Eskiden canım sıkılıyor diye mızmızlanırdı çocuklar. Artık stresliyim diyorlar. Çok üstlerine giderseniz depresyondayım diye ekliyorlar.
Korkmanıza gerek yok, onlarınki numara. Sizden ve diğer yetişkinlerden duyduklarını tekrarlıyorlar sadece. Ama ya siz? Çağımızın en yaygın üç ruhsal rahatsızlığıyla sizin aranız nasıl?
Ruh hastalıklarıyla akıl hastalıkları arasında bir bağlantı olmadığı iddia edilemez. Ancak ruh hastalıklarının tedavisi genellikle mümkün oluyor ve de zamanında tedaviye başlanırsa kısa sürede geçiştirilmesi mümkün. Akıl hastalıkları için aynı iddiada bulunmak imkansız. Ruh sağlığının bozulduğundan kuşku duyulan kişilere bir psikiyatra baş vurmaları önerildiği zaman o kişilerin Ben akıl hastası değilim şeklinde tepki göstermelerine sık sık tanık oluyoruz. Oysa, ruh sağlığı ile akıl sağlığı ayrı konulardır ve de psikiyatra başvuran kişiye akıl hastası gözüyle bakılmaması gerekir. Ruh hastalıklarına yakalanmamak için alabileceğimiz önlemler yok mu? Elbette var. Fakat bu önlemlerin varlığını bilmek yeterli değil. Asıl mesele onları uygulamayı başarmakta.
Stresi yönetmeliyiz
Hayatı bize zehir eden ruhsal sorunlardan örneğin depresyon ve panik ataklar gibi sorunlardan uzak kalabilmek için öncelikle stresin hayatımıza yön vermesini engellemeliyiz. Sinir gerginliği, bir hastalık değildir, bir belirtidir, beynin strese karşı açtığı savaşın bir göstergesidir. Stres, her bireyde farklı düzeylerde kendini gösterir. Aslında stres, 21inci yüzyılda yaşamanın bir yan etkisi olarak karşımıza çıkıyor. Bazı kişiler, stresi daha kolay yenebiliyorlar. Bazıları ise ruh sağlığımızı ciddi bir biçimde tehlikeye sokan şeytan üçgeninin birinci ayağı stresin kölesi oluyorlar. Stresin tuzağına düştüğünüz zaman fiziksel ve ruhsal davranışlarınızda büyük değişimler yaşayabilirsiniz. Endişe ve sürekli karamsarlık aşırı stresin baskısı altında olduğunuza işaret sayılır. Aşırı terleme, kalp ve nabız atışlarının hızlanması, göğüste ağrı, kusma isteği, kan basıncının yükselmesi ve boşaltım sisteminin çalışmasındaki aksaklıklar, aşırı stresin fiziksel belirtileri sayılıyor. Aşırı istekleri karşılayamamanın getirdiği kontrol edilemeyen dış baskılar olarak da tanımlayabileceğimiz stresin ruh sağlığımızı bozmasına izin vermemeliyiz. Stresten kurtulmak için kararlı olmak yeterli. Büyük bir kararlılıkla alabileceğiniz önlemler, sizi kısa sürede stresin etkisinden kurtarır.
Depresyon ayrı karamsarlık ayrı
Depresyon, vücudu, ruh halini ve düşünceleri etkileyen bir ruhsal sorundur. Kişinin beslenme ve uyku düzenini etkiler, ayrıca kişinin kendisi hakkındaki düşüncelerine hükmeder. Depresyon ile zaman zaman karamsar düşüncelere kapılmayı aynı kefeye koymamalıyız. Depresyona giren kişilerin karamsarlıktan kurtulmaları kolay olmaz. Karamsarlık bu kişiler için bir yaşam biçimine dönüşür, Eğer tedavi edilmezse, depresyon haftalarca, aylarca hatta yıllarca kişiyi etkisi altında tutar.
Diğer hastalıklarda olduğu gibi depresyonun da farklı türleri var. Depresyonun şiddeti ve tedavi süreci de türüne göre değişir.
Yaşlılarda depresyon
Yaşlıların karamsarlığa kapılıp depresyona girmelerini normal bir gelişme sayanlar da ne yazık ki var. Oysa yaşlıların büyük bir bölümü, hayatlarından şikayet etmek istemiyorlar. Yaşlı bir kişinin depresyona girmesini normal karşılayıp tedaviye yönelmemek çok yanlıştır. Bu hatanın cezasını o kişinin tüm yakınları ödemek zorunda kalabilir. Yaşlıların depresyon tedavisine önem vermek gerekiyor.
Beynimizdeki şeytan üçgeni: stres-depresyon-panik atak
Ninelerimiz dedelerimiz, stres sözcüğünü belki de hiç duymamışlardı. Ama onların torunları olan bizler için durum çok farklı. Stres, hayatımızın istenmeyen ama hiç eksik olmayan bir parçası. Biraz da çağımızın koşullarıyla sinir sistemimiz etkileniyor, sürekli gerginlik içinde yaşıyoruz. Sinirlerimizin keman teli gibi gergin olması, bazı ruhsal sorunlara yol açıyor.
Zihinsel işlevlerde bozulmaya yol açan alzheimer hastalığı yaşlıları bebekliğine döndürüyor
Alzheimer hastalığının ilerleyen evrelerinde hafıza, konuşma, yön bulma, insanları tanıma gibi yetilerin kaybolması hastalarda davranış bozukluklarına ve sinirliliğe yol açıyor. Bu nedenle uzmanlar, ailelerin bakıma muhtaç hale gelen alzheimer hastalarına sabır ve şefkatle yaklaşması gerektiğini vurguluyor. Alzheimer ayrıca halk arasında bunama denilen durumun da en sık rastlanan nedenlerinin başında geliyor.
Ankara Üniversitesi Nöroloji Bölümü Uzmanı Doç. Dr. Ayşe Bingöl, alzheimerda hasta yakınlarına büyük iş düştüğüne dikkat çekerek, Hastalık yavaş ilerliyor. Belirtilerin başlangıcı ve son nokta arasında ortalama 8-10 yıl geçiyor. Hastalıkta 3 yıldan az bir süreç görülmüyor. diyor. Bingöl, alzheimerın başlangıç, orta ve ileri evre olarak adlandırılan dönemlerden oluştuğunu söylüyor.
Alzheimerın başlangıç devresinde hasta yalnızca zorlayıcı iş durumlarında sorun yaşadığı için hastalığın teşhisi kolay olmuyor. Orta evrede ise hasta basit işlerde bile yardım alacak duruma geliyor. Örneğin, uygun ortamda uygun kıyafet seçiminde zorlanıyor. Bu dönemin biraz daha ileri boyutunda ise banyo yapımında ve tuvalet ihtiyacında yardıma ihtiyaç duyuluyor.
Büyük abdestin kaçırılmaya başlanması ise son yani ileri evrenin habercisi oluyor. İleri evrenin başlangıcında hasta konuşma ve kendini ifade etmede zorlanıyor ve sadece 5-6 kelime kullanabiliyor. Daha sonra sırasıyla konuşma tek kelimeye düşüyor. Yürüme ve gülümseme becerisi kayboluyor. Verilen emirlere tepki veremiyor, son olarak ise başını dik tutma yetisini kaybediyor.
Bingöl, ilginç bir ayrıntıya dikkat çekerek hastaların yetilerini bebeklerin büyürken kazandığı sıranın tersine kaybettiğini dile getiriyor. İlk belirtiler başladığında hastanın 13 yaşındaki çocuk zekasına düştüğünü kaydeden Bingöl, orta evrede ise hastalar uygun giysileri seçemiyorsa 5-7 yaş altına inmiş olacağını belirtiyor.
İnsanoğlunun varoluşundan bugüne kadar kahvaltının önemi biliniyordu. Ne yazık ki şehirlerde yaşayan kesimin anımsanmayacak şekilde bu alışkanlıklarını yitirdiklerini
gözlüyoruz. Nedenini sorduğumuzda ev ile iş arasının çok uzak olması, zamana karşı
yarıştıkları şeklinde hiç de tatmin etmeyen yanıtlarla karşılaşıyoruz. Halbuki kahvaltıyı akşam yatmadan önce on beş dakikalık keyifli bir çalışmayla hazırlayabilirsiniz.
Niye kahvaltı bu kadar önemli? Çünkü günün üç öğününden ilkidir ve vücudu bir makina olarak kabul edersek devreye sokulması kahvaltı ile başlar. Vücut uyurken sürekli çalışmaya devam eder, gün içerisinde alınan enerjiyi sabaha kadar tüketebiliriz. Bu nedenle gün içinde harcadığımız enerjinin anahtan kahvaltıdır. Kahvaltı; demir, fosfor, kalsiyum ve protein açısından gerçek bir kaynaktır. Uyanır uyanmaz gereksinim duyulan tüm besinleri karşılayıp, büyük işler başarmak için vücudu tümüyle hazır hale getirir.
Güne kahvaltısız başlandığında; yorgun, stresli ve kontrasyon bozukluklarının yaşandığı keyifsiz bir gün davet edilir. Kahvaltı yapılmadığında, saat 10-12 arasında vücuttaki enerjide büyük bir azalma olur. Buda kas kasılması, kontrolden yoksun bir sinir sistemi, baş dönmesi, açlık duygusu ve uyuşukluğa neden olur.
Bu olumsuzluklar öğrencileri daha da fazla etkiler. Kahvaltı yapmayan çocuklar ve gençlerde, diğerlerine göre derslerde algılama süreçlerinin uzadığı görülmüştür. Sabah kahvaltısını aksatan erişkinlerin serum-kolesterol düzeylerinin kahvaltı edenlere göre daha yüksek çıktığı görülmüştür. Kahvaltısın güne başlayanlarda bedensel olumsuzluklarının yanı sıra, ruhsal çöküntülere de rastlanabilir.
Karnı aç olan çocuğun canı ne görürse çeker. Bu da, oburluğa atılan ilk adım olur. Metabolizmayı % 20-30 civarında hızlandıran kahvaltıdır. Kahvaltıyı azalttığında bir sonraki ana öğünde metabolizma intikam alır. Yarın aynı işlerin yine başına geleceğini çok iyi bilen, hemen koruma sistemini devreye sokarak tüm yenilenleri yağa dönüştürerek depolar. Bir de öğle yemeği geçiştirildi ise akşam yemeğinde
olumsuzlukların boyutları da büyür. Çevreye dikkatlice bakılırsa şişman insanların çoğunun kahvaltı yapmadığı gözlenir.
Kahvaltı sayesinde saat 10:00'dan itibaren vücut fonksiyonları eksiksiz çalışır. Kahvaltıda alınan besinlerle hücrelerde azalan kan şekeri dengelenir. Kahvaltı müthiş bir enerji kaynağıdır. Karbonhidratlardan ekmek, mide bağırsak sisteminin çalışmasını kolaylaştırır, sindirim sorunu yaratmaz, açlık duygusunu bastırır. Türk mutfağında kahvaltıda genellikle B vitamini eksikliği görülür. B1 vitamininin en iyi kaynağı buğdaydır. Ancak buğday da temizlenirken % 30 kayıp olur. Zaman zaman mısır gevrekleri bu eksikliğin giderilmesini, yanında tüketilen süt ve peynir ile kolaylaştırabilir. B1 vitamini, besinlerden alman karbonhidratın enerjiye dönüşmesini sağlar. Depresyon ve zihinsel yorgunluğu engeller.
Kahvaltıda Gereken Ürünler...
Süt ve ürünleri: Beyinsel ve bedensel oluşumun güçlenmesini sağlar. Yağ. protein, karbonhidrat, mineral ve vitaminden oluşan süt, her yaşa hitap eder. Erişkinlerde az yağlı olanlarının tercih edilmesi uygundur. Büyüme çağındaki çocukların, hamilelerin, emzirenlernin bu ürünleri gün içerisinde belirtilen oranlarda alması gerekir.
Peynir: Kalsiyum ve B vitamini yönünden oldukça zengindir. Günlük peynir ihtiyacı yaşa ve özel durumlara göre değişir. Ortalama 1 ya da 2 kibrit kutusu ihtiyacımızı karşılar.
Yumurta:İyi bir protein kaynağıdır. Erişkinler, haftada 2 kere peynir yerine 2 adet yumurta, çocuklar ise gün aşın tüketilmelidir.
Kahve ya da çay: Midesi zayıf veya ülser olanlar, yüksek tansiyonlu ve kalp
rahatsızlığı çekenler kafeinden uzak durmalıdır. Çayın içinde bulunan "tanen" kafeine oranla daha uyarıcıdır. Ancak bir bardak çayda bulunan "tanen" aynı orandaki kahveye kıyasla daha azdır. Çay ya çok açık veya limonlu tüketilerek ya da çok demlenerek "tanen" miktarı düşürülebilir. Bu madde demir emilimini zorlaştırır ve kansızlığa sevk eder.
İdeal Kahvaltı
Bir bardak oda sıcaklığında su, bunu C vitamini ağırlıklı bir porsiyon meyva ve daha sonra yukarıda sayılan besin ögelerinden en az 1 porsiyon peynir, bir bardak süt, 4 adet zeytin, 1 tatlı kaşığı bal ya da reçel; 2-3 dilim çavdar, kepek ya da yulaf ekmeği ve bir porsiyon söğüş domates-salatalık ile mükemmel bir kahvaltı yapıp güne zinde başlanabilir.
Gözünü kaçırmadan ya da kaçırıp bakmalar, çapkınca gülümsemeler, "clark" çekmeler, poz kesmeler, güzel sözler, iltifatlar, ufak-ufacık temaslar... Hepsi bu! Şu erkekler keşke "kur" yapma konusunda biraz daha yaratıcı olsalar... Ama nerdeee? İşte size birkaç klasik kur örneği ve anlamları...
- Arkamızdan, yanımızdan, önünmüzden ıslık çalanlar vardır ya hani, işte bu bıçkın köy delikanlısı vaziyetinin pek öyle "ciddi" bir niyeti falan yoktur. Zaten genellikle yalnız değilken ıslık çalarlar, o da beğeni ölçüsünü yanındakine göstermek içindir, "nasıl ama güzel kıza laf atıyorum, değil mi?"... Yaa...
- Bazıları vardır ki ne kadar çekici ve seksi olduklarını göstermek için vücutlarının orasını burasını elleyip, göğüs kıllarıyla oynayarak, yüzümüze ebleh ebleh bakarlar (bunlara sapık ya da teşhirci de denilebilir); işte onların niyeti "çok ciddidir", aman hemen oracıktan kaçın!!!
- Bakışlar her zaman ifade biçimiyle amacını da ortaya koyarlar. Mesela bir erkek kaçamak kaçamak bakıyorsa; "senden hoşlanıyorum" diyordur, yani diyemiyordur.
- Eğer bir gözünü kısıp, öbür gözünün kaşını kaldırıyorsa, çapkınlık yapmaya çalışıyordur. Hiç size göre değil...
- Dik dik gözünüzün içine bakıyorsa "benim ne harika biri olduğumu bir bilsen" bakışıdır bu; ya da ileri derece miyoptur, göremiyordur zavallı.
- Rahatlıkla yanınıza gelip, esprili bir biçimde sizi beğendiğini söyleyenler de olabilir. Bunlar da işe yaramaz, yalnızca öyle konuşup kendilerini beğendirmektir amaçları. Onların egosunu tatmin etmekle kim uğraşacak.
- Bir de daha tanışalı iki dakika olmamış, konuşurken dokunanlar vardır. Münesebetsizler! Bu ihtiraslı, cesur erkeğe alerjim var deyip, dokunmamasını söyleyin hemen, yoksa yılışmaya devam edecek!
- Bazıları sizi iltifatlara boğar. Dikkat edin, abartıyorsa zaten bizim bir şey dememize gerek yok, siz de anladınız değil mi?
- Ya da size bakarak, yanındaki kızlara (nedense) biraz daha ilgili olmaya başlayanlar var, kahkahalar, kızlara samimi el kol hareketleri falan falan... "Bak görüyorsun ki onları çok mutlu ediyorum, seni belki daha da çok mutlu edebilirim!" Ama başkalarını, ben almayayım...
- Tanışır tanışmaz telefon numaralarını vermeye çalışanlar da var, çünkü büro hizmeti vermeye hazırdırlar. Akşam olmuş, keyfim yerinde, iş düşünmenin zamanı mı şimdi?...
- Bazıları da ne kadar kültürlü olduklarından yola çıkıp, etkilemeye çalışırlar. Bayıltırlar...
- Bir de maçolardan hoşlanıldığını sanıp, böyle şovlar yapanlar vardır. Ama onlar yalnız kazak giydikleri zaman "kazak"tırlar. Bu güzel yaz gününde çekilir mi canım!...
- Kendine fazla güvenenlere diyecek söz bile bulamıyorum... O edalar, havalar, jön görüntüleri... "Git sen bir ajansa kayıt ol!" Ancak deterjan reklamlarında şansı olabilir böylelerinin...
- Üzerlerindeki her şeyin marka olduğunu bir şekilde söyleyenler de vardır. Aman çok etkileyici!
- Mal varlığı konusunda sizi gereksiz yere bilgilendirmeye çalışanlar da olabilir. Bu türlerin mallarından başka bir şeyleri de yoktur zaten, hatta bazen o da yoktur, yalan söylüyordur!
- Hele esrarengiz görünmeye çalışanlara ne demeli... Kendilerine gizli kapaklı işler çeviriyor izlenimi vermek için ne kadar da çok uğraşıyorlar. Onun anlattığı o olağanüstü kahramanlık hikayelerini, biz her akşam eve giderken yaşıyoruz.
- Ama bu iltifatlar yerinde (!) ve hoşunuza gidiyorsa, sonunda aradığınızı buldunuz demektir; daha mükemmel olanı buluncaya kadar.
Erkeklerin yaptıkları-yapacakları bu bayat "kur"larla bir yere varılamayacağını anlamışsınızdır herhalde... Bize kalırsa siz kendi gözünüze birini kestirin ve gidip ne istiyorsanız söyleyin. Olmuyorsa, "kısmet" değilmiş demektir. Hadi nerede hareket, orada bereket...
Yapılan araştırmalar sonrasında sigara içen kadınların saçlarının daha fazla döküldüğü belirlendi. Sigara yine damarları büzücü etkisi ile kan dolaşımını bozan ve besinlerin, oksijenin hücrelere ulaşımını engelleyen bir faktördür. Böylece saçlar uzamaz. Bunun için yapmanız gereken şu: Bol bol meyve tüketin. Saç derisine sıcak havlu ile kompres yapın. Böylece bu bölgede kan dolaşımı artacak ve kökler beslenerek saçlar uzayacaktır.
Çağımızın en büyük sorunu haline gelen stresin etkisi altında olduğunuzu nasıl anlarsınız? Yazımızı dikkatlice okursanız, bunun hiç de zor olmadığını göreceksiniz...
Uzun süreli fiziksel etkiler, vücudunuz uzun süre adrenaline maruz kaldığında görülür. Bu durumda vücut savunmanız için gerekli enerjinin bir kısmı kaslarınıza yönlendirilir. Bu, şu anlama geliyor.
Eğer vücudunuz devamlı olarak adrenaline maruz kalırsa sağlığınız bozulmaya başlar. Bu belirtileri şöyle özetleyelim:
- Yemek alışkanlıklarında değişme...
- Sık sık üşütmek...
- Astım, sırt ağrısı, sindirim problemleri, başağrısı ve deri rahatsızlıkları gibi hastalıklar...
- Cinsel problemler...
- Ağrı ve acılar...
- Şiddetli ve uzun süreli yorgunluk...
İçsel belirtiler
Uzun süre stres altında olduğunuzda veya yorgun hissettiğinizde problemler üzerine düşündüğünüzde yeterince açık ve mantıklı olmadığınızı fark edersiniz. Bu ise aşağıda saydığımız duygusal olumsuzluklara sebep olur:
- Endişe...
- Karmaşa ve karar vermede güçlük...
- Hasta hissetme...
- Olaylar karşısında kontrolden çıkmak ya da yenilgi hissi...
- Ruhsal durumda ani değişiklikler (depresyon, hayal kırıklığı, düşmanlık, çaresizlik, sabırsızlık, yerinde duramama)...
- Uyuşukluk...
- Uyumada güçlük...
- Alkol ve sigara kullanmada artış...
- Yeme alışkanlıklarında değişiklik...
- Cinsel dürtüde azalma...
- Hap almaya düşkünlük...
Davranış belirtileri
Aşağıdaki belirtileri kendinizde ya da bir başkasında görüyorsanız stres altında olabileceğini anlayabilirsiniz:
- Yüksek sesle veya çok hızlı konuşmak...
- Esnemek...
- Tırnak yemek, diş gıcırdatmak, hızlı bir şekilde yürümek...
- Olumsuz ruhsal durumlar (ani sinirlenme, savunma, saldırganlık, mantıksızlık, aşırı duygusal tepkiler)...
- Azalan şahsi etkinlik (mantıksız bir şekilde negatif olmak, gerçekçi olmama, konsantrasyon ve karar verme güçlüğü, unutkanlık, sık sık hata yapmak)...
- Çalışma alışkanlıklarında değişiklik...
- Sık sık işe gelmeme...
- Kişisel görüntüsünü ihmal etme...
Grip enfeksiyonunun dikkat edilmediğinde ciddi sorunları da birlikte getirdiğini unutmamak gerekiyor. Bronşit-zatürre, orta kulak iltihapları, akut sinüzit, solunum zorlukları gibi birçok hastalık grip enfeksiyonuna bağlı olarak gelişebiliyor...
Prof. Dr. Koptagel İlgün, aşılanması gereken kişileri risk grubuyla sınırlı tutmuyor.
İnfluenza A, B ve C olarak adlandırılan virüslerin etkisiyle ortaya çıkan grip, sonbahar ve kış mevsiminde en sık görülen sağlık sorunlarından biri olarak kabul ediliyor. İnfluenza A, hem insan hem hayvanlarda hastalık yapabilirken, influenza B ve C sadece insanlarda hastalığa neden oluyor. influenza C enfeksiyonu daha hafif seyrediyor ve büyük salgınlara yol açmıyor. özellikle 65 yaş üzerindeki kişileri, kronik sağlık sorunları olanları ve çocukları etkileyen gripten korunması için risk grubundakilerin aşılanması öneriliyor. Araştırmalar, dünyadaki işe devamsızlıkların yüzde 10-12'sinden gribin sorumlu olduğunu gösteriyor.
Acıbadem Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Koptagel İlgün, grip enfeksiyonunun yüksek ateş, adale ağrıları, kuru öksürük, baş ağrısı, titreme, üşüme hissi, gözlerde kızarma, hapşırmayla ortaya çıktığını söylüyor. Grip virüsü alındıktan sonra belirtilerin başlaması için virüsün kuluçka dönemi 1-5 gün sürüyor.
Yol açtığı sorunlar
Grip enfeksiyonunun dikkat edilmediğinde ciddi sorunları da birlikte getirdiğini unutmamak gerekiyor. Bronşit-zatürre, orta kulak iltihapları, akut sinüzit, solunum zorlukları gibi birçok hastalık grip enfeksiyonuna bağlı olarak gelişebiliyor. Prof. Dr. Koptagel İlgün, şunları söylüyor: "Grip mevsimlerinde ve salgınlar döneminde özellikle, erişkinlerde görülen enfeksiyonun uzaması durumlarında dikkatli olmak ve diğer virüs enfeksiyonlarıyla, atipik zatürre, enfeksiyöz mononükleoz gibi hastalıklarla karışmaması için tetkikler yapmaları gerekir. Kişilerin; uzun süren öksürük, ateş, kırıklık, baş ağrısı gibi durumlarda rasgele ilaç kullanmadan doktora gitmeleri gerekmektedir. Bazen sarılıksız seyreden bir enfeksiyöz hepatit hastalığı grip gibi başlayabilir. Boğazda şişlik, iltihaplanma ve yüksek ateşli durumlarda basit bir kan sayımı bile önemli ayırıcı tanı yardımcısıdır."
Kimler aşılanmalı?
İnfluenza virüsünün yol açtığı hastalıkların ve ölümlerin çoğu yıllık grip aşıları ile önlenebiliyor. Grip aşısı gripten korunmak isteyen herkese öneriliyor. Çünkü en hafif seyrinde bile grip ortalama 3-7 günlük bir iş gücü kaybına yol açabiliyor. Prof. Dr. Koptagel İlgün, grip aşısı olması gereken risk grubuyla ilgili şu bilgileri veriyor: "2000 yılında 50-65 yaş gurubu arasındaki insanlar da kuvvetle grip aşısı önerilen gruba dahil edildi. Çünkü bu kişilerin büyük çoğunluğunda onları grip komplikasyonları açısından yüksek risk grubuna sokan en az 1 kronik hastalık bulunuyor. Bunların dışında kronik akciğer, kalp ve böbrek hastaları, diyabetik hastalar, bağışıklık sistemi yetmezliği, ciddi anemisi olanlar, grip sezonunda gebeliğinin ilk 3 ayını bitirmiş olan kadınlar, huzur evlerinde, bakım evlerinde kalanların ve sağlık personelinin aşılanmasını öneriyoruz."
Yeterince koruyucu mu?
Grip aşısının etkinliği kişiden kişiye göre değişiyor. Genç erişkinlerde aşının hastalığı önleme oranının yüzde 70-90 arasında olduğu belirtiliyor. Yaşlılarda aşının hastaneye yatışları yüzde 70, ölüm oranını ise yüzde 85 oranında azalttığı biliniyor. Ancak birçok kişi, yeterince etkili olmadığını düşünerek aşı yaptırmaktan kaçınıyor. Prof. Dr. Koptagel İlgün, bu konuda şu değerlendirmeyi yapıyor: "En sık neden, grip aşısı yapıldıktan sonra gribe benzer bir üst solunum yolu enfeksiyonunun ortaya çıkmasıdır. Unutulmamalıdır ki, influenza virüsünun neden olduğu grip, toplam üst solunum yolu enfeksiyonlarının sadece yüzde 40'ını oluşturur. Oysa başka virüslere ve bakterilere bağlı olarak ortaya çıkan grip benzeri üst solunum yolu enfeksiyonları da vardır. Aşı bunlara karşı koruyucu değildir. Ancak çoğu zaman bu enfeksiyonların seyri gribe göre çok daha hafiftir. Grip aşısı yapılmış birisinde influenza virüsüne bağlı gerçek grip de ortaya çıkabilir. Grip virüsü antijenik yapısını değiştirebilen bir virüstür. Grip aşısındaki influenza virus suşları grip sezonundan 9-10 ay önce belirlenir. Eğer bu süre içinde virüsün antijenik yapısında değişiklik olursa aşının oluşturduğu antikorun virüse karşı koruyuculuğu azalır. Diğer tüm aşılar ya da ilaçlar gibi virüs aşısı da alerjik reaksiyonlara neden olabiliyor. Ancak bu aşıya bağlı olarak bildirilen ciddi alerjik reaksiyonların oranı son derece düşük. En sık görülen yan etki enjeksiyon bölgesinde ağrıdır. Bu ağrı bazen 2 güne kadar uzayabilir. Ancak genellikle hafiftir ve kişinin günlük aktivitelerine engel olmaz. Nadiren çocuklarda aşı sonrası 6-12 saat kadar sürebilen ateş ve vücut ağrıları görülebilir. Grip aşısı 6 aydan büyük olan herkese güvenle yapılabilir.
Anne adayları, dikkat! Danimarkalı bilim adamları, günde 3 bardaktan fazla kahve içmenin düşük riskini artırdığını söyledi.
Danimarkalı bilim adamları, hamile kadınları günde 3 bardaktan fazla kahve içmemeleri yönünde uyardı.
Danimarka'da 88 bin 500 kadın üzerinde 6 yıl boyunca yapılan araştırmada, günde 3 bardak ve üzerinde kahve içmenin düşük riskini artırdığı, 8 bardak içmenin ise iki katına çıkardığı belirlendi.
Kafein atılamıyor
Araştırmada, hamilelik sırasında, kahvenin içinde bulunan kafeinin vücuttan atılmasının zorlaştığı ve fetusun metabolizmasının kafeini işleyemediği görüldü. Ancak kafein içeren kola ve çayın böyle bir etkisinin olmadığı belirlendi.
Bu yüzden, kafeinin yanı sıra kahvenin içindeki başka bir maddenin de düşük riskini artırabileceği kaydedildi.
Öte yandan, ABD'nin Atlanta kentindeki Fuqua Kalp Merkezi tarafından yapılan bir başka araştırma, kafeinsiz kahvenin kalp hastalıklarına yol açabileceğini ortaya çıkardı.
Kafeinsiz kalbe zarar
3 ay boyunca kafeinsiz kahve içenlerin kanındaki yağ asitlerinin yüzde 18 oranında arttığı bulundu. Bilim adamları yağ asitlerinin kötü kolesterol seviyesini yükselterek kalp hastalıklarına neden olabileceğini söyledi.
Dikkat!
Bilim adamları, 1 kupa dolusu kahvenin, 2 bardak kahveye denk geldiğini söyledi.
Ergenlik kızların yaşamı açısından vücutlarının küçük bir kız çocuğundan kadın olmaya doğru değiştiği zamandır. Bunun yanında ergenlik dönemi sonunda vücudunuz bebek yapabilecek özelliklere sahip olur. Ergenliğe giriş için kesin bir zaman yoksa da genel olarak kızlar 9-13 yaş arasında ve erkeklerden daha erken ergenliğe girerler. Bu nedenle yaşamın bu döneminde kızlar -erkekler kendilerini yakalayıncaya kadar- birkaç yıl erkeklerden daha uzun ve daha olgundurlar.
Göğüsler
Kızların çoğunda ergenlik göğüslerin büyümesi ile başlar. Göğüslerinizin büyüdüğünü meme uçlarının birisinin veya her ikisinin üzerinde küçük ve hassas bir kabarıklık meydana gelmesi ile fark edersiniz. Bu kabarıklık birkaç yıl içinde giderek büyüyecektir. Başlangıçta bir göğüs diğerinden daha büyük olabilir ve bu durum bazen göğüsler son şeklini alıncaya kadar sürebilir. Göğüsler gelişmeye başlayınca sütyen takma ihtiyacı duyarsınız. Bazı kızlar sütyeni ilk kez giydiklerinde heyecanlanırlar, çünkü bu kadın olmaya doğru ilk adımdır! Bununla birlikte bazı kızlar (özellikle arkadaşları arasında ilk kendileri sütyen taktığında) utanabilir. Sizin ilk sütyen giymeniz toplum içinde büyümüş muamelesi görmenize neden olacak ve onlar açısından bu durum utanma konusu değil sizin büyümenizden dolayı gurur konusu olacaktır.
Saçlar
Ergenlikle birlikte genital bölgede (bacaklarınızın arasında) yumuşak kıllar görünmeye başlayacaktır. Bu kıllar daha sonra sık ve kıvrımlı hale gelecektir. Genital bölgedeki kıllanma ile birlikte kol altlarında ve bacakların üzerinde de kıllar görünecektir. Bir çok kadın bu kılları temizlemektedir. Bu işlemin tıbbi bir nedeni yoktur-tamamen kişisel seçim konusudur. Traş etmeye karar verirseniz bol miktarda sabun, su ile kadınlar için yapılmış temiz bir jilet kullanmalısın. En iyisi kendinize ait bir jilet veya elektrikli traş makinasının olmasıdır. Bu araçları asla arkadaşlarınız veya ailenizden birisiyle paylaşmayınız.
Vücut şekli
Zamanla kalçalarınız genişleyecek, beliniz ise daralacaktır. Vücudunuz karın, kalça ve bacaklarınızda yağ depolamaya başlayacaktır. Bu gelişme normaldir, çünkü böylece kadın vücuduna özgü çizgiler meydana gelmektedir.
Vücut ölçüleri
Kollarınız, bacaklarınız, elleriniz ve ayaklarınız vücudunuzun geri kalan kısımlarına göre daha hızlı büyüyecektir. Vücudunuzun geri kalan kısımları kol ve bacaklarınızdaki büyümeyi yakalayıncaya kadar kendinizi biraz biçimsiz (hantal) hissedebilirsiniz.
Deri
Deri ergenlikle birlikte daha yağlı hale gelir ve daha çok terlediğinizi fark edersiniz, çünkü ter bezleri de büyümeye başlamıştır. Derinizi her gün temizlemeniz gereklidir. Bunun yanında koku ve ter ıslaklığını önlemek için deodarant veya ter etkisini azaltan spreyler kullanabilirsiniz. Derinizi temiz tutma çabalarına rağmen yine de yüzünüzde sivilceler olacaktır. Bu sivilceler akne olarak isimlendirilir ve ergenlik dönemindeki hormonların yükselmesine bağlı olduğundan normal kabul edilir. Bütün ergenlerde şu veya bu zamanda akne olacaktır. Akneleriniz çok şiddetli ise bir doktora danışmanızda yarar olabilir.
Menstürasyon
Kızların çoğunda 9-16 yaş arasında menstürasyon (adet kanması) periyodu başlar. Ergenlik döneminde yumurtalıklarda(overler) dişi döllenme hücreleri (ovum) olgunlaşır bu hücreler cinsel birleşme ile kadın iç genital organlarına ulaşan erkek döllenme hücresi (sperm) ile karşılaşırsa hamile kalınır ve bebek meydana gelir. Bu sırada bebeğe hazırlık olarak rahim (uterus) iç yüzeyinde kan hücrelerini de içeren kalın bir tabaka oluşur. Eğer ovum sperm ile karşılaşmazsa uterustaki hazırlık gereksiz hale gelir ve bu doku adet kanaması olarak vaginadan dökülür. Menstürasyon Periyodu her ay benzer kanamanın olması ile karakterizedir. Bir kız çoçuğunda menstürasyonun başlaması artık hamile de kalabileceği anlamına gelir.
Menstürasyon periyodu sırasında çamaşırlarınızın kirlenmemesi için temizlik pedi veya tampon kullanmanız gereklidir. Bazıları ped, bazıları ise tampon tercih ederler. Tampon ilk kez kullanılırken gevşemeli ve tampon yavaşca vaginaya itilmelidir. Günümüzde kızların çoğu mini pedleri tercih etmektedir. Menstürasyon periyodu genellikle 3-7 gün sürmekte ve daha sonra 1-2 gün renksiz bir kanama devam edebilmektedir. Bu normaldir. Periyod dışında kanama başlarsa çocuk hekimine başvurmanız gereklidir.
Normal menstürasyon periyodu sırasında yüzmek, ata binmek, veya jimnastik yapmak gibi normal aktivitelerinizden vazgeçmenize gerek yoktur. Tam tersine örneğin egzersiz krampların ve menstürasyona bağlı diğer rahatsızlıklarınızın azalmasına yardım edebilir.
Menstürasyonun başlangıç döneminde bir çok genç kız daha sonraki kanamalarının tam zamanında olacağını düşünürler, fakat nadiren böyle olur. İlk yıl (belki daha uzun süre) içinde menstürasyon siklusu takvime uymaz, bazen 3 hafta gibi kısa süre içinde bazen ise 6 hafta gibi uzun bir sürede kanama olabilir. Bir süre sonra siklus düzene girecektir ve kızların çoğunda her 3-5 haftada bir menstüral kanama olacaktır. Siklus düzenli hale geldikten sonra da hastalık, stres altında kalmak, ağır egzersiz, yetersiz beslenme veya bir şeylere çok sinirlenmek gibi durumlarda menstürasyon aksayabilir. Doğal olarak bütün bu nedenlerin yanında menstürasyon gecikmelerinde hamile kalınmış olabileceği akla gelmelidir.
Bazı çocukların menstürasyon kanamaları diğerlerinden daha ağır olabilir. Fakat üzülmeyin, sağlığınızı etkileyecek kadar kanama olmaz. Vücudunuzda 5 litre kan vardır ve menstürasyon sırasında ancak 50-100 ml kan kaybedersiniz. Bununla birlikte gerçekten ağır bir kanamanız olabilir ( günde 6-8 ped değiştirmeniz gerekebilir), bu durumda çocuk hekiminizle görüşmenizde yarar vardır.
Menstürasyon periyodu sırasında, öncesinde veya sonrasında aşağıdaki yakınmalar görülebilir:
Kramplar
Karında gaz birikmesi
Göğüslerinizde hassasiyet veya şişkinlik
Baş ağrısı
Kendini kötü hissetme ve huzursuzluk gibi ani duygusal değişiklikler
Depresyon
Yukarıdaki bulgular şiddetli olduğunda çocuk hekiminizle görüşmeniz gereklidir. Çok kez kramplar ve diğer yakınmalarınız hafif olur ve onları kontrol etmek kolaydır. Çocuk hekiminiz kendinizi daha iyi hissetmeniz için size bazı ilaçlar ve egzersiz tavsiye edecektir. Aşağıdaki bulgulardan birisi olduğunda ise mutlaka çocuk hekiminize başvurmanız gereklidir.
Menstürasyon periyodunuzda hastalık gibi bilinen bir neden olmaksızın ani değişiklik olması
7-10 günden fazla süren çok ağır kanama olması
Periyodlar arasında kanama olması
Menstürasyon başlangıcından sonraki dönemde iki günden fazla süren şiddetli karın ağrısı olması
Hamile kaldığınız düşüncesi
Menstürasyon siklusunuzla ilgili herhangi bir şeyin yanlış gittiğini düşünüyorsanız
Çocuk hekiminiz ilk değerlendirmeyi yapacak ve gerekiyorsa infeksiyon veya başka sorunlar için bir kadın-doğum uzmanına girmenizi önerecektir.
Bebek Bezi ve Pişik
Yeni doğan bebek, tuvalet kontrolünü hayatının ilk dönemlerinde yapamaz. Bebek idrar ve dışkısını kontrolsüzce dışarı atar. Bu atıklar, bebeğin son derece hassas olan cildi üzerine, tahriş edici etkiye sahiptir. Cildin yüzeyindeki ince, koruyucu yağ tabakası, bu nem ve atıklarca geçilir ve cilt tahriş olur.
Buna fırsat vermemek amacı ile, insanoğlu çok eski devirlerden beri, bebeklerin altına, atıkları emebilecek ve cildi mümkün olduğunca kuru tutacak yaprak, toprak ve daha sonraları bezler koymuşlardır. Günümüzde kağıt bazlı, bir kez kullanımlık bebek bezleri, bu konuda en yaygın kullanılan çözümdür.
İster kumaş, ister kağıt bezler kullanılsın, zaman zaman bebeklerin poposunda kendisini parlak kırmızı renk ile gösteren tahriş durumları ortaya çıkar. Bu tablo pişik olarak adlandırılır. Neyse ki pişikler çoğunlukla çok ciddi tablolar halinde seyretmez. Bazı basit, temel koruyucu işlemler, bebeği pişikten veya daha ciddi durumlardan korur.
Kumaş ya da kağıt bezlerin kullanılmasında en önemli konu, sık değiştirmektir. Kullanılan bez ne zaman ıslanır veya dışkı ile kirlenirse değiştirilmelidir. Amaç bebeğin altının kuru tutulmasıdır.
Eğer yeteri sıklıkta, bezleri değiştiriyorsanız, başka hiçbir şeye ihtiyacınız yoktur. Talk pudrası, günümüzde çocuk sağlığı uzmanlarınca önerilmemektedir. Eğer ille de bir pudra tatbik etmek gerekirse, mısır nişastası (bu amaca yönelik olarak hazırlanmış) önerilmektedir. Yapılan bazı çalışmaların, kullanılan pudra zerreciklerinin havada asılı kaldığı ve solunum ile bebeğin akciğerlerine gittiği, nadir de olsa pnömoni (akciğerde enfeksiyon, zatüre) yaptığı gösterilmiştir. Yeterli sıklıkta altı değişen bebeğin, pudraya ihtiyacı yoktur. Özellikle, büyükanne-babalar torunlarına bol bol pudra serpmek, losyon sürmekten büyük keyif almaktadırlar. Bu yaklaşım pişiği engellemez. Bazı çocuk sağlığı uzmanlarına göre, kullanılan pudra ve parfüm içeren bazı ürünler, aslında bebek cildi için pişiklere neden olabilecek kimyasal maddeler içermektedir. Bu tür ürünlerin alerjik madde içermediğinden emin olmalısınız.
Bebeğin, kirli altını temizlemenin en etkin yolu sabunlu su ile yıkamak, su ile durulamak ve kurulamaktır. Bir çok aile kokulu sabun veya alkol içeren ürünler kullanırlar. Bu ürünler de pişiklere neden olabilirler. Pişik görüldüğünde, hemen sadece sabunlu su ile temizliğe dönülmelidir. Bazı uzmanlar, dışkı yapılmış poponun, içine 1-2 damla bebek yağı ilave edilmiş ılık su ile hafifçe yıkanmasını önermektedirler. Bu alan, daha sonra temiz, yumuşak, emici bir bez ile temizlenir.
Bebeğin altının değişimi sırasında 10-15 dakika süre ile bez bağlanmadan, bebeğin altının açık olması ve hava ile teması da oldukça koruyucudur.
Bebeğin altı bağlanırken, mümkün olduğunca bel bölgesinde gevşek bağlanmalı ve havanın bez içinde dolaşması sağlanmalıdır.
Bebeğin altı bağlandıktan sonra naylon bir külot (muşamba) veya sızdırmayı engelleyici katman koyulmamalıdır. Cildin hava almasını engellediği gibi nemin de içeride kalmasına neden olarak pişiklerin oluşumuna neden olur.
Eğer Pişik Varsa
Bebeğin altını sabunlu su ile temizleyin, durulayın ve kurulayın.
Pişik olan bölgeleri, idrar ve dışkıdan korumak için kalın tabakalar halinde, pişik için eczanelerde satılan kremlerden kullanınız.
Ne Zaman Doktora Gitmeli?
Bütün bebeklerde zaman zaman pişik görülebilir. Bunlar yüzeysel tahrişlerdir. Yukarıda açıkladığımız basit önlemler ile birkaç gün içinde geçmiyor ise doktorunuza başvurmalısınız. Pişik ilerledikçe cilt, daha parlak kırmızı bir renk alır, kasıklar da kızarır, kırmızı alanlardan odaklanan yuvarlak kırmızı lekeler sağlam ciltte de görülür. Çok ağrılı hale gelir, kaşıntı olabilir. Özellikle pişik kremlerine rağmen 3-4 gün devam eden olgularda, maya veya mantar enfeksiyonu düşünülür. Eğer pişik alanlarında sivilcemsi yapılar, küçük kabarcıklar görülüyor ise mikrobik enfeksiyonlar düşünülmeli ve hekime gidilmelidir.
Bebek Bezi ve Sağlık
Bebek bezi, bebeğinizin sağlığı açısından size büyük ipuçları verir. Bebeğin günde kaç kez idrar yaptığını veya dışkılama yaptığını takip edebilirsiniz.
Bu da size
-Bebeğinizin yeterli su alıp almadığını
-Yeni aldığı besine karşı reaksiyonunu
-Üriner ve sindirim sistemi
sağlığı hakkında bilgi edinmenizi sağlar.
Normalde bebeğin idrar rengi neredeyse renksizdir veya hafif sarıdır. Alınan besinler, ilaçlar ve bazı hastalıklar idrar renginin değişmesine neden olur. Özellikle yeni doğan bebekler yeteri kadar su alamıyorlar ise idrar rengi pembe olabilir. Bunun nedeni ürat kristalleridir. Böyle durumlarda doktorunuza başvurmalısınız.Doktorunuz bebeğin idrarını test ederek, renk değişikliğinin susuzluktan mı yoksa başka bir nedenden mi olduğunu ayırt edecektir.
Bebek bezlerini tuvalete atmayınız. Kullan-at bezlerde mutlaka bebeğinizin cins, kilo ve yaşına göre uygun ürünler kullanınız.
Sıklıkla genç erişkinlerde görülür ve vakaların çoğunda neden frengidir. Kornea yaraları, şeker hasta1ığı, romatizma, diş apseleri ve burun iltihapları da iritis nedenleri olabilir.
Belirtileri:
Gözde şiddetli ağrı duyulur. Göz aşırı sulanır ve kızarır. Hasta, parlak ışığa bakamaz. Korneanın rengi bulanıklaşır ve gözbebeğinin ışığa karşı refleksleri düzensizleşir.
Seyri:
Gözbebeğinin refleksleri zamanla tamamen kaybolur ve görme iyice bulanıklaşır. Böyle bir kriz birkaç hafta sürebilir.
Tedavi:
Nedene yöneliktir. Dinlenme, camları koyu renkli gözlük kullanılması, fazla okumaktan kaçınılması salık verilir. Ayrıca, göze ılık pansuman yapılır ve ağrı giderici ilaçlar verilir. Atropinli damlalar ya da merhemler kullanılır
Bulunduğunuz yerden kalkıp yürümeniz, ayakta durmanız, nefes almanız, gözlerinizi açıp kapamanız kısacası hayatta olmanız için gereken enerji, hücrelerinizdeki mitokondri denilen santrallerde yapılır. Buradaki santral benzetmesinin abartılı olmadığı mitokondride gerçekleşen işlemler incelendiğinde açıkça görülecektir.
Hücrede enerji üretilmesinde başrolü oksijen oynar. Oksijenin pek çok yardımcısı vardır. Enerji üretiminin hemen her basamağında birçok farklı enzim devreye girer. Bir basamakta görevini tamamlayan enzimler son derece bilinçli bir hareketle, bir sonraki basamakta yerlerini başkalarına devrederler. Böylece, onlarca ara işlem, bu işlemlerde devreye giren yüzlerce farklı enzim ve sayısız kimyasal reaksiyon sayesinde besinlerde depolanan enerji hücrenin işine yarayacak hale getirilir. Bu enzim değişiklikleri sırasında hiç karışıklık çıkmaz, sıralamada hiçbir şaşma olmaz; tüm elemanlar çok disiplinli bir ekip şeklinde çalışmalarını sürdürürler.
Bu haliyle, milimetrenin 100'de biri kadar olan hücrelerimizin içindeki "enerji santrali"nin, bir petrol rafinerisinden ya da bir hidroelektrik santralinden daha kompleks olduğunu söyleyebiliriz.
Bir petrol rafinerisi, petrolün ne olduğunu bilen, ham petrolü laboratuvar şartlarında analiz etmiş ve bu teknik bilgiler ışığında hareket eden mühendisler tarafından inşa edilir ve işletilir.Petrolün ne olduğunu bilmeyen insanların bir petrol rafinerisi inşa edebileceklerini düşünmek ise imkansızdır.
Hücrenin içinde proteinlerden oluşan mitokondri, aynı bir elektrik santrali gibi çalışır ve hücrenin ihtiyacı olan enerjiyi üretir.
Petrol üretiminden çok daha kompleks olan canlı hücresindeki enerji üretimi de aynı şekilde bilgi gerektirir. Ama bir hücrenin öğrenme kabiliyetinin olduğunu öne sürmek elbette ki gülünçtür. O halde böyle bir üretimi hücre nasıl gerçekleştirmektedir?
İşin doğrusu, hiçbir hücre biyolojik bir işlevi, sözcüğün gerçek anlamında "öğrenme" fırsatına sahip değildir. Eğer hücre ilk ortaya çıktığı anda böyle bir işlevi yerine getiremiyorsa daha sonra bunun üstesinden gelebilecek beceriyi elde etmek gibi bir şansı yoktur. Çünkü enerji üretiminde başrol oynayan "oksijen"in hücre üzerinde tahrip edici etkisi vardır. Hücre bu özelliklerle birlikte ortaya çıkmak zorundadır. Bu durum, hücrelerin tesadüfen ortaya çıkmış olamayacaklarının, Allah tarafından bir anda yaratıldıklarının delillerinden yalnızca bir tanesidir.
Bademcik ameliyatları artık hem ağrısız hem kanamasız
Kalp-damar cerrahisinde kullanılan özel bir cihazın, bademcik ameliyatlarında da kullanılmaya başlanmasıyla bu ameliyatlardaki ağrı ve kanama risklerinin ortadan kalktığı bildirildi.
Bu yöntemi Türkiye de ilk uygulayanlardan olan Dr. Ümit Filiz, Thermal Welding adı verilen sistemin, bademcik ameliyatları sonrası özellikle yetişkinlerde oluşan ağrıyı ortadan kaldırdığını, kanamaları ise yok denecek kadar azalttığını söyledi. Yeni yöntemin ABD de geliştirilen bir cihaz yardımıyla yapıldığını kaydeden Dr. Ümit Filiz, bu cihazın kalp-damar cerrahisi için geliştirildiğini ve yaklaşık bir yıldır da ağız ve boğaz operasyonlarında kullanılmaya başlandığını bildirdi. Cihazın elektrik akımı olmadan ısı vererek bademciği kökünden alırken, damarların büzülmesini sağladığını ve böylece kanama meydana gelmediğini anlatan Dr. Filiz, Teknoloji yardımıyla bir tür dağlama benzeri bir yöntem uygulanarak yapılan bu ameliyatlar sonrası hastaların boğaz ağrısı, yutkunma sırasında meydana gelen acıları ortadan kalktı dedi. Dr. Filiz, yöntemin Ankara ve İzmir olmak üzere sadece iki merkezde kullanıldığını belirtti
Tanım : Dermal ülserasyona yol açan ve epidermise dek uzanan cilt infeksiyonudur. Tedavi impetigo gibidir.
Klinik bulgular : Daha önce travma, malnütrisyon, kötü hijyen koşulları olan ve alkoliklerde daha sık oluşur. Tek veya çoğul vezikül şeklinde başlar, kabuk olur ama ülserasyona neden olur ve skar bırakır.. Genellikle alt ekstremitede oluşur.
Etiyoloji : Etken: S.aureus ya da grup A streptokoklar, bazen ikisi birlikte etken olabilir. Tanı:Kliniktir, gerekirse kültür.
Tedavi : Tedavi impetigo gibidir. Lokal yara bakımı yararlıdır(su ve sabunla yıkama). Topikal antibiyotik; bacitracin, neomycin-bacitracin, mupirocin de kullanılabilir. Günde 3 kez , 7-8 gün uygulama yeterlidir. Yaygın impetigo, aile içi infeksiyon varsa , kreş grubu veya atletik takım ve büllöz impetigoda topikal ajanlar yeterli olmaz. Sistemik antimikrobiyal ajan kullanımını gerektiriyorsa; Penisilin veya amoksisilin verilir.. Oral 1.jenerasyon sefalosporinler, penisiline allerjisi olanlarda; eritromisin, azithromycin doz clarithromycin verilir. Stafilokokların etkin olduğu düşünülüyorsa, büllözse; penisilinaza dirençli oral penisilin ör:dicloxacillin--cloxacillin veya I.jenerasyon sefalosporinler; cephalexin, cephradine veya , cefadroxil oral kullanılabilir.Cefixim S.aureusa etkin olmadığı için kullanılmaz. Amoksisilin/clavulanic asit, Clindamycin veya trimethoprim/sulfamethoxazole 160/800 mg.lıktan oral yolla günde iki kez verilebilir. Gerekirse diğer antistafilokokal ajanlar da kullanılabilir. Oral ajanlarla tedavi süresi bir haftadır.
Dozlar : Penisilin : Oral penisilinV ; 25000-90.000Ü/kg/gün, dört dozda, 10 gün ,erişkinde; 250 mg , oral, 4 kez/gün veya benzathin penisilinG ;300 000-600.000Ü çocuk, 1200 000Ü erişkin olarak tek doz kas içine uygulanır.
Amoksisilin : 25-50mg/kg/gün, üç dozda, erişkin:1.5gr. iki-üç dozda
Oral 1.jenerasyon sefalosporinler : Cephadroxil oral; 30mg/kg/gün, iki doza bölünerek, erişkinde 2gr. iki doza bölünüp, , cefpodoxime; 10mg/kg/gün 2 dozda, erişkinde 800mg, iki doza bölünüp, cefprozil; 15-30mg/kg/gün iki doza bölünüp, erişkinde 1 gr/gün iki dozda, ceftibuten 9mg/kg/gün, bir doz, cephalexin ; 25-50mg/kg/gün 4 doza bölünerek, erişkinde günlük doz 1-4 gr, cephradine; 25-50mg/kg/gün 2-4 dozda ,erişkinde 250mgx4 doz.
Erythromycin: Yenidoğanda doz : 2000gr.dan düşük ağırlıklı bebekte;10mg/kg ağırlıklıda 12 saatte bir , 2000gr.dan büyükte; 10mg/kg, 8 saatte bir , 20-50mg/kg 2-4 dozda erişkinde 6 saatte bir 250-500mg olarak.
Azithromycin 5-12mg/kg gün tek doz, erişkin : 500mg/gün veya İlk gün 0.5 gr.daha sonra 250 mg/gün toplam 5 gün.maksimum doz; 600 mg.
Clarithromycin 7.5 mg/kg/gün iki dozda, erişkinde 1 gr/gün, iki dozda,. 10 gün verilir.
Dicloxacillin : 3.125-6.25 mg/kg-cloxacillin 12.5 mg/kg dörde bölünüp, erişkinde 250mg oral 4 kez/günde) veya sefalosporin: cephalexin, cephradine (25-50mg/kg) ikiye bölünüp(erişkinde 250mg , oral, günde 4 kez) veya , cefadroxil 30mg/kg /gün, iki dozda kullanılabilir.
Amoksisilin/clavulanic asit:25-45 mg/kg/gün, 2-3 dozda(formülasyona göre), erişkin:1.5 gr./gün, üç dozda.
Clindamycin : 2000gr.dan düşük yenidoğanda 5mg/kg, 12 saatte bir, 1 haftadan büyükse 5mg/kg 8 saatte bir, 2000gr.dan büyük ve 1 haftadan küçüklerde 5mg/kg, 8 saatte bir, bir haftadan büyüklerde 5mg/kg 6 saatte bir , infantlarda; 15-25mg/kg/gün 3-4 doz oral, erişkinde 150mg-450mg, 4 kez günde oral.
Trimethoprim/sulfamethoxazole : 8mg/kg/gün(trimethoprime göre), 2 dozda, erişkin; 160/800 mg.lıktan oral yolla günde iki kez verilebilir.
Kolobom; gözle ilgili herhangi bir oluşumun (göz kapağı, retina,iris gibi) doğumsal gelişim kusurudur. Genelde yarık şeklinde kendini gösterir. Gözün embriyolojisinde 4 haftalık fötus evresinde, gözü oluşturmak üzere ön beyinden çıkıntı yapan parçacık, gözün küresel bir yapıya dönüşmesi için kendi içine çökerek birleşir. Bu kapanma (birleşme) kusurları kolobom olarak bilinir. Durumun ağırlığına göre retina, makula, optik sinir, koroid, lens, iris, kapak kolobomu tekil olarak veya birkaçı bir arada ortaya çıkabilir. Ancak olay herzaman gözlerde belirgin bir yarık şeklinde algılanmamalı, göze ait herhangi bir oluşumun gelişiminin tam olarak tamamlanmadığı şeklinde algılanmalıdır.
Koloboma neden olarak ailevi geçiş kesin bir neden olarak saptanmamıştır ancak, hastalıkların belirli kromozomal hastalıklarla ilgili olduğu bilinmektedir. Schmid Fraccaro sendromu, Trisomy 18 (E- sendromu) gibi kromozomal hastalıklarda kolobom meydana gelebiir.
Sebebi açıklanamayan tüm doğumsal anomalilerde olduğu gibi, ailevi risk olup olmadığı dikkatlice araştırılmalıdır.
Kolobomun etkileri hastalığın şiddetine ve problemin yerine bağlı olarak değişir. Açıklık genelde gözün alt kısmındadır.
Lens kolobomu; eğer büyükse iris ve koroid tabakada kusurlara eden olabilir ve retina tabakasında yırtılma meydana gelme olasılığını biraz arttırır. Şiddetli olgularda, gözün büyüklüğünde azalma meydana gelebilir. Buna mikroftalmus adı verilir. Ancak mikroftalmus, kolobom olmadan da meydana gelebilir.
İris kolobomu, pupilde anahtar deliği görünümü verebilir. Merkezi görmede hasar oluşabilir.
Bazı kolobom olgularında, nörolojik ve kromozomal problemler de var olabilir. Bunlardan birisi son derece nadir görülen CHARGE hastalıklar grubudur. (C - Coloboma; H - Heart defects (kalp problemleri); A - Atresia of the choanae (arka burun deliklerinin kapalı olması); R - Retarded growth and development (büyüme ve gelişme geriliği); G - Genital hypoplasia (yetersiz cinsel organ gelişimi, inmemiş testis gibi); E - Ear anomalies (kulak anomalileri)).
Yine küçük göz, fazla parmak ve zeka geriliği koloboma eşlik edebilir. Görme yeteniğinde azalma, nistagmus, şaşılık, fotofobi ve görme alanı kaybı hastalarda bulunabilir.
Tedavi
Hastalığın durumuna göre tedavi yöntemleri farklılık göstermektedir.
Retina dekolmanı (ayrılması) durumunda vitrektomiyi takiben lazer (argon veya kripton) ile retina altta yatan yapılara tutturulur.
İris kolobomunda, kozmetik amaçla kontakt lensler kullanılabilir.
KOLOBOM KONUSUNDA BİR GÖZ UZMANI HEKİME BAŞVURULMALIDIR
Sessizce ilerliyor, kemikleri zayıflatıyor, kırılmalara neden oluyor. Osteoporoz ya da kemik erimesi tıpkı bir hırsız gibi...
Yaşam kalitesini düşüren osteoporoz ya da halk arasındaki adıyla 'kemik erimesi'... Her ne kadar kadınlara mal edilse de aslında ileri yaştaki erkekleri de tehdit eden önemli bir hastalık. Belirtileri ve hasarı yıllar sonra ortaya çıktığı için 'kemiklerin sessiz hırsızı' tanımlamasını da yapmak yanlış değil. Çünkü bu hastalık kemiklerimizin sertliğini azaltıp, kolay kırılabilir hale gelmelerine neden oluyor. İşte aslında kadınların büyük çoğunluğunu tehdit eden ancak bazılarının farkında bile olmadığı bu önemli hastalığı, kimlerin daha çok risk altında olduğunu, gelişmiş tanı ve tedavi yöntemlerini, beslenme ipuçlarını ve her şeyden önemlisi korunmanın nasıl olması gerektiğini anlatacağız. Hastalık hakkındaki bilgileri Anadolu Sağlık Merkezi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Semih Akı'dan alıyoruz....
En sık görülen kemik hastalığı
Prof. Dr. Semih Akı, "Osteoporoz; vücudumuzdaki tüm kemikleri (iskeletimizi) etkileyen sistemik bir hastalıktır" diyor. En sık görülen kemik hastalığı olarak kabul ediliyor. Uzayan yaşam süresine bağlı olarak dünya nüfusunun yaşlanması, osteoporoz ve osteoporoza bağlı kırıkların görülme sıklığında önemli artışa neden oluyor. Ancak işin sevindirici kısmı önlenebilir, tedavi edilebilir bir hastalık olması....
İnce kadınlar daha yatkın
Dünyada 50 yaş üzerindeki her üç kadından birinde, erkeklerde ise sekiz erkekten birinde osteoporoz görülüyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, günümüzde 50 milyon kadını ilgilendiren osteoporozun önümüzdeki beş yıl içerisinde 55-60 milyon kadını etkileyebileceği kabul ediliyor. Osteoporoz en fazla menopoz döneminde, erken yaşta yumurtalıkları alınan kadınlarda, düşük kalsiyumla beslenenlerde, egzersiz yapmayanlarda, aşırı sigara ve alkol kullananlarda, beyaz tenli ve ince-narin yapılı kimselerde uzun süreli kortizon ve kanser tedavisi için ilaç kullananlarda, şeker ve tiroid hastalıklarında ve erken yaşta testesteron eksikliği olan erkeklerde görülür.
Erkeklerin de derdi
Yaşam boyu osteoporoza bağlı kırık geçirme riski kadınlarda yüzde 40 iken, erkeklerde yüzde 13. Hastalığın erkeklerde görülmesinin başlıca sebepleri arasında aşırı kortizon kullanımı, cinsiyet hormonu azlığı, ilaçlar, alkol ve sigara ile yaşam tarzı geliyor. Bir kadının yaşam boyu kalça kırığı geçirme riski, meme, rahim ve yumurtalık kanserine yakalanma risklerinin toplamından daha yüksek. Erkeklerde ise prostat kanserine yakalanma riski osteoporotik kırık geçirme riskinden düşük. Hastalık kemik yoğunluğu yavaş yavaş azaldığı için uzun süre belirti vermiyor. Kemik yoğunluğu azaldıkça omurgada oluşan çökme kırıkları sırt ağrılarına yol açıyor. Kemiğiniz kırılana, kamburlaşana, boyunuz kısalana kadar belirtileri fark etmeyebilirsiniz. İşte bu nedenle eğer risk faktörlerini taşıyorsanız belirli aralıklarla kemik yoğunluğunu ölçtürmeniz gerekiyor.
Hastalığa aday mısınız?
Osteoporoza neden olabilecek diğer hastalıkların varlığı örneğin; tiroid hastalıkları, eklem romatizmaları, astım, ilaç kullanımı, kırık öykünüzün bulunması, beslenme durumunuz, ailede özellikle annede kırık öyküsü gibi bilgileri kontrollerinizi yapan doktorunuza aktarmanız çok önemli. Fiziksel muayene kadar sizin anlattıklarınız da riski belirlemede yardımcı olur.
Sigara kırık riskini artırır
Türk kadınları osteoporoz risk faktörlerinden birkaçını bir arada taşıyor. Yüksek doğurganlık hızı, az bedensel aktivite, kalsiyumdan fakir beslenme alışkanlığı, sigara ve kahve tüketiminin yaygınlığı, D vitamini eksikliği, Türk kadınları arasında sık rastlanan risk faktörlerinden sayılıyor. Menopoz öncesi sigara içmeyi bırakan kadınlarda kırık riski yüzde 25 azalıyor. Düşme riskini artıran hastalıkların da tedavi edilmesi gerekiyor. Ayrıca düzenli yapılan egzersiz de riski azaltmada son derece önemli.
Erkekler en fazla kadınların açıksözlü ve içten davrananlara tepki göstermelerinden yakınıyorlar...
"Kadınlar çifte standard uyguluyorlar. Bize her zaman açıksözlü olmamız için öğüt veriyorlar. Fakat biz açık açık buluşma teklifi yapınca ve de niyetimizin birlikte güzel vakit geçirmek olduğunu söyleyince kötü kişi oluyoruz, güvenilmez damgasını yiyoruz."
Az, öz olmalı
"Bir kızı tanımak istediğiniz zaman e-mail işe yarayabilir. Ama kızlar bilgisayar başına geçince öyle abuk şeyler yazıyorlar ki, onları okumakla vakit öldürmek istemiyoruz. Bir bakıyorsunuz, kız telgraf çeker gibi günlük uğraşlarını birer cümleyle anlatmış. Sonra bir de bakıyorsunuz, tam bir sayfa zırvalamış. Bu iki farklı yazışmadan bir sonuç çıkarmak çok zor."
"Kadınlar ince vücutlu olmayı akıllarına takmışlar. Hele bir erkeğin yanında oldukları zaman bu takıntıları daha da belirginleşiyor. Başka zaman karınları acıkınca oturup bir güzel yemek yerler. 'Ben rejimdeyim' demekten zevk alıyorlar. Rejimde olmak, kadınlar için soyluluk ünvanı gibi."
Aşkları öğrenmek istiyorlar
Glamour Dergisi'nin araştırması, erkeklerin kadınlara sormak istedikleri sorular hakkında da bir fikir edinmemizi sağladı. Erkekler öncelikle kadının daha önce kaç kişiyle duygusal ilişkiye girdiğini merak ediyor. Kadının bu soruya doğru yanıt vermesi gerekiyor. Çünkü kadın yalan söyler de erkek gerçeği bir başkasından öğrenirse, o ilişki noktalanabilir.
Ayna tutkusu
Kadınları ayna karşısından ayrılamamakla suçlayan erkekler de aslında dış görünüşlerine çok önem verirler. 'Bıyıklarımı beğendin mi?[/swf2][swf3]Sakal bana yakışır mı?[/swf2][swf3]Acaba saçlarımı çok kısa mı kestirsem?' gibi erkeğin dış görünüşüne ilişkin sorular çok sık gündeme gelir. Kadının bu sorulara günün modasına uygun cevaplar vermesi yerinde olur.
Saltanatının sınırları geniş diyarlara uzanan bir hükümdardı. Kibrinin ve gururunun ise sınırı yoktu. Elinden gelse bütün dünyayı eline geçirmek ve mülküne dâhil etmek istiyordu. Sürekli
"daha, daha" diyordu.
Hiç kimse ondan bir gün olsun
"yeterli" veya "buna da şükür" sözünü duymamıştı.
Yeme-içmede, eğlenmede, hakarette, haksızlıkta hep dünden bir adım ileriye gidiyordu.
Öyle bencildi ki, iyilik yaparken bile başkalarına ne kadar cömert olduğunu sergilemek isterdi.
İşte bu hükümdar, bir gün sarayının önündeki bahçede yürüyüşe çıkmış gezinirken, yanına başı önünde eğik, elinde dilenci kabı taşıyan bir adam yaklaştı. Muhafızlar, dilencinin hükümdarın yanına sokulmasının engellediler.
Hükümdar, adamlarına o ana dek hiç konuşmayan dilenciyi bırakmalarını emretti.
"ne istiyorsun?" diye büyüklenerek sordu hükümdar.
Adamın onun yanına dilenmek için geldiği besbelliydi, ama o bu soruyu yine de sordu, çünkü karşısındakinin kendisine yalvarmasını istiyordu. Bu hep böyle olurdu.
Fakirler, dilenciler bir şeyler ister, o onlara fazlasıyla ihsanda bulunur, adamlar bindir teşekkürle ve minnetle yanından ayrılırken o "var mı benim gibi cömert?" dercesine sağına soluna bakınır ve etraftaki yağcıların övgü dolu sözlerini kendinden geçerek dinlerdi.
Ama bu defa öyle olmadı!
Dilenci güldü ve başını kaldırıp hükümdarın gözlerinin içine bakarak şöyle dedi:
"sultan hazretleri yoksa benim arzumu yerine getirebileceklerini mi sanıyorlar?"
Böylesine küstahça bir söz karşısında önce ne yapacağını bilemedi hükümdar.istese oracıkta dilencinin kafasını vurdurabilir ya da onu zindanlarda çürütebilirdi. Ama bu dilenci kendisine meydan okumaya kalkmıştı ve bu söz ne kadar ağırına giderse gitsin, ona dersini başka bir şekilde vermeliydi. Evet, kararını vermişti: onu cömertliğiyle ezecekti.
"elbette ki senin arzunu yerine getirebilirim ey dilenci! Ne olduğunu söyle yeter."
"çok basit," dedi dilenci ve dilenirken kullandığı kabı uzattı: "bu kabı bir şeyle doldurmanın istiyorum."
Bu kadar basit bir isteği duyunca rahatlayan hükümdar kahkahalarla güldü: "bundan kolay ne var?"
Yanındaki vezirlerden birisine dönüp emretti: "bu adamın kabını parayla doldurun."
Vezir saraya gitti, dönüşte getirdiği büyükçe bir kese altını dilencinin kabına boşalttı. Normalde kabı doldurup taşması gereken altınlar kaba dökülür dökülmez yok oldu ve dilencinin kabı biraz önceki gibi bomboş kaldı.
Hükümdar ve etrafındakiler gördüklerine inanamadılar. Dilencinin hiç de öyle büyücü bir görünümü yoktu, ama yine de ondan ürkmeye başladılar. Hükümdar, adamlarını daha fazla altın getirmeleri için saraya yolladı. Ancak, her gelen kesedeki altınlar aynı akıbete uğradı. Dilencinin kabına boşanır boşanmaz, uçup gittiler. Bu kap sanki kara delik gibi altınları yutuyordu. Önce saraydakiler, sonra da olup biteni duyan şehir ahalisi toplandı etraflarına.
Ne kadar altın ve gümüş boşaltırsa boşalsın, hükümdar dilencinin küçük kabını dolduramıyordu. Şanı, şöhreti, kibarı elden gitmek üzereydi. Ama o "bütün hazinemi gözden çıkarırım da bu dilenci parçasına mağlup olmam" diye homurdanıyordu.
Gerçekten de, altınlar, gümüşler, elmaslar, yakutlar... Hazinesinde ne varsa dilencinin kabına boşaltıldı. Ama sonuç değişmiyordu: dilencinin uzattığı kap bomboştu. Saatler geçiyor, insanlar hayret ve şaşkınlıkla hükümdarın hazinesinin avuç avuç kabın içinde eriyişini seyrediyordu.
En sonunda, hükümdar dilencinin ayağına kapandı ve mağlubiyetini ilan etti: "sen kazandın, ama gitmeden önce bana tek bir şey söyle. Bu kabın sırrı nedir?" hırsıyla, kibriyle ün salan koca hükümdar, sıradan bir dilencinin önünde böyle yalvarıyordu.
Gerçekte, bir dilenci değildi karşısındaki. Ona ders vermek için gönderilen dilenci görünüşündeki bir melekti.
Melek
"bu kap" dedi,
"insan hırsından yapılmıştır. Ve hiçbir şey onu dolduramaz. Hırsına mağlup olan insan, ister senin gibi sultan olsun ister köylü, kabı hiç dolmayan dilenciye benzer. Dünyanın en güzel sarayları, dünyanın en güzel atları, dünyanın en büyük hazineleri onu doyurmaz. Hatta dünyayı da yutsa tok olmaz. Elindeki kabı, dilenir durur."