Onlar yüzlerce yıldır tutkulu, kararlı ve ölümüne aşkın simgesi. Ama onlardan söz ederken hep göz ardı ettiğimiz bir şey var: Romeo ve Jülyet yeniyetmeydiler.
Yani çocukluğun asude neşesini terketmiş olmanın hüznüyle geleceğe dair endişelerin insanın her anını zehirlediği o malum yaşlardaydılar.
Güzel, coşkulu, uçsuz bucaksız hayalleri vardı.
Bilmedikleri ve üzerlerine üzerlerine gelen gelecek karşısında tek direnme noktaları bu yüceltilmiş hayalleriydi.
Ne var ki, ailelerinin arasındaki acımasız düşmanlık onların hayallerinin gerçekleşmesine izin vermiyordu.
Ölümleri her şeyin sonu oldu.
Peki, burada duralım.
Ve düşünelim.
Ya tersi olsaydı?..
Yani her şey yolunda gitseydi ve çatışma aileler arasında değil de; iki gencin romantik beklentileriyle düzenli beraberliğin (evliliğin) somut gerçekleri arasında baş gösterseydi...
Mesela aileler birbirleriyle çatışmak yerine Romeo'yla Jülyet i başgöz edip kızın pırlantasından oğlanın işine gücüne kadar ne varsa, hepsine karışsaydılar...
Çağlar aşan bir trajedi yerine komedi çıkardı karşımıza. O da en iyi ihtimalle!
Bu yüzden karanlık yorumların el üstünde tutulduğu kimi psikanalitik metinlerde Romeo ile Jülyet; sürekli beraberliğe dönüşen aşkların ağır ağır etkisini gösteren zehrini içmektense bir yudumda zehir içmeyi tercih etmiş kahramanlar olduğu yazılmıştır.
Abartmalı bir yorum elbette! Ama itiraf etmeli ki, pek ince ve haklı ayrıntılar içeren bir abartma. Öyle değil mi?
***
İnsan sever ve sevdiğini ister.
Orada, uzakta değil, burada, yanıbaşımda olsun ister.
Hatta içinde bir yerde olsun ister.
Ama o kadarla kalmaz seven insan.
Sevdiğiyle birlikte bir hayat da ister.
Ve bir de bire yeşil panjurlu ev hayali başköşeye yerleşir; bütün arzuların üzerine ağırlığını bastırır.
Ancak yeşil panjur zor iştir.
Bir türlü hayallerdeki yeşili tutturamaz gerçek hayattaki boyacılar.
Tam renk tuttuğunda panjurlar çürümeye, rüzgar ve ışık geçirmeye başlar.
Bahçedeki hanımelleri mi?..
Onca iş güç koşuşturma içinde bahçeye hanımeli dikmeyi başarabildilerse bile sulamayı unuturlar. Hatta kim sulayacak bu hanımellerini?tartışması bile çıkar ki, şiddetini ve ciddiyetini hiç yabana atmamalı.
O kadarla da kalmaz.
İşin içine karışan ailelerin durumu, çatışan ailelerden daha kabul edilir değildir. Bu gerçek zamanla anlaşılır.
Yetmez.
Komşular, arkadaşlar, baştan çıkarıcılar...
Hepsi düzenli beraberliğe dönüşen tutkulu aşkı zorlar.
Yani hem sevgili hem de başkalarının arasında herkes gibi biri olmak öyle uzaktan kolay görünür. Yakından işler çoğu zaman başka türlü yürür.
Sonunda yüceltilmiş romantik beklentiler (idealler) ile gündelik gerçekler arasında açılan uçurumdan aşağı ya ruhlar fırlatılır ya da doğrudan ilişkilerin kendisi...
***
Asıl anlatmak istediğim şu...
Düş kırıklıkları, öfke ya da sıkıntı ve kayıtsızlık çukurunda debelenen ilişkileri tartışırken bin türlü tarafından dem vuruyoruz.
Aşkın ruhsal ve kimyasal ömrü, cinsellik, arzuların sınırsızlığı gibi şeyleri tartışıyoruz.
Hatta elektrik ve kira faturalarının ya da bir süre işsiz kalan partnerin solgun bir güle dönüşmesinin yarattığı sonuçları bile tartışıyoruz. (Öyle ya Romeo ve Jülyet için bunlar hiç söz konusu olmadı!)
Doğru yapıyoruz.
Fakat ilişkinin ilerki yıllarında ortaya çıkan sorunların ve kırgınlıkların altında yatan nedenler arasında başlangıçtaki romantik ideallerin payını unutuyoruz.
Romantizmin en büyük düşmanı, romantik ideallerin ta kendisi olmasın sakın!