l Kâfir ile şerîatın furûu hakkında cedelleşme yapılmaz. Zîra o, furûatın aslına iman etmemektedir. Dolayısıyla onunla, ne dört evlilik hakkında, ne kadının şahitliği hakkında, ne cizye hakkında, ne miras hakkında, ne içkinin haramlığı hakkında ne de benzeri konularda mücâdele ve münâzara yapılmaz. Onunla, delilleri aklî olan usûl-ud dîn üzerinde tartışmak ve konuşmakla yetinilir. Çünkü cedelleşmekten maksat, onu bâtıldan hakka, delâletten hidâyete nakletmektir. Bu da ancak onu küfürden imana nakletmekle olur. Keza Hıristiyan ile Budizm ve Yahûdilik hakkında da münâzara yapılmaz. Doğrusu bu ve buna benzer konularda onunla konuşmak cedel olarak itibar edilmez. Hıristiyan ne Budist ne de Yahûdi değildir ki, onu bu ikisinden hakka nakledesin! Bu halde onunla konuşmak, onu islama nakletmek için sadece batıl akîdesine münhasır kılınır. Bunun içindir ki, Üzerinde ittifak ettiğimiz konularda konuşuruz, ihtilaf ettiğimiz konuları da terkederiz denmez. Çünkü biz, onlarla mücâdele etmekle emrolunduk. Mücâdele etmek de ancak ihtilaf ettiğimiz konularda olur. Ama eğer bir Hristiyan veya bir Kapitalist, bir müslüman ile Budizm yahut Yahûdilik yahut da Sosyalizmin aklen çirkin olduğu üzerinde ittifak edip, bunun etrafında konuşsalar, bu konuşma ne tartışma ne de cedelleşme olarak adlandırılmadığı gibi, Hıristiyanı islama nakledene dek, tartışma ve cedelleşme farziyetinden müslümanın zimmetini berî kılmaz, temize çıkarmaz. Aynı şekilde şöyle de denmez: Üzerinde ittifak ettiğimiz konuları kafirle konuşup tartışırız, ihtilaf ettiğimiz konularıda Kıyâmet gününe bırakırız. O zaman Allah, dilediğine hükmederek aramızı hallü fasleder. Böyle demek kendisini kafirlerle cedelleşmekten müstağni kılar. Halbuki biz onlarla, ihtilaf ettiğimiz konularda cedelleşmekle emrolunduk. Eğer bunu yapmazsak, kusurlu davrananlardan oluruz. Evet, Hüküm dünyada ve âhirette Allaha aittir. Lakin Allah Subhânehunun fiilinden olanlarla, bizim mükellef kılındıklarımız arasını karıştırmak câiz değildir. İşte bu, kusurlu davranan kimsenin hüccetidir. Daha doğrusu bu, elinde ne bir delil ne de bir şibih delili olmayan kusurlu kimsenin saçmalığıdır, yaygarasıdır.
l Huzurunda bulunan kimselerin duyabilecekleri tonda sesini yükseltmek ve hasımın yüzüne karşı bağırmamak. İsmi Abdussamed olan Benî Hâşimden bir kişi, El-Memûnun huzurunda konuşurken sesini yükseltir. Bunun üzerine El-Memûn: Sesini yükseltme Yâ Abdussamed! Çünkü doğru eseddedir(En sahih sözdedir), eşedde(sertlikte), değil. Dediği anlatılır. (El-Hatîb, El-Fakîh vel Mütefakkıh)
l Hasmını hor görmemek ve halini, durumunu küçümsememek.
l Hasımın saçmalığına sabretmek, ona karşı ağır başlı olmak ve sürçmesini bağışlamak. Ancak sefih olması hariç, bu takdirde onunla cedelleşmekten ve saçmalıklarından yüz çevrilir.
l Hiddetlenmekten ve tasalanmaktan kaçınmak. İbn-u Sirîn: Hiddetlenmek; cahilliğin künyesidir. Der. Yani cedelleşmekte. Et-Tabarânînin, İbn-u Abbâstan Rasûlullâh (sav)in
Ümmetimin en hayırlılarına hiddet musallat olur. Buyurduklarına ilişkin rivâyetine gelince; bunun senedinde Selâm İbn-u Müslim Et-Tavîl vardır ki, o metrûktur. Et-Tabarânînin, Alî İbn-u Ebî Tâlibdan Rasûlullâh (sav)in
Ümmetimin ne hayırlıları, en hiddetli olanlarıdır. Onlar öyle kimselerdir ki, öfkelendiklerinde (öfkelerinden) çabuk dönerler. Buyurduğuna dâir rivâyetinde de Nuaym İbn-u Sâlim İbn-u Kanber vardır ki, o kezzâbtır.
l Kendisinden daha iyi bilen birisi ile cedelleştiği zaman, ona: Yanıldın veya kelamın yanlıştır. Dememeli, ancak şöyle söylemelidir: Biliyormusun, bir kimse şöyle derse veya şöyle bir itirazda bulunursa. Ne demeli!. Yahût da danışan, irşat isteyen bir siğa ile itiraz etmelidir. Tıpkı şöyle demesi gibi Doğru olan şöyle şöyle demek değil mi?
l Cevap vermenin mümkün olabilmesi için hasımın getirdiğini iyice düşünmek ve anlamak, ayrıca hasım kelamını bitirmeden önce konuşmak için acele etmemek. İbn-u Vehbden Mâliki şöyle derken işittim dediği rivâyet olunmuştur: Anlamadan önce verilen bir cevapta hayır yoktur.. Hasımın konuşmasını kesmek edepten değildir. Amma hasım münakaşacı, inatçı, geveze ve lâfazan biri ise, aslolan onda böyle bir şeyin varlığını bildiğinde onunla münâzara yapmamaktır. Fakat münâzara esnasında bunu keşfederse, ona nasîhat eder. Şayet buna riâyet etmezse, konuşmasını keser.
l Yüzünü hasımına karşı dönmek ve münâzaranın hakkını hafife alarak, hazır bulunanlara ister kendisine muhalefet etsinler isterse kendisine muvâfakat etsinler iltifat etmemek. Eğer bunu hasımı yaparsa, ona nasîhat eder, hâla uslanmıyorsa, münâzarayı keser.
l İnatçı ve kendi görüşüyle övünen kimseyle münâzara etmemek. Çünkü kendini beğenen kişi, hiç bir kimseden bir sözü kabul etmez.
l Televizyon kanalları karşısında ve genel toplantı yerlerinde münâzara yapmak gibi, korku meclislerinde münâzara yapmamak. Ancak dininin huzuru içerisinde Allah hakkında kınayıcının kınamasından korkmayan, söylediğinin peşi sıra hapise hatta ölüme bile katlanmaya hazır olan kimse hariç. Veya canından korktuğu Emîr ya da otorite sahibinin meclisinde münâzara yapmamak. Eğer kendisini, Hamza ile birlikte olmaya hazırlamamış ise, bu takdirde sukût etmek daha evlâdır. Zîra o zaman, dini ve ilmi hafifsemiş olur. Burada, eskilerden Ahmed ve Mâlikin konumu ve muâsırlardan, sünneti inkâr ettiği zaman Kaddafî ile münâzara eden kimselerin tavrı zikre değerdir.
l İster buğz kendisinden olsun, isterse hasımından olsun buğzettiği kimse ile münâzara etmemek.
l Mecliste hasımı üzerine çıkmaya yünelmemek.
l Bilhassa hasımına göre marûf olan konularda, kelamı açmamak, uzatmamak. Aksine maksada halel getirmeyen veciz, muhtasar bir ibâreyle hüküm noktasına, yani münâzara mevzûsunu teveccüh etmek.
l İlmi ve ehlini küçümseyen kimselerle veya münâzara ve münâzara eden kişileri önemsemeyen sefîhlerin huzurunda münâzara etmemek. Mâlik şöyle demiştir: Bir adam, ilme itâat etmeyen kimsenin huzurunda konuştuğunda, bu ilme hakarettir, aşağılamaktır.
l Hasımının lisanından ortaya çıksa dahi hakkı kabul etmekten hayıflanmamak. Çünkü hakka rucû etmek bâtıl üzerinde ısrar etmekten daha hayırlıdır ve nihayetin de, sözü dinleyipte en güzeline uyan kimselerden olur.
l Cevapla muğâlata etmemek. Muğâlata, suâle mutabık olmayan bir cevap ile yanıt vermekle olur. Meselâ, Soru soran kimsenin: Suudi Arabistan, bir islâmî devlet midir? Diye sormasına karşılık, cevap verenin de: Orada yargı islâmîdir. Diye yanıt vermesi gibi.
İşte bu muğâlatadır. Aslında: Evet veya Hayır veya Bilmiyorum diye bu üç cevaptan hangisi mutabık ise, söylenmesi gerekli idi.
l Zarûri bilgileri bilerek inkâr etmemek. Aksi takdirde kibirlenmiş olur. Bu aynen kâfirlerin, müslümanlara olan düşmanlığını bilerek inkâr eden veya müslümanların ülkelerinde kâim olan nizâmların küfür nizamları olduğunu, yani islâm ile hükmedilmediğini kasden reddeden kimselerin hali gibidir.
l Tafsilatında kendi sözünü nakzedecek mücmel bir söz söylememek. Tıpkı konuşmasının başında Amerika, islamın ve müslümanların düşmanıdır der, ondan sonra da Amerika, devletlerini ikâme etmek ve kendi kaderlerini tayin etmek (self determinasyon) için Filistinlilere yardım ediyor, çünkü Amerika, adâleti ve hürriyeti seviyor diye söylemesi veya Amerika, zülüm ve diktatörden kurtarmak amacıyla Iraka gelmiştir demesi gibi.
l Hüccetini, üzerine intibak eden bütün meselelere şâmil kılmaktan kaçınmamak. Mesela özel ihtiyaçlar, özel zarûret menzilesine inerler düşüncesine binaen faiz ile Batıda evler satın alınmasını mübah görmek, sonra da yiyecek, giysi ve evlilik gibi diğer ihtiyaçların faiz ile alınmasını mübah kılmak gibi. Binaleyh bir ihtiyaçtan dolayı bunları mübah kılarsa, bir çok harâmı mübah kılar. Eğer hüccet ve kâidesini bütün ihtiyaçlara şâmil kılmazsa, kendi kendine çelişkiye düşer.
Allah Subhanehu bizleri söz dinleyen ve sözün en güzeline en doğrusuna tabii olanlardan kılsın