Aklım bomboş ve dalmış bir halde, derin derin pencereden bakıyorum. Serin esen rüzgar tüylerimi ürpertirken, farkettim ki hayatımın en büyük eksikliklerinden biri ya da hep aradığım şeyi görüyorum. Yeşil ve sarı tonlarında ağaçlar, dalgalanan ve kulaklarımı hoş sedası ile dolduran hışırtılar. Apartmanın tabanı seviyesi alçaltılmış ve kısa beton-çakıl karışımı bir duvar ile daha yüksek ve asfalt yola kadar yabani papatya ve çimenlerden ayrılıyor.
Acaba neydi beni bu kadar derin hissiyata sürükleyen şey? Çıplak tenimde hoş seda yapan rüzgar mı? Yoksa bir metropolün arka semti sakinliği mi? Ölü bir havanın serin rüzgarı ile nefes bulması mı yoksa? Emin değilim. Daha çok, eski ve nostalji kelimeleri geliyor aklıma. Çocukluğum. Sanki yaşanamamış da hüzünle anılan bir çocukluk mu? Ya da yaşandığı halde bitmemiş olmasını istemem mi problem?
Derin düşüncelere bırakıyor insan kendini. Yazarken bile farklı kelimeler farklı ortamlara salıyor kendini. Aklıma üzerinde yapraklar yüzen bir nehir kenarına bir sal salıvermek geliyor sonra. Ya da arkadaşlarımla yapay göldeki sal yolculuğu. Sanki geçmiş yaşanırken değersiz, hatırlanırken eşsiz oluyor. Belki de gerçekte geçmişe özlem ölüm korkusundan kaynaklanıyor. Yaşlanmaktan. Sakallarıma düşen kıllardan mı yoksa? Ayna karşısına geçince siyah ve kahverengi tonlarının arasında sararmış, acıdan veya güneşten, kıllar görmek nasıl hissettiriyor insanı. Bir hikaye gibi, hergün 1 altın için gelip "ölüm var" diyen adama artık gelme demek mi gerekiyor? Sonra düşünüyorum ve ne yazık yazdıklarıma kendim inanamıyorum. Güneş görmeyen bir ten nasıl sarartabilir kıllarını. En kolay kendini kandırırken insan yalanımı ortaya çıkartabiliyorum.
Düşünmemek istiyor insanoğlu. Cahil olup mutlu kalabilmek belki. Şen kahkahalar atabilmek gereksiz sözlere. Güneşin duvara vurmasını gördükçe farklı bir zevk duymak neden diye düşünmemek. Albino bir kedi görüp albino nedir bilmemek belki bir mutluluk. Bisiklete binen çocukla şen şakrak gezebilmek huzurla. Apartman iinşaatlarında kuma atlamamak, ağzının içine kum dolması büyük zevk. Artık öyle inşaatlar yapılmıyor mu yoksa? Yoksa inşaatlara girmek gerçekten mi yasak ve tahlikeli oldu? cahil cesaretini özlemek belki..
Ya da anlamsızca yazmak. Ne yazdığını bilmeden. Bir kez daha okuyup anlayabilmek kendini. Sonra bir daha bir daha. Ve gitmek zorunda olmak. Arka bahçeden ayrılmak zorunda kalmak. Çift katlı bir otobüs ile çok katlı bir apartmana. Rüzgarın esmesini görememek. Ve daha çok ödemek zevksiz tuğla yığınına..
Neden şair oluyor insan anlıyorum galiba. Özlem dile getirmek bir şiir. Şiirin en zevklisi yaşamanın bir biçimi. dizelere dökmek gerek herşeyi. Silinmesini engellemek ya da tümden silmek ki hatırlayıp üzülmemek.. Ya da çalakalem yazıp herkese dağıtmak böyle.