Tarihî ve siyasî sebeplerle güney ve kuzey kısımlarına ayrılan Azerbaycan’ın güneyi İran’a ait olup, kuzeyi, geçmişte Sovyet Sosyalist Rusya Cumhuriyetleri sınırları içerisinde, 1991 yılından itibaren de bağımsız olarak bulunmaktadır. Aslında bir bütün olan bu tarihî ülkeye büyük tarihçi Taberi’nin tarifi üzerine “ibâdet edilen ateşin en büyüğü burada bulunduğundan Azerbaycan demişler”dir. Bu coğrafi ad, kuzey kısmına, takriben bundan yüzyıl evvel, Abül-Hasan Vezirli ile Mirza’ Kâzım Bek gibi Azerî bilginleri tarafından dahi verilmiştir.
1917 yılında Çarlık Rusya’nın çöküşü üzerine, kısa bir müddet Maverayi Kafkasya “Seym”i tarafından idare edildikten son7 ra, 28 mayıs 1918 yılında Millî Azerbaycan Cumhuriyeti adı altında istiklâline kavuşmuş, 27 Nisan 1920 yılında ise maalesef Sovyet Rusya tarafından işgal edilmiştir.
Fakat yine bir müddet Maverayi Kafkasya Sovyetler federasyonu idaresinde kalmış, nihayet Sovyet Sosyalist Azerbaycan Cumhuriyeti adını almıştır. Bu suretle, fiilen kaybolan millî istiklâl de ortadan kaldırılmıştır.
Kuzey Azerbaycan’ın yüzölçümü 94,137 kilometre karedir; dört milyon nüfusu vardır. Nahçivan, Karabağ ve diğer Azerbaycan sınırları içerisine girmeyen yerli halklarla Azeri Türkleri toplum halinde 4.000.000 dan aşkındırlar. Etnik bünye bakımından, da tamamiyle Türktür. Aralarında Terekeme, Ayrım, Karapapah, Şahseven, Ustaçlu, Padar, İmreli, Kalaç ve daire gibi özbeöz Türk boyları bulunmaktadır.
Azerbaycan fevkalâde zengin bir ekonomik bünyeye sahiptir. Zengin petrol istihsâlâtı yanında havyarı, madenle», ipeği ve yemişi ile dünyaya ün salmış bir Türk diyarıdır
XIII. – XIV. yüzyıllar, Azerbaycan’ın Harezmliler, Moğollar ve Timurî’ler tarafından ele geçirilme devresi olmuştur. Buna göre de Selçuklular hâkimiyeti bu sefer de olduğu gibi Moğollara geçmiştir. Ve 1221 yılı Moğol istilâsı, tam mânasiyle, ağır bir intikamcı hareket mahiyetinde olup, Azerbaycan’ı bütünü ile sarsmış, mukavemete kalkışan yerlerini ve şehirlerini yerle bir etmiştir. Ağır tahribata uğrayan şehirler arasında; Şirvan, Bakû, Gence, Berde gibi devrin çok mühim sayılan ekonomik merkezleri de bulunmakta idi. Fakat XIII. yüzyılın ortalarına doğru, durum bir dereceye kadar değişmiş, iyiye doğru yönelmiştir. Hülâgû Han’ın kurduğu muazzam İlhanlı’lar Devleti sınırlarına giren Cenup ve Şimal Azer-baycanîarı, yeni bir devlet idaresi sistemi içerisinde, nisbî bir ekonomik ve kültür refahına erişmiş idi. Azerbaycan’ın bu devir dış ticaret münasebetleri Çin’e ve Cenevizliler ülkesine kadar uzamış tır. Kültür hayatı bakımından da, hissedilir bir mânevî kültür kaynaşması ve yükselmesi mevcut olmuştur. Bilhassa Tebriz şehri, çağın âlimleri ve san’atkârlar ocağı haline getirilmiştir. Netice itibariyle Moğol istilâsı, Azerbaycan’ı siyasî bir idare altında birleşmeğe mecbur eden tarihî bir vasıta olmuştur.
Timur’un ölümü üzerine Azerbaycan âdeta Moğol istilâsından kurtulmuş gibi idi. Buna rağmen XIII.-XIV ve XV, yüzyıllar Azerbaycan için yine de bir sarsıntı ve kargaşalığa kayma devri olmuştur. Timur’un ölümüne gülerken, bu sefer de Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmen sülâleleri arasında şiddetli taht çekişme ve mücadeleleri, nıüsbet ve menfi akisleri ile Azerbaycan’ı durmadan sarsmakta idi. Nitekim 1413 tarihinde Karakoyunlu Yusuf’un Şirvan’ı istilâsı, barbarca yapılan bir tahribattan başka bir şey olmamıştır. Ne ise Yusuf’un ölümü, Şirvan için bir saadet müjdecisi omuş, Şirvanşahlar üklesi de nisbı bir sulh ve sükûna kavuşmuştur.
Basit bir taht mücadelesine girişen Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmen aşiretlerinin gafletinden faydalanmasını bilen diğer İran aşiretleri, kızılbaş adı altında harekâta geçerek 1499 da Erde-bil’i ellerine geçirmiş, Akkoyunlu Devletini de tahrip etmiştir. Silip süpürücü bir istikâmete meyyal bu hareket, cidden endişe verici idi. Neticede, parçalanmış küçük hanlıklar halindeki idare sistemi, Erdebil şeyhlerinden Safi’in genç kuşağından, Şah İsmail’in eline geçmiş idi. Büyük devlet adamı ve muktedir bir şair olan Şah İsmail (1485-1524) bu devir Azerbaycan’ının tanınmasında mühim roller oynamış bir şahsiyet idi. O göçer konar kabile ve aşiretlerin birliğine çalışarak, hepsini tahtı etrafında toparlamağı başarmıştır. Azerbaycan sınırları alabildiğine genişlemiş, ismi, milletlerarası şöhrete erişmiştir. Ne yazık ki, bu büyük hükümdarın, kendine lâyık varisi bulunamayınca, birleşik Azerbaycan, yeniden parçalanma bâdiresine düşmüş, yaşadığı mâmur durumdan mahrum bırakılmıştır. Bu son parçalanma, türedi bir çok hanlıkların doğmasına sebep olmuştur. Hanların çoğu Türk ırkından olup, İran idaresinde, oldukça büyük rolleri olmuştur. Şirvan hanlığı, eriştiği ekonomik seviyesi ile buna en iyi bir örnek olabilir.
Günden güne sınırları genişleyen İran, nihayet günün birinde, Azerbaycan üzerinde de etkisi çok olan Osmanlı İmparatorluğu ile hesaplaşma mecburiyetinde kalacaktı. Lala-Paşa’nm Tiflis yolu ile, 1573 de Gence, Bakü, Derbent şehirlerini eline geçirişi, iki komşu İslâm devletinin, birbirine diş bilediğine esaslı bir alâmet oldu. OsmanlIların Şirvan eyaletini ondört, Berbend’i yedi paşalığa ayırmaları, kısa da olsa, Osmanlı hâkimiyetinin Azerbaycan üzerinde nüfuzunu göstermektedir. Bir aralık İran, yani cenup Azerbaycan’ı da Osmanlı akınma uğramış, Azeri Türk’ü, iki kardeş Türk’ün ateşi arasında sıkışıp kalmıştır. İran ve Osmanlı İmparatorlukları arasındaki dinmek bilmeyen savaşlar, Azerbaycan’ın siyasî hayatı üzerinde, pek fena tesirler yaratmıştır.
Nihayet, beklenen ve korkulan istilâ âfeti XVIII. yüzyılda, Kafkasya milletlerini tek elden idare edecek bir sistemin kurulması ile gerçekleşti. Yeni idarenin, memleket istilâsını kolaylaştıracak metodu arasında, Ruslaştırma siyaseti, Rusluk ve Rusçuluk için en cazip olanı idi. Yerine göre şiddet, yerine ve hattâ zamanına göre, beklenmedik yumuşaklık ve tatlılıkla yürütülen bu siyasetin esas gayesi, Azeri Türkünü istiklâl fikrinden kaydırmak, onu Rusa ısındırmak olmuştur. Tanrıya şükür ki, yüzyıllık Rus istilâsı, Azeri Türkünü ne içten, ne de dıştan parçalamaya muvaffak olmuştur. Tam aksine, Rus mektepleri bile, AzerbaycanlInın ruhunda beşli bir milliyetçilik fikrini geliştirmiş, kızgınlaştırmış, istiklâl kalıbına döküvermiştir. Bu kalıptan yetişenler arasında, maalesef bugüne kadar, lâyıkiyle tanıtılamayan büyük ve mütefekkir Azeri evlâtlarından; Ali Merdan Topçıbaşı, Ali Bey Hüseyinzade, Nesip Bey Usupbeyli, Mehmet Emin Resulzade, Ceyhun Bey Haci-beyli gibi dev şahsiyetler de bulunmakta idi.
Hele mülî Azeri matbuatı, edebiyatı yazarlar silsilesi; istilâ yükünün ağırlığından, zedelenmeden hür Türk kültürüne hizmet yolunda, millî uyanışın istiklâlini tahakkuk ettirmek üzere iken, 1905 yılı birinci Rusya içi ihtilâli de imdada yetişerek, istiklâl yolunu kısaltmış oldu. Azerbaycan siyasî fikriyatını ifadeden yoksun, çeşitli siyasî partiler kuruldu. İhtilâl havasının estirdiği istiklâl fikri Gence’nin ‘’Ademi Merkeziyet” partisi ile Bakû’nun “Müsâvat” partisini birleştirdi. îki milliyetçi ve Türkçü liden Nesip Bey Usupbeyli ile Mehmet Emin Resulzade, tesadüfen parti propagandası dönüşü, Kür demir istasyonunda karşılaşarak “Azerbaycan istiklâl” mef-küresi etrafında birleştiklerine and içtiler. 1918 yılının 28 Mayısındaki Millî Azerbaycan Cumhuriyetinin ilânını garantilediler. İki yıla yakın millî ve müstakil hayatiyle yaşayan Millî Azerbaycan Cumhuriyeti devri, tarihlerde Azerbaycan’ın “Müsavat devri” diye geçer ise de amansız fetret devri millî istiklâl mücadelesine de ferahlıkla “Mehmet Emin Resulzade” devri diyebiliriz.
27 Nisan 1920 yılındaki istilâ, Millî Azerbaycan vicdanına indirilmiş ağır bir darbe idi. Komünist rejimi bu Türk ülkesini de, aldatıcı vaadlerle kendine ram ederek, istiklâline son vermiştir. Fakat istiklâline susamış, hattâ bir aralık hür yaşayışın tadım almış olan bir milletin esaretine, aslâ marnlamaz. O yine günün birinde, millî kardeş kültür birliği sayesinde, azatlığına, abadanlığına kavuşacaktır. Tarihte, hele son zamanlarda istiklâline kavuşmayan bir millet kalmadı. Azerbaycan da mutlaka kavuşacaktır. Bahusus ki Azerbaycan, maddî ve mânevî kültürü ile, istiklâl yoluna dizilmiş milletlerin, bihakkın öncülüğüne seçilmiş bulunmaktadır.
Azerbaycan’ın tarihi kadar eski olan zengin bir halk ve klâsik edebiyatı da vardır. Hattâ Yakın Doğu milletleri edebiyatları arasında en belirlisinin yine Azerbaycan edebiyatı olduğu söylenebilir. En eski çağlara ait ağızdan ağıza, nesilden nesile devredilen halk edebiyatına ait malzemenin elimize geçmemesine rağmen, Dedem Korkut, Köroğlu gibi Türk epik eserlerinin bu toplulukta ve topraklarda tutunması, söylenmesi, eski Azeri Türk edebiyatının sağlam müjdecileri olmuştur. Klâsik yazılı edebiyat ise, başlangıçta kısmen Arap ve Fars dili olmak üzere, daha VIII. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmıştır. Arap dilli İsmail ibn-Yassar, Azerbaycan’ın VIII. yüzyıl edebiyat temsilcisi olmakla beraber, onu takip eden Far dilli, saray şairi Katran Tebrizî, ilk keşide ve gazel tarzlı Azeri edebiyatının temel kurucusu olmuştur. “Sefernâme” yazarı Nasırı Husrev, Katran’m, şiirlerini kısmen Azerice, yani Türk dilinde yazdığını nakletmektedir.
Azerbaycan’ın manevî ruhunu ve tefekkür neş’esini temsil eden mizah edebiyatı, bütün İslâm-Türk şark dünyası için, daima ebedî bir kaynak olarak kalacaktır: Sabir, Ali Nazmi, Gamkûsar, Ali Möcüz, Çelil Memetgulizade vb. bu edebî nev’in canlı heykelleri olmuştur. Sabir’le yanyana Abbas Sıhat (1874-1918), Muhammet Hâdi (1879-1919), Hüseyin Cavit gibi şairler de faaliyette idiler. Edebiyatta sağlam iz bırakan bu nesil Komünist devri Azerbaycan’ında yaşamak zorunda kalan A. Şaik, Cafer Cebbarlı; Ahmet Cevat gibi ileri görüşlü, kudretli yazarları da, kendi bünyesinde beslemiş, onlara milliyetçilik ruhunu aşılamıştır.
Terakkiperver ve demokratik bir muhit olan Azerbaycan öte-denberi Türkçülüğün de kaynağı olmuştur. Daha 1960 da Ali Bey Hliseyinzade tarafından ortaya atılan “Türkleşmek, İslâmlaşmak, muâsırlaşmak” fikri ve şiarı, hâlâ zamanımıza kadar, hürriyeti ile yaşamak isteyen Türk ellerinin âdeta âmentüsü mesâbesindedir. Azerbaycan buna, daha Mirza Fethali Ahundzade’nin lâtif harflerini değiştirmeğe ve müstakil lâtin harfli bir Türk gazetesi neşrine teşebbüsü ile başlamış, millî cumhuriyet bayrağının üç rengini de, bu fikre bağlamıştır. Ağaoğlu Ahmet, Ali Bey Hüseyinzade, Resulzâde Mehmet Emin, Üzeyir Bey Hacibeyli gibi üç dev mütefekkir yazar, musikişinas ve gazeteci bu şiarın yürütücü ve yaşatıcısı olmuşlardır. Her üçü de Azerbaycan’ın maddî ve manevî kültürüniinün varlıklı dağarcığı idiler.
Millî Azerbaycan Cumhuriyeti, yapısı ve kapısı ile, modern bir cumhuriyetti. Hür matbuatı, zengin tiyatrosu, serbest ticareti, teb’asınm din ve dilce azatlığı, lâikliği, cidden iftihar verici idi. Neyazık ki, ömrünün kısalığı ve yeniden yabancı istilâsına gebe kalışı, bütün Türk dünyasını kedere boğmuş, her baş kaldırınca da yaşlı gözler hep o güzelim ateş ülkesine, Ziya Gökalpın “Kızıl elrnası’na dönük olmuştur. Azerî vatanperverliği, matbuatında, haikıyyatmda, hayatında, vatan aşkının laytmotifi olmuş, dilinde ve sazında bütün kuvvetiyle yaşamaktadır. Hele Azerbaycan tiyatrosunun zengin repertuarı, operası, opereti, dramı ve sairesi Azerbaycancılık ruhunu hep kamçılamakta, “Köroğlu” operası ile millî kahramanlığını, “Leylâ ve Mecnun”u ile ise kaybolan Mecnun istiklâliyetini aratmaktadır. Azerbaycan, doğrusu, bütünü ile gıpta edilecek mümtaz bir ülke, bir neşe diyarıdır.