Oğuzların İslamı Kabulü

Son güncelleme: 07.06.2010 07:52
  • Oğuzların islama girişi - Oğuzlar nasıl müslüman oldu - Oğuzlar


    Türklerin topluca İslam dinine ve medeniyetine girmeye başladıkları X. Yüzyılda Türklük dünyası siyasi bakımdan tamamen parçalanmış, Türk toplulukları da birbirleriyle mücadele eder durumdaydı. Bu yüzyılda Orta Asya'nın tamamına ve Türk topluluklarının hepsine birden hükmeden bir Türk devleti bulunmuyordu. Türk dünyasındaki sonu gelmez iç mücadeleler de zaman zaman Türk topluluklarının bölünmelerine ve göç etmelerine yol açıyordu.

    Söz konusu yüzyılda Türk dünyasını temsil eden büyük Türk topluluklarından birisi de Oğuz Türkleri idi. Türkiye, Azerbaycan, İran, Irak ve Türkmenistan Türklerinin atası olan Oğuzların adının anlamı üzerinde çeşitli görüşler vardır. Oğuz adına ilk Çin kaynaklarında, M.Ö. II. yüzyıla ait, O-kut adında bir kavim zikredilmiştir. Bu ad Türkçe "Ogur" isminin Çince'deki şeklidir ki, Türkçe de "Z" sesini "R" telaffuz eden Türk topluluklarının söyleyiş farkından ileri gelmiştir. Yani Oğuz adının "R" Türkçe'sindeki ifade tarzıdır. Çin kaynaklarında O-kutların yeri olarak gösterilen Tarbagatay-Kobdo bölgesi, bilindiği gibi Türk sahasıdır. Oğuzlar, Orhun Kitabeleri'nde adı çok geçen Türk kavimlerinden biridir. Bu kitabelere göre Oğuzlar, Göktürk Kağanlığı'nın dayandığı başlıca iki unsurdan biri olarak görünmektedir. Anlaşıldığı gibi Oğuzların Türk kavimlerinden biri olduğu açıktır.

    Oğuzların Tula (Tugla) boylarında, ırmağın kuzeye doğru kıvrım yaptığı kısmında yaşadıkları anlaşılmaktadır. Kitabelerde Oğuzlar kuzeyde yaşayan bir budun olarak gösterilmektedir. Onların doğu komşuları Tatarlar idi. Dokuz boydan meydana gelmiş bir budun olduğu bilinmektedir. Bunlar da Kunı ve Tonra boylarıdır. Yine Selçukluların atalarının da Oğuz Kınık boyunun önde gelenlerinden olduğu bilinmektedir. Oğuz ve Türkmen boylarının ana geçim kaynakları hayvancılık olmakla beraber, hayvancılık dışında; ziraat, balıkçılık, zanaat ve ticaretle de ilgilenmişlerdir. S. P. Tolstov'un açıklamasına göre, Oğuzlar arasında büyük hayvan sürüleri bulunan varlıklı beyler bulunmaktaydı.

    Oğuzlar hakkında kısaca bilgi verdikten sonra konumuz çerçevesinde Oğuzların İslamiyeti kabulünü daha iyi idrak edebilmek için İslamiyet öncesinde Oğuzların dini inanışları üzerinde özellikle durmak gerekmektedir. Zira, Türkleri ve Oğuz boylarını İslamiyeti kabul etmeye sevk eden nedenler; hem siyasi hem ticari ilişkiler, hem de Türklerin eski inanışları ile İslamiyet arasındaki benzerliklerdir. Elimizdeki mevcut eserler ışığında bu meseleyi izah ederek konunun daha iyi kavranmasını sağlamaya çalışacağız.

    Türkleri İslam Dinini Kabule Sevk eden Sebepler:

    Tarih sahnesine çıktıkları M.Ö. III. yüzyıldan bu yana çok değişik coğrafyalarda yaşayan Türkler, Gök-tanrı dini, Budizm, Maniheizm, Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam dini vb. bir çok dine inanmışlardır. Bazı araştırmacılar, Türklerin mensup olduğu dinler arsında Şamanizm'i de zikretmişlerdir. Bir din olmayan sihri sistem olan Şamanizm, görünmeyen ruhlar alemiyle irtibat kurmak ve beşeri faaliyetleri yönetmede bu ruhların desteğini elde etmek olan vecdi ve tedavi ile ilgili metotlar bütünüdür.

    Oğuzların, Oğuz Han'a kadar mevcut olan mitolojik görüşleri, siyasal ve sosyal sistemleri hakkında bilgi alabileceğimiz güvenli kaynaklardan biri, belki de en güvenilir olanı, Oğuz Han destanlarıdır. Bu destanlardan bir "Oğuzname" ismi ile bilinmekte ve XIV. yüzyıl tarihçisi Fazlullah Raşideddin tarafından yazıya alınmıştır. Diğeri ise Uygur Türkçesi'nde yazılmış olup, "Oğuz Kağan Destanı" ismi ile bilinmekte ve daha eski olduğu düşünülmektedir. Mete, destani geleneğe Oğuz adıyla geçmiştir. İslamiyet öncesinde teşekkül eden destan geleneği içinde önemli yeri olan Oğuz Kağan, İslamiyeti kabul eden Türkler arasında hem de İslami bir kahraman olarak yeniden destanlaştırılmıştır. Oğuz Kağan İslamiyet'ten önce yaşamış bir kahraman olmasına rağmen Müslüman Türkler arasında Kur'an-ı Kerim'de adı insanlığı kurtaran bir kahraman, bir peygamber olarak anılan Zülkarneyn ile birleştirilmektedir. Bu husus Türklerin dil, edebiyat ve kültür olarak Hun döneminde birleştiğini, din, vatan ve siyasi yapı değişikliklerinin bu birlik ruhunu fazla etkilemediğini; hatta bu değerler dünyasının değişik zaman ve zeminlerde çok daha güçlü bir biçimde yeniden şekillendiğini ortaya koymaktadır. Türkler asırlar boyu İslam kültürü içinde yoğruldukları halde terennüm ettikleri destanlarda eski Türk inanç ve törelerini muhafaza etmişlerdir.

    İslamiyet'in doğduğu sırada Türkler Orta Doğu'nun kuzey ufuklarında görünmekteydiler. Hükümdarlar kendilerinin Tanrı tarafından tahta çıkarıldığını, zaferleri Gök-Tanrı'nın inayetiyle kazandıklarını, çeşitli hile ve tuzaklardan Gök-Tanrı'nın yardımlarıyla kurtulduklarına inanır ve "Ey Gök Tanrı sana şükürler olsun!" diye duygularını dile getirirlerdi. Avar hakanı Bizans İmparatoru ile yaptığı bir antlaşmada Gök-Tanrı adına yemin etmişti. Göktürkler de devletinin Gök-Tanrı'nın isteğiyle kurulduğuna inanırlardı. Yine Tanrı kelimesi Başkırtça hariç tüm Türk lehçelerinde ortak olarak kullanılan bir kelimedir.

    Tengri kelimesi Oğuz Kağan Destanı'nda Tanrı ve gök (sema) ; Orhun Abideleri'ndeki metinlerde de bu iki anlamın yanı sıra yüce/yüksek anlamında kullanılmıştır. Tanrı anlamındaki Tengri kelimesinin gerek Oğuz Kağan Destanı'nda ve gerekse Orhun Abideleri'ndeki metinlerde Gök-Tengri ifadesinin yanı sıra sadece Tengri şeklinde e kullanılması, Kök kelimesinin yüce anlamında Tengri kelimesinin bir sıfatı olarak kullanıldığı göstermektedir. Ayrıca ibadet edilenin ismi Gök-Tanrı olsaydı her iki metinde de sadece Kök-Tengri ifadesinin kullanılması gerekirdi. Bu sebeple, her iki metinde de ibadet edilenin ismi "Gök-Tanrı" değil; sadece "Tanrı"dır.

    Kur'an-ı Kerim'in bir ayetinde her ümmetin bir peygamberi bulunduğundan bahsedilmektedir. Yine biliyoruz ki bütün insanlara gönderilmiş olmak, sadece son din İslamiyet'e mahsustur. Yani İslamiyet'ten önceki dinlerde bütün insanlara gönderilmiş olma özelliği yoktu. O halde Hz. Adem'den bu yana tek yaratıcı inancının bulunduğu bütün diğer hak dinler gibi, İslamiyet'ten önceki Türk dininin de son din İslamiyet ile ortak bir noktası bulunmaktadır. O da tek Tanrı inancıdır.

    Oğuzlar Göktürkler zamanında olduğu gibi, X. Asırda da Şamani (Kamlar) inancına bağlı bulunuyorlardı. İslamiyet'in ulûhiyet anlayışına yakın olarak "bir Tanrı" ya, onun kadir-i mutlak olduğuna, ahiret hayatına, dünyada işlenen sevap ve günahlara göre "Uçmak" (Cennet) ve "Tamu" (Cehennem) da mükafat ve mücazat göreceklerine inanıyorlardı. Dini inançları gibi siyasi, içtimai ve hukuki anane ve teşkilatları da devam ediyordu. Harezm ve İtil'e komşu olmaları ve İslam dünyası ile Hazar ve Bulgarlar'a giden büyük kervan yolu üzerinde bulunmaları sayesinde Müslümanlar ile iktisadi ve kültürel münasebetlere geçmiş olup, hayvan mahsulleri satıyor, onlardan mamül eşya alıyor; İslam'ı ve medeniyetlerini öğreniyorlardı. Bununla birlikte Hazarlar kısmen ve İtil Bulgarları toptan Müslüman olduğu halde Oğuzlar bir müddet daha Şamanî dinine bağlı bulunuyorlardı.

    Gerek Oğuz Kağan Destanı'nda ve gerekse Orhun Abideleri'ndeki metinlerden anladığımıza göre Allah inancının gerçekten mükemmel ifade edilişlerini görüyoruz:

    "Ay kaganum, senge çaşgu bolsungıl tüzün, ay kaganun senge; türlük bolsungıl tüzün; negü kök tengri birdi tüşümde kiltürsün; tala turur yirni urugugga birtürsün,tep tedi." (Ey kağanım senin ömrün hoş olsun, Ey kağanım, senin hayatın hoş olsun. Yüce tanrı düşümde verdiğini hakikate çıkarsın. Tanrı bütün dünyayı senin uruğuna bağışlasın)

    "Süsi üç bing ermiş. Biz iki bing ertimiz. Süngüştümüz. Tengri yarlıkadı, yanydımız."(Askeri üç binmiş. Biz iki bin idik. Savaştık. Tanrı lütfetti, dağıttık.)
    "Tengri yarlıkaduk içün öküş tiyin korkmadımız, süngüşdümüz." (Tanrı lütfettiği için, çok diye korkmadık, savaştık.)

    Metinlerdeki yazılanlardan da açıkça anlaşılacağı gibi, İslamiyeti kabulden önceki devirde de Türkler arasında yaratıcıya sonsuz bağlılık ve güven vardır. İnanç ve düşüncelerdeki birlik, toplumda dirlik ve düzen doğurmuştu. Tek tanrılı dinler, ancak yüksek içtimai seviyeye ulaşmış milletlerde görülmektedir. Bu da tarihi sürecin değişmez bir kaidesidir. VII. Yy.da Bizanslı Theophylacte Simocatta Türkler'den bahsederken; "Türkler, olağanüstü bir biçimde ateşe saygı gösterirler; suyu ve havayı ulularlar, toprağı kutlarlar; fakat yalnızca göğü ve yeri yaratan Tanrı derler ve ona taparlardı." demektedir. Ayrıca Türk yazıtlarında tanrılardan değil sadece Tanrı'dan söz eder. Bu tanrı Türk tanrısı olarak belirlenir. Türk tanrı anlayışında kutsal evliliğe rastlanmaz. Yani Türk tanrısı Asur, Babil, Yunan, Roma tanrıları gibi Tanrıçalarla evlenmezler.
    İsim Türklerce mukaddes sayıldığından onu ağzına almak doğru değildi. Bunun içindir ki Türk kitabelerinde; birçok şahısların sadece unvanları zikredilmektedir. Tanrı'nın da ismini ağzına almazlardı. Bundan dolayı Türklerin tanrıya ne ad verdikleri bilinmemektedir. Sadece Onun oturduğu yer, yani gök söylenmektedir.

    Kainatın ezeli ve ebedi Gök-Tanrı tarafından idare edildiğine inanan Türkler zamandan ve mekandan münezzeh her türlü yorum ve tasavvurdan uzak ilah fikrini İslam'ın Allah inancında buldukları için Müslümanlığı benimsemekte zorlanmamışlardır. Allah'ın sıfatları, ahiret hayatı, ruhun ebediliği, kıyamet hayatı, kadere iman, ahlak anlayışı, sevap-günah, cennet-cehennem, şehitlik, aile hayatı, fetih felsefesi, adalet, hakimiyet, vatan sevgisi, istiklal aşkı ve şura gibi çeşitli konularda İslam dininin ortaya koyduğu prensip ve esaslarla Türklerin benimsemiş olduğu inanç sistemi ve ilkeler arasında büyük bir uyum olması onların İslam'a bakış açılarını etkilemiş ve diğer dinlere tepki göstermelerine rağmen İslamiyet'e karşı çıkmak şöyle dursun, kendi istek ve iradeleriyle rahatlıkla benimseyip kabul etmişlerdir.

    Oğuzların İslamiyet'i kabul etme sebeplerinden birisi de ticari etkileşimdir. Oğuzlar, muhtemelen Müslüman tüccarların da etkileriyle X. Yy.ın ikinci yarısından itibaren Müslüman olmaya başlamışlardır. Yine ahiret inancı açısından da benzerlikler göze çarpmaktadır. Oğuzların inanışına göre tıpkı Göktürkler gibi ölülerini elbiseleri, silahları ve diğer şahsi eşyaları ile birlikte gömüyorlardı. Ölü, oda şeklinde açılan bir mezara oturtulup, eline kımız dolu bir kadeh veriliyor ve önüne de yine kımız dolu bir kap konuluyordu. Gömülme işi bittikten sonra ölünün atları kesilerek yenilirdi ki bu da Türk kavimlerinde görülen "yuğu aşı" veya "ölü aşı" geleneği idi. Türkiye'de bu gelenek yüzyıllarca sürüp gelmiş ve şimdi de mahiyeti ayrı kalmak suretiyle köy, kasaba ve hatta şehirlerde yaşamaktadır. Açıkça görülmektedir ki İslam öncesi geleneklerinin birçoğunun İslamiyet'le yakın olması bu dine geçişi kolaylaştırmıştır.

    X. yy.ın ilk çeyreğinde Süt-Kent'te Müslümanlığı kabul etmiş mühim bir Türk topluluğunun yaşadığı görülüyor ki, bunların Oğuzlardan olduğuna şüphe yoktur. Süt-Kent'in XI. Yy.ın sonlarında bir Oğuz şehri olduğunu biliyoruz. Yine X. Yy.ın ilk çeyreğinde, Farab-Kence'de ve Şaş (Taş-Kent) arasında Oğuzlardan ve Karluklardan İslamiyet'i kabul etmiş 1000 çadıra yakın bir küme yaşamaktaydı. Bunlar gayri Müslim Türklerin akınlarına karşı yapılan müdafaa hareketlerinde önemli hizmetler görüyorlardı. İbn Fadlan 921 yılında Bulgar'a giderken görüştüğü Oğuz büyüklerinden Yınal'ın bir defa Müslüman olduğu fakat halkın: "Müslüman olursan bize reislik yapamazsın." şeklindeki itirazı üzerine eski dinine dönmek zorunda kaldığı bilinmektedir.

    Bununla birlikte İslamiyet ilk defa Türkler arasında Kuteybe bin Müslim tarafından fethedilen Amu Derya Nehri'nin kuzeyindeki topraklarda Kaşgarlı Mahmut'un çay ardı dediği Maveraünnehir bölgesinde yayılmaya başlamıştır. Türkler, başlangıçta Şafii mezhebini daha sonra ise İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin kurucusu olduğu Hanefi mezhebini seçmişlerdir. Ebu Hanife Türkler üzerinde çok etkili olmuştur. Türkler üzerinde etkili olan bir başka alim de Semerkantlı İmam Maturidi idi. Türklerin kılıç zoruyla Müslüman olmadığını gören idareciler halk arasında İslamiyet'i yaymak için camiye gelenlere bir takım armağanlar vaat ediyorlardı. Tarihçiler 960 (349) yılında 200.000 çadır halkının Müslüman olduğunu bildirmektedir. Bu Türk halkının Karahanlı hanedanının hakim bulunduğu yerlerdeki Türk kavimleri (Yağma, Karluk, Çiğil, Tuhsı) olduğundan şüphe edilmez. Oğuzlar arasında aynı yüzyılın ikinci yarısında İslamiyet'in epeyce yayılmaya başladığı görülür.

    Oğuz devletinde sübaşı (ordu komutanı) olan Selçuk, Oğuz Yabgusu ile aralarında çıkan siyasi anlaşmazlıktan hemen sonra Yenikent'i terk ederek, İslam ülkesine yönelmekle aslında kararını vermiş ve tercihini yapmış bulunuyordu. Yine de o, Cend'e gelir gelmez alacağı kararlar ve göstereceği faaliyetlere dair bir durum değerlendirmesi yaptı. Selçuk'un bir toplantı düzenleyerek maiyetindeki ileri gelenlerle yaptığı durum değerlendirmesi, kaynağa yansıdığı kadarıyla şöyleydi: "İçinde yaşamak istediğimiz bu memleket halkının dinini kabul etmez ve onların törelerine uymazsak, kimse bize iltifat etmez ve tek başına yaşamaya mahkum bir azınlık halinde kalırız." Bu sözler Selçuk'un içine girdiği çevrenin şartlarını ve değerlerini doğru bir şekilde kavramış olduğunu açıkça göstermektedir.

    İslamiyet'i kabul eden Oğuzların Türkmen adını aldığını biliyorsak da Kaşgarlı Mahmut, Müslüman olan Karluk, Çiğil ve Yağmalara da başlangıçta "Türkmen" denildiğini kaydeder. Fakat genel kabul gören görüşe göre İslamiyet'i seçip Müslüman olan Oğuzlar için bu ismin daha yaygın olarak kullanıldığı görülmektedir.

    SONUÇ:

    Din değiştirme, bir ferdin veya milletin hayatın da karşılaşacağı en önemli olaylardandır. Çünkü bir dinden çıkmak veya bir başka dine girmek, yepyeni bir hayat tarzının kabulü demektir. Nitekim Türklerin İslamiyet'i kabulü de onların tarihlerinde pek önemli değişiklikler meydana getirmiş, bundan sonra genel olarak Türk tarihi İslam öncesi ve sonrası olmak üzere iki farklı dönem halinde değerlendirilmiştir. Oğuzların katılımıyla daha da artan Müslüman Türk nüfusu İslam tarihinin de akışını değiştirmiştir. Komşuluk ve ticari ilişkiler vasıtasıyla iki toplumun kaynaşması ve inanç tarzındaki benzerlikler, Türklerin İslamiyet'e geçmesinde hızlandırıcı sebeplerdendir. Bu yeni dinin kabulü ile Türklerin büyük bir kısmı arasında din birliği sağlanmış, bu da Türklerin eskiden beri süregelen ülkülerine yeni bir heyecan katmıştır. Özellikle Selçuklu döneminde İslam halifesinin koruyuculuğunun üstlenilmesi ve İslam coğrafyasının yegâne savunuculuğunu Türk Milleti kendisine görev bilmiştir. X. yy.da Maveraünnehir'de başlayan süreçle tarihin akışı değişmiştir. İslamiyet daha geniş alanlara yayılmış ve gayri Müslim Türk unsurlarının bu yeni dine geçişi her geçen gün artmıştır. Bütün bu sebepler neticesinde bugün artık İslam dini Türkler arasında "Milli din" gibi görünmekte, Türk ve İslam birlikte anılmaktadır.
#07.06.2010 07:52 0 0 0