Hamd; şefkati şâmil ve rahmeti geniş olan Hazret-i Allaha mahsustur. Gafiller arasında Hazret-i Allahı zikreden kimse, tıpkı kuru otlar arasında biten yemyeşil ağaç gibidir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerimesinde:
Ey iman edenler! Allahı çok zikredin. buyuruyor. (Ahzâb: 41)
Hazret-i Allahın rızâsı için toplanıp zikir ile meşgul olunursa, orası mübarek bir yer olur. Cenâb-ı Allahımızın lütuf nazarının olduğu yer Mekke-i mükerreme mesabesinde olur.
Yeryüzünde zikir meclislerini arayan gezici melekler vardır. Cenâb-ı Allahı zikreden bir topluluk gördükleri zaman birbirlerine haber verirler ve o zikredenleri çepeçevre kuşatırlar. Üstüste tâ göklere kadar yükselirler, o meclisin üzerine rahmet saçarlar. Bütün o mıntıka, Rahmet-i ilâhiye nail olur. Kalbi yumuşak olanlar istifade ederler. Hakk Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerini zikretmek muhabbetindendir. Bu muhabbetten de muhabbetullah husule gelir. O kimse zulmeti çıkarır atar. Şeytana iğva ektirmez, kendisinin küçük olduğunu görür. Hakkda ona dilediği esrarı gösterir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz bir Hadis-i şeriflerinde:
Sırf Allahı zikretmek için bir mecliste oturanları melekler halka çevirerek kuşatırlar, ilâhi rahmet onları kaplar, üzerlerine sekînet ve vekar iner. Allah katında bulunanlar onlardan bahseder. buyuruluyor. (Müslim)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerimelerinde şöyle buyurmaktadır:
Onlar ayaktayken, otururken ve yatarken daima Allahı anarlar. (Âl-i imrân: 191)
Namazı kılıp bitirdiğiniz zaman ayakta, otururken ve yanlarınız üzerinde yatarken hep Allahı anın. (Nisâ: 103)
Münâfıklar Allahı pek az anarlar. (Nisâ: 142)
Allah-u Teâlâ mümin kullarına zâtını çokca zikretmelerini bildirerek, mal ve evlâtlara aldanma hususunda münâfıklara benzemekten onları sakındırmaktadır.
Âyet-i kerimede:
Ey iman edenler! Ne mallarınız ne evlâtlarınız sizi zikrullahtan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanlardır. (Münâfikûn: 9)
Zikrullahı bırakıp da dünya hayatının geçici zevklerine aldananların, ahirette çok büyük kayba uğrayacakları şüphesizdir. Çünkü onlar geçici ve basit olanı, sonsuz ve yüce olana tercih etmişler, bâki olanı fâni olan ile değiştirmişlerdir. Servetlerini artırmaya çalışmışlar, biriktirmekten zevk almışlardır. Dünya hayatı sona erer, mal ve evlât kalır, onlara Allah katında zillet, pişmanlık ve hüsrandan başka bir şey kalmaz.
Bir Âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor:
Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Bâki kalacak olan sâlih ameller ise Rabbinin katında hem sevapca daha hayırlıdır, hem de ümit etmeye daha lâyıktır. (Kehf: 46)
Zikir Hakka yaklaştırır ve insanı şükreden bahtiyarlar mertebesine çıkarır.
Zikir dinimizin emri, imanın alâmeti, ibadetlerin özü, aklın nuru, kalbin cilâsı, ruhun hayatı, gönüllerin mirâcı ve her derdin ilâcıdır. İbadetlerin en kolayı ve fakat en faziletlisidir.
Âyet-i kerimede:
Zikrullah elbette en büyük (ibadet)tir. buyuruluyor. (Ankebût: 45)
Birşeyi çok seven onu dilinden hiç düşürmez. Zikrullah Allah-u Teâlâyı sevmenin ve Onun tarafından sevilmenin alâmetidir. Zikrullah böylesine faziletli ve yüce olunca, elbetteki zikredenlerde insanların en yücesi olur. Zikrullaha devam edenler Âyet-i kerimelerde meth-ü senâ edilmektedirler:
Allahı çok zikreden erkek ve kadınlara, Allah mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. (Ahzâb: 35)
İnsanların gökyüzündeki yıldızları görüp seyrettiği gibi semavat ehli de yeryüzündeki zikir meclislerini yıldızlar gibi seyreder onlardan fışkıran nur semaya doğru yükselir o nur sayesinde yıldızlar gibi seyredilir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-şöyle buyurmuştur:
Gök ehli içerisinde Allahın zikredildiği evleri tıpkı bir yıldız gibi görür.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- bir gün pazar yerine giderek orada bulunanlara şu şekilde haykırır:
Siz niçin buradasınız, oysa mescidde Allah Resulünün mirası dağıtılmaktadır.
Bunun üzerine halk pazarı terkedip mescide gider ve orada bir şey göremeyince de geri dönerek, Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-a: Mescidde miras falan görmedik? derler.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- da:
Peki ne gördünüz? diye sorar.
Pazarcıların: Orada Allahı zikreden ve Kuran okuyan kimseler gördük, hepsi o kadar. demeleri üzerine de İşte o Allahın Resulü Hazret-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in mirasıdır. der.
Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Allah-u Teâlâ'nın yollarda dolaşıp zikir ehlini arayan melekleri vardır. Onlar Azîz ve Celîl olan Allah'ı zikreden bir topluluğu bulunca 'Aradığınız buradadır.' diye birbirlerini çağırırlar. Hepsi orada toplanıp onları dünya semâsına kadar kanatları ile çepeçevre kuşatırlar. Cenâb-ı Hakk onların hallerini meleklerden daha iyi bildiği halde sorar:
Kullarım ne söylüyor?
Seni tesbih edip zikrediyorlar. Tekbir getirip hamd ve senâ ediyorlar.
Onlar beni gördüler mi?
Hayır, vallâhi seni görmediler.
Beni görecek olurlarsa ne yaparlar?
Sana daha çok ibâdet eder, daha çok hamd ve senâda bulunurlar, daha çok tesbih ederler.
Kullarım benden ne diliyorlar?
Cennetini istiyorlar.
Onlar cenneti gördüler mi?
Hayır, vallâhi görmediler.
Görecek olurlarsa ne yaparlar?
Cennete karşı daha düşkün, onu istekte daha kuvvetli ve ona rağbetleri daha büyük olurdu.
Peki neden korkup bana sığınıyorlar?
Cehennem ateşinden.
Onu gördüler mi?
Hayır, vallâhi görmediler.
Ya görselerdi?
Ondan daha çok kaçar, daha çok korkarlardı.
O halde sizler şâhid olun ki, ben bu zikir meclisinde bulunanları mağfiret ettim.
Bunun üzerine meleklerden birisi der ki:
Onların içindeki falan kimse onlardan değildir. O zikir için değil, şahsi bir iş için gelmişti.
Allah-ü Teâlâ şöyle buyurur:
Onlar öyle kâmil kimselerdir ki; onların meclisinde bulunan şâkî olmaz, sevaptan mahrum kalmaz. (Buhârî)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şeriflerinde:
Lâ ilâhe illâllah diyenler için ne kabirlerinde ve ne de mahşer gününde herhangi bir yalnızlık ve üzüntü yoktur. Sûrun üfürülmesi ânında bu kişilerin başlarından topraklar sarıldığı halde kalkarak Hamd bizden üzüntüyü uzaklaştıran Allaha mahsustur. Rabbimiz affedici ve şükredenlerin şükrünü kabul edicidir. dediklerini şimdiden görür gibi oluyorum. buyurmuşlardır. (Tebaranî - Beyhakî)
Âlemdeki her zerrede hayat var, o hayat da Muhammed Aleyhiselâmdan gelir. Çünkü nurundan nurunu yarattı, o nurla da mükevvenatı donattı. O nurdan yaratılışla herşey Rabbini zikreder, Rabbi de onları zikreder.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kelâm-ı kadîminde buyurur ki:
Hiçbir şey yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. (İsrâ: 44)
Allah-u Teâlâyı en çok cemâdat yani dağlar, taşlar tesbih eder. Halbuki biz onları ölü zannediyorduk, sonra nebâdat, sonra hayvanat, sonra da insanlar tesbih ederler. Gerçek mânâda tesbihe erenler o tesbih sebebiyle o kadar terakki ederler ki bu tesbih sayesinde bazı melekleri geçecek kadar yükselebilirler.
Mümin-i kâmil olanlar, Allah katında bazı meleklerden de efdâldir. (Münâvî)
Bu efdaliyet Onu zikretmeleri sayesindedir.
Fakat insan olarak yaratıldığı halde Allah-u Teâlânın tesbihini terk eden inkâr eden kimseler de hayvandan elli derece daha aşağı düşer.
Niçin? Çünkü bütün yaratılan nebatad, cemadat, hayvanat her şey tesbih ediyor, onlar yaratını biliyor ve zikr ediyor. Sen yaratanı bilmiyorsun, Onu zikretmiyorsun böylece elli derece aşağı düşüyorsun.
Diğer bir Âyet-i kerimede:
Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allahı tesbih eder. (Saff: 1)
Yer tesbih ediyor, gök tesbih ediyor, her zerre tesbih ediyor, her ağaç tesbih ediyor, her ağacın üzerindeki meyve tesbih ediyor. Fakat Allah-u Teâlâ Siz anlamazsınız buyuruyor.
Bu tesbihi duyanlar var. Bir keresinde Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh-Hazretlerine dalından yeni kopmuş bir elma getirdiler. Oradakilere Bu elmadan yemeyin. buyurdular. Bir saat kadar sonra yemelerine izin verdiler. Bunun hikmeti sorulduğunda Onlar tesbih ediyorlardı, tesbihleri yeni bitti. buyurdular.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerimesinde buyurur ki:
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allahı tesbih eder. (Teğabûn: 1)
Hadis-i kudsîde:
Kullarımdan velilerim, yaratıklarımdan sevdiklerim beni zikredenlerdir. Zikirlerine karşılık, ben de onları zikrederim. (Ahmed bin Hanbel)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Ashâbından halka kurmuş bir cemaatin yanına geldi.
Niçin oturuyorsunuz? diye sordu.
Onlar da: Bizi İslâm'a hidayet etmesinden ve bize bunu ihsân buyurmasından dolayı, Allah'ı zikir ve O'na hamd-ü senâ etmek için oturmuş bulunuyoruz. dediler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
Sırf bu sebeple mi oturdunuz? diye yemin verdi. Evet dediler, Vallahi biz ancak zikir için oturduk.
Bunun üzerine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdular:
Ben size inanmadığım için yemin vermedim. Lâkin bana Cebrâil Aleyhisselâm geldi ve Allah'ın sizlerle meleklerine iftihar ettiğini haber verdiği için yemin vererek sordum. (Müslim)
Ashâb-ı kiram'dan Şeddad bin Evs -radiyallahu anh- ile Ubâde bin Sâmit -radiyallahu anh- buyururlar ki:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile beraber bulunuyorduk. Aranızda garip yani ehl-i kitap var mı? diye sordu. Hayır dedik. Bunun üzerine kapıların kapatılmasını emretti ve Lâ ilâhe illâllah deyiniz. buyurdu. Bir saat kadar birlikte Lâ ilâhe illâllah dedik.
Resulullah Aleyhisselâm sonra da:
Allah'a hamdolsun, sen beni kelime-i Tevhid'le gönderdin ve beni bununla memur kıldın. Cenneti de bana bunun üzerine vaad ettin, şüphesiz ki sen vâdinden dönmezsin. diyerek duâ etti ve buyurdu ki:
Müjdeler olsun, Allah Azze ve Celle sizi mağfiret etti. (Ahmed bin Hanbel)
En mühim olanı ise Hazret-i Allahın selâmıdır. Bu her şeyin fevkindedir. Çünkü ehl-i cennet, cennet-i âlâda nâmütenahi nimetlerin içinde yüzerlerken büyük bir eksiklik olacak, ne olduğunu kimse bilemeyecek. Vaktaki Hazret-i Allahın selâmı eriştiği zaman, eksiklik gitmiş olacak, onun fevkinde hiçbir saâdet olamaz.
Sırf Allah için, riyâsız, gâyesiz, maksatsız o yola düşmek, halka-i zikirde bulunmak, o hitâb-ı ilâhiye mazhar olmak ne büyük devlettir. Kul olabilene dünyada da yeter, ahirette de yeter. İnsan bu nimetin kıymetini bilmeli, ibadetini ve şükrünü artırmalı isyanını ise söndürmelidir. Böylece rahmet-i ilâhinin garantisini elde eder. Elde fırsat dilde ruhsat varken bu lütuf ihsanının kıymetini bilip, daha çok zikir ve fikirle meşgul olalım, bize Allah yeter.
Zikrullah yapılan mahaller cidden çok kıymetlidir. Nasıl ki yıldızlar yerden tane tane görülüyorsa, melekler de zikir meclislerini böyle yıldız gibi tane tane görürler. Yukarıdan o güzelliği seyrederler. Rahmet melekleri ise onları dünya semâsına kadar kanatları ile çepeçevre kuşatırlar. Rahmet-i ilâhiyi saçarlar. O rahmet deniz haline gelir de oradaki insanları ıslatmaz. Rahmet-i ilâhinin içinde bulunan insanlar sudaki balıklar gibidirler. İnsanda böyledir. Onun rahmet olduğunu murad ettiği kimseler görür. Mahlûkta hiçbir şey yoktur. O lütfedecek ki olsun. Allahımız değer verenlerden etsin. Değer bulan, değer verdiğinden ötürü değer bulmuştur. Bir insan Hazret-i Allahın emir ve nehiylerine ne kadar değer vermişse mevla onu o şekilde değerlendirmiştir. Zikrullah için teşekkül eden bir halkanın kıymeti ne anlatılabilir, ne de tasavvur edilebilir.
Rabbimiz şükrümüzü, rızkımızı, zikrimizi artırıp isyanımızı söndürsün. Bizi bize bırakmasın, hayırlı umur, hayırlı ömür, hayırlı ölüm nasip etsin.
yazi icin tesekkurler..amacim yargilamak degil sadece bir ilave:
peki asil amac ne? nicin namaz kilariz,oruc tutariz
veya nicin zikrederiz?Allah-u Teala'nin bunlara ihtiyaci var mi?Bunlar icin istese daha fazla melek yaratmaz miydi?
yani bence bundan daha fazlasi isteniyor bizden ama sayica degil.bence buna en guzel cevabi tasavvufta bulabiliriz.fakat tasavvuf sadece zikirden ibaret degildir.o sadece bir arac....