Mukim Tahir - Bekçi Bakır - Kel Hamza

Son güncelleme: 17.12.2021 18:20
  • Mukim Tahir (OTURAN)
    1900 yılında Urfa'da doğdu. Babasının adı Hacı Abdurrahman"dır.
    Ailece sevilen ve sözleri geçen varlıklı bir aileye mensuptu.
    Küçük yaşlarda bolluk ve varlık içinde büyüdü, ömrünün son döneminde yoksul düştü.
    1945 yılında Zonguldak"a bağlı Yenice İlçesi"nde vefat etti. Cenazesi orada defnedildi.
    Okuduğu gazel, hoyrat ve türkülerinde Urfa şivesini en mükemmel bir şekilde kullandı.
    Bağlamayı ve darbukayı çok iyi çalardı. 1938 yılında Muzaffer Sarısözen Şanlıurfa"da
    yaptığı derleme çalışmalarında, kendisinden kaynak kişi olarak istifade etmiştir.
    1944 yılında 35 kişilik bir ekiple Türkiye'de konser turnesine çıkmıştır.
    Taş plağa okuduğu eserleri"Ayağında kundura
    Kapıyı çalan kimdir Elleri pambuğ
    Kırmızı kurdele Hüsnün senin ey dilber nadide kamer mi"dir

    1900 yılında Urfa'nın Bıçakçı Mahallesi"nde doğan Tahir Oturan , Nevai Aşireti"nin Büyükhatipoğlu sülalesindendir. Babası Mukimler"den Hacı Abdurrahman, annesi Fatma hanımdır.

    Mukim Tahir, memlekette sevilen ve sözleri geçen varlıklı bir aileye mensuptu. Ailesinin elinde çok geniş ve verimli araziler vardı. Arazilerinden bir kısmı Suriye topraklarında kalmıştı. Harran ve Bozova bölgesinde 12 köy, Eski Kehriz Bahçesi, Değirmen ve Akarbaşı"nda bir çok ev ve odaları vardı. Balıklıgöl"deki Mecmue"l Bahr Mevkii de kendilerinindi. Büyük ağabeyi Mukim, Harran"da odası olan sayılı bir kişiydi. Bir çok davalar onun odasında halledilirdi. Ailesi valıklı olduğu için Mukim Tahir"in çocukluk ve gençlik yılları bolluk ve zenginlik içinde geçmiştir.

    Mukim Tahir; ilk evliliğini İshakoğullarından Fatma hanımla yapmıştır, hanımının ölümü üzerine Zeliha Hanımla evlenmiştir. Evliliklerinden çocuğu olmamıştır.

    Mukim Tahir, güzel giyinen, iri yapılı, uzun boylu, kaytan bıyıklı, esmer ve çok yakışıklı biridir. Hoşsohbet biri olup fıkralar, hikâyeler anlatarak sohbetini, konuşmalarını süsleyen, gayet hürmetkâr, bir çocuğa bile hürmet eden bir kişiliğe sahiptir.

    Arazi anlaşmazlığı yüzünden bir arkadaşı ile birlikte amcasını öldürür. Kendisine 101 sene, arkadaşına 24 sene mahkûmiyet verilir. Çevresinde çok sevilen, sayılan, sanatçı ruhlu bir kişi olduğundan Mukim Tahir"in cinayet işlediğine kimse inanmak istemez. Urfa cezaevinde hapis yatar. Cumhuriyetin onuncu yıl affından yararlanarak hapisten çıkar. Hanımı bu hadise üzerine hastalanıp verem olur ve ölür.

    Hapse girmesi ve hanımının ölümünden sonra yaşantısı bozulur, sefahete dalar. Akşam nerde sabah orda, günlerce evine uğramaz. Elinde olan araziyi ve mülklerini peyderpey satarak harcamaya başlar. Bir süre Akçakale"de bir süre de Suruç ilçelerinde kalır. Birkaç sene içerisinde hem mal varlığını kaybeder, hem alkolün pençesine düşer. O artık; yalnız ve yoksul bir adamdır.

    Yapacağı bir meslek olmadığı için çok perişan bir hale düşer. Bir süre hamamcılık yapar. Bir süre de Urfa'nın Haşimiye çarşısındaki dayısının fırınında çalışır, Aynzeliha Parkı"nda bulunan Saz'da (Gazino) bir süre hem okuyuculuk yapar, hem de bağlama ve darbuka çalar. 1939 senesinde Tenekeci Mahmut Güzelgöz ve Hacı Nuri Hafız ile Muhacir Çarşısı"ndaki Aslanlı Han"da bir oda tutarlar. Beraber mevlit okumaya giderler. O arada Mukim Tahir içkiyi bırakmıştır. 1941 yılında Şanlıurfa Halk Evi kahvesini çalıştırır. Aynı zamanda Halkevi saz ekibini de çalıştırarak halk konserleri verdirir.

    Mukim Tahir 1946 yılında Zonguldak"ın Yenice İlçesi"nde vefat etmiş ve cenazesi orada defnedilmiştir. Mezarının yeri bilinmemektedir.

    URFA"DAN AYRILIŞI VE HAZİN ÖLÜMÜ

    Mukim Tahir, zengin iken fakirliğe düşmesini bir türlü içine sindiremez ve bu halinden çok sıkılır. 1945 yılında Zonguldak'a bağlı Yenice Kazası"nda müteahhitlik yapan arkadaşı Herrem Nuri, kendisini çalışmak üzere yanına çağırınca, tereddüt etmeden Zonguldak"a gider. Kendisini uğurlamaya gelenlere "bir daha dönmeyeceğim" der, dostlarıyla helallaşır. Hakikaten de bir daha oradan dönmez.

    Mukim Tahir"den önce Yenice"ye çalışmaya giden Urfalı Köşker Hacı Mustafa Nacar, Mukim Tahir için "Onun yaşantısı kadar ölümü de hazin oldu" deyip şunları anlatmıştır: "Biz Zonguldak'ın Yenice Nahyesi"nin Cebeci mevkiinde bulunan bir köyde, tren yolu işinde çalışmaya gittik, Mukim Tahir de bizden iki üç gün sonra oraya çalışmak üzere sazıyla birlikte geldi.. Memleketten ayrılmanın hasretinden olsa gerek çok dalgın ve düşünceliydi. Hasta ve bitkin bir vaziyetteydi ve geldiğinin üçüncü günü çok rahatsızlandı. Yerimiz ilçeye yaya olarak bir saat mesafedeydi, ilaç almak üzere ilçeye gitmeye hazırlanırken vefat etti. Cenazeyle ilgili gerekli hazırlıkları yaptık, defnetmek üzere yakınımızda bulunan köyün mezarlığına götürdük. Mezarlık yeri, zemini yumuşak toprak olan tepelik bir yerdi. Toprağı kazdık ama sert bir zemin bulamadık ve açtığımız çukura gömdük, etrafına bir iki tahta koyduk. Yağmur yağıyordu ve toprak atınca tahtalar yıkıldı. Öylece üzerini kapattık. Çok üzüldük, memleketin en meşhur ve en zengin insanını, memleketinden yüzlerce kilometre uzak bir köyde, mezar bile olmayan bir çukura gömdük. Öldüğünde cebinde on para çıkan Mukim Tahir"in bu şekilde ölümüne çok üzüldük, moralimiz bozuldu, biz de dayanamayıp birkaç gün sonra Urfa"ya döndük

    İşte, "Ayağında kundura" türküsü gibi meşhur birçok türkünün bestekârı Mukim Tahir"in gömüldüğü yer-bugün için- bilinmediğinden mezarı kayıptır. Bu konuda yapılan araştırmalarımızdan, yeğeni ve diğer yakınları ile görüşmelerimizden bir netice çıkmamıştır. Mezarının bulunması ve Urfa"ya nakli amacıyla, Halil Binbaşıoğlu Şanlıurfa Belediye başkan yardımcısıyken Zonguldak'a yaptığı yazılı başvurudan da bir netice çıkmamıştır.

    Bu konudaki çalışmalarımızı duyan Urfalı Doktor Mehmet Işık, 1980"li yıllarda Zonguldak"ta görev yaptığını, bu sırada evsahibinin bir yakınının öldüğünü ve bu nedenle Zonguldak aile mezarlığına gittiğini, mezarlıkta törenin bitmesini beklerken üzerinde Urfalı Mukim Tahir yazan mezar taşını gördüğünü bize nakletti. Zonguldak"a yerleşmiş Urfalılar"dan yardım isteyip, bahsedilen mezarlıkta araştırmalar yaptırdık, maalesef mezarının yerini tespit ettiremedik. Mezar sahipsiz olduğu için, üzerine başkaları gömülerek mezar taşı yok olmuş diye yorumladık.

    Vaktiyle zengin ve ünlü bir sanatçı iken, yaşadığı bir sürü talihsiz olay nedeniyle fakir düşen, sıkıntılı günler yaşayan Mukim Tahir, mezarının yeri bile bilinmeyen, "ünlü" fakat garip sanatçı olarak müzik tarihine geçmiştir.

    MÜZİK HAYATI

    Mukim Tahir Urfa"nın yetiştirmiş olduğu en ünlü ses sanatkârlarından biridir. Aynı zamanda bestekârdır. İçli, yanık ve pürüzsüz, gür ve tok bir sese sahiptir. Sesinin gücü ve gırtlak nağmeleri dinleyenleri etkilemektedir. Eserleri çok ustaca okur. Kendine has okuma tavrı ile bir ekoldür. Çok iyi bir taklit yeteneği ve üstün vasıfları olan usta bir sanatçıdır.

    Mukim Tahir"le takım kuran ve onunla yıllarca müzik meclislerine katılan Tenekeci Mahmut Güzelgöz, Mukim Tahir'in müzik hayatı ile şu bilgileri vermektedir: "Mukim Tahir küçük yaşlarda müziğe merak sardı, babasının varlıklı olmasından dolayı bir çok hocadan ders aldı. Kör Ahmet Hafız, Kirişçi Halil, Cürre Mehmet ders aldığı hocalardan birkaçıdır. Bu hocalardan en çok Cürre Mehmet"ten faydalanmıştır. Delikanlılık çağında sesinin çok güzel ve mahalli ağzı çok iyi kullandığından dolayı kısa zamanda büyük isim yaptı. Dağ yatıları ve sıra gecelerinde usta-çırak geleneği içinde Urfa makam geleneğini öğrenmiştir. Zamanının en iyi gazelhanı oldu. Ayrıca iyi bir hanende idi. On beş kişi şarkı söylese sanki kendisi yalnız okuyormuş havası olurdu, bütün sesleri idare ederdi.

    Mukim Tahir, dönemin meşhur okuyucuları Damburacı Derviş, Hacı Nuri Hafız, Kel Hamza, Bekçi Bakır, Topal Abe, Marangoz Mehmet, Kanuni Ayıbo, Kurrik Mahey, Vaveyli Mustafa Çavuş gibi ustalarla birçok müzik meclislerinde bulunmuştur.

    Eskiden Urfa müzik meclislerinde, çoğu zaman akşamdan oturulup sabah ezanına kadar musiki icra edilirdi. Bu müzik meclislerinde, Halk müziği, Sanat müziği gibi bir ayrım yapılmadan şarkı, türkü, ilahi, gazel ve hoyratlar geleneksel makam seyri" içinde icra edilirdi. Mukim Tahir bulunduğu bu müzik meclislerinde fasılı idare eder, sabahlara kadar okurdu. Hafızası çok kuvvetli olup şarkı, türkü ve gazel repertuvarı çok genişti. Meclislerde okunan yahut herhangi bir yerden duyduğu bir şarkı veya türküyü hiç unutmazdı . Türkçe, Kürtçe, Arapça ve Farsça eserler okurdu, müzik dağarcığı geniş olduğundan okudukça coşardı. Çok mükemmel bir musiki kulağı vardı.

    Sesinin güzelliğinin ünü yurdun bir çok yöresinden de duyulmuştu. 1940 yılında kanuni Arteki Candan İstanbul"dan Urfa"ya geldi bir müzik aleminde bizleri dinledi , Mukim Tahir"le beni çok beğendi ve plak doldurmak için bizi İstanbul"a davet etti, Tahir de o ara sazda darbuka çalıp türkü söylüyordu. Mukim Tahir"in sefalet yıllarıydı. Mukim Tahir, İstanbul"a giderek ilk plağını Sahibinin Sesi Plak"a yaptı. Plakın bir yüzüne şehnaz makamında Hüsnün senin gazelini diğer yüzüne de Elleri pambuh türküsünü okudu. Bu plakın yapımcıları çok beğendiklerinden iki plak daha yaptılar. Bu plaklara ise Ayağında kundura, Kapıyı çalan kimdir, Kırmızı kurdela türküleri ile Yaram sızlar hoyratını okudu.

    1938 yılında Urfa Türkülerini derlemeye gelen Muzaffer Sarısözen grubundaki heyet Mukim Tahir başta olmak üzere birçok Urfalı"dan türküler derlemiştir. Çarşıda nişe, Havayi deli gönül, Abdonun mezarını, Bu pınar eşme pınar ezgileri Mukim Tahir"den derlenen ve kayda alınan eserlerdir.

    1943 yılında Ankara Radyosu"ndaki konserinden ve ayrıca hususi gecelerde verdiği konserden sonra gazeteler kendisinden sitayişle bahsetmişlerdir.

    Ankara"daki bir Urfa gecesinin ardından; uzun boylu, iri yarı ve çok yakışıklı olan Mukim Tahir"i anlatan bir gazete "Mukim Tahir, Birinci Cihan Harbi";nde Çanakkale ve Galiçya"da gördüğümüz Urfalı amca ve dayıların ta kendisi idi" diyerek bahsetmiştir. Sanat derecesi için ise şu cümleleri kullanmıştır." Birçok konserler gördük, orkestra şefleri topluluğu ellerinde tempo değnekleriyle idare ederlerken, Mukim Tahir on sekiz kişilik saz heyetini, başını öne eğmesiyle konsere Urfa Divan Peşrevi"yle başlanmış, saatlerce devam eden ve makamdan makama geçen Urfa türkülerini icra ettirmiş ve yine başının arkaya gitmesiyle hatasız olarak fasılı sona erdirmiştir."

    1944 yılında otuz kişilik bir ekiple Türkiye turuna konserler vermek için çıkmış, Ankara Radyosunda bir konser verdikten sonra İstanbul"a gelmiş, orada 15 gün Tepebaşı Gazinosu"nda gittiği heyetle beraber konserler vermiştir. Kendisiyle birlikte müzik ekibi şu kişilerden oluşuyordu: Cünbüş çalan Ali Çine, Neyzen Hafız İsmail Neşetkar , Abdurrahman Savaşan, Darbukacı Kunduracı Ali Rıza, türkücü Abdi Saraç, Hoyratçı ve gazelhan Karaköprülü İsmail, cura saz çalan Kanuni Ayıbo, Kurrik Mehe (Mehmet Sağlamkol). Halk oyunları ekibi ise şu kişilerden oluşmaktaydı. Kasap Yasin, Karuka Müslüm, Kasap Mustafa, Kasap Mehmet, İplikçi Halil, İbrahim Çavuş, zurna çalan Saliho ve davul çalan Abdurrahman Palabıyık"tı.

    Günümüzün birçok sanatkârı Mukim Tahir"in eserlerini okumuşlardır. Bunlardan Zeki Müren, Bülent Ersoy ve İbrahim Tatlıses gibi sanatkârları sayabiliriz. İbrahim Tatlıses'in meşhur olmasına Mukim Tahir'in "Ayağında kundura" isimli türküsü vesile olmuştur.

    1935 yılında Halkevi Bando şefi olan Osman Özsoy, Mukim Tahir'in birçok müzik meclislerinde bulunmuş ve onu yakinen tanımaktadır. Urfa Musikişinasları" adında başlayıp tamamlayamadığı eserinde Mukim Tahir"le ilgili "Maalesef Urfa Mukim Tahir"den istifade edememiştir. Ona bir iş bularak, yanına istidatlı gençler yetiştirilmek üzere verilmiş olsaydı, bugün birçok Mukim Tahirler yetişmiş olacaktı" diye not düşmüştür.

    Hakikaten eserleriyle, bağlama çalmasıyla, sesiyle ve okuma tavrıyla bir ekol olan Mukim Tahir'e sahip çıkılmamış ve değerlendirilememiştir. Memleketine ölümsüz eserler bırakan büyük bir sanatçının yoksullukla kıvranmasına seyirci kalınmıştır. Bu nedenle Mukim Tahir Urfa"ya kırılmış, küsmüş, bir daha dönmemek üzere Urfa"dan ayrılmış ve gerçekten de bir daha dönmemiştir. Mezarının bulunmamasındaki sebep de, belki, hâlâ Urfa"ya dönmek istememesidir, kim bilir" Geçmişte sahip çıkılmamış. Bugün memleketimizin medarı iftiharı olan usta sanatçılarımıza sahip çıkılıyor mu ? Bunun cevabı da maalesef "hayır" dır.

    Müzik tarihimizde Mukim Tahir bir iz bırakarak aramızdan ayrılmıştır. Nur içinde yatsın.

    ESERLERİ VE OKUDUĞU PLAKLAR

    Ses sanatçılığı yanında beste de yapan Mukim Tahir"in elimizde maalasef çok sayıda eseri yoktur. Onun yaşadığı 1900-1945 dönemi Osmanlı İmparatorluğu"nun savaşlarla geçen en çalkantılı dönemidir. 1920 Yılı Urfa"nın düşman işgalinden kurtuluşunun yaşandığı sıkıntılı dönemdir. Bu dönemde yaşanan sıkıntılar, çekilen acılar elbette türkülere, hoyratlara yansıyacaktır. Yine yaşadığı fırtınalı hayat, hanımının ölümü, yoksulluk yılları Mukim Tahir üzerinde olumsuz etkiler bırakmış ve bu da eserlerine yansımıştır. Fakat o gün için bunların kayıt altına alınmaması, birçok eserin günümüze ulaşmasını engellemiştir. O yıllarda esere sahip çıkma" ayıp karşılanmaktaydı. O yıllarda sözlü gelenek hâkimdi, ses kayıt cihazları yaygın değildi, nota bilenler pek azdı, derlemenin önemi henüz bilinmiyordu. İşte bu nedenlerle o günlerde tespit edilmeyen Mukim Tahir"in birçok eserinin günümüze ulaşmadığı kanaatindeyiz.

    Mukim Tahir"in ilk ses kayıtları 1938 yılında derleme gezisi için Urfa"ya gelen Muzaffer Sarısözen tarafından gerçekleştirilmiştir.

    Mukim Tahir ömrünün son yıllarında 40 yaşının üzerinde iken İstanbul"a giderek üç taş plak yapmıştır. Birçokları gibi bizler de Mukim Tahir'i ancak bu plaklarındaki sesinden tanımaktayız. Okuduğu plaklarda yöresinin üslup ve ağzını aynen muhafaza etmiş, sesinin tüm özelliklerini kullanarak ustalığını ispat etmiştir. Plağa okuduğu eserleri daha sonraki yıllarda okuyan sanatçılar, onun tavrında okumaya çalışmışlardır. Ömrünün son yıllarında doldurulmuş olsa bile, plaklarındaki sesi bugün dahi dinleyenleri etkilemektedir.

    1938 yılında Urfa"ya gelen Muzaffer Sarısözen"in, Mukim Tahir"in derlediğin ezğiler şunlardır;
    1. Çarşıda nişe - Türkü
    2. Bu pınar eşme pınar - Türkü
    3. Abdonun mezarını Uzun Hava
    4. Havayi deli gönül Uzun Hava
    1938 yılında Mukim Tahir"den kaydedilen eserlerdir.

    TÜRKÜ ve HOYRATLARININ HİKÂYESİ

    İnsanlar acı ve tatlı günlerini, yoksulluğunu, çektiği ıstırapları, ezilmişliğini, isyanını, yiğitliğini, türkülere, uzun havalara dökmüştür. Bu nedenle sizi duygulandıran, içinizi kor gibi yakan hemen her türkünün acıklı bir öyküsü vardır. Bestekârı bir olay karşısında diliyle ifade edemediği duyguları türkülere hoyratlara dökmüştür.

    Fırtınalı bir hayat yaşayan Mukim Tahir de zenginlikten fakirliğe düşmüş, istemediği olaylara karışmış, mahpusa düşmüş, hanımını kaybetmiş, maddi sıkıntı ve çaresizlik nedeniyle gurbete çıkmış ve gurbette memleket hasreti ile ölmüştür. Bu acı ve ıstıraplar Mukim Tahir"in ağzından türkülere hoyratlara dökülmüştür.

    Kapuyu çalan kimdir" türküsünün hikayesi
    Bu türkünün hazin bir hikâyesi vardır. Amansız bir hastalıktan ölen hanımının üstüne söylediği bu türkünün hikâyesi şöyle anlatılmaktadır.

    Mukim Tahir, ustalığı ve sesinin güzelliği, hoş sohbeti nedeniyle Urfa müzik meclislerinin aranılan kişisiydi. Bu nedenle hemen her gece ayrı bir müzik meclisine çağrılırdı. O geniş arazileri olan varlıklı biriydi. Bu nedenle her gece ayrı bir mecliste müzik meşkine katılır sabahlara kadar eğlenirdi. Mukim Tahir"in hizmetlerini gören bir azabı da vardı. Her gittiği yere azabını da birlikte götürür, azabı kendisine çok hürmet ederdi.

    Mukim Tahir"in hanımı uzun zamandan beri hastaydı. İnce hastalığa (verem) yakalanmıştı. Tahir, müzik meclisleri, günler süren dağ yatıları nedeniyle evini ve hanımını uzun zamandır ihmal etmekteydi. İlgisizlik nedeniyle hanımının hastalığı da gün be gün artmaktaydı.

    Bu minval üzere günler günleri kovalarken Mukim Tahir ve azabının bulunduğu bir müzik meclisinde, azabına, evden, Tahir"in hanımının ağırlaştığı haberi gelir. Azabı bu habere çok üzülür, birşeyden haberi olmayan Mukim Tahir"e biraz sertçe Üstad kalk eve gideceğiz" der. Bunu duyan Tahir hayretler içinde azabının yüzüne bakar. Çünkü o güne kadar değil böyle bir laf söylemek, azabı kendisine karşı konuşmaya bile çekinirmiş. Azabının böyle söylemesinden kötü birşeyler olduğunu sezer. Azabının bu münasebetsiz sözleriyle mecliste bozulmuş olmasına rağmen, azabını azarlamaz ve izin isteyerek meclisten ayrılır. Eve kadar azabı ile hiç konuşmaz. Eve geldiklerinde Mukim Tahir sertçe kapıya bir-iki vurur. İçerden iniltili bir şekilde "Kapıyı çalan kimdir, aç bakım gelen kimdir, yaram derine düştü, belki gelen hekimdir" diyen hanımının sesini duyar. Mukim Tahir o zaman hanımının çok hasta olduğunu anlar. Kendisini meclisten kaldıran azabına teşekkür ederek içeriye girer. Hanımın yanına oturur. Hanımı çok hastadır ve ölüm döşeğindedir. Birkaç gün hanımının yanında kalsa da, hanımı bir müddet sonra vefat eder. Hanımının ölümü kendisini yıkar. Hanımıyla yeteri kadar ilgilenmediği için kahrolur, fakat iş işten geçmiştir. Hanımının, yatağında inlerken, söylediği sözler Tahir"e çok tesir eder. Onu duygulandırır. Ve dilinden Kapıyı çalan kimdir / aç bakım gelen kimdir / yaram derine düştü / belki gelen hekimdir" türküsünün ezgileri dökülmeye başlar.

    Kırmızı kurdela" isimli türkünün hikayesi
    Mukim Tahir devrinin en ünlü sanatçısıdır. Ünü Urfa sınırlarını aşmıştır. Çevresinde sevilen ve sayılan biridir. Kendisine yapılan yanlışlığı kabul etmeyen, gururuna düşkün ve asabi mizaçlı, çağrıldığı her yere gitmeyen ve gittiği yerde de çok hürmet gören biridir.

    Mukim Tahir bir gün program yapmak üzere Ankara Radyosu";na davet edilir. Gabardin şalvar, kırkdüğme yelek gibi mahalli kıyafetler giymiştir. Tahir"in kaytan bıyıkları da dikkat çekicidir. Elinde sazı ile Ankara Radyoevi"ne girerken, orada görevli modern giyimli bir bayan Mukim Tahir"in şalvarına ve kaytan bıyıklarına bakarak alaylı bir şekilde gülümser. Bu davranış Mukim Tahir"in canını sıkar. Stüdyoya girerken bayandan adını sorar. Bayan, adının Emine olduğunu söyleyince Mukim Tahir;

    Kırmızı kurdele
    Kör olasın Emine
    Endim derelerine
    Bilmem nerelerine
    Kaytan bıyıklarımı
    Sürem nerelerine

    türküsünü hemen orada irticalen söyler.

    Türkü bitince kendisi ile alay eden bayan, hatasını anlar ve üstadın elini öperek, özür diler. Mukim Tahir bu olay karşısında irticalen bestelediği
    Kırmızı kurdele" türküsünü daha sonra plağa okumuştur.

    Yâr içerden" hoyratının hikâyesi
    Mukim Tahir çok güzel sesi olduğu, çok iyi de bağlama çaldığı için, müziğe meraklı Urfalılar onu hemen her gece bir meclise davet ederler. Kendisi de müziğe çok meraklı olduğu için davetleri kabul eder. Sıra gecelerine, asbap geceleri, dağ yatıları ve bağ evlerindeki müzik alemlerine sık sık katılır. Gittiği yerlerden çoğu kez gecenin geç vaktinde alkollü olarak eve döner. Her gece müzik alemlerine katılması, gecenin geç vakitlerinde eve gelmesi, bazen günlerce eve gelmemesi, alkol kullanması kendisine maddi olarak çok şey kaybettirir ama bir türlü bu alışkanlığından vazgeçmez. Severek evlenmiştir, hanımı kendisini, kendisi de hanımını çok sevmektedir ama hanımı, kocasının her gece geç gelmesinden çok şikâyetçidir. Kocasını sevdiği için
    kaderimdir" der çeker.

    Günler günleri kovalayıp, kocasının her gece bu halde gelmesi, evini ihmal etmesi, hanımını çileden çıkarır, canına tak eder. Artık yeter, daha dayanamayacağım, bu gece de eve geç gelse onu içeriye almayacağım der ve kocasını beklemeye başlar. Hanımı için gece, bitmek tükenmek bilmez. Nihayet sabaha karşı bir elinde sazı, kafası çakırkeyf olan Mukim Tahir eve gelir. Kapıyı çalar. Mevsimlerden kıştır, sabaha karşı olduğundan hava çok soğuktur, ayaz vardır. Rüzgâr insanın yüzünü tırmalamaktadır. Tahir, kendini bir an önce eve atmak için kapının tokmağını birkaç kez üst üste vurur. Hanımı zaten gece boyunca uyumamıştır. Daha ilk kapı çaldığında duymuştur, ama kapının ardında bekler, hiç ses çıkarmaz. Soğuktan titremeye başlayan kocası hem kapıyı vurup hem de kapıyı aç diye bağırınca, hanımı kapının ardından ses verir Her gece bu saatlerde geliyorsun, yeter artık senden çektiğim, seni içeri almayacağım" der. Kocası "Hava çok soğuk, aç kız"dese de hanımı kararlıdır. Açmayacağım" der. Mukim Tahir, dil döker yalvarır, ama nafile. Tahir, hanımının gerçekten kapıyı açmayacağını anlayınca, kapının karşısındaki duvara sırtını verir, yüzü kapıya gelecek şekilde yere oturur. Hatasını telafi etmek için sazının tellerine yavaş yavaş dokunur, ardından elini kulağına atarak yanık sesi ile;

    Yar içerden
    Yar bağrım, yar içerden
    Gözüm kapıda kaldı
    Çıkmadı yar içerden

    Hoyratını okur. Hanımı ağlamaya başlar, içi sızlar, sevdiği insanın dışarıda soğukta kalmasına gönlü razı olmaz, Tahir, bu hoyratın tekini söyle seni öyle içeri alayım" der.

    Mukim Tahir de kapının önünde ağlamaktadır. Tahir, elini tekrar kulağına atarak şu hoyratı okur"

    Sürme beni
    Çek göze sürme beni
    Kapıyda kul olmuşam
    Darılıp sürme beni

    Hanımı artık dayanamaz, kaderine razı olur, kapıyı açar ve ağlamakta olan kocasını içeri alır. Birbirlerine sarılırlar.

    Bekçi Bakır (YURTSEVER)
    1909 Yılında Urfa"da doğmuş, 1985 yılında vefat etmiştir. Musikiye küçük yaşlarda başlamıştır.
    Ustası Pehelin oğlu Ahmet Hafız"dan makamları öğrenmiştir. Hacı Nuri Hafız"dan da mevlüt okumasını öğrenmiştir.
    30 sene kadar mevlüthanlık yapmıştır. Bekçilik yaptığı için kendisine
    Bekçi Bakır"denilmiştir.
    Muzaffer Sarısözen'in hazırladığı Yurtlar Sesler" programına zaman zaman çağrılmıştır.
    Ayrıca Radyoda çeşitli Urfa programlarına katılmıştır. TRT repertuarında derlemeleri yer almaktadır.
    Birçok plak yapmıştır.

    Bakır Yurtsever, namı diğer Bekçi Bakır kendine has üslubu, güzel ve gür sesi ile şöhreti Urfa sınırlarını aşmış, yörenin en iyi mevlit, gazel ve hoyrat okuyucularındandır. Bu özelliklerinin yanı sıra bestekâr olup Urfa halk müziğinin kaynak kişisi olarak da bilinmektedir.

    1908 yılında Urfa"nın Yusuf Paşa Mahallesi"nde 205 nolu hanede doğmuştur. Babası Çolakoğulları"ndan Halil, annesi ise Kısmetler ailesinden Hanım"dır.

    Bakır Yurtsever 6 yaşında babasını kaybetmiş, daha sonraki yıllarda annesi İsrafil isminde biri ile evlenmiştir. 18 yaşına kadar üvey babasının yanında kalan Bakır Yurtsever, bir süre de üvey babasının Koyun Pazarı"ndaki bakkal dükkânında çalışmıştır. Daha sonra Emniyet Müdürlüğü"nde "bekçilik yapmaya başlamıştır. Bekçilik görevini 1932 senesinde asker oluncaya kadar devam ettirmiştir. Bu meslekten dolayı Bekçi Bakır lakabıyla tanınmıştır.

    Askerliğini Siirt"te Birinci Piyade Alayı"nın 9. Bölüğü"nde yapmıştır. 1934"ün Nisan ayında teskere alıp geldikten sonra bekçilik görevine Urfa Emniyet Müdürlüğü bünyesinde 10 sene devam etmiştir. Sonra Gaziantep"e gitmiş ve orada da sekiz sene bekçilik yapmıştır. Daha sonra tekrar Urfa"ya dönmüş ve 1940 senesinde gardiyan olmuştur. Dört sene de gardiyanlık yaparak, Belediye Başkanı Ömer Alay zamanında, belediyeye geçmiştir. İki sene de belediye zabıta memuru olarak çalıştıktan sonra, İl YSE Müdürlüğü bünyesine geçmiş ve orada da yedi sene bekçilik yaptıktan sonra, yaş haddinden 1975 yılı mart ayında emekli olmuştur.

    Yaşadığı şehri ve yurdunu çok sevdiğinden, soyadı kanunu çıktığında ısrarla Yurtsever soyadını seçmiştir.

    Bakır Yurtsever, Rukiye hanımla evli olup altısı kız, dördü erkek on çocuk babasıdır. Çocuklarının isimleri ise Halil, Zeki, Ulviye, İsmet, Zekiye, Osman, Nimet, Hikmet, Yeter ve Mehmet Ramazan"dır.

    Dostları ve yakınları Bekçi Bakır"ın zeki ve çok çalışkan; esprili, hoşgörülü, mütevazı, yardımsever ve duygusal biri olduğunu söylemektedirler.

    Bekçi Bakır okumaya çok hevesli olmasına rağmen okula gidememiş, bu nedenle çocuklarının okuması için çok gayret sarf etmiştir.

    Bekçi Bakır, ilkokulu dışarıdan bitirmiş olmasına rağmen Arapça, Farsça ve Kürtçe"yi çok iyi bilirdi. Urfa müziğinin bu günlere gelmesinde büyük katkıları olan Bakır Yurtsever 09.06.1985 tarihinde vefat etmiştir. Şanlıurfa"da, Bediüzzaman Aile Mezarlığı"na defnedilmiştir.

    MÜZİK HAYATI

    Bakır Yurtsever, müziğe küçük yaşlarda başlamıştır. Ustası Pehe"in oğlu, Pazar Camii müezzini Ahmet Hafız"dır. Ustası iki gözden âmâ olup musikiye vakıf ve her türlü makamı bilen biridir. Bakır Yurtsever Kuran-ı Kerim"i ve bütün makamları bu ustasından öğrenmiştir. Urfa"nın meşhur gazelhan ve mevlithanı Hacı Nuri Hafız"dan mevlit okumasını öğrenmiş ve onunla birlikte sekiz sene mevlitlere gitmiştir. Mevlitlerde Hacı Nuri Hafız"ın zâkirliğini yapmıştır. Daha sonra ustasının müsaadesi ile mevlit okumaya başlamış ve 30 sene kadar da mevlithanlık yapmıştır.

    Urfa"da kışın sıra gecelerine, yazın bağ ve bahçelere, bahar aylarında ise dağ yatısı"na gidilir. Bu yerlerde ustalardan oluşan musiki meclislerinde saatler süren fasıllar geçilir. Bakır Yurtsever de bu musiki meclislerine sık sık katılmıştır. Zamanın meşhur ustaları Damburacı Derviş, Mukım Tahir, Kel Hamza, Karaköprülü İsmail, Tenekeci Mahmut, Marangoz Halil, Muallim Cevdet Bey gibi usta sanatkârlarla meşk yapmıştır.

    Bekçi Bakır, müziğe vakıf biri olup makam ve usule riayet etmeyenlere çok kızardı. Ezan okurken makamı beceremeyen bir müezzin duysa gider, onu uygun bir şekilde uyarıp örnek verirdi. Bazen ezan okuduğunda birçok insanın duygulanarak ağladığı anlatılmaktadır. Cuma günleri gittiği camide ezandan önce sela okurdu. Dini yönden de kendisini son derece yetiştirmiş olan Bakır Yurtsever, hafızdı. Kuran-ı Kerim"i çok güzel okur ve Türkçe açıklamasını yapardı.

    Halk müziği, sanat müziği ve tasavvuf müziğini de ileri düzeyde bilirdi. Mani, hoyrat, gazel, türkü, şarkı ve ilahi repertuarı çok genişti. Çok güzel def çalar, tarağa sigara kağıdı takarak mey" sesi çıkarır, okuyuculara eşlik ederdi. Sesini çok iyi kullanabilirdi, taklit yeteneği vardı, hayvan seslerini ve tanınmış kişilerin seslerini çok iyi taklit edebilirdi.

    Urfa ve yurdun birçok yerinde konser programlarına davet edilirdi. Her yıl 11 Nisan"da Urfa kurtuluşu ile ilgili düzenlenen TRT"nin Radyo programlarına ve Halkevi konserlerine katılırdı.

    Bekçi Bakır, Ankara Radyo Evi"nde Muzaffer Sarısözen"in hazırladığı Yurttan Sesler programı ile Diyarbakır Radyosu"nca hazırlanan programlara katılmıştır. Muzaffer Sarısözen, kaynak kişi olarak Bakır Yurtsever"den Urfa türkülerini derlemiş ve TRT Türk Halk Müziği arşivine kazandırmıştır.

    1976 yılında da Milli Folklor Araştırma Dairesi (MİFAD)nin Yaşar Doruk başkanlığında Şanlıurfa"da yaptığı derleme çalışmalarında Bekçi Bakır"dan kaynak kişi olarak derlemeler yapılmıştır. Bu derlemelerin bir kısmı daha sonra Urfa"dan Derlenmiş Türküler ve Oyun Havaları adlı kitapta yayımlanmıştır.

    Bekçi Bakır"ın, plak kayıtlarının yanısıra birçok mahalli kasete de ses kayıtları yapılmıştır. Özellikle Abdullah Uyanık tarafından Galeri Müzik Bant Stüdyosu"nda kaydedilen üç kaseti sevenleri tarafından zevkle dinlenmektedir.

    En büyük oğlu Halil Yurtsever"in de sesi güzel olup "Fırat köprüsünden ile Öt bülbül yar dağıdır parçalarını 1970 yılında Yakışan Plak"a okumuştur.

    Bekçi Bakır"ın, sesi güzel olduğu kadar, sesinin volümü de yüksek ve tizdir. Bu nedenle konserlerde okurken mikrofon kullanmamıştır. İstanbul"da plak"a okurken, sesinin yüksekliğinden mikrofonun bozulduğu söylenir. Bu nedenle okurken mikrofona doğru değil, yüzünü ters tarafa döndürüp okuturlarmış.

    Araştırmacı Halil Binbaşıoğlu, Bekçi Bakır"ın sesinin yüksekliği ile ilgili dinlediği bir anekdotu şöyle anlatıyor Muzaffer Sarısözen, konser vermek üzere gelen Bekçi Bakır ve ekibini dinlerken Bekçi Bakır"ın sesinin yüksekliği dikkatini çekiyor. Ona Sen ekipten 5-6 metre arkada dur, sesin diğerlerini bastırıyor. Senin sesinden iyi bir tren düdüğü olur, ben hayatımda böyle yüksek bir ses duymadım demiş.

    Hoyrat okuma tavrı ve gırtlak nağmeleri nevi şahsına münhasır"dır. Okuma tavrı yönünden birçok sanatçıyı etkilemiştir. İzzet Altınmeşe, Selahattin Alpay, Kubilay Dökmetaş gibi birçok halk müziği sanatçısı uzun havaları, onun tavrında okumaktadırlar.

    Hayatı boyunca yörenin bütün sanatçılarına gerek eser, gerek bilgi yönünden her türlü desteği vermiştir.

    Urfa"ya gelen sanatçılar kendisini evinde ziyaret eder, yeni parçalar alır, sesini dinlerdi. Selahattin Alpay, İzzet Altınmeşe, daha önceleri Nurettin Dadaloğlu, Ramazan Şenses, Nuri Sesigüzel, Saniye Can bunlardan bir kaçıdır.

    Kendisinin derlediği birçok parçayı değişik sanatçılar çeşitli dönemlerde plak veya kasetlerinde okumuşlardır. Mahmut Tuncer, Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses, Selahattin Alpay, İzzet Altınmeşe, Mahsun Kırmızıgül, Nuri Sesigüzel bunlardan ilk akla gelenlerdir.

    Bekçi Bakır ustasına hizmet etmeyenlere, eserlerin sözlerini doğru okumayanlara çok kızardı. 1980 yılında Abuzer Akbıyık"ın kendisi ile yaptığı derleme çalışmasında Şu anda hoyrat okuyanların birçoğu hoyrat okumasının bilmiyor, makamı bilmiyor, bilene de sormuyor, eline mikrofonu alan sahneye fırlıyor diyerek, bazı okuyuculara kızgınlığını dile getirmiştir. Hafızası kuvvetli olduğundan yüzlerce hoyrat sözünü arka arkaya okuyabilen biridir. Yine aynı sohbette Ben bu yaşımda okuyanlarla yarışa hazırım. Abide"den çıkalım Aynzeliha"ya kadar her adımda bir hoyrat okuyalım, kendine güvenen varsa çıksın" demiştir.

    Bekçi Bakır"ın plakları ve konserleriyle ünü bütün yurt çapında yayılmıştır. Hemen hemen Türkiye" nin birçok yerini gezerek, o yörenin sanatçılarıyla bir araya gelerek müzik bilgisini ve repertuarını alabildiğince zenginleştirmiştir. Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Gaziantep sık sık davetli olarak gittiği yerlerdir. Diyarbakırlı Celal Güzelses"le birçok müzik meclisinde bulunmuştur.

    BAKIR YURTSEVER İÇİN SÖYLENENLER

    Siirt"te askerliğini yaparken, Mustafa Kemal Atatürk sesini dinlemiştir. Atatürk, Bakır Yurtsever"in uzun hava ve hoyratlarından çok etkilenerek Yaşşa, varol Urfalı" diyerek kendisini taltif etmiştir.

    Aşık Veysel"le bir sohbette bir araya gelmiş, karşılıklı söyleşmişler; Bakır Yurtsever"in söylediği parçalardan Aşık Veysel çok duygulanarak gözyaşlarını tutamamıştır.

    Bekçi Bakır bir konser sırasında Zeki Müren"le tanışır, sesini dinletir. Onu dinleyen Zeki Müren hayretler içinde kalır. Bakır amca bu ses bende olsa on tane Zeki Müren ederim" der.

    Elazığlı ünlü okuyucu Paşa Demirbağ, sık sık Elazığ"a gelen ve müzik meclislerine katılan Bekçi Bakır"ı yakından tanımaktadır. Paşa Demirbağ, Bekçi Bakır için, böyle bir ses bir daha zor çıkar demiştir.

    Urfalı gazelhan Yusuf Bilgin; Bekçi Bakır"ı anlatırken Sesi çok yüksek ve gırtlak nağmeleri meşhurdu. 1934-35 yıllarında Urfa"da Halkevi vardı ve Mukim Tahir gibi Urfalı meşhur okuyucular her hafta bir konser verirlerdi, Bekçi Bakır da bunlarla birlikte konser verirdi. 25 makamdan gazel ve hoyrat okuyabilirdi, ses tonu çok yüksek olduğu ve makamları iyi bildiği için en dik ve okunması zor olan parçaları Bekçi Bakır"a okuturlardı demiştir.

    PLAKLARI VE TRT REPERTUARINA KAZANDIRDIĞI ESERLER

    Bekçi Bakır"ın plak ve diğer ses kayıtlarıyla ilgi TRT, HAGEM, Milli Kütüphane, Kalan Müzik gibi kurum ve kuruluşların ses arşivleri, Halil Binbaşıoğlu"nun ses ve video arşivi, M. Ramazan Yurtsever, Abdullah Uyanık, Mustafa Şahin, Mehmet Topaç, Abuzer Akbıyık, Münevver Özdemir, Musa Kaldı, Tahir Gümüş"ün ses arşivi ve Kubilay Dökmetaş, Rıfat Kaya"nın plak arşivinden istifade edilerek Bakır Yutsever"in okuduğu parçalar tespit edilmeye çalışılmıştır.

    Bekçi Bakır 40 civarında plak yapmıştır . Mahalli bantlarda ise yüzlerce türkü, gazel ve hoyrat okumuştur. Okuduğu eserlerin hangilerinin söz-müzik olarak kendisine ait olduğu, hangilerinin anonim eser olduğunun tespiti çok kapsamlı bir çalışmayı gerektiren konudur. Çeşitli çalışmalara kaynak olması bakımından ulaşabildiğimiz plak kayıtları ve TRT repertuarına dayanarak aşağıdaki listeyi hazırlamış bulunmaktayız.

    1980 yılında Abuzer Akbıyık, Bakır Yurtsever"le yaptığı derleme çalışmasında Bekçi Bakır: Ordumuz gitti Muş"a dayandı türküsünü okuduğum ilk plağımı 1928 yılında Odeon firmasına yaptım"demiştir. Böylece Bekçi Bakır"ın ilk plağını 1928 yılında yaptığını öğreniyoruz.

    Buradan bir atlı geçti uzun havasının hikayesi
    Bakır Yurtseveri yurt çapında üne kavuşturan eserlerden biri Buradan bir atlı geçti"adlı uzun havadır. Söz ve müziği kendisine ait olan bu eser; çok sevdiği kızının ölümü ve ardından hanımının hastalığı ile dert üstüne dert eklenen bir babanın çaresizliğinin öyküsüdür.

    II. Dünya savaşı yılları, halk büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Moral bozukluğu had safhadadır. Bu sıkıntılar yetmezmiş gibi Bekçi Bakır"ın çok sevdiği ikinci çocuğu çok hastadır. 8 yaşındaki kız çocuğu ateşli bir hastalığa yakalanmış, gün geçtikçe kötüleşmektedir. Biricik yavrusu gözleri önünde gün be gün erimektedir. Baba ise çaresizdir. Günün şartlarında yapılan tedaviler sonuç vermez ve biricik kızı vefat eder. Zaten duygusal ve içe dönük bir yapısı vardır Bekçi Bakır"ın. Kızının ölümüne çok üzülür, sonsuz kederlenir. Bu yetmezmiş gibi hanımı da hastalanır. Artık iç dünyası gittikçe kararmıştır. Ne yapacağını bilemez. Saatlerce kahvehanede oturup düşüncelere dalmaktadır.

    Yine böyle bir günde, kahvenin önünde oturmuş, dalgın dalgın çayını yudumlamaktadır. O sırada yoldan bir atlı geçer. Atın üzerindeki adam çok mahzun biridir. Üstü başı çok perişandır. Kahvede oturmakta olan Bekçi Bakır"ı görünce daha da mahzunlaşır, boynunu büküp gider. Sanki o da anlamıştır Bekçi Bakır"ın içindeki derdini.

    Zaten çok üzgün olan Bekçi Bakır, bu birkaç dakikalık olaydan çok etkilenir. Ağzından, Buradan bir atlı geçti / yarama baktı geçti"uzun havasının sözleri dökülür. Bakır Yurtsever, daha sonra bu eserini plağa okur. Çok sevilen bu eser, o günden bu güne söylenmektedir.

    Bekçi Bakır"ın vasiyeti üzerine, bu uzun havanın ikinci dörtlüğü mezar taşına yazılmıştır.

    Buradan bir atlı geçti
    Yarama baktı geçti
    Tabip yaramı elleme
    Yaramın vakti geçti

    Kurbanam her gelene
    Zülfünden ter gelene
    Mezarımı yüce yapın
    Yavrularım gele gölgelene...

    Kel Hamza (ŞENSES)
    1904 yılında Urfa"da doğmuştur. 1942 yılında vefat etmiştir. Tanburacıoğulları"ndandır.
    Ses sanatkârı ve bestekârıdır. Müziğe üç telli saz çalarak başlamış, bilahare tambur ve cümbüş
    çalmasını öğrenmiştir. Sesi çok dik, temiz ve etkileyicidir. Mukkim Tahir'le aynı dönemlerde yaşamıştır.
    Şanlıurfa'da Halkevi sahnesinde ve Anzelha gazinolarında programlar yapmıştır.
    Bir müddet de İstanbul sahnelerinde çalışmıştır. Çok temiz giyinen ve modern görünüşlü bir kişiydi.
    Taş plağa okuduğu eserleri Kışlalar dolu bugün"Aşkın ne derin yaralar açtı ciğerimde"
    Ne hoş olur mapushana havası" Kız adın Fatma güzel Nazmiyem gel beni yakma Adanalı esmer olur can yakar"
    Duman duman olmuş karşıki dağlar

    Urfa"da son yüzyılda, ilk akla ses sanatçılarından biri Hamza Şenses"tir. Genç yaşında saçı döküldüğü için Kel Hamza lakabıyla tanınır, plaklarda ise Urfalı Hamza Şenses olarak geçmektedir.

    Hamza Şenses , 1904 yıllında Urfa"da, Büyükyol"da bulunan Vali Fuat Caddesi, Hilal Sokak"ta 21 nolu evde doğmuştur. Lakapları Hacı Hamolar"dır. Anne tarafından Tanburacıoğulları"ndandır. Kürkçülük yapan babasının ismi Mustafa, annesinin ismi ise Zeliha"dır. Ailenin iki çocuğundan biridir. Kardeşinin ismi ise İbrahim Halil"dir. Kürkçülük yapmakta olan kardeşi 1968 yılında vefat etmiştir. Hanım" isminde dayısı kızı ile evlenmiştir. Eşi Hanım, 1978 yılında vefat etmiştir. Hayriye, Zeliha ve Türkan isminde üç kızları olmuştur. kızları Türkan küçük yaşta vefat etmiştir.

    Ses sanatkârı ve bestekâr olan Hamza Şenses, 1939 yılında Urfa"da Nacar Pazarı üstünde bulunan Çardaklı Kahve"den düşerek vefat etmiştir. Mezarı Bedi-üz zaman Mezarlığı"nda Hızmalı Köprü"nün karşısındadır.

    MÜZİK HAYATI

    Hamza Şenses, herhangi bir okula gitmemiş, ama meraklı olduğu için okuma yazmayı kendi kendine öğrenmiştir. Genç yaşından itibaren şiirler yazmış ve besteler yapmıştır.

    Hamza Şenses"in esas mesleği keçecilik"tir. Keçecilik yaparken sesi güzel olduğu için kendi kendine türkü hoyrat söylermiş. Hoyrat okuduğu bir sırada, ustası ve arkadaşları Hamza, sesin güzel, niye plağa okumuyorsun demişler. O zamanın Urfa"sında keyf için müzik yapılıyor, para karşılığı çalmak-söylemek, ayıp sayıldığından, Hamza düşünüp taşınıyor, gidip dayılarına durumu anlatıyor. Onlardan müsaade alıyor. Dayıları da yetimsin, ihtiyacın vardır, sesin de güzel, sen bilirsin deyince, çeşitli yerlerde okumaya başlıyor. Halk tarafından sevilip takdir edilmeye başlanınca plak yapmaya gidiyor. Plağı çıkınca artık ünü Urfa sınırlarını aşıyor ve Urfa dışından da gazinolarda çalışmak üzere teklifler almaya başlıyor. Böylece vefat ettiği tarihe kadar gerek Urfa"da, gerekse birçok vilayette çeşitli müzik meclislerine, konserlere katılıyor ve gazinolarda ses sanatkârı olarak çalışıyor.

    Bağlama, tambur ve cümbüş çalmasını bilen Hamza Şenses, Urfa"nın ünlü ses sanatkârı Mukım Tahir'le aynı dönemlerde yaşamıştır. Şanlıurfa'da Çardaklı Kahve ve Aynzeliha Gazinosu"nda programlar yapmıştır. Bir müddet de Diyarbakır, Gaziantep, Adana ve İstanbul sahnelerinde çalışmıştır.

    Hamza Şenses, Urfa sıra geceleri, dağ yatıları, asbap gecelerindeki müzik meclislerine katılmış, devrin müzik ustalarıyla meşk etmiştir. 11 Nisan Urfa"nın düşman işgalinden kurtuluşu nedeniyle düzenlenen gecelere katılıp radyo programları yapmıştır. Urfa Halkevi müzik grubu ile yıllarca sahneye çıkmış, sayısız konserler vermiştir.

    Hamza Şenses"in altı plak kaydı bulunmaktadır. Adam ağladan oldum, Aşkın ne derin yâreler açtı ciğerimde, Diyarbakır bu mudur, Kışlalar doldu bugün , Nere gidim kardaş nerem var, Ne hoş olur mahpushane havası,Urfa dağlarında gezdiğim çağlar gibi türkü ve uzun havalar kaynak kişi olarak Hamza Şenses"ten derlenerek TRT repertuarına alınmıştır.

    Hamza Şenses"in sesi çok güzel olup güçlü ve yanıktır. Bilhassa hoyrat ve gazelleri çok güzel okumuş ve dinleyenleri etkilemiştir. Sesi o kadar çok yüksekmiş ki, gece Urfa Kalesi"nde okuduğunda, 6-7 kilometre mesafedeki Karaköprü"de sesi duyulurmuş. Plaklara okuduğu uzun havaları, kendine has tavırla okumuştur. Günümüzde birçok sanatçı bu uzun havaları, Hamza Şenses"in okuduğu şekilde okumaktadır.

    Hamza Şenses; titiz bir insandır, temiz giyinmeyi sever, devamlı başında fötr şapka, takım elbise giyer, kravat takar. Urfa"nın 1930-40"lı yıllarına göre çok modern giyinen biridir.

    Çok kibar ve duygusal biri olan Hamza Şenses, çocuklarına çok düşkündür. Onlarla sohbet etmeyi, şakalaşmayı, onlara hediye almayı sever. Annesi ile kıra giden kızı Türkan"ın, kayadan düşerek beyin kanaması geçirmesi, yıllarca hasta yatması ve neticede ölümü, Hamza Şenses"e bu nedenle çok tesir etmiştir. Çok sevdiği kızının ölümü üzerine Aşkın ne derin yareler açtı ciğerimde/Bir makbere döndü koca dünya nezerimde sözleriyle başlayan uzun havayı bestelemiştir.

    Az sayıda plak yapmış olmasına rağmen sesi ile yurt çapında tanınmış, devrinin en ünlü okuyucularından biridir.

    ÇARDAKLI KAHVE"DEN DÜŞÜP ÖLMESİ

    Hamza Şenses,1940"lı yıllarda Urfa"nın içkili ve müzikli yeri olan ve Herrane Kedosu"nun işlettiği Çardaklı Kahve"de haftanın birkaç günü program yapmaktadır. Programı olmadığı bir gece Hamza"nın evde canı sıkılır. Çalıştığı Çardaklı Kahve"ye gitmek üzere giyinir. Kızı Zeliha"yı yanına çağırır Kızım ben gidiyorum bir diyeceğin var mı"; diye sorar. Boynunu göstererek Beni buradan öp, beni kokla, baba kokusu buradan gelir diyerek, kendisi de kızını öper ve evden ayrılır. Çalıştığı yere gelip uygun bir masaya oturur. Yiyeceğini içeceğini söyler. Bu sırada başka masada oturanlar Hamza biliyoruz izinlisin ama sen olmadan olmuyor. Çık bizim için birkaç eser oku derler. Hamza da Madem ısrar ediyorsunuz, çıkıp sizin için bir tane okuyayım der. Sahneye çıkıp bir türkü okur. Sahneden inerken orada bulunanlardan biri kendisini ısrarla masaya davet eder. O, teşekkür ederek kendi masasına yönelir. Çağrılan masaya gitmediği için o masadakiler kendi arasında tartışmaya başlar. O masada oturanlardan biri Bu Hamza da kendini çok beğenmiş, tenezzül edip masamıza gelmedi der, öbürü de Hamza benim arkadaşım, arkadaşıma laf söyleyemezsin diye cevap verir. Tartışma kavgaya dönüşür. Hamza onların yanına gelip, ;Ayıptır, arkadaşsınız, niye kavga ediyorsunuz, yiyin için güzel güzel evinize gidin" der. Mevsim kış ve her taraf karlıdır. Masada oturanlardan biri: Zaten kavga senin yüzünden çıktı, yürü git" deyip Hamza"yı iter. Çardaklı Kahve"nin de etrafı ince tel örgü ile kaplıdır. Alkol de almış olan Hamza, itelemenin tesiri ile ince tel örgünün üzerine düşer, tel örgü yıkılır, Hamza, birinci katta bulunan Çardaklı Kahve"den, Nacar Pazarı"nın içine düşer. Düşerken kafası nacarların önünde bulunan kütüğe çarpar. Kahvede bulunanlar Hamza"nın aşağıya düştüğünü görünce kaçarlar. Gece devriyesinde gezmekte olan bekçiler, onu boylu boyunca uzanmış görürler, sarhoş sanıp, kaldırıp eve getirirler. Annesine Bu çok sarhoş, bunu yatırın derler. Annesi, oğlunun başını yastığa koyarken eline kan gelir. Oğlumun kafası kırılmış, ne oldu, nerden düştü? diye sorduğunda, Zaptiyeler Herrane Kedosu"nun kahvesinden düşmüş"derler. Aradan iki üç saat geçtikten sonra Hamza ayılmaz, bunun üzerine hastaneye götürürler. Hamza kafası üzerine düştüğü için beyin kanaması geçirmiştir. Onu hemen ameliyata alırlar, fakat kafasındaki darbe ağır olduğu için kurtulamaz ve vefat eder.

    TÜRKÜ VE UZUN HAVALARININ HİKÂYESİ

    Hamza Şenses hayatı boyunca ayrılık, yokluk, evlat acısı gibi birçok sıkıntılar çekmiştir. Bu nedenle eserlerinin hemen hepsinin birer hüzünlü hikâyesi vardır. Kışlalar doldu bugün"ve "Diyarbakır bu mudur"eserlerini ayrılık üzerine, "Urfa dağlarında gezdiğim çağlar" uzun havasını ise vurulup öldürülen dayısı Ali"nin üstüne, Aşkın ne derin yâreler açtı"uzun havasını çocuk yaşta ölen çok sevdiği kızı Türkân için, Adanalı esmer olur yan bakar" türküsünü de Adanalı bir arkadaşının üstüne bestelemiştir.

    Kışlalar doldu bugün" uzun havasının hikâyesi
    Hamza Şenses"in kardeşi İbrahim, Diyarbakır"da askerdir. Eskiden askerlik süresi şimdiki gibi olmayıp 3-4 yıl sürer, savaş dönemlerinde daha fazla sürdüğü de olurdu. İşte, Hamza, uzun zamandan beri askerliğini yapmakta olan kardeşi İbrahim"i özlemiştir. Onu görmek için Diyarbakır"a gider ve kardeşinin askerlik yaptığı tabur"un nizamiyesine varır.. Nizamiyede olan yetkililer Kardeşiniz görevde, görüşmeye çağıramayız" derler. Uzak yoldan geldiğini, birkaç dakika bile olsa kardeşini görmek istediğini söylese de orada bulunanlar yasaktır" deyip kabul etmezler. Bunun üzerine tabur komutanıyla görüşmek istediğini söyler, zor bela tabur komutanıyla görüştürülür. Tabur komutanı babacan tavırlı birisidir. Onu iyi karşılar. Bunun üzerine Hamza Şenses, kendini tanıtır. Uzun yoldan geldiğini, kardeşini görmek istediğini söyler. Tabur komutanı da müziğe meraklıdır ve Hamza Şenses"in ismini önceden duymuştur. Bu nedenle kendisine çay, kahve ikram edip ağırlar. Kardeşi İbrahim"i odasına çağırtıp görüştürür.

    Görüşme biterken Tabur komutanı Hamza Şenses"e,Buraya kadar gelmişken bir gece yapalım" der. O da kabul edince, taburdakilere güzel bir gece yapılır. Hamza Şenses, kardeşi İbrahim"den ayrılmanın üzüntüsü ile o gecede;

    Kışlalar doldu bugün
    Doldu boşaldı bugün
    Gel kardaş görüşelim
    Ayrılık oldu bugün
    Naçar eliden vah vah yâr yâr

    Geceler yârim oldu
    Ağlamak kârım oldu
    Her dertten yıkılmazdım
    Sebebim zalim oldu
    Garib eliden vah vah yâr yâr

    bestesini yapar ve orada bulunanlara okur. Çok sevilen bu eserini daha sonra plağa okuyarak ölümsüzleştirir.

    Diyarbakır bu mudur" türküsünün hikâyesi
    Urfalı Hamza Şenses"in ayrılık üzerine yaktığı en güzel türkülerinden biridir. Hamza Şenses, Urfa"nın meşhur ses sanatkarlarından biridir. Taş plak yapınca ünü bütün yurt çapına yayılır. Bunun üzerine esas mesleği olan keçeciliği bırakarak, artık ses sanatçılığı ile geçimini temin etmeye başlar. Urfa"da, Aynzeliha Gazinosu, Çardaklı Kahve gibi müzikli yerlerde çalışır. Zaman zaman da Gaziantep"e, Adana"ya gidip oradaki gazinolarda çalışır. Sık sık gittiği yerlerden biri de Diyarbakır"dır. Diyarbakırlılar Hamza Şenses"i çok sever. Diyarbakırlı meşhur ses sanatkârı Celal Güzelses de Hamza"nın en yakın arkadaşlarından biridir.

    Hamza Şenses, davet üzerine birkaç gün çalışmak üzere Diyarbakır"a gider. Fakat ısrarlı talepler üzerine programını birkaç kez uzatır ve böylece uzunca bir süre Diyarbakır"da kalır.

    Birkaç günlüğüne gidip, bir aydan fazla kalan Hamza"dan bir haber alamayan ailesi meraklanır. Babasını çok seven kızı, babasına, hem özlemini hem de endişesini dile getiren bir mektup yazarak gönderir. Mektubunun sonuna da şu dörtlüğü yazar Diyarbekir bu mudur, testi dolu su mudur, gittin ki tez gelesin, tez geldiğin bu mudur" Hamza Şenses, kızının mektubunu ve sonundaki mısraları okuyunca, içine ayrılık ateşi düşer, eşine ve çocuklarına özlemini mısralara dökerek adeta kızına cevap verir. Diyarbakır dört köşe, içinde billur şişe, Allah sabırlar versin, yarından ayrılmışaGurbette ayrılık hasreti ile kızının yazdığı ve kendisinin kızına karşılık yazdığı mısraları beste haline getirip daha sonra plağa okur. O günden bu güne bu türkü sevilerek söylenmektedir.

    Diyarbekir bu mudur elleri kınalı
    Desti dolu su mudur gözleri sürmeli
    Gittin ki tez gelesin elleri kınalı
    Tez geldiğin bu mudur elleri kınalı

    Diyarbekir dört köşe elleri kınalı
    İçinde billur şişe gözleri sürmeli
    Allah sabırlar versin elleri kınalı
    Yarinden ayrılmışa gözleri sürmeli

    PLAKLAR VE TRT ARŞİVİNDEKİ ESERLER

    1. Adanalı esmer olur yan bakar
    Plak-Sahibinin Sesi

    2. Adam ağladan oldum
    TRT THM Rep no:5, Derleyen: Abuzer Akbıyık-Bakır Karadağlı

    3. Aşkın ne derin yâreler açtı ciğerimde
    Plak-Sahibinin Sesi
    TRT THM Rep no: 49 Derleyen: TRT Müzik Dairesi Başkanlığı

    4. Aya bak yıldıza bak (Leylam leylam)
    Plak-Sahibinin Sesi

    5. Ay doğar aşmak ister (Nazmiye Türküsü)
    Plak-Sahibinin Sesi

    6. Diyarbakır bu mudur
    Plak-Sahibinin Sesi-AX2139
    TRT THM Rep no: 1761 Derleyen ve Notalayan: Nida Tüfekçi

    7. Duman duman olmuş karşıki dağlar
    Plak-Sahibinin Sesi

    8. Kız adın Fatma güzel
    Plak-Sahibinin Sesi

    9. Kışlalar doldu bugün (Urfa beşiri hoyratı)
    Plak-Sahibinin Sesi-AX2139
    TRT THM Rep no: 287 Derleyen: TRT Müzik Dairesi Başkanlığı

    10. Mendil bağlarım yandan (Öpmeye de kıyamadım)
    Plak-Sahibinin Sesi

    11. Nere gidim kardaş nerem var
    TRT THM Rep no: 316 Derleyen: TRT Müzik Dairesi Başkanlığı

    12. Ne hoş olur mahpushane havası (Mahpushane Türküsü)
    Plak-Sahibinin Sesi
    TRT THM Rep no: 312 Derleyen: Bakır Karadağlı

    13. Urfa dağlarında gezdiğim çağlar (Urfalı Ali Türküsü)
    Plak Sahibinin Sesi
    TRT THM Rep no: 362 Derleyen: Muzaffer Sarısözen

    14. Kırmızı gül goncasını
    Plak-Sahibinin Sesi

    Dipnotlar:
    * Şanlıurfa Nüfus Müdürlüğü"ndeki Kaydı; Adı soyadı: Hamza Şenses, T.C No: 6051401840, Baba adı: Mustafa:, Ana adı: Zeliha, Doğum Yeri ve Tarihi: Urfa-1320, Medeni hali ve Dini: Evli-İslam, Tescil Tarihi: 24/02/1320, Ölümü:01.01.1939.
    * Hamza Şenses"in Türkan ismindeki kızı, nüfus kayıtlarında görülmemektedir. Torunu Hamza Ece"nin ifadesine göre Hamza Şenses"in Türkan isminde bir kızları olmuş, Türkan çocuk yaşında öldüğünden nüfus kayıtlarına geçmemiştir.
    * Nacar Pazarı: Şanlıurfa"da Akarbaşı mevkii"nde yer alan marangozların bulunduğu çarşı.
    *Kışlalar doldu bugün"ve Diyarbekir bu mudurtürkülerinin hikayesi Abuzer Akbıyık tarafından, Hamza Şenses"in torunu Hamza Ece"den derlenmiştir.
#24.05.2007 08:55 0 0 0
  • urfanin en eski sanatcilarindandir kendileri
#18.06.2007 10:36 0 0 0
  • eyvallah arkadaşlar,ellerinize sağlık
#13.10.2007 00:56 0 0 0
  • ALLAH rahmet eylesin hepsine
#23.12.2008 14:32 0 0 0
#17.12.2021 18:20 0 0 0