Bir gurbetçinin biyografisini yazmak için Fransa'ya davet edilmiştim.
Yemekten sonra bir Türk kahvesine gittik. Dediler:
'-Birisi gelmiş, piyanoyu konuşturuyormuş. Nereli olduğunu bilen dinleyicilere Moulin Rouge'a bir çift davetiye verilecekmiş piyanistin büyük konserini izlemesi için.'
Moulin Rouge(Kırmızı Değirmen) . Romanlarda sık sık adı geçen yer. Ve yer bulmak imkansız adeta.
Beş arkadaş gittik.
Gerçekten muhteşem bir piyanist.
Konser sonu dakikalarca alkıştan sonra sunucu, sanatkarı göstererek:
'- Qui est qui? ' (Kimdir bu?)
Kimsede çıt yok. Ben, ayağa kalkıp, elimi kaldırdım. Bütün başlar, sanatkarın da başı bana çevrildi.
'- İl est Turc et il vivr in Turkei in Karadeniz! '(O Türktür ve Türkiye'de Karadeniz'de yaşar!)
Herkes sustu.
Sanatkar sahneden atlayıp, koşa koşa yanıma geldi ve boynuma sarılarak:
'- Ah hemşeruum, nasul da pilmuşsun Karadenuzlu olduğumii? '
Dedim:
'- Sandalyeniz piyanoya uzak konulmuştu ve siz piyanoya erişemiyordunuz.'
'- Eeeeeeeeee? ' dedi, gülümsemesi kaybolmadan, iri iri açılmış gözleriyle bakarak.
'- Eyisi; siz sandalyeyi piyanoya yaklaştırmayıp, piyanoyu kendinize çektiniz.'
Alkışladı beni sahneye dönerken ve iki kişilik Kırmızı Değirmen bileti cebimdeydi.