Kırılmaktan korkuyoruz, bütün hepsi bu işte! Bu kadar basit bir cevabı var aslında yaptığımız bütün saçmalıkların. Kendimizi koruyarak zarar veriyoruz.
Biz ki; ayakları üzerinde duran, istersek dünyayı yerinden oynatacak özgüvene ve cesarete sahip kadınlarız, hani eteğimizde ağlayan 10 çocukla tek başımıza evi geçindirir, çalışır, o çocukları okuturuz ya, işte biz onu yapabilen kadınlar, konu aşk olunca aptallaşıyoruz.
En hayatın tozunu attırmış olanımızdan tutun da, daha baba evinde camdan kafayı uzatmamış olanımıza kadar, konu aşk olunca endazemiz kayıyor.
Aşk dediğin, bizi ele geçirince, sanki içimizden bir şeytan çıkıyor. Kimse anlamıyor kendini, bir tuhaf kaçma hali başlıyor. Kimseden değil kendimizden.
Bir sürü bahane buluyoruz mesela karşımıza çıkan insanlara, osunu busunu eleştiriyoruz. Adamın ne iyi yanı var diye sorgulamıyoruz da, neyi yok diye bakıyoruz.
Hani derler ya, namaza gönlümüz yok, ezanı duymuyoruz. Derdimiz başka bizim! Ağzıyla kuş tutsa gelen, sırtında altından kanatları olsa bahanemiz var. Kimseleri beğenmiyoruz.
O kadar çok şartımız ki; kimse onların altından kalkamıyor, zaten kalkmaya da uğraşmıyor. Herkes sıradakini merak ediyor. Bununla olmadı öteki! İyi de arkadaşım, sen daha az önce yanından geçip giden, o reddettiğin kişiyi bile tanıyacak kadar zaman harcamadın ki!
Emek vermek için garantiler istiyoruz, aynı garantiyi karşımızdaki de kendince bekliyor. O zaman iki keçi köprüde karşılaşıyor, kimin düşeceği önem kazanıyor. Oysa asıl önemli olan düşmeden birlikte karşıya geçmek değil miydi?
Erkeklere sorsan, kadınlar delirmiş, haklılar, delirdik! Bize çocukluğumuzdan beri öğretilen doğru ve yanlış ne varsa, günümüzde onların tersini yaşıyoruz. Bilincimizin altı zaten çamur içindeydi, şimdi üstü de karıştı.
Çağa mı ayak uyduracağız, gelenekselde mi kalacağız, kendimize harman mı yapacağız? Bizim de feleğimiz şaştı yahu! Eteğimizi uzatalım mı, kısaltalım mı? Mini etekliler mi revaçta, uzun etekliler mi belli değil!
Bizi bizden alıp parçaladı şu dünyanın hızlı dönüşü, hepimizi bir yere savurdu. Şimdi elimizde kırılmış kalplerimizi tutup gösteriyoruz her yeni gelene, “bak uf oldu” diyoruz kanayan kalbimize bakıp küçük kız halimizle. Sonra kaçıyoruz herkesten, bir dolaba saklanıyoruz. Gelip bizi bulacak bir prens arıyoruz ama o prens hiç gelmiyor. Biz o dolabın içinde uyuyakalıyoruz.