O vahşet devrinde kâinat ufkundan bir güneş doğdu. Bu güneş âhirzaman Peygamberi Hz. Muhammmed Aleyhissalâtü Vesselam idi. Tarihin seyrini, hayatın akışını değiştiren bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan değişimlerin en büyüğü idi.
İşte insanlığın akıl ve kalbinde düğümlenen "Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?" sorularını, düğümlerini çözüp kâinatın Sahibini ilân ve ispat edecek bir zatın teşrifi sadece insanların ruh ve kalbinde değil, diğer varlıklarda, hattâ cansız eşyada bile yansımasını bulacaktı.
Doğudan batıya bütün âlemin nurlara büründüğü, İlâhi değişimin tecelli ettiği o gece neler oldu neler?
Yahudi ileri gelenleri ve âlimleri kitaplarında daha önce rastladıkları işaret ve müjdelerin açığa çıktığını gördüler. Kimsenin haberi olmadan en önce onlar bu müjdeyi verdiler.
O gece Yahudi âlimleri semâya bakıp "Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed doğmuştur" dediler.(1)
Bîr Yahudi İleri geleni Mekke'de Peygamberimizin doğduğu gece, içlerinde Hişam ve Velid bin Muğire, Utbe bin Rabia gibi Kureyş ileri gelenlerinin bulunduğu bir toplantıda,
- "Bu gece sizlerden birinin çocuğu oldu mu?" diye sordu.
- "Bilmiyoruz" diye cevap verdiler.
Yahudi, "Vallahi sizin bu ihmalinizden iğreniyorum!
"Bakın, ey Kureyş topluluğu, size ne söylüyorum, iyi dinleyin. Bu gece, bu ümmetin en son peygamberi Ahmed doğdu. Eğer yanlışım varsa, Filistin'in kudsiyetini inkâr etmiş olayım. Evet, onun iki küreği arasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan bir ben var" dedi.
Toplantıda bulunanlar Yahudinin sözünden hayrete düştüler ve dağıldılar. Her birisi evlerine döndüğünde bu durumu ev halkına anlattılar. "Bu gece Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın bir oğlu doğdu. Adını Muhammed koydular." haberini aldılar.
Ertesi gün Yahudiye vardılar:
"Bahsettiğin çocuğun bizim aramızda dünyaya geldiğini duydun mu?" dediler.
Yahudi "Onun doğumu benim size haber verdiğimden önce midir, sonra mıdır?" dedi.
Onlar, "Öncedir ve ismi Ahmed'dir" dediler. Yahudi, "Beni ona götürün" dedi.
Yahudi ile beraber kalkıp Hz. Âmine'nin evine gittiler, içeri girdiler.
Pegamberimizi Yahudinin yanına çıkardılar. Yahudi Peygamberimizin sırtındaki beni görünce, üzerine baygınlık geldi, fenalaştı. Kendine gelip ayıldığı sırada,
"Ne oldu sana, yazıklar olsun" dediler.
Yahudi, "Artık İsrailoğullarndan peygamberlik gitti. Ellerinden kitap da gitti. Artık Yahudi âlimlerinin kıymet ve itibarları da kalmadı. Araplar peygamberleriyle kurtuluşa ereceklerdir.
"Ey Kureyş topluluğu, ferahladınız mı? Vallahi size, doğudan batıya kadar ulaşacak bir güç, kuvvet ve bir üstünlük verilecektir" dedi.(2)
Kâinatın Efendisini dünyaya getiren bahtiyar annenin henüz dünyaya gelmeden görüp gördükleri çok manalıydı..
Peygamber Efendimize hamileyken rüyasında, "Sen, insanların en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman 'Her hasetçinin şerrinden koruması için bir ve tek olana sığınırım' de, sonra ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver."
Yine kendisinden çıkan bir nurun aydınlığında bütün doğuyu ve batiyi, Şam ve Busra saray ve çarşılarını, hattâ Busra'daki develerin uzanan boyunlarını gördüğünü Abdülmüttalib'e anlatmıştı.(3)
Aynı gece Hz. Âmine'nin yanında bulunan Osman ibn Âs'ın annesinin gördükleri de şöyle:
"O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerimize dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördük."
Evet bu ulvî anı dile getiren Mevlid'in yazarı Süleyman Çelebi bütün bu hakikatleri şu beytiyle şiirleştirmiştir:
"Hem Muhammed gelmesi oldu yakin
Çok alâmetler belürdi gelmedin"
Rabiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi, yapılan hesaplamalara göre, Miladi takvime göre 20 Nisan'a denk gelen gece idi.
Dünyayı şereflendiren iki Cihan Serverinin üzerini o günün bir âdeti olarak bir çanakla kapattılar.
Araplara göre o zaman, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz olmadan ona bakmamak âdetti. Fakat bir de baktılar ki. Peygamber Efendimizin üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz gözlerini gökyüzüne dikmiş, başparmağını emiyordu.(5)
Evet, bu işaret her türlü küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü bâtıl inanç ve âdetlerin parçalanıp yok olması, imanın, nurun ve hidâyetin kâinatı aydınlatması için gönderilmiş bir Peygamber idi.
Aynı gece Kabe'de tapılmakta olan cansız putların çoğunun başaşağı devrildiği görüldü.
Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp yerlere düştüğü öğrenildi.
Sava'da mukaddes tanınan gölün suyunun çekilip gittiği görüldü.
Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen mecusi ateşinin sönüverdiği müşahede edildi.
Bütün bunlar işaret ve alamettir ki, yeni dünyaya gelen zat ateşe tapmayı, puta tapmayı kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak Allah'ın izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktır.(6)
İşte bu geceye Veladet-i Nebi gecesi diyor ve onun bütün kalbimizle, ruhumuzla her sene yeniden yâd edip kutluyoruz. Bütün kâinatla bu geceyi karşılayarak onun âleme teşrifine kıyam ediyoruz.
Getirdiği ebedi nura, açtığı saadet caddesine ve sünnet-i seniyyesine yeniden sımsıkı sarılmak ve Mevlid Kandilini vesile ederek ona yeniden biatimizi, bağlılığımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir saadettir.
Seni anmak bir gülü koklamak gibi
Güllere su vermek
Hayata yeniden dogmak ..
Hayatı bizler icin tek örnek olan insan, bizler icin tek model Efendimiz (s.a.v.)'i bu kutlu doğum haftasında anarken Efendimiz (s.a.v.)'in bizler için bıraktığı emanet ve değerlere ne kadar sahibiz?
Rasul-i Ekrem'in, inşası için hayatını vakfettiği bu hayat modelinin merkezinde elbette yüce Kur'an yer almaktaydı. Bu sayede aşırılıklardan da pasiflikten de uzak, vasat (orta yolu tercih eden), bütün insanlığa örnek, güçlü ve her zorluğu aşabilen bir toplum oluştu.
Sünnet, müslümanların fert ve toplum hayatı için kapsamlı ve detaylı bir projedir ve tefsir edilmiş bir Kur'an'ı ve hayata aktarılmış bir İslam'ı temsil eder. Nitekim müminlerin annesi Hz. Aişe (R.A.), derin anlayışı ve basireti ile bu hususu çok iyi anlamış ve Efendimiz'in ahlâkından sorulduğunda gayet açık ve net bir ifade ile "Onun ahlâkı Kur-an'dı. (Müslim, Ebu Davud) diye cevap vermişti.
Ne var ki, Sünnet'in bütün yönleri ile yaşandığı Asr-ı Saadet ile insanlar arasındaki zaman uzayınca, sahabenin anlayıp yaşadıkları sünnet anlayışından kaymalar oldu.
Bizler Efendimiz (s.a.v.)'i Sahabe-i Kiram Efendilerimiz gibi anlayamadık mı?
Ahlakı Kur'an olan Efendimiz(s.a.v.)'in sünnetlerinden uzaklaştıkça Kur'andan da uzaklaşmış olmuyor muyuz?
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in bizler icin örneklik teşkil eden hayatını kendi hayatımıza aktarmayınca nelerden mahrum kalırız?
Yüce Rabbimiz, "Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüğü yasaklar, Allah'a da inanırsınız..." (Al-i İmran/110) buyuruyor.
Ayet-i kerime, Müslümanları yüceltip şereflendirdiği gibi, önemli vazifeler de yüklüyor.
İşte böyle bir toplum bütün insanlara örnektir. İnsanlığa önderlik yapma ve yeryüzünün neresinde adaletsizlik varsa giderme ve adaleti icra etme mevkiindedir. Müslümanların, Cenab-ı Hak tarafından üzerlerine yüklenen bu vazifenin bilincinde olmaları gerekiyor. Şartlar onu çok zayıf düşürmüş olsa da, en azından böyle bir vazifesi olduğunu ve tarihinin bu vazifenin ifa örnekleriyle dolu olduğunu unutmaması gerekiyor.
Huzura ve barışa götüren hayat modelini bizlere tanıtan Rasulullah Efendimiz, dünyadaki ömürlerini tamamlayıp Yüce Dost'a ulaşmış olsa da, Allah'ın ayetleri ve Rasulünün Sünneti kıyamete kadar bakidir.
Allah Tealâ, yeryüzünde kuvveti şerre değil, hayra vermek ister. Öyleyse, hayırlı ümmetin, cahiliyye anlayışına sahip milletlerden bir takım değerler almaması; aksine, kendisini hayırlı kılan değerleri diğer toplumlara vermesi gerekir.
Bugün yine bu ümmetin, Allah'ın kendisine sunduğu bu müstesna mevkiye kavuşmaması için hiçbir engel yoktur. Fakat müslümanlar, Allah'ın kendisi için seçtiği hayat tarzından uzaklaşmış, başka değerler edinmiş, Allah'ın boyasından iz bulunmayan çeşitli boyalara boyanmış bulunuyor.
Oysa bu millet, ilahi sorumluluğu yüklenmek ve fedakarlıklara katlanmak için yaratılmıştır.
Bu kutlu dogumla birlikte bir kez daha düsünelim isterseniz;
En hayırlı ümmet olarak gönderildiğimize göre; hala bu vasıfları üzerimizde taşıyor muyuz?
Rasul (s.a.v.)'ün sünnetleri kiyamete kadar bizlerle baki kalacak mı?
Mevlid kandiliniz mübarek olsun.
Rabbim; şuurlu, bilinçli ve en hayırlı ümmet olma yolundan bizleri ayırmasın...
SAhabeler kardeşimden Allah razı olsun. Allah bu günün önemini anlamayı ve bu günü anmaktan ziyade anlamayı ve yaşamayı nasib etsin inşallah. Selametle.
Anmak mı, anlamak ve yaşamak mı? ( Sami HOCAOĞLU nun yazısı)
Peygamberimiz bir Müslüman için "anı" olabilir mi? Anılar "geçmişte kalanı", "geçip gitmiş olanı" temsil ederler. Peygamberimiz bir Müslüman için "anılarda kalan", "geçip gitmiş olan", dolayısıyla "anılan" mıdır?
Hemen belirtelim ki, tüm "anmalar", unutmanın zımni bir itirafıdır. Unutulmayanın, hele hayatın ta merkezinde olanın, "anılmasından" söz edilemez. Birini anmak, hatırlamaktır. Hatırlamak, iyidir. Ama bu Peygamberimiz ise, onu hatırlamakla teselli olmak, bir o kadar düşündürücüdür.
Allah onu "izlememizi" emretti. Çünkü o yeryüzünde iz bırakan, yerde yürüyen bir "insan" idi. Allah zatını izlememizi bunun için emretmedi. Zatına olan sevgimizi, Elçi'sini izleyerek isbat etmemizi emretti: "De ki, eğer Allah'ı seviyorsanız, beni izleyin ki Allah da sizi sevsin; günahlarınızı mağfiret etsin."
Kur'an'ın helak kıssasını anlattığı tüm inkarcı kavimler, kendilerine gönderilen "insan peygamberi" inkar hususunda ortak tavır gösterirler. Kur'an hepsinin de gönderilen elçiyi reddederken "Bize bir melek gönderilmeli değil miydi?" dediğini nakleder.
Bu iki şeyin göstergesidir:
1) İnkarcı kavimlerin iman etmeye gönüllü olmadıklarının. Zira bu bir sahte mazerettir. Bununla, "Biz hayat tarzımıza müdahale ettirmeyiz" demeye getirirler. Zira bir meleğin davranışları bir insan tarafından "örnek" alınıp üretilemez. Mahiyetleri farklıdır. Eğer elçi gönderilen bir melek olsaydı, bu kez de "O melek, biz insanız; biz nasıl onu örnek alalım?" diyeceklerdi.
2) İnkarcı kavimlerin insan soyuna olan güvenlerini tamamen yitirdiklerinin. Baksanıza "Bize bir melek gönderilmeli değil miydi?" diyorlar. Bu "herkesi kendi gibi görmek" deyiminde ifadesini bulan ruh halidir. Kendileri o kadar sapmışlardır ki, bu sapma onların insan türüne olan güvenlerini kökten yok etmiştir.
Peygamberimiz bir Müslüman için sadece bir "anı" değilse, Kutlu Doğum münasebetiyle içinden geçilen şu günlerdeki etkinlikler de, "Dostlar beni hatırlasın" türünden bir "anı"ya dönüştürülmemelidir.
Diyanet'in yuvarladığı küçük kar topu, büyüdü büyüdü kocaman bir dağ oldu. Günlere, haftalara sığmadı. Kutlu Doğum Haftası olarak başlatılan merasimler, Nisan'ın tamamına yayıldı, Nisan neredeyse kutlu doğum ayı haline geldi. Camilere sığmadı. Salonlara, hatta statlara taştı.
Bu yıl kutlamalar isim değiştirdi. Anlamlı bir jestle "Kutlu Doğum Haftası" artık "Peygamberler Haftası" olarak kutlanacak. Geçen yıl Danimarka'da ortaya çıkıp bir çok Batı başkentinde yayımlanan çirkin karikatürler, insanlığın son adası olan Hz. Peygamber'i dünyanın gündemine oturttu. Bu iş âdetâ, cüzi şerle murad olunan külli hayra dönüştü. Müslümanların alemlere rahmet Hz. Muhammed'le olan irtibatları tazelendi.
Batı, Müslümanların verdiği tepkiyi anlamadı. Biz de Batı'nın anlamayışını anlamadık. Bunun temelinde, Hıristiyan Batı'yı peygamberli saymamız yatar. Oysa, Hıristiyan Batı (ateist Batı'dan söz etmiyorum) bizim inandığımız anlamda bir "peygamber tasavvurundan" yoksundu. Yani peygambersizdi. Onlar Hz. İsa'yı tanrılaştırdıkları günden beri peygambersizler. Teslise inanan birinin inancında peygambere yer kalmamıştır. Onun için de, peygamberli bir dini, toplumu ve ferdi anlayamıyorlar.
Biz Müslümanların peygamber sevgisini de anlayamadılar. Hatta geçmişte Hz. Meryem'e yönelik Batı'da ortaya çıkan çirkin davranışlara Müslümanların tepki göstermesini de anlayamadılar. Zaten bu, karikatür terbiyesizliği münasebetiyle girdikleri "Siz de İsa için aynısını yapın, ödeşelim" tavrından anlaşılıyordu.
Bu arada, her zaman olduğu gibi bizde de işin istismarını yapanlar çıkmıyor değil. Peygamberimizle ilgili yayıncılık alanında yaşanan şu enflasyona bir bakın. Nasreddin Hoca'nın kazanı gibi, eski kitaplar yeni yavrular doğuruyor. Ciddi bir siyer okuru bile olmadan siyer yazmaya kalkanların haddi hesabı yok. Kaş yapayım derken göz çıkarılıyor. Vahyin inşa ettiği bir peygamber tasavvurundan mahrum olarak yazılmış, hakikate ve kaynağa sadakat kaygısı taşımayan harcıalem ve çala kalem eserler.
En tehlikelisi de, bu işin Cahiliyye şiirininn ana damarlarından biri olan "mehdiye" yarışına dönmüş olması. "Kim daha çok övecek?" yarışı çığırından çıkınca, iş Hz. Peygamber'i "tanıtma" değil, "tezgahlama" yarışına dönüşüyor. Olan, vahyin inşa etmeye çalıştığı sahih "peygamber tasavvuruna" oluyor. Efendimizi tanıtma iddiasıyla çıkılan yolda, efendimiz tanınmaz hale getiriliyor. Allah'ın "örnek" göstererek hayatımızda üretmemizi istediği bir değeri, bizler acımasızca ve arsızca "tüketmeye" koyuluyoruz.
Şimdi cevaplanması gereken sualler şunlar: Peygamberimizin bizim methiyemize mi ihtiyacı var, yoksa bizim onu örnek alıp hayata taşımamıza mı ihtiyacımız var? Bu ikincisi gerçekleşmiyorsa, birincisi ona ödenmiş bir "manevi rüşvet" olmaz mı? Dahası, o adıyla sanıyla zaten "övülmüş"tür. Onu Allah övmüştür. Onun bizim övgümüze ihtiyacı yok, ama bizim onun modelliğine ihtiyacımız hadsiz. Hal bu iken, neden böyle yaparız?
yaa ablamm emeğine saglıkk çok güsel olmuşşşş ellerim buz kesti wallaa
içim tuhaf olduuu slm ve dua ile kal ablammm
emre cnm sana da tesskür edrim seninde emeğine saglıkkk
Allah (c.c) hepinizden razı olsun .dualarınızda banada yer verin inşallah.yarın aranızda olamıyacam o nedenle bugünden kandilinizi kutlamak istedim.daha nice güzel günlerde vede dualarda buluşmak temennisiyle.Allah' a emanet olun.selam ve dua ile kalın
Allah razı olsun sahabeler kardeşim. Senin ve tüm mümin kardeşlerimin kandilini kutlarım. Rabb'im hayırlara vesile kılsın ve dualarımızı kabul eylesin inşallah. Selametle.
RESÛL-İ EKREM EFENDİMİZİN DÜNYAYA TEŞRİFLERİ
Yeryüzünü mânevî bir karanlık kaplamıştı.
Mevcudat, beşerin zulüm ve vahşetinden âdetâ mâteme bürünmüştü. Gözyaşı döken gözler değil, ruh ve kalblerdi. Kalb ve ruhların keder, elem ve gözyaşına âlem de iştirak etmiş, sanki umumi yas ilân edilmişti.
Yeryüzü saâdetin, sevincin, huzurun kaynağı olan "Tevhid" inancından mahrumdu. Küfür ve şirk fırtınası ruh ve kalbleri kasıp kavurmuştu. Gönüllerde tek mâbud yerine, birçok batıl ilâhlar yer almıştı. Hakiki sahibini arayan ruhların feryadı ortalığı çınlatıyordu.
İnsanlar birbirini yiyen canavarlar misali vahşileşmiş; küfür şirk, cehâlet ve zulüm bataklığında boğulmaya yüz tutmuşlardı. Zalimin zulüm kamçısı altında mazlum inim inim inler hale gelmişti.
Âlem mahzun, varlıklar mahzun, gönüller mahzun ve sîmalar mahzundu&
Akıl, ruh ve kalbleri mânevî kıskacı altına alıp olanca kuvvetiyle sıkan bu küfür ve şirke, bu dalâlet ve cehalete, bu hüzün ve sıkıntıya beşerin daha fazla katlanmasına Allah'ın sonsuz merhameti elbette müsaade edemezdi. Bütün bunlara son verecek zâtı şefkat ve merhametinin bir eseri olarak elbette gönderecekti.
İşte, o zât geliyordu. Dünyanın mânevi şeklini beraberinde getirdiği nur ile değiştirecek eşsiz insan, Allah'ın son peygamberi geliyordu. Cin ve inse ebedî saâdetin yolunu gösterecek Hazret-i Muhammed (a.s.m.) geliyordu.
Kâinat, hürmet ve haşyet içinde efendisini beklemekte idi. Her varlık, kendisine mahsus diliyle, hâl ve hareketiyle bu emsâlsiz insana "hoş-âmedîde" bulunmak üzere sevinç içinde hazır durumda idi.
Tarih Milâdî 571, Nisan ayının yirmisi&
Fil Vak'asından elli veya elli beş gece sonra. Kamerî aylardan Rebiülevvel ayının on ikinci gecesi.
Mekke'de mütevâzî bir ev, günlerden Pazartesi...
Vakit, vakitlerin sultanı, seher vakti.
Bu mütevâzî evde ve bu eşsiz vakitte muazzam ve eşsiz bir hâdise vuku buldu: Kâinatın Efendisi Hazret-i Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem dünyaya gözlerini açtı.
Bu göz açışla birlikte âlem, sanki birden elem ve mâtemini unutarak sürura gark oldu. Karanlıklar anında nurla yırtılıverdi. Kâinat sevinç ve heyecan içinde âdetâ,
"Doğdu ol saatte, ol Sultan-ı Dîn
Nûra gark oldu semâvât ü zemîn" diye haykırdı.
Bu gece peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa S.A.V 'in dünyaya şereflendirdiği gecedir. O peygamber ki dünyaya şeref vermiş ve dünyaya ilahi bir nur, rahmani bir şifa olmuştur.. Dularımız bu gece eksik olmasın, kalplerimiz imanla dolsun,
tüm islam aleminin mevlidi kandili kutlu olsun
Annesinin Dilinden Peygamber Efendimizin Dünyaya Teşrifleri:
Yeryüzünde hiçbir anneye nasip olmayan eşsiz şerefe mazhar kılınan aziz anne, Hz. Âmine, o mes'ud ânı şöyle anlatır:
"Hamileliğimin altıncı ayında bir gece rüyâda karşıma bir zât çıkıp dedi ki: 'Yâ Âmine! Bil ki, sen âlemlerin hayrına hamilesin. Doğurunca ismini Muhammed koy ve halini hiç kimseye açma!'"
Derken doğum zamanı gelmişti. Kayınbabam Abdülmuttalib Kâbe'yi tavafa gitmişti.
Evdeydim. Birden kulağıma müthiş bir ses geldi. Korkudan eriyecek gibi oldum. Bir de ne göreyim? Bir beyaz kuş peydahlanıp yanıma geldi ve kanadıyla arkamı sıvadı. O andan itibaren bende korku, kaygı adına hiçbir şey kalmadı."
Yanıma bir göz attım. Bana bir ak kâse içinde şerbet sunuyorlar. Kâseyi dikip içer içmez, beni bir nur [denizi] sardı.
"Ve Muhammed dünyaya geldi..."
Aziz anne doğum sonrasını ise şöyle anlatır:"Gördüm ki, doğuda bir bayrak, batıda bir bayrak ve Kâbe'nin üstünde bir bayrak. Doğum tamamlanmıştı. Yavruya baktım. Secdede, parmağını da göğe kaldırmış. Hemen bir ak bulut inip yavruyu kundakladı ve kapladı. Bir ses işittim: 'Doğuları ve batıları dolaştırın, deryaları gezdirin, tâ ki mahlûklar Muhammed'i ismiyle, sıfatıyla, sûretiyle tanısınlar.'"
Biraz sonra bulut gözden kaybolup gitti."
Aynı gece Hz. Âmine bir nur görmüş ve bu nurun aydınlığında Şam'ın saray ve köşklerini seyretmiştir.
Şifâ ve Fâtıma Hûtun'un Müşâhedeleri
Kâinatın Efendisi dünyaya teşrif buyurdukları sırada, aziz annesinin yanında Abdurrahman bin Avf'ın annesi Şifâ Hâtun ile Osman bin Ebu'l-Âs'ın annesi Fâtıma Hâtun da vardı.
Ebelik vazifesinde bulunan Şifâ Hâtun o andaki müşâhedesini şöyle anlatır:
"Allah'ın Resûlü doğdukları zaman ben oradaydım. Hemen yetiştim. Kulağıma bir ses geldi: 'Allah'ın rahmeti Onun üzerine olsun.' Maşrık ile mağrib arası nurla doldu. Hattâ Rûm diyarının bazı saraylarını gördüm. Sonra Allah Resûlünü kucağıma alıp emzirmeye başladım. Üzerime öyle bir hâl geldi ki, vücudum titremeye başladı ve gözlerim karardı. Yavrucağı gözden kaybettim. Bir ses, 'Nereye gitti?' diye sordu. 'Doğuya götürdüler' diye cevap verildi."
Bu sözler hiç zihnimden çıkmadı: O zamana kadar ki, Allah Resûlü peygamberliğini ilân eder etmez hemen koştum ve ilk Müslümanlarla beraber îmân dâiresine girdim."
Fâtıma Hâtun ise, hâtırasında o mes'ud gecede doğuma sahne olan evin nurla dolduğunu ve gökteki yıldızların âdetâ üzerlerine salkım salkım dökülecekmiş gibi sarktıklarını anlatmıştır.
Peygamber Efendimizin bir başka hususiyeti, dünyaya sünnetli ve göbeği kesilmiş olarak gelmiş olmasıydı. Sırtında, iki kürek kemiği arasında, tam kalbinin hizasında Nebîlik mührü "Hâtem-i Nübüvvet" bulunuyordu. Üzerleri tüylü, kabarık, kırmızımtırak inci gibi benlerin bir araya gelmesinden meydana gelmiş ve keklik yumurtası büyüklüğündeydi. Bu mühür, Resûl-i Ekrem Efendimizin beklenen son peygamber olduğunun bir alâmeti idi.
Peygamber efendimizin 3ü erkek 4ü de kız olmak üzere 7 çocuğu vardır:
Hz- Fatıma hariç hepsi de Resulullah Efendimizden önce vefat etmiştir.
1:Kasım (r.anh)
Resulullahın 3 oğlundan 1incisidir. Bunun için, Resulullah'a Ebu'I Kasım denildi. Nübüvvetten önce Mekke'de dünyaya geldi. Annesi, Hadicet-ul-Kübra'dir. 17 aylık iken vefat etti.
2:Zeyneb (r.anha)
Resulullah'ın 4 kızdan 1cisidir. Peygamberimiz 30 yaşında iken dünyaya geldi. Nübüvvetten önce, annesi Haticenin hemşirezadesi Ebu'I-As bin Rebi ile evlendi. Ebu'I-As, önce iman etmedi. Bedr gazasında esir olup, zevcesinin Medine'ye göndermek şartı ile bırakıldı. Kendi kardeşi ile gönderdi ise de, kafirler Zeyneb'i yolda geri cevirdi. Resulullah aleyhisselam Zeyd bin Harise yi Mekke'ye gönderip, Zeyneb'i gece Medine'ye kaçırttı. Ebu'I-As, hudeybiye gazasından sonra imana geldi. Zeyneb tekrar kendisine verildi. Hicretin 8inci yılında, 31 yaşında vefat etti. Oğlu Ali, Mekke'nin fethinde Resulullahın devesinin arkasında idi. Zeynebin kızı Umame'yi Hazreti-i Ali kendine nikah eyledi.
3:Rukayye (r.anha)
Resulullahın 2 inci kızıdır. Peygamberimiz 33 yaşında iken dünyaya geldi. Çok güzel idi. Ebu Leheb'in oğlu Utbe'ye nikah edildi. " TEBBET YEDA " suresi gelince, Utbe, düğünden önce boşadı. Vahy gelerek Hazreti-Osmana nikah edildi. Birlikte 2 kere Habeşistan a hicret ettiler. 22 yaşında iken, Bedr gazasından önce hastalandı. Hazreti Osman'a bedre gelmeyip zevcesine hizmet etmesi emrolundu. Bedr zaferinin müjdesi Medine'ye geldiği gün defn olundu.
4:Ümmü Gülsüm (r.anh)
Resulullahın 3 üncü kızıdır. Ebu Leheb'in 2 nci oğlu Uteybe'ye nikahlandı ise de. "TEBBET YEDA" suresi gelince, daha düğünleri olmadan boşadı ve Resulullaha üzücü sözleri söyledi. Resulullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de. "YA RABBI ! BUNA CANAVARLARINDAN BIRINI MUSALLAT ET" diye beddua eyledi. Şam yolunda bir aslan bunu parçaladı. Rukayye vefat ettikten sonra Vahy gelerek, Ümmü Gülsüm de Hazreti-Osman'a nikahlandı. Hicretin dokuzunda vefat etti. Namazını Resulullah kıldırdı ve defn olunurken kabri yanında durup, mübarek gözlerinden yaş doktu.
5:Fatıma (r.anha)
Resulullahın 4üncü ve son kızıdır. Hz.Alinin zevcesi ve Hz.Ömerin kayın validesidir. Nikah yapılırken 15 yaşında idi. Hz.Ali 21 yaşında idi. Hicretten 13 yıl önce, Mekke de doğdu, 11yılda Medinede yaşadı. 24 yaşında vefat etti. Hassan,Hüseyin ve Muhsin adında 3 oğlu ile Ümmü Gülsüm ve Zeyneb adında 2 kızı oldu. Resulullahın soyu Fatıma'dan türedi. Zeyneb, Abdullah Bin Cafer Tayyar ile nikahlanıp, Ali ve Ümmü Gülsüm isimli çocukları oldu. Bunlara, SERIF-I CAFERI denir.
6:Abdullah (r.anh)
Resulullahın Hadice-tul-Kübra'dan olan son çocuğudur. Nübüvvetten sonra doğup memede iken vefat etti. Tayyib ve Tahir de denilir. Abdullah vefat edince As Bin Vail : "Muhammed ebter oldu " yani soyu kesildi dedi. Allahu Teala "INNA A'TAYNA" yani kevser suresi ile As kafirine cevap verdi.
7:İbrahim (r.anh)
Resulullah'ın oğullarının 3 üncüsüdür ve çocuklarının sonuncusudur. Heraklius'un Mısır valisi olan Mukavkıs'ın hediye gönderdiği Mariye'nin oğludur. Hicretin 8 inci senesi tevellud edip, 1,5 yaşında iken vefat etti. Hasta iken, Resulullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bunu işitince: "AY VE GUNES ALLAHU TEALANIN VARLIGI VE BIRLIGINI GOSTEREN 2 MAHLUKTUR. KIMSENIN OLMESI, KALMASI ILE TUTULMAZLAR. ONLAR GORUNCE ALLAHU TEALAYA HATIRLAYINIZ"., buyurdu. İbrahim vefat edince: "YA IBRAHIM! OLUMUNE COK UZULDUK> GOZLERIMIZ AGLIYOR, KALBIMIZ SIZLIYOR. FAKAT , RABBIMIZI GUCENDERECEK BIR ŞEY SOYLEMEYIZ" buyurdu. Selametle.
"Allah ve Melekleri Nebi üzerine salavat getirirler. Ey İman edenler! Sizde O'nun üzerine salatü selam getirin";(Ahzap,56)
Peygamber Efendimiz(s.a.v)de "Kim bana on defa salavat getirirse,Allahu Teala da Ona on defa Salât eder(rahmet ve mağfiret eder)" buyurmuştur.
SALATÜ SELAM;
1.Allah'ın emrine sarılmaktır.
2.Allahtan olan salat, af ve rahmet demektir; Meleklerden olursa, salat istiğfardır; iman edenlerden salat,duadır.
3.Salatü selam getiren kişi, meleklere muvafakat etmiş olur.
4.Bir defa salatü selam getirene,Allahu Teala on defa rahmet eder.
5.On derece yükseltir; on sevap verilir.
6.Dua eden kimse duasına salatü selamla başlarsa,duasının kabul edileceği umulur.
7.Peygamberimizin şefaatine nail olur.
8.Kulun sıkıntılarının giderilmesine sebep olur.
9.Kıyamet günü kişinin peygamberimize yakın olmasına sebep olur.
10.Yoksul ve fakir kimseler için sadaka yerine geçer.
11.İhtiyaçların giderilmesine sebeptir.
12.Salatü selam getirenin üzerine Allah'ın affı ve Meleklerin istiğfarı tahakkuk eder.
13.Salatü selam getiren kimseyi Salatü selam ruhunu temizler.
14.Ölmeden önce Cennetle müjdelenmesine sebep olur.
15.Kıyamet gününün sıkıntılarından kurtulmaya sebeptir.
16. Salatü selam getirene Peygamber efendimiz bizzat karşılık verir.
17.Kulun unuttuğu şeyi hatırlamasına vesile olur.
18.Peygamber efendimizin ismi geçtiğinde Salatü selam getiren, cimrilikten kurtulmuş olur.
19."Peygamber efendimizin ismi geçtiğinde Salatü selam getirmeyenin burnu sürtülsün", bedduasından kurtuluş vardır.
20.Besmele ve hamdele ile başlanılan sözler ancak salatü selam ile tamamlanmış olur.
21.Sırat üzerinde kişiye nur olur.
22.Kişi cefadan onunla kurtulur.
23.Allah(cc)'ın sema ve arz ehline Salatü selam getirenleri övmesi tahakkuk eder.
24.Cennette hurilerin çoğalmasına sebep olur.
25.Salatü selam nurdur.Onun sebebiyle düşmanlara galip gelinir.Kalpler münafıklıktan temizlenir.
26.Kişiyi insanlara sevdirir ve Efendimizin rüyada görülmesine sebep olur.
27.Salatü selam getirene,Allah'da seni affetti diye nida eden özel görevli melekler vardır.
28.Kişinin hayatında,ailesinde ve amelinde berekettir.
29.Peygamberimizin muhabbetinin devamına sebeptir.
30.Kişinin hidayetinin ve kalbinin diriliğinin sebebidir.
31.İsmi Resülullah(s.a.s.)a arzedilir.
32.Allah(cc)u tealanın bize vermiş olduğu nimetlere şükrün sebebidir.
33.Allah(cc)'a şükürle birlikte,Allah(cc)'ı zikirdir.
34.Kıyamet gününün susuzluğuna engeldir.
35.Sırata ayağı sağlam basıp,sıratı geçmeye sebeptir
Bilindiği üzere Efendimiz (sas) Hazretlerinin adı anıldığında duyan her Müslümanın salavat getirmesi ihmal edilmez bir görevi, unutulmaz bir vefa borcudur. Selametle.
Sultan Mahmud Gaznevi, Muhammed adındaki hizmetçisine her defasında çok sevdiği bu Muhammed adıyla hitap ettiği halde bir defa da babasının ismiyle hitap eder. Buna üzülen hizmetçi, neden çok sevdiği güzel ismiyle değil de babasının ismiyle çağırdığını sorunca Sultandan şu cevabı alır:
Ben her defa abdestli bulunuyor, o yüce ismi abdestle söylüyordum. Bu defa abdestim yok! O mübarek ismi abdestsiz ağzıma almaktan utandım!
Mübarek ismi duyduğu halde gönlü kıpırdamayan salavat tembellerine ithaf olunur. Selametle.