İlluminati ve Hz.Süleyman'ın Tapınağı

Son güncelleme: 22.12.2013 17:04
  • illuminati hakkında - hz. süleyman ve tapınağı hakkında - hz. süleyman'ın tapınağını kimler yaptı

    “Bazı Kabalistlere göre, Kral Davut ve Kral Süleyman Kabalacı Majikal(büyü) Sanatlar ile harikalar yapabiliyorlardı. Pentagram (beş köşeli yıldız) Süleyman’ın Mührü ve Heksagram(Altı köşeli yıldız) Davut’un kalkanı olarak bilinirdi.”
    Sefer Yetzirah, Westcott and Mathers, 1888
    Hz. Süleyman, Tapınağın yapımında cinleri kullanıyordu, bu cinler Hiram Usta’nın emrinde çalışıyorlardı ve tapınağın duvarını örüyorlardı, yeteneklileri heykeller, süs eşyaları yapıyor bazıları ise denizin altından inciler çıkarıyorlardı. Tapınağı yapan duvar ustası cinlere Mason deniyordu. Günümüz masonluğunda ileri derece masonların bazı ileri seviye cinlerden emir aldıkları anlatılmaktadır. Acaba Hz. Süleyman döneminde insanlara hizmet eden Mason cinlerle, şu anki insanlar yer mi değiştirdi? Veya şu an cinler masonları kullanarak insanlardan intikam mı alıyorlar? İşte bu yazımızda bu konuyu irdelemeye çalışacağız.
    Tarih boyunca Orta doğudaki semavi(tek tanrılı) dinlerin peygamberlerine baktığımızda büyük zorluklarla dini yaymaya çalıştıklarını görürüz. Seçilen peygamberlerin çoğu fakirdi ve halkın avam tabakasına hitap ediyorlardı. Güç ve iktidar sahibi olan zenginler ise onlara karşı çıkıyorlardı. İşte bu duruma istisna olarak bilinen tek peygamber Hz. Süleyman’dır.
    noimage
    (Hz. Süleyman’a ilahi bir güç bahşedilmişti)
    Hz. Süleyman babası Davut’tan, krallığı devraldığında, sınırlar Fırat nehrinden, Sina çölüne kadar uzanıyordu. Hz. Süleyman’ın diğer peygamberlerden farklı olarak doğa üstü güçlere hakim olduğu biliniyordu. Neydi bu doğa üstü güçler, cinlere hakim olma, rüzgarı kullanma, hayvanları kullanma ve konuşabilme , görkemli binalar inşa etme vb. Süleyman Tapınağını duymayan yoktur, büyük bir mimari estetikle inşa edilmiş saray, o günlerde tebliğ amacı ile kullanılıyordu. Süleyman peygamber zamanında bölgede barış, huzur ve bolluk yaşanmıştır.
    Her peygamberin karşılaştığı gibi Hz. Süleyman’da bazı zorluklarla karşılaştı. Bunlardan ilki onun büyü yolu ile bu güce eriştiği idi. İsrail oğulları her zaman olduğu gibi onun büyücü olduğuna dair söylentiler çıkarttılar. Bunun üzerine Süleyman’ın yaptığının büyü olmadığını ispatlamak amacı ile Babil’e Harut ve Marut adında iki melek indirildi, bunlar insanlara kara büyü öğretmeye başladılar. Fakat bu bilgileri öğretmeden önce insanları uyarıyorlardı. Harut ve Marut’un dünyaya indirilme sebebi muhtemelen Süleyman a.s verilen mucizelerle, büyünün farkını ortaya koymaktı. Daha sonra bu iki meleğin öğrettiği büyüler günümüzün modern masonluğunda ve Kabalasında da yerini alacaktı.
    noimage
    (Hz. Süleyman cinleri kendi emrinde çalıştırıyordu)
    Süleyman peygamber’in bir süre iktidarı cinlere kaptırdığı da yine anlatılanlar arasındadır. Konu Tarih-i Taberi de söyle anlatılmaktadır;
    Süleyman a.s’ın bir yüzüğü vardı. Bütün insanlar, cinler, yırtıcı hayvanlar, kuşlar ona boyun eğerlerdi. O mührün üstünde İsm-i Azam yazılmıştı. Süleyman a.s ne zaman ayak yoluna çıksa, o yüzüğü Cerrade adındaki hatuna verirdi. O en ulu karısıydı. Ona güveni vardı. Bir gündü: Yüzüğü yine ona vermişti. Kendisi su yoluna gitti. Devlerden bir Dev vardı. Kaya adında biri, o yüzüğü her zaman hile ile almak kastındaydı. Süleyman a.s ayak yoluna gittiğini görünce kendisini Süleyman a.s’ın şekline benzetti. O yüzüğü ulu hatundan aldı. Parmağına taktı. Ve Süleyman a.s’ın kürsüsüne geçti, oturdu. Bütün halk, devler, periler, kuşlar onu görünce, Süleyman Nebi sandılar. Süleyman a.s ayak yolundan çıktı. Karısı Carade’den yüzüğü istedi. Carade kadın:
    -“Sen Devsin!” dedi. Süleyman a.s’ın bu sözle gönlü kırıldı, çok kızdı. Karılarının odalarına girmek istedi. Fakat kendisini hücrelere sokmadılar. Ona:
    -“Sen Hz. Süleyman Nebimizin şekline giren bir devsin!” dediler. Her nereye gittiyse:
    -“Süleyman a.s işte kendi tahtında oturuyor. Sen devden başka bir şey değilsin!” dediler. Süleyman a.s şaşkınlık içinde, başı dönmüş olarak sarayda çıktı. Anladı ki, Allhü Teala’dan kendisine bir bela erişmişti. Oradan tahtına geldi:
    -“Ben Davut oğlu Süleyman’ım. Halkım benim kalbimi kırdı!” dedi ise de, onlar da:
    -“Sen cini kavmindensin. Kendini Süleyman a.s şeklinde göstermektesin.” dediler. Bundan sonra Süleyman a.s sokaklara düştü, yürümeğe başladı. Halkın bütün inancı şuydu: Bu kişi bir cinidir, Süleyman Nebi değildir. O da kollarını açtı ve şöyle yakarmaya başladı:
    -“Ya ilahi! Nebilerden çok kimseyi belalara uğrattın, Ama kendi rızkını kendisine haram kılmadın. İşte ben tevbe ettim ve günahımı biliyorum. Artık onun gibi bir günah işlemeyeceğim.”
    Şimdi yolda yürürken yerde bir parça kuru ekmek buldu. Yemek istedi kuruluğundan yiyemedi. İlerleyip yürüdü deniz kıyısına geldi. O ekmeği ıslatıp yemek diledi. Elini ekmekle suya uzatmış ve suya sokmuştu ki ansızın bir dalga geldi. Ekmeği elinden aldı götürdü. Yine yakarmaya başladı:
    -“Ya İlahi rızık veren sensin. Kaç gündür ki aç açına dolaşıyorum. Bir parça kuru ekmek elime geçmiş oldu, onu da deniz dalgası aldı!” dedi. Yeniden yürümeye başladı. İleride bir insan kalabalığı gördü. Balık avlamaktaydılar. Yürüdü, onların yanına vardı. O avcılardan balık diledi. Balıkçılar ona bir şey vermediler ve onu yanlarından kovdular. Süleyman a.s onlara:
    -“ Ey Kavm! Allah inandırsın ki ben Süleyman’ım. Ama bir günah işledim. O günahtan ötürü bu belaya uğradım!” dedi. Bu kavim ona inanmayıp gülüştü. Bu kişilerden biri bu kişinin:
    -“Ben Süleyman’ım!” demesine kızıp onu azarladı. Bu azar Süleyman a.s’a çok ağır geldi. O kadar ağladı ki bu kişiler onun ağlamasına acıdılar. Ona her gün iki balık verdiler. Süleyman a.s o balıkları alır, şehre gelirdi. Birisini ekmek almak için verirdi, birisini de kendisi yerdi. Kırk gün ve kırk gece bu hal ile geçti. Kırk gün tamam olunca o bütün dertlilere yetişen, çaresiz kalanlara erişen,zevali olmayan, ebedi ve ezeli olan Allahu Teala hazretleri yine Süleyman a.s’dan hoşnut kaldı. Onun suçunu bağışladı. Yurdunu sarayını ona layık gördü.
    Yine suçunun bağışlanacağı o gündü. Kaya cini Süleyman a.s’ın tahtına geçmiş, bağdaş kurmuştu. Hükümler veriyor yalancı hükümetler ediyordu. Ama yaptığı işler hiçte gökten inen Tevrat’a uygun değildi. Bütün din bilginleri de çevresinde oturuyordu. Hiç birisi Süleyman a.s’ın heybetinden söz açmazlardı ve tahtta oturanın yalancı bir dev olduğunu bilmezlerdi. Hatta Süleyman a.s’ın hatunları , cariyeleri bile bunu anlayamamışlardı. Ama Sahte Kaya Dev bunu söyleyemezdi. O da Şundan ötürüydü ki, ansızın tüm gerçeğin ortaya çıkmasından korkardı. Bundan dolayı da Süleyman a.s’ın ne malına ne de eşlerine zara vermemişti. Öteki Devler onun bir cin, bir dev olduğunu bilip anlayınca çok sevindiler, aralarında bayram ettiler. Ama yirmi gün geçince Kaya Dev’in arkadaşları ona:
    -“Ey kaya cin! Bu mülk sana kalmaz. Ebedi değildir. Bari elin ermişken iyi bir iş işle de yarın ondan bize bir padişahlık ele geçsin!” dediler. Hemen bütün cinlerin hepsi bir yere toplandılar. Ne kadar Tevrat kitapları varsa sakladılar. İçine büyüler, cadılıklar yazdılar. Süleyman a.s’ın tahtının ayakları ki altındandı, o cadılıklarını orada gizlediler. Tevrat’ı yine önceki gibi düzdüler. Bunu da hiç kimse bilip anlayamadı. Hatta Süleyman a.s’da anlamadı. Süleyman a.s vefat edinceye kadar orada kaldı. Dünya aleminden, ahiret alemine gidince devler o tahtın ayaklarını yardılar. O büyüleri çıkardılar.
    Ve halka:
    -“Süleyman’a bu kitaplar gökten inmiştir!” dediler. İsrail halkı da bu kitaplardan o cadılıkları öğrendiler. Çok kişi de bu yolda devlere uydular. Fakat Hüdayı Teala cc bu kıssayı kuranı kerim’de zikrederek şöyle buyurdu:
    “Halk Süleyman’ın saltanatı aleyhine şeytanların büyüsüne uydular. Süleyman o sihirlere uymadı ve kafir olmadı. Lakin şeytanlar, insanlara sihir ettikleri için kafir oldular” (Bakara 120)
    İsrail oğullarının önünde ve elinde bu sihirden öğrendikleri kadarının aslı işte bu uydurma Tevrat’tandır.
    Böylece kırk günden sonra halk kaya Dev’in işlerinden bıktı. Vezir Asaf’a vardılar. Olanları bildirdiler. Asaf kalktı Süleyman a.s’ın hanımlarının yanına gitti. Onlara sordu.
    Onlar da
    -“Şimdi kırk gün oluyor ki Süleyman a.s. bize uğramıyor!” dediler.Vezir Asaf o zaman o hükümleri verenin devlerden biri olduğunu anladı, devleri öldürmek diledi. Asaf Tevrat’ı okuyanları çağırdı. 4.000 kişi ile yalancı hükümdar kaya’nın yanına gitti. Tevrat’ı okudular. Kaya Dev orada durmadı, kaçtı. Halk Süleyman a.s’ı istiyordu. Kaya dev çaldığı yüzüğü gitti denize attı. Yüzüğü bir balık yuttu. Allah cc o balığı bir balıkçının ağına düşürdü. Balıkçılar o balığı çıkardılar. Akşama yakın, onlar Süleyman a.s’a iki balık verdiler. O da birini sattı. Birini de kızartmak için içini yardığına içinde yüzüğü buldu. Onu eline aldı, öptü, parmağına geçirdi. Kalktı şehre girdi. Halk ona koşuştu. Kendisini tahtına oturttular. O da Devlere:
    -“O Kaya Dev’i bana getirin!” emrini verdi. Kendisine:
    -“O denizin dibine girdi. Artık elimize geçmez!” dediler. Bir bölük peri de:
    -Eğer bize biraz ihsanda bulunursan, bize bir şey demezsen, onu sana getiririz!” dediler. Süleyman a.s’da:
    -“Demem!” diye söz verdi. “Çalışın, onu bana getirin!” dedi. Bunlar deniz kıyısında yüksek sesle ağlayıp hıçkırmaya başladılar. Kaya Dev denizin dibinden:
    -“Size ne oldu?” diye seslendi. Devlerde:
    -“Süleyman öldü!” Kaya dev bu habere sevindi. Denizden dışarı çıktı. Onların arasına girdi. Onu hemen yakaladılar. Süleyman a.s.’a getirdiler. O da bir kayayı oydurdu. Kaya Dev’i bağladılar. O kayanın içine koydular. O kayayı o bakır ırmağının içine attılar.
    (Kaynak:Tarihi Taberi)
    Tarihi Taberi’den anladığımız kadarıyla, Kaya devi ve diğer cinler bazı büyü kitaplarını iktidarı ellerinde bulundururlarken ilerisi için bir plan yapmışlar ve çeşitli büyü kitaplarını Süleyman’ın tahtının altına veya sarayın altına saklamışlar. Hz. Süleyman öldüğünde ise, Süleyman’ın gücü bu büyü kitaplarına bağlıydı deyip halkın, tapınağı yıkmasını sağlamışlardır. Yahudiler Süleyman’ın kafir olduğunu savunmalarının temel sebebi de budur. Kuran’da bu durum şöyle açıklanıyor;
    “Halk Süleyman’ın saltanatı aleyhine şeytanların büyüsüne uydular. Süleyman o sihirlere uymadı ve kafir olmadı. Lakin şeytanlar, insanlara sihir ettikleri için kafir oldular” (Bakara 120)
    noimage
    (Kral Süleyman’ın devletinin sınırları çok büyüktü, kuzeyde Hititleri dize getirmişti ama doğudaki Babilleri, Bugün Irak sınırları arasında kalan bölgeyi neden ele geçiremediği de ayrı bir merak konusudur )
    Tapınağın yıkılmasından sonra İsrail oğulları asla Süleyman peygamber zamanındaki güce erişemediler. Babilliler ve Romalılardan çok eziyet çektiler. Hz. Süleyman’ın kuranda peygamber olarak anılmasından zamanın bazı Yahudileri rahatsız oldular ve Peygamber efendimizi ve İslamiyeti buna dayanarak heretic(sapkın, kafir) bir din olarak kabul ederler. Şeytan’ın emrine girdiğini zannettikleri Süleyman’ın, İslamiyet’te peygamber kabul edilmesi Yahudilerin en büyük dayanağıdır.
    Süleyman peygamberden sonra tapınak defalarca yağmalanmış ve kazılmıştır. Bunu kazanların amacı diğer büyü kitaplarına ulaşmak ve Süleyman a.s. ‘ın hazinelerini bulmak olmuştur. Başta Yahudilerin kendileri olmak üzere, Babilliler, Romalılar, Yunanlılar, Persler tarafından tapınağın bulunduğu Sion tepesi defalarca kazılmıştır. Müslümanlar burayı işgal ettiğinde özellikle Tahtın bulunduğu noktaya Hz. Ömer bir mescit yaptırmıştır, bu mescit günümüzde Hz. Ömer mescidi yada Mescidi aksa olarak anılmaktadır. Mescidin buraya yapılma amacı kazıları durdurmaktadır. Daha sonra haçlılar burayı işgal ettiklerinde kurulan “Tapınak Şövalyelerinin” merkez komutanlığı da Mescidi Aksa’dır. Tapınak Şövalyelerinin tam ismi; (Latince: Pauperes commilitones Christi Templique Solomonici / Süleyman Tapınağı ve İsa’nın Fakir Askerleri). Sizce bu isim bir tesadüf mü? Kendilerini Süleyman Tapınağının askerleri olarak tanıtan bir askeri tarikat. Tarikat zamanın Şia mezhebinin bir kolu olan İsmaili’lerden çok etkilenmiştir. Çünkü aynı düşüncelerle ezoterik(içsel) ve gizli bilgilere ulaşmak istiyorlardı, bu bilgilerinde Süleyman tapınağının altında bulunduğuna inanıyorlardı. Şu an İsrail ile İran arasındaki çatışma acaba tapınağı kimin kazacağı meselesi olabilir mi?
    noimage
    (Günümüzde birçok Süleyman Tapınağı varyasyonu mevcuttur. Sarayın iç kısmının sıvı görünümlü bir madde ile kaplı olduğu ve bahçesinde cinler tarafından yapılmış çeşitli süs eşyalarının olduğu sanılmaktadır.)
    İsrailliler daha sonra Babile esir düştüler ve oraya sürüldüler. Orada esir hayatı yaşayan Yahudiler, Harut ve Marut’tan Babil toplumuna kalan büyü sanatlarını öğrendiler. Hz. Musa ve Davut peygamberlerin kitabına ilave kitaplar eklediler. Talmud ve Mişna adlı iki sapık din kitabı bu esaret zamanında gelişti. Kabala ise sözlü gelenek olarak bu zamanlarda başladı. Hz. Süleyman’ın m.ö. 900 lü yıllarda varsayılırsa, günümüz egemen gücü olan illuminati ve mason teşkilatlarının felsefi altyapısını oluşturan düşünce tarzının bu tarihten sonra geliştiğini görebiliriz.
    Tabiki Hz. Süleyman devrini bu kadar kısa bir yazıya sığdırmak çok zordur. Kuranda birde ışınlanmaya benzer bir olaydan bahsetmektedir. Sebe melikesi Belkıs’ın Tapınağa taşınması adeta ışınlanma gibi yapılmıştır, konu İslamiyet.gen.tr adresindeki sitede şöyle anlatılmıştır;
    Hz. Süleyman (a.s.) cinlerden ve insanlardan oluşan ordusu ile kurduğu hakimiyeti, muhteşem bir saraydan yönetiyordu. Ve bu saray döneminin en ileri tekniği kullanılarak üstün bir estetik anlayışı ile inşa edilmişti. Sarayında göz alıcı sanat eserleri ve görenleri hayran bırakıp etkileyen değerli eşyalar, benzersiz bir estetik anlayışı ile yerleştirilmişti. Elbette Hz. Süleyman’ın bu mekâni, görenlerde büyük hayranlık uyandırıyordu.
    İnsanların bu saraydan bu kadar etkilenmelerinin nedeni ise, insan fıtratına en uygun olan estetik anlayışını ve ortamı birden karşılarında görmeleri olmuştur. Zira Hz. Süleyman, yaptırdığı bu görkemli sarayı, imanın nuru ve onun getirdiği üstün bir akıl ile yaptırmıştı. Ve bir Müslümanın hangi çağda veya hangi şartlarda yaşarsa yaşasın Allah’ın kendisine verdiği imkânları en güzel şekilde kullanarak eşsiz bir mekân oluşturabileceğinin en güzel örneğini sergilemişti. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’in Neml Sûresi’nin bir çok ayeti, onunla aynı dönemde yaşayan bir kavmin yöneticisi olan Sebe Melikesi’nin Hz. Süleyman’ın ihtişamlı sarayını gördükten sonra ona biat ettiğinden bahseder. Hz. Süleyman, Sebe Melikesi Belkıs’ın varlığını kendisine haber getiren Hüdhüd sayesinde öğrenmişti:”Derken uzun zaman geçmeden (Hüdhüd) geldi ve dedi ki: “Senin kuşatamadığın (öğrenemediğin) şeyi, ben kuşattım ve sana Saba’dan kesin bir haber getirdim. Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona her şeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var. Onu ve kavmini, Allah’ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar.” (Neml Sûresi 22-24)
    Bu bilginin üzerine Hz. Süleyman, Allah’ı ilâh olarak kabul etmeyip güneşe secde eden ve şeytanın kendilerine süslü gösterdiği bir sistemi kabul eden Sebe halkını, imana davet etmek için onlara “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” başlayan bir mektup göndermişti. Ve tüm kavmi kendisine teslim olmaya çağırmıştı. “Gerçek şu ki, bu, Süleyman’dandır ve ‘şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah’in Adıyla’ (başlamakta)dır. (İçinde de:) “Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana müslüman olarak gelin” diye (yazılmaktadır). (Neml Sûresi 30-31)
    Sebe Melikesi o ana kadar hiç karşılaşmadığı kadar kesin bir üslupla tüm hükümdarlığını kendisine katmasını isteyen Hz. Süleyman’ın, bu mektubu karşısında çok şaşırmıştı. Ve kendisini kesin olarak bozguna ugratacağından emin olduğu bu hükümdarı, kararından vazgeçirmek için ona yüklü hediyeler göndermek yolunu seçmişti. Ne var ki Allah’ın rızasını ve rahmetini hiç bir zaman maddî bir menfaate tercih etmeyen tüm peygamberler gibi Hz. Süleyman da, Sebe Melikesi Belkıs’ın hediyelerini geri çevirmiş ve elçileri vasıtasıyla ona ne kadar kararlı, onurlu ve Allah’a bağlı olduğunu gösteren şöyle bir haber göndermişti:”(Elçi hediyelerle) Süleyman’a geldiği zaman: “Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz” dedi. Sen onlara dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve biz onları oradan horlanmış aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız.” (Neml Sûresi 36-37)
    Hz. Süleyman Sebe Melikesi Belkıs’a Allah’ın adı ile başladığı mektubunda kendi gücünün Yüce Rabbinden geldiğini ve asla yenilmeyecek bir kuvvete sahip olduğunu hissettirmişti. Nitekim Hz. Süleyman cinlerden, insanlardan oluşan, ona büyük bir teslimiyetle ve şevkle bağlı bir orduya sahipti. Öyle ki bu ordunun her üyesi Süleyman Aleyhisselam ın bütün sözlerini büyük bir hoşnutlukla ve tam bir itaatle yerine getirmekteydi. Elbette Hz. Süleyman’ın ordusunun tüm gücü Allah’tan gelmekteydi ve Allah’ın ordusu adetullaha uygun olarak her zaman üstün gelecekti.
    Sebe Melikesi Belkıs, onun (Hz. Süleyman’ın) sarayına gittiğinde o güne kadar hiç görmediği büyük bir mülk ve zenginlikle karşılaşmıştı:
    “Ona: “Köşke gir” denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: “Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk zemindir.” Dedi ki: “Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman’la birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.” (Neml Sûresi 44)
    Kendisi de bir zenginlik ve hâkimiyete sahip olan Sebe Melikesi Belkıs, Hz. Süleyman’ın sarayına girince o güne kadar gördüğünden çok farklı bir estetik ve bir zenginlikle karşılaşmış ve ruhuna hitap eden büyük bir akla şahit olmuştur. Aslında Sebe Melikesi Belkıs’ın duyduğu hayranlık ve şaşkınlık içine girdiği saraya değil, Hz. Süleyman’ın aklınadır. Çünkü Belkıs’ın karşılaştığı manzara, o dönemin şartlarında yapılabilecek en mükemmel eser olarak tarif edilebilecek en güzel yerdir.
    Âyette de ifade edildiği gibi camdan olan köşk zemini öylesine gerçekti ki, Sebe Melikesi Belkıs, ıslanmaması için eteklerini toplayarak ilerlemesi gerektiğini düşünmüştü. Sarayın muhteşemliği ve görkemi, Müslümanların ruhlarında yaşadığı zenginliği yansıtıyordu.
    Belkısın başka bir ülkenin hükümdarı olmasına ve bu ülkenin en büyük servetine sahip olmasına rağmen Hz. Süleyman’ın yaşadığı mekândan ve onun zenginliğinden etkilenme sebebi de budur. Teknik anlamda büyük servetler harcanan mekânlarda yaşamasına rağmen, pek çok kişi insan fitratının hoşlanacağı estetiği sağlayamayabilir. Oysa Hz. Süleyman’ın sarayının her köşesinde görülen zevk, akıl ve mükemmellik sadece servetle elde edilebilecek bir görünüm değildir. İşte aradaki bu farkı daha sarayın girişini görür görmez anlayan Belkıs, böyle bir yeri meydana getiren akla ve o aklın üstünlüğüne hemen teslim olmuştur. Sebe melikesi Süleyman Âleyhisselamın aklının sahibi olan Cenâb-ı Allah’a iman ettiğini söylemiş ve müslümanlardan olmayı kabul etmiştir.
#22.12.2013 17:04 0 0 0