Muhammedî Aşk Nedir?

Son güncelleme: 12.05.2007 09:05
  • Muhammedî Aşk Nedir?
      Ey Allahın Rasûlü! Ne mutlu Sana! Senin aşkına düşen ve vurgunun olan, Yüzüne  müştâk ve cemâline hayran olan, Dâima hasret ve vuslat ümidiyle yaşayan, Sofralarını ve sohbetlerini Seninle süsleyen, İnsten meleğe kadar sayısız pervânelerin var. * * * Aziz Sultanım benim! Ben şahsen Sana ve Senin her şeyine vurgunum;          Ama yeterince olmasa da, tutkun ve vurgunum. Sensiz gönül hep hüzünlü; Sensiz ömür hep çorak. Sevsin Seni bütün gönüller; vurulsun Sana bütün insanlar. * * * Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve selleme asla doyul- maz ve Ona doyum olmaz. Yani Onun Îmânındaki ihlâsına, ibâdetindeki samîmiyetine, itâatindeki sebâtına, sadâkatin- deki metânetine, takvâsındaki ciddiyetine, ahlâkındaki güzelliğine, şefkatindeki enginliğine, sabrındaki sürekliliğine, davranışlarındaki fıtrîliğine, cemâlindeki sevimliliğine, terbiye sistemindeki mükemmelliğine, idâresindeki güzelliğine, ümmetine karşı duyduğu merhametin sıcaklılığına, özellikle de âhirette ümmetine karşı göstereceği o en yüksek ve en kudsî fedâkârlığına, yani yüce şefâatine asla doyulmaz. Muhammedî aşk, Hz. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemi ve ona âit her şeyi,  ondan başka her şeye Allah için tercih etmek, onunla yetinip başkasına ihtiyaç duymamak, bir kısım şahsî çıkarların zedelenmesi yüzünden Onu unutma- mak ve şartlar ne kadar ağır olursa olsun Onu hiçbir zaman terk etmemek demektir. Muhammedî aşk ve iştiyâk, Hz. Muhammedsiz bir ömre râzı olmamak, Onsuz olan bir mevsimi kurak görmek, Onsuz olan bir dünyayı çorak saymak ve Onsuz olan bir hayatı kesinlikle içine sindirememek demektir. Muhammedî aşk ve iştiyak, her şeyde, her seste, her renkte ve her kokuda Onu görmek, Onun arzu ve isteklerin- de, gaye ve maksatlarında fanî olmak, Onu hatırlatmayan şeyleri yabancı görmek ve Ondan kaynaklanmayan her türlü zevk ve lezzeti unutmak demektir. Muhammedî aşka sahip olan bir kimse, bu aşk ateşini, iştiyak harâretini ve bağlılık hasretini bazan namazdaki salât-ü selâmlar ile, bazan Kuran-ı Kerimde Ondan bahseden âyetlerle, bazan Onunla ilgili olarak yapılan sohbetlerle veya hayâlen de olsa Onunla sohbet etmekle, bazan Onun adına başkalarına infakta bulunup bir kısım kırık kalbleri sarmakla, bazan en sevdiklerini bile İslâm için terk etmekle, bazan ölümü bile hiçe sayıp Ona kavuşma ve Onunla öbür âlemde görüşme arzusuyla ve sonra da yeniden Onunla yanıp tutuşmakla tatmin ve teskin etmeye çalışır. Nitekim kalblerinde böyle yüce bir aşkı misâfir edenler, daha doğru bir ifade ile kalblerini böyle bir aşka teslim eden sâdık ve vefâlı âşıklar, hep bu minval üzere hareket etmiş ve ruhlarında Ona karşı hâsıl olmuş olan aşk ve iştiyak ateşlerini hep bu yollarla teskin etmeye çalışmışlardır. Evet bütün Sahâbî ve bütün İslâm büyükleri bu ateşe sahip idiler ve Ona duydukları aşk ve iştiyak ateşini ancak böyle teskin edip rahatlıyorlardı. Hem onlar Onu düşün- medikleri, Ondan bahsetmedikleri, Onu anlatmadıkları ve Onun hâtırasına bir fedâkarlıkta bulunmadıkları günleri, kendileri için bereketsiz, uğursuz ve kapkara günler olarak görüyorlardı. Böyle durumlarda bitkisel hayattan farksız bir gün geçirdiklerini düşünüyor, ciddi bir şekilde hayıflanıyor ve hicaplarından iki büklüm oluyorlardı. Molla Câmî, ne kadar da isâbetli bir tespitte bulunuyor: Eğer  Mısır kadınları Onun nur yüzünü görselerdi, Ellerini değil; gönüllerini parça parça ederlerdi. Evet, şâyet  Onun Yüce Ruhunu ve Miracta rûhuna arkadaşlık yapacak ve birlikte yüce âlemleri seyre çıkacak kadar nûrânîleşen ve yücelen mübârek cism-i şeriflerini, diğer bir tabirle Onun temsil ettiği Hakîkat-ı Muhammediyesini sevgiden, aşktan, şevkten ve iştiyaktan az veya çok nasibi olan insanlar, gereği gibi görseler ve tanısalardı; o insanlar kendi ruh, kalb, gönül, zihin ve hayal âlemlerinde kendilerini meşgul eden şeylerin en büyüğünden en küçüğüne kadar hepsini süpürüp temizlerlerdi de, o âlemlerinde sadece ve sadece Yüce Allah sevgisini ve bir de Allahtan ötürü Hz. Muhammed sevgisini yerleştirirlerdi. Bütün iç âlemlerini böyle bir muhabbetle donatır ve süslerler ve bununla yetinir- lerdi de, başka bir aşka, bir iştiyâka, bir sevgiye ve bir ilgiye asla ihtiyaç duymazlardı. Âleme o muhabbetle bakar, onunla yatıp kalkar ve başkalarıyla o sevgi adına irtibat kurarlardı. * * * Hz. Fâtıma Vâlidemizin aşkı ve tutkunluğu: Her iki cihânın biriciği ve eşsiz incisi olan Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellemin, Fâtıma benden bir parçadır. Onu kızdıran beni kızdırmış olur. (Buhârî, fezâilüs-Sahâbe, 12) diye yücelttiği kızı Hz. Fâtıma (r.a.), Sevgili Babası hastalığında bir şeyler hissetmiş olacak ki çok üzülmüş ve çok ağlamıştı. Bir ara Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem bu Cennet kadınlarının efendisi olan biricik kızı Hz. Fâtımayı yanına çağırdı ve ona bir şeyler söyledi. Hz. Fâtıma Âh çekerek ve çığlık atarak ağlamaya başladı. Bu defa tekrar yanına çağırdı ve ona ikinci defa bir şey daha söyledi. Hz. Fâtıma vâlidemiz bu defa sevinç gözyaşı döktü ve bir Oh çekerek ciddi bir rahatlığa kavuştu. Daha sonraları Hazret-i Fâtıma (r.a.) Vâlidemize, bunun sebebi sorulduğunda özet olarak şöyle dedi: - Babam beni ilk defa çağırdığında, kendisinin yakında âhiret âlemine irtihâl edeceğini söyledi. Ben de Ondan ayrı kalacağımdan ötürü dayanamayıp ağladım. Babam benim çok üzüldüğümü görünce, beni tekrar yanına çağırdı, Imrân kızı Meryem ile annen Haticenın dışında bütün Cennet kadınlarının efendisi olman sana yetmez mi? (Üsdül-Gâbe, 5/ 523) dedi ve bana Benim ehli arasında kendisine ilk ulaşacak kimse olduğum (Tirmizî, menâkıb, 61) müjdesini verdi.  İşte bu müjdeli haber üzerine de, ben sevinip güldüm ve o anda benim hüzün göz yaşlarım sevinç göz yaşlarına ve ağlamalarım gülmelere dönüştü.  Düşünün ki, çok yakın bir zamanda vefat edeceğini anlayan Hz. Fâtıma vâlidemiz, henüz yirmi beş yaşlarında idi. Yani daha çok genç idi. Belki de henüz dünyayı tanımış değildi. Ama o mübârek vâlidemiz, Hz. Muhammedsiz (sallallahü aleyhi ve selem) bir hayatı istemiyor ve bu yüzden de çok yakın bir zamanda Ona kavuşacağı müjdesini aldığında seviniyor, bayram yapıyor ve sevincinden âdeta göklere uçuyordu.   İşte Muhammedî aşkın ve Ona duyulan iştiyakın, Ona olan tutkunluk ve vurgunluğun ve Onsuz bir hayatı istihkâr etmenin gayet çarpıcı, düşündürücü ve ibret verici bir örneği..   Sakın kalkıp da bana, Hz. Fâtıma vâlidemiz, ne de olsa Onun kızıdır. Babasına karşı bu derece düşkün olması normaldir ve pek fazla bir şey ifade etmez demeyesiniz. Çünkü gerek o asırda olsun gerekse sonraki asırlarda ve günümüzde olsun Onun binlerce ve milyonlarca âşıkları, tutkunları ve vurgunları vardır. İşte tutkunluk ve vurgunluk Ummânını bağrında taşıyan bir katre: Uhud savaşında, Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi  ve sellemin bir dişinin kırıldığını duyan bir Sahâbî, bunu içine sindiremedi de, bir kenara çekildi  ve Onun dişinin kırıldığı bir dünyada ben diş taşıyamam diyerek, eline aldığı taşla ağzındaki bütün dişlerini kırdı. İşte Muhammedî aşk ve iştiyak, işte Onun vurgunu ve tutkunu olmak ve işte Onsuz bir hayatı ve onsuz her şeyi değersiz görmek& * * * Yâ Rasûlallah! Senin Uhudda kırılan o mübarek dişine bedel, içinde bulunduğum şu asırda, Senin Allahtan alıp bize getirdiğin, harcını yıllarca kan, ter ve göz yaşlarınla kardığın ve binâsını bizzat o mübârek ellerinle kurduğun İslâm âlemi, nerede ise taş taş üstünde kalmayacak bir şekilde yıkılmaya başlamış ve hüzün ve sabır göz yaşların ile sulayarak ve bin bir güçlükle özenerek yetiştirdiğin İslâm bahçesinin havuzları kurumaya, ağaçları solmaya ve bülbülleri susmaya yüz tutmuş bulunmaktadır. Ama bütün bu yıkılışlar ve harâbeler karşısında, Seni tanıyor ve seviyor gibi görünen benim, kılım bile kıpırdamamaktadır. Yani bunca yıkılışları sadece izlemekle yetinmekte, îmân ve hayâ adına can çekişmekte olan neslin her gün biraz daha insanlıktan uzaklaşması karşısında hâlâ can kaygısına düşmekte, her tarafı kasıp kavuran fitne ve fesatların önüne geçmek için ciddi ve kalıcı her hangi bir çâre aramamakta; hattâ çâre aramak şöyle dursun, hâlâ dünyevi zevkler ve nefsânî safâlar peşinde koşmakta ve gününü gün etmeye çalışmaktayım. Diğer bir ifâde ile Sensiz olan denî bir hayata -hem de zararını ve mânâsızlığını pek çok defa gördüğüm halde- râzı olmaktayım. İşte ey benim Aziz Efendim! Duyarsızlığımdan ve vefâsızlığımdan dolayı hiç olmazsa Yüce Zâtınızdan özür dileyim de, Seninle olan irtibatım tamamen kopmuş olmasın. Çünkü biliyorum ki, Sen gerçekten çok, ama pek çok vefâlısın. Benim bağlılık adına gösterdiğim bu kadarcık bir özrü bile kabul edersin. Hem ümit ederim ki, bir kerecik dahi olsun şu dünyada bana nûr yüzünü ve mütebessim çehreni gösterir ve inşâallah âhirette de bana ve benim gibilerine şefâat elini uzatırsın.   * * *
#25.05.2006 09:24 0 0 0
  • goksahan kardeşim Allah razı olsun. Selametle.
#25.05.2006 17:03 0 0 0
  • goksahan KARDEŞ YÜREĞİNE SAĞLIK
#06.06.2006 23:42 0 0 0
  • TEŞEKKÜRLER
#17.06.2006 17:23 0 0 0
  • Allah razı olsun
#12.05.2007 09:05 0 0 0