İster gündüz, ister gecenin dipsizliğinde sevgiye sarılıp kaygısızca uyur çocuk kalbi.Onda korku yoktur,telaş yok..Biri vardır hep yanı başında;her sızıda, her dertte sarılır ellerine.Bir bakış vardır yumuşacık.Manasını tam bilemez; ama farklı olduğunu bilir.
Bir sığınmadır bu.Sevilen tarafından sarmalanmadır.Kaybolmak gibi endişe yoktur.Onun için hep huzurun örtüsüdür gözkapakları.Güvenle kapanır ve güvene açılır.Çocuk semasının üveyikleridir analar.Bir ananın sarmaladığını kim incitebilir ki!
Annesiyle beraber olan çocuk neden korkar?Annesini kaybeden çocuk neyi bulur?Ya sen'i bulan Allah'ım! Ya seni bulan neyi kaybeder? Gözlerimi kapadım.Süzülüyorum bilmediğime. Yüreğimde binlerce duygu titreyişi,kulaklarımda apayrı makam,acılıyor kapılar...
Bebeler anne sinesinden rahmeti yudumlar.
Ben bu yolculukta rızanı kazanmaya çalışıyorum Allah'ım!
Sözüm niyetimden filizleniyor.Dar kelimelerin içinde çaresizim;dudaklarım titriyor haddini aşmaktan.Sadece diliyorum. Aczimi koydum avuçlarıma; her gün yıkanıyor yüzüm. Bilmem bir gün ulaşabilir miyim razı olduklarının iklimine?
Topal bir karınca varmış.O da niyetinden almış cesaretini;Mekke yollarına düşmüş..Bu seyahatin mantığını aşıktan başka kim anlayabilir?Şaşıranlara cevabı, aşkı kadar gerçekmiş Karıncanın:
- " Uğrunda ölürüm ya" Gönül!
İç içe boyutlar gibisin.Her bakışta bir başka görüntün...
Nereden aksediyor benliğime bu aydınlık?Bir göz için mi bunca ışıktan tayflar?
Başka duygular hissediyorum.Çek aramızdaki sun'i sevgileri! Kör sevdaları tutmak için mi bunca enginliğin?Deryaya karışan suyun hasretinde sadece ufuk vardır.Binlerce nimeti bir hayat cümbüşüne veremem gönül!Gölgeleri istemem..
Vicdanım sızlıyor.Nedendir hep "ben..ben..ben" dememiz? Neden Allah'ım bu şaşkınlığımız?
Şaşkınlığa takılı bir sürü hokkabazlığımız?
Mesafeler uzun,adımlar aksak.Tadını almış ya bir kez bu duygunun, yolun başında dev niyetiyle karınca:-"Destek ol Allah'ım!" Çünkü benim aksaklığım gizli noktalarımda.
Aklımdan kalbime kıldan ince bir köprü uzanır...Gözlerim hayrette eriyor takatim. Tövbeler tutundum.Kapına geliyorum Allah'ım.Ya emanetini koruyamadımsa! Sen'i bulan bütün mülke sahip olurmuş.Kucağında demetlenirmiş kainat. Çevrede hakikatin sesleri& Uçuşur bir candan bir cana sevgin...
Şefkatin, rahmetin...
Sen'i bulan, güneşe yakınmış.Yıldızlar dökülürmüş görmeyi bilenlerin avuçlarına.Ayrı ayrı öğretirmiş her yıldız, mesafelerin dilini.Sadece vadiler içinmiş derinlikler.
Sen'i sevenin gecesinde mehtap, neden bu kadar parlak?
Gökyüzüne bakıyorum.İlk defa anlamaya çalışıyorum rüzgarla kardeşliğimi.Süzülerek giden bulutların vazifesi farklımı benimkinden?
Açtığımızda gözlerimizi, söyleyebilir miyiz bir an dahi yalnız olduğumuzu Allah'ım?Hep bizimlesin.Endişeyle sindiğimizde bir köşeye, ne zaman göremedik ellerimize uzanan nurdan iplerini?Tutunamadıksa gafletimizdendir.
Vefa, vefa...Ey vefalıların en vefalısı!
Vefayı veren Sen'sin.Vefalı da Sen...
Ya bizde vefa...
Ne gelen vardı, ne giden.Rıhtımlar tenhaydı.Hiç mi kalmadık anlaşılamamanın yalnızlığında?Ah, sabırla bekleyebilseydik gönül!Her zaman hazır bulacaktık kıyıdaki yelkenliyi.Görememişsek körlüğümüzdendir?
Sevgi,sevgi&Ey Sevgililerin En Sevgilisi!
Sevgiyi veren Sen'sin Allah'ım.Yaşamanın tadı Sen'i bulmadaymış.
Seven Sen'sin,Sevilende...
İçimde Sen'i bilmenin okyanusu,benliğim çatırdıyor.Baharı sessizce bekler ya tohum.Kabuğunun çatlaması kemalinden midir?Kol atıyor sevgi damarları her yerden.Toprak, yedi veren güllerine gebe.
Sana sevdalı yüreğin atışları her daim secdede.
Sen'in için bu koşuşturmaların hepsi...
Sen'i bulan neyi kaybeder? Sen'i kaybeden neyi bulur?
Dikenleri bulur ısırganları& Kabuslar döşenir düşlerine.Her dem yaralanır, yutkunur.
Hırçın uyanışlarında haneler yıkılır. Bir bir dökülür insanlığı, sırrı dökülmüş aynalar gibi.Yazık!her şey bulanıktır.
Sana adanmamışsa; ben ona destan demem.
Sen'sin gönüller tahtındaki; özgeye Sultan demem.
Kalbimi çevirebilsem bir huzur beldesine, her dem sürebilir miyim alnımı Kabe'nin ötüsüne? Dalları Sidre'den yayılan bir gül ağacının gölgesinde dinlenmekse gerçek hayat.
Yarabbi, beni ihlasın toprağına at.
Nefsimde ne varsa gübresi olsun bağlarının.
Kokusu her yanımı sarsın goncaların.
Her yaprak açılan bir eldir sana!
ALLAH`IN VARLIĞINA AKLÎ DELİLLER
1-Hudûs (sonradan varolma) delilleriyle Allah'ın varlığını ispat.
Bu âlem, yok iken sonradan var olmuştur. O halde, başlangıcı olmayan bir var ediciye muhtaçtır. Varlığı ve yokluğu kendinden olmayan bu âlemin, varlığını yokluğuna tercih eden bir mucide ihtiyacı vardır. O mucidin de varlığının kendinden olması; Vâcibu'l-vücud olması gerekir. Bir başka yaratıcıya muhtaç olmadan varlığı kendinden olan tek varlık ise Allah Teâlâ'dır. bu halde bu âlem vâcibu'l vücud olan bir yaratıcıya muhtaçtır. Bu delîli de iki maddede inceleyebiliriz:
a) Cisimlerin sonradan yaratılması esasına dayanan delil. Kelâm âlimleri bu delîli şöyle açıklarlar: Bu âlem, suretiyle ve maddesiyle hâdistir (sonradan varolmuştur). Her hâdis (sonradan varolan) mutlaka bir muhdise (mucide) muhtaçtır. O halde bu âlem de bir muhdise muhtaçtır. O da yüce Allah'tır. Bu âlemin sonradan yaratıldığı gözlem ve aklî delillerle ispat edilmiştir. Şöyle ki: Âlem; (Evren) cevher ve arazlardan meydana gelmiştir. Ârâz, cisimlere ârız olan hareket, sükûn, ictima (birleşme), iftirâk (ayrılma) hâlleridir. Bu hâllere "ekvân-ı erbaa (dört oluş) denir. Ekvân-ı erbaa, cisimlere değişik hâl ve şekiller veren sıfatlardır. Bu sıfatların hepsi sonradan varolmuştur. Sükûndan sonra hareket, karanlıktan sonra aydınlık, beyazlıktan sonra siyahlık hâllerinin oluştuğu gibi. Bu ârâzlar yok olduktan sonra görülmezler. Görülmemeleri hâdis olduklarının, yani sonradan yaratıldıklarının delilidir. Hâdis olmasaydılar, vacip (varlığı kendinden) olmaları gerekirdi. Vacip olsaydılar bu defa da, zıdlarının gelmesiyle yok olmamaları gerekirdi. Halbuki zıdları gelince yok oluyorlar. O halde vacip değil, hâdistirler. Hâdis oldukları sabit olan ârâzlar, kendileriyle birleştikleri cevherlerin de hâdis olduklarının delilidir. Çünkü hâdis, ancak kendisi gibi hâdis olan cisimle birlikte olur. Cevherler (cisimler) de mutlaka bu dört durumdan birisiyle birliktedirler. O halde cevher ve ârâzlardan ibaret olan bu evren hâdistir sonradan yaratılmıştır. Her hadisin de bir muhdise ihtiyacı vardır. O muhdis ise; bu âlem cinsinden olmayan varlığı zatının icabı, yani Vâcibu'l-Vücud olan mutlak kemâl sahibi Allah Tebârek ve Teâlâ'dır.
Bu âlemi yaratan varlık; Vâcibu'l Vücud değilse Mümkiniu'l-Vücud'tur. Yani vücudu sonradan yaratılmıştır. O hâlde o da, varlığında başka bir yaratıcıya muhtaçtır. Şayet o yaratıcı da bu mucit gibi başka bir yaratıcıya muhtaç ise; yaratıcılar zincirinin böylece sonsuzluğa doğru silsile hâlinde devam edip gitmesi gerekir. Böyle bir teselsül ise batıldır, mümkün değildir. Varlığı farzedilen bu yaratıcılar silsilesinin bir noktada durması ve başkasına muhtaç olmayan, her bakımdan mükemmel, varlığı zâtının gereği olan bir yaratıcıya dayanması şarttır. Bu varlık, âlemin yaratıcısı olan Allah'tır.
b) İhtirâ (İcat Etme) delîli. Gökler ve yer, bitki ve hayvanlar yoktan var edilmiştir. Her yoktan var olunana da bir var edici gerekir. Bu âlemin de bir var edicisi vardır. O da Allah'tır. Âlemde gördüğümüz herhangi bir bitki veya hayvan sonradan varolmuştur. Her birinin varlığının bir başlangıcı vardır. Cisimlerde zamanla hayat idrak, akıl gibi hâller icat olunuyor. İlliyet kanununa göre her icat olunan şeye bir icat eden gerekir. Çünkü hayat, idrawek ve akıl gibi durumlar kendiliğinden var olmazlar. Mutlaka bir yaratıcıya muhtaçtırlar. O da, varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, herşeyi bilen ve herşeye güç yetiren Allah 'tır
c) Terkip delili. Bu âlem mürekkep (parçaları bir araya getirilmiş olan) bir varlıktır. Terkip olunan her varlık, kendinden önce varolan bir terkip ediciye muhtaçtır. Terkip olunan varlık, parçalardan meydana gelir. Parçalar, bütününden önce vardır ve ondan ayrı şeylerdir. O halde, terkip bulunan varlık yok iken, daha sonra parçalarının birleştirilmesiyle sonradan yaratılmıştır. Her sonradan yaratılan gibi o da bir yaratıcıya muhtaçtır. Bu yaratıcı, terkip edilen ve kendinden başkasına muhtaç olan bu âlem cinsinden olamaz. Aksi halde yaratıcıların teselsülü gerekir. Teselsül ise batıldır. O hâlde bu yaratıcı, varlığında başkasına muhtaç olmayan ezelî bir varlıktır. O da, Vâcibu'l-Vücud olan Allah'tır.
2-İmkân Delîli
a) Bu âlem, varlığı da, yokluğu da mümkün olan bir varlıktır. Her mümkün, varlığını yokluğuna tercih eden bir kuvvete muhtaçtır. Bu âlem de, var olabilmek için böyle bir müessir kuvvete muhtaçtır. O kuvvet de bu âlemin dışında, vücudu zatından olan bir varlıktır. O da Allah'tır.
b) Hakîkatta bir mevcut vardır. Bu mevcut, ya varlığı zatındandır ya da varlığı ve yokluğu mümkün olandır. Varlığı zatından ise; bu özelliğe sahip olan yalnız Allah'tır. Bu mevcut, varlığı mümkün olan ise; mümkün olan varlığın mevcûdiyeti zatının icabı olmadığından, var olabilmesi için, varlığını yokluğuna tercih eden bir müreccihe-yaratıcıya ihtiyaç vardır. O yaratıcı-müreccih ise Allah'tır.
c) Âlemde görülen madde daima hareket hâlindedir. Maddenin hareket hâlinde olması ilmen ispat edilmiştir. Madde ve maddedeki hareketin mucidi kimdir? Maddeciler, madde ve ondaki hareketin ezelî olduğunu söylerler. Oysa maddedeki bu hareket, bir evvelki hareketin neticesidir. O da bir evvelkinin... Bu hareketler silsilesi sonsuzluğa doğru devam edip gidemez. Bu hareket silsileşinin bir noktada durması ve ilk hareketin, vücûdu vâcip olan bir illete, bir hareket ettiriciye dayanması zarûrîdir. O da herşeyin yaratıcısı olan Allah'tır.
3- İbdâ' ve İllet-i Gâiyye Delîli. içinde bulunduğumuz âleme dikkatle bakacak olursak, onun çok güzel ve çok mükemmel olarak ve daha önce bir benzeri olmadan vücuda getirildiğini görürüz. Gökyüzü, güneş, ay, hülâsa canlı-cansız her varlık bir amaç için yaratılmıştır. Âlemde varolan hiçbir eşya faydasız, maksatsız ve boş yere yaratılmamıştır. Bu âlem bir güzellik, gaye ve vesîleler toplumudur. Âlemde en değerli varlık olan insan, rastgele vücuda gelmiş, sebepsiz ve gayesiz bir varlık değildir. Her azasıyla güzel, mükemmel, faydalı ve maksatlıdır. İnsanın yaratılışı güzel ve mükemmel olduğu gibi, yaratılış gayesi de Allah'ı bilmek, tanımak ve O'na ibadet etmektir. İnsanın olduğu gibi, canlı-cansız her mevcudun da varlığının bir gayesi, hikmet ve faydası vardır. İşte âlemde görülen canlı ve cansız varlıklardaki ibdâ ve gayeler manzumesi; bütün bunları icat edip yaratan bir yaratıcının varlığını, aynı zamanda o varlığın ilim ve kudret sahibi bir ilâh olduğunu isbat eder. Her şeyi bir maksada göre yaratan bu varlık, Vâcibu'l-Vücud olan Yüce Allah'tır. Kur'an-ı Kerîm'de bu delîli dile getiren bir çok ayet vardır. (Bakara, 2/22, Nebe', 78/6-16, ....)
Netice olarak diyebiliriz ki; inat ve garazdan uzak her sâlim akıl sahibi, Allah'ın kendisine lûtfettiği aklı kullanarak esere bakıp müessiri, binaya bakıp bânîsini, yaratılmışlara bakıp yaratıcısını keşfedebilir. Bunun için Allah, Kur'an'ın bir çok yerinde, zatının varlığına delil olabilecek eserlere bakmalarını, onun üzerinde düşünmelerini, akletmelerini istemektedir.