Yıl 1990, asistanım henüz... İlk kez bir televizyon programına çıkacağım hocamın isteği üzerine. Konu "unutkanlık". Canlı yayın değil ve ben ilk kez kameralarla karşılaşacağım. Sunucu hanım bana önceden 5 tane soru söyleyerek, bunların yanıtlarını isteyeceğini bildirdi. Çekim başladı, söylediği soruları sorup, yanıtları aldı. Bitti sanırken daha önce bahsetmediği bir soru daha sordu. Doğal olarak ben de yanıta "evet, bunu unuttum" diye başladım. Sonradan izleyen herkes bunun bir espri olduğunu düşündü. Oysa ben yanlış kullandığım kelimeye takılmıştım. "Unuttum"... Unutmam için önceden belirlemem, bilmem, planlamam gerekti. Ben unutmamıştım. O gün iki şeye karar vermiştim. Biri, bir daha asla hiçbir programda önceden soruları konuşmadım; her şey doğal akışıyla gitti. Diğeri ise unutma, unutulma, unutkanlık gibi sözcükleri kullanırken anlamlarını hiç unutmadım.
''HER ŞEYİ UNUTUYORUM!''
Unutma üzerine edebiyatlar, unutma üzerine savaşlar, unutma üzerine intikamlar, hayatlar kurulmuş. Kimi zaman unutulmaktan, unutmaktan yakınmışız, kimi zaman unutamamaktan. Kimi zaman unuttuk diye suçlanmışız, kimi zaman unutamadık diye. Kimi zaman "unutacağım" diye haykırmışız, kimi zaman "unutmayacağız, unutturmayacağız" diye. Bazen unutmuş olmak zavallılık olmuş, aşağılanmış, bazen de unutamamış olmak. Doktorlara gitmişiz kimi kez "her şeyi unutuyorum" yakınmalarıyla, yine doktorlara gitmişiz "unutamıyorum" yakınmalarıyla ve her defasında hasta saymışız kendimizi.
Oysa hafıza son derece fizyolojik bir işlemdir: Beynimizin bir fonksiyonu. Ne kalbimize uzanır yolu, ne de siyasi düşüncemize, kişiliğimize. Yakınıyla, uzağıyla hafıza bir beyin fonksiyonudur işte. Beyni etkileyen önemli hastalıklarda istemesek de, dirensek de kaybolabilen; sıkıldığımızda, üzüldüğümüzde tüm karşı koymamıza, direnmemize karşın işleyen bir fonksiyon.
Hafıza yakın ve uzak geçmişi doğru olarak anımsayabilme yeteneğidir. Bazı hastalıklarda aşırı artma görülebilir. Bir düşünün hiçbir şeyi unutamamak, her şeyi hemen anımsamak hoş olmasa gerekir.
Bazı hastalıklarda ise tamamen yitirebiliriz: Yani hiçbir şey anımsamama. Hatta kim olduğunuzu bile. Hafıza yitimi bazen geriye doğru olur ve geçmişi unutursunuz. Sanki ardınızdaki kapıyı kapatıverirsiniz. Ama hep kapının ardında ne olduğunu merak ederek. Bazen ileri doğrudur hafıza kaybı, yani eskileri anımsarsınız ama yeni öğrendiğiniz her şey hemen uçar gider belleğinizden.
Kimi zaman hastalar hafızalarındaki boşlukları doldurmak için uydururlar ve uydurduklarına inanırlar. Kimi zaman hastalık hafızanızda belli yerlerde boşluklar yaratır sadece. Ve yaşlanmanın, demansın belirtilerinden biridir unutma. Geçmiş parlarken, bugün anımsanamaz bir türlü. Depresyonda olduğu gibi, dikkat eksikliğinde olduğu gibi öğrenilenler çabucak unutulabilir.
Bunların tümü hastalık göstergesidir. Bazı durumlarda güzel şeylerin tadını unutmaktan yakınırız. Demli çayın, güzel havanın, yaşamanın... Oysa unutmayı yanlış kullanırız. Tatları unutmamışızdır, sadece o denli üzgün, sıkıntılı ve depresyondayız ki o tatları alamaz olmuşuzdur. Unutulmaktan korkarız çoğu kez. Habire ardımızda bizi anımsatacak, unutturmayacak bir şeyler yaratmaya, bırakmaya çalışırız. Öncelikle ailemiz, dostlarımız sonra tüm dünyanın bizi unutmamasını arzularız. Aşık Veysel gibi bir gücümüz varsa, alır sazımızı elimize "dostlar bizi hatırlasın" deriz. Ama böyle bir becerimiz yoksa içimizden sessizce diler ve çabalarız. Bir yandan birçok şeyi unutmaya çalışırken, yaşamımızdaki bir çok insanı unutmayı arzularken unutulmamaya çalışırız.
Unutmak da aynı oranda korkutur bizi. İnsanları, öğrendiğimiz bilgileri, yapmamız gerekenleri unutmaktan. Unutkanlıktan yakınırız, geçirmeye çalışırız, anımsamayı başarı sayarız ve yine de unutmaya çalışırız. Hafızamızdan mucize bekleriz. İstemediklerimizi siliversin hemen ve istediklerimizin altını çizsin. En çok da biten sevdalarda ve yapılan hatalarda arzularız bunu. Oysa hatalar unutulmamalıdır. Unutulmamalıdır ki tekrarlanmasın, ders alınsın, daha doğrusu yapılsın.