Ey geceleri yeryüzüne düşen Ay’ın güvercin kanatlı gök çıkarması! Ey kapalı kapılar ardında konuşulan sırların mahrem dokunuşlarını gösteren gökkuşağı aynası.
Keskin bir bıçağın geceyi doğraması gibi zaman ötesi âlemlerden geldim yanına. Beyaz toynaklı tayların yellerinde savurdum acılarımın mecruh küllerini. Nil’de Fırat’ta yıkadım bereket kokan umutlarımın kırağı yemiş düşlerini. Sözlerimi koca bilgelerin kitaplarında değil, rüyalarında sakladım bakışları öldürmeye ayarlı manastır kızlarının. İnmemiş ayetlerin, doğmamış Peygamberlerin alın yazısına kazıdım sevdamızın eflatun hikâyesini.
Ümitsizliğe kurşun sıktım göğsümün dağlarında, bıçaklarla parçaladım bağrını yalnızlığın. Yokluğunun kara delikleri ile savaştım evrenin boşluğunda. Gezegenleri birbirine çarparak çoğalttım sevdamızın parçalanmış gök kızılı ufkunu. Sana zarar verecek ölümlülere karşı milyonlarca ölümsüz asker yetiştirdim kolonilerde. Sözlerini keskin bir bıçak, yakıcı bir kurşun gibi kullanıp tarumar ettim dağı taşı her gece. Tanrıça duruşunu kesme taş sarayların avlularına dikip bir anıt gibi, hiç hayal edilmemiş düşlerin salıncaklarında uyuttum bebeksi gözlerinin yorgun akşamlarını.
Her şeye rağmen günah işlemeye devam ediyorsun Leylim!
Et... Arsız ve umarsız davran, inkâr et sevdiğini, üzülmem. Mahşere kadar sus. Hiç kimseye söyleme adımın nasıl bir yakıcı kurşun, yıkıcı darbe oluşunu. İçinin denizlerini kuşatan koyuluklarda gizle gözlerimin savaş sonrasından kalma soluklanışlarını. Bu aşk’a yangın olma kıyamam. Hüzünbaz rüzgârlar sararda kalbinin gül fırtınasına tutulmuş dağlarını, incinirsin. Sen mutlu bir geleceğin düşlerini görerek büyümeye devam o sıcak yatağında.
Ben senin içinde yanar boğarım kendimi acılar denizinde . Yetmiş bin kanadımla kaplar Sema’yı, sevdamızın renkleri ile doldururum her yeri. Mecnun’lar la iki kişilik sevdanın bir yürekte taşınan çağlar üstü destanını yazarım kirpik uçlarımla gözbebeklerine. Varsın beni anlamasın kalabalıklar, ben seni varlığımın cennetleri ile yaşatmaya yemin etmişim. Yemin ettim seni ölümlülerin arasında ölümsüz kılmaya sevdiğim.
Ey dağları taşları yıkmaya niyetlenmiş bakışlar! Ey asi dağ çiçeklerini hıçkırıkları ile koparıp içime seren kuşlar!
Gökyüzünü parça parça kesip saçlarımın teliyle yırtılan aşkını yamıyorum şimdi. Şimdi karanlıklarda kalmayasın diye Tibetli rahiplerle bedenimi ateşe verip alev alev gökyüzüne yağıyorum her sabah.
Masalları andıran hayatların kristal renkleriyle örüyorum seni ben. Denizkızlarının okşanmamış duygularına döküyor, firari rüyaların göğüs boşluklarına saplıyorum hançer bakışlarının lacivert mızraklarını. Bilemezsin ah sana nasıl bir gelecek büyütüyorum saklı kentlerin pencere önlerinde. Kestane gözlerini yalazlanmış ateşlere sürüp zehirli sarmaşıklarla kuşatıyorum kalbimin çıldıran kanatlarını. Artık kitabeler almıyor leylim, İpek böceklerinin kozalarında şiirler yazıyorum sana burada. Yakamozların ışıltılarında besteleyip gözlerinin Hicaz türkülerini, yıldızlara öğretiyorum soylu kavgalarını.
Ruhumun devimini tamamladım bu mevsim.
Yüzeye vuran düşüncelerimin tortularını gözlerinin pınarlarında yıkadım. Ak tenini güneşlere serip tebessümünü sahillere döktüm her sabah. Her sabah güne O’nun adıyla başlayan dervişlerin sofralarına bıraktım sözlerinin elif yağmurlarını. Ben; sözlerime, düşlerime, umutlarıma değil secdelerime sarmalayarak büyüttüm seni Leylim. Ateşimin nasıl bir kutup soğukluğunda yangın olduğunu görmen için uzaktan bakman yeter bana, sokulma. Savrulan yelelerimin kıvılcımlarında tutuşursun kıyamam. Sen yanma sen ağlama sakın, ben ikimizin yerine de tutuşur ormanlar gibi cayır cayır yanar yakarım karaları.
Biliyorum bunlar sana o kadar uzak ki şimdi. Tebessümle yad ettiğin kırık bir hatıradan bahsediyorum lodosa kaptırdığın. Sen aşkı çoktan kaybettin Leylim! Duyamazsın beni şimdi. Sırtını dikenli geçmişinin dağlarına yaslayıp öyle dinliyorsun, umursamazsın... Öksüz cümleler geziyor içinin labirentlerinde derbeder, kör topal, hercai... Farkında olmasan da kaybediyorsun her gün. Her sabah kalktığında bir ceylan ölüyor içinde, kefenleniyor palazlanmış sancıların mezatlarında. Her sabah bir hatıra hayallerini bölüyor kör testerelerle, her sabah geleceğini geçmişinin mezarlarından çıkarıp atamamanın acılarıyla kıvranıyorsun ölümlü yârim.
Sonsuza kadar senin gözlerin serin kalsın, senin sözlerin ırmak. Senin gözlerin bana yüzyıllarca uzak bir deniz gibi yaşasın. Olsun... Ben saçının her teline bin defa ölür ağrılı kalp çarpıntıları arasında Yusuf’un kanlı gömleğini giyerek yeniden dirilirim.