Yeryüzünde bir sırdan daha dayanıksız hiçbir şey yoktur.
Saner ve Ömer Birbirlerinden habersiz, bambaşka hayatlar yaşayan ikiz kardeşlerdir
1980 yılının Ağustos ayında doğumhaneden yükselen çığlıklar Kudret Başarana ikizlerinin olduğunu müjdeliyordu. Uğruna babası Nezih Başaranın büyük servetini reddettiği, yoksul bir hayata mahkûm olduğu kadın, Sevim sonunda ona ikiz çocuklar vermişti Çocuklarının adını Saner ve Ömer koydular.
Saner ve Ömerin kaderi babalarının ölümüyle bir anda değişti. Beş parasız, eğitimini yarıda bırakmış bir kadın olan Sevim ve ikizler yapayalnız kalmıştı Üstüne bir de Sanerin hastalığı işi iyice içinden çıkılmaz bir hale soktu
Kudretin babası Nezih, Sevimle evlendiği için oğlunu evlatlıktan reddetmişti. Sanerin hasta olduğunu duyar duymaz bir plan yaptı Bu plana göre Saneri tedavi ettirmek için anne Sevimden alacak ama ona öldüğünü söyleyerek bir daha geri vermeyecekti Plan başarılı oldu
Saner ve Ömerin kaderleri burada ayrıldı Saner varlıklı ve saygın dedesi Nezih Başaranın güçlü kanatları altında iyi bir eğitim alarak, zenginlik içinde büyüdü, Ömer ise annesi Sevimin yanında kenar mahalle okullarında okuyup, sokaklar da top koşturup, halkın içinde bir mahalle çocuğu olarak
İki farklı çevrede büyüyen Saner ve Ömerin karakterleri de farklı gelişti Saner görgülü, zengin bir, Ömer tam bir halk çocuğu oldu Görünüş olarak birbirlerinin aynısı olmalarına rağmen kişilik özellikleri neredeyse taban tabana zıt iki kardeş.
Saner ve Ömerin hayatlarındaki tek ortak nokta sevdikleri kızların evlenme tekliflerini reddetmesiydi. Alımlı, oldukça güzel yine zengin bir ailenin kızı olan Azra Sanerı, memur bir ailenin üniversite öğrencisi olan kızı İpekte Ömeri aynı nedenle geri çevirdi. Değişmen lazım!
Ve hayat onları bir kaza neticesinde tekrar karşılaştırdı. Hayatlarını birbirlerine ödünç verecekleri bir kaza Artık ikiz kardeşleri kazadan önceki hayatlarının tam tersi bir gelecek bekliyordu
Birbirlerinin aynısı olan iki insanı nasıl ayırt edebilirsiniz ki?
Şöhretin basamaklarını hızla tırmanan ve geldiği yeri unutan popstar Sertan aslında hızlı bir düşüş yaşamaktadır... Son kasedi onca tanıtıma, etkinliğe rağmen istenen satış rakamlarına ulaşmamıştır. Ve yapımcısı Şükrü bu durumdan hiç memnun değildir...
Sertanın özel şoförlüğünü yapmakta olan Erol küçüklüğünden beri karşı komşusu Leylaya aşıktır...Ama Leylanın bundan haberi yoktur... Leyla ise babasını küçük yaşta kaybetmiş, annesi Hayriye, abisi Berat, abisinin karısı Saadet ve yeğeni Muharrem ile birlikte İstanbulun fakir semtlerinden birinde yaşamaktadır. Ailesine bir katkısı olsun diye büyük bir süpermarkette kasiyerlik yapmaktadır.
Erol Leylanın popstar Sertana olan hayranlığını bildiği için onunla bir yemek yemesini sağlar... Leyla abisinden gizli saklı yemeğe gider... Ama abisi Berat yemeği basıp Sertanı dövünce, ertesi gün tüm gazetelerin baş sayfasında, Sertanın bir varoş kızına aşık olduğu ve aşkı uğruna dayak yediği yazar...
Bu yalan yanlış haber bir anda herkesin hayatını değiştirir.. Sertanın yıldızı bir anda tekrar parlar. Bu durumu değerlendirmek isteyen yapımcı Şükrü, Sertanın bu yalanı sürdürmesini ister... Leyla Sertanın aşkına inanmakta zorluk çekerken, Erol sevdiği kadının ellerinin arasından kayıp gitmesine seyirci kalacaktır...
Yalan giderek büyüyecek ve Leyla, Sertan, Erol üçgeninde ilerleyen aşk hikayesi beklenmedik bir hal alacaktır...
Derme çatma evlerin, eski ve yıkık dökük binaların arasında yükselen yepyeni bir bina Yaz okuluyla açılışını yapıp, artık eğitime bu yeni binasında devam edecek olan bir vakıf üniversitesi ve yüksek ücretler ödeyerek eğitim alan varsıl öğrenciler Hayatında ilk kez İstanbulun bu yüzüne dahil olan gençler
Öte yanda umutla haset, kaygıyla fırsatçılık arasında kalakalmış mahalleli gençler Ve tüm bunların arasında sıkışmış bir genç: Genco.
***
Genco, Yalova depreminde hayatı değişen nice insandan biri. Deprem onun yalnızca anne ve babasını değil; hazırlanmakta olduğu tüm geleceği de yok etmiş. Küçük yaştan beri şaşırtıcı yeteneğiyle, çok iyi piyano çalabilen Genco, sırf piyanosunun başından ayrılmamak için ailesini o gece Yalovada kalmaya ikna eder ve bu çocuksu istek ona korkunç bir felaket olarak geri döner. Genco, depremin ardından geçen birkaç ay içinde Yalovadan ayrılmış ve İstanbula, deprem sırasında ona yardım eden taksici Ahmetin mahallesine gelip yerleşmiştir. Ölüsü bulunamadığı için sağ olduğuna inandığı kız kardeşinin izini sürmektedir. Onun piyano sevdası yüzünden ailesinin yok olduğuna inanmakta ve bu yüzden piyanodan uzak durarak kendini cezalandırmaktadır. Bu nedenle üstün piyano çalma yeteneğini bastırır. Artık ölüme dair bir korku da hissetmemektedir. Bu durum da onu, olayların üstüne korkusuzca giden, tuhaf bir cesaret imgesi olarak gösterir.
Yakınlarına zarar vermiş olmak onu öylesine sarsar ki, depremden sağ ama hafızasını yitirmiş bir durumda kurtulup da bir ailenin yanına evlatlık verilen kardeşi Gülaya bile kimliğini açıklamaktan çekinir. Tek yapabildiği koruyucu bir gölge gibi Gülayın çevresinde dolaşmak ve onu mümkün olan tüm tehlikelerden korumaktır. Bu uğurda giriştiği belalar, insanların gözünde Gencoyu yaralı bir kahraman haline sokar.
Gülay, şimdiki adıyla Sude, zengin bir ailenin tek kızıdır artık. Ve kaderin garip bir cilvesiyle, tam da Genconun oturduğu mahalleye yapılan üniversiteye kayıtlıdır. Genco, sırf kızkardeşinin yakınında olabilmek için üniversiteye hademe olarak girer.
Gencoyu burada bekleyen tek şey kardeş yakınlığı değildir; yıllardır duyguları bir şok altında bastırılmış Genco, kızkardeşinin yakın arkadaşı olan Pınarla ilk kez aşkı tadacak ama hayat bunu da pürüzsüz ve mutlu bir biçimde yaşamasına imkan vermeyecektir.
Genco yaşadığı muhitle ne kadar uyumsuzsa Pınar da zengin çevresinde o kadar uyumsuzdur. Tıpkı Genco gibi tutkuyla bağlandığı piyanosu; havai kızkardeşlerinden ve sonradan zengin olmuş ama hırsı zenginliği nispetinde artmış babasından bir kaçış olur. Piyano tutkusu ve gördüğü bu gizemli kişilik onu Gencoya iter. Bu çekim, Pınarın yıllardır var olan ve ailelerin potansiyel eş olarak gördükleri Tibetin gözünden kaçmaz. Tibet basket yıldızıdır, zengindir, yakışıklıdır; hayatta elinden kaçan tek şey Pınardır ve bunu hazmetmekte zorlanır. Aslında kötü bir insan olmamasına rağmen ilk kez yaşadığı kaybetme korkusu onu hırçınlaştırır. Bunu kazıyıp besleyen de Tibetin babasının yardımıyla milletvekili seçilmeye azmetmiş Pınarın babası Necatidir. Kızının fakir bir genci sevmesi, kendisi de bir zamanlar fakir olmasına rağmen Necatinin asla izin vermeyeceği bir şeydir.
Kanal D de, Nisan ayında Kavak Yelleri adlı yepyeni bir dizi daha ekrana gelecek. Kavak Yelleri başında kavak yelleri esen, içinde kasırgalar oluşan, kanında tatlı zehir dolaşan, büyümek için sabırsızlanan dört gencin hikayesini anlatıyor.
Yazları cıvıl cıvıl, kışları ise ıssız bir Ege kasabasında yaşayan Deniz, Aslı, Efe ve Mine herkese kendi hikayesinden bir şeyleri hatırlatacak.
Mutlu ve güvenli ailesinden kopup kendi yolunu bulmaya, büyümeye çalışan Deniz; idealist, güçlü, maddi zorluklara rağmen okuyan, hayata karşı sert görünmeye çalışan hassas Aslı; rahat ve esprili tavırlarıyla içindeki acıyı saklamaya çalışan Efe. Ve ayrık otu, isyankar Mine.
Sıkı dostluklar, ilk aşklar, ÖSS baskısı, okul, aşılmaya çalışılan aile sorunları herkese tanıdık gelecek.
Büyümenin zorlukları yetmezmiş gibi, kahramanlarımız bir de ÖSSyle savaş vermekte ve artık büyük gün de yaklaşmaktadır. Akıllarının başlarında olmadığı bir dönemde hayatlarının en önemli sınavına girip, en önemli kararını vermeleri gerekmektedir.
Büyüyenlere ilk gençlik günlerini hatırlayacak, başında kavak yelleri esenler ise kendilerini bulacakları Kavak Yellerinin ilk bölümünün konusu ise şöyle :
Üniversite sınavının yaklaşması Aslı (Pelin Karahan), Deniz (İbrahim Kendirci) ve her ne kadar umursamıyor gibi gözükse de Efenin(Dağhan Külegeç) üzerindeki baskıyı arttırmaktadır.
Kısıtlı maddi imkanlarına rağmen başarılı ve gelecek vaat eden Aslı, bir yandan ÖSSye hazırlanmakta, diğer yandan da aile içindeki sorunlarla uğraşmaktadır.
Deniz, kariyer sahibi annesi ve idealleri peşinden koşan babası ile sorunsuz ve pırıltılı ailede bir prens gibi yaşamaktadır. Herkesin isteyeceği bir evi, özeneceği bir hayatı vardır. Deniz için hayatının en büyük ve tek engeli ÖSSdir.
Efe neşeli ve takmaz tavırlarını ÖSS konusunda da sergilediği için Deniz ve Aslı, Efeye kızgındır. Efenin bu tavırlarında ise başka nedenler yatmaktadır.
Üç sıkı dostun hayatı Minenin (Aslı Enver) okula gelmesiyle değişir.Mine, Almanyadan yeni gelmiş güzelliği ve çekiciliğiyle bütün dikkatleri üstüne çekmiştir.
Mine güzelliğiyle Denizi de büyüler. Denizin bu halleri Aslının kendi duygularını keşfetmesine yol açar.
Efe ilk görüşte aşka inanmaktadır.Hayallerinin kadını birden ortaya çıkar.Ama aşkının kim olduğu hem onu hem de arkadaşlarını şok edecektir.
Diğer yandan Urla bir hırsızlık olayıyla çalkalanmakta, hırsız her yerde aramaktadırlar. Aslı, Deniz ve Efe bir anda kendilerini olayların içinde buluverirler
Gecekondularla malikaneleriZenginlerle yoksullarıKentlilerle göçenleri tek bir duvar ayırır... Yıkmaya kimsenin gücü yetmez. Çünkü bu kaderin ördüğü bir duvardır... Ve kırılan her genç kalp için duvara bir tuğla daha eklenir...
Bu söylemle çıkan Duvar; eğlenen gençleri anlatan dizileri tam aksine derdi olan gençleri anlatıyor. Tepecountry; malikanelerin olduğu etrafı korunaklı duvarlarla çevrili, güçlü güvenlik sistemleriyle korunan bir sitedir. Kurutepe ise onun tam karşısında yıllardır sessizce oturan bir gecekondu mahallesi Ve onları ayıran bir duvar yükselir ortada İki grup da birbirlerini hiç tanımadan, dokunmadan sakin sakin yaşarlarkan; yılbaşı gecesi zengin armatörün oğlu Taylan kırmızı Ferrarisiyle Kurutepe gençlerinden birine çarpar . Ve ölü genci bırakıp kaçar gider. Taylan olayı kimsenin görmediğini sanır ama yanılmıştır. Sevgilisi İklim ve Kurutepeli Ege her şeyi görmüştür Ege Ferrarinin arkasından koşmuş yetişememiş, Kurutepeliler ayaklanmış mahkemelerle uğraşmış ama hiçbir şey elde edememişlerdir. Ölen öldüğüyle, zengin olan ise Ferrari siyle kalmıştır. Ama Ege ve arkadaşları sessiz kalmayacaklardır Artık onları ayıran duvarlar yıkılmış, intikam saati gelmiştir Aşkları, tutkuları, bambaşka hayatları ve ördükleri duvarlarıyla genç bir dünyanın kapıları ardına kadar açılıyor. Duvarın bir farkı da genç oyuncularıdır Hiç birisi oyuncu değildir, sokaktan gelmiş ve hepsi enerjileri için seçilmiş, eğitilmiştir
Cem Arifoğlu (Kerem Cem), Türkiyenin önde gelen cerrahlarından ve bünyesinde çok sayıda özel hastahane bulunduran Sağlık Holdingin sahibi ve yönetim kurulu başkanı Mustafa Hasırcının oğludur. Cem, dünyaca ünlü Harvard Üniversitesinin Tıp Fakültesinden mezun olup, Amerika Birleşik Devletlerinin çok önemli hastahanelerinde pratisyen stajını tamamlayıp, uzman bir beyin cerrahı olarak yurda döner. Mustafa, uzun süredir Cemi tüm hastahanelerinin ve Sağlık Holdingin başına geçirip emekli olmanın hayalini kurmaktadır, bu planını, Cemin şerefine verdiği bir davette tüm yakın dostlarına ilan ettiğinde, büyük oğlu ve Cemin ağabeyi Ömer, babasının yönetim kurulu başkanlığı görevine kendisini uygun görmemiş olmasına oldukça bozulur. Ama asıl şok Cem, yurda dönmeden önce Nevşehirin Kara Ağaç Köyündeki sağlık ocağında bir kaç yıl gönüllü olarak doktorluk yapmak için Sağlık Bakanlığına bir başvurduğunu ve bu başvurusunun sevinçle kabul edildiğini açıkladığında yaşanır. Mustafa, genç bir pratisyen hekim olarak tıp fakültesinden mezun olduktan sonra, zorunlu görev için Kara Ağaç köyüne atanmış ve karısı burda Ceme hamile kalmış. Cemin doğduğu gece, annesi büyük bir sorun yaşamış ve babası, annesini acilen şehir merkezindeki büyük hastaneye yetiştirmeye çalışırken, yağan sağanak yağmur ile Kara Ağaçın kıyısına kurulu olduğu Kızıl Irmak taşmış ve köyü kasabaya bağlayan köprü sel yüzünden yıkıldığı için, babası, karşı tarafa geçememiş ve Cemin doğumundan hemen sonra annesi hayatını kaybetmiş. Babasından doğduğu gece olanları dinlediği andan beri, bir gün Kara Ağaça dönüp, köyde doktorsuz ve doğru dürüst bir tıbbi altyapı olmadan yaşayan köy halkına yardım etmeyi kafasına koymuş olan Cem, yurda döner dönmez bu emelini gerçekleştirmeye kararlıdır. Mustafa, oğlunun bu çılgın kararıyla yıkılır. Cem gibi, çok varlıklı bir aileden gelen bir çocuğun, İstanbuldaki lüks ve konforlu hayatı bırakıp, Kara Ağaç Köyünün zor koşullarını seçmesi, büyük bir kahramanlık gerektirmektedir. Cem, Kara Ağaça ulaştığında, sağlık ocağının yıkık dökük halini görünce, gözlerine inanamaz ve hemen sağlık ocağını adam etmek için kolları sıvar. Sağlık Bakanlığına talep ettiği özel rica ile, köydeki hiç kimse Cemin gerçek kimliğini, yani çok varklıklı bir aileden geldiğini bilmeyecektir. Cem, kendini, sıradan bir devlet memuru babanın devlet memuru oğlu olarak lanse eder.
Oyuncular:
Kazım Akşar
Kemal Kuruçay
Yunus Günce
Necmi Yapıcı
Buket Dereoğlu
Fatoş Seymen
Müge Uyar
Hazel Atasever
Paşhan Yılmazel
Yapım:
M1P
Yönetmen:
Ümit Efekan
Senaryo:
Murat Kürüz (Portakal Yazı Grubu)
atv ekranlarında yakında başlayacak olan Gemilerde Talim Var, denizcilik okulunda yaşanan kahkaha dolu bir macera.. Elbette bu denizcilik okulu alıştığımız denizcilik okullarına pek benzemiyor. Müdüründen hocasına, sekreterinden öğrencisine hepsi bir başka alem...
Okulun müdürü Sedat Hoca; 45 yaşlarında emekli bir Deniz Albayı. Tek amacı çok iyi denizciler yetiştirmek olan Sedat Hoca, en büyük yardımcısı emekli Astsubay Eşref hoca ile bu yola baş koymuş..Elbet başka hocalar da var bu okulda.. Sedat Hoca için ölümü bile göze alacak kadar aşık olan Özlem Hoca, güzel olduğu kadar akıllı da olan psikolog Selin Hoca...
Okulun öğrencileri ise kimi duygusal,kimi takıntılı, kimi çapkın kimi yemekten başka bir şey düşünmüyor. Kimi yüzme bile bilmiyor,ama denizci olmak istiyor kimi zengin kimi fakir..Yani toplumda hep karşılaştığımız tipler...
GEMİLERDE TALİM VAR işte bu çılgın olduğu kadar sıcak hayatlara, denizcilik okulunda yaşayanların dünyalarına komedi penceresinden bakıyor...Onların birbirleriyle ve çevreleriyle ilişkilerini dile getirirken duygularını,sevgilerini,arzularını,sevinçlerini hüzünlerini anlatıyor.
Oyuncular:
Ferdi Tayfur
Şerif Sezer
Nesrin Cevadzade
Mert Fırat
Zuhal Gencer
Cengiz Sezici
Sinan Albayrak
Müge Ulusoy
Yapım:
Avşar Film-Şükrü Avşar
Yönetmen:
Cemal Şan
Senaryo:
Ali Ulvi Hünkar
Müzik:
Nail Yurtsever
Bu her şeyden önce bir baba kız hikayesi... Baba sevgisinin bir genç kızın hayatını nasıl değiştirdiğinin hikayesi. Taş ustası Emrullah ile kızı Sunanın insanın içini burkan hikayesi...
Yersiz Yurtsuzda konak yok. Konakların Aşağıdakiler Yukarıdakiler şeklinde yaşayan ahalisi yok. Ağa yok. Ağa karıları, metresleri yok. 4x4 arazi araçları yok. Traktör römorkunda işe giden kadın ve erkekler var. Tecavüz yok. Kendilerini birbirlerine emanet eden sevgililer var. Aşkın altında kalan, aşka inanmayan erkekler var. Kaderine razı olmayı aşk sayan kadınlar var. Aşkın her yerde dağın başındaki o köyde bile- aşk olduğunu kanıtlayan kadınlar var. İnşaat Mühendisi Hüseyin ile baraj göllerinde dalgıçlık yapan İshakın cahil bir kızın güzelliğinde nasıl yandıklarının hikayesi var. Özetle:
Bu kimsesizlerin, kimliksizlerin hikayesi. Savrulmuşların, yolunu kaybettiğini fark edip, yeni bir yol arayanların... bu, hayata hiç hazırlanamayanların... bu her şeye provasız yakalananların, ağzı birkaç kez yananların, bu sığınmak için yürekten söylenmiş tek bir sözcük arayanların hikayesi: Yersiz Yurtsuz!
Kanal Dde, başrollerinde Ece Uslu, Sinan Sümer, Gökhan Tepe ve Burcu Karanın oynadıkları Elveda Derken adlı yepyeni bir dizi başlıyor.
Yapımcılığını Yağmur Ajans Osman Yağmurderelinin üstlendiği, yönetmenliğini Hilal Saralın yaptığı dizinin senaryosu ise Özgür Evren Heptürke ait.
İzleyicilerin yeni ekran gözdesi olmaya aday olan Elveda Derkenin ilk bölümünün konusu şöyle;
1. Bolum
Lale, mutlu bir ailesi olan, kocasını ve iki küçük kızını çok seven bir çocuk doktorudur. Bir yazar olan eşi Ege ve iki kızıyla tüm sorunlardan uzak mutlu bir yaşam sürdürürken ufak bir baş dönmesiyle başlayan süreç hayatını tam bir kabusa çevirecektir.
Çalıştığı hastaneye gittiğinde tıp fakültesinden arkadaşı olan beyin cerrahı Ateşin de ısrarıyla kontrollere giren Lale, beyninde bir tümör olduğunu ve çocuklarıyla geçirebileceği çok az zamanı kaldığını öğrenir.
Diğer tarafta Lalenin çocuklarının ana okulu öğretmeni olan Zeynep vardır. Zeynep, eskiden geçirdiği bir hastalıktan dolayı asla çocuk sahibi olamayacaktır ve hala bunun acısını yaşamaktadır. Birkaç sene önce sırf bu yüzden, çocuğu olamayacağı için, çok sevdiği bir adamla evliliğin eşiğinden dönmüştür ve yaşadığı travmayı daha yeni yeni atlatmaktadır.
Lalenin hastalığı hem kendisinin, hem ailesinin, hem Ateşin, hem de Zeynepin hayatında büyük değişimlere neden olacaktır.
Kanal Dnin, derin devlet, siyaset ve mafya üçgeninde Türkiye gerçeklerini ele alan Kod Adı : Kaos adlı yeni dizisi bugün bomba gibi bir bölümle başlıyor.
Kod Adı Kaos ilk bölümünde 10 yıllık bir sırrı aydınlatılacak ve Susurlukta kaza yapan Mercedesten kaybolan çanta ve içindeki evraklar ile ender bulunan bir silah, gün ışığına çıkacak. Kaybolan çantanın akıbeti ve kazadan hemen sonra Mercedesin içinden nasıl ve kim tarafından alındığı da ekrana gelecek.
Dizinin ilk bölümünde ayrıca, Susurluktaki trafik kazasından sonra yaşanan gelişmeler de ele alınacak ve kaza sonrası yaşanan panik havası, emniyet teşkilatı, istihbarat servisleri, bürokrasi üçgenindeki gelişmeler ile yansıtılacak. Bu gelişmeleri yansıtmak üzere dizi için Ankaradaki İçişleri Bakanlığı önünde de çekimler yapıldı.
Ünlü trafik kazası ile ortaya çıkan ilişkilerin TBMMye yansıması, bu konuda bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması ve komisyona gelen emniyet ve istihbarat görevlileri başta olmak üzere tanıkların yaptığı şok açıklamalar da dizide ekrana gelecek.
Kod Adı Kaosun birinci bölümünde, medya ve TBMMnin olayın üzerine gidişi ve ortaya çıkan gerçekler ve yeni belgeler de yer alacak.
Platoda komisyon
Dizi çekimleri için Dikmen semtinde oluşturulan platoda da TBMM araştırma komisyonu için bir oda hazırlandı. Meclisdeki araştırma komisyonu odalarının bire bir aynısı olan bölümde tanıkların ifade verme görüntüleri çekilecek. Komisyon gerçeğinde olduğu gibi 9 milletvekilinden oluşacak. 8 milletvekilini sanatçılar canlandırırken komisyonun başkanlık görevini de gerçek hayatta olduğu gibi AKP Nevşehir milletvekili ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış yapacak.
Kültür eski Bakanı Fikri Sağlar ve Gazeteci Emin Özgönül'ün proje ve senaryo danışmanlığını üstlendiği, ''Kod Adı:Kaos'' adlı televizyon dizisinde yaşanmış olaylardan yola çıkılıyor. Dizinin yönetmenliğini ise Tevfik Şenol yapıyor.
Dizide Çetin Öner, Nuri Gökaşan, Korel Cezayirli, Serap Sağlar, Tayfun Eraslan, Tomris Çetinel, Ayşen Gürler, İhsan Sanıvar ve Gerçek Sağlar Mehmet Çebiç, Servet Pantül, Zeynep Koltuk gibi sanatçılar rol alıyor. Dizinin yeni bölümlerinde TBMM Başkanı Bülent Arınçın verdiği özel izin ile, Ankarada TBMM binası içinde yapılan çekimler de ekrana gelecek.
Bu okula girmek isteyen çoktur ancak İstanbul Sahne Sanatları Akademisi Süheyla Hanımın babasından yadigar bir okuldur. Tüm çabalarıyla bu okulu tek başına ayakta tutmaya çalışan Süheyla, bunu yaparken babasının yetenek seçme konusundaki titizliğinden de asla taviz vermemektedir. Bunun için de okulu her biri kendi alanlarında başarılı 6 öğretmenle renklendirmiştir.
Okulda özenle seçilmiş hocaların disiplini, hayatları ve genç kuşağın kimi zaman onlarla çatışması yer alırken, kimi zaman da gençlerin kendi aralarında kurdukları dostluklar ve çatışmalar öyküyü şekillendirmektedir. Bu okulun tek bir kahramanı yoktur. Bu okulda herkes birer kahraman çünkü hepsi kendi hayatlarına kendi doğrularıyla yön vermeye çalışan insanlar. Üstelik hepsinin tek bir amacı var: ünlü olmak!
Ama hakkıyla ünlü olmak, onlarca genç bu okula iyi eğitimalmak için geliyor, ama okulun veremediği bazı şeyler vardır ki bunlardan en önemlisi önce yetenek sonra tecrübedir. Birincisine sahip oldukları için bu okula giren öğrencilerimiz bakalım tecrübe konusunda da sahip oldukları kadar şanslı olabilecekler midir? Hayat onlara nasıl davranacak? Öğrtemenleri nasıl davranacak? Hayalleri ve amaçları doğrultusunda onlara kılavuz olabilecek mi öğretmenleri? Peki ya öğretmenleri? Onlar kendi hayat mücadeleleri sorunları içerisinde çocuklarla nasıl iletişim kuracaklar? Hangi hocalar okulun enlerinden seçilecek? Hangileri çok sevilecek hangileri ile dalga geçilecek? İşte Şöhret Okulu bu soruların içinde yoğrulmuş bir dizi.
Öykünün içinde şan-şöhret ve hayata tutunma ikilemi varken ,hocaların kendi hayatları ve öğrencileri arasında denge kurma çabaları söz konusuyken, onlarla ağlamak da kahkahalarla gülmek de, danslarıyla coşmak müziklerine eşlik etmek de işten bile değil. Yapımını Plato Filmin yönetmenliğini Volkan Kocatürkün yaptığı Şöhret Okulu dizisinin başrollerini Müjdat Gezen, Ayla Algan, İlhan Şeşen, Tan Sağtürk, Ebru Cündübeyoğlu ,Atilla Arcan , Serdar Deniz, Erol Büyükburç paylaşıyorlar; tabi keşfedilmeye hazır onlarca pırlanta gibi yeteneği de unutmamak lazım..
ESER : Ayşe Kulin
YÖNETMEN : Serdar Akar
SENARYO : Mahinur Ergun
OYNAYANLAR : Zuhal Olcay, Hakkı Ergök, Ecem Uzun, Özge Özberk, Oktay Kaynarca, Füsun Demirel, Hakan Eratik, Aliye Uzunatağan, Koray Ergun, Sibel Yıldırım, Fatih Koyunoğlu, Tunca Aykut, Semra Dinçer, Evren Bingöl, Özlem Çevik, Başak Sayan, Neslihan Kolaylı, Aşkın Şenol, Melek Akarsu, İcmal Aktuna, Başak Güleç, Eylül Duru, Murat İlker, Serkan Yakan, Öktem Doğru, Elif Çakman, Özgür Çankaya, Binnur Işık.
MÜZİK : Gökhan Kırdar
YAPIMCI : Koliba Film (Ata Türkoğlu)
Ayla : Zuhal Olcay
Zehra : Özge Özberk
Tarık : Oktay Kaynarca
Ahmet : hakan eratik
Erol : hakkı ergök
Bilge : ecem uzun
Fatik : füsun demirel
Hasan : koray ergun
Güllü : sibel yıldırım
Recep :fatih koyunoğlu
Musa : tunca aykut
Sıdıka : semra dinçer
Aydın : evren bingöl
Sühendan : özlem çevik
Suna : başak sayan
Neşe : neslihan kolaylı
Hamdi : aşkın şenol
Şule : aliye uzunatağan
Hale : melek akarsu
İlmiye : icmal aktuna
Nil : başak güleç
Melek : eylül duru
Hakan : murat ilker
Cem : serkan yakan
Şükran : melek akarsu
Adnan : öktem doğru
Lale : elif çakman
Kerem : özgür çankaya
K.zehra : binnur ışık
Varlıklı ailelerin boşanma avukatı olarak ünlenen Ayla Dinçerin (Zuhal Olcay), başarılı bir işadamı olan kocası Erol (Hakkı Ergök) ile sorunlu bir evlilikleri vardır. Babasına düşkün olan kızları Bilge (Ecem Uzun) ise bu duruma çok üzülmektedir. Küçüklüğünden beri Aylanın yanında yaşayan ve onun adeta manevi kızı olan Zehra Mercan (Özge Özberk) ise Bilge ile ilgilenmektedir. Aynı zamanda bir hastanede hemşire olarak çalışan Zehra nın, sevgilisi Doktor Ahmet Sarıoğlu ndan (Hakan Eratik) sakladığı bazı sırları vardır. Dinçerlerin evinde gündelikçi olarak çalışan Zehranın annesi Fatikin yaşadığı mahalle, Tarıkın (Oktay Kaynarca) başkanlığını yaptığı Belediyeye bağlıdır.
Gerek icraatları gerekse kişilik yapısıyla dikkat çeken Tarık Sayar, halkın problemleriyle yakından ilgilenen sıradışı bir belediye başkanıdır.
Yolcu
Star Tv ekranlarında, alışılagelmiş dizilerden çok farklı, yepyeni bir dizi başlıyor. YOLCU, yolu hep sarsıcı insan hikâyelerine çıkan gizemli bir gezgin. İzleyicilere, her hafta, tanık olduğu dramatik yaşam öykülerini anlatıyor
Yönetmen: Ali Artaç
Yapım : Espri Film
Yapımcı : Süleyman Nebioğlu
Senaryo : Selçuk Akman
Yolcu : Kürşat Atlıoğlu
Bolum Ozeti :
Dizinin ilk bölümünde gerçekten yaşanmış kanlı bir berdel öyküsü işleniyor.
Rüstemin küçük kızı Şeydaya, tecavüz edilmiştir. Tecavüz eden Sadıkın oğlu Mahmutdur. Köyün büyükleri bu olay kan davasına dönüşmesin diye Şeydanın öldürülmesine karar verirler. Rüstem, töre gereği kendi kızını öldürmek zorunda kalır. Buna karşılık, karşı ailenin küçük kızı Zilan, Rüstemin oğluna kan bedeli olarak gelin verilir.
Kızları Şeydanın ölüm acısıyla yanan aile ise intikam peşindedir. Zilanın kirlediğini söyleyerek bir hafta sonra evine geri gönderirler. Şimdi töre Zilanın canını alacaktır. Bu görev ise Zilanın en küçük ağabeyi Fırata verilmiştir.
Bir gecelik kaçamak affedilir mi? Birçok insanın kendi kendisine sorduğu ama yaşamadıkça cevabını bilemediği bu soruyu tartışmaya açıyor HAYATIM SANA FEDASiz olsanız affeder misiniz? İşte bu sorunun tam ortasında duruyor Levent Başaran (Tamer Karadağlı) ve Zeynep Başaran (Deniz Uğur) çiftiGüzel bir yuvaları, mutlu bir evlilikleri ve dünya güzeli çocukları Alper ile birlikte örnek bir evlilik yaşarlarken bir anda adeta yokuş aşağı freni boşalmış bir kamyonda bulurlar kendilerini. Karısını deliler gibi seven Levent bir gecelik ilişki sonunda peşine takılan obsesif bir Rus kadından kendini kurtaramaz bir türlü.İrina (Asu Emre) Leventin ve ailenin kabusu oluverir.Hiç istemeden yaşadığı bir gecelik ilişkinin bedeli bu kadar ağır mı olmalıdır diye sorar Levent kendi kendine. Kariyeri ve genel müdürlük yaptığı şirketteki görevini onu öldürmeye çalışacak kadar ikinci plana atmasına rağmen oğlunun yaşadığı bir sağlık sorunu nedeni ile İrinaya mahkum olacağını bilmeden hayatının tüm fırtınalarına göğüs germeye çalışırYa evliliğini kurtaracaktır , ya da çocuğunu Bir anda kabusun ortasına yuvarlanan Zeynep ise önemli bir karar verme aşamasındadır.Topu topu bir gecelik ilişki için kendisini ölesiye seven kocasından vazgeçmeli midir? Onu affetmeli midir?
Ayşe Kulinin aynı adlı kitabından senaryolaştırılan bu hikaye, birkaç yıl önce bir trafik kazasında hayatını kaybeden Vali Recep Yazıcoğlunun hayatından yola çıkılarak kaleme alınmıştır.
Hikayemiz, idealist bir valinin (FİKRET YAZICI), merkeziyetçi-bürokratik yapının doğal sonucu olarak soğuttuğu, birbirinden uzaklaştırdığı, hatta kimi zaman kopardığı devlet-halk ilişkisindeki kısır döngüyü kırma çabası üzerine odaklanır. Bu çabanın görünürdeki somut hedefi ise, yaklaşık otuz yıldır, yukarıda sayılan sebeplerden ötürü bir türlü yapılamayan bir KÖPRÜdür. İktidarlar gelip geçer, o yöreden seçilen milletvekilleri, her defasında birbir umutla Ankaraya gönderilir, içlerinden bakanlar, başbakanlar çıkar. Sayısız, raporlar, projeler hazırlanır, ama köprü ne hikmetse bir türlü yapılamaz. Bu arada hastalar hastaneye yetişemez, çocuklar okuluna gidemez, bazıları Karasunun hışmına uğrayıp sulara kapılır, gencecik anneler, karınlarında çocuklarıyla ölür.. isyan feryatları ayyuka yükselir ve karşılık olarak köprünün zarureti üzerine bir rapor daha tutulur.
Vali Fikret Yazıcı, şehre atandıktan kısa bir süre köprü sorununa el atar. Yaşadığı birkaç trajik olay, özellikle Başbağlar katliamı.. nehrin karşı yakasında terör örgütü insanları acımasızca öldürürken, köprüsüzlük yüzünden devletin, o insanların yardımına koşamayışı, zaten inatçı bir yapıya sahip olan Vali için köprüyü, nerdeyse bir ölüm-kalım meselesi haline getirir. Şu cümle beynine ve ruhuna mıh gibi çakılmıştır: GİDEMEDİĞİN YER SENİN DEĞİLDİR! aynı sınırlar içinde yer almak, eğer gidemiyorsan hiçbir şey ifade etmez!
Vali, köprü için çıktığı uzun ve çileli yolculuk, sayısız engelle doludur. Başta merkezi devlet ve onu temsil eden kurumların durağan yapısı. Fikret Yazıcı, buna karşı halkın kendi gücüne başvurur. Bölge insanlarını örgütler, nerdeyse imece sayılabilecek yöntemlerle işe koyulur ama bürokratik çark kendi bir şey yapamadığı gibi, yapılanları da engellemek üzere devreye girmekte gecikmez. Kaldı ki Fikret Yazıcı, sıra dışı uygulamalarıyla öteden beri biridir ve belli çevreler onun başarısızlığını zaten dört gözle beklemektedir. Onun da ötesinde, köprünün yapım süreci içinde, birlikte yola çıktığı insanlarla da zaman zaman derin görüş ayrılıkları yaşayacaktır. Bütün bu çabalarında ona yakından destek veren iki kişi vardır. İlki, attığı her adımda yanında olan, onunla aynı idealleri paylaşan, ömrünün en uzun yol arkadaşı, karısı MELEK İkinci ise, hikayeye daha sonra dahil olan ve köprüyü akıl almaz metotlarla var edip, nehrin üzerine yerleştiren.. bir başka sıra dışı insan: Mühendis Tekin
Tekin, vali gibi büyük idealleri olan biri değildir. Dahası, o güne kadar sadece kendisi için yaşamıştır. Köprülere aşıktır sadece.. bir de karısına. Ancak gün gelir, karısı kendisini başka bir erkek için terk eder. Tekinin hayatla arasındaki bütün köprüler yıkılır! Öylesine ki, hayatına son vermeyi bile düşünür. Derken o sırada Vali çıkar karşısına. Sert bir karşılaşmadır. Bu karşılaşmadan birkaç gün sonra Tekin, kendisi Elazığda bulur. Bir süre sonra da şehirdeki bir lisenin müdiresi Leyla ile tanışır. Leylada büyük şehirlerin birinden, gerisinde hazin bir gönül hikayesi bırakarak gelmiş, kalbinin kapıları epeydir dünyaya kapalı bir kadındır.
Kim bilir, belki de Tekinin yapımına başlayacağı Karasu nehri üzerindeki bu mütevazı köprü.. hem onların tek tek hayatla barışmalarını sağlayacak bir vasıtadır, hem de pek çok insanın birbiriyle ve hayatla yeniden kuracakları bir ilişkinin başlangıcı