Çocukluğumun Ramazanları

Son güncelleme: 04.08.2011 08:30
  • Çocukluğumun Ramazanları öyküsü - Ömer Fazı öyküleri


    Ayların en şeni, en canlısıdır ramazan hayatımızda. Hani denir ya burnumda tütüyor diye işte bu söz sanırım ramazan için birebir..öyle değil mi? Kiminin burnunda dalından yeni koparılmış bir yaz meyvesi, kimininkinde taze beyaz gül, ya da dağlardaki kekik gibidir O'nun kokusu..Hatırlarım da beni hep sevince boğan Ramazanın muştusu işte bu kokudur...Merak etmişsinizdir benim burnuma nasıl kokar ramazan...Söyleyeyim tıpkı fırından yeni çıkmakta olan bol küncülü (susamlı) ve çörek otlu pidenin etrafına yaydığı o muazzam kokudur...

    Daha ramazan gelmesine bir ay kala kendi mevsimine alır bütün inananları.Hazırlıklar başlar tüm evlerde ayrı ve tatlı bir telaşla..

    İşte böyle bir ramazan arifesinde, annem yapacağı hazırlıkla alakalı eksikleri tespit eder ve babama veya ağabeylerime almalarını söylerdi..öncelikle, bizim evde mutlaka vazgeçilmezlerden olan mantı hazırlanır.Annem, ablam ve komşulardan katılanlarla birlikte oluşan bir mantı heyetince hamur bezeleri yapılır, onlar özenle ve sabırla açılır, finalde ve zor olanı mantının büklüm büklüm ve hepsi aynı boyutta olmak üzere taneleri bükülür..Bizim memlekette genelde içi boş mantı bükme adeti yaygındır..Kayseri de ise, mantı içerisine konulan kıyma ile bükülür ve fırında pişirilir. Oysa bizde iftarda orucumuzun olmazsa olmazı olan bu lezzetli aş sulu yapılır..yani bizim ramazanlarda mantı yenmez, içilir çorba gibi..sulu ve içi boş olarak yapılır, yalnız üzerine bol kepçe etli salçalı sos dökülür..

    Tabi sizlere burada sadece ramazanda yediğim ve içtiğim şeyleri değil nostalji olarak hatırlanan her bir şeyi yazmak isterdim. Ama ramazan, genelde gündüzü açlıkla imtihan olunan ve akşamı ve gecesi doyurucu ve çeşitli yemekleri ile nam salan bir aydır bu Anadolu topraklarında. O sebeple olsa gerek, ramazan denilince hemen yemeklerden bahsederiz. Gelelim ramazandaki bizim sofranın demirbaşı olan diğer bir yemeğe..hem iftarın hem de sahurun mutlaka bulunması istenilen ve çok da faydalı yiyeceği hoşaftır..Annem haftalık olarak bolca kuru üzüm hoşafı yapar..Bilinenin aksine annemin hoşafları şekerli değil pekmezlidir..

    Bir de iftara saatler kala, evin küçük çocukları peynirli ve tahinli pideler için hazırlanmış malzemelerle fırının yolunu tutarlar...her mahallede mutlaka bir fırın çalışır bizim oralarda..iftara az kala gidersek fırına, uzun bir kuyruk ile karşılaşırdık. O sebeple en az bir saat kala fırına gider o günün peynirli veya tahinli malzemesi fırıncı amcaya/ağabeye verilir fırının bir köşesinde kuruyan dudakların arada bir dilin serinletmesi seansları ile beklenirdi. Hazır olduğunda ise fırıncının bir işareti ile kucakladığımız gibi sokağa atardık kendimizi..tabi parasını bekleme sırasında hal yoluna koymak en uygun olanıdır. Eve doğru kucağımda tahinli ile giderken, orucun en zorlandığı anlarıdır..eğer 'tekne orucu' tutuyorsam azcık azcık diye diye yarılardım eve kadar kucağımdaki her ne ise olan şeyi..siz de bilirsiniz Anadolu'nun hoşgörü ve sevdirme usulü ile hayat bulan bu oruç çeşidini..yani tekne orucu yarı ye yarı aç kal..soranlara bende orucum demek çocuk aklın ne de hoşuna giderdi.. dedim ya Anadolu insanının ne de güzel buluşudur bu oruç çeşidi..çocuklar kademe kademe oruca ısınır ve bakarsın bir gün akşam çocuk annesine der ki, anne bu gece sahura beni de kaldır artık büyüdüm oruç tutacağım..ne mutlu bir durum değil mi...

    Neyse yenilen içilen benim olsun sizlere biraz da ramazanın yaşananlarını anlatayım ne dersiniz?..her iftar saati öncesi heyecan ve sevinç karışımı bir psikoloji içerisine girerdim. Sokaklar ezanın ilk duyulduğu an'a kadar oyun oynayan çocukların şen şakrak gürültüsü ile doluyken, Allahüekber nidaları ile birden çil yavrusu gibi dağılan ve kaybolan çocukların arkalarında ölüm sessizliği bırakmaları hep hayretimi mucip olmuştur. İşte bende annemin defalarca 'hadi oğlum gel' demesine rağmen sokaktan kendimi alamaz ezan'a kadar arkadaşlarımla oyunu iliğine kadar yaşardım..ne zaman kulağıma ezanın ilk 'A...' tınısı çarptığında ne oyunu ne de başka birşeyi, gözüm hiçbir şey görmezdi işte o an.. birde bakardım ki kendimi sofranın baş köşesinde bulmuşum ve ilk kaşık ile orucumun bozulmasını taçlandırmışım... 'yavaş oğlum' dese de annem ve babam ben salladığım kaşığın sesine ve midemin neşesine ayak uydurmaya devam ederdim...hiç düşündünüz mü? Bir çocuğun oyunun tam böyle en heyecanlı noktasında iken ve anne babasının 'haydi' demesine aldırmazken, kulağına İsrafil meleğin Sur'u üflenmiş gibi tek bir elden ortası, sonu, en önemli anı demeksizin terk-i oyun ve sokak etmesi nasıl bir reflekstir?...İşte bu da ramazanın en önemli enstantanelerinden olsa gerek..açlığın insanlar için nasıl bir imtihan olduğunun da ayrıca tefekküre haiz bir durum olduğu da görmezden gelinemez..

    Teravihler..ah o güzelim anlar..biz çocuklar için teravihler ibadet anı olarak değil bir eğlence oyun sebebi olarak değerlendirilirdi..eğer cemaat ile uyarsak teravih namazına ya ortasında ya başında muzır bir gülüşle bozardık hep beraber namazı..ya da mahallenin yaşlı ve hırçın amcalarının sert ikazı ile terk ederdik camiyi ve de namazı..bizim için mahallenin camisinin önü ve bulunduğu cadde boylu boyunca eğlencenin merkezi olurdu her ramazan gecesinde...cemaat dağılana dek ayrı bir telaşla ve koşuşturma ile kurulur ve bozulurdu oyunlar, cemaat dağılıp, camii imamının haydi dağılın çocuklar, herkes evine seslenmesi akabinde ise şerefenin kısık ve cılız ışığı altında sessizliğin derinleştiği o vakitlerde ayrıydı saklambaç oynamak.. ağabeylerimiz ya da evin babaları ise kimi sahura, kimi de sahura az kalana dek 'kahve milleti' ile dirsek çürütürlerdi.

    Annemin uyku arasında duyduğum sesi ile yanan ışıkların odama sızan aydınlığından 'erlik vakti' geldiğini anlardım. En zorlandığım andır sahura kalkma anı..ama bir yandan da hoşuma gitmiyor dersem doğru olmaz. Kalkar kalkmaz yüzümü yıkamadan önce eğer sofra hazır değilse doğruca annemin yanına mutfağa gider göz ucu ile ne hazırlamış onları teftiş ederdim. Babam genelde bulgur pilavı hoşaf ve ertesinde çay isterdi sahurda. Ancak benim için kahvaltılık olsa da fark etmezdi. Yalnız sahurda da fırından getirilmiş sıcak peynirli ya da tahinli pidenin olması ise özel tercihimdi. Uyku ile karışık sahur atıştırması ve su ile sofradan kalkılması üzerine yatağa doğru en hırslı yöneliş başlardı. Annem mutlaka ezanı bekler imsakı başlatarak uykuya dalardı. Benim ise en sevdiğim sahur, yatağımın sıcaklığı soğumadan biteniydi. Ramazanda uykunun sahur ile delinmesinden ötürü sabahları ayrı bir mahmurluk olurdu mahalle ve ev halkının üzerinde...

    Ramazan böyledir benim çocukluğumda, gündüzleri ayrı bir mistik hava, akşamları telaşlı bir çaba, teravih zamanı ibadet ile ihya, sahuru ise uykuyla karışık, 'az daha ye acıkırsın' uyarıları ile hatırda...ama her ramazan gerisinde öyle bir tat bırakır ki dimağlarda..ve özlenir bir dahaki zamana..neticesinde bayram neşvesi öyle güzel bir hitama erdirir ki bu muhteşem ayı, ne tadını, ne havasını, ne de yaşanan özel her bir anını size ifade etmek için ömrümü koysam mürekkep olarak kaleme, yetiştiremem cümleleri bitirmeye...


    Ömer Fazıl
#04.08.2011 08:30 0 0 0