Cüce Kadının Ölüm Korkusu ve Son Durakta İnenler

Son güncelleme: 30.12.2009 11:45
  • Tek katlı, ahşap köy evindeki hareket birden duruldu. Sevincin yerini üzüntü aldı. Ayşe Hanım doğum yapmış, kız çocuğu dünyaya getirmişti. Ufacık-tefecik, küçücük bir kız çocuğu. Aradan on yıl geçti, on beş yıl geçti, yirmi yıl geçti, ama onun boyu 95 cm. idi, yani 1 metre bile değil. Daha sonra da boyu hiç uzamadı zaten, hep 95 cm. kaldı. Siyah saçlı, kahverengi gözlü ve güzel yüzlüydü. İyi kalpli, düşüncesi berrak, iradesi güçlüydü. Fakat zaman zaman elinde olmadan insanların bakışlarından etkileniyor ve bazı geceler sabaha kadar ağlıyordu. Meral yirmi beş yaşındayken kendinden 10cm. daha uzun olan Hakkı adında zengin bir adamla evlendi. Bu evlilikten bir oğlu oldu. Oğlunun boyu normaldi, daha dokuz yaşındayken annesinden bir karış uzundu. Hakkı'yı çiftlikteki akrabaları öldürünce, Meral dağlara kaçtı. Buna sebep Hakkı'nın cüce olmasıydı. Akrabaları onu kısa boyluluğundan dolayı yüz karası olarak görüyordu. Nasılsa miras oğluna kalıyordu; hem oğlu cüce değildi. Hakkı'nın bir çocuğu daha olsa ve cüce kalsa. İşte buna izin vermeyecekti akrabaları. Meral dağlara kaçarak canını kurtarmıştı, yoksa onu da öldüreceklerdi. Onun mağaralardaki, ağaç kovuklarındaki yaşamı uzun sürdü. Elbisesi yırtık-pırtık, ayakkabısı ise yoktu. Yalınayak geziyordu. Yorgan yoktu, battaniye yoktu, yatak yoktu. Çok zordu kış günleri, sabahları uyanınca zangır zangır titriyordu. Bazı günler elleri-ayakları buz kesiyor, damarlarında donan kanı hareket ettirmek için ağzıyla hohluyordu. Sıcacık odada karnı tok olarak bulunsaydı bundan hiç şikayet etmezdi. Dağlarda bulduğu sebze ve meyveleri yiyor, dereden, gölden su içiyordu. Ispanak ve pırasa pişmiş olarak servis yapılınca yemek kolay ama Meral bunları çiğ olarak yiyordu. Zorluğunu denemeyen bilmez. Bir de ekmek vardı. Sıcacık, mis kokulu ekmek. Bazı şeylerin değeri yokluğunda fark edilir. Meral ekmek bulamamasına çok içerliyordu. Artık tadını unuttuğu, adını zar-zor hatırlayabildiği ekmek. Aradan on altı yıl geçti. Dağlarda geçen on altı yıl. Meral elli yaşındaydı. Sıcak bir yaz gecesi uyku tutmuyordu. Ormanda uzanmış yatıyordu. " Oğlum, diye düşündü, Meral. Canım oğlum, acaba şimdi nerededir? Büyük bir ihtimalle çiftliktedir. Yirmi beş yaşında olmalı. Belki evlenmiştir. Aslan gibi olmuştur. Şöyle uzun boylu, yakışıklı. Beni hatırlar mı ki? Anacığını. Tabi hatırlar, o zamanlar dokuz yaşındaydı. Oralara geri dönsem oğlumu görebilir miyim? " İşte, Meral'in düşündüğü son cümle onu harekete geçirdi. Aniden ayağa kalktı ve çok uzaklardaki çiftliğe doğru yola çıktı. Günlerce yol yürüdü Meral, dağdan dağa atladı. Önüne kurt çıktı. Ağaca tırmanarak zor kurtuldu. Kurt onu ayak bileğinden ısırmıştı. Kanayan yaranın üstüne yaprak koyup sarmaşıkla sardı. Ertesi gün davul gibi şişti ayak bileği. Bazı günler ağrıyan ayağının acısına dayanamayıp saatlerce baygın yattığı oldu. Zamanla ayağı iyileşti. Yara tamamen kapandı. Meral tekrar çiftliğe doğru yürümeye başladı. Meral, aylar sonra çiftliğin yakınlarına geldi. Çiftliğe yaklaşmıştı ki, at üstünde genç bir adam Meral'in önüne çıktı. Genç adam: " Dur, kimsin? Adın ne senin? " diye sordu. Cüce kadın: " Adım Meral " diyebildi. Genç adam: " Meral mi? Tanıdım seni. Sen benim annemsin. " Cüce kadın: " Annen miyim !? " Genç adam attan inip cüce kadının önünde diz çöktü, ellerini tuttu. " Annemsin. Ben senin oğlun Emin'im. " " Emin, sonunda kavuştum sana. Babanı akrabaları öldürdü. Ben dağlara kaçıp canımı kurtardım. Seni bulma isteği yaşama sevincimi ateşledi. Dayanılması güç acılar çektim, ama ölmedim. Canım oğlum, kocaman adam olmuşsun. " " Evet anne, kocaman adam oldum. Babamı öldürenleri kendi ellerimle kestim. Altı yıldır dağlarda gece-gündüz demeden hep seni aradım. İşe bak ki, ben seni bulamadım, sen beni buldun. Sen annelerin annesisin. "


    ***************************
    Caminin avlusu hınca hınç doluydu. Belli ki cenazenin yakınları onu son yolculuğuna uğurlamak, dostları da son görevlerini ifa etmek için oradaydılar.Sahte gözyaşı dökenler,kara gözlüklerin ardında cenazeye gelenleri inceleyenler,ağlamamasını kara gözlüklerle örtmeye çalışanlar,bedenen orada ama ruhen çok uzaktaki olanlar,"Yahu tam da ölecek zamanı buldu.Bugün de çok önemli işlerim vardı.Çabuk bitse de gitsem" diyenler... Kimler yoktu ki...

    Bazıları gruplaşmış vaziyette olayı değerlendiriyordu. Sessiz ama derin-den..Her köşeden ayrı bir fısıltı duyuluyordu.Kimi hayattayken bir kaşık suda boğmak istediği bu mevtanın ardından:

    "Çok iyi bir adamdı çook."diyerek onun ne kadar iyi birisi olduğunu inandırmaya çalışıyor,kimi borç para vermediği için ağzına geleni söylediği ve şu an yerde masum bir şekilde yatan zata bakarak:

    "Çok cömertti,kimin ihtiyacı olsa hemen koşardı."diyerek onun el açıklılığından dem vuruyor,kimi kapısını bile bilmediği bu adam için:

    - Beni çok severdi, sürekli ziyaretime gelirdi, çok yazık oldu."diyerek onun insanları ziyaret eden biri olduğunu dile getiriyordu. Tekerlekli iskemleyle getirilen yaşlı kadın da:

    - Oğlum her bayram olmasa bile işinden fırsat bulduğunda beni ziyarete gelirdi. Üstelik huzurevinin bütün masraflarını o karşılıyordu." Diyerek onun kendisini ne kadar çok sevdiğini, ne kadar önem ve değer verdiğini anlatmaya çalışıyordu etrafındakilere...

    Katılımcılara bakıldığında zengin bir kesim olduğunu kestirmek hiçte zor değildi.Üstelik caminin dışında cadde boyu dizilen son model lüks arabalar ölen kişi hakkında gerçek bilgiyi veriyordu 'ya çok zengin ve hatırı sayılır bir iş adamı veya siyaset çi' diye düşündürüyordu insanı.Alalade sade bir vatandaş olmadığı gelen çelenklerden de belliydi zaten.Holdingler,bakanlar,milletvekilleri,ünlü iş adamları ve ünlü sanatçılardan gelmişti bu çelenkler.Büyük bir iştirakle kılınan cenaze namazının ardından yapılan dualar ve imamın;

    - Mevtayı nasıl bilirdiniz?

    Sorusuna hiç düşünmeden;

    - İyi bilirdiiik!

    Diye verilen yanıtlar ve omuzlara alınan cenazeyi yine aynı duygularla mezarlığa götürüldü.

    Gruplaşmalar burada da devam etti. Herkes ölen kişiyle ilgili anıları abartarak anlatıyordu. Bire on katarak adamı neredeyse melek gibi günahsız yapmışlardı. Hani meşhur bir söz vardır ya "kör ölünce badem gözlü olur" diye. Tıpkı onun gibi adamın badem gözlü olduğuna inandırmak için yarış yapıyorlardı birbirleriyle. Saçları örgülü üstü başı perişan bir şekilde, kara gözleriyle çevreyi izleyen ufak bir kız çocuğu hayretle bakıyordu etrafındaki bu sahte insanların sahte gözyaşlarına. Bu arada cenazenin gömülme işlemleri bitmiş, dualar edilmiş, insanlar son görevlerini yerine getirmenin rahatlığıyla evlerine gitmek için ayrılıyorlardı.Yarım saat sonra kimse kalmadı mezarlıkta. Sadece o kara gözlü ufak kız vardı. Usulca yanaştı mezara. Belli ki aklından çok şey geçiyordu ufak kızın. Bu ilk karşılaşmaları değildi ufak kızla iş adamının.

    Daha birkaç ay öncü onu fabrikasında çalışan babasını gerekçesiz çıkarmıştı.Parasını bile vermeden hem de. Para istemeye beraber gitmişti babasıyla. Adam onları saatlerce kapıda bekletmişti. Canı sıkılınca kapıdan içeri bakmıştı küçük kız. Adam mağrur ve neşeli bir şekilde bir anahtarı uzatıyordu kadına:

    - "Bu jipi sana aldım canım. Ama dikkatli kullan hee..! derken kapıda ufak kızı fark edip içeri çağırdı onları. Mali durumunun kötü olduğunu, işlerin durgun olmasından dolayı çıkartıldığını, işler açıldığı zaman tekrar çağırılacağını anlatıp göndermişti onları.Fakat aylar geçmesine rağmen ne işe almıştı ne de çıkışını vermişti babasının. Başka işte bulamamıştı babası. Eli mahkum, bekliyordu patronunun tekrar işe çağırmasını.Ama eski işçilerin tümünü çıkarıp, daha ucuz çalışacak yeni elemanlar aldığını duyduklarında çok üzülmüşlerdi.Üç kardeşi, hasta annesi ve babası çaresizdi. Son bir kez daha gittiler fabrikaya; ama içeriye alınmadılar bile.Dışarıda beklerken yanlarından hızla geçen Mercedes'in içinde mağrur ve başı dik oturuyordu adam.Bir ara küçük kızla göz göze geldiler. Adam hızla kaçırdı gözlerini kara gözlerden. Küçük kız hızla giden araba ile birlikte hayallerinin, umutlarının ve geleceğinin arabanın tozuna karışıp gittiğinin farkındaydı. Gözleri buğulandı. Dudağı büküldü. Hafifçe bir şeyler mırıldandı sadece. Bu onu son görüşleri oldu zaten. Ogün trafik kazası geçirmiş ve hayatını kaybetmişti.

    Tüm bunlar film şeridi gibi geçti küçük kızın kara gözlerinden.Yeni örtülen ve henüz ıslak olan topraktan bir avuç aldı.Avucunda iyice sıktıktan sonra tekrar mezara doğru fırlattı hışımla.Yine hafifçe mırıldandı.

    "Topraktan geldin ve yine toprağa gittin. Hiçbir şey seni kurtaramadı değil mi? Mağrur adam. Çok güvendiğin malın, mevkiin, hatırı sayılır dostların, hiç biri seni kurtarmaya yetmedi değil mi? Yazık, çok yazık, keşke ölmeden bunları anlayabilseydin....
#28.12.2009 21:15 0 0 0
  • Konu Yaşam Hikayelerine alındı
#30.12.2009 11:34 0 0 0
  • 1. Hikaye : Cüce Kadının Ölüm Korkusu

    2. Hikaye : SON DURAKTA İNENLER

    Baslik; "Cüce Kadının Ölüm Korkusu ve Son Durakta İnenler" olarak degistirilmeli.
#30.12.2009 11:45 0 0 0