Bir Bayram Öyküsü

Son güncelleme: 02.09.2011 17:20
  • Bir Bayram Öyküsü - Aysel Aksümer


    Kristal şekerlik, koca bir yıl özlemini çektiği rengârenk şekerlerine kavuşmanın tatlı sarhoşluğunda büfede yerini almıştı. Gümüş tabak da aynı yerde pırıl pırıl parlıyor sanki "ben de beyaz bademlerimle sütlü çikolatalarımla buradayım" der gibiydi. Hemen yanı başında arzı endam eden desenli antika kolonya şişesi ise limon ferahlığını üç gün boyunca damla damla yaşatmak için can atıyordu.

    Terlikler, az sonra teşrif edecek misafirleri ayakkabılıkta beklerken oldukça sabırsızdı. Mutfakta ise hummalı bir çalışma sonrası büyük bir sessizlik hakimdi. Camlar açık olmasına rağmen enfes kokular evin her bir köşesini sarmıştı. Servis edilmek üzere tepsilerde bekleyen şerbetli tatlılar, borcamdaki zeytinyağlı dolmalar da iştahla yenmek için kapı zilinin komutunu bekler gibiydiler.

    Salona yüzey temizleyicisinin lavanta kokusu tüm güzelliğiyle sinmişti. Tüller kar gibi beyazdı. Aile fertlerinin hepsi tertemiz giysileri ile koltuklardaki yerlerini almışlardı. Fakat yüzlerine gri bulutlar çökmüş ve hepsinin de bakışları sözleşmişcesine hüzünlüydü. Çünkü bir bayrama daha buruk bir biçimde giriyorlardı. 'Keşke keşke!' diyordu ailenin en küçük kızı Nergis ve cümlesi tamamına ermeden bıçak gibi oracıkta kesiliveriyordu. Büyükler , boşlukların hangi kelime ile dolacağını biliyorlar ama sadece 'ah keşke!' demekle yetiniyorlardı. Ama böylesi bir boşluğun hiç bir şekilde dolmayacağını adları gibi biliyorlardı. Sofrada, aile büyükleri yemeğe başlamadan bir lokma bile ağzına almayan küçükler tutamadıkları gözyaşları ile bildikleri bütün kuralları ihlal ediyorlardı. Nergis, ellerini yüzüne kapatıyor ama hıçkırıklarının duyulmasına mani olamıyordu.

    'Çok özür dilerim babacığım. İzninizle odama geçebilir miyim?'

    Çetin Bey, buğulanan gözlük camlarını cebinden çıkardığı mendille silerken onaylar bir biçimde başını sallıyordu.

    Kardeşinin salondan çıkışını adım adım izleyen Nazan, gözyaşları arasında suskunluğunu bozuyordu.

    'Dile kolay babacığım, rahmetli anneciğim aramızdan ayrılalı tam beş yıl oldu ama daha dün gibi. Hatırlıyorsun değil mi? Her bayram arifesinde her şey mükemmel olsun diye nasıl da geç vakitlere kadar iş yapardı. Bizlere de her ne olursa olsun kapınıza gelene hizmette kusur etmeyin derdi. Ama çok zor be babacığım! Onun nasihatleri olmasa inan hiçbir şey yapmayacağım kapıyı da kimseye açmayacağım.'

    'Kızım öyle deme! Günaha giriyorsun. Dinimiz ölünün arkasından ağıt yakmayı değil dua etmeyi emreder. Anneniz yüreğimizde ve bizden sadece dua bekliyor.'
    Sözlerin bittiği yerde sessizlik derinleştikçe derinleşir ta ki kapının zili çalana kadar.
    Çetin Bey yutkundu ve derin bir nefes aldıktan sonra 'Siz annenizin çocuklarısınız! Şimdi o kapıyı açın ve her kim gelmiş ise en iyi şekilde ağırlayın. Anneniz emin olun bunu hissedecektir!'

    Kızlar, antreye doğru ilerlediklerinde kapının ardındaki konukların sesi içeriye o kadar net geliyordu ki.

    'Tüh! Herhalde yoklar. Geldik bulamadık diye not mu yazsak acaba?'

    Nazan ve Nergis gözlerini iyice sildikten sonra yüzlerine alelacele yerleştirdikleri bir tebessüm ile kapıyı açtılar.

    Misafirler içeriye doğru adım atarken 'Kapı açılmayınca yoksunuz diye düşündük. Neredeyse dönüyorduk' dediler sitemli bir şekilde.

    'Kusura bakmayın zilin sesinde sorun var herhalde. Hoş geldiniz. Nergis! Canım terlik ver misafirlerimize!'

    Nazan'ın güler yüzü ve tatlı dili, misafirlere kapının geç açılmasını unutturmuştu. Hayat acısıyla tatlısıyla devam ediyordu hem de tüm hızıyla. Terlikler ayaklara, şişe içindeki kolonya avuç açan ellere, gümüşlüğün içindeki çikolatalar ise misafirlerin damaklarına çoktan kavuşmuştu bile.

    Sohbet bir süre sonra yine aynı kelimede uzun bir mola vermişti. Bu sefer 'Keşke!'diye cümleye başlayan misafirlerdi.



    Aysel Aksümer

#02.09.2011 17:20 0 0 0