Türkiyeıde alkol kullanma yaşı her geçen gün gençleşiyor..
Türkiyeıde alkol kullanımı her geçen gün artıyor. Yeşilayıın hazırladığı 2006 Zararlı Alışkanlıklar Raporuına göre, içkiye başlama yaşı 11ıe düştü.
1930ılu yıllarda kişi başına 1 litre alkol tüketilirken günümüzde bu rakam 20 litreye fırladı. Bu durum halk sağlığı açısından büyük risk oluşturuyor. Zira, insan vücuduna zarar veren kötü alışkanlıkların başında alkol geliyor. Beyin fonksiyonlarını yavaşlatan içki, mide ve karaciğer kanserine yol açıyor.
VAKAD tarafından kadınlar üzerinde yapılan bir ankette, okuryazar oranının düşmesiyle doğum oranının artışı paralellik gösterirken, kadınlar üzerinde aile içi şiddet ve evliliklerde aşiret ve aile baskısı öne çıktı.
Anket, Vanıda 23 mahallede oturan 15 yaş ve üstü evli ve bekâr farklı eğitim seviyelerinden oluşan 776 kadın üzerinde yapıldı. Ankete katılan kadınların yüzde 12ısinin sadece okur yazar, yüzde 25ıi ilkokul, yüzde 9ıu ortaokul, yüzde 23ıü lise, yüzde 11ıi üniversite mezunu ve yüzde 20ısinin ise okuma yazmasının olmadığı bildirildi.
Ankete katılan 776ısından 590 kişinin evli olduğunu dile getiren VAKAD Başkanı Zozan Özgökçe, evli kadınlardan sadece yüzde 60ının resmi nikâhlı olduğunu dile getirdi. Özgökçe, eğitim oranları düştükçe doğum oranlarında artışı dikkat çekiyor.
Özgökçe, erkekler kadınları fabrika olarak gördüğünü ifade ederek, kadının kendi beni üzerinde söz sahibi olmadığını söyledi.
Özgökçe, "Kadın kaç çocuk doğuracağı kararını veremiyor. Bu karar ya erkeğin elinde ya da toplumun değer yargılarına bağlıdır. Toplumdaki anlayış gereği kocalar fazla erkek çocuk istiyor. Koca ve ailenin büyükleri bunu isteyince kadının bir söz hakkı kalmıyor. Birde son zamanlarda Şartlı Nakit Transferi kapsamında doğum ve okuyan çocuk başına ödenen para ile birlikte kadının üstünde daha çok doğum yapması üstündeki baskıları arttı. Bir yönüyle devlet aile planlaması adı altında bu programı uygularken programın uygulanış biçimi bölgede daha çok çocuk yapmayı teşvik ediyor" iddiasında bulundu.
Özgökçe, anket Avrupa Komisyonu tarafından desteklenen Kadın Danışma Merkezi Projesi kapsamında, kadınların sosyo-ekonomik, demografik, kültürel ve eğitimsel özellikleri, cinsiyete dayalı şiddete yönelik algılar ve ayrıca toplumsal cinsiyete dayalı geleneksel rollerin ve yargıların yaygınlığı ile eğitim düzeyleri arasındaki ilişkiyi ölçmek için yapıldığını vurguladı.
Anket sonucuna göre erkeklerin çok evlilik yaptığını ancak dul kalan bayanlara ikinci evliliğe fazla izin verilmediğini kaydeden Özgökçe, kadınların evliliklerinde halen söz sahibi olmadığını belirterek, genç kızların evlenmesi esnasında eş belirlemede aşiret ve ailedeki erkeklerin söz sahibi olduğunu anımsattı.
Özgökçe, "Görücü usulü evlenen kadınların oranı oldukça fazladır. Evlenecek olan kadın veya erkeğe eş adayı aile ve çevredeki kişilerce gösterilirken, taraflar eğer evlenmeyi isterlerse görüşme evlilikle sonuçlanır. Ankette katılan kadınların bu görüşmeleri beğenerek, severek ve isteyerek evlenmek olarak algılarlar" dedi.
Ankette yer alan kadınların yaş durumlarıyla eşlerinin yaş durumlarının göz önüne alındığında kadınlar eşlerine göre daha genç olduğunu söyleyen Özgökçe, "Bu durumda toplumsal cinsiyet rollerine evlilik ile ilgili genel düşünce olan ıkadın erkekten daha küçük olmalıdırı fikrinin yaygın olduğu görülmekte. İyimser bir bakışla ankete katılan kadınların yarısına yakını akraba evliliği yaptığı bunun yüzdelik oranı yüzde 41 onanı çıkıyor" ifadesini kullandı.
Özgökçe, Doğu ve Güneydoğu Anadoluıda kadınların yaşadığı sıkıntıların önüne geçmek amacıyla bu adımı attıklarını belirtti. Gelecekte kadınlar için yapılacak çalışmalarda bu anket sonuçlarının göz önünde tutulması durumunda iyi çalışmalara imza atılacağını söyledi.
Özgökçe, "Hedefimiz bölgede her kesimden bayanın yaşamış olduğu sıkıntıları bu anketle belirlemekti. Sıkıntıların belirgin olması gelecekte yapılacak çalışmalara ışık tutacaktır" şeklinde konuştu.
Bakan Çubukçu: Dayak yiyen kadınların çoğu eşlerini haklı buluyor. Yeni
Devlet Bakanı Nimet Çubukçu, araştırmalara göre kadınların, yemeği yakması, kocasına karşılık vermesi, kadının parayı lüzumsuz yere harcaması, çocukların bakımını ihmal etmesi ve cinsel ilişkide bulunmayı reddetmesinin, kocaları tarafından fiziksel şiddete maruz kalma nedenleri arasında yer aldığını bildirdi. Çubukçu, gelir getiren veya gelir getirmeyen işte çalışmalarına göre değişse de kadınların yüzde 30u ile yüzde 61inin bu gerekçelerle kocasının kendini dövmesini haklı bulduğunu açıkladı.
Nimet Çubukçu, CHP Hatay Milletvekili Gökhan Durgun ve CHP Ordu Milletvekili Sami Tandoğdu'nun, "Kadına yönelik şiddet" içerikli soru önergelerini yanıtladı.
Sağlık Bakanlığı'nın 2003 yılında yaptığı Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmaları verilerine dayanarak verdiği yanıtta Çubukçu, kadınların, yemeği yakması, kocasına karşılık vermesi, kadının parayı lüzumsuz yere harcaması, çocukların bakımını ihmal etmesi ve cinsel ilişkide bulunmayı reddetmesinin, kocaları tarafından fiziksel şiddete maruz kalma nedenleri arasında yer aldığına dikkat çekti. Çubukçu'nun verdiği bilgiye göre, bu nedenlere bağlı olarak kocasının kendisini dövmesini haklı bulan kadınların, yaş ve eğitim durumlarına göre dağılımı şöyle:
"-15-49 yaş grubundakilerin yüzde 39'u,
-15-19 yaş grubundakilerin yüzde 63'ü,
-45-49 yaş grubundakilerin yüzde 39'u,
-İlkokul bitirmemiş kadınların yüzde 62'si,
-Lise ve üzeri eğitim almış kadınların yüzde 8.8'i,
-Batı bölgelerinde yaşayan kadınların yüzde 32.5'i,
-Doğu'da yaşayan kadınların yüzde 49'u,
-İşi olmayan kadınların yüzde 38'i,
-Gelir getiren bir işte çalışanların yüzde 30'u,
-Gelir getirmeyen bir işte çalışanların yüzde 61'i"
ÜÇ AİLEDEN BİRİSİNDE FİZİKSEL ŞİDDET UYGULANIYOR
Bakan Çubukçu, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü'nün "Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları" konulu araştırma sonuçlarının, aile içerisinde kadına ve çocuğa doğrudan uygulanan şiddetin azımsanamayacak bir oranda olduğunu ortaya koyduğunu belirtti. Çubukçu, araştırma bulgularını ise şöyle özetledi:
-Araştırma bulgularına göre fiziksel şiddete ailelerin yüzde 34'ünde rastlanmaktadır. Sözlü şiddetin rastlandığı hanelerin oranı yüzde 53'ü aşmaktadır. Çocuklara yönelik fiziksel şiddete rastlanma olasılığı ise en az yüzde 46 olarak hesaplanmıştır. Teorik olarak en fazla puan 53 olarak tespit edilmişken yüzde 46'lık bir oranın oldukça fazla olduğu söylenebilir.
-Şiddet uygulanan hanelerin yüzde 75'inde çocuklar şiddete şahit olmaktadırlar. Şiddeti gözlemleyen çocukların gösterdikleri tepkilerin içinde en sık rastlanılanı yüzde 54'lük bir oranla 'korku' olmuştur. Çocukların yüzde 16'sı tepkilerini 'babayı sevmemek' şeklinde göstermektedirler. Şiddete tanıklık eden çocukların yüzde 7'si 'hiç ses çıkarmamakta'dır.
-Çocukların yüzde 45'i 'içlerine kapanmak' şeklinde tepki vermekte. Yüzde 5'i ise tepkilerini 'saldırgan davranmak' şeklinde ortaya koymaktadır.
-Şiddeti uygulayan kişilerin yüzde 31'i çocuklara şiddet davranışı göstermezken, yüzde 19'u çocuklara da şiddet uygulamaktadır. Şiddeti uygulayan kişinin çocuklara nasıl davrandığı sorusu yüzde 51'i tarafından cevapsız bırakılmıştır.
-Bununla birlikte şiddete maruz kalan kadınlar açısından aynı soru yöneltildiğinde, şiddete maruz kalan kadınların yüzde 28'i çocuklarını dövmediklerini, yüzde 27'si ara sıra dövdüklerini, yüzde 25'i çocuklarını dövdüklerini belirtirken, yüzde 20'si ise bu soruyu yanıtlamamışlardır.
9 milyon 801 bin kişi ise 'Oğlak' burcu olarak görünüyor.
Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü verilerine göre, hayatta olan kişiler arasında 1 milyon 537 bin 458 tane Mehmet bulunuyor.
Mehmet ismini 1 milyon 195 bin 232 kişiyle Mustafa izliyor. Ahmet, Ali ve Hüseyin isimleri sıralamada birbirinin ardında yer alıyor.
Kadın isimlerinde ise 1 milyon 529 bin 170 kişi ile Fatma ilk sırada yer alıyor.
Fatma ismini 1 milyon 161 bin 16 kişi ile Ayşe izliyor. Emine, Hatice ve Zeynep de en yaygın kadın isimleri olarak sıralanıyor.
Aynı istatistiklere göre, Türkiye'de 1 milyon 52 bin 196 kişinin soyadı ise Yılmaz. Bu soyismini ise sırasıyla Kaya, Demir, Şahin ve Çelik izliyor.
Emre, Büşra ve Merve
1990-2000 yılları arasında doğan erkek çocuklarına verilen isimler arasında Emre, kızlara verilen isimler arasındaysa Büşra ile Merve ilk beşte yer alıyor.
2000-2005 yılları arasındaysa, erkeklerde Furkan, kızlarda İrem en çok tercih edilen isimlere eklendi.
İstatistiklerde hem erkek hem de kadınlara verilebilen ortak isimler de dikkat çekiyor.
Ortak isimler arasında erkeklerin en çok sahip olduğu isim, 244 bin 556 kişiyle Yaşar. Bu ismi 52 bin 108 kadın da kullanıyor.
125 bin 424 kadının sahip olduğu Satı ismini ise 8 bin 630 erkek kullanıyor.
Ömür ismi ise 11 bin 472 erkek ve 11 bin 431 kadın tarafından yaklaşık olarak eşit sayıda kullanılıyor.
İlkbaharda yoğunlaşma
İstatistiklerde, Türkiye'deki doğum tarihlerinin dağılımları da bulunuyor.
Doğumların ilkbaharın başlarında yoğunlaştığı, kışın başlarında ise azaldığı dikkat çekiyor.
Bu istatistiklerde 9 milyon 801 bin kişi, 23 aralık-20 ocak tarihlerinde doğanların sahip olduğu 'Oğlak' burcu olarak görünüyor.
İkinci yaygın burç ise 7 milyon 222 bin kişi ile 'Balık' burcu. 'Yay' burcu ise 4 milyon 127 bin kişi ile yaygınlık sıralamasında son sırada yer alıyor.
Çocukluğunda geçirdiği menenjit sonrası felç olan ve yaşamını tekerlekli sandalyede geçiren Erdal Yalçın, adını sır gibi sakladığı 15 yıllık platonik aşkı sayesinde yaşama sarıldı.
"Ela Gözlüm" dediği sevgilisi için kullanabildiği tek parmağıyla 400ü aşkın şiir yazarak, iki kitap yayınlayan Yalçının üçüncü kitabı önümüzdeki günlerde raflarda olacak.
Yalçın, "Aşk, benim için tatmin olmamış bir duygu. Aklımda, hayalimde hep o var. İmkansız olsa da gönül ferman dinlemiyor" diyor. "Bir aile kurabilmeyi çok isterdim" diyen Erdal Yalçının 15 yıllık aşkını, ela gözlüsü bilmiyor. Ama bir başka kızdan evlilik teklifi almış. Kendini yeterli görmemiş, genç kızı yarı yolda bırakmak istememiş ve son kararını vermiş: "Bekarlık sultanlıktır."
Yalçın, engelleriyle yaşamayı öğrenmiş. Çünkü onun için en önemlisi beyninin çalışması. "Okuyor, yazıyor, düşünüyor, duygularımı yaşayabiliyorum. Kimse biz engellilere acımasın, bize destek olurlar, önümüze engel çıkartmazlarsa biz de her şeyi yapabiliriz" diyor.
...ask engel tanimiyor iste!
Arkadaş şiddeti depresyon nedeni
Hollandada yapılan bir araştırma, okulda arkadaşlarından dayak yiyen veya korkutulan çocuklarda depresyon başta olmak üzere birtakım sağlık sorunlarının başgösterdiğini ortaya koydu.
Araştırmacılar da, çocukların yaşadıkları sorunların, okulda maruz kalınan şiddetle alakası olabileceği konusunda aileleri uyarıyor...
Okullarda yaşanan şiddet olayları, araştırmacıları da harekete geçirdi. Hollandada 18 ilkokulda yapılan bir araştırmaya göre arkadaşları tarafından dövülen veya korkutulan çocuklarda depresyon veya başka sağlık sorunlarının yaşanması olasılığı, diğer akranlarına göre daha yüksek.
6 ay boyunca 9 ila 11 yaşında bin 118 çocuğun katılımıyla yürütülen araştırmada, söz konusu çocuklara arkadaşları tarafından şiddete maruz bırakalıp bırakılmadıkları soruldu. Araştırmada şiddet kapsamında sayılan unsurlar arasında, takma adla çağrılmak veya çeşitli şekillerde dışlanmak da yer aldı.
Sonuçları inceleyen araştırmacılar, söz konusu şiddet unsurlarına maruz kalan çocukların, depresyona girme ihtimalinin yaşıtlarına göre 4 kat fazla olduğu sonucuna vardı. Şiddete maruz kalmanın ayrıca aşırı heyecan, altına kaçırma ve karın ağrısı gibi durumlara yol açtığı da ortaya konuldu.
Araştırmacılar, çocuklarında çeşitli sağlık sorunları baş göstren aileleri, bu durumun okulda maruz kalınan şiddetle alakası olabileceği konusunda uyarıyor.
Her insanın günde 200 kez yalan söylemeyi aklından geçirdiği, kadınların çoğu zaman başkasını kırmamak için bu isteğe kapılırken erkeklerin kendilerini üstün göstermek için yalan söyledikleri iddia ediliyor.
Abartı meraklıları
Erkeklerin kadınlara göre daha çok yalan söylediği belirtilirken problemlerini, korkularını gizledikleri ve abartıya meraklı oldukları kaydedildi. Erkeklerin en çok söylediği yalanların ise şunlar olduğu ifade edildi.
Statü yalanı
Erkekler olayları biraz şişirmeye meraklıdır. En büyük arabalar onların, en önemli iş yerlerinde onlar çalışır. Bu gösteriş hevesi kendilerini başkalarıyla kıyaslama düşüncesinden kaynaklanıyor.
Bilgi yalanı
Hiçbir bildikleri olmasa da erkeklerin yüzde 84'ü bilgi sahibiymiş gibi davranıyor. Kendilerini sorun çözme konusunda yetenekli görüyorlar.
Duygu yalanı
'Bir problemin mi var?' sorusu erkeklere sorulduğunda, genelde 'Hayır, yok' derler. Zaaflarını açığa vermeyi sevmediklerinden bunları gizlerler.
Korku yalanı
Erkekler, cesur olmaları gerektiğini sanır. Onun için korkularını ve fobilerini (örümcek gibi) saklarlar.
Tembellik yalanı
Yaptıkları her şeyi abartılmış gerekçelerle savunmayı hoşlanırlar. Yaptıkları her şeyin bir anlamı olmasını isterler.
Kaytarma yalanı
Uzun süreli tartışmalardan kaçmak için soruları hemen kısa bir 'evet' ile cevaplandırırlar. Örneğin "Beni halen seviyor musun?" veya "Bu elbise bana yakıştı mı?" gibi.
Ağzından çıktığıyla aklından geçirdiği
Yalana ilişkin yapılan çeşitli araştırmalarda, erkeklerin söylediği ve aklından geçirdiği arasında dağlar kadar fark olduğu ortaya çıktı.
1 . Eğer şişmanladığını düşünüyorsan büyük ihtimalle şişmanlamışsındır zaten, bana sorma, cevap vermeyi reddediyorum.
2. Eğer bir şey istiyorsan sorman yeterli. Bir şeyi açığa kavuşturalım. Biz erkekler basitizdir. Öyle farklı anlamlar taşıyan dolaylı soruları anlamayız. Ne istiyorsan direk söyle.
3. Eğer, aslında cevap beklemediğin bir soru sorduğunda, duymak istemediğin bir cevap alırsan sakın şaşırıp kızma.
4. Biz erkekler basitizdir. Mesela senden ekmeği getirmeni istiyorsam, aslında ekmeği getirmeni istiyorumdur. Bundan ekmek masada değil diye bir iğneleme yaptığım sonucunu çıkarma. Bunda ne bir dolaylı anlam ne de bir iğneleme var. Biz gerçekten basitizdir.
5. Biz basitiz. Bana ne düşündüğümü sormanın o yüzden hiç bir anlamı yok. Erkekler zamanlarının yüzde 96.5'inde seks düşünürler. Yanlış anlama, biz sapık değiliz, sadece en çok hoşumuza giden şey seks.
6. Biz basitiz. Seni düşünmediğim zamanlar da olabilir. Bu kötü bir şey değil, buna alışmalısın. Bana ne düşündüğümü sakın sorma, çünkü bu benim için senin politika, ekonomi, felsefe, futbol, kafa çekmek, göğüsler, kalçalar ve arabalar hakkında muhabbet edebileceğini gösterir, ama edemezsin.
7. Cuma + Cumartesi + Pazar = Bol bol yemek yemek = Arkadaşlarla muhabbet = Futbol = Bira... Benden başka bir şey bekleme. İster deprem, ister yangın, ister sel, ister dolunay olsun bizim için hafta sonları budur.
8. Alışveriş yapmak zevkli değildir ve asla da olmayacak.
9. Bir yere gittiğimizde, hangi kıyafeti giyersen giy sana çok yakışıyor, yemin ederim, o yüzden bir daha sorma.
10. Yeteri kadar ayakkabın ve elbisen var. Beni iflas ettirmek bir sevgi gösterisi değildir.
11. Erkeklerin çoğunun en fazla 3 çift ayakkabısı vardır. Tekrar ediyorum, biz basitiz. O yüzden 30 çift ayakkabından hangisinin kıyafetine uyacağını sorma, bilmiyorum, 9. maddeye bak yeter.
12. Evet ya da hayır gibi cevaplar yeterlidir, soru ne olursa olsun. Başka anlamlar arama, evet ya da hayır işte.
13. Bir problemin olduğunda benden sorunu çözmek için yardım iste. Benden seninle aynı üzüntüyü çekmemi bekleme, o senin kız arkadaşlarının işi.
14. 8 hafta süren baş ağrıları baş ağrısı olamaz, bir doktora git.
15. Eğer 2 değişik şekilde anlayabileceğin bir şey söylemişsem, ve bunlardan biri kötü ve seni üzecekse, kesinlikle öbür anlamında söylemişimdir, boşuna beni sıkıntıya sokma.
16. Erkekler sadece 16 renk görürler. Şampanya bir renk değil bir içkidir.
17. Siz el çantalarını ne kadar seviyorsanız biz de birayı / rakıyı o kadar seviyoruz. Bunu anlamanı beklemiyorum çünkü ben de sizinkini anlamıyorum.
18. Sana neyin var diye sorduğumda hiç bir şeyim yok dersen sana inanırım, benim için olay bitmiştir. O yüzden bir şeyin varsa direk söyle.
19. Beni seviyor musun diye sorma. Emin ol ki sevmesem yanında 1 saniye bile durmam.
20. En karmaşık durumda bile bizim için temel kural şudur: En kolayını seç. Bizden komplike şeyler bekleme. Biz gerçekten basitiz
Biyoenerji uzmanı Dr. Emine Dragan, yemek arasında ve yemekten sonra içilen suyun kilo aldırdığını belirterek, "Vücut günde ortalama, iki litre suya ihtiyaç duyar, ancak yanlış zamanda içilen su zarar verir. Sağlıklı bir yaşam için, yemekten önce bir bardak su içilmeli" dedi.
DOKTOR Dragan, "Yemekten önce içilen su, hazım için gerekli hazırlığı yapması konusunda mideyi uyarır. Bu şekilde yenilen yemek, kolay sindirilir, besin ve vitamin değerini kaybetmez. Su, meyve suyu, çay ya da kahve, yemekten iki saat sonra içilmelidir" diye konuştu.
Neye yarar?: Damarlara zarar veren 'homocysteine' isimli kimyasalın seviyesini düşürür.
Dozu: 31-50 yaş: günde 1,3 mg 51+: Günde 1,5-1,7 mg
Kaynaklar: Baklagiller, et, balık, turunçgiller, muz, karpuz.
B12 vitamini
Neye yarar?: Sinir hücrelerini korur. Hafızayı güçlendirir.
Dozu: 31+: günde 2,4 mg. Kaynak besinler: Et ve süt gibi hayvansal ürünler, güçlendirilmiş tahıllar.
C vitamini
Neye yarar?: Katarakt ile meme ve mide gibi bazı kanser türlerine yakalanma riskini azaltır. Dozu: 31+: 75-90 mg
Kaynak besinler: Turunçgiller, brokoli, dolmalık biber, lahana, çilek.
Folik asit
Neye yarar?: Hamilelikte alınırsa doğumdan gelen kusurları önler, kolon kanseri ve Alzheimer'a karşı koruyucudur. Dozu: 31+: Günde 400 mcg.
Hamilelerde: 600 mcg. Kaynak besinler: Ekmek, makarna ve kahvaltılık gevrekler, baklagiller, ıspanak, brokoli ve portakal suyu.
A vitamini
Bulgu ve endişeler: Görme yeteneğini korur, katarakt riskini azaltır. Ancak fazlası kemiklere zarar verebilir. Dozu: 31+: erkeklerde 3000 IU (uluslararası birim), kadınlarda 2333 IU
Kaynaklar: Havuç, tatlı patates ve mango.
D vitamini
Neye yarar?: Kalsiyumla birlikte alındığında kemik kırılmasına karşı korur. Yüksek dozda alındığında kolon, meme ve yumurtalık kanserini önlemeye yardımcı olur.
Dozu: 31-50 yaş: günde 200 IU 51-70 yaş: 400 IU Kaynak besinler: Süt ve tahıl, balık ve margarin.
E vitamini
Neye yarar?: Hücrelere zarar veren molekülleri etkisiz hale getirir. Prostat kanserine ve Alzheimer'a karşı korur.
Dozu: 31+: Doğal kaynaklardan 22 IU veya 33 IU sentetik E vitamini.
Kaynak besinler: Yeşil yapraklı sebzeler, kabuklu yemişler, bitkisel yağlar ile tahıllar.
K vitamini
Neye yarar?: Kan pıhtılaşması için gereklidir, kemikleri korur.
Dozu: 31+: Günde 90-120 mcg (mikro gram).
Kaynak besinler: Yeşil yapraklı sebzeler, süt ve süt ürünleri, yumurta, tahıllar ve karaciğer.
Kalsiyum
Bulgu ve endişeler: Kemikler için çok önemlidir. Ancak bazı araştırmalar, çok yüksek dozda alınan kalsiyumla prostat kanseri arasında bağlantı olduğunu gösterdi.
Dozu: 31-50 yaş: günde 1000 mg 51+: günde 1200 mg
Kaynak besinler: Süt, peynir, yoğurt, brokoli, lahana ve portakal suyu.
Magnezyum
Neye yarar?: Kalbi korur ve kan basıncını düşürür.
Dozu: 31+: Erkeklerde 420 mg, kadınlarda 320 mg.
Kaynak besinler: Yeşil yapraklı sebzeler, fıstık, ceviz, tam tahıllardan yapılan spagetti, tahıllar ve baklagiller.
Potasyum
Neye yarar?: Hipertansiyon riskini azaltır, kemiklerin mineral yoğunluğunu artırır.
Dozu: 31+: günde 4700 mg
Kaynak besinler: Kırmızı ve beyaz et, balık, süt, bamya, muz, domates, dolmalık biber ve portakal.
Demir
Neye yarar?: Kandaki oksijen akışını sağlar. Vejetaryenlerin ekstra demire ihtiyacı olabilir.
Dozu: 31-50 yaş: Erkeklerde günde 8 mg, kadınlarda 18 mg. Kaynak besinler: Et, tahıllar, yumurta, kabak çekirdeği, kepek ve ıspanak.
Selenyum
Neye yarar?: Bazı kanser türlerinden korur. Özellikle prostat kanseri riski taşıyan erkeklere faydalıdır.
Başağrısı deyip geçmeyin. Aşırı duyarlılık, huzursuzluk ve iştahsızlığı da beraberinde getiriyor.
Evliliklerde ise başağrısı adeta huzurun dinamiti. Başım ağrıyorla başlayan günün sonu gelmiyor. Eğer migren tanısı varsa ağrı günlerce devam edebiliyor. Gerek ağrı, gerekse her an ağrı olacağı beklentisi de insanı ağır bir strese sokuyor. Ondan kesin kurtuluş umudu ise akupunkturda. Migren tedavisinde akupunktur yüzde 85 gibi yüksek bir oranda başarı sağlıyor.
Alternatif tıp dalında önemli bir tedavi yöntemi olan akupunktur, Çin'de birçok hastalığın tedavisinde ve vücuttaki ağrıların giderilmesinde kullanılıyor. İnsanların en çok yakındığı hastalıklardan biri olan migren ve baş ağrısında akupunktur uygulaması son yılarda oldukça yaygınlaştı. Yapılan bir araştırma sonucunda akupunkturla tedavi gören migren hastalarının yüzde 85inin tedavi gördüğü ortaya çıktı. Baş ağrısında kullanılan ilaçlarının yan etkileri de insanları akupunktura yönlendiriyor.
Baş ağrısı kafadaki ağrıya duyarlı yapıların uyarılması, çekilmesi veya basınç altında kalmasından kaynaklanıyor. Bu nedenle başağrısı bir hastalık değil bir bulgu. Uzmanlar başağrısı ile müracaat eden bir hastada, öncelikle ağrının kaynağının ne olduğunun saptanması gerektiğini söylüyorlar. Dr. Nermin Sezgin Günaydın şiddetli baş ağrılarının evlilikleri olumsuz yönde etkilediğini anlatıyor. Huzura dinamit fırlatan bir başka hastalık da migren. Nedeni tam olarak bilinmemekle beraber organik nedenli başağrıları sınıfında yer alan kalıtımsal geçişli, kafa içi ve dışı işlevsel dolaşım bozukluğuna bağlı bir ağrı çeşidi. Her yaşta görülmesine rağmen genellikle 10-20 yaşları arasında başlıyor ve kadınlarda erkeklerden daha sık görülüyor.
Başağrısı öncesinde, kısa süreli sıkıntı, aşırı duyarlılık, huzursuzluk ve iştahsızlık görülüyor. Bu bulgular ağrı ortaya çıkmadan kısa bir süre önce kayboluyor veya ağrı ile karışabiliyorlar. Ağrıların süresi 6 ile 36 saat arasında değişiyor. Sıklıkla uykuda başlıyor, fakat günün herhangi bir saatinde de ortaya çıkabiliyor. Ağrı sadece acı verici bir bulgu değil aynı zamanda kişinin günlük ve sosyal yaşamını da etkileyen bir durum. Gerek ağrı gerekse her an ağrı olacağı beklentisi kişiyi ağır bir stres altında bırakıyor hatta depresyona neden oluyor. Bu nedenle başağrılarını ciddiye almak önemli. Öncelikle ağrının nedenini saptamak gerekiyor
Migrende kesin çözüm
Son yıllarda akupunkturla migren tedavisi yöntemine olan ilgi daha da yükseldi. Dr. Nermin Sezgin Günaydın da Akupunktur tedavisi uygulayan doktorlardan biri. Pekin'de bulunan "Tradational Chinese Medicine and Farmakology" adlı üniversitede akupunktur eğitimi alan Günaydın, Akupunkturla migren tedavisinde yzde 85 gibi yüksek bir oranda ve uzun süreli başarı sağlandığını anlatıyor: Başağrısı ile gelen bir hastada öncelikle ağrının hangi meridyen üzerinde olduğu dedeksiyon ve diğer muayene yöntemleriyle saptanıyor. Muayene sonucu kişiye özel noktalar belirleniyor ve genel noktalarla beraber tedavi planlanıyor.
1997'den beri akupunkturla ilgili çalışmalarına devam eden Dr.Nermin Sezgin Günaydın, ülkemizde de hızla yaygınlaşmakta olan bu tedavi biçiminin rağbet görmesinin en önemli nedenlerinden birisinin ilaçsız ve yan etkisiz olmasına bağlıyor. Dr. Günaydın, haftada bir veya iki kez olmak üzere en az 8 seanslık bir tedavinin uygulanması gerektiğini söylüyor. Akupunkturla başın belası ağrı ne kadar sürede geçer? Başarı oranı nedir? Ağrının şiddeti ve sıklığına göre değişmekle beraber haftada en az iki seans olmak üzere 10-15 seanslık bir tedavinin yeterli olduğunu söylüyor.
Takıntılı ve mükemmeliyetçi kişiliklerde migrene daha sık rastlanıyor.
Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Yasef Özsarfati, migren hastalığının daha çok kadınlarda görüldüğünü, migrenlilerin titiz ve mükemmeliyetçi kişiler olduklarını söyledi. Prof. Özsarfati, Birçok insan migreni tedavisi mümkün olmayan bir hastalık olarak görüyor. Oysa migren tedavisinde çok başarılı sonuçlar alıyoruz dedi.
Takıntılı ve mükemmeliyetçi kişiliklerde migrene daha sık rastlandığını vurgulayan Prof. Özsarfati, Migren hastaları baş ağrısı atakları nedeniyle ayda birkaç kez işe gelemeyebilirler, ancak işlerini mükemmel bir şekilde yaparlar. Aynı şekilde tedavilerini de çok iyi takip ederler, doktor sözü dinlerler dedi.
Ağrı olunca hastalara sessiz ve karanlık bir odada dinlenmelerini önerdiklerini kaydeden Prof. Özsarfati, tedavi hakkında şunları söyledi: Sara ilaçları kullanılarak beynin elektriksel deşarjının bloke edilmesi sağlanır. Antidepresanlardan yararlanılır. Kişinin sosyal ve iş hayatını bozmayacak şekilde tedavisi düzenlenir.
Uzman Diyetisyen Dr. Dilara Koçak, şehir yaşamının bizi düzenli olarak yılda iki kez detoks yapmaya zorladığını söylüyor. İşte Koçaktan detoks önerileri...
Vücudumuza dışarıdan gelen ve metabolizma sonrası oluşan toksinlerimizi temizleyen başlıca organımız karaciğerdir. Bunlar vücuttan böbreklerden idrarla, deriden ter ile, bağırsaklardan dışkı yolu ile atılır. Karaciğerin tam olarak görev yapmasına alkol, ilaçlar, sigara dumanı, egzos dumanı, fazla protein ve doymuş yağlar engel olur.
Son günlerde sigara içilen kalabalık mekanlarda dumana maruz kalıp, alkol tükettiyseniz; yemekleri ihtiyacınız olandan daha çok miktarda ve çeşitlilikte yediyseniz bolca stres ve toksin yarattınız demektir. Sağlıklı bir vücut belirli düzeydeki toksinleri vücuttan rahatça uzaklaştırabilir, ancak fazla miktarda birikirse bu denge bozulur. Günlük işlevleri etkilenen vücut gerekli enerjiyi üretemediğinden yorgunluk, halsizlik, konsantrasyon güçlüğü ile karşılaşılabilir. Bu durumda özel bir detoks programı faydalı olacaktır.
Taze bir vücut için 10 günlük detoks
Çok karışık bir diyet tükettiğiniz zaman, detoksifikasyon çok daha önemli hale gelir. Rafine edilmiş yiyecekler, et ürünleri ve şarküteriler, yoğun işlenmiş mandra ürünleri, alkol, yağlı besinler ve katkı maddesi yoğun ürünler sonucunda sindirim sistemi başta olmak üzere tüm sistemler için yük meydana gelir. Toksinler kişilerin yağ deposunda biriktiğinde kilo verdikçe toksinlerin uzaklaşması da önemlidir. Bu sebeple uzun süre zayıflama diyeti yapanların diyetlerini doğal besinler yönünden gözden geçirip aralarda detoks uygulamaları daha başarılı olmalarına katkıda bulunur.
Vücudunuzun temiz bir nefes alması için yapılan detoks programlarında karaciğeri dinlendirmek, ter ile toksinleri atmak, yeterli sıvı ile böbrekleri çalıştımak, iyi çalışan bağırsaklar ile atık maddeleri temizlemek; egzersiz, sauna, buhar ve masaj ile desteklenebilir. 10 günlük bir detoks programı daha taze bir vücutla uzun bir seneyi karşılamak açısından uygun olabilir.
Potansiyel olarak ilaçlar, yağlar, organ etleri, doymuş yağlar, etler, rafine besinler, işlenmiş tahıllar ve şeker yağ ilavesi ile pişmiş karbonhidratlar toksinleri artırır. Bu besinler tüketildikçe, vücudu temizleme ve dinlendirme sıklığı artar. Ancak sebze, meyve, su, doğal gıda ve lifli gıdalarla beslenme arttıkça; toksinlerden arınma işlemi az destekle çok özel bir işleme gerek kalmadan doğal olarak gerçekleşir.
İçki masasında bol su için
Mide bulantısı, başağrısı, hafif bir titreme, boşluk hissi, güçsüzlük... Bunların hepsi bir daha çok fazla içki içmemek üzere kişilerin kendilerine her seferinde söz verdiği belirtilerdir. Biraz dikkat edilirse, içki sonrası oluşan bu şikayetleri ve sersemliği önlemek daha kolay olabilir. İçki içmeden önce bir şeyler yemek alkolün hızlı emilimini engeller, gece boyunca aralıklarla su içmeniz ertesi gün kendinize teşekkür etmenizi sağlar.
Bunların hepsi iyi ve güzel öneriler, ama birkaç bardaktan sonra genelde aklımızdan uçup gidebiliyor. Alkol sofrasında bol su içmek önemli. Alkol vücudumuzdaki anti-diuretik hormon üretimini azaltır. Dolayısıyla daha fazla su kaybederiz. Vücudumuz susuz kalır ve ağzımız kurur. Vücudunuzun susuz kalması sonucunda, dokularınızın kuruması ve toksinler sonucunda başağrılarınız olur.
Alkol midede hazımsızlık hissi ve mide bulantısı yaratır. Ayrıca uyku kalitenizi düşürerek , kendinizi ertesi gün yorgun hissetmenize sebep olur. Kan şekeri seviyenizin etkilenmesi baş dönmesi, yorgunluk, bayılma hissi, titreme ve açlık hissi yaratır.
İçkiyi fazla kaçırıp, ertesi gün kötü uyandıysanız
- Uyandığınızda bol bol su içmeye gayret edin.
- Çay veya kahve içmek yerine, midenizi yatıştıracak ve toksinlerinizi atmanıza yardımcı olacak bitki çaylarını limonla birlikte tercih edin. Mesela papatya, adaçayı, rezene, melissa gibi çaylar kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır.
- Meyve ve sebze suları ile kaybettiğiniz suyu ve vitaminleri geri almanız çok önemlidir. Bitki sularının karışımı ile hazırlanmış özel detoks sıvıları da yardımınıza yetişebilir.
- Toksinlerden arınmak için sauna veya buhar banyosu yapmayı da düşünebilirsiniz. Her iki yöntemin de vücuttan su atacağını göz önünde bulundurarak, daha fazla su içmeye gayret edin.
Nasıl detoks yapabiliriz?
Toksinlerden kurtulmak için doğal beslenme ana prensiptir; yani bol bol sebze ve meyve tüketmeniz gerekir.
Detoks nedir?
Detoks, toksinlerden arınma anlamına gelir. Hergün birçok toksin ile karşı karşıya kalınır. Bunlardan en önemlisi sigara dumanıdır ve siz içmeseniz bile etrafta içenlerden gelen duman dahi bu konuda yeterlidir. Alkol, gereksiz alınan ilaçlar, aşırı katkı maddesi kullanımı, tarımsal ilaçlar, besin alerjileri, hava kirliliği, egzos gazı ve radyasyon da yine önemli toksin kaynaklarıdır.
Bunlara dengesiz beslenme, hareketsiz yaşam ve stres de ilave olursa; vücudunuzun hem stresle baş etmesi hem ihtiyacı olan besin öğelerini karşılaması, hem de bağışıklık sisteminizi güçlü tutması gittikçe zorlaşır. Yani toksinlerin vücutta artışı, stresle birlikte bağışıklık sistemini olumsuz etkiler. Bağışıklık sisteminin yavaşlaması ise gripten kansere kadar çok geniş bir yelpazede hastalığa karşı risk demektir.
Kimler detoks yapabilir?
Her gün beş porsiyon sebze meyve tüketemeyen, yeterli su içmeyen, çok yoğun alkol ve kafein tüketen, aşırı stresli çalışan, sık seyahatleri olan, hareketsiz bir yaşam sürdürenler detoks yapabilir.
Depolanma, taşınma ve işlenmelerinde besin niteliklerinden pek çoğunu kaybettikleri biliniyor. Diğer taraftan çevresel kirlenme, toksinler, alkol, sigara ve daha pek çok zararlı etken, bedenimizin bu doğal mucizelere ihtiyacını artırıyor. Bu desteklerin en önemlilerine ilk beşte yer vermek istedik. Onlarla tanışmak istiyorsanız bu yazıyı dikkatle okumalısınız!
Omega-3 yağ asitleri
Damarları korur, cildi gerginleştirir
Günlük destek olarak (EPA+DHA toplamı) 500-1500 mg alınması yeterlidir. Balık, ceviz, keten tohumu ve pearl tohumu doğal kaynaklarıdır. Haftada 2-3 kez balık tüketmeniz, 2-3 kez 50-100 gr kadar ceviz-fındık yemeniz ve günde 2-3 çay kaşığı taze öğütülmüş keten tohumunu salatalarınıza eklemenizde de yarar var!
Kanı inceltir, pıhtılaşmayı azaltır.
Damar duvarını korur, endotel adı verilen döşeyici iç yüzeyin bütünlüğünü destekler.
Trigliserid düzeyini azaltır, faydalı HDL kolesterolünü çoğaltır.
Tüm damar ve organlarda yangısal süreçleri baskılar, yangı önleyici / anti-enflamatuar bir rol oynar.
Bedensel yağ kaybını hızlandırır, kilo vermeyi kolaylaştırır.
Bağışıklık sistemini güçlendirir.
Kan şekerini dengeler.
Dikkat ve konsantrasyon yeteneğini destekler, belleği güçlendirir, unutkanlığı önler.
İyilik hissini güçlendirir, depresyonu önler.
Cilt yaşlanmasını geciktirir, cilde gerginlik ve parlaklık verir.
Konjüge linoleik asit (cla)
Aşırı kilolara iyi gelir
Düzenli olarak susam çekirdeği ve süt ürünleri tüketenlerde, kandaki CLA seviyeleri artmaktadır. Et ve süt ürünleri en zengin kaynaklarıdır. Susam ve süt ürünlerinin birlikte kullanımı CLA etkinliğini (özellikle kilo kaybını) desteklemektedir.
Kilo fazlalığı sorununun çözümünde etkili olabileceğini gösteren kanıtlar vardır.
Etkili dozlarda (1.5-3 mg/gün) alındığında özellikle karın çevresinde biriken yağları azaltmaktadır.
Hücre membranı için güçlü bir koruyucudur. Yangı baskılayıcı ve önleyici güce sahiptir.
Çalışmalar, yağ ve şeker emilimini engellediğini göstermektedir.
Selülit azaltıcı bir etkiye de sahip olabilir.
Resveratol
Kanı sulandırır
Üzüm suyu, kırmızı şarap ve siyah üzümde bulunan bu doğal antioksidandan yararlanmak için haftada 2-3 kez 100 cc (yarım su bardağı) üzüm suyu tüketebilirsiniz.
Üzüm kabuğu, gövdesi, içerik ve çekirdeğinde bulunan çok güçlü bir antioksidandır.
Kırmızı şaraptaki gerçek güç, bu maddeden kaynaklanmaktadır.
Yaşam uzatıcı etkisi olduğu düşünülmektedir.
Belleği destekleyip güçlendirebilir.
Sinir sistemini güçlendirir.
Dimetil aminoetanol (dmae)
Uykusuzluğa karşı
Özellikle somon ve sardunya balıklarında bulunan bu doğal maddenin destek olarak kullanılması halinde günde 50-100 mg kadar tüketilmesi yeterlidir.
Çok güçlü bir antienflamatuar-yangı baskılayıcı bir doğal maddedir.
Genel sağlık için önemli bir destektir.
Özellikle sinir sistemi işlevlerinde önemli görevler üstlenir. Kimyasal mesaj taşıyıcıların özellikle Asetilkolinin sinir, kas birleşme noktasındaki etkilerini düzenlemektedir. Kilo kaybını desteklediği belirtilmektedir.
Ağız yoluyla veya cilde dışarıdan tatbiki halinde cilt yaşlanması belirtilerini geciktirmektedir.
Ruhsal iyilik halini güçlendirdiği, depresyonu engelleyebildiği belirtilmektedir.
Uykusuzluk sorununun çözümünde özellikle kas gerginliği ve kramplarla birlikte olan uyku problemlerinin çözümünde tavsiye edilmektedir.
Alfa lipoik asit (ala)
Çok güçlü bir antioksidan
Et ve diğer hayvansal gıdalarla doğal yollardan da alınabilir. Destek olarak 100-400 mglık günlük alım yeterlidir. Şeker hastalıkları 600-1200 mglık dozlarda kullanabilirler.
Hem yağda hem suda eriyebilen tek antioksidandır, C ve E vitaminlerinden daha güçlüdür.
Hücrenin içinde de, duvarında da güçlü bir antioksidan koruma sağlar.
Şeker hastalığının birçok komplikasyonuna engel olur. Özellikle şeker hastalığı ile ilişkili sinir hasarlanmasını (diyabetik nöropati) geciktirir.
Alkol ve diğer sebeplerden kaynaklanan nöropatilerde de sinir zararlanmasını geciktirebilir.
Hem ağız hem de dışarıdan kullanıldığında cilt kırışıklıklarını azalttığı, cilde genç, parlak ve ipeksi bir kıvam sağladığı kabul edilir.
Anti-enflamatuar/yangı önleyici bir güce sahiptir. Glikoz ve insülin etkisi ile oluşan yangısal süreçleri engeller.
E ve C vitaminleri, CoQ10, L-carnitine ve Acetyl-L carnitine ve Gluthation ile kullanıldığında etkisi daha da artmaktadır.
Önemli not: Sağlığa yararlı olduğunu düşündüğümüz bu doğal besin desteklerini kullanmadan önce mutlaka doktorunuzla konuşmalısınız. Bu desteklerin reçeteli ilaçların yerini tutmadığını, yalnız başlarına herhangi bir hastalığı iyileştirici etkilerinin bulunmadığını unutmamalısınız.
Kanserojen madde içermeyen besin tüketme takıntısı, giderek daha fazla insanda görülmeye başlandı. "Orthoreksiya Nervoza" adı verilen bu hastalığın, önümüzdeki 10 yıl içinde de hızla yayılacağı tahmin ediliyor
Psikiyatrist Prof. Dr. Arif Verimli, İngiliz Beslenme Bozuklukları Derneği'nin (EDA) kanserojen madde içermeyen, hormonsuz ve katkısız besin tüketme takıntısı taşıyan, aşırı ve abartılı bir sağlık endişesi ve tam bir titizlik obsesyonu olan "Orthoreksiya"yı, çağımız insanının gelecekte en çok yakalanacağı bir yeme bozukluğu hastalığı olarak açıkladığını bildirdi.
Verimli, hastalıkla ilgili yaptığı açıklamada, "Orthoreksiya Nervoza"nın Yunanca "Ortho" yani "Doğru" kelimesinden türemiş, yepyeni bir yeme bozukluğunun adı olduğunu söyledi.
Besinleri çiğ yerler
Arif Verimli, "Modern çağ hastalığı" olarak tanımladığı Orthoreksiya ile ilgili şu bilgileri verdi: "Orthoreksiya nervozada kişi, her yediği yemeği abartılı bir şekilde kontrol eder. Ürünlerin ambalajlarını saatlerce inceler, o ürünün içinde kanserojen madde, hormon, boya, katkı maddesi olup olmadığına abartılı şekilde kafa yorar. Yiyeceklerin aşırı saf ve katkısız olmasına takıntılı bir titizlik içerisinde önem verir. Yemek konusunda inanılmaz sabit fikirlidirler ve yedikleri besinde 1 mg katkı maddesi olması endişesi hayatlarını karartır. Bu yüzden pek çok besini çiğ olarak yerler. Sağlıklı yemek yeme takıntısı hayatlarına o kadar çok hükmeder ki, pek çok ürünü tüketmekten vazgeçer ve 'Anoreksiya Nervoza'da (Yemek yememe bozukluğu) olduğu gibi kilo kaybetmeye başlarlar."
Evde inek besleyen bile oluyor
Ortorektiklerin bu tip bilgi ve haberleri abartılı bir endişeyle karşıladıklarına, hatta tedbiri, evlerinde inek besleyerek süt içmek ya da sebze yetiştirmek şeklinde daha da ileriye götürebildiklerine işaret eden Arif Verimli, hastalığın dünya üzerinde yaygınlığı henüz kesin olarak bilinmemekle birlikte, onbinde 5 gibi bir rakamdan söz edildiğini belirtti.
Verimli, hastalığın kadınlarda erkeklerden 2 kat daha fazla görüldüğünü, bu sayının gelecek 10 yılda katlanarak artmasının beklendiğini vurgulayarak, "Tedavisi için mutlaka bir psikiyatrist ve beslenme uzmanının konsültasyonu gerekir. Terapi ağırlıklı tedavi, başarılı sonuç verecektir" dedi.
Organlarımız uyum içinde çalışabilmek için 2000 Luxluk bir aydınlığa gereksinim duyar.
Güneş ışınları vücudun biyolojik ritimlerini ayarlamada kritik bir rol oynar. Organların biyolojik ritminin bozulması karamsarlık yapar, uykuyu bozar, iştahı artırır veya azaltır. Aynı zamanda enerjisiz ve bitkin hissettirir.
Organlarımız uyum içinde çalışabilmek için 2000 Luxluk bir aydınlığa gereksinim duyar. Aydınlık bir yaz gününde güneş, 50000-100000 Luxa kadar varan bir ışık/aydınlık saçar. Kış aylarında güneşin aydınlatması 500 Luxa kadar iner.
Neden en az 2000 Luxlük aydınlık şarttır?
Gözden (retina) alınan güneş ışınları beyindeki epifiz merkezine iletilir. Epifiz, melatonin adlı hormon vasıtasıyla insanın duygulanımını düzenler. Neşeli olup olmamamızdan epifiz sorumlu. Retinaya yeterli güneş ışığı girmezse, epifiz uyku durumuna geçer. Melatonin denen hormon salgılanır. Kana geçen melatoninden vücut "Gece oldu" mesajını alır ve böylece organlarımız yavaşlama, uyuklama durumuna geçer. Gerektiği kadar ışın geldiğinde ise epifizden melatonin salgılanışı azalır ya da tamamen durur. Sadece melatoninin değil, diğer hormonların da salgılanması ve miktarı değişir. Melatonin artınca, bileşik kaplar prensibi gibi diğer hormonlarımızın salgılaması da genellikle azalır. Kısaca yeterli ışın olamazsa, epifizden melatonin salgısı artar ve birçok organımızın çalışması için gerekli diğer hormonların salgısı ise azalır.
Kış depresyonuna ortam hazırlar denebilir mi?
Evet. Sonbahar ve kış aylarında depresyon artar. Kış depresyonunun sebebi yeterli ışığın olmamasıdır.
Belirtileri nedir?
- Uykuya doyamama, gündüz uyuma isteği.
- Devamlı yorgunluk, donukluk veya hiçbir şeyden zevk alamama.
- Özellikle öğleden sonraları kurt gibi acıkma ve tatlı, karbonhidratlı yiyecekler yeme ihtiyacında artış ve kilo alma.
- Hayatın anlamsızlığı ile ilgili kuruntular veya hayattan zevk almama.
- İçten içe ya da dışa dönük olabilecek şekilde huzursuzluk, isteksizlik veya tutukluk.
Işık terapisi ne işe yarar?
Kandaki melatonin hormonu seviyesi normale çekiliyor. Melatonin üretimi kontrol altına alınıyor. Böylece vücut ritmi ayarlanıyor. Yaklaşık bir hafta sonra kişinin neşesi yerine geliyor.
Arzumuz ince, oranlı bir beden. Bunun için de hiçbir zahmetten kaçınmıyoruz. Liposuction da bunlardan biri.
Genetik mirasımız olan vücut özelliklerimiz, bazen istediğimiz vücut şeklinden oldukça farklı olabilir. öyle ki, yıllarca diyet ve düzenli egzersiz yapabilir ve bu istenmeyeen çıkıntılardan kurtulamazsınız. Hatta bazen kilolu bile olmadığınız halde, vücudunuzun bazı bölgelerinde orantısızlıklar olabilir. işte bu tür durumlarda, aradığınız çare liposuction olabilir. Liposuction (vakumla yağ alma) ile vücut şekillendirmesi bölgesel olarak toplanmış fazla yağ birikimlerini uzaklaştırma tekniğidir. Bu işlem sonucunda daha ince ve orantılı bir görüntüye sahip olabilirsiniz.
Liposuction''la ilgili olarak geçen liposhaping (yağların şekillendirilmesi), bodysculpturing (vücudun artistik heykeltıraşlığı) ve bodycontouring (vücut hatlarının düzeltilmesi) gibi işlemlerin hepsi liposuction tekniği uygulanmak suretiyle yapılır.
Herkes liposuction yaptırabilir mi?
Liposuction yaptırmayı düşünüyorsanız, bu uygulamanın vücudunuza yapacaklarıyla ilgili gerçekçi beklentiler içerisinde olmalısınız. Bu nedenle ameliyat kararını almadan önce, ne beklediğinizi iyice düşünüp, bunları doktorunuzla konuşun. Operasyon öncesinde, sağlıklı, psikolojik açıdan dengeli ve gerçekçi olmalısınız.
Liposuction yaptıracak ideal hasta, bedenen sağlıklı, düzenli egzersiz yapan ve ideal vücut ağırlığının çok fazla üzerinde olmayan kişidir. Liposuction bir zayıflama ameliyatı olmayıp, düzensizlik oluşturan anormal yağ birikimlerinin alınmasıdır. Vücudun belli bir bölgesini şekillendirme, estetik bir hale sokma işlemidir. Vücudunda orantısızlık olan, ( örneğin üst bedeni ince, bacak-kalça bölümü kalın olan kişiler için idealdir. Ayrıca operasyonu yaptıracak kişinin 18 yaşından büyük olması gerekmektedir.
Hastalar deri elastikiyeti, yağ miktarı ve yaşa göre dört gruba ayrılmaktadır.
1. Grup: Deri gerginliği çok iyi ve az miktarda anormal yağ birikimi olan 30 lu yaş grubuna kadar olan kadınlardır. Liposuction uygulamasından en cok fayda gören hastalar bu grup hastalardan, tek seansla istenen sonuçlar alınır.
2. Grup: iyi veya orta derecede deri gerginliği olan, deri gevşekliği olmayan orta derecede yağ birikimi olan 40 lı yaş grubuna kadar olan kadınlardır. Bir veya iki seans liposuction ile iyi sonuçlar alınır.
3. Grup: Deri gevşekliği ile birlikte fazla miktarda yağ depolanması olan gruptur. Fazla olan yağ ve deri dokusu ameliyatla alındıktan sonra liposuction aynı anda uygulanmalıdır.
4. Grup: Yağ birikimi olmadan aşırı deri gevşekliği olan genellikle 50-65 yaş arası veya aşırı kilo veren gençlerin oluşturduğu gruptur. Tek çözüm bu fazla dokuların çıkarılmasıdır. Liposuction için uygun grup değildir.
Liposuction, şeker hastalığı, kalp ya da akciğer hastalıkları veya kan dolaşımı problemli olan kişiler için büyük ölçüde risklidir. Ayrıca, kan inceltici aspirin, ibuprofen, ya da streoid içermeyen, antienflamatuar ilaçların kullanımı operasyon öncesi ve sonrasında bırakılmalıdır. Hamile ve süt emziren kadınlar liposuction yaptıramaz.
Uygulama
Liposuction (vakumla yağ emme) ince kanüller kullanılarak üç şekilde:
Enjektörle
Hastane merkezi vakum sistemiyle
özel vakum cihazı ile
yapılabilir. Operasyon, lokal ya da genel anesteziyle yapılabilir. Ameliyat, liposuction uygulanacak bölgeye yapılan yaklaşık 0.5 cm''lik kesi ile başlar. Künt uçlu, ucuna yakın ufak delikleri olan ince boru şeklindeki kanül kesi yerinden geçirilir. dıştaki uca emici ünite bağlanır. Cerrah kanülü deri altı dokusunda, uzaklaştırılacak yağ miktarını ayırarak kullanır. Yüksek vakum basıncı yaratılır ve yağ dışarıya emilir. Bazen istenmeyen tüm yağ depozitelerini uzaklaştırabilmek için ulaşım sağlamak için ilave kesi gerekebilir.Kesi küçük ve sıklıkla gizlenmiş nedbe bırakacak şekilde bir kaç dikişle kapatılır.
Eğer daha önceden tesbit edilen ve doldurulması planlanan çukur bölgeler varsa özel enjektör ile alınan yağ bu alanları doldurmakta Ameliyatı takiben tüm tedavi edilmiş sahaya alttaki dokunun şekline pürüzsüzce uyum sağlayacak şekilde derinin çekmesini hızlandırmak için sarkmamış derisi olanlarda streç çorap diğerlerinde ise elastik sargılarla bir bandaj uygulanabilir. Ameliyat sahasında çürüme ve şişmeyi azaltmak için sıkı baskı sağlayan bu yöntemle özel varis çorabıüç hafta kullanılır.
Günümüzde bu ameliyet için en çok aşağıdaki 3 teknik kullanılır:
Tumescent liposuction: Yüklü miktarda serum, tuz solüsyonu, lidoken ve epinefrin sorunlu bölgeye enjekte edilir. Kullanılan sıvı, genellikle vakumlanacak yağ miktarının 3 katı kadardır. Bu, yağın daha kolay alınmasını ve daha az kanama olmasını sağlar. Lokal anesteziyle yapılır.
Super-Wet liposuction (çok yaş teknik): Tumescent teniğe benzerdir ama daha az serum enjekte edilir. Enjekte edilen serum miktarı, genellikle vakumlanacak yağla aynıdır. Bu tip liposuction is genel anestezi gerekir.
Ultrason yardımıyla yapılan liposuction (UAL): Bu teknikte, ultrason enerjisi üreten özel bir kanül kullanılır. Bu enerji sayesinde yağ hücreleri sıvılaşır ve vakumlanmaya hazır hale getirilir. Bundan sonra geleneksel liposuction''da olduğu gibi yağlar vakumlanır. Bu teknik, genellikle yan bir teknik olarak uygulanır.
İki aydan fazla süren uyku sorunu artık bir hastalıktır
Hayatımızın üçte biri uykuda geçiyor. Uyku bozuklukları ise sağlığımızı tehdit ediyor, günlük yaşamımızı ciddi ölçüde etkiliyor. Uykusuz gecelerle ilgili çok fazla bilgi sahibi değiliz ve Türk toplumunun yüzde 90'ı uykusuzluk çekiyor.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Uyku Laboratuvarı Başkanı Prof. Dr. Hakan Kaynak, uykusuzlukla ilgili merak edilen soruları yanıtladı.
Uyku sorunu çok sık karşılaşılan sorun mu?
Toplumun yaklaşık yüzde 90'ı hayatının bir döneminde uykusuzluk problemiyle karşılaşıyor ve üçte biri haftanın birkaç gecesini istediği gibi uyuyamadan geçiriyor. Her 100 kişiden en az beşi solunum problemleri nedeniyle uykusunu alamadan uyanıyor, birçoğu ertesi gün uyuklamasına engel olamıyor. Toplumun yüzde 40'ı horluyor ve daha da önemlisi horlamayı normal olarak kabul ediyor. Çoğumuzu yakından ilgilendiren uyku bozuklukları, günlük yaşamımızı ve sağlığımızı ciddi ölçüde etkilediği halde maalesef üzerinde çok az bilgi sahibiyiz. Birçoğumuz uykusuzluğun, gündüz yeteri kadar yorulmamaktan veya psikolojik nedenlerden kaynaklandığını düşünür. Aşırı uyumak veya kolay uyanamamak genellikle bir tembellik belirtisi olarak kabul edilir veya gündüz aşırı yorulmaya ve strese bağlanır.
Ne zaman uyku sorunu için doktora gitmeli?
Haftada ikiden fazla olan ve iki aydan uzun süren uyku sorunları için doktora gidip tedavi görmek gerekir.
Uyku ilaçları çözüm olur mu?
Uyku sorununun nedeni bulunmadan ilaçla önlemi alınamaz. Alınan uyku ilacı yapay uykudan başka bir işe yaramaz. Alkol alıp uyumak gibi insanda yorgun bir uyku sürecine neden olur o kadar.
Hayatımızda ne kadar süreyi uykuda geçiriyoruz?
Hayatımızın yaklaşık üçte birini uykuda geçiriyoruz. Çevremizde seyrek de olsa çok daha kısa süreli uykuyla yetinen insanlara rastlarız. Uyku süresinin genetik etkenlerin etkisiyle kişiden kişiye 4 saat ile 11 saat arasında değiştiği biliniyor. Genetik olarak belirlenen bu süreyi belli sınırlar dışında değiştirmek mümkün değil. Uyku süresi kısaltmak zorunda kalındığında, uyku yoksunluğunun yol açtığı istenmeyen belirtilerle karşılaşılır. Genetik geçişin varlığını gösteren en iyi kanıt; tek yumurta ikizlerinin uyku sürelerinin bütünüyle aynı oluşudur. Türkiye'de toplumun yüzde 75'inin 7-8 saat süreyle uyuma alışkanlığına sahip olduğu yapılan araştırmalarla biliniyor. Ünlü insanlardan bazılarının çok az uyuduğu basında yer alır. Napolleon ve Churchill gibi bazı tarihi kişilikler kısa uyku süreleriyle tanınmıştır. Kısa bir süre uyuduğu halde ertesi gün fonksiyonlarında değişiklik olmayanların sayısı çok fazla değildir. Türkiye'de toplumun yalnızca yüzde 10'u 6 saatin altında uykuyla halatını sürdürebilir. Kısa süreli uykularla yetinenlerden bahsederken bahsederken hafta içi 6 saat uyuyup, hafta sonunda uyku sürelerini 8-10 saatte uzatarak uykularını telâfi edenleri değerlendirme dışında bırakmak gerekir. Sekiz saatten daha uzun süre uyuyanlara, kısa süre uyuyanlara oranla biraz daha sık rastlanır, bunların oranı yüzde 15'e kadar yükseliyor. Uyku süreleri kısa olanlar ile uzun olanların uykularının yapısı birbirinden farklıdır. Kısa süreli uykuyla yetinenlerin uykuları, daha yoğun olarak derinyavaş uyku ve derin uyku döneminden oluşur. Gece içi uyanıklık sayısı ve 2. evre oranı bu tür insanlarda azalmıştır. Dolayısıyla kısa süreli, ancak daha ekli bir uykuları olduğu söylenebilir. Uzun süreli uykularla yetinenlerse asıl uyku olarak adlandıran derin yavaş uyku ve derin uyku dönemlerini uyku süresi kısa olanlar kadar uyuyup, onlardan farklı olarak uykunun derin olmayan evrelerini daha uzun uyurlar. Gece içinde özellikle de sabaha karşı sık sık uyanıp yeniden uykuya dalarlar.
Uyku süresini kısaltmak mümkün müdür?
Uyku süresi uzun fakat çalışmak için daha çok zamana ihtiyacı olanlar genellikle uyku sürelerini kısaltmak isteği duyarlar. Ancak uyku süresini belli bir oranın ötesinde kısaltmak mümkün değildir. Üniversite öğrencileri arasında yapılan bir çalışmada; uyku süresinin kısa bir zaman diliminde kısaltılması mümkün olmadığı, deneklerde ertesi gün yorgunluk, halsizlik, konsantrasyon güçlüğü ve hafıza bozukluğu gibi şikayetler saptandı. Deneye katılanlar uygunsuz zamanlarda uyku ihtiyaçlarına yenilip, uyuyakaldılar. Ancak başka bir çalışma uyku süresinin uzun bir zaman dilimi içinde 1-2 saati aşmamak şartıyla azaltılmasının mümkün olduğunu ve bu azaltmanın deneklerin performansında bozukluğa yol açmadığını gösterdi. Bu çalışmanın yalnızca genç deneklerle yapılmış olduğu unutulmamalı. Çocuk ve yaşlılarda uyku süresi kısaltıldığında daha değişik belirtilerle karşılaşılır.
Çocuğun uyku süresi ne olmalı?
Yenidoğan ilk üç aylık dönemde günün yaklaşık 16-18 saatini uykuda geçirir. Bebekler, gece ve gündüz eşit sayıda olmak üzere, birçok kez uyanır, tekrar uyurlar. Okul öncesi dönemde ise uyku, erişkin dönemdeki gibi çocuk gün içinde sadece bir kez öğleden sonra uyur. Sonra da iş hayatının getirdiği zorunluluklarla 24 saatte bir kez uyunan gece uykusuna dönüşür.
Gaziantep Üniversitesi (GAZÜ) Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cahit Erbağcı, antepfıstığının kalp-damar hastalıklarından korunmada etkili oyduğunu söyledi.
Prof. Dr. Erbağcı, yaptığı açıklamada, Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Aksoy ile birlikte yürüttükleri çalışmada, antepfıstığı tüketiminin kalp ve damar hastalıklarına etkisini araştırdıklarını bildirdi.
Prof. Dr. Erbağcı, 72 rat (deney faresi) üzerinde çalışarak gerçekleştirdikleri araştırmadan önemli sonuçlar elde ettiklerini belirterek, şöyle konuştu:
"Türk halkının kalp ve damar hastalıklarına fazla yakalanmasının en önemli nedeni, iyi huylu kolesterolün (HDL) genelde düşük olması. Türk halkının iyi huylu kolesterolü batılı toplumlara göre yüzde 20 daha düşük. Antepfıstığının, iyi huylu kolesterol düzeyini yüzde 24 oranında artırdığını gördük. İyi huylu kolesterol düzeyinin yükselmesi, damar sertliği başta olmak üzere kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riskini azaltıyor. Antepfıstığının kalp ve damar hastalıklarından korunmada etkili olduğu sonucuna ulaştık."
Araştırmayla ulaştıkları ikinci önemli sonucun, antepfıstığının kandaki kötü huylu kolesterolün (LDL) oksitlenmesini azaltması olduğunu bildiren Prof. Dr. Erbağcı, "Kolesterol oksitlenince damar duvarına tutunabilme yeteneği kazanıyor ve zamanla damar duvarında yağ birikintisi oluşuyor. Antepfıstığı, oksitlenmeyi azaltarak kolesterolün damar duvarına tutunmasını önlüyor" dedi.
Hipertansiyonun da Türk halkının kalp ve damar hastalıklarına fazla yakalanmasının en önemli nedenlerinden biri olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Erbağcı, kan basıncını düşüren antepfıstığının, hipertansiyonun kontrol altına alınmasında da etkili olduğunu saptadıklarını belirtti.
'Tüketimi ölçülü yapılmalı'
Antepfıstığının kalp ve damar hastalıklarından koruyucu etkisinin, tüketiminin ölçülü yapılması halinde ortaya çıktığını ifade eden Prof. Dr. Erbağcı, şöyle devam etti:
"Araştırmamızla antepfıstığının, iyi huylu kolesterolü yükselttiği, kandaki kötü kolesterolün oksitlenmesini azalttığını ve kan basıncını düşürdüğünü saptadık. Ancak olması gerekenden daha fazla antepfıstığı tüketimi halinde kötü huylu kolesterolde oksitlenmeyi azaltıcı etki azalıyor. Günde 20-30 gram antepfıstığı tüketirsek, aldığımız enerji ve kaloriyi dikkate alarak diyetimizi düzenlersek, antepfıstığının kalp ve damar hastalıklarını önleyici etkilerinden faydalanabiliriz."