Kitle Hareketlerinin Aktörleri - Makale 1

Son güncelleme: 29.10.2014 18:17
  • makale yazıları - söz ustaları - genel kitle hareketleriMevcut düzen gözden düşürülmeden önce genellikle kitle hareketleri ortaya çıkmaz. Gözden düşürme işi, iktidardakilerin yanlış tutumlarının veya suiistimallerinin doğal sonucunda değil, içlerinde şikayet duygusu barındıran söz ustalarının kasten yaptıkları bir iştir. Söz ustalarının bulunmadığı veya yazıların ve sözlerin şikayet taşımadığı yerlerde, yönetim ne kadar beceriksiz ve kötü olursa olsun, kendi kendine çöküp gidinceye kadar iktidarda kalır. Diğer yandan, erdem ve çabalan şüphe götürmeyen bir yönetim, söz ustası azınlığının taraftarlığını kazanmakta başarı sağlayamazsa iktidardan düşebilir.*

    Madde 83 ve 86’da işaret edildiği gibi, bir kitle hareketinin gerçekleşmesi ve devam ettirilmesi güce dayanmaktadır. Patlak vermek üzere olgunlaşmış bir kitle hareketi insaf tanımayan bir olaydır ve hareketin yönetimi, baskı yoluyla kazanılmış yandaşları sanki kendi kendilerine ortaya çıkmışlar gibi tanıtmak isteyen insafsız fanatiklerin elindedir. Fakat bu fanatiklerin ortaya çıkması ve görev kabul etmesi ancak mevcut düzen gözden düşürülüp halkın desteğini kaybetmesinden sonra olur. Mevcut kurum ve kuruluşların

    küçük düşürülmesi, kitlelere düzen değişikliği fikrinin aşılanması, yeni bir inanca alışkanlık yaratılması gibi hazırlık işleri, mutlaka halk tarafından tanınmış yazar ve konuşmacılara (söz ustalarına) yaptırılır. Mevcut düzen aşağı yukarı düzenli bir şekilde işlediği sürece halk genellikle muhafazakar bir tavır alır ve yenilikler düşünse bile toptan bir yenilik düşünmez. Fanatik düşüncede olan kişi, bu muhafazakar halka çatarak onların tehlikeli, ihanet yolunda, beceriksiz hatta anormal olduğunu iddia eder. Hoşgörülü olan yetkililer bile tutucunun bu aktif hareket taktiklerine karşı sert tepki gösterirler ve fanatiğin aktif hareket taktiği, iktidara yeni bir canlılık kazandırır.

    Tipik bir söz ustasına gelince durum değişiktir. Kitleler onu dinler, çünkü bilirler ki onun sözleri ne kadar kritik olursa olsun hemen bir sonuç veremez. Yetkililer onun yazdıklarını ya duymamazlıktan gelir ya da onu susturmak için yumuşak yöntemler kullanırlar. Böylece söz ustaları, fazla belli etmeden mevcut kurum ve kuruluşları küçültür, iktidardakileri gözden düşürür ve inançları zayıflatarak bir kitle hareketinin başlaması için sahneyi hazırlar.

    İlerdeki maddelerde tarifi yapılan “söz ustalarının, fanatiklerin ve eylemcilerin” sınıflandırılması, bunların kesin ölçüler içinde kaldığı anlamına taşımaz. Gandi ve Troçki gibi adamlar nispeten pasif birer yazar ve konuşmacı olarak başlamışlar, fakat sonradan lider veya komutan olarak eşsiz başarı göstermişlerdir. Muhammed başlangıçta bir konuşmacı olarak ortaya çıkmış ve sonunda olağanüstü bir eylem adamı olduğunu ortaya koymuştur. Lenin gibi bir fanatik, hem olağanüstü bir konuşmacı hem de eşsiz bir eylem adamıdır. Sınıflandırmanın ortaya koymaya çalıştığı gerçek şudur ki, bir kitle hareketinin temelini hazırlayanlar, güzel yazma ve güzel konuşma yeteneğinde olanlardır; kitle hareketini fiilen açığa vuranlarsa, bir fanatiğin heyecan ve yeteneğinde olanlardır ve kitle hareketinin son toparlamasını yapanlar da, uygulayıcı eylem adamı yeteneğinde olanlardır.

    Bir yerde daha önce bulunmayan bir yazar-konuşmacı azınlığının ortaya çıkması, devrime doğru atılan bir adımdır. Bati ülkeleri yabancıya karşı düşmanlık duygularına neden olmakla değil, aynı zamanda insan değerine sıkça yer veren kültürel faaliyetleriyle de bilmeyerek de olsa Asya’daki kitle hareketlerini tahrik etmişlerdir. Hindistan’daki, Çin’deki,

    Endonezya’daki devrimci liderlerin çoğu öğrenimlerini muhafazakar Batı okullarında yapmışlardır. Dindar ve muhafazakar Amerikalılar tarafından yönetilen ve finanse edilen Beyrut’taki Amerikan koleji, cahil Arap dünyası için devrimciler yetiştirmektedir. Çin’deki misyonerlik okulu öğretmenleri de bilmeyerek, Çin devrimi için ortam hazırlayanlar arasında bulunuyordu.

    Söz ustaları çeşitli mesleklerdendir. Bunlar, din adamı, peygamber, yazar, sanatçı, profesör, öğrenci ve genel olarak aydınlardan olabilir. Çin ülkesi gibi okuma-yazmanın güç bit sanat olduğu yerlerde sadece okuyup yazma bilmek bile bir kişiye söz ustası olma niteliğini kazandırabilir. Buna benzer bir durum, hiyeroglif sanatının bir azınlığın elinde olduğu eski Mısır’da da mevcuttu.

    Söz ustalarının meslekleri ne olursa olsun, neredeyse bunların hepsinin mevcut düzene yönelik davranışlarına şekil veren güçlü arzuları vardır. Bu şiddetli arzular, değerlerinin kabul edildiğini görmek için bekleyişten ve çoğunluğun üzerinde bir değer taşıdığını açıkça ispat etme özleminden gelirler. Napolyon şöyle söylemişti: “Devrimi yapan kendini beğenmişlikti, özgürlük sadece bir bahaneydi. Yaratıcı olsun veya olmasın her aydının kalbinde, bir kendine güvensizlik duygusu olduğu anlaşılmaktadır. En yetenekli aydının bile kendi değerini her gün yeniden ispat etmeye zorunlu bir hayat yaşadığı görülmektedir. Remustafm Thiers hakkında söylediklerinin bütün söz ustaları için de doğru olduğu kabul edilebilir: “Onda ihtirastan çok kendini beğenmişlik var. O sizin yaptığınız işlerden çok, onun fikirlerine gösterdiğiniz saygıya önem verir. Ona önce fikir danışın, sonradan canınız ne isterse yapsanız da fark etmez.

    Neredeyse her tenkitçi ve protestocu söz ustasının hayatında, güç sahibi kişilerin kendisi hakkındaki saygılı ve gönül alıcı bir jesti karşısında güçlünün tarafına geçeceği bir dönem vardır. Belirli bir aşamada söz ustalarının çoğu dalkavuk ve zamanın adamı olmayı kabul edecek bir eğilim taşırlar. Zamanın Yahudi iktidarını temsil eden Ferisiler eğer Hz. İsa’yı aralarına alıp ona saygı gösterselerdi ve onu Haham olarak tanısalardı belki de İsa yeni bir İncil ortaya koymayacaktı. Eğer bir piskopos tam zamanında Luther’e tartışma imkanı tanısaydı, onun içindeki Reformasyon ateşini söndürmüş olabilirdi. Prusyalılar, genç Kari Marx’a bir unvan tanıyıp önemli bir devlet görevi verselerdi, belki de onu kandırıp kendi taraflarına geçirebilirlerdi. Şu gerçeği de akılda tutmak gerekir ki, söz ustası bir defa kendine bir felsefe ve program kurduktan sonra büyük olasılıkla onlardan ayrılmayacaktır ve ayartmalar veya gönül almalar onun üzerinde etki yapmayacaktır.

    Her ne kadar protestocu söz ustası kendini ezilmişlerin ve haksızlığa uğramışların savunucusu olarak görürse de onun şikayetleri, birkaç istisna hariç, özel ve kişiseldir. Onun acıması genellikle iktidardakilere duyduğu nefretin bir ifadesidir. “Hayatı pahasına da olsa, kitlelerin ıstırabına, tahammül edemeyecek kadar insanlık sevgisi taşıyan müstesna adam çok nadiren görülebilir” Thoreau bu gerçeği öfkeli bir şekilde şöyle ifade etmiştir: “İnanıyorum ki bir reformisti bu kadar çok üzen şey onun ıstırap çeken arkadaşları için duyduğu üzüntü değil, kendi kişisel sıkıntılarıdır.

    Eğer bu sıkıntısı düzeltilirse o arkadaşlarını bir özür bile dilemeden unutacaktır” Üstün yetenekleri iktidardakiler tarafından uygun bir şekilde tanındığı zaman, söz ustası zayıfa karşı güçlünün tarafını tutmasının bin bir tane yüce mazeretini bulacaktır. “Zavallı, basit, avam halk” hakkında duygu dolu konuşmalar yapan Luther, sonradan Alman prensliğiyle anlaşma yapınca “Tanrı, ne kadar haklı olurlarsa olsunlar halk yığınının ayaklanmasına izin vermektense, ne kadar haksız olursa olsun hükümetin tarafını tutmayı tercih edecektir” diye konuşmuştur. Nazi Almanyası’nın ve Bolşevik Rusya’nın şımartılmış ve iltifata boğulmuş söz ustaları, acımasız liderlere ve gizli polise karşı zulüm ve işkence çekenlerin tarafını tutmak için hiçbir zorunluluk hissetmemektedirler.

    Bir yönetim, ehliyetinin sınırlarını aştığı halde iktidarda kalabilmişse, o yerde ya aydın sınıfı yoktur ya da iktidardakilerle söz ustaları arasında sıkı bir anlaşma vardır. Okumuş adamların tümünün rahip sınıfından olduğu bir yerde kilise saldırılardan muaftır.

    Okumuş adamların hepsinin hükümet memuru olduğu veya tahsili olan kişiler için üstün bir durumun kabul edildiği yerlerde, mevcut düzen, büyük olasılıkla protesto hareketleriyle karşılaşmaz.

    Katolik kilisesi 10. yüzyılda, Papa XII. John zamanında kendi tarihinin en düşük seviyesinde bulunuyordu. Katolik kilisesinin bu dönemi, kiliseye karşı dini devrimin (Reformasyon) başladığı 15. yüzyıldaki duruma kıyasla çok daha bozuk ve faydasızdı. Fakat şu var ki, 10. yüzyılda bütün okumuş insanların rahip sınıfından olmasına karşılık, 15. yüzyılda matbaa ve kağıdın keşfedilmiş olması nedeniyle, okuma imkanı kilisenin tekelinden çıkmış bulunuyordu. Reformasyonuu öncülüğünü yapanlar, rahip sınıfından olmayan hümanist aydınlardı. Kilise ile sıkı ilişkisi olan aydınlar veya İtalya’da olduğu gibi, Papa’nın himayesinden yararlananlar “mevcut kuruluşlara ve din sömürüsüne karşı hoşgörülü davrandılar ve genellikle kendilerine yarar sağlayan batıl inançların karanlığı içinde halk sürüsünün daha ne kadar kalacağı konusuna pek aldırış etmediler.

    Gerek eski Mısır’daki gerekse Çin İmparatorluğumdaki. politik denge, hükümetle aydınlar arasındaki sıkı bir anlaşmadan ötürüdür. İlgi çekici bir durumdur ki Çin İmparatorluğu henüz ayakta iken tek Çin kitle hareketini oluşturan Taiping ayaklanmasını hazırlayan insan, devlet yüksek mülki amir sınavında tekrar tekrar başarısızlığa uğrayan bir aydın idi.

    Roma İmparatorluğu’nun uzun süre yaşayabilmesi, bir dereceye kadar Romalı yöneticilerle Yunan aydınları arasındaki yakın arkadaşlıktan ileri geliyordu. İşgal altındaki Yunanlılar, Romalı efendilerine hukuk ve uygarlık öğrettikleri inanandaydılar. Sakat ve çökmüş olan Neronun MS 67’de Yunanlıları ziyareti sırasında, nasıl aşırı bir sevgi gösterisiyle karşılandığını okumak hayret vericidir. Yunanlılar, Helen ırkına karşı aşırı bir beğenme duygusu taşıyan Neron’u kardeş bir aydın ve sanatçı olarak görüyorlardı. “Kendisini memnun etmek için bütün festivaller bir araya getiriliyor, bütün şehirlerden hoşnutluk ifadesi hediyeler yağdırılıyordu.” Buna karşılık Neron da kendilerine imtiyazlar dağıttı ve nihayet Yunanlılara özgürlük verdiğini ilan etti.

    A Study of History isimli eserinde A. J. Toynbee, Sezar’ın Mısır’a ayak basmasından beş yüz yıl sonra İskenderiyeli Ciaudian’ın Roma İmparatorluğu’nu öven Latince bir dizesinden bahsetmekte ve üzüntüyle şunları eklemektedir: “İngiliz yönetiminin Hindistan için, Roma yönetiminin Mısır için olduğundan daha iyi ve hayırlı olduğunu ispat etmek güç değildir, fakat Hindistan’ın herhangi bir İskenderiye’sinde bir Claudian bulmak güçtür.”* Buna göre İngilizler, Hindistan’da Nizamlar, Mihraceler, Nevablar vs. besleyeceği yerde Hintli aydını kazanmak için çaba harcasaydı, ona eşit muamele yapsaydı, onu işinde destekleseydi ve onu ülkenin nimetlerine ortak etseydi, belki de Hindistan’da İngiliz yönetimini sonsuza dek devam ettirebilirdi diye düşünmek herhalde pek yanlış olmaz.

    Hindistan’ı yöneten İngilizler, herhangi bir ülkenin aydınlarıyla iyi geçinebilecek yetenekten tamamen yoksun kişilerdi, nerede kaldı ki iyi aydınlarla geçineceklerdi. Onlar, İngilizlerin doğuştan üstün olduğu inancı içinde yoğrulmuş eylem adamlarıydı. Onlar çoğunlukla, Hintli aydını hem bir söz ustası hem de bir Hintli olarak aşağı görüyorlardı. Hindistan’daki İngilizler, iş alanının yalnız kendi ellerinde kalmasını istiyorlardı. Gerçek anlamda hiçbir zaman Hintlileri, mühendis, ziraat mühendisi veya teknisyen olmaya teşvik etmediler. Kurdukları öğretim kurumlan “kuramcı” teorisyenler yetiştirmişti ve kaderin bir cilvesidir ki bu sistem, İngiliz yönetimini koruyacak yerde, aksine onun yıkılmasını çabuklaştırmıştı.

    İngilizlerin Filistin’deki başarısızlıkları da, tipik İngiliz sömürge yöneticileriyle söz ustaları arasındaki dostça ilişkilerin yokluğundan ileri gelmişti. Yahudiler, İngilizlerin gözünde erkeklikten uzak, nankör korkaklar ve İngiliz savunma kuvvetleri çekilir çekilmez, savaşçı Araplara kolayca yem olacak insanlar olarak görünmenin acısıyla yaşamaktaydılar.
#29.10.2014 18:16 0 0 0
  • Gerek Bolşevik gerekse Nazi rejimlerinde devletle söz ustaları arasında tarihi önemde ilişkiler bulunduğuna dair deliller vardır. Rusya’ da okuryazarlar, sanatçılar ve aydınlar iktidar sınıfının imtiyazlarına ortak edilmektedir. Bunların hepsi üstün birer devlet memurudur. Hitler örneğinde de, bütün kültür sahibi olma imkanlarının Hitler’in hayalindeki dünya imparatorluğunu yönetecek elit sınıfın tekelinde bulunması ve avam halkın ancak okuyup yazabilecek kadar eğitim görmesi şeklinde şeytani planlar mevcuttu.

    18. yüzyıl Fransası’nın yazı ustaları, bir kitle hareketinin öncüsü olan aydınların bilinen en iyi örnekleridir. Buna benzer örnekler, her kitle hareketinin doğuşundan önceki dönemde görülebilir. Reformasyon’un ortamı, halka hitap eden broşürlerle, rahip sınıfını taşlayan ve suçlayan kişiler tarafından ve Jonathan Reuchlin gibi Papalık divanına karşı savaşan aydınlar tarafından hazırlanmıştı.. Roma imparatorluğunda Hıristiyanlığın hızla yayılışı, yerini almaya çalıştığı ilkel mezheplerin o zamana kadar zaten gözden düşürülmüş olmasından ötürüdür.

    Gözden düşürme işi, Hıristiyanlığın doğuşundan önceki ve sonraki zamanlarda mezheplerin saçmalıklarını okullarda ve sokaklarda alay edercesine yeren Yunan filozofları tarafından yapılmıştı. Hıristiyanlık, Yahudiliğe karşı çok az başarı sağlamıştır çünkü Yahudi diniyle Yahudi söz ustaları arasında sıkı bir anlaşma vardır. Hahamlar ve öğrencileri, mabedin yerini okul ve kitabın aldığı o zamanki Yahudi hayatında yüksek bir statüye sahip bulunuyordu. Söz ustalarının üstün tutulduğu herhangi bir sosyal düzende, ülke içinde bir muhalefet meydana gelmeyeceği gibi yabancı kitle hareketleri de kendilerine bir dayanak bulamazlar.

    Zamanımızdaki sosyalist ve milliyetçi kitle hareketlerinin öncülüğü her zaman için şairler, yazarlar, tarihçiler, bilim adamları, filozoflar ve benzeri kişiler tarafından yapılmıştır. Aydın kuramcılarla (teorisyenlerle) devrimci hareketler arasındaki ilişkinin önemini belirtmeye gerek yoktur. Fakat aynı önemde bir gerçektir ki —Fransız D evrimlinden Endonezya ayaklanmasına kadar bütün milliyetçi hareketler, eylem adamları tarafından değil, kusur bulucu aydınlar tarafından tasarlanmışlardır. Vatanseverliğin temel direkleri olarak kabul edilen generaller, sanayiciler, toprak sahipleri ve iş adamları, kitle hareketi başladıktan sonra ona katılan kişilerdir. Her milliyetçi hareketin en güç dönemi olan başlangıç dönemindeki çabalan, vatanseverliğin gelecekteki bu temel direklerini ikna etmek ve kendi taraflarına çekmekten ibarettir.

    Çekoslovakya tarihçisi Palacky’nin söylediği gibi, kendisi ve bir avuç arkadaşının bir akşam yemek yedikleri odanın tavanı çökmüş olsaydı, Çek ulusal hareketi diye bir hareket olamayacaktı. Bütün milliyetçi harekeden başlatanlar böyle bir avuç kuramcı söz ustalarıdır. Siyonizmin yaraticıları Yahudi aydınlan olduğu gibi, Alman milliyetçiliğinin yaratıcıları da Alman aydınlarıydı. Bağlı olduğu sınıf veya topluma yöneltilmiş olan herhangi bir hor görüş (din, ırk veya dil yönünden) karşısında, söz ustasının büyük bir duyarlılık göstermesinin nedeni onun yüksek statüye kavuşmak için içinde taşıdığı derin kıvranıştan ileri gelmektedir. Fichte ve Alman aydınlarını, Avrupa’ya hükmedecek bir ulus meydana getirmek üzere Alman kitlelerini birleşmeye davet etmeye sevk eden neden, Napolyon’un Almanları, özellikle Prusyalıları hor görmesidir. Rus/a’daki milyonlarca Yahudi’ye yapılan hakaretler ve 19. yüzyılın sonuna doğru Avrupa’daki Yahudilerin iftiralara hedef tutulması nedeniyle Theodor Herzl ve Yahudi aydınları Siyonizm’e itilmişlerdir.

    Kusur bulucu söz ustasının, nasıl devamlı ve ısrarlı bir şekilde, alay etmek ve gözden düşürmek yoluyla mevcut inanç ve bağlılıkları sarstığını ve halkı düzen değişikliği fikrine alıştırdığını görmek kolaydır. Görülmesi zor olan şey, mevcut inanç ve kuruluşların gözden düşürülmesi işleminin, yeni bir aşırı inancın doğuşunu nasıl mümkün kıldığıdır. Çünkü tuhaf bir gerçektir ki, savaş açmış bir söz ustası çoğunlukla, bireysel düşüncenin özgür olacağı bir toplum için değil, aksine maksimum tekdüzelik ve körü körüne inancı yücelten kapalı bir toplum için ortam hazırlar. Şüphe etme ve saygısızlık duymanın böylece yaygın bir duruma gelmesi, çoğunlukla beklenmeyen sonuçlara yol açar. Rönesans’ın saygısızlığı sonucunda Reformasyon ve onun da sonucu olarak Katolik kilisesine karşı reform hareketi (Counter Reformation) oluşmuştu. Kilisenin ve kraliyet tacının itibarım kırarak mantığı ve hoşgörüyü savunan Fransızlar, öylesine bir devrimci ve milliyetçi fanatikliğin patlamasına yol açtılar ki bu fanatiklik günümüze kadar henüz azalmamıştır. Kari Marx ve yandaşları, dini, milliyetçiliği ve ticaret ihtirasını gözden düşürmek yoluyla, sosyalizm, komünizm, Stalinci milliyetçilik ve dünyaya hakimiyet tutkusu gibi yeni aşırılıklar meydana getirdiler.

    Fanatik bir inancı yıkıp devirdiğimiz zaman, fanatiğin kökünü ortadan kaldırmış olmayız. Yaptığımız iş sadece onun bir yöndeki gösterisini önlemiş olmaktır ki, bunun sonucu olarak büyük olasılıkla o başka bir yönde ortaya çıkacaktır. Bu yüzden, savaş açmış olan söz ustası, mevcut inanç ve bağlılıklara leke sürmekle, hayal kırıklığına uğramış kitlelerde farkında olmayarak bir inanç susamışlığı yaratmaktadır. Çünkü insanların çoğu, güçlü bir inanca sahip olmadıkları veya benliklerini unutacak kadar kendilerini verecekleri bir meşguliyet bulunmadığı zaman, hayatlarının boşluğuna ve kuruluğuna tahammül edemezler.

    Bu yüzden, alay edici veya küçük düşürücü söz ustası, kendine rağmen, yeni bir inancın müjdecisi olur.

    Söz ustasının kendisi, mutlak bir inancı olmaksızın da yaşayabilir. O, fikirleri çarpıştırmaktan ve gerçeğin kendisi kadar, gerçeğin araştırılmasından zevk alan bir insandır. Eğer onun bir felsefesi ve öğretisi varsa, bu daha çok onun zekasının parlaklığını herkese tanıtmak için yaptığı bir iştir, yoksa bu inancın hareket ve öğreti programı değildir. Onun çağrısı genellikle inanç yoluna değil, mantık yolunadır. Buna rağmen aşırılar ve inanca susamış kitleler, bu görüşlere bir kutsal irade kesinliği içinde sanılırlar ve onları yeni bir inancın kaynağı haline getirirler. Ne İsa bir Hıristiyan’dı, ne de Marx bir Marksist idi.

    Özet olarak ifade edilebilir ki, militan söz ustası, bir kitle hareketinin doğması ve büyümesi için gerekli olan ortamı şu davranışlarıyla hazırlar:

    Mevcut inançları ve kuruluşları gözden düşürüp, halkın bunlarla olan bağlarını koparmak yoluyla

    İnançsız bir hayat yaşamak istemeyen kişilerde dolaylı olarak bir inanç susamışlığı yaratmak ve böylece yeni bir inanç ortaya atıldığında, bu susamış kişilerin kalbinde güçlü bir taraftarlık etkisi yaratmak yoluyla yeni inancın öğreti ve sloganlarını ortaya çıkartmak yoluyla İnançsız yaşayabilecek olgun kişilerin görüşlerini küçük düşürmek ve böylece yeni aşırılık ortaya çıktığı zaman, bu olgun kişileri karşı koyma gücünden yoksun bırakmak yoluyla,

    Fikir ve prensipleri uğruna ölmeyi saçma bulan bu kişiler, yeni düzene savaşmaksızın boyun eğerler. Böylece fanatikler için artık sahne hazırlanmıştır.

    Kitle hareketleri tarihinde en acıklı duruma düşenler, kitlelerin hareketi sonucunda eski düzenin yıkıldığına tanık oluncaya kadar yaşayan aydın öncülerdir.

    Sanılır ki kitle hareketleri, ifade, vicdan ve davranış özgürlüğüne kavuşmak için, halkın rejimini yıkmak üzere aldığı kararın bir sonucudur, oysa gerçekte kitle hareketleri ve özellikle devrimler, aydınlarla mevcut yönetim arasındaki çatışmalarda aydınların ortaya çıkarttıkları söz düellosundan doğmaktadır. Çoğu zaman kitle hareketlerinin, yerini aldıkları eski düzene oranla daha az kişisel özgürlük tanımalarının nedeninin, hareketin kritik bir noktada iktidara susamış bir komplonun eline geçmesinden ve bunların, doğacak özgürlük konusunda halkı aldatmasından ileri geldiği sanılır. Gerçekte bu süreçte aldatılan yegane kişiler öncü aydınlardır.

    Gerçekte bu oluşumda aldanan kişiler, mevcut düzeni küçük düşürerek kitle hareketine öncülük yapmış olan aydınlardır. Bu aydınlar mevcut düzene karşı dururlar, onun ehliyetsizliği ve mantıksızlığıyla alay ederler, onun yasallığını gözden düşürürler ve kişisel özgürlük için çağrıda bulunurlar. Bu aydınların çağrısını olumlu karşılayan ve bunları destekleyen kitlelerin, aynı şeyler için kıvrandıklarını sanırlar. Halbuki kitlelerin özlemini çektiği özgürlük, kişisel ve kendini ifade özgürlüğü olmayıp bağımsız benliklerinin çekilmez yükünden kurtulma özgürlüğüdür. Onlar “seçme özgürlüğünün korkunç yükünden” kurtulma özgürlüğüne kavuşmak isterler. Onların istedikleri vicdan özgürlüğü değil, körü körüne otoriteye inançtır. Onlar eski düzeni, bağımsız ve özgür insanlardan oluşan bir toplum yaratmak için değil, tekdüze (eşitlikçi) bir toplum yaratmak için yıkarlar. Onların ayaklanmaları eski rejimin kötülüklerine karşı değil, zayıflığına karşıdır; onların şikayeti eski rejimin baskısı değil, toplumu tek vücut haline getirecek bir biçime sokmamış olmasıdır. Bir kitle hareketinin ilk elde edilen sonuçlan, halkın bu isteğine uygundur.

    Bir kitle hareketi sırasında bu hareketin aydınlarının acıklı duruma düşmelerinin nedeni, toplu çabayı her ne kadar övseler de yine de temel itibariyle bağımsız kişiler olarak kalmalarıdır. Bunlar kişisel mutluluğun ve özgür fikirlerin yine de mümkün olacağına inanırlar. Fakat bir defa kitle hareketi yürümeye başladıktan sonra iktidar, bağımsız kişiliğe inanmayan ve ona saygı duymayanların eline geçer ve bunların iktidarda kalmaları, acımasız yöntemler uygulamalarından değil, kitle çoğunluğunun istediği eşitlik düzenine uygun davranışlarındandır.

    Eric Hoffer

    alıntı

    https://www.main-board.com/edebiyat/787864-kitle-hareketlerinin-aktorleri-makale-2-a.html#post5170899
#29.10.2014 18:17 0 0 0