir eksiklik yapmazlar" (59-61).
Bitkiler, denizler ve karalarla ilgili düsünmeye sevkeden ayetlerde söyle buyurulur:
"Taneyi ve çekirdegi yaratan süphesiz Allah 'tir. Ölüden diriyi ve diriden ölüyü çikarir. Iste Allah budur O halde nasil yüz çevirirsiniz?" (95).
"Karanligi yarip tan yerini agartan, geceyi dinlenme zamani yapan, günesi ve ayi bir hesaba göre hareket ettiren O'dur. Iste bu, her seye galip olan ve her seyi bilen Allah'in takdiridir" (96).
"Kara ve denizin karanliklarinda yolunuzu bulasiniz diye sizin için yildizlari yaratan O'dur Süphesiz biz, bilen bir kavim için ayetleri genis bir sekilde açikladik" (97).
"Gökten, suyu indiren O'dur. Biz, o su ile her sey için gereken bitkiyi çikardik Ondan da yesillik meydana getirdik" (99).
Bütün bu nimetler üzerinde düsünüp ibret almayan ve uyarilara kulak asmayanlarin kiyamet günündeki sikintilari söyle ifade edilir:
"Atese sürüldükleri zaman; keske Rabbimizin ayetlerini inkâr etmeyerek, mümin olarak yeniden dünyaya döndürülseydik, dediklerini bir görsen" (27)
"Allah'in huzuruna çikmayi yalanlayanlar, gerçekten hüsrana ugramislardir Kiyâmet günü ansizin gelince, onlar günâhlarini sutlarina yüklenmis olarak söyle derler: 'Dünyada yaptigimiz kusurlardan dolayi yaziklar olsun bize.' Bakin yüklendikleri günah ne kötüdür" (31).
Medine'de indigi bildirilen ayetlerde oranin özelliklerini görmek mümkündür. Çünkü Mekke'de inen ayetlerde inanç ve ahlâk esaslari agirlikta iken Medine'de inenler hüküm agirliklidir. Bir yandan ibâdetler, cihad, aile ve mirasla ilgili, diger yandan da ceza, muhâkeme usûlü, muâmelât ve devletler arasi iliskilerle ilgili hükümler burada indi. Çünkü Medine döneminde artik bu kurallari uygulayacak bir Islâm devleti dogmustu.
Su ayetlerde Medine'de inisin izleri görülebilir:
"De ki: 'Gelin size Rabbinizin haram kildiklarini okuyayim: Allah'a hiçbir seyi ortak kosmayin. Ana-babaya iyilik yapan. Fakirlikten dolayi çocuklarinizi öldürmeyin; sizi de onlari da biz riziklandiririz. Hayâsizliklarin açigina da gizlisine de yaklasmayin Hakli olmaniz müstesna Allah'in öldürülmesini haram kildigi cana kiymayin. Allah, aklinizi kullanasiniz diye size bunlari emretti" (151).
"Yetim, rüsdüne erinceye kadar, onun malina en güzel yolun disinda yaklasmayin Ölçüyü ve tartiyi adaletle yapin. Biz herkesi gücünün yettigi ile mesul tutariz. Akrabaniz dahi olsa konusurken adaletli olun. Ve Allah'in ahdini yerine getirin. Allah düsünesiniz diye size bunlari emretti Iste benim yolum budur; dosdogrudur; O'na uyun. Baska yollara uymayin ki, sizi Allah'in yolundan ayirmasin. Allah bunlari size sakinasiniz diye emretti" (152-153).
Sure su ayetle sona ermektedir: "Verdigi seylerle sizi imtihan etmesi için sizleri yeryüzünün halifeleri kilan ve sizi derece bakimindan birbirinizden üstün yapan O'dur. süphesiz ki, Rabbin azâbi sür'atli olandir O, çok affeden ve çok merhamet edendir" (165).
Kur'ân-i Kerim'in otuz yedinci suresi. Yüz seksen iki ayet, sekiz yüz altmis kelime ve üç bin sekiz yüz yirmi harften ibarettir. Fasilasi elif, dal, kaf, ba, nun ve mim harfleridir. Mekkî surelerden olup En'âm suresinden sonra nâzil olmustur.
Süre, diger Mekkî sürelerde oldugu gibi akide konusunu islemektedir. Insanlarin kalplerini sirkin, putperestligin pisliklerinden temizleyip, tek olan Allah Teâlâ'ya yönelmek için çarpici bir uslupla ikna edici ve düsünmeye sevkedici deliller getirmektedir. Ayrica câhiliye dönemi müsriklerinin, sirk çesitlerinden biri olan melekleri, hasa Allah'in kizlari olarak nitelemelerinin saçmaligi ve ilâhi gerçeklikle olan çeliskisi ortaya konulmaktadir. Azgin seytanlarin yüce aleme yaklasip, meleklerin konusmalarindan bir seyler kapmaya çalismalari durumunda, onlarin ne sekilde kovularak etkisiz kilindiklarindan haber veren süre, öldükten sonra dirilme ve kiyametle alakali olaylardan bahsetmekte ve Ibrahim (a.s) ve diger bazi peygamberlerin kissalarindan örnekler vererek insanlari Allah'a ve ahirete iman konusunda uyarmaktadir. Iman ve inkârin neticesinde insanlarin öteki dünyada karsilasacaklari durumlar, sürenin isledigi konular arasindadir.
Sürenin ilk âyetlerinde meleklerden bir grubun üzerine kasem edilerek, insanlarin ilâhinin tek oldugu bildirilmektedir:
"Sira sira duran, önlerindekini sürdükçe sürdükçe ve Allah'i andikça anan meleklere andolsun ki, ilahiniz birdir, göklerin, yerin ve ikisi arasinda bulunanlarin Rabbidir; dogularin ve batilarin Rabbidir" (15).
Pesinden gelen âyette Allah Teâlâ, dünya semasini yildizlarla süsledigini bildirmektedir:
"Süphesiz biz en yakin gögü bir ziynetle, yildizlarla süsledik" (6).
Gökyüzünün yildizlarla essiz bir güzellikle süslenmis olmasi ve yildizlarin degismeyen kurallar çerçevesinde belirli yönlere akip gitmeleri, yildizlarin ve gezegenlerin kendi yörüngeleri içerisinde hareketlerini hiç degistirmeden tekrarlamalari ve bu olaylarin, insanoglunun bildigi ölçü birimleriyle mukayese edilemeyecek muazzam genislikte bir mekan içerisinde cereyan etmesi, kâinati yaratan ve ondaki düzeni saglayan Allah Teâlâ'nin kudretini açik bir sekilde gözler önüne sermektedir.
"Yakin gök" olarak isimlendirilen sema ile insanlarin görebildikleri uzakliklar kastedilmektedir. Bunun ötesinde, diger semalar bulunmaktadir ve insanoglunun idrak edemeyecegi niteliktedirler. Seytanlar, sema hudutlarini asip, melek-i a'lâyi dinleyemezler. Melekler kendi aralarinda konusurken onlari dinleyip, ögrendiklerini yeryüzündeki yandaslarina aktarmak için onlara yaklastiklari zaman, her taraftan üzerlerine atesler gönderilerek kovulurlar. Allah Teâlâ yildizlarla süsledigi bu semayi azgin seytanlardan korudugunu su sekilde beyan etmektedir:
"Biz o gögü, her isyankâr seytandan koruduk. Böylece onlar, o yüce toplulugu (mele'-i a'lâ) dinleyemezler. Kovulmak için her taraftan kendilerine ates atilir. Kiyamet gününde de onlar için devamli bir azap vardir. Ancak o yüce topluluktan bir söz kapanlarin da pesine her seyi delip geçen bir alev takilir" (7-10).
Bu âyetler ayni zamanda kehânet iddiasinda bulunanlara ve seytanlarin (cinlerin) gayba dair haberleri bildiklerine inanan kimselere bir cevap niteligindedir. Islâm öncesinde kâhinler, cin ve seytanlarin emirleri altinda bulunduklarini ve gayba dair haberleri kendilerine getirdiklerini iddia ediyorlardi. Insanlar onlarin söyledikleri seylerin dogru oldugunu zannediyordu. Böyte bir ortamda Rasûlüllah (s.a.s), Kur'an'in ilk âyetlerini insanlara teblig etmeye basladigi zaman, bu âyetlerin kendisine bir melek tarafindân getirildigini söylemekteydi. Ancak müsrikler onun çagrisini inkâr ederken söyledigi seylerin, diger kâhinlerin sözleri gibi ona seytanlar tarafindan getirildigini ve onun bir kâhin oldugunu ileri sürerek insanlarin zihinlerini bulandirmaya çalistilar. Sürenin bu âyetler; "Seytanlar degil mele'-i a'lâ'ya yaklasmak, onun altindaki âleme bile giremezler. Sayet seytanlar mele'-i a'lâ'ya yaklasmak için tesebbüste bulunurlarsa, hemen onlari delici bir ates kovalar" açiklamasiyla onlari cevaplandirmaktadir. Ayrica, kâhin ve müneccimlerin de birer sahtekâr olduklari ve gayba dair söyledikleri seylerin yalandan baska bir sey olmadigi da net bir sekilde bildirilmis oluyor.
Daha sonra müsriklerin gördükleri mucizeleri alaya alarak, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmeleri olayi ele alinarak, bu inkârlarinin tutarsizligi ve içine yuvarlanacaklari Cehennem azabindan haber verilmektedir:
Allah'in kudretini gösteren bir âyet (mucize) gördükleri zaman da hemen onu alaya alirlar. Ise söyle derler: "Bu apaçik bir sihirden baska bir sey degildir. Ölüp, toprak ve kemik oldugumuz zaman mi, biz mi tekrar dirilecegiz?" (14-16).
Kiyamet gününde; "Allah, meleklerine söyle der: "Zulmedenleri, eslerini ve Allah'tan baska taptiklarini bir araya toplayip onlara Cehennemin yolunu gösterin" (24).
Müsriklerin kiyamet gününde ümitsizlik ve hüsran içerisinde birbirleriyle olan konusmalarindan bahsedildikten sonra, salih kimselerin Cennette kavusacaklari bazi nimetler anlatilmakta ve Cennet ehlinin aralarinda geçecek olan bazi konusmalari söz konusu edilmektedir.
Cehennemin dibinden çikan Zakkum agacinin meyvalarindan yedirtilerek ve kaynar suyla karistirilmis içecekler içirtilerek azap olunacak olan müsriklerin bu duruma düsmelerinin sebebi, atalarinin dinini inadla takip etmeleridir:
"Süphesiz onlar, alalarini sapiklik içinde buldular ve onlarin izini kosturulurcasina takip ettiler" (69, 70).
Pesinden gelen âyetlerde müsriklerin içinde bulunduklari sapikliklarin aynisina, kendilerine gelen peygamberleri dinlemeyen önceki kavimlerin de düsmüs olduklari konusu islenmektedir. Nuh (a.s), Ibrahim (a.s), Musa (a.s), Harun (a.s), Ilyas (a.s) ve Yunus (a.s)'in kissalarindan misaller verilerek uyarilara kulak vermeyenler ile peygamberlere tabi olanlarin akibetleri açiklanarak bunlardan ibret alinmagi gerektigi bildirilmektedir:
"Biz, Nuh'u ve ona iman edenleri büyük bir felaketten kurtardik. Yeryüzünde sadece Nuh'un zürriyetini biraktik" (76-77).
Ibrahim (a.s)'in kissasi anlatilirken putlara tapinmanin ve onlardan bir seyler beklemenin ne kadar akil disi oldugu belirtilmektedir:
"Ibrahim de, gizlice onlarin ilâhlarina sokulup söyle dedi: "Size ikram edilen yemekleri yemiyor musunuz? Neden konusmuyorsunuz?". Sonra üzerlerine gizlice yürüyüp onlara sag eliyle kuvvetli bir darbe indirdi. Kavmi kosarak Ibrahim'e geldiler. Ibrahim onlara söyle dedi: Kendi ellerinizle yonttugunuz seylere mi tapiyorsunuz? Oysa sizi de, taptiklarinizi da yaratan Allah'tir" (91-96).
Ibrahim (a.s) ile oglu Ismail (a.s)'in kurban ile ilgili kissasinin anlatilmasindan sonra Allah Teala; "Süphesiz bu apaçik bir imtihandi. Biz ona, büyük bir kurbanligi çocugun yerine fidye olarak verdik" (106-107) demektedir.
"Süphesiz sizler sabah aksam onlarin memleketlerinden geçiyorsunuz. Hiç düsünmez misiniz? (137-138).
Bu âyeti kerime, insanlarin geçmiste helâk edilmis kavimlerden geriye kalan harabelerin birer ibret vesilesi oldugunu ve insanlarin seyrettikleri bu kalintilar karsisinda oturup düsünmeleri gerektigini bildirmektedir.
Süre, müsriklerin Allah Teâlâ'ya iftira edip, melekleri O'nun kizlari olarak nitelemelerinin saçmaligini ortaya koyarak, bunun ne kadar büyük bir sapiklik oldugunu su sekilde dile getirmektedir:
Müsriklere sor: Kizlar Rabbinin de oglanlar onlarin miymis? Yoksa melekleri disi olarak yarattigimizi mi gördüler? Iyi bilinmelidir ki iftiralarindan dolayi;" Âllah dogurdu" diyorlar. Süphesiz ki, onlar yalancidirlar. Allah kizlari, ogullara mi tercih etmis? Ne oldu size? Nasil da böyle hüküm veriyorsunuz? Hiç düsünmüyor musunuz? Yoksa elinizde apaçik bir deliliniz mi var? Eger sözünüzde sadik iseniz getirin kitabinizi" (149-157).
Sûre, Allah Teâlâyi tenzih, peygamberlerine selam, alemlerin Rabbi olan Allah Teâlânin yegane Rab oldugunu ve hamdin yalniz Ona ait bulundugunu bildiren âyetlerle son bulmaktadir:
"Kudret ve Kuvvet sahibi Rabbin, onlarin uydurduklari sifatlardan münezzehtir. Gönderilen peygamberlere selâm olsun. Alemlerin Rabbi Allaha hamdolsun" (180-182).
Kur'an-i Kerim'in otuz birinci suresi, otuz dört ayet, bes yüz kirk sekiz kelime ve iki bin yüz on harften ibarettir. Hicazlilar bu surenin otuz üç ayet oldugu görüsündedirler.
Mekke'de nâzil olmustur. Yirmi yedi, yirmi sekiz ve yirmi dokuzuncu ayetlerinin Medenî oldugu rivayet edilmektedir (el-Kurtûbi, el-Câmiu'li Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut t.y., XIV, 50). Ayet sonlarina ahenk veren fasilalari dâl, râ, zi, mim ve nun harflerdir. Saffât suresinden sonra nazil olmustur (ez-ZemahSeri, el-Kessâf, Beyrut t.y., III, 486).
Lokman (a.s)'dan ve onun ogluna verdigi vasiyetlerden bahsettigi için sûreye bu ad verilmistir: "Andolsun Biz Lokman'a hikmeti verdik. Hani Lokman ogluna-ona ögüt verirken-demisti ki: Allah'a sirk kosma... " (Lokmân, 31/12-13).
Lokman (a.s), Eyke halkindan Nûbiya kabilesine mensup olup, Ibrahim (a.s)'in soyundandir (el-Kurtubî, a.g.e., XIV, 59); (daha fazla bilgi için bk. Lokman mad.);
Sure, insanlarin sirki terkedip Islâm'a yönelmelerine karsi, siddetin henüz genel bir mahiyet kazanmasindan önce inmistir. Bu dönemde anne babalar, çocuklarina baski yapiyor, köleler efendilerinin tazyikine maruz kaliyorlardi. Kur'ân'in insanlari kendine çeken ilâhi uslûbu karsisinda çaresiz kalan müsrikler çesitli entrikalara bas vuruyorlardi. Bunlardan birisi de Nadr Ibn Haris'tir. Ticaretle ugrasan Nadr, Iran'dan Acemlerin hikâye ve efsâne kitaplarini getiriyor ve Mekke halkina; "Muhammed size Âd ve Semûd hikâyeleri anlatiyor. Gelin, ben size Rüstem'in, Isfendiyâr'in, Kisrâlar'in hikâyelerini anlatayim" diyerek, onlari Kur'an'in kalpleri etkileyen sesinden uzaklastirmaya çalisiyordu. Yeni müslüman olmus kimseleri yaninda bulundurdugu bir sarkici cariyenin yanina getirir, ona sarki söyletirdi. Sonra; "gördün ya, bu Muhammed'in çagirdigi namazdan, oruçtan ve onun önünde savasmaktan daha güzeldir" diyerek onlari yeniden cahilî hayatin pisliklerine döndürmeye çalisirdi.
Bu sure de, müsriklerin bos sözlerle insanlari aldatmaya çalisirken içinde bulunduklari sirk durumunun anlamsizligi ve saçmaligi, Tevhid'in aklilik ve gerçekliligi insanin fitratina uygun kendi mantigi ile anlatilmak isteniyor. Kâinat, her akil sahibinin ibret alacagi, yaradilisindaki incelik ve özellikleriyle gözler önüne seriliyor ki, insanlar yeryüzündeki konumlarini anlayabilsinler ve ilâhi mesajin gerçeklerine kulak verebilsinler.
Mukatta'a harfleriyle baslayan sure, Kur'an'in hikmetlerle dolu hükmedici ayetleri ihtiva eden bir kitap oldugu vurgulanarak devam etmektedir. Bu kitabin, iyiler için bir kurtulus ve rahmet vesilesi olduguna isaret edildikten sonra, iyilerin kimler oldugu ve özelliklerinin neler oldugu belirtilmektedir: "Onlar ki, namazi (vaktinde) dosdogru kilarlar; zekat(larin)i verirler ve onlar ahirete (süphe etmeyip) imân edenlerin tâ kendileridir"
Bunun akabinde insanlari bilgisizce saptiran, gerçegi bos sözlerle degistiren ve Allah'in ayetleriyle alay edenlerin durumlarini tehdid edici bir uslûbla ortaya koyarak, onlarin ahirette ugrayacaklari elim azaba deginilmektedir: "Öyle insanlar vardir ki, bilgisizce insanlari Allah yolundan saptirmak ve Kur'an'in âyetlerini alaya almak için bos sözler satin alirlar. Iste böyleleri için, hor ve hakir kilan, agir bir azap vardir" (6).
Büyüklenerek Allah'a isyan edip Islâm'i alaya alanlarin görecekleri azaplar zikredildigi gibi, surenin basinda özellikleri açiklanan sâlih kimselerin görecegi mükâfaatlar da açiklanmaktadir: "Iman edip sâlih amel isleyenler için, nimetlerle dolu cennetler vardir. Onlar, o cennetlerde ebediyyen kalacaklardir... "(8-9).
Gögün ve yerin yaratilisindaki hikmeti ve inceliklerini beyan eden Allah Teâlâ; "Iste bu Allah'in yaratisidir. Gösterin bakalim bana O'ndan baskasinin ne yarattigini? Hayir zalimler apaçik bir sapiklik içindedirler"(11) diyerek, Islâm'in hakikatlarini inkâr eden kâfirlere, yaradilis karsisinda ne kadar aciz bir durumda olduklarini hatirlatmaktadir.
Lokman (a.s)'a hikmetin verilisi ile devam eden sure, ilk olarak hikmetin mahiyetinin neyi gerektirdigi; "Andolsun ki Biz Lokman'a hikmeti verdik ve "Allah'a Sükret" diye emrettik" (12) ifadesiyle vurgulanmaktadir. Allah'in her türlü nimetine karsi O'na sükretmek hikmet dolu bir hareket ve yönelisi ifade etmektedir. Bunlari izleyen ayeti kerimelerde de Lokman (a.s)'in ogluna verdigi nasihatler gelmektedir. Allah Teâlâ bu ayetlerde insanin ruhî derinliklerine hitap eden bir uslûbla onu gerçekleri kavramaya çagiriyor. Bir insan baskalarina ögüt verirken samimi olmayabilir. Ancak bir babanin kendi ogluna nasihat ederken içten olmamasi diye birsey düsünülemez. Çünkü baba, oglunun mutlaka iyiligini ister. Bu ayetlerle Allah Teâlâ, müslüman olan çocuklarina baski yapan Mekkeli müsrik ailelerin iç dünyalarina da hitap etmektedir. Lokman (a.s) ogluna söyle ögüt vermektedir: "Yavrum! Hiç bir seyi Allah'a ortak kosma. Çünkü Allah'a ortak kosmak büyük bir zulümdür" (13). Görüldügü gibi zulmün en büyügü Allah'a sirk kosmaktir. Lokman (a.s), Mekkeli müsriklerin yabancisi oldugu bir kimse degildi. Iste bu ayette, çocuklarina Islâm'dan dönüp Allah'a sirk kosarak en büyük zulmü isletmek isteyen Mekkeli müsriklerin bunu yaparken, öz çocuklarina karsi böyle davranmakla insan fitratina ne kadar ters düstükleri ortaya konulmaktadir. Müslümanlardan anne ve babalarina iyi davranmalari isteniyor, Allah'a sükür ile anne-babaya tesekkür konusu; "... Biz insana: "Bana ve anne ve babana sükret" dedik"(14) seklinde zikredilerek meselenin önemi vurgulaniyor.
Bu arada Allah Teâlâ, inanç baginin her seyden önce geldigi gerçegini;
"Eger anne ve baban seni, bilmedigin bir seyi bana ortak kosmaya zorlarsa, onlara itaat etme... "(15) ifadesiyle insanlara bildiriyor.
Bunun ardindan, Allah'in her seyi kusatici ilminin azametini gözler önüne seriyor ve insanin yaptigi amellerde ne kadar dikkatli olmasi gerektigi, isledigi her seyin kiyamet gününde nasil en ince ayrintisina kadar önüne serilecegi bildirilerek, beser vicdani uyarilmak isteniyor: "Ogulcugum, isledigin Sey bir hardal tanesi kadar da olsa, bir kayanin içinde veya göklerde, yahut yerin derinliklerinde de bulunsa Allah onu getirtir. Muhakkak ki Allah, Lâtif'tir, Habir'dir"(16).
Her iman sahibinin de iyiligi emir kötülügü yasaklama yolunda önüne çikmasi kaçinilmaz olan bir takim güçlüklere sabretmesi gerektigi bildiriliyor. Ayrica bu yoldaki bir dava adaminin teblig esnasinda ve günlük yasayisinda sözle yaptigi iyilikleri, hareketleriyle ifsat etmemesi için ona bir davranis sekli gösteriliyor ve Allah insanlari küçümseyip seytanin hasletlerinden olan kibir hastaligindan kaçinilmasini vahiy: "Insanlardan yüz çevirerek böbürlenme. Yeryüzünde kibirlenerek yürüme. Süphesiz Allah, büyüklük taslayan ve övünen hiç bir kimseyi sevmez. Yürüyüsünde tabi ol. Sesini kis... " (18-19) ayeti ile bildiriyor.
Allah göklerde ve yerde bulunan her seyi insanin emrine vermis ve insanlar için sayisiz nimetler yaratmistir. Bunlarin bir çogu insanlara malum oldugu gibi bir kismi da hâlâ insan bilgisinin ötesinde durmaktadir. Ama insanlarin çogu Allah'in bu nimetlerini görmezlikten gelerek onun hakkinda cahilce çekisip dururlar; Allahin göklerde ve yerde bulunan her seyi emrinize verdigini ve sizlere açik ve gizli bol bol nimetler bahsettigini görmez misiniz? Insanlar içinde öyleleri vardir ki; hiç bir ilmi, hiç bir rehberi ve aydinlatici hiç bir kitabi olmadan Allah hakkinda, mücadele eder durur" (20).
Daha sonra Allah'in indirdiklerinden yüz çevirip, atalarimizin dininden dönmeyiz diyenlere: "Ya seytan atalarini alev alev yanan atesin azabina çagirmissa!"(21) seklindeki korku ve tehdid ifade eden soruyla uyariliyor.
"Iyilik yaparak yüzünü Allah'a çeviren kimse, muhakkak sapasaglam bir kulpa sarilmistir... "(22). Onlara yer yüzünde hiç kimse zarar veremez. Onlar için ahirette de hiç bir korku yoktur. Kâfirler ise hak ile batil arasinda bocalayip dururlar. Fitrî mantiklari gerekli kildigi halde, zalimlikleri onlari hakka yaklasmaktan alikoyuyor: "Andolsun ki onlara; Gökleri ve yeri kim yaratti?" diye sorsan, "Allah'tir" derler. De ki: "Hamd Allah'adir". "Dogrusu onlarin çogu nasil çeliski içine düstüklerini bilmezler"(25).
Gecenin gündüzü, gündüzün geceyi pesi sira takip edip gitmesi, günesin ve ayin kendi yörüngelerinde bir intizam içinde yürüyüp gitmesi, ayrica kâinatin içinde akip giden diger bütün gezegen ve yildizlarin Allah'tan baska hiç kimsenin bilmedigi ve bilemeyecegi bir çerçeve dahilinde hareket etmeleri gösterilerek insan düsünmeye davet ediliyor.
Surenin sonuna dogru, büyük belâlarin insanlari nasil fitratlarinin gerektirdigi sekilde düsünmeye sevkettigi anlatilirken söyle bir misâl verilir: "Onlari, daglar gibi dalgalar kapladigi vakit, dinin sadece Allah'a ait olduguna inanarak, Allah'a yalvarmaya baslarlar. Daha sonra Allah kendilerini sag salim karaya çikardigi zaman da içlerinden bir kismi sözünde durup orta yolu tutar. Zaten Bizim ayetlerimizi ancak hâin ve nankör olanlar inkâr eder"(32). Evet burada inkârin temel kaynagi da böylece tesbit edilmis oluyor.