ahmetsecer

ahmetsecer

Üye
21.08.2008
Er
378
Hakkında

  • Yeni bir bilim adamı ortaya çıkmış. İsmi Charles Atarwin. Atarwin yepyeni bir teori ortaya atmış ve hortlakların gerçekten var olduğunu iddia etmiştir. Hortlak Türlerinin Kökeni diye bir kitap çıkarmıştır. "Yeni bir teori geliştirdim, henüz buna dair hiçbir delilim yok ama delilleri mutlaka bulacağım" demiştir. Kendisine karşı çıkanlara ve hortlakların var olmadığını söyleyen kişilere ise "bilime karşı mısınız" diye tepki göstermiştir. Teorisi için şu formülü geliştirmiştir:

    xy{f(x)±g(x)}+enerji+fotonal etki+(an+1)/an+elektrik+òf(x)+g(x) = prehortlak
    òxndx+su buharı+log1/x+sinhx/coshx+elektrik+f(1+x2) = arahortlak
    tangx+(xy)2.yx+kozmik ışınlar+glogx2+su buharı«g(x)+radyasyon = tama yakın hortlak
    afx2+wcos x2+(f(x)±g(x)+radyasyon+lfx3+(xy2+yx2)p+enerji = tam hortlak

    Atarwin elinde hiçbir bilimsel delil olmamasına rağmen, hortlakların var olduğu iddiasını bu formüllerle bilimsel göstermeye çalışmıştır.

    Atarwin, hortlaklar ilk su buharından oluşmuştur iddiasını ortaya atmıştır. Su buharının sokakta gezen insanların önce vücutlarının üzerine geldiğini, sonra o vücutlarına sürünen su buharının insan şeklini aldığını ve bu şekilde deniz yüzeyinde gelişimini tamamladıktan sonra gökyüzüne yükseldiklerini ve bulutların üzerinde koloniler oluşturarak gelişimlerini tamamladıklarını iddia etmiştir. İddiasına göre, zaman zaman bulutlar da çeşitli şekiller almaktadır, kimi zaman insan görünümüne bürünmektedir, kimi zaman da hayvan görüntüsü sergilemektedirler. İlk temel hortlağın yani pre-hortlakların bu yolla ortaya çıktıklarını, bedensel gelişimlerinin ilk aşamasını o aşamada elde ettiklerini savunmuştur. Elektrik iyonlarıyla yüklendiklerinde, şimşek çaktığında, havada bir elektriklenme olduğunda pre-hortlakların geliştiğini, bedensel gelişimlerinin bu şekilde güçlendiğini iddia etmiştir.

    Neo-Atarwinciler ise hortlakların televizyon üzerindeki insan görüntülerinden şekillendiğini savunmaktadırlar. Televizyon üzerindeki insan görüntülerinden oradaki iyonları yüklenerek, o bölgeden su buharı şeklinde uzaklaştıklarını söylemektedirler. Yine aynı şekilde sinema perdesi üstünde oynayan filmlerdeki görüntülere insan nefesi geldiğinde ordaki iyonların insan nefesinin üstüne geçerek şekil aldığını ve böylece sıçramalı hortlakların oluştuğunu iddia etmişlerdir.

    Atarwin teorisindeki temel düşüncenin: "Doğada var olan atma ve atarlık yani 'serbest atış yasasının' doğal bir yansıması olarak bazı işlevsel olgular doğada gerçekleşebilmektedir. 'Serbest atış yasası' her türlü hortlağın oluşmasında temel olgudur. Bu bir gerçektir. Bunu kimse yadsıyamaz." şeklinde garip bir temele dayandığını iddia etmektedir. "Kitabımı okumayan beni tam anlayamaz" diyerek de bu garip iddialarını devam ettirmiştir.

    Bütün bilim dünyası, dünyaca ünlü üniversiteler, dünyaca ünlü bilim adamları bu teoriye sıkı sıkıya sarılmışlardır. "Atarwinizme karşı gelmek bilime karşı gelmektir" diyerek "Bu teoriye karşı çıkanları işten atmak lazım, imtihanlarda Atarwinizmi savunmayan öğrencileri okuldan kovmak lazım" demişler, "bu teorinin binlerce formülü var, buna rağmen hala nasıl inanmıyorlar" diye iddia etmişlerdir. Bu yeni iddia kamuoyunu uzun süre meşgul edecek gibi gözükmektedir.

    Bu yeni hortlak teorisi bizlere nedense Darwin'in evrim teorisini hatırlatmaktadır. Darwin de önce evrim vardır diye bir şey uydurmuş sonra bunun delillerini bulacağını iddia etmiştir. Delil aramış ama bulamamıştır. Darwin ve onu izleyen Darwinistler de bu teorinin bilimsel olduğunu iddia etmiş ama bilimsel tek bir kanıt getirememişlerdir. "Evrim teorisi bilimsel değildir, bir yalandır" diyenlere "bilime karşı mısınız" demişlerdir. Ellerinde tek bir tane bile delil olmamasına rağmen karmaşık anlaşılmaz yazılarla, sahte formüllerle evrim safsatasının propagandasını yapmışlardır. Oysa Darwin'in evrim iddiası, Atarwin'in hortlak iddiasından hiç de farklı değildir. Kimyasal formüller, bilimsel terimler bu gerçeği değiştirmemektedir. Ve neyse ki, Allah'ın izniyle artık tüm dünya Darwinizm safsatasının farkındadır.

    noimagenoimage

    ATARWIN VE DARWIN


    Atarwin: "Darwin dayımın oğludur. İkimiz kavak ağacına yaslanıp, üzerimize çoban yamçısı alıp bu pozu vermiştik. Aslında ben dayımın oğluna tıpa tıp benzerim ama beni hortlaklar çarptı, bu yüzden böyle oldum. 'Hayatım ve hatıralarım' adlı kitabımda bunları daha detaylı anlatacağım." diyor. Bize bu anlattığı hiç inandırıcı gelmedi. Sanki photoshop oyununa benziyor.

    BU HAYALİ YAZI DARWINİZMİN NE KADAR ÇİRKİN BİR ALDATMACA OLDUĞUNUN VURGULANMASI İÇİN ANLATILMIŞTIR. DARWINİZM BURADA GÖRÜLDÜĞÜ TARZDA ÇOK KÖTÜ BİR MANTIKSIZLIĞA DAYANMAKTADIR.
#05.11.2008 14:25 0 0 0
  • noimage

    Müminler İslam ahlakının yayılması, birbirleri arasındaki dayanışmanın artması ve Allah yolunda salih amellerde bulunma konularında çok titiz bir ahlak mükemmelliği ve hassasiyet gösterirler. Bu imani hassasiyetleri her tavırlarına yansır. Uyku dışında kalan tüm zamanlarını, 'İslam'a nasıl faydam olur, bugün bu konuda neler yapabilirim?' diye düşünerek geçirirler. Allah'ı çok sevip derin bir saygıyla Rabbimiz'den korktukları için Allah'ın rızasını kazanmak için çaba harcarlar.

    Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların durumu, inkar edenlerin Müslümanlara yönelik olarak uyguladıkları baskı ve zulüm onları aynı kendi başlarına gelmişcesine yakından ilgilendirir. Bu baskıları birebir kendileri yaşıyormuş gibi bunlardan etkilenir ve ellerinden geldiğince bu zulüm ortamını sona erdirecek şekilde çözüm bulmaya çalışırlar.

    Müminler kendi çevrelerinde bulunan Müslümanların imanlarının ve şevklerinin artması için de birçok faydalı faaliyet yaparak onlara destek olurlar. Allah'a inanan salih Müslümanları adeta kendi gibi hatta kendinden de daha öncelikli görerek manen sahiplenir. Kendisine nasıl bir zarar gelmesini istemez ve buna karşı önlem alırsa, tanıdığı tanımadığı tüm Müslümanlar için de aynı şekilde hassasiyet gösterir. Müslümanları ilgilendiren hiçbir konuda umursuz bir tavır göstermez. Vurdumduymaz olmaz. Kalbindeki Allah korkusu onu bu konuda devamlı olarak teyakkuz halinde, yani uyanık, dikkatli ve bilinçli bir halde tutar. Hayatının asıl amacının sadece Allah rızasını kazanmak olduğunu bilen bir Müslüman, umursuzluk yaptığı takdirde bunun Allah Katında nasıl bir karşılığı olabileceğini düşünürek böyle bir tavır göstermekten şiddetle sakınır.

    Müslüman kendi şahsi ve nefsani rahatının peşinde olmaz; aklı hep Kuran ahlakının yayılmasında ve Müslümanlara fayda sağlayacak konularda olur. Aksi bir durumda nefsani anlamda rahat edeceğini düşündüğü ortamlar, ona tahmin ettiği şekilde fayda sağlamayabilir. Aklını kullanmazsa, olayları doğru yorumlayamaz, Kuran ahlakının gerektirdiği Müslümanca tepkileri veremez. Müminleri koruyacağı ve onlara sahip çıkacağı yerde, kendisi korunmaya ve gözetilmeye muhtaç bir duruma düşebilir ki, bu da Müslümanın kendisine yakıştıracağı bir hayat şekli değildir.

    Allah Kuran'da Müminlerin "hayırlarda yarışmalarını" bildirmektedir (Bakara Suresi, 148). Samimiyetle bir arayış içerisinde olan insan için yapabileceği çok fazla hayırlı faaliyet vardır. Önemli olan insanın vicdanını kapatmaması ve "hamiyet-i İslamiye"sini güçlü tutmasıdır.
#09.10.2008 12:57 0 0 0
  • O, size ölüyü (leşi)- kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Bakara Suresi, 173)

    Domuz eti yenmesinin sağlığa zararlı pek çok yönü bulunmaktadır. Bu zararlar geçmiş dönemlerde olduğu gibi, alınan her türlü tedbire rağmen günümüzde de söz konusudur. Herşeyden evvel domuz, her ne kadar çiftliklerde, bakımlı ortamlarda yetiştirilirse yetiştirilsin, kendi pisliğini yiyen bir hayvandır. Gerek pislikle beslenmesi gerekse biyolojik yapısı nedeniyle domuzun bünyesi diğer hayvanlara oranla çok fazla miktarlarda antikor üretir. Yine domuzun vücudunda diğer hayvanlara ve insana oranla çok yüksek dozda büyüme hormonu üretilir. Doğal olarak bu yüksek dozdaki antikorlar ve büyüme hormonu, dolaşım yoluyla domuzun kas dokusuna da geçerek birikir. Bunun yanı sıra domuz eti çok yüksek oranlarda kolesterol ve lipid içerir. Bunların sonucunda tüm bu aşırı düzeydeki antikorlar, hormonlar, kolesterol ve lipidlerle yüklü olan domuz etinin insan sağlığı açısından önemli bir tehdit olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

    Bugün domuz etinin yoğun olarak tüketildiği ABD, Almanya gibi ülkelerin nüfuslarının önemli bir bölümünü oluşturan normalin çok ötesinde şişman kimselerin varlığı, artık alışılmış bir durum olmuştur. Domuz etine dayalı bir beslenme sonucunda, aşırı büyüme hormonuna maruz kalan insan bünyesi, önce çok fazla kilo toplamakta, sonra da vücut deformasyona -şekil bozukluklarına- uğramaktadır.

    Bunların dışında, domuz etindeki sağlığa zararlı maddelerden biri de "trişin" parazitidir. İnsan vücuduna girdiğinde doğrudan kalp kaslarına yerleşerek ölümcül tehlike oluşturan trişin parazitine domuz etinde sıklıkla rastlanmaktadır. Günümüz teknolojisiyle trişinli domuzları teknik olarak tespit etmek mümkünse de önceki asırlarda böyle bir yöntem bilinmiyordu. Bu nedenle, domuz eti yiyen herkes için trişin parazitini kapma ve ölümle karşı karşıya kalma riski vardı.

    Görüldüğü gibi tüm bu sebepler, Rabbimiz'in domuz etini yasaklanmasının hikmetlerinden bir kısmıdır. Ayrıca Rabbimiz'in bu emri, her koşulda sağlığa zararlı etkilerini sürdüren, denetimsiz üretiminde ise ölümcül bile olabilen domuz etinin yenmesine karşı tam bir korumadır.

    20. yüzyıla kadar domuz etinin insan sağlığını doğrudan tehdit eden zararları olduğundan haberdar olmak mümkün değildi. Bugünkü tıbbi cihazlarla, biyolojik testlerle somut biçimde ortaya konmuş bu zarara karşı, daha kimsenin mikrop, bakteri, trişin, hormon, antikor gibi kavramlardan haberi olmadığı 7. yüzyılda indirilen Kuran'da kesin önlem alınması da, Kuran'ın üstün ilim sahibi Rabbimiz'in vahyi olduğunu gösteren mucizelerdendir. Bugün de domuz üretiminde alınan her türlü önlem ve denetime rağmen, domuz etinin fizyolojik olarak insan vücuduna uygun bir besin türü olmadığı, insan sağlığına kesin zararı olan bir et çeşidi olduğu gerçeği değişmemiştir.
#09.10.2008 12:56 0 0 0
  • noimage

    Allah'a kul olmak için yaratıldığının farkında olmayan bir insanın dünyası son derece yüzeyseldir. Çevresini saran yaratılış delillerine karşı gözleri kapalıdır. Böyle insanlar olayları kalp gözüyle değerlendirmedikleri, çevrelerinde bulunan varlıkları ve gerçekleşen olayları derin düşünmedikleri için son derece basit bir bakış açısına sahiptirler. Oysa iman eden bir insan için çevresinde bulunan herşey Allah'ın varlığını delillendiren birer iman hakikatidir. Yeryüzünde ve evrendeki hassas dengelerin nedeninin insana sunulmuş birer nimet olduğunun farkındadır. Gözünü çevirip baktığı herşeyin Allah'ın dilemesiyle var olduğunu bilir. Kendisinin, ailesinin, tüm arkadaşlarının Allah'ın kulları olduğunu bilir ve bundan dolayı hiç kimseyi Allah'a şirk koşmaz. Yaratılış dellili olarak yalnızca ağaçları, çiçekleri ya da hayvanların mükemmel özelliklerini düşünmez. Allah'ın aklını ve gücünü bilgisayarda, internet sisteminde, tüm elektronik cihazlarda, mimari yapılarda, teknolojik yeni geliştirilen ürünlerde görür. Yeryüzünde bulunan canlı ve cansız bütün varlıkların O dilediği için var olduklarını bilir.


    Manevi açıdan gelişmemiş bir insan tavırları ile hemen kendini belli eder. Kolay öfkelenebilir, düşüncesiz, kaba, merhametsiz, gergin olabilir, saygıya aykırı tavırlar sergileyebilir. Allah'tan korktuğu ve Kuran'a uyduğu için manevi yönü kuvvetli birinin ise söz konusu kötü ahlak özelliklerini göstermesi düşünülemez.

    Yüzeysel insanların saygıdan uzak üslubunu da salih müminlerde görmek kesinlikle mümkün değildir. Allah'tan korkan bir insanın konuşmalarında, her zaman karşı tarafa rahatlık verecek bir üslup ve anlatım olur. Allah'a karşı duyduğu korku, kişinin, samimi ve mütevazı tavırlar sergilemesini sağlar. Bu nedenle müminler konuşmalarında son derece anlaşılır ve rahat ifadeler kullanırlar. Düşündüklerini açıkça ifade eder, hiçbir zaman hissettiklerini söylemek için ima yolunu seçmezler. Saygıya uygun olmayan, karşı tarafın kalbinde şüphe veya burukluk meydana getirebilecek bir üslubu kesinlikle kullanmazlar. Bu vicdanlı, akılcı ve güzel üslup sadece konuşmalarında değil, her türlü davranış ve düşüncelerinde de kendini gösterir.

    Samimi Müslümanlar ne kadar kaliteli bir ruha sahip ve asil karakterliyseler, güzel ahlaktan uzak yaşayan insanlar da o kadar kaliteden ve asaletten uzaktırlar. Zayıf imanları, dar düşünce yapıları, düşük akılları ile Kuran ahlakını yaşamlarına tam manasıyla geçiremezler. İçinde bulundukları karanlık ruh halini ise bakışlarıyla, konuşmalarıyla, eğlence şekilleriyle, espiri anlayışlarıyla, estetik ve güzellikten anlamayan kaba yapılarıyla ve çirkin tavırlarıyla dışa vururlar. Bu insanlar Müslümanlarla bir arada olsalar bile kendilerini değiştirmezler. Kendilerini geliştirme ya da yenileme ihtiyacı hissetmezler. Vicdanlarını örttükleri ve şeytanın yoluna uydukları için, Müslümanların güzel ve ince davranışları ile kendi kaba ve yüzeysel ahlaklarını kıyaslama gereği duymazlar. Ayrıca böyle bir kıyaslama yapabilecek kapasitede de değillerdir. Kendi akıllarını beğenir, yaptıkları tüm basitlikleri doğal karşılarlar.

    Allah Kuran-ı Kerim'de, bu manevi derinlik ve kavrayıştan uzak olan, sadece dar kalıplar ve basit mantıklar içinde düşünen insanlara örnek olarak bir kısım Bedevileri göstermiştir. Kuran'da yerilen Bedevi karakteri cehaleti, düşüncesizliği, kabalığı temsil etmektedir. Bu karakteri düzeltmek için insanların, kültürlü, derin düşünen, Allah'ın yaratmasındaki üstün sanatı ve hikmetleri kavrayabilen bir hale gelmeye çalışmaları gerekir. İman hakikatlerini araştırmak, öğrenmek, düşünmek ve yorumlamak ise Allah'ın bizden istediği ahlakın temelidir. Bir ayette, Müslümanın bu özelliği şöyle bildirilir:


    Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru. (Al-i İmran Suresi, 191)


    Kaba ve yüzeysel karakter tüm tavır ve konuşmalara yansımasının yanında esas olarak ruhta ve düşüncede yaşanan bir sorundur. Çözüm, Allah'tan gereği gibi korkmak ve Kuran ahlakını yaşamaya samimi niyet etmektir. Allah'a iman eden ve Kuran ahlakını tam olarak hayata geçiren her insan basit karakter özellikleri göstermekten kurtulur. Allah'tan gereği gibi korkup sakınması, her an her yerde vicdanlı davranması onu yüzeysel düşünmekten, yüzeysel hareket etmekten tümüyle sakındırır. Böyle bir kişi nefsine uymaktan şiddetle kaçınır ve Allah'ın 'Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.' (Şems Suresi, 9-10) ayetlerinde dikkat çektiği gibi nefsini kötülüklerden arındırmaya çalışır.

    Bu karakterden kurtulmanın yolu insanın fıtratına uygun tek ahlak şekli olan Kuran ahlakını yaşamasıdır. Tüm kalbiyle ve ruhuyla Allah'a teslim olmaya karar vermiş; Onun razı olacağı umulan şekilde yaşamaya, eski davranışlarından tamamen uzaklaşmaya ve kendini yenilemeye tam olarak niyet etmiş bir insan bu karakterden Allah'ın izni ile kolayca kurtulabilir.
#09.10.2008 12:52 0 0 0
  • noimage

    KARMA FELSEFESİ VE REENKARNASYON YANILGISI - VİDEO

    http://www.harunyahya.tv/detail.php?l=1&pid=2970&cid=0


    Başkalarından "farklı" ve "orijinal" olmak...
    Yaşam tarzıyla, kıyafetiyle, saç şekliyle diğer insanlar arasında ilgi çekmeye çalışmak...
    Hemen her dönemde ve her toplumda bu şekilde dikkatleri üzerlerine toplamaya çalışan kişiler ve akımlar ortaya çıkmıştır.
    Bu kişi ve akımlar zaman zaman insanların ilgisini çekmeyi de başarmışlardır.
    Son yıllarda, Batılı toplumlarda "alışılmışın dışında" yaşam tarzıyla dikkat çeken yeni bir akım görülmekte: "Karma Felsefesi"...
    Karma, Hinduizm, Budizm ve Caynizm gibi batıl Doğu dinlerinde çok önemli yer tutan yanlış bir inançtır.
    Bu dinler gerçekte batıl öğretilerden, akla ve mantığa aykırı uygulamalardan ibarettir.
#23.09.2008 03:00 0 0 0
  • noimage

    KONUŞAN KUŞLAR MUCİZESİ - VİDEO

    http://www.harunyahya.tv/detail.php?l=1&pid=3035&cid=0

    Bazı kuşlar zekaları ve çeşitli kabiliyetleri ile dikkat çekerler. Bu filmin konusu da papağanlar, ötücü kuşlar ve sinek kuşları gibi ses taklidi yapabilen kuşlardır. Birçok insan, söz konusu kuşların konuşma yeteneklerini duymuş, hatta televizyonda görmüş veya canlı olarak şahit olmuştur. Ancak bu canlıların "konuşabilmeleri"nin ya da "sesleri taklit edebilmeleri"nin nasıl büyük bir mucize olduğunu, bu canlıları Allah'ın ne kadar kusursuz sistemlerle yarattığını düşünmemiş olabilir. İşte bu filmde söz konusu canlıların konuşma ve ses taklidi yeteneği ile donatılmasının yaratılışın sayısız mucizelerinden biri olduğu anlatılmakta, aynı zamanda bu yeteneğin evrim teorisinin iddialarını nasıl geçersiz kıldığı açıklanmaktadır.

    noimage
#23.09.2008 02:54 0 0 0
  • noimage

    SOSYAL DARWINİZM - VİDEO

    http://www.harunyahya.tv/detail.php?l=1&pid=4746&cid=77

    20. yüzyılı, çalkantıların, karmaşa, savaş ve çatışmaların içine iten, insanlar arasında kin ve düşmanlığa sebep olan "gerçek fikri neden", temelleri 19. yüzyılda atılmış olan sosyal Darwinizm'dir. Hayatın -sözde- bir "mücadele alanı" olduğu, insanın bu mücadeleyi kazanmak ya da en azından bu vahşi ortamda "ayakta kalmak" için yaşaması gerektiği gibi sapkın bir düşünce, sosyal Darwinizm ile yaygınlaştı. Hiçbir bilimsel dayanağı bulunmayan bu akımla birlikte, acımasızlık, vahşet ve zulüm, din ahlakını yaşamayan pek çok kimse tarafından olağan karşılanmaya başlandı. Elbette bu iddiaları ve zanları, çok büyük bir yalan ve yanılgıdan ibaretti. Bu filmde sosyal Darwinizm'in sapkın telkinlerinin ne büyük tehlikeler içerdiğine tanıklık edeceksiniz.
#23.09.2008 02:49 0 0 0
  • noimage

    MESİH DECCAL'İN ÇIKIŞ ALAMETİ: AHİR ZAMANDAKİ BÜYÜK KURAKLIK

    http://www.harunyahya.tv/detail.php?l=1&pid=9144&cid=0


    Karbondioksit oranı artıyor, okyanuslar ısınıyor, buzullar eriyor, deniz seviyesi yükseliyor, orman yangınları artıyor, buzul tabakaları parçalanıyor, göller küçülüyor, kurak dönemler uzuyor, ırmaklar kuruyor. Buzullar, eskiye oranla, altı kat hızla okyanuslara kayıyor. Kış sıcaklıkları artıyor, ilkbahar erken geliyor, sonhabar gecikiyor, bitkiler erken çiçek açıyor, göç dönemleri değişiyor, yaşama alanları farklılaşıyor,kıyı şeritleri erozyona uğruyor, mercan resifleri ağarıyor, kar yığınları azalıyor, bulut ormanları kuruyor, hastalıklar yayılıyor, yüksek enlemlerde sıcaklık artıyor. Dünyaya neler oluyor?

    Herkes iklim değişikliklerini konuşuyor, medyada hemen her gün bu konuda haberler, araştırmalar yer alıyor. Ancak tüm bu olaylarla ilgili olarak insanların büyük bir çoğunluğunun henüz haberlerinin dahi olmadığı çok daha büyük bir olay var: Ahir zamanda Mesih Deccal'in çıkışı.


    Peygamber Efendimiz (sav), ahir zamanda gelecek olan Mesih Deccal'in çıkış alameti olarak, Deccal'in ortaya çıkacağı dönemde yaşanacak büyük bir kuraklığı haber vermiştir. Bilindiği gibi, başta Hz. Mehdi'nin çıkışının alametleri olmak üzere, ahir zamanda meydana geleceği haber verilen pek çok alamet günümüzde peşi sıra gerçekleşmektedir. İklim değişikliği ve büyük kuraklık başlangıcının da, Peygamberimiz (sav)'in aynı dönemde çıkacağını haber verdiği Deccal'in alametlerinden olan kuraklık olması ihtimali çok yüksektir. En doğrusunu Allah bilir.
#23.09.2008 02:44 0 0 0
  • noimage

    İNSANIN YARATILIŞI - VİDEO

    http://www.harunyahya.tv/detail.php?l=1&pid=1159&cid=0


    Bu belgesel insanın nasıl yaratıldığını, hangi aşamalardan geçtikten sonra var edildiğini anlatıyor. Bu belgesel sizi anlatıyor! Bir zamanlar annenizin karnındaki tek bir hücreydiniz. Tıpkı yeryüzündeki diğer insanlar gibi. Derken bu hücre bölündü, iki hücre oldu. Sonra tekrar bölündü dört hücre oldu. Sonra sekiz... Sonra onaltı... Hücreler çoğalmaya devam etti. Ortaya önce bir et parçası çıktı. Sonra bu et parçası şekillendi. Et parçasının kolları, bacakları, gözleri oldu. Başlangıçtaki hücre 100 milyar kat büyüdü, 16 milyar kat kilo aldı. Önce bir hiç, sonrada yalnızca bir su damlası iken, Allah bir dizi mucize gerçekleştirdi ve insanı yarattı. Ve insana kendisini nasıl yarattığını Kuran'da şöyle bildirdi: "İnsan, kendi başına ve sorumsuz bırakalacağını mı sanıyor? Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir düzen içinde biçim verdi. Böylece ondan, erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı. (Öyleyse Allah,) Ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir?" (Kıyamet Suresi, 36-40)
#23.09.2008 01:51 0 0 0
  • Bu dünya hayatı, Allah'ın yarattığı özel bir imtihan ortamıdır. İşte bu sebeple dünya hayatı, iyilerin yanında kötülerin de olduğu, insanların denendiği geçici bir yaşamdır. Bunun elbette çok büyük hikmetleri vardır. İyinin yanında kötünün görülmesi, insanların cennetin kıymetini anlayabilmeleri için gereklidir. İnsanlar, iyi ve kötünün birbirinden ayrıldığı bu ortamda Rabbimiz'in izniyle güzel tavır göstermekle denenmektedirler.

    Dünya hayatı iyi ve kötülerin daimi bir mücadele içinde olduğu bir yerdir. Fakat bu dünyada kötülük ve iyilik, birkaç özelliğe göre belirlenmiş değildir. Kötü ile iyi, birbirinden tümüyle farklı, çok kapsamlı ve detaylı özel karakter niteliklerine sahiptirler. Kötü olan tamamen şeytanın yönlendirmesi ile hareket ederken, iyi olan vicdanına göre davranır. Kötü olanın Allah korkusundan kaynaklanan bir sınırı olmaz, her şeyi yapmaya hazırdır. Durum ve şartlar gerektirdiğinde, yalan söyleyebilir, iftira atabilir, haram yiyebilir, vefasızlaşır, hainlik yapar, menfaatini karşısındakine tercih eder, kindardır, kıskançtır, dengesizdir, entrikacıdır. Allah'tan korkusu olmadığından her türlü hainliği, her türlü kötülüğü yapabilecek potansiyeldedir. Çok dengesi bozulduğunda bir insanın canına kastetmemek için hiçbir engeli yoktur. Kötülük yaptıkça şeytanın daha fazla himayesine girer, daha fazla kötülük yapmaya yönelir.

    noimage

    Şeytanın kontrolündeki insanlar, nimetin güzelliğini, zevkini yaşamaları gerekirken, kötülük yapmanın, insanları zora sokmanın, karanlık, kabus ve korku getirmenin peşine düşerler. Yaşadıkları dünya hayatına farklı bir şekilde bakarlar. Ömürlerinin kısa olduğunu bilmelerine rağmen, bu kısa zamanı, kendi menfaatlerini düşünerek, hırs içinde ve düşmanlıkla geçirmeyi tercih ederler. Mücadeleleri ise, sürekli olarak iyi olanlarladır.

    İyi olanlar ise, Allah korkusu ile hareket eden insanlardır. Bu insanlar için dünyada yaratılmış güzellikler birer nimettir. Allah korkusu onları hayatları boyunca iyi ve güzel davranışlarda bulunmaya, vefalı ve dürüst olmaya, asla haram yememeye, kimsenin hakkına tecavüz etmemeye, kendinden önce başkalarını üstün tutmaya, dost ve kardeş olmaya, güvenilir yaşamaya, arkadan plan kurmamaya, entrika yapmamaya yöneltir. Böyle bir insan yaşamının her anında güzel ahlaklıdır. Dengesizleştiği, sürpriz karakterler gösterdiği, kendisini kaybedip tanınmaz hale geldiği anlar yoktur. İyi olan, Allah korkusu ile hareket ettiği için, ortam ve şartlar ne olursa olsun mutlaka Kuran'a uygun davranır. İşte bu, iyi olanları kötü olanlardan ayıran en önemli farktır. Bu aynı zamanda kötülerin iyilere olan ezeli düşmanlığının da sebebidir. Onlar, Allah'ın güzel gördüklerinin tümüne savaş açmış olduklarından, Allah'ı sevenlere de düşmandırlar.

    Bu dünya hayatı, iyilerle kötülerin birbirlerinden ayrıldığı bir imtihan ortamı olduğundan her ne zaman dünyada bir kargaşa ve kötülük olsa, Kuran'a uygun yaşamanın gerekliliği ile karşılaşılır. Dünya ancak Allah'ın rızasına uygun ve dolayısıyla Kuran'a uygun yaşandığında mutlak dostluğun, kardeşliğin, dürüstlüğün, sevgi ve merhametin yaşandığı kusursuz bir yer haline gelecektir. Dünyanın Kuran'da tarif edildiği şekilde yaratılmış bir yer olması, ahiretin varlığının da önemli bir kanıtıdır. İnsanlar Kuran'a uyup uymayacaklarına göre bu dünyada imtihan edilmektedirler. Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

    O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)

    Kusursuzluk, Allah'ın yarattığı ebedi cennette sonsuza kadar tecelli edecektir. Yüce Rabbimiz, kusursuzluk sanatını, cennette en güzel nimetlerle salih müminlere sunacaktır. Cennet, hiçbir kötülüğün, acizliğin, hüznün ve korkunun olmadığı, güzelliğin sonsuza kadar sunulduğu bir mekandır. Nimetlerin en güzelini ve kusursuzunu yaratmaya kadir olan Allah'ın üstün sanatı tecelli eder. Yüce Rabbimiz ayetlerinde şu şekilde haber vermiştir.

    Ona yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlar şahid olurlar. Gerçek şu ki, ebrar olanlar, elbette nimetler içindedirler. Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmektedirler. (Mütaffifin Suresi, 21-23)
#11.09.2008 10:29 0 0 0
  • O, size ölüyü (leşi)- kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek oranda yiyebilir), ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Bakara Suresi, 173)

    Allah'ın kanı insanlara haram kılmasının hikmetleri 20. yüzyıl bilgileri ile ortaya çıkmıştır. Kan sindirim esnasında emilen protein, şeker, yağ gibi maddelerle, vitamin, hormon ve oksijeni hücrelere taşıyarak canlılığın devamını mümkün kılar. Diğer taraftan vücuttan atılması gereken çeşitli zehirli maddeler, zararlı atıklar da kan yoluyla taşır. Bu bakımdan kanın en önemli görevlerinden biri de üre, ürik asit, keratin ve karbondioksit gibi hücrelerden gelen atıkları taşımaktır.


    noimage


    Dolayısıyla belirli miktarda kan içilmesi durumunda, kan yoluyla taşınan bu zararlı maddelerin vücuttaki seviyeleri çok yükselir. Bu da kan vasıtasıyla böbreklere taşınan ve idrarla dışarı atılan zararlı maddelerin -"üre"- miktarını arttırır. Bu durum komaya kadar gidebilecek beyin fonksiyonu bozukluklarıyla sonuçlanabilir. Bu nedenle sağlıklı bir hayvandan alınsa bile, kanda zararlı bileşenler -kanın görevi itibariyle- daima bulunur.

    Hasta bir hayvandan alındığı takdirde ise, çeşitli parazitler ve mikroplar da kan yoluyla taşınmış olur. Bu durumda, mikroplar kişinin kanında çoğalarak, tüm vücuda yayılabilir. Nitekim asıl tehlike unsuru olan da bu yönüdür. Bir insanın kan içmesi durumunda, tüm mikroplar ve atık maddeler kişinin vücuduna yayılarak, böbrek yetmezliği, karaciğer koması gibi hastalıklara yol açacaktır. Bunların yanı sıra kanla taşınan mikropların çoğu mide va barsak duvarlarına zarar vererek daha pek çok hastalığa neden olabilecektir.

    Öte yandan kan steril bir ortam değildir; diğer bir deyişle mikropların gelişmesi için uygun bir ortamdır. (Polymorphic Symbionts as Potential Cofactors in Cancer Processes; Karl Windstosser, Explore, cilt 7, no. 6, 1997) Mikroplar kanda çok iyi beslenme imkanı buldukları için çoğalmaları açısından uygun koşullara sahiptir. Kan, vücuttaki diğer sıvıların fonksiyonları ve bağışıklık sistemi ile tam olarak dengelendiğinde, vücut mikroorganizmaların yaşamına -dolayısıyla hastalıklara- destek vermez. Sağlıklı bir kişide, bu mikroorganizmalar vücut içerisinde karşılıklı olarak birbirlerinden faydalanarak ortak bir yaşam sürerler. Ancak bu ortamda ciddi bir değişiklik olduğunda, diğer bir ifadeyle vücudun iç dengesi bozulduğunda, uygun ortam bulduklarında hastalıklara sebep olabilecek mikroorganizmalara dönüşebilirler.

    Kanın pH (asit ve baz dengesi) değeri zayıf beslenme veya zararlı kimyasalların etkisiyle, fazla asidik veya fazla alkali olursa, zararsız mikroplar hastalıklara sebep olacak şekilde biçim değiştirebilirler. Kaldı ki vücudun sağlıklı olması için, kanın pH değerinin de 7.3 civarında olması gereklidir. Bu değerdeki küçük farklılıklar bile, bu dengenin bozulmasına, mikroorganizmaların ortama ayak uydurmak için daha zaralı hale gelmesine sebep olabilir. Kanın steril olması, dışarıda bırakılan sütün bozulmasına benzetilebilir. Zaten kanın içinde bulunan mikroplar, kendilerini bu yeni ortama göre değiştirerek, zararlı etkiler gösterebilirler.

    Tüm bunların yanı sıra, kan gıda maddesi olarak da uygun bir besin değildir. Kanda sindirimi mümkün albümin, globülin ve fibrinojen gibi proteinlerin miktarı azdır; 100 ml. kanda bu proteinlerin miktarı 8 gram kadardır. Aynı durum yağlar için de geçerlidir. Ayrıca kanda sindirimi çok zor olan ve midenin kabul etmediği kadar kompleks bir protein olan hemoglobin yüksek miktarda bulunur. Kanın pıhtılaşması durumunda, fibrinojen proteini, fibrine dönüşerek alyuvarları içeren bir ağ meydana getirir. Fibrin ise sindirimi en zor proteinlerden biri olarak, kanın sindirimini daha da güçleştirir. Sonuç olarak sağlık uzmanları, kanın hiçbir şekilde insan tüketimine uygun olmadığında hemfikirdirler.

    Yüce Rabbimiz'in insana "Ölü eti, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç,- dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı"ğını bildirdikten sonra, ayetin sonlarında "Kim 'şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa' -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.)" şeklinde bildirmektedir. (Maide Suresi, 3) Allah'ın bu emrine uyarak, insan o dönem için hikmetini kavramadığı bir zarardan korunmaktadır. Allah'a inanıp güvenerek, O'nun emir ve yasaklarını uygulayanlar hem ahiretleri açısından hayırlı bir yaşam sürerler, hem de Allah'ın koruması ve sonsuz rahmeti altında yaşarlar...
#11.09.2008 10:27 0 0 0
  • noimage


    O gün tartı haktır. Kimin tartıları ağır basarsa, işte kurtulanlar onlardır. Kimin tartıları hafif kalırsa, bunlar da ayetlerimize zulmedegeldiklerinden dolayı nefislerini hüsrana uğratanlardır. (A'raf Suresi, 8-9)

    Yukarıdaki ayetlerde bildirdiği gibi, Allah kıyamet günü herkesi hesaba çekecek ve işledikleri amellere göre insanlara cennet ya da cehennemle karşılık verecektir. Dünyada salih amellerde bulunanlar, 'tartıları ağır geldiği için' cennetle mükafatlandırılacaklardır. Allah'ın rızasını kazanmak için salih amellerde bulunmayan kişilerin ise tartıları hafif kalacak ve cehennemle karşılık göreceklerdir. Bu nedenle cehennem azabından sakınmak isteyen ve bunun için çaba harcayan insanların, 'nasıl olsa daha sonra telafi ederim' diyerek üzerinde durmadıkları hatalarını bir kez daha düşünmeleri; Kuran'a uygun olmayan her tavırdan süratle vazgeçmeleri gerekir.

    Bu, zaten Allah'ın Kuran'da bildirilen müminlerin yaşamaları gereken bir ahlaktır. "... Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir." (Al-i İmran Suresi, 135) ayeti, müminin bir hatasını fark ettiği anda, süratle bu durumu telafi edecek bir ahlak gösterdiğini ortaya koymaktadır. Ancak buna rağmen kimi zaman insanlar hata yaptıklarını anladıklarında da, vicdanlarını gereği gibi kullanmaz, bu durumu değiştirmekte acele etmezler. Nefislerinin ve şeytanın da etkisiyle, bu hata içerisinde bir süre oyalanmayı kendilerine hak görürler. Kimi zaman gurur ve enaniyet sebebiyle kimi zaman insanların ne diyeceğinden çekinerek kimi zaman da duygusallık, karamsarlık gibi Kuran'da yeri olmayan ruh halleri içerisinde bu hatalarını sürdürmeye devam ederler.

    Oysa ki bu cahiliye insanlarının ahlakında görülen bir durumdur. Allah'ı ve ahireti düşünmeyen bu kimseler bir hata yaptıklarında, bunu yine cahiliye yöntemleriyle çözmeye çalıştıkları için işin içinden çıkamazlar. Ayrıca hatayı hemen kabullenmek ya da süratle telafi etmek gibi güzel davranışlar bu kimselerin çirkin gördükleri özelliklerdir. Müminlerin farkı ise, cahiliyenin bu bakış açısından sıyrılmış olmalarıdır. İnanan bir kimse için, bunların tam tersine, bir hatayı farkeder farketmez hemen onun aksi bir tavra geçmek; doğru olana çağrıldığı zaman yanlış olanı hemen keskin bir tavırla terk etmek önemli bir iman alametidir. Bu inşaAllah, o kişinin Allah'tan korktuğunun, iman ettiğinin ve ahirete inandığının açık alametleridir.

    Bu nedenle müminin hata yaptığında, bunu Müslüman ahlakı göstermek için bir fırsat bilip, Rabbimiz'e olan sevgisinin ve bağlılığının bir tecellisi olarak hatasından hemen vazgeçmesi gerekir. "Nasıl olsa sonra telafi ederim" diyerek hatayı sürdürme mantığı ise, mümin ahlakına ve kişinin yaşaması gereken Allah korkusuna uygun bir tavır değildir.

    Bunun yanı sıra insanın, Kuran ahlakına uygun olmayan davranışlarının her birinin Allah Katında saklı kalacağını ve sorguya çekildiğinde karşısına çıkacağını da unutmaması gerekir. Ortalama 60 yıllık ömrünün bir gününü Kuran'a uygun olmayan bir tavırla geçiren bir insanı düşünelim. Bu insan ömründen bir günü Allah'ı hoşnut edemeden geçirmiş olacaktır. Bundan sonra elbette tevbe edip Kuran'a uygun davranabilir ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanabilir. Çünkü her insan için elbetteki her zaman tevbe edip hatalarını telafi etme, peygamberlerin ahlaklarına ulaşabilme ve cennetin en üst makamlarına layık olabilecek bir ahlak elde edebilme imkanı vardır. Ama yine de bile bile hatasını düzeltmediği o 'bir gün', o kişinin ahirette alacağı ecirlerden eksik kalmış olacaktır. Bunun gibi birçok gününü gafil olarak yaşayan bir insan ise, o kadar günlük salih amel işleme imkanını bir kenara bırakmış ve o kadar günlük bir kayba girmiş olacaktır.

    Oysa insanın dünya hayatındaki her anı son derece kıymetlidir. İnsan ömrü çok hızlı bir şekilde geçmektedir. Her an beklenmedik bir hastalık, kaza ya da hiçbir sebebi olmaksızın gelen ölüm, insanın bir sonraki gün salih amellerde bulunmasına, önceki günün hatasını telafi etmesine imkan bırakmayabilir. Hiç kimsenin "sonra telafi ederim" diyebileceği, güvende olduğu, kesin yaşayacağından emin olduğu bir sonrası yoktur. İnsan bu aczini de göz önünde bulundurarak hatalarından vazgeçmede, Allah'ın rızasını kazanacağı amellerde bulunmada acele etmelidir.

    Yapılması gereken her anı Allah'a ve kadere tam teslimiyetle tevekkül ederek yaşamak, her şartta asıl olarak Allah'ın hoşnutluğunu hedeflemek; vesveseden, üzüntüden, boş işlerden yüz çevirmektir. Gurur, kibir, enaniyet, inat ve umursuzluk gibi kötü ahlak özelliklerini terk etmek; yapılan hatayı cahileyi ahlakıyla değil, Kuran ahlakıyla değerlendirmektir.

    Şeytan her fırsatta insanı boş kuruntularla oyamaya çalışır. Mümine, Allah'ı, Kuran'ı, ahireti düşünmeyi unutturmaya çabalar. İşte 'bir şey olmaz; nasıl olsa hatamı daha sonra düzeltirim' mantığı da, şeytanın bu oyunlarından biridir. Mümin, şeytanın bu oyununa karşı son derece dikkatli olmalı; Allah'ın rızasını kazanabilmek için, vicdanının söylediği her söze uymalı, Kuran'ı tam anlamıyla hayatına geçirerek yaşamalıdır.
#11.09.2008 10:15 0 0 0

  • noimage


    "(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbim'in kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir..." (Yusuf Suresi, 53)

    İnsanın dünya hayatındaki imtihanındaki en büyük düşmanlarından biri nefsidir. İnsanın en büyük düşmanının, kendi içinde olması ise çok düşündürücüdür. Dünya hayatının sonuna kadar en çetin mücadeleyi vermesi gereken varlıklardan biri, uzakta bir yerlerde değil, tam olarak "ben" dediği varlığın içindedir; yani "benliğinin bir parçası"dır.

    İnsanın ise kendine, dünyadaki maddi manevi herşeyden çok sahip çıkma eğilimi vardır. Herkesten çok kendini düşünmeye, herkesten çok kendini korumaya, kendini sevmeye meyillidir.

    Elbetteki bu durum, Yüce Rabbimiz'in çok büyük hayır ve hikmetlerle yarattığı bir imtihan sırrı içermektedir. Allah nefsi, insanın çevresinde gördüğü insanlardan ya da varlıklardan herhangi biri olarak yaratabilirdi. Böyle bir durumda da insanın nefsini, kendisine ait olmayan, yabancı bir varlık olarak görüp, ona çok daha objektif olarak yaklaşması mümkün olabilirdi. Yabancı bir insana nasıl sahip çıkmıyor, nasıl kayıtsız şartsız bu insanın savunuculuğunu üstlenmiyor ve onu kendi gibi kabul etmiyorsa; böyle bir durumda da, nefsini de karşısına alması çok sıradan kolay bir olay olurdu.

    Ancak Yüce Rabbimiz nefsi, yalnızca samimi iman edenlerin yenebileceği gibi yaratmıştır. İman edenler, her ne kadar kendilerine ait bir varlık gibi görünse de, nefsin de yaratılmış her şey gibi, yalnızca beyinlerinde oluşan bir algıdan ibaret olduğunu bilirler. Allah insanın beyninde nefs gibi, binlerce varlığa dair bilgi yaratmaktadır. İnsanın bunlar arasından bir tanesini seçip, "iyi de olsa kötü de olsa bu algının her şeyini sahipleneceğim, herşeyini savunacağım" diye karar vermesi, samimi vicdanla ve temiz bir aklla değerlendirildiğinde, son derece mantıksızdır.

    Eğer insanın, kendisine gösterilen algılar bütününden bir tanesini seçip sahiplenmesi gerekiyorsa, bu yalnızca "Allah'ın rızası, Kuran ve İslam'ın menfaatleri" olmalıdır.

    İşte nefsini sahiplenip onun kendisini kötülüğe sürüklemesinden kurtulmak isteyen bir insanın yapması gereken budur. Kendini aklını yok sayacak; aklının yerine "Kuran ahlakı"nı koyacaktır. Bedenini de sahiplenmekten vaz geçecek; bunun yerine de "Müslümanların bedenini" kendi bedeni gibi kabul edip, onları sahiplenecektir.

    Bunun için şöyle düşünülebilir: Bir odada iki kişi olduğunu farz edelim. Allah burada kişinin beyninde iki ayrı insan görüntüsü göstermektedir. Bunlardan başını göremediği görüntü kişinin kendisidir. Diğerini ise herşeyiyle ve tümüyle görmektedir. İnsan, bu iki görüntü içerisinden daima kendisine ait olanı sahiplenir. Bu bedenin nefsini savunma kararı alır. Halbuki bunun yerine, tam olarak gördüğü diğer kişinin nefsini sahiplenmeye karar verse, bu ortamda gelişecek tüm olaylarda, yapılacak tüm konuşmalarda, kişi, nefsinden yana kendisine ulaşabilecek tüm belalardan kurtulmuş olacaktır. Nefsinden gelen kötülükleri sahiplenmeyecek, ondan gelecek telkinlere aldanmayacak, her ne olursa olsun Kuran'dan yana, adaletle ve dürüst kararlar verebilecek, mutlaka Kurani konuşmalar yapabilecektir. Karşı tarafın haktan yana tüm çağrılarına açık olup, bunlardan tam anlamıyla istifade edebilecektir.

    Böyle düşünerek nefsini sahiplenmekten kurtulan bir insan, bu belanın getireceği maddi manevi her türlü kötülükten korunmuş olacaktır. Nefsine yönelik bir saldırı olduğunu düşündüğünde Kuran'dan uzak, tevekkülsüz bir telaşa kapılmayacak, bedeni kendini savunma hırsıyla sarsılıp güçsüzleşmeyecektir. Kendisine acımayacak, haktan uzaklaşıp, adaletsiz, samimiyetsiz fikirlere kapılabileceği bir akıl boşluğu oluşmayacaktır. Müslüman olmanın, Kuran ahlakına uymanın, Allah rızası için yaşamanın müminin yüzüne yansıttığı nur yok olmayacak, hem bedeni hem de ruhi bir kirlenme oluşmayacaktır. Allah'ın izniyle bu bilinçle hareket eden bir mümin, hem bedenen çok güçlü olacak hem de Kuran ahlakını kusursuzca yaşayabilecek bir vicdan açıklığı içerisinde olacaktır.
#29.08.2008 13:07 0 0 0
  • noimage

    Sevgi ancak karşılıklı güven duyularak yaşanabilecek bir duygudur. Güvenin oluşması için ise tek şart Allah'a iman eden bir insan olmaktır. Çünkü ancak Allah'tan korkan bir insan Allah'ın hoşnutluğunu arar ve kendi çıkarlarını gözetmez. Böyle bir insan Allah'ın haram kıldığı hiç bir şeyi yapmayacağından güvenilirdir. Nitekim inkar eden insanlar arasında sevginin yok olmasının nedenlerinden biri güvensizlik hissidir. Bir insan karşısındaki insana güvenemediğinde değil sevmek samimi bile olamaz. Çünkü samimi olduğunda herşeyin kendi aleyhine kullanılmasından korkar. Bu yüzden inkar edenler hayatlarını gizlilik içinde yaşarlar ve kendilerini korumak için sürekli tetikte olurlar. Elbette çok açıktır ki böyle bir birliktelikte sevgi yaşanamaz. İnkar edenler de sevgiyi yaşayamayacaklarını bildikleri içinde kendi istek ve tutkuları için yaşamayı tercih ederler. Sevginin neden yok olduğunu düşünmek ve çözüm aramak yerine kilitlenmiş çözümsüz bir sistem içinde sevgiyi hiç hissedemeden yaşarlar. Sevginin yerine tercih ettikleri duygu ise çılgınca şeytani bir hırstır. Bu hırs para kazanma tutkusu, gösteriş yapma ya da itibar elde etmeye çalışma gibi çeşitli şekillerde ortaya çıkar. Fakat dünyevi nimetler, Allah rızası için elde edilmedikten sonra insana zarardan başka birşey sağlayamaz. Nitekim her insanın ölümlü olduğunu ve dünyada elde ettiği herşeyin bir gün ölümle son bulacağını düşündüğümüzde bu hırsların ne kadar boş olduğu anlaşılır. Dünyada insanın yaptıklarından tek geriye kalan Allah rızası için yaptığı salih amelleridir. Kuran'da bildirilen bu gerçeğin farkında olan müminler sadece ahireti düşünerek Allah rızası için çabalarlar. Allah'a olan sevgileri sonsuza kadar olduğu içinde kalplerindeki sevgi hissi hiç tükenmez aksine çoğalarak artar. Herşeyi Allah'ın tecellisi olarak görüp sevdikleri için Allah müminlere, sadece onların hissedip yaşayacağı gibi olağanüstü bir zevk verir.

    İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır. (Meryem Suresi, 96)
#29.08.2008 13:04 0 0 0
  • Tüm dünyada yıllardır Darwinist eğitimle Yaratılış Gerçeğinden uzaklaştırılmaya çalışılan öğrencilere, Darwinist aldatmacaları telkin etmek artık neden mümkün olmuyor?

    Darwinistlerin kabusu olan bu ilmi uyanış, nasıl gerçekleşti?

    Evrim dogmasını körü körüne destekleyen akademisyenler ve diğer eğitimciler, Yaratılış Gerçeğini delilleriyle ortaya koyan öğrencilerine karşı neden suskun kalmayı tercih ediyor?

    Başta ülkemiz olmak üzere tüm dünyada son 30 yıldır Darwinizm'e karşı çok kapsamlı bir ilmi mücadele yürütülmektedir. Bu mücadelenin en etkili ve önemli sonuçları ise bugün ülkemizdeki ve dünyadaki öğrenciler üzerinde görülmektedir.

    1970'li ve 80'li yıllarda;

    Tüm dünya ile birlikte ülkemizi de saran komünist düşünce ve evrim teorisi gerek liselerde gerekse üniversitelerde hakim güç iken;


    Dindar öğrenciler, inançlarından dolayı taciz ediliyorken;


    Üniversitelerde özellikle akademisyenler ve öğrenciler arasında saldırgan ateist ve materyalist akımlar hakimken;


    Hatta, öğretim üyelerinin bir kısmı, derslerinde konuyla bağlantısız olmasına rağmen hemen her fırsatta materyalist felsefe ve evrim teorisinin propagandasını yapıyorken; günümüzde durum tam tersine dönmüştür.


    Öncelikle Türk gençleri tarihin en büyük bilim sahtekarlığı olan evrim teorisine karşı bilinçlenmiştir. Daha önceki kuşakların aksine körü körüne evrim teorisine inanmayı reddeden Türk gençlerini, sayıları büyük bir hızla artan dünya gençleri izlemektedir. Tüm dünyada öğrenciler kendilerine verilmeye çalışılan Darwinist eğitime bilimsel kaynaklarla karşı çıkmakta ve Yaratılış Gerçeğini savunmaktadır. Bugün Darwinist çevrelerde yaşanan büyük paniğin, hayal kırıklığının ve mağlubiyet hissinin temelinde dünya tarihinde önemli bir dönüm noktası olan bu gerçek yatmaktadır. Evrim teorisi sahtekarlığına karşı tüm dünyayı etkisi altına alan bu ilmi uyanış, bugün artık açıkça görülmektedir. Dünya basınında çıkan son haberler, yapılan araştırmalar, düzenlenen kamuoyu yoklamaları artık gençlerin evrim teorisine karşı çıktığını ve maneviyata yöneldiğini göstermektedir.

    İşte evrim teorisinin tarih sahnesinden silinmesine vesile olan benzersiz sürecin aşamaları:

    Evrim Teorisiyle İlmi Mücadelede Benzersiz İlkler

    Tüm dünyadaki Darwinist çevreleri büyük bir paniğe uğratan Yaratılış Atlası'nın yazarı Sayın Adnan Oktar, özellikle materyalizm ve ateizmin dayanak noktası olan evrim teorisinin çökertilmesine özel önem vermiştir. Zira, Sayın Oktar evrim teorisinin ilk ortaya çıktığı tarihten itibaren, ateist ve materyalist akımlar tarafından sahiplenildiğini görmüştür. İşte bu amaçla, öncelikli olarak yüzyılı aşkın bir zamandır insanları etkisi altına alan ve onları din ahlakını yaşamaktan uzaklaştıran bu aldatmacanın geçersizliğini ispatlama konusundaki çalışmalar üzerine yoğunlaşmıştır.

    www.darwinistleresorun.com Gençler, öğretmelerinize bu sitedeki soruları sorarak Darwinizm'in açmazlarını görebilirsiniz.

    Sayın Adnan Oktar, sözde bilim adına ortaya çıkan evrim teorisinin gerçek yüzünü ortaya koymanın en etkili yolunun yine bilimin kendisi olduğunu düşündüğü için 1980'li yılların başında evrim teorisinin hiçbir bilimsel değeri olmadığını ve bir aldatmacadan ibaret olduğunu ortaya koyan kapsamlı bir ilmi mücadele başlatmıştır. Bu ilmi mücadelenin başlangıç noktası ise; Sayın Oktar'ın geniş çaplı araştırma ve çalışmalarının bir özeti olan Evrim Teorisi adlı bir kitapçık çıkartması ve bu kitapçığı üniversite öğrencilerine ücretsiz olarak dağıtması olmuştur. Bu çalışmanın ardından Sayın Oktar'ın yıllar içinde evrim teorisine cevap olarak hazırladığı diğer kitapları da teveccühle karşılanmış ve bugün evrim teorisinin çökertilmesinde gelinen noktanın temel dayanağı olmuştur. Ayrıca;

    Tamamen bilimsel veriler doğrultusunda hazırlanan ve evrim teorisinin sahtekarlığını gözler önüne seren kitapların tüm Türkiye'de ücretsiz olarak milyonlarca adet dağıtılması;


    Sayın Adnan Oktar'ın eserlerinden yararlanılarak hazırlanmış 32 ayrı dildeki 300'den fazla internet sitesinde, yediden yetmişe herkes tarafından rahatça anlaşılacak şekilde düzenlenmiş zengin bir kaynak sunulması ve bu sitelerde Harun Yahya'nın tüm eserlerinin ücretsiz olarak yayınlanması;


    Türkiye ile birlikte dünyanın en tanınmış üniversiteleri de dahil olmak üzere Avustralya'dan Kanada'ya, İngiltere'den Malezya'ya kadar pek çok yerde evrim aldatmacasını anlatmak üzere yapılan ve sayısı bugün 2500'ü aşan konferanslar;


    Ülkemizin çeşitli şehirleri ile birlikte Amerika'da da ücretsiz olarak ziyaret edilebilen, dünyanın farklı bölgelerinden gelen milyonlarca yıllık "Biz evrim geçirmedik, yaratıldık" diyen fosillerin sergilendiği ve dünya tarihinde bir ilk olan "Yaratılış Müzeleri";


    Muazzam içeriği ve baskı kalitesiyle evrim teorisinin maskesini düşürerek bütün dünyada yankı uyandıran; ulaştığı her ülkede yabancı basının ifadesiyle "İdeolojik Deprem" meydana getiren; evrim teorisinin bilim tarihinin en büyük aldatmacası olduğunu içeriğindeki milyonlarca yıllık fosil örnekleri ile gözler önüne seren "Yaratılış Atlası";


    Sayın Adnan Oktar'ın eserlerinden ve makalelerinden faydalanılarak hazırlanan ve her ay ücretsiz bir kitap ile okurlarına sunulan, bugüne kadar 6 milyonluk tiraja ulaşmış olan İlmi Araştırma ve İlmi Mercek dergileri;


    İnternet sitelerinden her ay yaklaşık olarak 1 milyon adet indirilen ve İslam ahlakının önemini, Darwinizm'in dayanaksız bir safsata olduğunu ve Sosyal Darwinizm'in acımasızlığını gözler önüne seren belgesel filmler; insanların imana yönelmelerine, milli ve manevi değerlerine sahip çıkmalarına ve Darwinizm'in büyüsünden kurtulmalarına vesile olmuştur.


    Harun Yahya Eserlerinin Vesile Olduğu İlmi Uyanış


    Özellikle Türkiye'de bu ilmi mücadele çok güzel sonuçlar doğurmuş, Türk gençliği, milli ve manevi değerlerine sahip çıkarak, ateist ve bölücü ideolojilere yönelmekten kurtulmuştur.


    Bu eserler ülkemiz gençleri gibi tüm dünyadaki gençlerin de evrim aldatmacasına karşı bilinçlenmesinde büyük rol oynamıştır.


    1970'li ve 80'li yıllarda tüm dünya ile birlikte ülkemizi de saran komünizm, materyalizm ve Darwinizm gibi belalar, öğretim kurumlarında artık kendilerine taraftar bulamamaktadır.


    Geçmişte evrime karşı güçlü bir ses olmadığı için Darwinist fikirlerin etkisi altında kalan kimseler, bu konularda adeta tartışmaya can atıyorlardı. Onları bu konuda hevesli hale getiren en önemli faktör ise karşılarında, evrim teorisine karşı sürdürülmesi gereken fikri mücadele konusunda yeterli bir donanıma sahip olmayan insanların bulunmasıydı. Ancak insanlar özellikle de gençler bu konuda bilinçlendikçe bu durum tam tersine dönmeye başladı. Yıllar önce Sayın Adnan Oktar'ın okulda her fırsatta evrim propagandası yapan akademisyenlere en sağlam delillerle yanıt vermesi ve bir süre sonra bu akademisyenlerin Sayın Oktar'ı görünce yolunu dahi değiştirmesi, bugün tüm dünyadaki öğrencilerin geldiği noktanın bir başlangıcıydı. Yaratılışa inanan ama suskun kalan veya inançlarını savunmak için yeterli donanıma sahip olmayan öğrenciler, Adnan Oktar'ın evrimcilerin tüm iddialarını bilimsel olarak çürüten çalışmaları vesilesiyle cesaretlendiler ve okul yıllarında Sayın Oktar'ın yaptığı gibi kendilerine empoze edilmeye çalışılan fikirleri sorgulamaya başladılar.


    Bugün Türkiye başta olmak üzere çok sayıda önemli ülkede öğrenciler, kendi okullarında Darwinist eğitime karşı aynı bilimsel duruşu göstermektedirler. Öğrenciler Sayın Adnan Oktar'ın eserlerindeki üslubu, evrimi çürütme yöntemlerini ve verdiği örnekleri de kullanarak Yaratılış inancını büyük bir kararlılıkla savunmaktadırlar.


    Sayın Adnan Oktar'ın başlattığı evrim karşıtı ilmi mücadele dünyanın dört bir yanındaki Yaratılışa inanan bilim adamı, eğitimci ve yazarları da etkilemiş ve şevklendirmiştir. Onların da katkılarıyla bugün evrim teorisi ve taraftarı olan evrimci bilim adamları büyük bir darbe almıştır.


    Bu konunun önemi bugün dünya siyasetinde de daha iyi anlaşılmaktadır. Örneğin Kasım 2008 tarihinde ABD'de yapılacak olan başkanlık seçimlerinde dahi başkan adayının evrim teorisine inanıp inanmaması belirleyici rol oynamaktadır. Iowa eyaletinde bir partinin başkan adaylığı için ön elemeyi "evrim teorisine inanmadığını açıklayan" papaz Mike Huckabee'nin kazanması, evrimi destekleyen bazı çevrelerde rahatsızlık uyandırmıştır. Bu nedenle de evrime inanmayan bir ABD başkanının tüm bilimsel gerçeklere duyarsız kalacağı gibi tamamen gerçek dışı bir iddia ortaya atmışlardır. 1 Oysa Yaratılış inancı bilimle çelişmez ve birtakım asılsız iddiaların aksine bilimsel gelişmelerin önünü açar. Bundan herhangi bir şekilde endişe duymanın yersiz olduğu açıktır. Modern bilimin temelleri zaten yaratılış gerçeği üzerine kuruludur. Evrenin bir plan dahilinde yaratılmış olduğu ve bir Yaratıcı'nın belirlediği sistematik ilkelere göre hareket ettiği düşüncesi insanları evreni araştırmaya yöneltmiş, bilimsel araştırmayı mümkün kılmıştır.


    Ayrıca Avrupa Konseyi'nde "Avrupa okullarında Yaratılış Gerçeğinin okutulmasının mutlak surette engellenmesini" öngören bir karar alınması; Avrupa'nın yanı sıra dünyanın çeşitli ülkelerinde de sıcak bir gündem oluşturan bu konunun tartışılması; Yaratılış Gerçeğinin anlatılmasına yasaklamalar getirerek fikre fikirle karşılık veremeyen materyalist zihniyetin acizliğinin deşifre olması evrim aldatmacası karşısında ortaya çıkan bu ilmi uyanışın bir sonucudur.

    Sonuç: Evrime İnanmayan Öğrencilerin Oluşturacağı Yeni Nesil Dünya Çapında Çok Önemli Değişimlere Vesile Olacak

    Dünyanın pek çok ülkesinde evrim teorisine karşı yaşanan ilmi uyanış, dünya tarihinde yeni bir döneme girildiğinin en önemli işaretlerindendir. Dünyaya yayılmış olan Darwinist-materyalist eğitim sisteminin bir sonucu olarak yaşanan şiddetli ahlaki dejenerasyon, okullarda sık sık gerçekleşen şiddet olayları, gençlerin verimsiz ve tehlikeli bir hale bürünmesine ve sağlıklarını kaybetmelerine neden olan madde bağımlılıkları Yaratılış Gerçeğinin yayılması ile birlikte tamamen son bulacaktır.

    Dünyaya tesadüfen ve boş yere gelmediklerinin, kendilerini Yüce Allah'ın yaratmış olduğunun ve Rabbimiz'in Kuran'da bildirdiği güzel ahlaka göre yaşamalarının gerçek huzurun ve mutluluğun kaynağı olduğunun bilincinde olan bir nesil, günümüzde ihtiyaç duyulan kardeşlik, huzur ve barışın hayata geçirilmesine önemli bir katkı sağlayacaktır. Ateizmden kurtulan dünya gençleri sahip oldukları inançlı, adaletli, iyiliksever, insaniyetli ve vatansever ahlakla Allah'ın izniyle dünyanın, çok yakın olan, aydınlık günlerine ulaşılmasına vesile olacaklardır. Bir ayette şöyle buyrulur:

    "Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O'dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile." (Saff Suresi, 9)

    Dünya Gençlerinin Evrim Teorisini Reddettiğine Dair Haberler

    Fransa, Politis, 18-24 Ekim 2007

    "Fransız Üniversiteleri'nde Evrim Teorisi Sorgulanmaya Başlandı"

    Fransa'nın haftalık haber dergilerinden Politis, 18-24 Ekim 2007 tarihli sayısında kapak konusunu "Darwin'e Karşı Yaratılışçı Atak" başlığı ile evrim karşıtı yaratılışçı çalışmalara ayırdı. Ingrid Merckx'in dört sayfada incelediği konuda, asıl olarak Yaratılış Atlası'nın Fransa'daki etkileri üzerinde duruldu. Yaratılış Atlası'nın ülkede yaygınlaşmasının ardından, üniversite öğrencilerinin artık evrim teorisini sorgulamaya başladığı bildirilerek şunlar ifade edildi:

    "Üniversiteler bu durumun farkına çok geç vardılar. öğrencilerinin bir gün kendilerine bu sorularla gelmesini hiç beklemiyorlardı."

    Fransa, Le Figaro, 18 Ekim 2007

    "Fransiz Öğrenciler Evrim Teorisine Karşi Direniyor"

    Fransa'nın günlük lider gazetelerinden Le Figaro gazetesi, 18 Ekim 2007 tarihinde Yaratılış Atlası'nın Fransa'daki etkilerini yeniden değerlendirdi. 400.000 tirajlı gazetedeki söz konusu haber, "Darwinizm Tartışması Fransa'da Gittikçe Yaygınlaşıyor" başlığı ile yer aldı. Fransa'da "derslerin içeriğini protesto eden öğrenci sayısının gittikçe artmasından" ve "bazı öğrencilerin ısrarlı sorularına karşı nasıl cevap vereceklerini bilemeyen öğretmenler"den bahsedilen haberde, "Yıllardır ABD'yi kasıp kavuran insanın yaratılışı tartışması, Fransız okullarını da sallamaya başladı." ifadeleri kullanıldı. Le Figaro gazetesi, Fransa'daki öğrencilerin evrim teorisine karşı tepkisini ise şöyle anlattı:

    "Başka bir eğitmen, bir tarih öğretmeni, kontrol ettiği ödevler arasında, internetten araştırılarak yapılmış ve neredeyse yarısını, öğrencilerinin inatla desteklediği yaratılış teorisinin oluşturduğu, bir ödeve rastladı. Bu tür konular genç Müslümanları, bazı Adventist Protestan kiliselerine bağlı öğrencileri, özellikle genç Yahova şahitlerini, aynı zamanda Katolikleri ve genç Yahudileri etkiliyor. Paris'in geleneksel Yahudi mahallelerindeki okullarda eğitim veren bazı öğretmenler, artık "evrim teorisine karşi gittikçe daha belirginleşen bir direnme" hissettiklerini bildiriyorlar..."

    Avrupa Uluslararasi Biyoetik Birliği Studia Bioetica Dergisi

    Avrupa Uluslararası Biyoetik Birliği (European Association Of Global Bioethics) tarafından yayınlanan Studia Bioetica dergisi Nisan sayısında 'Evrimi öğretmek tehlikede mi?' başlıklı bir haber yayınladı. Brüksel Free University'den Charles Susanne tarafından hazırlanan yazının giriş bölümünde bu haberin neden yapıldığı ile ilgili olarak şu yorum yer alıyordu:

    "Bu yazı evrim eğitimi ve din arasındaki güncel bağlantıyı incelemek için yazılmıştır. Polemik yaratma amacında değildir, bilgilendirme amacı gütmektedir... Belçika'nın orta dereceli okullarında ve aynı zamanda benim üniversitemde bazı öğrenciler evrimin, özellikle de insan evriminin öğretilmesine tepki göstermektedirler. Bu nedenle bu tepkiyi ve sosyal problemi incelemeyi ilginç buldum..."

    Avustralya ABD Radyosunda Harun Yahya

    Avustralya'da ulusal yayın yapan ABC Radio'da, Haziran 2006 tarihinde Harun Yahya'nın belgeselleri ile ilgili bir program yer aldı. Programda Harun Yahya'nın eserlerini temel alan belgesellerden bölümlere yer verildi ve sunucu Margaret Coffey bu bölümler üzerine çeşitli yorumlarda bulundu. Programa Yeni Güney Galler'de yerleşik bir paleontolog ve Avustralya İslami Eğitim Vakfı'nın bir direktörü olan Gary Dargan da katıldı. Programın bir bölümünde yer alan ifadeler şu şekildedir:

    Gary Dargan: Harun Yahya'nın görüşleri, Müslüman dünyası tarafından çok çok güçlü bir biçimde kabullenildi. Örneğin Nijerya'da Harun Yahya'nın ders kitapları şu anda biyoloji müfredatı olarak okutulmakta. Avustralya'nın Yeni Güney Galler Eyaletinde bir lise biyoloji öğretmeni benimle temasa geçerek, şunu söyledi: "çok sayida Müslüman öğrencim var, bana Harun Yahya'dan alıntı yapıyorlar ve bütün bu evrim olayının uydurmaca olduğunu söylüyorlar; "bunu öğrenmekle vakit kaybetmeyeceğiz" diyorlar."

    İsviçre, Le Temps, 16 Nisan 2007

    "Darwinizm'in Gittikçe Daha Çok Yenilgiye Uğradiği Türkiye"

    İsviçre'nin Cenevre kentinde Fransızca olarak basılan Le Temps gazetesi, 16 Nisan 2007 tarihinde Yaratılış Atlası ile ilgili ikinci bir habere yer verdi. 150 bin okuyucusu olan İsviçre'nin bu lider gazetesinde Atlas'tan, evrim teorisine karşı "ani ve güçlü bir saldırı" olarak bahsedilen yazıda şöyle bildirildi:

    Türkiye'de, Darwinizm'e karşı ilmi mücadele hemen hemen kazanılmış durumda. Science dergisinde yayınlanan ve Michigan Üniversitesi'nde yapılan, 32 ülkeyi içeren incelemede Türkiye, Darwinizm'in en az ciddiye alınan ülkesi olarak belirtildi. Türk Bilimler Akademisinin açıklamasına göre öğrencilerin sadece %5'i evrim teorisine inanırken, %20'si teorinin yetersiz olduğunu düşünüyor ve %75'i de teoriyi temelsiz buluyor.

    İtalyan Gazetesi Corriera Della Sera

    İnternet üzerinden yayın yapan bir İtalyan haber sitesinde, 4 Haziran 2007 tarihinde, aynı gün İtalya'nın en büyük gazetesi olan Corriera della Sera'da yer alan bir habere yer verildi. Haberde şu ifadeler yer aldı:

    ...Oktar'ın Güçlü Stratejisi Etkili Oldu: Türkiye'de Bilimler Akademisinin yaptığı bir anket sonucu bugün Türk orta-lise okul öğrencilerinin %75'i evrim teorisine inanmıyor... Aynı zamanda Avrupa'da, kaleleri Amerika olan Hıristiyan kaynaklı yaratılışçılar ve bizi Yaratılış Atlası'yla işgal eden İslam kaynaklı yaratılışçılar arasında bir yarış başladı. İkisinden hangisinin üstün geleceğini bilemiyoruz ama kesin olarak bildiğimiz şey bizim kaybedenler olacağımız..."

    Harun Yahya'nın Yaratılış Konulu Çalışmaları American Scientific Dergisinde

    Dünyaca tanınmış bilim dergisi American Scientific'in geçtiğimiz ay Avrupa'da yayınlanan sayısında, Avrupa'daki ve Türkiye'deki yaratılış konulu faaliyetlerle ilgili bir haber yer aldı. Yazının en geniş bölümü ise Harun Yahya müstear ismiyle tanınan yazar Adnan Oktar ve faaliyetlerine ayrıldı. Dergide Adnan Oktar'ın "Darwinizm" konulu çalışmalarının etkisi şu şekilde tarif ediliyordu:

    "... Birkaç senedir Yaratılışı savunan bir kitap mevcut. 'Evrim Aldatması' adlı kitap, yılda milyonlarca satılıyor. Bu kitap bizde de büyük etki uyandırıyor.

    Profesör Leirs, evrim biyoloğu, Anwers Üniversitesi'nde geçen ders yılı evrim dersleri uygulamış. "Ders sonrasi bazi Müslüman öğrenciler Harun Yahya'nın bu kitabi ile yanima geldiler. Ben bu kitabı bilmediğim için onlari yanıtlayamadım. Sonra kitabı incelemeye başladım ve evrim teorisine karşı olduğunu gördüm. Allah doğruydu ve Darwin yanlıştı. Kitabın ana düşüncesi buydu. Bu kitap bunu tüm genç Müslümanlara öğretiyor.

    Amsterdam Bağımsız Üniversitesi de geçen yıl Harun Yahya'nın bu eseri ile tanıştı. Müslüman öğrenciler biyoloji derslerinde yazarin internetteki eserlerinden faydalanmişlar."

    liberalvaluesblog.com/?p=2659

    Bugün Türkiye, dünyanın Darwinizm karşıtı bir numaralı ülkesidir. Türk halkı Darwinizm'in aldatmacalarına karşı bilinçlenmiştir ve yapılan araştırmalar da bu gerçeği açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu gerçeğin Batıda yayınlanan en ciddi dergi ve gazetelerde yer alması ise yerli evrimcileri adeta çileden çıkarmış, materialist çevrelerde büyük bir panik havasının hakim olmasına neden olmuştur.

    "Türkiye'de Evrim Kuramı Öğretimi Tartışmasında Öğretmenlerin Konumu" İsimli Araştırmadan

    "Türkiye'de Evrim Kuramı Öğretimi Tartışmasında Öğretmenlerin Konumu" isimli bir araştırmanın sonuçları, Türkiye'de öğrencilerin yanısıra genç öğretmenlerin de artık evrim teorisine inanmadıklarını açıkça ortaya koyuyor. Bu araştırma kapsamında yapılan bir anketin bazı çarpıcı sonuçları şu şekildedir:

    Öğretmenler Evrim Anlatmakta Zorlanıyor

    Öğretmenlerin %68'i, evrim kuramı konusunda sorun yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Bunun nedenlerinin başında (%43) öğrencilerin evrim teorisini dini inançları ile çelişkili bulmalarını göstermişlerdir. Ayrıca öğrencilerin evrim kuramı hakkında başka görüşler edinmiş oldukları da sıkça dile getirilmiştir (%22).


    Biyoloji öğretmenleri (%76), fen bilgisi öğretmenlerine (%57) oranla öğrencilere evrim kuramını kavratmakta daha fazla zorlanmaktadır. Bu farkın gerisinde, lise programında evrim kuramı öncesinde yer alan yaratılış görüşünün etkisi olabileceği düşünmekteyiz. Yaratılış görüşünün biyoloji kitaplarında bulunması muhtemelen öğrencileri bu görüş ve kuram arasında seçim yapmaya sevk etmektedir.


    Ankette ayrıca, öğretmenlere evrim kuramı ve eğitimi ile ilgili bir tartışmaya şahit olup olmadıkları sorulmuş, %65'inden olumlu yanıt alınmıştır. Tartışmaya bir broşür ya da kitapta rastladığını belirten öğretmenlerin çoğu ise Harun Yahya'nın "Evrim Aldatmacası" broşüründen bahsetmektedir.

    Genç Öğretmenler Evrimden Uzaklaşıyor

    Anketteki "Evrim kuramı konusundaki görüşünüz nedir?"sorusuna verilen yanıtlara göre, biyoloji ve fen bilgisi öğretmenlerinin yarıdan fazlası ya evrim kuramından duydukları şüpheyi dile getirmekte ya da hiç benimsememektedirler.


    Genç öğretmenlerin ise 1985 sonrası yoğun evrim karşıtı propagandadan etkilendikleri tahmin edilebilir.

    www.eva.mpg.de

    Devlet adamlarından, tanınmış simalara, bilim adamlarından sinema yıldızlarına kadar toplumun her kesiminde insanlar eskisine gore çok daha dindardır. Uzun yıllar evrim teorisini savunduktan sonra, gördüğü gerçekler karşısında Allah'a iman eden pek çok insan vardır.

    Rus Öğrenci Okulda Evrim Teorisinin Okutulmasına Karşı Dava Açtı

    Harun Yahya'nın Rusça eserlerini okuyan ve http://www.harunyahya.ru internet sitesinin üyesi olan, 15 yaşındaki Lise öğrencisi Maria Shraiber ve babası Kirill Shraiber, `Biyolojinin Temelleri` isimli lise ders kitabında empoze edilen Darwin teorisinin, yalan ve bilimsel olmayan temeller üzerine kurulu olduğunu, çocuk ve insan psikolojisini olumsuz şekilde etkilediğini belirtiyor ve Maria'nın Allah'a inanan bir vatandaş olarak haklarının korunmasını ve biyoloji ders kitabının alternatifsiz olarak evrim teorisi üzerine hazırlanmış olmasının yasaklanmasını talep ediyor. Bu konuyla ilgili bir haber şöyledir:

    "Bu dava sonucunda, ders kitaplarından, özellikle biyoloji ders kitaplarından, her türlü temelsiz, ispatsız bilgiler çıkartılmalı. ers kitaplarının öğrencilere empoze ettiği evrim teorisinin bilimsel dayanağı olmadığı çok net olan bir yalandır. Darwin teorisi insanin dini inançlarını aşağılamaktadır. Ateizmin temeli olan Darwinizm felsefesi, buna inanan kişiler için olumsuz bir yaklaşım oluşturmaktadır ve toplumlar arası ve dinler arası çatışmalara yol açmaktadır." (Rusya NTV TV kanalı, 14.12.2006)

    Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Ali Demirsoy'un Geo dergisiyle yaptığı bir röportajdaki açıklamaları:

    " Nitekim üniversitelerde yapılan bir araştırmaya göre; öğrencilerin yüzde 70'i evrime inanmıyor, yüzde 20'si yetersiz buluyor; ancak yüzde beşi inanıyor. Türk toplumunun evrime bakışı diye bir bakış zaten söz konusu değil. Yüzde bir-iki adamın evrim kuramını sindirmesi veya biraz anlaması, toplumun da anladığı anlamına gelmez. Türk toplumu evrim kavramına yabancıdır." "Bırakın öğrencileri, Evrim Teorisi dersi veren hocalarımızın dahi düşüncelerini değiştiremedim. Hatta çok saygın, bu konuda kitap yazmış bir hoca bir gün bana, "Ali, sen gerçekten bu evrime inanıyor musun?" dedi."
#29.08.2008 12:47 0 0 0
  • Son yıllarda dünya toplumlarının İslam ahlakına yöneldiği, bugün artık açıkça görülen bir gerçektir. Dünya genelinde İslam'a olan ilgi her geçen gün artmakta, Kuran'ı okuyup Peygamberimiz (sav)'in hayatını inceleyen pek çok kişi kendisine din olarak İslam'ı seçmektedir. Yapılan araştırmalar ve düzenlenen kamuoyu yoklamaları da dinin insanların hayatında çok önemli bir yer tuttuğunu, eskiye kıyasla çok daha fazla insanın dini değerlere önem vermeye başladığını ve maneviyata yöneldiğini göstermektedir. Dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan bu dini bilinçlenme ve İslam'a yöneliş, dünya tarihinde yeni bir döneme girildiğinin de en önemli işaretlerinden biridir.

    31 Mart 2008 tarihinde Reuters Haber Ajansı tarafından yayınlanan bir haber, İslamiyet'in dünya çapındaki uyanışını ve yaşanan bu yeni dönemi detaylarıyla ortaya koymaktadır. Dünya Katoliklerinin en yüksek dini otoritesi olan Vatikan'da görevli olan ve Vatikan'ın 2008 yıllığını hazırlayan Vittorio Formenti'nin Vatikan'ın gazetesi L'Osservatore Romano'da yaptığı açıklamaya göre, 2006 yılı rakamlarına göre Müslümanların sayısı dünya nüfusunun yüzde 19,2'sine ulaşmış ve Katoliklerin sayısı ise yüzde 17.4 oranında kalmıştır. Monsenyör Formenti "Artık zirvede değiliz. Müslümanlar bizi geçti" diye ekleyerek aynı zamanda İslamiyet'in dünya çapındaki zaferini de ilan etmiştir.


    noimage


    Dünya Tarihi İçin Dönüm Noktası Olan İslam'a Yöneliş Nasıl Gerçekleşti?

    Dünya genelinde din ahlakına ve özellikle İslam'a yönelişin temelinde, başta Darwinizm olmak üzere din ahlakına uygun olmayan ideolojilerin fikren mağlup olması vardır. 18. yüzyılda başlayan dinden uzaklaşma süreci, 19. yüzyılda Darwin'in evrim teorisiyle sözde bilimsel bir dayanak bulmuş ve hız kazanmıştı. Ancak 20. yüzyılda bilim ve teknolojide yaşanan gelişmeler, Darwinizm'in hayal ürünü bir hikayeden ibaret olduğunu, bilimsel bir değer taşımadığını gözler önüne serdi. Bilim, bazı çevrelerin umduğu gibi materyalizme ve dinsizliğe destek sağlamadı. Elde edilen her yeni bulgu ve yapılan her keşif, Yaratılış'ın açık bir gerçek olduğunu ortaya koydu. Darwinizm'in bizzat bilim tarafından yalanlandığının görülmesi, paleontoloji, genetik, biyoloji, mikrobiyoloji, zooloji, arkeoloji gibi sayısız bilim dalının evrimin hiçbir zaman yaşanmadığını ortaya koyması, geniş kitlelerin gerçekleri görmesini sağladı.

    Tüm bu gelişmeler dolayısıyla yaklaşık 1.5 asırdır süregelen Darwinist ve materyalist baskı, artık gerçekleri örtbas edememektedir. Farklı ülkelerde yapılan anketler, halkın artık Darwinizm masalına inanmadığını göstermektedir. Türkiye bu konudaki en çarpıcı örneklerden biridir. 80'li yıllarda halkın yarısından fazlası Darwinizm'e inanırken, bugün yapılan anketler halkımızın %75'inin evrime inanmadığını ortaya koymaktadır. (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV)'in yaptığı kamuoyu araştırmasına göre bugün ülkemizde "insanı Allah yaratmıştır" diyenlerin oranı % 87.4'tür.) Darwinizm'e karşı verilen büyük ilmi mücadele, başta Avrupa olmak üzere dünya genelinde de etkisini göstermektedir. Örneğin;

    Fransız Science Actualités tarafından yapılan ankette, insanların evrim ile oluşmadığına inananların oranı %92, evrime inananların oranı ise %5 olarak çıkmıştır.

    Süddedeutsche Zeitung adlı ünlü Alman gazetesinin yaptığı ankete göre, insanın bir Yaratıcı'nın eseri olduğuna inananların oranı %85, evrim teorisinin geçerli olduğunu düşünenlerin oranı ise sadece %9'du.


    Avrupa'daki fikri değişimi açığa çıkaran anketlerden biri de İsviçre'de yayınlanan Blick'in anketi oldu. Bu ankette, Yaratılış'a inananların oranı %85, evrim teorisine inananların oranı da %8 olarak çıktı.

    Birkaç tanesine yer verdiğimiz bu anket sonuçları göstermektedir ki; evrenin ve canlılığının kökeninin kör tesadüfler olmadığını, tüm varlıkların üstün güç ve kudret sahibi Yaratıcı, yani Yüce Allah tarafından yaratıldığını gören tüm insanlar akın akın dini değerlere ve hak din olan İslam'a yönelmektedir. Bazen bir gazete kupüründe, bazen bir televizyon haberinde duymaya başladığımız bu yönelişle ilgili gelişmeler ard arda sıralandığında, yaşananların ne kadar olağanüstü olduğu görülmektedir. Çoğu zaman sadece gündem maddelerinden herhangi biri gibi sunulan bu gelişmeler, aslında İslam ahlakının dünyaya çok hızlı bir şekilde yayıldığının çok önemli işaretleridir.

    noimage

    İslam Ahlakının Etkilerini Gösteren Önemli Gelişmeler

    Dünyanın önde gelen devlet adamlarının konuşmalarında Kuran ayetlerine yer vermeleri ve her fırsatta Kuran ahlakını övmeleri,

    Camileri ziyaret etmeye başlamaları ve bu ziyaretleri sırasında İslam hakkında detaylı bilgilendirilmeyi talep etmeleri,

    Dünya tarihinde ilk defa, Papa'nın Hıristiyanları Müslümanlarla birlikte bir günlüğüne oruç tutmaya davet etmesi,

    Hıristiyan din adamlarının vaazlarında Kuran'dan ayetler okumaları,

    Kuran'ın Batı ülkelerinde haftalar boyunca en çok satılan kitap olması,

    Uluslararası yayın yapan televizyonlarda İslam'ı tanıtan özel haberler, röportajlar ve tartışma programları yayınlanması,

    Dünyanın önde gelen gazetelerinin İslam'ı anlatan ve Müslümanları konu edinen haberler yayınlaması ve Kütüphanelerde en çok talep edilen kitapların İslam'ı ve İslam tarihini anlatan kitaplar olması kuşkusuz İslam ahlakının etkilerini gösteren gelişmelerdir.

    Ortaçağ Karanlığından İmani Aydınlanmaya
    İslamiyet'in Önlenemeyen Zaferi
    Amerıka'da Hızla Yayılan İslam

    Amerika'nın ünlü dergilerinden The Christianity Today dergisi, 'Are Christians Ready for Muslims?' (Hıristiyanlar Müslümanlar için Hazır mı?) başlığı ile yayınladığı haberde, İslam'ın Amerika'daki yükselişine şöyle yer vermiştir:

    2015 yılına gelindiğinde İslam'ın Yahudiliği geçerek Amerika'nın ikinci en büyük dini olacağı tahmin ediliyor. Bazı tahminlere göre ise, bu çoktan gerçekleşti bile. Batı'ya göç eden Müslümanlar, Batı'nın kültürel ve dini değerlerinde bir takım değişiklilere neden oldular.

    Detroit'de bir hastane Müslüman hastalarına Kuran dağıtıyor,

    Denver Uluslararası Havaalanında Müslümanların ibadet edebilmesi için bir mescid açıldı,

    Amerikan Senatosu açılış töreni için Müslüman bir din adamı davet etti,

    Ordu Müslüman din adamlarını göreve aldı,

    Beyaz Saray (tıpkı Noel kartları gibi) Ramazan Bayramı için tebrik kartları yollamaya başladı,

    Washington'daki Suudi Arabistan Büyükelçiliği her ay hapishanelere 100 Kuran hediye ediyor ve mahkumlarla görüşmesi için imamlar gönderiyor.

    Ira Rifkin'in Religion News Service'de bildirdiği habere göre ise (30 Kasım 1999), Kongrede çalışan Müslümanlar her hafta düzenli olarak ibadetlerini yerine getiriyorlar."

    "6 milyon takipçisi ile İslam, Birleşik Devletler'de göçlerin ve İslam'ı seçenlerin sayısının artması sayesinde en hızlı yükselen din olarak adlandırılıyor. Konunun uzmanları tarafından yılda yaklaşık 25 bin kişinin İslam'a döndüğü tahmini yapılmakta. Bazı uzmanlar ise bu sayının 11 Eylül olayları sonrasında dört kat daha arttığını belirtiyorlar Uzmanlar, İslam'ın evrensel mesajı ile insanları etkilediğini söylüyorlar. Diğer dinlerle ortak inançların çokluğu ve Hz. İsa'nın, Hz. İbrahim'in ve İncil'de bahsi geçen birçok peygamberin Müslümanlar tarafından peygamber olarak kabul edilmesinin İslam'a yönelişi artırdığı bir gerçek. İnsanlar sadece kelime-i şehadet getirerek Müslüman olabiliyorlar." (The New York Times, 22 Ekim 2001)

    İslam'ın Amerika'daki bu hızlı yükselişi, Amerikan ordusunun internet sitesinde yayınlanan 'Islam is Growing in America' (İslam Amerika'da Büyüyor) başlıklı haberde de şu şekilde yer almıştır:

    Müslümanlar, İslam dinine inanan insanlar, Birleşik Devletler'de her yerde karşınıza çıkabilir. Sizin doktorunuz veya taksi şöförünüz olabilirler. Restoranlarda size yemek sunabilir veya hukuk danışmanınız olabilirler. Ve gittikçe artarak, sizinle aynı makamda, aynı pozisyonda ve hatta aynı savaş uçağında olabilirler. Amerika Birleşik Devletleri'nde İslam en hızlı yükselen dindir.


    Latinler "Kadınlara saygıyı" İslamiyet'te Buluyorlar

    Güney Kaliforniya Amerika-İslami ilişkiler yetkilileri, her geçen gün daha çok Latin insanın İslamiyet'le kucaklaştığını kaydetti.

    İslamiyet'i seçen Latin kökenli insanlar, İslamiyet'te kendilerini; sadeliğin, Allah'la olan direkt bağlantıyı öğretmesinin ve en çok kadınlara duyulan saygının etkilediğini belirtiyorlar.

    İslam'ın Avrupa'da Yenıden Yükselişi


    Chicago Tribune'de (19 Aralık 2004) "İslam'ın fiekillendirdiği Yeni Avrupa" başlıklı yazıda, tarihte ilk kez Müslümanların laik Batı dünyasında bu kadar büyümekte ve genişlemekte olduğu belirtilmekte ve son 20 yılda Batı Avrupa'daki kadar hiçbir yerde sayılarının iki kattan fazla arttığının görülmediği vurgulanmaktadır. İslam'ın etkisinin Amsterdam'dan Paris'e ve Madrid'e kadar yayıldığı belirtilerek yüzyılın ortasına kadar her beş Avrupalı'dan en az birinin Müslüman olacağı açıklanmaktadır.


    K. House'da (K. House, İncil'e inanan, destekleyen ve İncil çalışmaları yapan bir site) "Avrupa İslamlaşıyor mu?" başlıklı yazıda, İslamiyet'in hızla Avrupa'nın kültürel ve politik manzarasının önemli bir kısmını oluşturduğu belirtilmektedir. Sitede yer alan yazıya göre, bugün Avrupa'da 55 milyon Müslüman yaşamaktadır ve İslamiyet en geniş dini azınlık konumuna gelmiştir. Ayrıca günümüzde İslam dinini kabul eden kişilerin sayılarındaki hızlı artış göz önünde bulundurulduğunda, Avrupa'daki Müslümanların sayısının hızla artmaya devam edeceği öngörülmektedir. Bu gerçeği, Princeton Üniversitesi eski tarih profesörü ve aynı zamanda İslam tarihi ve Ortadoğu uzmanı olan Bernard Lewis, "Avrupa yüzyılın sonuna kadar İslamlaşacak" şeklinde vurgulamaktadır.


    40 Yıl Sonra Almanya Nüfusunun Çoğunluğunu Müslümanlar Oluşturacak

    Almanya'nın Sest şehrindeki İslam Araştırma Enstitüsü Merkezinden uzmanlara göre, 2046 yılında Almanya'nın çoğunu Müslümanlar oluşturacak. Bunun esas nedeni; sürekli Müslüman göçmenlerin gelmesi ve yerli Almanların İslam'ı seçmesi olarak gösteriliyor. 2004-2005 yılları arasında yaklaşık olarak 4 bin Alman İslam'ı seçti.

    İngiltere'de Camiye Gidenler Arttı

    İslamiyet, ingilizler arasında hızla yayılıyor. İngiltere'de son birkaç yılda binlerce kişi Müslüman oldu. İngiliz Daily Telegraph gazetesine göre, ülkedeki Müslüman toplum bu hızla artmaya devam ederse, 2013 yılında düzenli olarak camiye giden Müslümanların sayısı Pazar günleri ayin için kiliseye giden Hıristiyan sayısını geçecek.

    İslam Avusturya'yı Fethediyor

    İslam Dini Kurulu Başkanı, aynı zamanda da Avusturyalı Müslümanların temsilcisi konumundaki Enes fiakfeh, İslamiyet'in ders olarak, Avusturya okullarına ilk girdiği senenin 1982-1983 eğitim-öğretim dönemi olduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: "O zamanlar, 200-220 öğrenci için, sadece 5 öğretmen bulunuyordu. Bugünse Müslüman öğretmenlerin sayısı 300'e, İslam dininin okutulduğu okul sayısı ise, Avusturya'nın genelinde, 1800'e ulaştı. İslam dininin ders olarak verildiği okullara, 3000 farklı okuldan öğrenci, İslam dinini öğrenmek için geliyor. Ayrıca İslam Kurulu'na ait 12 okul ve bu okullarda ders veren toplam 60 öğretmen var. Birçok Avusturyalı Hıristiyan Müslüman oldu. Artık İslam Avusturya'yı fethediyor."

    Dünyanın Diğer Bölgelerınden Örnekler Rusya'da Müslüman Nüfus Artıyor

    ABD'li Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) uzmanı Paul Goble, Amerika'nın Sesi Radyosu'nda yer alan açıklamasında, Rus nüfusunun giderek azaldığını ve buna karşılık ülkedeki Müslüman nüfusunun ise istikrarlı bir şekilde artış gösterdiğini hatırlatarak, Müslümanlığı seçen Rus nüfus göz önünde bulundurulduğunda 25 yıl sonra bu ülkede dengelerin değişeceğine işaret etti.
    Goble, Rusya'nın şimdiden Avrupa'da en çok Müslüman'ın yaşadığı Hıristiyan ülke konumunda olduğunu ve 2030 yılına kadar Rusya'daki Müslüman nüfusunun, Rus nüfusunu katlayacağını kaydetti.

    Japonya'da İslam Doğuyor

    İslam Haber Ajansı dergisinin, Japon Müslümanları Birliği Başkanı Dr. Halid Galluş'a dayanarak verdiği bilgiye göre, Budizm ile fiintoizm gibi iki inancın hakim olduğu Japonya'da Müslümanların sayısı, 50 bini Japon asıllı olmak üzere yaklaşık 300-350 bin civarında. Japonya'nın her tarafına dağılan Müslümanlara ait 100 islâmi kurum ve kuruluşun yanı sıra 180 kadar da cami var. Son zamanlarda Japonların İslam'a olan yoğun ilgisinin giderek arttığı ve binlerce Japon'un İslam'ı kabil ettiği, Tokyo İslam Merkezi Müdürü tarafından ifade ediliyor.

    Japonya'daki İslam Merkezi'nin Türk hocalarından Nimetullah Hoca da Japonya'da bundan 20 sene öncesine kadar sadece 2 cami bulunduğunu, şimdi ise irili ufaklı mescitlerle birlikte 400'ü geçtiğini ve bazen günde 50 kişinin üzerinde Japon'un, Japonya'da faaliyet gösteren İslam Merkezi'ne gelip Müslüman olduğunu belirtti.

    Kazakistan İslam'a yöneliyor

    Kazakistan'da 1.756 caminin faaliyet gösterdiği kaydedildi.

    Cami ve mescitlerin sayısında son yıllarda gözle görülür bir artış yaşandığı, 10 bin kadar Kazakistan vatandaşının da hac ibadetini yerine getirdiği belirtildi.

    Çok farklı inançlarda 150'ye yakın farklı topluluğun yaşadığı Kazakistan nüfusunun 9 milyonunu Kazaklar, 4.5 milyonunu ise Ruslar ve diğer Slav halkları oluşturuyor.

    Ülke nüfusunun tamamının yüzde 55'i, Kazak asıllıların ise yüzde 70'i Müslüman.

    Togo'da İslamiyet

    Afrika kıtasının batısında yer alan Togo'da İslamiyet'e girenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Togo, bir dönem Müslüman azınlığın yaşadığı bir Batı Afrika ülkesi iken, Müslümanların çoğunluk oluşturduğu islâm merkezine dönüştü.

    Togo Müslümanları, her sabah namaz kıldıktan sonra Kuran ezberleme halkaları düzenliyorlar. Bu Kuran ezberleme halkaları, Togo Müslümanları tarafından büyük ilgiyle karşılanıyor ve derslere katılanların sayısı her geçen gün artıyor.

    Togo Devlet Başkanı da Hıristiyan olmasına karşın bütün islâmi kutlamalara katılıyor.

    Yeni Dönemde Türkiye'nin Oynayacağı Rol

    Yazının başında da belirttiğimiz gibi dünya, artık yeni bir döneme girmiştir. Bu dönem, İslami değerlerin yükseldiği dolayısıyla Müslüman ülkelerin gündemde olacağı bir dönem olacaktır. Uzun süredir Batı ve İslam medeniyeti arasında kurulmaya çalışılan diyalog, 11 Eylül saldırıları sonrasında artık bir zaruret haline gelmiştir. Batı İslam'ı tanıma ve anlama süreci içerisindedir. İşte bu süreçte nüfusunun %99'u Müslüman olan, aynı zamanda Müslüman ülkeler arasında Batılı değerleri benimsemiş belki de tek ülke konumundaki Türkiye'yi önemli bir liderlik görevi beklemektedir: Dünyaya barış ve huzur getirecek İslam Birliği'ni sağlamak ve bu birliğe önderlik etmek Bu konuda, Türkiye'nin hayati bir konuma sahip olduğu açık bir gerçektir. Çünkü Türkiye;


    Sözünü ettiğimiz manada bir İslam Birliği'ni kurmuş ve beş asırdan uzun bir süre başarıyla idare etmiş olan Osmanlı imparatorluğu'nun mirasçısıdır.


    Demokratik ve laik yapısıyla Türkiye, Batı'nın değerleri ile İslam'ın değerlerinin çatışmadığının somut bir örneğidir.


    İslam dünyası ile Batıyı biraraya getirebilecek tek ülkedir.


    İslam dünyasının Batı ile ilişkileri en gelişmiş ülkesidir ki; bu, Batı ile İslam dünyası arasındaki sorunların çözümünde arabuluculuk yapabilmesine Allah'ın izniyle imkan sağlayacaktır.


    Bununla birlikte sahip olduğu tarihi miras, Türkiye'yi doğal olarak liderlik pozisyonuna yerleştirmektedir.


    Tüm bu özellikler dünyanın içine girdiği bu yeni dönemde, Türkiye'ye hayati avantajlar kazandırmaktadır. Bu avantajlar, zaman zaman Batı dünyasındaki araştırmacılar, stratejistler, devlet adamları ve gazeteciler tarafından da dile getirilmektedir. Örneğin, ABD eski başkanı Bill Clinton 1999 yılında Türkiye'ye yaptığı ziyarette Türkiye'nin 21. yüzyılın lideri olacağı yönündeki görüşlerini şu şekilde aktarmıştır:

    "Türkiye, Avrupa, Asya ve Afrika'yı içine alan milyonlarca kilometrekarelik bir alanda, dünya siyasetinin merkezi olan bir bölgede söz sahibi bir ülke olduğu için 21. yüzyılın şekillenmesinde kilit rol oynayacaktır."

    Türkiye'nin bu gelecek dönemde kilit bir pozisyona sahip olacağına dikkat çeken isimlerden birisi de ünlü gazeteci Stephen Kinzer'dir. 1996-2000 yılları arasında The New York Times gazetesinin Türkiye temsilcisi olan Kinzer, 11 Eylül saldırılarının hemen ardından, CNN televizyonunda yaptığı stratejik değerlendirmelerde Türkiye'nin konumuna bir kez daha dikkat çekmiştir:

    Türkiye'nin oynayabileceği role dikkat çekmek istiyorum. Uzun vadede oynayacağı rol, daha hayati bir önem taşımaktadır. Eğer Türkiye kendi iç sorunlarını aşabilirse, Müslüman demokrasisinin çarpıcı bir örneği olarak karşımıza çıkacaktır. İslami hassasiyetleri radikalizmden ayıran bir mıknatıs görevi görebilir. Müslüman dünyası üzerinde büyük bir etkisi olabilir ve böylelikle tüm dünyayı değiştirebilir.

    Bu önemli değerlendirme, Türkiye'nin önceden de vurguladığımız geçmişi ve sahip olduğu mirası göz önünde bulundurulduğunda daha da anlam kazanmaktadır. Yaklaşık altı asır boyunca dünyaya nizam veren Osmanlı imparatorluğu'nun mirasına sahip olan Türkiye için bu misyonu gerçekleştirmek, Allah'ın izniyle hiç de zor olmayacaktır. Dünyanın etnik ve dini çeşitlilik bakımından en renkli ve idaresi en güç bölgelerini asırlar boyunca hakimiyeti altında tutan Osmanlı'yı ayakta tutan güç, özünü Kuran ahlakından alan manevi değerler olmuştur. Milli ve manevi değerlerine sahip çıkan, sahip olduğu medeniyet mirasını iyi değerlendiren ve yüzünü her zaman Batıya dönük tutan bir Türkiye, tıpkı geçmişte olduğu gibi gelecekte de tarihi yönlendirenler arasında yer alacaktır.

    21. Yüzyıın Müjdesi: İslam Ahlakı Hz. Mehdi ve Hz. İsa'nın Gelişi ile Dünyayı Aydınlatacaktır

    Vatikan'dan yapılan açıklamalar başta olmak üzere tüm bilgiler alt alta konulduğunda, dünya genelinde yoğun olarak İslam'a yöneliş olduğu, İslam'ın dünya gündeminin giderek en önemli konusu haline geldiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu yeni dönemde, Allah'ın izni ile, Kuran ahlakı insanlar arasında dalga dalga yayılmaya devam edecektir. Bilmek gerekir ki, bu yöneliş tam 14 asır önce Kuran'da müjdelenmiş olan çok önemli bir gelişmedir. Yüce Allah ayetlerde şöyle buyurmuştur:

    "İnsanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile." (Nasr Suresi, 2-3)

    Bu ayetlerle birlikte Peygamber Efendimiz (sav)'in pek çok hadisinde de Kuran ahlakının dünyaya hakim olacağı bildirilmiştir. Buna göre ahir zaman olarak adlandırılan kıyamet öncesindeki dönemde, insanlar önce haksızlığın, adaletsizliğin, yalanın, sahtekarlığın, savaşların, çatışmaların, kavgaların, ahlaki dejenarasyonun yaygınlaştığı bir dönemi yaşayacaklardır. Bu dönemin ardından ise, Kuran ahlakının dalga dalga insanlar arasında yayılmaya başladığı ve en sonunda tüm dünyaya hakim olduğu Altınçağ gelecektir. Peygamberimiz (sav)'in Altınçağ'ı müjdelediği hadislerden biri şu şekildedir:

    ".. Kurtla koyun birarada oynayacak, yılanlar çocuklara zarar vermeyecektir. İnsan bir avuç tohum atacak, 700 avuç hasat edecektir. Riya, riba, zina, içki kalmayacak, ömürler uzayacak ve emanet zayi olmayacaktır. Kötüler helak olacak, Peygamber Efendimiz (sav)'e buğzedecek kimse kalmayacaktır." (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 43)

    Hadislerde de görüldüğü gibi Altınçağ adaletin, bolluğun, bereketin, huzurun, güvenliğin, barışın, kardeşliğin hakim olacağı insanlar arasında sevgi, fedakarlık, hoşgörü, şefkat, merhamet, sadakat gibi duyguların yoğun olarak yaşanacağı bir dönem olacaktır. Peygamberimiz (sav) hadislerinde bu kutlu dönemin Hz. Mehdi'nin vesilesi ile yaşanacağını belirtmiştir. Mehdi (AS), ahir zamanda gelecek ve tüm dünyayı içinde bulunduğu kaostan, adaletsizlikten ve ahlaki çöküntüden kurtaracaktır. O, inkarcı ideolojileri ortadan kaldıracak, dünyanın dört bir yanında devam eden adaletsizlikleri, zulümleri, terörü sona erdirecek, dinin Peygamberimiz (sav)'in dönemindeki şekliyle yaşanmasını sağlayacak, Kuran ahlakını insanlar arasında hakim kılacak, tüm dünyada huzuru ve barışı tesis edecektir.

    Hz. Mehdi ile aynı dönemde yeryüzüne ikinci kez gelecek olan Hz. İsa ise, özellikle Hıristiyan ve Yahudi dünyasına hitap edecek, onları içine düştükleri hurafelerden sıyrılıp Kuran ahlakını yaşamaya çağıracaktır. En önemlisi de Hıristiyanların Hz. İsa'ya uyup İslam ahlakına yönelmesiyle birlikte İslam ve Hıristiyan alemi tek bir inançta birleşecek ve dünya "Altınçağ"'da büyük bir barış, güvenlik, mutluluk ve refah dönemi yaşayacaktır.

    Allah, İslam ahlakının tüm yeryüzünde yerleşik kılınmasını dilemiştir; Allah'ın izniyle bu büyük vaad gerçekleşecektir. Temennimiz Allah'ın bizleri de bu kutlu döneme şahit kılmasıdır. Kuran'da Allah'ın dilemesiyle müminlerin üstün geleceği, şöyle müjdelenmiştir:

    "Müşrikler istemese de, O, dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur." (Tevbe Suresı, 33)

    Son otuz yıldır dünya genelinde Müslümanların sayısında istikrarlı bir artış söz konusudur. 1973 yılında yapılan istatistikler, dünya çapında Müslüman nüfusun 500 milyon olduğunu gösterirken, bugün bu rakam 1.5 milyarı geçmiştir.

    Dünya Katoliklerinin en yüksek dini otoritesi Vatikan'ın gazetesi L'Osservatore Romano da, geçtiğimiz günlerde tüm İslam alemi için bir müjde olan bu konuyu gündeme taşımıştır.

    Müslüman sayısının Katolikleri geride bıraktığının ve İslam'ın dünyanın en büyük dini haline geldiğinin vurgulandığı haberde Vatikan'da görevli Monsenyör Vittorio Formenti de, tarihi bir açıklamada bulunmuştur:

    "Dünyanın En Büyük Dini Artık İslam!" (Vatican says Muslims more numerous than Catholics)

    Bundan otuz-kırk sene önce ınsanların büyük çoğunluğu İslam hakkında hemen hıçbır bılgıye sahıp değılken, bugün İslam, dünyanın dört bır yanında üzerınde en çok konuşulan, hakkında en çok program hazırlanan, yazı yazılan, araştırma yapılan dın halıne gelmıştır. Kuşkusuz bu durumun toplumların İslam'ı öğrenmelerınde büyük katkısı vardır. Bır yandan bu programları, yazıları, araştırmaları, raporları hazırlayanlar İslam hakkında detaylı bılgıye sahıp olurken, dığer yandan bu bılgının aktarıldığı kıtleler de, belkı de hayatlarında ılk defa İslam'la ılgılı kapsamlı bılgı edınme fırsatı elde etmektedır. Böylece bılgısızlık veya yanlış bılgılendırme nedenıyle İslam'dan uzak kalmış olan ınsanlar da dalga dalga İslam'a yönelmektedır.

    "Avrupa'nın dini İslam olacak" (CNS News.com, 2 Mart 2007)
    "İtalyan devlet okullarında İslam öğretiliyor" (İslamonline)
    "Hacca giden Rus Müslüman grubu kalabalıklaştı" (Religio News)

    Yaşanan tüm bu gelişmeler Kuran'da bildirilen,

    "İnsanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile." (Nasr Suresı, 2-3) ayetlerının tecellı edeceğı vaktın çok yakın olduğunu, hatta yaşanmaya başlandığını göstermektedır. Allah bu vaadini muhakkak tamamlayacaktır. İman edenlerin yapması gereken ise, bu gelişmelerde ellerinden geldiğince pay sahibi olmaya gayret etmektir.

    11 Eylül Saldırılarının Sosyolojik Sonucu

    Başta Müslümanlar olmak üzere tüm dünyanın şiddetle kınadığı 11 Eylül saldırıları, bir anda insanların -özellikle Amerikan vatandaşlarının- dikkatlerini İslam'a çevirmelerine neden oldu. İslam'ın nasıl bir din olduğu, Kuran'da nelerin anlatıldığı, Müslümanın sorumluluklarının neler olduğu ve gerçek bir Müslümanın nasıl yaşaması gerektiği Batı'da en çok konuşulan konular haline geldi. Bu ilgi doğal olarak pek çok ülkede İslam'a yönelen insanların sayısında önemli bir artış sağladı. Böylece 11 Eylül saldırılarının ardından pek çok kişi tarafından dile getirilen, "bu saldırının dünya tarihinin akışını değiştirecek bir olay olduğu" şeklindeki öngörü, bir anlamda gerçekleşmeye başladı. Uzun bir süredir dünya çapında yaşanan dini ve manevi değerlere dönüş süreci, bu olayla birlikte hak din olan İslam'a dönüş halini aldı.

    Avrupa'daki İslami merkezlerden birinin yöneticisi, bundan yaklaşık olarak 10 yıl önce, Avrupalı Hıristiyanlarla ilgili olarak önemli bir yorumda bulunmuş ve bugün "dinsizliğin büyük ölçüde ortadan kalkarak, Avrupalıların İslamiyet'e yönelmesinin" aslında sürpriz olmadığına dikkat çekmiştir:

    "50 yıl içinde Avrupa, ya İslamlaşacak ya da geniş ölçüde İslam'ın etkisi altına girecek. Üstelik bu gelişme, üçüncü dünya ülkelerinden gelen göçmenlerle değil, komünizmin iflası ve kapitalizmin içten içe çöküşü sonucunda İslam'ın tek alternatif olduğunun anlaşılması sayesinde gerçekleşecek." (Aktüel, Sayı 402, 1-7 Nisan 1999)
#26.08.2008 11:20 0 0 0
  • Modernlik Maskesi Altında Gizlenen Batıl Öğretiler: Kabala'nın Gerçek Yüzü


    Kabala, ne zaman doğmuş ve nasıl gelişmiştir?
    Bu batıl öğretinin putperest kökeni gizlenerek hedeflenen nedir?
    Tarihçiler tarafından "Yahudiliğin damarlarına giren ve onu tamamen ele geçiren gizli bir zehir" olarak tanımlanan Kabala, tüm sapkın ilkelerine rağmen bazı çevreler tarafından neden desteklenmektedir?
    Masonluğun Kabala ile nasıl bir bağlantısı vardır?

    Kabala, kelime anlamıyla "sözlü gelenek" demektir. Ansiklopedilerde veya sözlüklerde, Yahudi dininin mistik, batıni bir kolu olarak tarif edilir. Bu tanıma göre, Kabala, Tevrat'ın ve diğer Yahudi dini kaynaklarının gizli manalarını araştıran bir öğretidir. Ancak konuyu biraz daha yakından incelediğimizde, karşımıza daha farklı gerçekler çıkmaktadır. Bu gerçeklerin bizi ulaştırdığı sonuç, Kabala'nın, Yahudiliğin temeli olan Tevrat'tan da önce var olan, Tevrat'ın vahyedilmesinden sonra da Yahudiliğin içine nüfuz eden "pagan" (putperest) bir öğreti olduğudur.

    Kabala hakkındaki bu ilginç gerçeği, Türk masonlarından Murat Özgen Ayfer, "Masonluk Nedir ve Nasıldır?" adlı kitabında şöyle anlatır:

    "Kabala, özellikle Yahudi dini ile bağlantılı olmak üzere, metafizik nitelikli, kendine özgü bir ezoterik sistemi olan bir gizemci felsefenin genel adıdır. Yahudi gizemciliği olarak benimsenmekle birlikte, içerdiği öğelerden birçoğu, aslında Tevrat'ın ortaya çıkışından çok daha eski bir tarihte oluşturulmuş bulunduğunu göstermektedir."

    Kabala'nın Yahudilikten daha eski olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir. Yahudi tarihçi Theodore Reinach, Kabala'yı "Yahudiliğin damarlarına giren ve onu tamamen ele geçiren gizli bir zehir" olarak tarif eder. Salomon Reinach ise Kabala'yı "insan zihninin en kötü sapmalarından biri" olarak tanımlamaktadır.

    Kabala'nın "insan zihninin en kötü sapmalarından biri" olarak görülmesinin nedeni, bu öğretinin büyük ölçüde "büyü" ile ilgili olmasıdır. Kabala, binlerce yıldır hemen her türlü büyü ritüelinin temel taşlarından birini oluşturmuştur. Kabala ile uğraşan hahamların büyü gücüne sahip olduğuna inanılmıştır. Yahudi olmayan pek çok insan da Kabala'nın gizeminden etkilenmiş, bu öğretiyi kullanarak büyü ile uğraşmıştır. Ortaçağ'ın sonlarında Avrupa'yı saran, özellikle simyacılar tarafından benimsenen batıni çalışmaların kökeninde de Kabala'nın büyük rolü vardır.

    Masonluğun Kabala ile Bağlantısı Var mıdır?

    Mason örgütü Kabala ile çok yakından ilgili olan bir gruptur. Masonluk Kabala'daki sembollerin birçoğunu aynen almıştır. Bunların içinde en önemlisi Sefirot denilen şifresel grafiktir. Kabalist felsefenin şematik özeti olan bu çizim, hem mason hem de kara büyü kaynaklarında geçer. Sefirot ayrıca mason localarındaki oturuş şeklini de belirler. Masonların loca dizilişi, bu modele göre uygulanmaktadır.

    noimage

    İşte garip olan taraf, tam da bu noktadadır: Yahudilik, Tevrat'ın Hz. Musa'ya vahyedilmesi ile doğmuş İlahi bir dindir. Ama bu dinin içinde, İlahi vahyin kesin olarak yasakladığı büyücülüğü benimseyen Kabala adlı bir öğreti bulunmaktadır. Bu durum, Kabala'nın aslında Yahudiliğe dışarıdan ve sonradan giren bir unsur olduğunu göstermektedir.

    Peki bu unsurun kaynağı nedir?

    Yahudi tarihçi Fabre d'Olivet, bu soruya "Eski Mısır" cevabını verir. Fabre d'Olivet'e göre, Kabala'nın kökeni Eski Mısır'a uzanmaktadır. Kabala, İsrailoğulları'nın bazı liderlerinin Eski Mısır'dan öğrendikleri, sonra da nesilden nesile aktardıkları sözlü bir gelenektir.

    Bu nedenle, Kabala ve masonluk ilişkisinin kökenini bulmak için, Eski Mısır'a bakmak gerekmektedir.

    Kabalacılığın Eski Mısır'daki Kökleri

    Ayetlerde bildirildiği gibi, Mısır'da iki önemli güç odağı bulunmaktadır: Firavun ve onunla birlikte söz sahibi olan yönetici kadro. Bu kadro, çoğu zaman Firavun üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Firavun onlara danışır ve zaman zaman onların telkinlerine göre hareket ederdi. Aşağıdaki ayetler, bu yönetici kadronun Firavun üzerindeki etkisine işaret etmektedir:

    "Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi. (Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi). Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: "Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür." "Sizi topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?" Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver, şehirlere de toplayıcılar yolla." (Araf Suresi, 107-111)

    noimage

    Dikkat edilirse, ayetlerde, Firavun'u yönlendiren, onu Hz. Musa'ya karşı kışkırtan ve yöntemler gösteren bir kadro olduğu haber verilmektedir. Mısır tarihinin kayıtlarına baktığımızda, bu "kadro"nun iki temel unsuru olduğu görülür: Ordu ve rahipler.

    Konuyu tarihsel kayıtların eşliğinde incelediğimizde, İsrailoğulları'nı etkileyen putperest kültürün, uzun devirler içinde yaşadıkları Eski Mısır inanışı olduğunu görürüz. Bizi bu sonuca götüren önemli bir gösterge, Hz. Musa Tur Dağı'nda iken İsrailoğulları'nın saparak tapındıkları "böğüren buzağı heykeli"nin, aslında Mısır'daki Hathor ve Aphis adlı putların bir taklidi oluşudur.

    Kabalacılığın Yahudiliğe Girişi Nasıl Olmuştur?

    Mısır'ın putperest dininin İsrailoğulları üzerindeki etkisi pek çok değişik aşamada ortaya çıkmıştır. İçlerindeki peygamberden kısa bir süreliğine ayrıldıklarında hemen putperestliğe, buzağı heykeline tapınmaları bu sapkın inanca eğilim gösterdiklerini açıkça ortaya koyar. Hz. Musa'ya karşı söyledikleri bildirilen, "Ey Musa, biz Allah'ı apaçık görünceye kadar sana inanmayız." (Bakara Suresi, 55) "Ey Musa, onların ilahları gibi, sen de bize bir ilah yap." (Araf Suresi, 138-139) şeklindeki sapkın sözleri de, "gözle görülen", yani maddi varlıklara (putlara) tapmak istediklerini göstermektedir.

    Eski Mısır'ın materyalist, büyüye dayalı batıni öğretilerini devralan Yahudiler, Tevrat'ın bu konudaki yasaklamalarını tamamen göz ardı ederek, diğer putperest kavimlerin büyü ritüellerini de benimsemişler ve böylece Kabala, Yahudiliğin içinde ama Tevrat'a muhalif bir mistik öğreti olarak gelişmiştir. İngiliz yazar Nesta H. Webster "Ancient Secret Tradition" (Antik Gizli Gelenek) adlı makalesinde, bu konuyu şöyle açıklar:

    "Büyücülük, bildiğimiz kadarıyla, Filistin'in İsrailoğulları tarafından işgal edilmesinden önce, Kenanlılar tarafından uygulanıyordu. Mısır, Hindistan ve Yunanistan da kendi kahinlerine ve büyücülerine sahipti. Tevrat'ta büyücülük aleyhinde yapılmış lanetlemelere karşı, Yahudiler, bu uyarıları göz ardı ederek, bu öğretiye kendilerini bulaştırdılar ve sahip oldukları kutsal geleneği, diğer ırklardan aldıkları büyüsel düşüncelerle karıştırdılar. Dolayısıyla, Kabala karşıtlarının, Kabala'nın saf bir Yahudi kökenden gelmediği şeklindeki itirazlarının haklı temeli vardır." (Ancient Secret Tradition, Secret Societies And Subversive Movements, Nesta Webster, Boswell Publishing Co., Ltd., London, 1924)

    Büyünün Kabaladaki Önemi

    Kabala, Yahudilik dışı bir kaynaktan, Eski Mısır'ın ve Mezopotamya'nın bazı putperest toplumlarının pagan öğretilerinden kaynak bulmaktadır. Bu öğretilerin temel bir unsuru olan "büyü", bu nedenle Kabala'nın da önemli bir parçasıdır.

    Kabalist öğreti, evrendeki metafizik dengeler, şeytani güçler ve bilinçaltı dünyasıyla yakından ilgilenir ve bunları büyü yöntemleri ile etkilemeyi amaçlar. Ünlü Yahudi araştırmacı Shimon Halevi, Kabala, Tradition of Hidden Knowledge (Kabala ve Gizli Sırlar Geleneği) adlı kitabında Kabala'yı şöyle tanımlamaktadır:

    "Pratikte Kabala, kötülüklerle ilgilenmenin yolu ve semboller yoluyla psikolojik dünya üzerinde güç kazanmanın tehlikeli bir sanatı ve büyüye dayalı bir formudur." (Warren Kenton, Zevben Shimon Halevi Kabbalah : Tradition of Hidden Knowledge (Art and Imagination), Paperback, 1980.)

    Kabala'yı tanıtan en tanınmış kitaplardan biri Die Kabala'da (Von Papus), Kabala-büyü ilişkisi şöyle vurgulanır:

    "Kabala'nın teorisi, büyünün genel teorisine bağlanır." (Von Julius Nestler, Papus. Gerard Encausse, Die Kabbala, Einführung in die jüdische Geheimlehre, Fourier, 1975.)

    Görüldüğü gibi Kabala, büyüyü temel alan sapkın bir öğreti olarak gelişmiştir. Tevrat'a rağmen, büyü başta olmak üzere tüm sapkın inançlarıyla Yahudiliğin içine sızan Kabala, bir zaman sonra Tevrat'ı tahrif ederek kendi öğretisini onun içine yerleştirmeye başlamıştır.

    En önemlisi de Kabalacılar bu sapkın inanç ve eylemleriyle, büyüyü kullanarak, kötülüğü sistemli bir biçimde dünya çapında uygulamışlardır. Bu yüzden de bir nevi şeytanın temsilciliğini yapan Kabalistik anlayış, insanlık için tehlikeli olmaya devam etmektedir.

    İnsanlık Tarihinde Meydana Gelen Her Olay Allah Katında Yazılıdır...

    Ortaçağ'daki diaspora döneminde daha da güçlenen Kabalacıların, gizli bilimleri yani büyücülüğü kullanarak sözde Yahudi ulusunun geleceğini yönlendirmeye ve kötülüğü organize etmeye çalışmaları aslında boş birer çabadan ibarettir. Çünkü Kabalistler tarih boyunca büyü yoluyla kötülüğü organize etmeye ve din ahlakının yayılmasını engellemeye çalışsalar da, sonuç olarak Allah'ın kaderde yarattıklarının dışında hiçbir olayın yaşanması mümkün değildir. İnsanlık tarihinde meydana gelen her olay, daha o olay meydana gelmeden önce Allah Katında bulunan Levh-i Mahfuz'da yazılıdır. Yüce Rabbimiz, bu gerçeği Kuran'da şöyle bildirmiştir:

    "Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır." (Hadid Suresi, 22)

    Bu noktada belirtmek gerekir ki; yüzlerce yıldır olduğu gibi günümüzde de, yapılan telkinlerle putperest kökeni gizlenen bu karanlık öğreti, kendine taraftar bulabilmektedir. Kabala öğretisinin taraftarı olmuş kişilerin birçoğu, bu öğretiyi gerçek mahiyetini bilmeden savunmaktadırlar.

    Ancak Kuran ahlakının dünya üzerinde hakim olacağı ahir zamanda zuhur edecek iki kutlu şahıs olan Hz. Mehdi ve Hz. İsa'nın vesilesiyle; dünya üzerindeki tüm bu sapkın felsefe ve öğretiler gibi Kabala da ortadan kalkacaktır. Böylece yanlış ve eksik bilgilendirilen kişiler, yeryüzündeki tek Hak din olan İslam'la tanışacak ve Allah'ın izniyle İslam'ın nuru tüm insanları aydınlatacaktır. Yüce Rabbimiz bu gerçeği Kuran'da şöyle bildirmiştir:

    "Allah, yazmıştır: "Andolsun, Ben galip geleceğim ve elçilerim de." Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır." (Mücadele Suresi, 21)

    Yahudiliğin önemli sembollerinden olan altı köşeli yıldız gerek Kabala'nın gerekse Kabala kaynaklı büyücülüğün en temel sembollerindendir.

    Masonlukta şeytan olumlu özellikler atfedilir, şeytan karanlığı aydınlatan bir güç olarak tasvir edilir: "Şeytanın feneri ulaşacağın yerdeki karanlığı aydınlatır." (Mason Dergisi, s.29, s.23)

    Masonluk, Kabala ve Büyü

    Kabala'yı felsefelerinin temeli edinen masonlar, elbette büyü ile de ilgilenmektedirler. Ancak çok üst dereceli masonların bildiği ve katıldığı büyü ayinlerinin masonluktaki önemi bir kaynakta şöyle aktarılmıştır:

    "Masonluğun geniş manadaki büyücülükle bir yakınlığı vardır." (Tarihte ve Günümüzde Masonluk, Paul Naudon, sf.186)

    Çırak, Kalfa, Usta isimli mason yayınında, masonik yemin töreni şöyle anlatılır:

    "Tören üç kısımdan oluşur: Yakarma, söz verme, lanetleme. Yakarma: Masonik ilahlara ve şeytani kuvvetlere, yemin garantisi olarak çağırıda bulunulur. Söz verme: şeytana verilen yeminin konusudur. Lanetleme: yeminin tutulmaması halinde uygulanacak ölüm cezasıdır." (Çırak, Kalfa, Usta, sf.40)

    Masonik kaynaklarda anlatıldığına göre, masonlukta 33. dereceye gelecek kişide aranılan en önemli özelliklerden biri, medyumluğa olan yatkınlığıdır. 7 yılda bir, 7. ayın 7. gününde 7 büyük locadan 7 medyum üstadın katılımıyla toplantılar yapılır.

    Masonluğun bilinen sembollerinin haricinde, sadece büyü törenlerine özgü tütsü, cam küre gibi malzemeler toplantının dekorunda yer alır. Masanın üzerine bir keçi kafatası konur. 7 kollu şamdanın 7 mumu yakıldıktan sonra seans başlar. Kabala'daki sözde büyülü kelimeler dakikalarca tekrarlanır. Tören sırasında kimse konuşmaz, birbirine bakmaz dikkat dağıtacak en ufak bir hareket yapılmaz.

    Bu ayinler masonların dış dünyadan en çok gizlemeye çalıştıkları sırlarından birisidir. Düşük dereceli masonlardan hiçbirisinin bu ayinlerden haberi olmaz. Şeytana tapınma ayinlerinin bir masona açıklanması için, masonların deyimiyle masonik ilkelerle, iyice yoğrulmuş olması gerekir. Ancak (sözde) yeterli "olgunluğa" geldiğinde kendisine bu sır verilir.

    noimage

    Kuran'da Hz. Musa'nın Firavun'un emrinde çalışan büyücülerle olan mücadelesi, bozguncular ve sapkın Kabalistler için bir ibrettir. Yüce Rabbimiz Kuran'da, Hz. Musa'nın büyücülükle uğraşanları şöyle uyardığını bildirmiştir: "Onlardan atınca, Musa dedi ki: 'Sizlerin (ortaya) getirdiğiniz büyüdür. Doğrusu Allah onu geçersiz kılacaktır. Şüphesiz Allah, bozgunculuk çıkaranların işini düzeltmez." (Yunus Suresi, 81)
#26.08.2008 11:05 0 0 0
  • Yusuf Medresesi Müminler İçin Bir Rahmettir

    Tarih boyunca, din ahlakına karşı olan kişiler, din ahlakının yayılması için çaba harcayan müminleri engellemek için birtakım yöntemlere başvurmuşlardır. Uyguladıkları bu yöntemlerden biri de, onları iftiralarla, haksız suçlamalarla, sahte delil ve yalancı şahitlerle halkın ve hukukun önünde suçlu duruma düşürmek ve bunların sonucunda hapse atılmalarını sağlamaktır. İnkar edenlerin bu yöndeki kışkırtmaları ve yarattıkları infial sonucunda hapisle cezalandırılan müminler, olayları yüzeysel değerlendiren bir kişiye göre cezaevindedirler. Ancak özünde, suçsuz olduğu halde yıllar yılı hapiste kalan Hz. Yusuf gibi Allah'a daha çok yakınlaşarak ilimde derinleştikleri ve pek çok yönden güçlendikleri bir "terbiyehane"dedirler. Bu açıdan bakıldığında, müminlere zulmetmek, imani hizmetlerine engel olmak isteyenler, onları hapse atarak gerçekte büyük bir hayra vesile olmaktadırlar.

    "... Yusuf daha nice yıllar zindanda kaldı" (Yusuf Suresi, 42) ayetinin ihbarı ve sırrıyla Yusuf Aleyhisselam mahpusların piridir. Ve hapishane bir nevi Medrese-i Yusufiye olur."( Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Onbirinci Şua, Meyve Risalesi, s.193)

    noimage

    Bu sözler, hayatı boyunca Kuran ahlakını insanlara anlatan ve sadece bu nedenle bazı çevrelerin düşmanlığını kazanarak suçsuz yere 30 yılını sürgünlerde ve hapishanelerde geçirmiş olan, 20. yüzyılın en büyük İslam alimlerinden Bediüzzaman Said Nursi'ye aittir.

    Bediüzzaman'ın bu sözünde hapishane için Medrese-i Yusufiye tanımını kullanmasının nedeni şudur: İnsanları yalnızca Allah'a kulluk etmeye ve güzel ahlaklı olmaya çağıran samimi Müslümanlar için, hiçbir suçları bulunmadığı halde zaman zaman yaşamak zorunda bırakıldıkları hapishaneler, manevi açıdan çok güzel birer eğitim ve nefsi terbiye yeridirler. Diğer bir deyişle, müminler için hapishaneler birer medrese hükmündedirler.

    Bu medreselerin Yusuf ismiyle anılmalarının nedeni ise, -Kuran'da bildirildiği üzere- Allah'a imanı ve güzel ahlakı ile tanınan Hz. Yusuf'un suçsuz yere hapis yatmış olmasıdır. Hz. Yusuf, kendisinin suçsuz olduğuna dair deliller apaçık ortada olmasına rağmen, Allah'ın bildirdiği din ahlakını anlatan bir insan olduğu için iftiraya uğramış, ardından hapse atılmış ve yıllar yılı hapiste kalmıştır. Ancak bu olaylar esnasında, başına her gelenin Allah'tan bir hayır olduğunu bilmiş, hapiste dahi tebliğ vazifesine devam ederek diğer mahkumlara Allah'ın varlığını ve güzel ahlakı anlatmış, hapis hayatı boyunca asla bir şikayette bulunmamıştır. İşte onun bu tavrı, kendisinden sonra gelen tüm müminlere de güzel bir örnek teşkil etmiştir.

    Hz. Yusuf'un İftiralar Nedeniyle Hapsedilmesi

    Çocukluğundan itibaren birçok imtihanla karşılaşan, ancak sabrı ve tevekkülü ile daima insanlara örnek olan Hz. Yusuf'un hapisle cezalandırılmasına, evinde kaldığı Mısırlı Aziz'in karısı tarafından iftiraya uğraması sebep olmuştur. Bu mübarek peygamberimiz, suçsuz olduğuna neredeyse tüm bir şehir halkı şahitken ve apaçık deliller mevcutken, iffetinden dolayı onların isteklerini yerine getirmediği için zindana atılmıştır. Bir ayette bu durum şöyle haber verilir:

    "Sonra onlarda (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü) ağır bastı." (Yusuf Suresi, 35)

    Hz. Yusuf'un suçsuzluğunu bilmelerine ve buna ait deliller bulunmasına rağmen, onu hapisle cezalandırmalarının nedeni aslında, onun Allah'a olan imanı ve gönülden bağlılığıdır. Hz. Yusuf, imanından ve güzel ahlakından dolayı, bazı kimselerin düşmanlığını kazanmıştır. Tüm bu haksız suçlamaların, iftiraların, cezalandırmaların karşısında Hz. Yusuf'un gösterdiği üstün ahlak, tevekkül ve kararlılık ise Kuran'da şöyle bildirilmektedir:

    "(Yusuf) Dedi ki: "Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum." Böylece Rabbi, duasını kabul etti ve onların hileli düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü O, işitendir, bilendir." (Yusuf Suresi, 33-34)

    Tarih boyunca Allah yolunda olup da, haksız iftiralar sonucunda hapse atılan veya çeşitli zorluklarla karşılaşan müminler, daima Hz. Yusuf'un bu güzel tavrını örnek alarak, üstün ahlaklarından asla taviz vermeyeceklerini göstermişlerdir. İman etmeyenlerin bir eziyet ve ceza olarak gördükleri hapsedilmeyi, salih müminler zevk ve neşe ile karşılamışlardır. Allah'ın rızasını kazanmak için çaba gösterirken karşılaştıkları tüm zorluklar, sıkıntı ve ezalar onların şevklerini ve heyecanlarını artırmıştır.

    Hz. Yusuf'un Hapishane Günleri

    Hz. Yusuf hapishanede kaldığı süre içinde de daha önce olduğu gibi sabrı, tevekkülü, dirayeti ve metanetiyle çok üstün bir ahlak göstermiştir. Hapishanedeki arkadaşlarına Allah'ın varlığını ve birliğini anlatmış, onları yalnızca Allah'a yönelmeye davet etmiştir. Ayrıca Allah'ın kendisine bir lütuf olarak verdiği rüyaların yorumunu yapabilme ilmini kullanarak hapis arkadaşlarının rüyalarını yorumlamıştır. Ancak rüya yorumlarını yaparken de mutlaka onlara Allah'ı hatırlatmıştır.

    Hz. Yusuf'un hapishaneden çıkışı ise, Allah'ın yarattığı kaderin kusursuzluğunun en açık delillerinden biridir. İlmi ve güvenilirliği, hapisten çıkan arkadaşı aracılığı ile Mısır hükümdarına kadar ulaşmıştır. Kendisine iftira atanlar itirafta bulununca da suçsuzluğu kesin olarak anlaşılmış ve ardından Mısır'ın hazinelerinin başına getirilmiştir. Ayetlerde bu olay şöyle haber verilir:

    "Hükümdar dedi ki: "Onu bana getirin, onu kendime bağlı kılayım." Onunla konuştuğunda da (şöyle) dedi: "Sen bugün bizim yanımızda (artık) önemli bir yer sahibisin, güvenilir (bir danışman-yönetici)sin." (Yusuf) Dedi ki: "Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri üzerinde (bir yönetici) kıl. Çünkü ben, (bunları iyi) bir koruyucuyum, (yönetim işlerini de) bilenim." İşte böylece Biz yeryüzünde Yusuf'a güç ve imkan (iktidar) verdik. Öyle ki, orada (Mısır'da) dilediği yerde konakladı. Biz kime dilersek rahmetimizi nasip ederiz ve iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayız. Ahiretin karşılığı ise, iman edenler ve takvada bulunanlar için daha hayırlıdır." (Yusuf Suresi, 54-57)

    Bu ayetlerde de görüldüğü gibi tüm zorluklardan, sıkıntılardan, inkarcıların ezalarından sonra Allah inanan kullarını güzel bir hayata kavuşturmaktadır. Bu, hem dünya hayatındaki bir güç ve zenginlik, hem de sonsuz ahiret yurdundaki cennet nimetleri olabilir. Hz. Yusuf da yaşadığı tüm zorluklardan sonra hem dünyada hem de ahirette çok güzel nimetlerle karşılık bulmuştur. Bu değerli peygamberimiz, önce zorluk ve sıkıntılarla, ihanet ve iftiralarla karşılaşmış, ardından bir nevi "medrese" olan hapishanede derin bir manevi eğitimden geçmiştir. Sonunda da Allah'ın vaadiyle karşılaşmış ve Allah onu tüm iftiralardan temizlemiş, yeryüzünde yerleşik kılmış, malca ve ilimce güçlendirmiştir.

    Salih Bir Müminin Hz. Yusuf Medresesi'nde Bulunmasının Hayır ve Hikmetleri

    1- Müminlere haksızlık yapıldığı halk tarafından anlaşılır, güzel ahlaklı, doğru ve güvenilir insanlar oldukları ortaya çıkar

    Hangi dönemde yaşarsa yaşasın, iman etmeyenler dinsizlik üzerine kurulu düzenlerine bir tehdit olarak gördükleri iman sahiplerini karalamaya çalışmış ve onlara karşı suçlamalarda bulunmuşlardır. Çünkü bir mümini etkisiz hale getirme konusunda, halkın ikna edilmesi ve yapılması hedeflenen uygulamanın kitlelerden destek bulması için yaptıkları plan gereği bir kılıf hazırlanması gerekmektedir. Nitekim Hz. Yusuf'un örneğinde, vezirin karısının iftirası Hz. Yusuf'un elçiliğini engellemek için bir kılıf ve hapse atılması için bir bahane olarak kullanılmış, ancak Hz. Yusuf'un zindana atılması; dönemin hükümdarı tarafından suçsuzluğunun açıklanması ve onun güzel ahlakının, temizliğinin, doğruluğunun ve Allah'a olan imanının tanınmasıyla sonuçlanmıştır. (Yusuf Suresi, 50-53)

    Bu iftira ve hapis dönemi ilk meydana geldiğinde, olayı duyan ya da gören insanlara bu durum bir şer gibi gözükmüş olabilir. Ancak aksine Hz. Yusuf gibi önemli bir görev alabilecek kadar doğru ve güzel ahlaklı bir insanın suzsuzluğunun, tüm insanların şahitliğinde kabul edilmesi, onun gücünü ve insanların gözündeki güvenilirliğini artırmıştır. Bu sayede çok önemli bir makama tereddüt edilmeden seçilebilmiştir.

    2- Halk müminlerden haberdar olur, onları tanıdıkça yakınlık ve sevgi duymaya başlar

    Bir müminin Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunmasının ve bununla bağlantılı olayların çok önemli bir hikmeti de, insanların dikkatlerinin müminlerin üzerine çekilmiş olmasıdır. Bu hapis olayları olmasa belki müminler daha az bilinecekler, halk onların işledikleri hayırlardan pek fazla haberdar olmayacaktır. Ancak bu olaylar neticesinde halkın büyük bir kısmı, müminleri tanır ve onların ahlaklarına şahit olur.

    İnsanların karakterlerinin en doğru olarak anlaşıldığı ortamlar, zorluk ve sıkıntı anlarıdır. Haksızlığa uğrayan, iftira atılan, birçok yönden zorluk yaşayan bir insanın sabırlı, tevazulu, sükunetli, efendi, affedici, uzlaşmacı ve asla şikayette bulunmayan tavrı, elbette ki olayları izleyen insanlara pek çok şey gösterecek, samimi insanları tanımalarına vesile olacaktır. Nitekim Said Nursi'nin her Hz. Yusuf Medresesi'ne girişi veya sürgün edilişi, benzeri hayır ve hikmetlerle sonuçlanmıştır. Bu olaylar neticesinde, Bediüzzaman, Nur talebeleri ve Nur risaleleri halkın dikkatini fazlasıyla çekmiş ve böylece insanlar Risale-i Nur'a yönelmişlerdir. Said Nursi bu konudaki düşüncelerini şöyle aktarır:

    İkinci hikmet ve fayda: Bu zamanda Nurlarla iman hizmeti, her tarafta ilan vererek ve muhtaç olanların nazar-ı dikkatlerini çekmekle olur. İşte hapsimizle Nurlara dikkat çekilir, bir ilân hükmüne geçer. En ziyade inatçı veya muhtaç olanlar onu bulur, imanını kurtarır ve inadı kırılır, tehlikeden kurtulur ve Nur'un dershanesi genişlenir.( Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Yirmialtıncı Lema, s.267)

    3- Müminlerin Hz. Yusuf Medresesi'nde birbirlerine olan bağlılıkları, dayanışmaları pekişir, eksikliklerini giderme olanağı bulurlar

    Hz. Yusuf Medresesi'nin bir diğer hayırlı yönü ise, burada yaşayan müminlerin birbirlerine olan faydasıdır. Yirmi dört saat boyunca, gece gündüz demeden, küçük bir mekanın içinde birbirlerinin her hallerine tanık olan Müslümanlar, birbirlerine hep güzel gözle bakar ve birbirlerinin en güzel yönlerini kendilerine örnek alırlar. Birinin temizliği, birinin aklı, birinin çalışkanlığı, birinin Kuran bilgisi, bir diğerinin fedakarlığı, başkasının mütevazi hareketleri diğer müminlere güzel bir hal verir. Herkes birbirinin bir yönüne gıpta edip onun halini alsa, Hz. Yusuf Medresesi'ndeki eğitim sona erdiğinde, müminler manevi yönden büyük bir olgunluğa erişmiş ve ahlaklarını misliyle güzelleştirmiş olurlar. Böylece bu dönem onların manevi olarak derinleşmelerine, pek çok eksikliklerinden arınmalarına vesile olur.

    Müminler kardeşliğin ve dostluğun ne denli kıymetli ve değerli olduğunu da burada hakkıyla görürler. Tesanütleri ve dostlukları artar. Allah yolunda, güzel ahlakın yayılması için gece gündüz durmaksızın çalışan mümin kardeşlerini etraflıca düşünme ve takdir etme imkanı bulurlar ve her defasında Allah'ın tecellilerini görüp, sevgileri kat kat artar. Mümin, yanında bulunan mümin kardeşine hapishane şart ve imkanlarında sunabileceğinin en güzelini sunar. Kardeşinin güvenliğini, rahatını, sağlığını, imanını düşünür, ona öncelik verir. Tüm bunlar ancak Kuran ahlakını ve eğitimini almış insanların gösterebileceği üstün vasıflardır. Allah Kuran'da müminlerin bu güzel ahlakını, birbirlerine olan sevgilerini, zor şartlarda dahi kardeşlerinin nefsini kendi nefislerine tercih ettiklerini bir ayette şöyle bildirir:

    "... Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Haşr Suresi, 9)

    "Yusuf Medresesi" Makamı ile Şereflenen İslam Alimlerimiz

    Hz. Yusuf'tan başka İmam-ı A'zam, İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel ve yakın tarihimizden Bediüzzaman Said Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan ve Gönenli Mehmet Efendi gibi samimi Müslümanlar da, Allah'ı ve din ahlakını inkar eden (Yüce Allah'ı tenzih ederiz) ve müminlerin samimiyetlerini takdir edemeyen kişiler tarafından haksız yere suçlanmışlar ve bu iftiralardan dolayı da hapisle cezalandırılmışlardır. Ancak Kuran ahlakını anlatmak için yaptıkları mücadele ile bilinen bu değerli İslam büyükleri, aynı Hz. Yusuf gibi başlarına gelen zorluk ve sıkıntıyı kendileri için bir nimet bilmişler, ahiretteki karşılığını düşünerek sevinmişlerdir. Hapis hayatındaki zorlukların kendileri için manevi bir eğitim, bir nevi inzivaya çekilme olduğunu düşünerek, hapiste değil de Medrese-i Yusufiye'de olduklarını kabul etmişlerdir. Üstad Said Nursi kendisi gibi zorluklara maruz kalan ilim sahiplerini şu cümleleriyle anmakta ve diğer Müslümanlara örnek göstermektedir:

    "Hem kalbime geldi ki, madem İmam-ı A'zam gibi azım-ı müçtehidîn (Büyük içtihad alimi) hapis çekmiş ve İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel gibi bir mücahid-i ekbere (büyük mücahid), Kur'anın bir tek mes'elesi için hapiste pek çok azab verilmiş. Ve şekva (şikayet) etmeyerek kemal-i sabır ile sebat edip(direnip) o mes'elelerde sükût etmemiş. Ve pek çok imamlar ve allâmeler (ilim sahipleri), sizlerden pek çok ziyade azab verildiği halde, kemal-i sabır içinde şükredip sarsılmamışlar. Elbette sizler, Kuran'ın müteaddit (birçok) hakikatleri için pek büyük sevap ve kazanç aldığınız halde pek az zahmet çektiğinize binler teşekkür etmek borcunuzdur."( Lemalar, sayfa 265)

    İmam-ı Azam Ebu Hanife: Hanefi mezhebinin kurucusu olan ve hayatının bir bölümü Emevilerin, bir bölümü de Abbasilerin iktidar olduğu dönemde geçen Ebu Hanife, her iki siyasal iktidar devrinde de bütün zorlamalara rağmen hükümet ve siyaset işlerine karışmamıştır. Her iki dönemde de halk nezdindeki itibarından yararlanmak için kendisine teklif edilen kadılık görevini ve şahsi menfaatleri reddetmiştir.4 Bu sebeple, ikinci Abbasi Ebu Cafer Mensur tarafından hapsettirilerek işkenceye maruz bırakılmıştır.

    İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel: Hanbeli mezhebinin kurucusu olan değerli İslam alimimiz, yaşadığı devirdeki Abbasi Halifesi Me'mun'un Kuran'ı Kerim hakkındaki sapkın düşüncelerine karşı çıkmış ve Kuran'ın ezeli ve ebedi olduğuna ayet ve hadislerden deliller getirmiştir. Bu asil tavrı nedeniyle de, din ahlakına karşı olan Halife tarafından hapse atılmış ve işkenceye uğratılmıştır. Tüm bu zalim uygulamalara rağmen inancından taviz vermeyen İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel, iki yıldan fazla süren hapis ve işkence hayatından sonra serbest bırakılmıştır.

    Süleyman Hilmi Tunahan: Ömrünü Kuran eğitimine adamış bir İslam alimi olan Süleyman Hilmi Tunahan, bu yolda türlü zorluklarla karşılaşmıştır. Bu değerli İslam alimimizin verdiği derslerin ve gerçekleştirdiği değerli faaliyetlerin zamanla daha da fazla ilgi görmesi, bazı kişileri rahatsız ettiği için toplantıların düzenlendiği evlere baskın yapılmıştır. Bunun sonucunda talebeleri tutuklanmış ve işkence görmüştür. Süleyman Efendi uzunca bir dönem sonunda çıktığı davalardan suçsuz görülerek beraat etmiştir. Fakat 1946 yılında vaizlik belgesi elinden alınarak yaptığı her konuşmanın kanunen suç olduğu kendisine tebliğ edilmiştir.

    Gönenli Mehmet Efendi: Hayatı boyunca süren İslam ahlakını anlatma görevini yerine getirirken hiçbir zaman bunu bir zorluk olarak görmemiş, ilim yolunda yerine getirilmesi gereken önemli bir vazife olarak değerlendirmiştir. Ancak onun tüm özverili yapısına rağmen Gönenli Hoca'nın hizmetlerinden rahatsız olan bazı kesimler, aslı olmayan haberler çıkartmış, yanlış yönlendirmelerde bulunmuşlardır. Bunların sonucu olarak Gönenli Hoca zaman zaman Medrese-i Yusufiye'de bulunmuştur.

    Baskı içerisinde ve yasaklarla geçen 1940'lı yıllarda bile hiçbir zorluğa yenilmeden öğrenmek isteyen herkese Kuran ve ilim dersleri vermeye devam etmiştir. Yine o yıllarda diğer güzide şahıslarla aynı zor şartlarda, son nefesine kadar devam ederek, Yusuf Medresesi'nin hocası olmuştur. Nitekim, 1943 yılında Bediüzzaman Said Nursi ile Denizli hapishanesinde beraber kalmışlar ve bu esnada Said Nursi'den "kahraman hoca" nitelendirmesiyle iltifat görmüşlerdir.

    Bediüzzaman Said Nursi: Bediüzzaman için, Medrese-i Yusufiye adını verdiği hapishaneler, manevi açıdan çok güzel birer eğitim ve nefsi terbiye yerleridir. Bu yüzden Bediüzzaman hapishaneye her girişinde orada bulunuşunun hayır ve hikmetlerini düşünmüş, bunları da tüm inananlarla paylaşmıştır.

    Said Nursi, Nur Risalelerini önlerindeki en büyük engel olarak gören çevreler tarafından 1934 yılında Isparta'ya getirilmiş, eserlerinde suç unsuru bir şeye rastlanmayınca serbest bırakılmış ancak birkaç yeni tutuklamayla birlikte 1935 yılında, 120 Nur talebesi ile askeri araçlarla Eskişehir Hapishanesine gönderilmiştir. Daha sonra ise Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararla, Said Nursi'ye 11 ay hapisle birlikte Kastamonu'da mecburi ikamet; on beş talebesine de altışar ay hapis cezası verilmiştir.

    Daha sonraki yıllarda yürüttüğü ilmi mücadelesi boyunca 1943, 1944, 1948, 1951, 1952'de de defalarca tutuklanan, sürgün edilen ve suçsuzluğu her defasında mahkeme kararıyla ispatlanan Bediüzzaman, bu şerefli mücadelesinin büyük kısmını tecrit altında geçirmek zorunda kalmıştır. Bu şartlara rağmen hapisteyken yazdığı mektuplarla öğrencilerine çok değerli tavsiyelerde bulunmuş, bu dönem boyunca kaleme almayı sürdürdüğü Risale-i Nur ismiyle anılan eserleriyle de insanlara Kuran ayetleri ışığında yaptığı çok kıymetli tefekkürlerini aktarmıştır. Her fırsatta talebelerine, karşı karşıya kaldıkları bu zorlukların kendileri için çok hayırlı olduğunu, birçok güzelliği beraberinde getirdiğini ve gelişen her olaya hayır gözüyle bakılması gerektiğini hatırlatmıştır. Özellikle de yaşının çok ilerlediği dönemlerde, tüm hastalıklarına rağmen, kışın en şiddetli günlerinde soğuk ve sobasız hücrelerde tutulan, hatta kimi zaman tecrit edilerek insanlarla görüşmesi dahi yasaklanan Said Nursi, en ağır koşullarda da herşeyin kaderde olduğunu ve teslimiyetle karşılanması gerektiğini düşünmüş; bunu bir mektubunda şöyle dile getirmiştir:

    "Sonra bu sırada, bu soğukta, en ziyade istirahata ve üşümemeğe ve dünyayı düşünmemeğe muhtaç olduğum bir zamanda, garazı (kini) ve kasdı (niyeti) hisseder bir tarzda, beni tahammülün üzerinde bu sürgün ve tecrid ve tevkif (tutuklama) ve sıkıntıya sevkedenlere, fevkalade kızmak geldi. Bir yardım imdada yetişti. Manen kalbe ihtar edildi ki: İnsanların sana ettikleri ayn-ı zulümlerinde, ayn-ı adalet olan kader-i İlahinin büyük bir hissesi var ve bu hapiste yiyecek rızkın var. O rızkın seni buraya çağırdı. Ona karşı rıza ve teslim ile karşılık vermek lazım. Hikmet ve Rabbin rahmetinin dahi büyük bir hissesi var ki, bu hapistekileri nurlandırmak ve teselli vermek ve size sevap kazandırmaktır. Bu hisseye karşı, sabır içinde binler şükretmek lazımdır." (Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Yirmialtıncı Lema, s.260)

    Müslümanların Tarih Boyunca Karşılaştıkları Her Zorluk Takdir Edilmiş Bir Kaderdir

    Olayları dışarıdan izleyen bir kişi bir müminin hapishaneye girmesine zincirleme birçok olayın neden olduğunu zannedebilir. Oysa derinlemesine düşünüldüğünde ve tüm olaylar Kuran ahlakına göre değerlendirildiğinde gerçekler bambaşkadır. Bir müminin hapse girmesi, hapiste kaldığı süre ve çıktığı an ancak Allah'ın dilemesi ile gerçekleşir. Hiçbir olay veya hiçbir kişi, Allah'ın dilemesi dışında bir insanın hapse girmesine neden olamaz. İnsan ancak kaderinde olduğu için böyle bir durumla karşılaşır. Bir ayette bildirildiği gibi, "... Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir." (Ahzab Suresi, 38) Eğer Allah bir Müslümanın hapiste bulunmasını dilemişse, bu kişi için orada geçirdiği günlerde birçok güzellik ve hayırlar var demektir. Bu ise, ancak derin bir kavrayışa ve güçlü bir imana sahip bir insanın görebileceği bir gerçektir.

    İftiraya uğrayarak hapsedilmek, tarih boyunca Yüce Allah'a iman eden ve yaşamlarını yalnızca O'na hizmet ederek geçiren müminlerin en büyük imtihanlarından biri olmuştur. Üstün ahlak sahibi bu insanlar, karşılaştıkları her zorluk gibi bunu da tevekkül ile kaşılaşmışlardır. Yüce Allah'ın kaderlerinde yazdığı bu imtihanın birçok hikmeti olduğunu ve büyük hayırlara vesile olacağını bilerek sabretmişlerdir. Sonuçta bu yerler onlar için, Allah'ın pek çok ilmine vakıf olup imanda derinleştikleri ve çevrelerindeki insanları doğru yola davet ederek eğittikleri birer okula dönüşmüştür.

    Allah'ın Elçilerinde Güzel Örnekler Vardır

    "Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kur'an) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin 'çeşitli biçimlerde açıklaması' ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir." (Yusuf Suresi, 111)

    Allah'ın bu ayetinde de bildirdiği gibi, Kuran'da peygamber kıssalarının anlatılmalarının nedeni, insanların, peygamberlerin hayatlarına bakarak ibret almalarıdır. Bu kıssalardan öğrendiğimize göre, bulundukları toplumları Allah'ın bildirdiği din ahlakına çağıran elçiler ve salih müminler daima, o toplumun din ahlakına karşı cephe alan önde gelenleri ile karşı karşıya gelmişlerdir. Müminler insanları iyiliğe ve güzelliğe çağırmalarına rağmen, bu kesim tarih boyunca müminlere, özellikle de elçilere düşman olmuş, onları etkisiz hale getirmeye çalışmıştır. İnananların yaptıkları hayırları engellemek, Allah'ın dinini ve güzel ahlakı anlatmalarını durdurabilmek için kullandıkları yöntemlerse yüzyıllardır hiç değişmemiştir. Bu mübarek insanlara, "delilik", "büyücülük", "menfaatçilik" gibi (Tüm peygamberlerimizi tenzih ederiz.) olmadık iftiralar atarak, onları halkın gözünde küçük düşürmeye yeltenmişler, onları bulundukları yerden sürmekle veya ölümle tehdit etmişler, tuzak kurarak, baskı altına alarak veya hapse atarak çalışmalarını engellemeye çalışmışlardır. Bu çevrelerin salih müminlere karşı giriştikleri bu haksız mücadelede kullandıkları yöntemleri ve çeşitli iftiraları bildiren ayetlerden biri şöyledir:

    "Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır." (Enfal Suresi, 30)

    Sayın Adnan Oktar'ın Fikri Mücadelesi Boyunca Karşılaştığı Komplolar

    Yürüttüğü fikri mücadele boyunca Sayın Adnan Oktar aleyhinde birçok karalama kampanyası düzenlenmiştir. Şahsına yöneltilen pek çok iftira ve asılsız ithamlar sonucunda, aleyhinde büyük komplolar kurulmuş, birçok kez gözaltına alınmış ve Allah'ın izniyle her defasında suçsuzluğu ortaya çıkmıştır.


    Sayın Oktar'ın milliyetçi ve mukaddesatçı çalışmalarından rahatsız olan bazı çevrelerin etkisiyle 1986 yılında düzenlenen ilk komplo, Adnan Oktar'ın büyük yankılar uyandıran "Yahudilik ve Masonluk" adlı eserini yazıp yayınladığı günlere denk geldi.

    Adnan Oktar 1986 yılının yazında, bir gazete röportajında yer alan "Türk Milletindenim, İbrahim ümmetindenim." sözlerinden ötürü tutuklandı. Önce tutuklanıp cezaevine konan Sayın Oktar, sonra Bakırköy Akıl Hastanesi'ne nakledildi ve akıl sağlığı yerinde olmadığı iddiasıyla en tehlikeli hastaların bulunduğu "14A" koğuşunda tutuldu.

    Sayın Oktar hapishanede ve akıl hastanesinde toplam 19 ay tutuldu ve sonra savcılığın, "ifadelerinde suç unsuru bulunmadığını" belirtmesiyle beraat etti ve mahkemece serbest bırakıldı.


    Adnan Oktar 1991'in ortalarında, yeni bir komployla karşı karşıya kaldı. Bu dönemde kendisi, masonluk tarihi ve dünya masonluğunun örgütlenmesiyle ilgili son derece önemli bir kitap çalışması yapıyordu. Sayın Oktar'ın annesiyle birlikte yaşadığı Ortaköy'deki evine gelerek arama yapan polisler, yaklaşık iki bin kitaptan oluşan kütüphanede, ellerini attıkları üçüncü kitabın içinde bir paket kokain buldular. Bu olaydan hemen sonra, Adnan Oktar tutuklandı. 62 saat sonunda kokain testi için Adli Tıp Kurumu'na gönderilen Adnan Oktar'ın kanında kokainin bir yan ürününün çok yüksek miktarlarda bulunduğu açıklandı.

    Ancak daha sonra ortaya konulan delillerin tümü, bu iftiranın sadece bir komplo olduğunu kanıtladı. Öncelikle Adnan Oktar'ın evinde bulunduğu iddia edilen kokainin komplonun bir parçası olduğu ve kanında çıkan kokainin ise Adnan Oktar'a gözaltındayken yemeğine karıştırılarak verildiği ortaya çıktı.


    1999 yılının Kasım ayında, Adnan Oktar yeni bir baskıyla karşı karşıya kaldı. Bu, tam olarak üç ciltlik büyük kitabı "Global Masonluk"un yayınlanmak üzere olduğuyla ilgili haberlerin yayıldığı zamana denk geliyordu. 12 Kasım 1999'da, Bilim Araştırma Vakfı mensuplarının evlerine ve iş yerlerine bir polis baskını düzenlendi. Operasyonda hiçbir suç unsuruna rastlanmadı, hiçbir gayri ahlaki durumla karşılaşılmadı. Buna rağmen tümü birbiriyle çelişen akıl dışı yalanlar ve iftiralar her gün basında yer aldı. Bu operasyon neticesinde hiçbir hukuki delil öne sürülmeksizin, Adnan Oktar 9 ay cezaevinde tutuldu. Daha sonra gündeme gelen suçlamaların hepsinden, mahkeme aşamasında elde edilen delillerle aklandı.


    Son olarak 2008 yılının Mayıs ayının başında, Ergenekon Çetesi - Masonluk bağlantısı hakkında iki ciltten oluşan "Ergenekon: Masonluğun Kılıncı" isimli kitabını yayınlayacağını açıklayan Sayın Oktar, 9.Mayıs.2008 tarihinde daha önce beraat ettiği davadan yeniden hüküm giydirilerek mahkeme tarafından 3 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Ancak hiçbir delile dayanmayan bu karara her fırsatta saygı duyduğunu ve bunu çok hayırlı gördüğünü belirten Sayın Adnan Oktar, gündemdeki bu olayları şöyle yorumlamaktadır:

    Sayın Adnan Oktar'ın Mayıs Ayında Haber5.com ile Yaptığı Röportajdan

    Muhabir: Efendim siz daha önce birçok ceza aldınız. Hapis hayatı yaşadınız, hatta akıl hastanesi cezası bile aldınız. Ceza almaya alışıksınız. Tabiri caizse bedel ödediniz. Nedir sizi yolunuzdan alıkoyamayan şey?

    Adnan Oktar: Şimdi Allah'ın yaratmasında kusur olmaz. Hücreye bakıyoruz mükemmel, göze bakıyoruz mükemmel, dünyanın yaratılışına bakıyoruz mükemmel. Kaderi de mükemmel yaratır Allah. Yani atomda nasıl hata yoksa beyinde nasıl hata yoksa kaderi de mükemmel yaratır Allah

    Bizim burada yapmamız gereken nedir? Hepsindeki o hayır ve güzelliği görüp, sevinçle karşılamalıyız. Sonuna kadar buna sabredip, Allah'ın buradaki inceliklerini görmeye gayret etmemiz. Mesela beraat etseydim ben, kimseyi ilgilendirmez, dikkat çekmezdi. Ama ceza alınca şok etkisi yaptı. Acayip hayret meydana getirdi. Çünkü o kadar açık ki; beraat etmemiz gerektiği. Buna rağmen ceza alıyoruz. Bunu yaratan kimdir? Allah. Peki, bunun hikmeti nedir? Müminlerin birbirini daha çok sevmesi, kaynaşmaları, kardeş olmaları, azimlerinin, şevklerinin artması, manevi derinlik, müminin kendi tevekkül gücünü görmesi ve dolayısı ile onun, İnşaAllah cennetine vesile olması. Bütün Müslümanların. Yoksa sen beraat edersin, evine gider oturursun, yemeğini yersin, suyunu içersin, normal yaşar, ölür gidersin; ama hayatta bir hareketlilik olmaz.

    Muhabir: Peki, efendim hapis cezası herkesin katlanabileceği bir ceza diyebiliriz. Ama sizin mahkûm edildiğiniz öyle bir ceza var ki; o da akıl hastanesi cezası. 10 ay akıl hastanesinde tedaviye mahkûm edildiniz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani suçsuz olduğunuzu bildiğiniz halde akıl hastanesine gönderiliyorsunuz. Bu nasıl bir duygu?

    Adnan Oktar: Allah bazı insanlara gümüş ikram eder, kimilerine altın. Allah bize altın ikram etti. MaşaAllah, Elhamdülillah. Yani herkese verilmeyecek bir nimet. Mesela kolay bir imtihan verebilirdi, alelade bir mahkûmiyet verebilirdi. Ama böyle adam öldürmüş, 300 tane akıl hastasının içerisine koydu Allah Bu tarz imtihanlar olmazsa hayat dümdüz olur, boş ayna gibi, boş duvar gibi olur yani. Bunlarla Allah hayatı renklendirir. Bunlarla biz Allah'a sevgimizi gösteririz. Çünkü sen seviyorsan, Allah'ı aşkla seviyorsan, aşığın sevgisini göstermesi lazım. Bu nasıl olur, sevdiği için bütün çileye ve zorluğa katlanmasıyla olur. Sadece seviyorum demekle olmaz. Bu insanlarda da böyledir. Yani sen seviyorum diyeceksin ama bir zorlukla karşılaştığında birden sevdiğine ters dönüyorsa insan, aksileşiyorsa, onu terk edip bırakıyorsa bu sevgi değildir. Ama sevdiği için her türlü çile ve zorluğa katlanıyorsa Allah rızası için sabredilirse o aşkın en güzel ifadelerinden biri olur.

    Mümin, Hz. Yusuf Medresesi'nde Hem Öğrenci Hem de Öğretmendir

    Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunan bir mümin, oradaki zorluklarla eğitildiği gibi kendisi de çevresindekileri eğitir. Çünkü mümin, bulunduğu her yere asayiş, güven, huzur ve güzellik getirir. Müminin güzel ahlakı ve üstün tavrı da, tıpkı bir elektrik akımı gibi yayılır ve çevresindekileri de etkisi altına alır. Hiç konuşmasa bile hali, tavrı, bakışı, duruşu, kanaatkarlığı, onurlu olması, alçakgönüllülüğü, temizliği, samimiyeti, hiçbir dünyevi hırsının bulunmaması, her durumda neşeli, canlı, şevkli ve güler yüzlü olması onu gören her insanın üzerinde olumlu bir etki bırakır. Örneğin hapiste bulunmaktan dolayı şikayet eden, ağlayan, ümitsizliğe kapılan bir kişi, müminin hapishanede bulunmanın sayısız hayrı ve hikmeti olduğu, asıl hayat ahiret hayatı olduğu için dünyada kaybedilenlerin bir öneminin olmadığı yönündeki sözlerini duyduğunda, mutlaka bu sözler üzerinde düşünür ve belki de vicdanlı davranarak tavrını değiştirir. Bu nedenle en güç koşullarda dahi gülümsemesini yüzünden eksik etmeyen, tevekkülünü ve Allah'tan daima razı olduğunu bu şekilde mümin kardeşlerine ve onu gören tüm insanlara hissettiren bir Müslümanın hal ve tavırları büyük önem taşır.

    Haksız nedenlerle hapishanede bulunan bir mümin en başta haksızlığa uğramaya sabredip tevekkül eder. Ancak içinde bulunan şartlar, imkanlar, ortam, süre düşünüldükçe sabrın ve tevekkülün mümine kazandırdığı faydalar da tek tek ortaya çıkar. Günler, aylar hatta seneler burada geçebilir. Ancak sabreden ve Allah'a güvenip dayanan bir mümin için bunun önemi Allah katındadır. Çünkü müminler orada geçirdikleri, sabrettiği her saat, her dakika, hatta her saniyenin ahirette sonsuz nimetlerle donatılmış cennetle karşılık bulmasını umut ederler.

    Sonuç: "Galip Gelecek Olanlar Allah'ın Taraftarlarıdır." (Maide Suresi, 56)

    Allah'ın varlığını anlatan, tüm kötülüklerin ve sorunların tek çözümü olan din ahlakının yayılması için üstün bir çaba harcayan Allah'ın elçilerine ve salih müminlere, tarih boyunca zarar verilmek istenmiştir. Kimi zaman dışarıdan bakıldığında müminlerin karşı karşıya kaldığı bu olaylarda, zahiren iman etmeyen ve din ahlakının yayılmasına karşı olan kişiler, üstünlük sağlamış gibi görünebilirler. Oysa bu, sadece Allah'ın inananlara yönelik bir denemesidir ve müminler dünya hayatında yaşanan imtihanların, sonsuz güç sahibi Allah'ın Kuran'da bildirdiği vaadinin bir gereği olduğunu bilirler. Bu durum, bir Kuran ayetinde şu şekilde bildirilir:

    "Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız bu emirlere olan azimdendir." (Al-i İmran Suresi, 186)

    Tevekkül eden, sabreden ve olaylara hayır gözüyle bakan müminler, Rabbimiz'in Kuran'da bildirdiği bu tarz iftira ve tuzaklarda hiç şüphesiz Allah'a olan güvenlerini ve sadakatlerini açıkça ortaya koyarlar. "Şer" gibi görünen olayları dahi hayır gözüyle değerlendirmelerinin ve Allah'ı vekil edinmelerinin karşılığını ise, hep en güzel şekilde alırlar. Ayetlerde şöyle buyrulur:

    "Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. Bundan dolayı, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan bir bolluk (fazl) ve Allah'tan bir nimetle geri döndüler. Onlar, Allah'ın rızasına uydular. Allah, büyük fazl (ve ihsan) sahibidir." (Al-i İmran Suresi, 173-174)

    Sonuç olarak da; "... Gerçekten Allah, kafirlerin hileli düzenlerini boşa çıkarıcıdır." (Enfal Suresi, 18) ayetiyle bildirildiği üzere, müminlerin aleyhinde kurulan tuzaklar ne kadar zekice, ne kadar sinsice ve ne kadar büyük olursa olsun herşeyin Yaratıcısı olan Allah tarafından yıkılırlar. İşte bu nedenle dünyada ve ahirette Allah'ın rızasını kazanarak galip ve üstün gelecek olanlar, her zaman samimi iman sahipleridir:

    "Kim Allah'ı, Resulü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır." (Maide Suresi, 56)
#26.08.2008 10:51 0 0 0
  • Hz. Mehdi'nin Son Çıkış Alameti: Gaybet (Hapis) Dönemi

    Ebi Abdullah Hüseyin bin Ali'den rivayet edildi: "Mehdi 2 kez insanlarin gözünden kaybolacaktir." Bir seferinde o kadar uzun bir zaman görülmeyecek ki, kimisi onun öldüğünü, kimisi de bırakıp gittiğini zannedecek...." (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyyil Ahir Zaman)

    İslam aleminin büyük bir heyecanla zuhurunu beklediği Hz. Mehdi hakkında, dergilerimizde bugüne kadar pek çok konuya yer verdik. Şüphesiz ki, Peygamberimiz (sav)'in hadis-i şeriflerinde çok detaylı olarak tarif ettiği, İslam alimlerinin eserlerinde geniş yer verdiği böylesine önemli bir konu hakkında tüm Müslümanların kapsamlı bir bilgi sahibi olmalarının önemi büyüktür. Hz. Mehdi'nin alametlerinin içinde bulunduğumuz dönemde art arda gerçekleştiği göz önünde bulundurulduğunda; bu kutlu şahsın en büyük ve son alametinin İslam dünyası için önemi daha da iyi anlaşılmaktadır.

    Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'in hadislerinde aktardığı bu son alamete göre;

    Hz. Mehdi hapsedilecek ve bu sebeple insanların gözünden uzun bir süre kaybolacaktır.

    Ebi Abdullah Hüseyin bin Ali'den rivayet edildi:

    "Mehdi 2 kez insanlarin gözünden kaybolacaktir.

    Bir seferinde o kadar uzun bir zaman görülmeyecek ki, kimisi onun öldüğünü, kimisi de bırakıp gittiğini zannedecek..."

    Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman isimli kitabın Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunan el yazılı bir nüshasında mevcut olan bu hadis ile, Hz. Mehdi'nin 2 kez insanlardan ayrı kalacağı bildirilmiştir. Yani Hz. Mehdi insanların gözünden uzak bir konumda olacaktır. Hadislere göre bu kaybolmaların birincisi kısa, ikincisi ise daha uzun olacaktır:

    Al-i Muhammed'in Kaim'inin (Hz. Mehdi'nin) iki gaybeti (hapis dönemi) vardir. birisi diğerinden daha uzundur... (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 199)

    "Bu kıyamın sahibinin (Hz. Mehdi'nin) iki gaybeti vardır. Bir gaybeti (hapiste kaldığı dönem) o kadar uzayacak ki şöyle diyecekler: "Öldü." Bazıları diyecek ki: "Öldürüldü." Bazıları diyecek ki: "Gitti..." (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 198)

    Ahir zamanda İslam ahlakının insanlar arasında yaygınlaşması için mücadele eden Hz. Mehdi'nin, böyle bir görev üstlenmişken kendi isteğiyle insanlardan ayrılmayacağı açıktır. Dolayısıyla Hz. Mehdi'nin insanlardan uzak kalmasının, kendi iradesi dışında zorla hapsedilmesiyle gerçekleşeceği anlaşılmaktadır. Peygamberimiz (sav), Hz. Mehdi'ye bu yüzden "Gaib", yani "kaybolan hapsedilen, hapsedilmek suretiyle insanların gözünden kaybolan" demiştir. Bu yüzden Hz. Mehdi'nin lakabı ve isimlerinden biri "Gaib"dir.

    Kuran'daki Yusuf Suresi'nde de Hz. Mehdi'nin bu kayboluşuna işaret edilmektedir. Hz. Yusuf da Hz. Mehdi gibi, biri kısa diğeri uzun süre iki defa insanların gözünden kaybolmuştur. Birincide, Hz. Yusuf kuyuya bırakılmış, kısa bir süre sonra oradan geçen kafile onu oradan çıkarmış, ikincide ise haksız yere zindana atılmış, uzun bir müddet orada kalmıştır. Fakat sonradan masumluğu anlaşılarak, zindandan da çıkartılmıştır:

    "Nitekim onu götürdükleri ve kuyunun derinliklerine atmaya topluca davrandıkları zaman, Biz ona (şöyle) vahyettik: "Andolsun, sen onlara kendileri, farkında değilken bu yaptıklarını haber vereceksin."" (Yusuf Suresi, 15)

    "Sonra onlarda (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü) ağir basti." (Yusuf Suresi, 35)

    Mehdi'nin Gaybetleri Muhteliftir

    Hz. Mehdi ilk gaybetinde insanlara zaman zaman görünecek, zaman zaman kaybolacak, birinci gaybeti böyle devam edecektir. Muhtemelen bu çeşitli tutukluluk halleri şeklinde olacaktır. İkinci gaybeti ise uzunca ve kesintisiz olacaktır. Bu da uzun bir mahkumiyete ve sürgüne işaret etmektedir.

    Benim Ehl-i Beytim (Peygamber Efendimiz (sav)'in Hz. Mehdi dahil tüm torunları) muhakkak benden sonra bela, kaçırılma ve sürgüne uğrayacaktır. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, 14) (Kütüb-ü Sitte Muhtasarı, c.17, s. 556)

    Bu rivayette açıkça sürgüne işaret edilmektedir. Allah bir ayetinde bu durumu şöyle bildirir:

    "Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı..." (Enfal Suresi, 30)

    Mehdi'nin Kayboluşunda (Hapis Döneminde) İnsanlarin Durumu

    Hadislerde Hz. Mehdi'nin ikinci kayboluşu (hapis dönemi) sırasında İslam toplumunun içinde bulunacağı durum detaylı olarak tarif edilmektedir. Bu dönemde Müslümanlar çok büyük zorluklarla karşılaşacak; saldırılar, katliamlar ve belalar insanların İslam ahlakına yönelmelerine vesile olacaktır. Bu durum bir hadiste şöyle aktarılmıştır:

    "... Belalar çoğalacak, halkı öyle ölüm ve katliamlar saracak ki Allah'ın ve Resulullah'ın haremine sığınacaklar. İşte sadece o zamanda (Hz. Mehdi) zuhur edecektir. (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 199)

    Bir diğer hadiste ise Hz. Mehdi'nin ikinci kayboluşu sırasında Müslümanların çok büyük zorluklarla karşılaşacaklarına, ancak tüm bu zorluklara rağmen, dinlerini büyük bir şevk ve coşkuyla yaşayacaklarına, hiçbir zorluğun onları dinlerini yaşamaktan alıkoymayacağına işaret edilmektedir:

    "Bu işin sahibi (Hz. Mehdi) gaybete çekilecektir (hapiste tutulacaktır). O zamanda dine sarılmak isteyen, tıpkı elindeki dikenli dalı dikenlerine aldırış etmeden eliyle onu çekerek koparmak isteyen gibidir." (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 196)

    Ancak Hz. Mehdi'nin gaybet (hapis) döneminde insanların bu mübarek şahsın ilminden, imanından ve tebliğinden istifade etmeye devam edeceklerine hadiste şu şekilde dikkat çekilmektedir:

    Hz. Peygamber Efendimiz (sav)'e "Gaybet (hapis) döneminde Hz. Mehdi'nin varlığının ne gibi faydası olacaktır" şeklinde yöneltilen bir soruya şöyle cevap verdiler:

    "Beni peygamber olarak gönderen Allah'a andolsun ki, insanlar gaybet (hapis) döneminde, bulutların arkasında kalan güneş'ten faydalandıkları gibi ondan faydalanırlar." (İhticac, s.263; Biharu"l-Envar, c.52, s.92.)

    Mehdi'nin Kayboluşunda (Hapis Döneminde) Talebelerinin Durumu

    Hadislerde Hz. Mehdi'nin ikinci kez kayboluşu (hapis dönemi) boyunca bu kutlu şahsın talebelerinin karşılaşacağı zorluklardan da bahsedilmektedir. Bu dönemde kalplerinde hastalık olanlar, zayıf imana sahip olanlar, imansız olanlar ortaya çıkacak, bu temiz topluluktan ayrılacaklardır. Tarih boyunca iman zaafı içinde olan kişiler her zaman için bu gibi zorluk anlarında ortaya çıkmışlar ve mümin topluluklarını bırakarak kaçmışlardır. Söz konusu kötülüğü amaç edinen zayıf kişilikli insanlar demirden pasın yok olması gibi Hz. Mehdi'nin topluluğunu da temizlerler. Bu konuyla ilgili hadislerden biri şu şekildedir:

    "... Onun (Hz. Mehdi'nin) gaybet dönemi (hapis dönemi) olacaktır. Bu dönemde ümmetten birçoğu dalâlete düşecektir (hak yoldan sapacaktır)..." (Uyun'ül-Ahbar, c. 1, s. 287; Bihar'ul-Envar, c.51, s. 72)

    Allah Kuran'da münafıkların ve kalplerinde hastalık bulunanların durumunu şöyle bildirir:

    "İnsanlardan öyleleri vardır ki: "Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik" derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azab vardır." (Bakara Suresi, 8-10)

    Kalplerinde hastalık olanlar Hz. Mehdi'nin temiz cemaatinin içinden ayrılırken, Hz. Mehdi'nin sadık talebelerinin imanları ise daha da güçlenecek, sadakatle Allah'ın bildirdiği din ahlakına daha da sarılacaklardır. Bu durum hadislerde şöyle müjdelenmiştir:

    "(Hz. Mehdi'nin) Bir gaybeti (hapiste kaldığı dönem) o kadar uzayacak ki şöyle diyecekler: "Öldü." Bazıları diyecek ki: "Öldürüldü." Bazıları diyecek ki: "Gitti." Onun (Hz. Mehdi'nin) emrini kabullenen ashabından (talebelerinden) çok azı geride (sağlam) kalacaktır." (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 198)

    "Onun (Hz. Mehdi'nin) uzun bir gaybeti (hapis dönemi) olacaktır ki, birtakım insanlar bu dönemde imanlarını kaybedecek... Diğer bir grubu ise (talebeleri) imanlarını koruyacaklardır..." (Kifayet'ül Eser, İlzam-ün Nasib, c.1, s. 98)

    Hz. Mehdi'nin İkinci Kayboluşundan Sonra Ortaya Çıkması

    "Belalar çoğalacak, halkı öyle ölüm ve katliamlar saracak ki Allah'ın ve Resulullah'ın haremine sığınacaklar. İşte sadece o zamanda (Hz. Mehdi) zuhur edecektir."" (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 199)

    Hadiste bildirildiğine göre Hz. Mehdi ikinci kayboluşunun, yani hapis döneminin ardından, tekrar insanların arasına çıkacaktır. Bu dönemde, insanlar yeryüzünde hakim olan dinsiz sisteme bağlı olarak yaşayacak; çeşitli dinsiz grupların etkisi altında olacaklardır. Hatta İslam aleminden dahi bu dinsiz odaklardan etkilenen kimseler olacaktır. Sadece Hz. Mehdi hiç kimsenin, hiçbir düşüncenin, hiçbir siyasi partinin, ne masonların ne de benzeri odakların etkisinde hiçbir şekilde kalmayacak, hiç kimseye taviz vermeyecektir. O, sadece Kuran'ı ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini izleyecektir:

    ... Arkasında İsa bin Meryem'in namaz kılacağı Kaim (Mehdi) dışında biz Ehl-i Beyt'ten olan hepimizin boynunda zamanın tağutunun (Allah'ın hükmünü tanımayan her varlık, güç ve şeytanın) biatı olacağını (Mehdi döneminde dinsizliğin hakim olacağını, hemen herkesin bu sisteme bağlı olacağını) bilmiyor musunuz? Yüce Allah onun velâdetini (zuhurunu) gizleyecek ve şahsını saklayacaktır. Böylece O, zuhur ettiğinde kimsenin biati onun boynunda olmayacaktir... (Kemal'üd-Din, c.1, s. 305)

    Mehdi (AS) İkinci Gaybet Döneminden (Hapsedilmesinden) Sonra, Hz. İsa İle Buluşacaktır

    Hz. Mehdi, ikinci gaybet döneminden sonra ortaya çıkışında, ikinci kez yeryüzüne gelerek tüm Hıristiyan aleminin İslam'a dönmesine vesile olacak olan Hz. İsa ile biraraya gelecektir. Bu dönemde toplumun büyük bir kesimi Hz. İsa'yı tanıyamayacak, ancak güçlü bir imana sahip olan yakın talebeleri ve Hz. Mehdi cemaati tarafından tanınabilecektir. Bediüzzaman Said Nursi, konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:

    " ... Hazreti-i İsa Aleyhisselam geldiği vakit, herkes onun hakiki İsa olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun (Hz. İsa'nın) mukarreb ve havassı (derin imanlı yakın talebeleri), nur-u iman (imanın ışığı) ile onu (Hz. İsa'yı) tanır. Yoksa bedahet (birdenbire ve açıkça) derecesinde herkes onu (Hz. İsa'yı) tanımayacaktır..." (Mektubat, s. 60)

    Bediüzzaman ayrıca, ikinci kez yeryüzüne gelişinde, aynı Mehdi cemaatinde olduğu gibi, Hz. İsa'nın çevresindeki insanların sayısının da çok az olacağını belirtmiştir. Ancak bu topluluk da Allah'ın izniyle imanen çok güçlü olacaktır.

    "İsa Aleyhisselam'ı nur-u iman ile (imanın ışığıyla) tanıyan ve tabi olan cemaat-i ruhaniye-i mücahidinin kemiyeti (mücadele eden ruhani cemaatinin sayısı), Deccal'in mektepçe ve askerce ilmi ve maddi ordularına nisbeten çok az ve küçük olmasına işaret ve kinayedir." (Şualar, s. 495)

    Mümin şahıs (Mehdi) Deccal'i görünce: "Ey insanlar! Resulullah'ın zikrettiği Deccal işte budur" der. Deccal hemen onunla ilgili emrini verir de o zat karnı üzerine uzatılır ve arkasından: "Onu alın da yaralayın" der. Artık O Zatın sırtı ve karni döve döve genişletilir. Bu sefer onu iki eli ve iki ayağı ile yakalar da fırlatır atar. İnsanlar Deccal'in onu bir ateş içine attığını sanırlar. Halbuki o bir cennet içine atılmıştır. (Mehdilik ve İmamiye, İbrahim Süleymanoğlu, s. 40)

    Peygamber Efendimiz (sav) hadisinde tüm baskı ve saldırıların Hz. Mehdi'yi daha da güçlendireceğine böyle işaret etmiştir. Hadiste mecazi anlamda kullanılan, Hz. Mehdi'nin "sırtı ve karnından dövüle dövüle genişletilmesi" ifadesi, aleyhinde kurulan tüm tuzakların Hz. Mehdi'yi daha da güçlendireceğine, tebliğinin etkisini daha da artıracağına işaret ediyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

    Sonuç: Münafıklar ve İnkar Edenler İsteseler de İstemeseler de Hz. Mehdi'ye Hizmet Etmektedirler

    Hz. İsa'nın gelişinden ve Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışından tedirginliğe kapılanlar, yapacakları aleyhte faaliyetlerle bu tarihi gelişmeleri durdurmayı amaçlarlar. Ancak burada bilmedikleri çok önemli bir gerçek vardır: Hz. Mehdi aleyhinde yapilan tüm faaliyetler, Hz. Mehdi'nin gelişine ve yapacağı çalışmalara hizmet etmektedir. Bu durum, Yüce Allah'ın bir takdiridir ve bunun önüne geçebilecek yoktur. Allah, İslam ahlakının tüm yeryüzünde yerleşik kılınmasını dilemiştir; Allah'ın izniyle bu büyük vaad gerçekleşecektir. Peygamberimiz (sav), bu tarihi olayın Hz. Mehdi vesilesiyle gerçekleşeceğini bildirmiştir. İnkar edenler ve münafıklar da, giriştikleri her aleyhte faaliyet ile farkında olmadan, Rabbimiz'in bu büyük vaadinin gerçekleşmesine yardımcı olmaktadırlar. Bu Allah'ın çok büyük bir mucizesi ve münafıkların, kurdukları tuzağa düştüklerinin önemli bir alametidir. Rabbimiz Kuran'da Müslümanlara olan yardımını şöyle bildirmiştir:

    "... İşte Allah, dilediğini yardimiyla destekler. Şüphesiz bunda, basiret sahipleri için gerçekten bir ibret vardır." (Al-i İmran Suresi, 13)

    Allah'ın bu kanunu gereği; aleyhte yapılan tüm çalışmalar ve propagandalar, Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışına, tanınmasına, hizmetlerine güç katacaktır. Hz. Mehdi aleyhindeki her girişim, Hz. Mehdi'nin faaliyetlerinin etkisinin giderek daha da artmasına ve tüm dünyada ses getirmesine katkıda bulunacaktır. Hz. Mehdi'nin gelmeyeceğini öne süren, "Mehdi'nin geleceğine inanmıyorum" diyen her şahıs; yaptığı her çalışma, her konuşma ya da her vurguyla Hz. Mehdi'ye bir kez daha dikkat çekmekte, insanların Hz. Mehdi hakkında düşünmelerine vesile olmakta ve böylece ona hizmet etmektedir. "Ben Mehdi'ye karşıyım" diyen herkes, Mehdiliğin gündeme getirilmesini, araştırılmasını, öğrenilmesini sağlar. Dolayısıyla, iman etmeyenler de, münafık ahlakı gösterenler de, Kuran ahlakı aleyhinde bir fikri benimseyenler ve Hz. İsa ve Hz. Mehdi'ye düşman olanlar da, her ne kadar istemeseler de, Allah'ın dilemesiyle bilerek ya da bilmeyerek Hz. Mehdi'ye ve İslam ahlakının tüm dünyada yayılmasına büyük destek vermektedirler.

    En önemlisi de inkar edenlerin ya da münafıkların Mehdi ya da Müslümanlar aleyhinde attıkları her adım, Hz. Mehdi hakkında, 1400 sene öncesinden haber verilen sahih hadislerin bir tanesinin daha gerçekleşmesine ve böylece Müslümanların Hz. Mehdi'ye olan bağlılıklarının, şevk ve heyecanlarının daha da artmasına vesile olmaktadır.

    "Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de, O, dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur." (Tevbe Suresi, 32-33)
#26.08.2008 10:45 0 0 0