CessALaL

CessALaL

Üye
02.10.2011
Er
142
Hakkında

  • Söz konusu mutluluksa hiçbir şey için "fark etmez" demeyin, çünkü fark eder. Başkasının yerine düşünmeyi de, karar vermeyi de bırakın. Bunlar mutluluk kanunlarından bir kaçı. İşte devamı...

    MUTLULUK KANUNLARI

    Mutluluk yasalarını uygulayın, alışkanlıklarınızı değiştirin ve mutlu olmayı keşfedin..

    İşte, sihirli mutluluk yasaları...

    Mutlu olmak zor mu? Nefes almak bir mutluluk değil mi? Hemen, gerekli mutluluk şartlarını verelim:

    1- Asla asla demeyiniz!

    2- Cümlenizin başlangıcı ’’ama’’ ve ’’fakat’’ olmasın!

    3- ’’Fark etmez’’ derseniz yalan söylemiş olursunuz, her şey fark eder.

    4- Hiç bir cümlenizin fiili ’’mış, miş ’’veya ’’lar, ler ’’veya ’’mişler, mışlar’’ veya ’’larmış, lermiş’’ le bitmesin. Bunlar sizin bilmediğiniz ve görmediğiniz, başkasının anlattığı eylemledir ve bunlara göre hareket etmek hem size hem karşınızdakine zarar verir.

    5- Başkasının yerine düşünmeyin!!

    6- Başkasının yerine karar vermeyin!!

    7- Pozitif düşünce ile yaklaşın konulara (yapacağım, başaracağım gibi). Ama bu Pollyanna’cılık olmasın.

    8- Hiç bir zaman gerçek ve doğrudan vazgeçmeyin!

    9- Geçmişi yargılamayın, bir şey kazanamazsınız. Sadece tecrübe olarak faydalanın ve mutsuzsanız tekrar etmeyin!

    10- Kendinize ve etrafınızdakilere güvenin, onları sevin!

    11- Mutlu olmak ve ilerlemek için yaşanan şeyleri tekrar yaşamayın, yaşanmışlardan faydalanın. (Ateşin el yaktığını öğrenmek için elinizi ateşe sokmaya gerek yok, etrafınıza bakmak ve okumak yeterlidir). Albert Einstein ’’Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar elde etmeyi beklemek aptallıktır.’’ der. Dünyanın en zeki adamının sözlerine kulak verin.

    12- Genelleme yapmayın! (Bütün erkeler veya kadınlar gibi)

    13- Bir anı yaşamak için yıllar harcamak başarısızlıktır. Başarı, bir anda yılları yaşayabilmektir.

    14- Ben hep veriyorum, almıyorum demeyin. Almayı bilmeyen vermeyi de bilmez. Vermeyi bilmediğinizden o hiç bir yere gitmez.

    Almasını bilmeyen veremez, vermesini bilmeyen alamaz, ağlamasını bilmeyen gerçekten gülemez, üzülmesini bilmeyen sevinemez. Her şeyin dengesi vardır.

    15- Ve karar verin, şu an sizin de yeni bir hayata başlama anınız olsun!!

    Çok mu zor bunları uygulamak, bunları yazın ve uygulayın hayatınızın değiştiğini göreceksiniz. Hayat çok güzel, yaşamasını biliniz..

    Kaynak : pressturk
#12.12.2011 14:04 0 0 0
  • Anlamlı bir hayat yaşamak herkesin arzusudur. Her insan kendisine doğuşta verilen yetenekler ölçüsünde en iyisini yapmak, kendi potansiyelini gerçekleştirmek ister. Çünkü ruhsal doyum insanı canlı ve üretken yapar...

    SİZİN ŞİRKETİNİZİN RUHSAL ZEKASI NE KADAR YÜKSEK?

    Maslow'un "İhtiyaçlar Hiyerarşisi" teorisini bilirsiniz: İhtiyaçlarımız bir merdivenin basamakları gibidir. Her basamak sırasıyla çıkılır. Maslow'a göre insanlar en temel ihtiyaçlarını karşılamadan bir üstteki ihtiyaçlarını düşünemezler.

    İlk duyduğumda bu teori bana çok mantıklı gelmişti. Hiç sorgulamadan kabul etmiştim. Gerçekten de insan önce karnını doyurur sonra kafasını sokacak bir ev arardı. Oturacak evi olmayan bir insan toplum tarafından saygı görmeyi aklına bile getiremezdi. İnsanın sevmesi ve sevilmesi için önce karnını doyurması gerekirdi.

    Ben yıllar boyunca karşıma çıkan birçok konuyu bu kavramla açıklama imkânı buldum. Maslow adını duyan herkes söylediklerimi kolayca kabulleniyordu. Son derece kullanışlı bir teoriydi.

    Fakat önce Richard Maddock sonra da Danah Zohar'ın kitaplarını okuyunca konuya bakışım değişti. İlk bakışta çok doğru gibi görünen Maslow teorisi, hayatı farklı açılardan anlamaya başlayınca yetersiz kalmaya başladı.

    Konuya biraz yakından bakınca pek çok yazarın da Maslow'a itirazı olduğunu fark ettim. Japon şirketlerinin kalite yönetimleri üzerine çalışan Dr.Yoshio Kondo'ya göre, bir insan bütün basamaklardaki ihtiyaçları pekâlâ aynı anda hissedebilirdi. Maddi ihtiyaçlarını zar zor karşılayan bir insanın da saygı görme, kabul görme, bir grubun parçası olma gibi ihtiyaçları olabilirdi.

    Maslow da ölmeden önce kendi teorisindeki eksiklikleri eleştirdi. "İnsan olmanın psikolojisi" (Toward a psychology of being) kitabında vicdanımızın bizim davranışlarımızı önemli ölçüde etkilediğini söyledi. Bu görüşü, aslında daha önce hiyerarşik olduğunu söylediği ihtiyaç ve motivasyonlarla çelişiyordu.

    Maslow, idealleri peşinde koşan insanların üzerinde yaptığı çalışmalarda bu insanların davranışlarının o zamana kadar öğrendiklerinden tümüyle farklı olduğunu gördü.

    Anlamlı bir hayat yaşamak herkesin arzusudur. Her insan kendisine doğuşta verilen yetenekler ölçüsünde en iyisini yapmak, kendi potansiyelini gerçekleştirmek ister. Bunu yapamadığını anladığı zaman huzursuzluk, tatminsizlik ve gerginlik hisseder.

    Maslow bu durumu "varoluşsal suçluluk" diye tanımlar ve "Ressam olacakken yeteneklerini köreltip hisse senetleriyle boğuşan, akıllı olan ama aptalca bir hayat yaşayan, doğruyu görüp de ağzını açmayan insanlar kendilerini aldattıklarını bilirler, bu nedenle de kendilerini suçlarlar." der.
    Kendilerini gerçekleştirme yolunda ilerleyenler ise daha doyumludurlar. Ruhsal doyum onları canlı ve üretken yapar. Bu insanlar gittikleri yere canlılık, bilgi ve ilham katarlar.

    Bu açıdan bugünün liderlerine çok önemli görevler düşüyor. Liderler, çalışan her insanın kendi hayatına bir anlam katma peşinde olduğunu bilmek zorundalar. Liderler şirket çalışanlarının bu anlam arayışlarına ve "kendilerini gerçekleştirme" ihtiyaçlarına kulak vermek, onları anlamak zorundadırlar. Çünkü çalışanların bu ihtiyaçlarını gerçekleştirebilmeleri ancak onları anlayan liderler sayesinde olur.

    Danah Zohar, bugüne kadar bencillik, açgözlülük, korku ve öfkenin hakim olduğu iş hayatında aslında paylaşma, güven, yardımlaşma gibi pozitif değerlere de yer olduğunu ve bunlarla beslenen şirketlerin daha iyi yerlere geleceğini savunur. Zohar'a göre bunu yapabilen şirketler "ruhsal zekâya" sahip olan şirketlerdir.
    Eğer bir şirket çalıştırdığı insanları "iş gücü" olarak görmek yerine onları "insan" olarak görüyorsa ruhsal zekâsı yüksek bir şirkettir. Ruhsal zekâya sahip şirketler insanların "iş hayatı" ve "özel hayatları" gibi iki farklı hayatları olmadığını, herkesin tek bir hayatı olduğuna inanır. Şirketin ruhsal zekâsı sayesinde hem çalışanlar birbirlerine bağlanırlar hem de şirkete olan sadakatleri artar. Şirketlerin fark yaratması ruhsal zekâ sayesinde olur. Bu anlamda ruhsal zekâ, "dönüştürücü" bir güce sahiptir.

    Danah Zohar, bizim bugüne kadar ezberlediğimiz, "şirketler para kazanmak için vardır" fikrini yeniden değerlendirmemiz gerektiğini söylüyor. Bugün geldiğimiz noktada şirketler devletlerden bile daha güçlü. Artık daha iyi bir toplum, daha iyi bir gelecek sağlamak sadece devletlerin değil aynı zamanda şirketlerin de üstlenmesi gereken bir sorumluluk.

    Zohar'a göre şirketlerin sadece çevreye duyarlı ürünler geliştirmesi ya da atıkları iyi yönetmesi değil, insanların kendilerini gerçekleştirebilecekleri ortamları yaratması gerekir.

    Şirketlerin işi sadece iş yapmak değildir.
    İçinde yaşadığımız çağda şirketler, insan odaklı olmak zorundadır. Eğer şirketler sadece para kazanma hırsıyla davranmaya devam ederse mitolojideki Erysichthon gibi kendini yiyen bir canavara dönüşecekler. (Erysichthon kutsal bir ağacı kestiği için tanrılar tarafından cezalandırılır. Artık Erysichthon ne yaparsa yapsın asla açlığını doyuramaz. Daha fazla yiyecek için kendi çocuklarını bile satar ve en sonunda da kendi kendini yer).


    Bugün artık anlıyorum ki ekonomi ve işletme disiplinlerinin temelinde "doğru gibi görünen yanlışlar" var. Hiç sorgulanmadığımız için bunlar yıllar boyunca hepimizin kafasını karıştırmış. "İnsan rasyoneldir" (akılcıdır) varsayımı nasıl yanlışsa Maslow'un da "ihtiyaçlar hiyerarşisi" yanlıştır.

    Eğer Maslow'un teorisi doğru olsaydı kimse onuru için intihar etmezdi. Ülkesi için hiç kimse ölüme gitmezdi. Çocukları için kendini feda eden anne-babalar olmazdı. İnsanın her ne bahasına olursa olsun kendi varlığını hayatta tutmak, onu doyurmak, korumak birinci önceliği olurdu.

    Maslow'un teorisi tıpkı rasyonel karar alan tüketicilerin varlığına inanmak gibi bir yanılsamadır. Her ikisi de mantıklı gibi görünür, kulağa hoş gelir; her ikisinin de üzerine teoriler inşa edilebilir ama ne yazık ki bunlar geçerliliği doğrulanmış teoriler değildir.
    İnsanın kendi ideallerinin peşine -ancak belirli bir refah seviyesine ulaştıktan sonra- düşeceği gibi bir koşul yoktur. Maslow'un dediğinin aksine bu, her ekonomik düzeydeki insanın hissedebileceği bir ihtiyaçtır.
    Victor Frankl'ın dediği gibi "anlam arayışı" her insanın hayattaki birincil motivasyonudur.

    Sürdürülebilir bir gelecek için şirketlerin bu anlam arayışına cevap vermesi gerekir.
    Şirketler hayata daha fazla dokunan, manevi değerleri (dini değerler olması gerekmez) önemseyen, insanların anlam arayışını asla hafife almayan bir bakış açısı geliştirmek zorundadır.
    Aksi takdirde sadece kendi çıkarlarının peşinde koşmak, şirketleri kendilerini yiyen canavarlara (Erisychthon) dönüştürecek.

    Yazan : Temel Aksoy
#12.12.2011 14:01 0 0 0
  • Konu: DUY ANKARA
    süper ya, ellerine sağlık.. çok beğendim.
#28.11.2011 21:40 0 0 0
  • Yakından bakınca her insan biraz anormaldir ama tipi hoşumuza gitmese de, fikirlerini beğenmesek de her insan bizden koşulsuz olarak saygı bekler....

    Magna civitas, magna solitudo"
    Büyük kent, büyük yanlızlık.)
    Roma atasözü

    Bireyi hırçınlık ve şiddete yönlendiren çok temel sebeplerden bahsetmek isterim. Belirteceğim sebepler elbette yegane sebepler olmayacaktır. Kendimce öne çıkanları ifade ederek bu konuda da bir farkındalık oluşturmak istedim. Sonuç olan "hırçın"lıktan çok ona giden sebeplerin tespiti önemlidir. Bilerek ya da bilmeyerek insanları hırçınlığa yönlendirenleri, girdikleri yanlış yoldan geriye döndürmekte, sorunun çözümü açısından oldukça önemlidir.

    İnsanların hırçınlaşmasının en temel nedeni "tanınmama ve saygı görmeme"dir. Maslow'un temel ihtiyaçlar pramidinin üçüncu sırasında "Saygı görme ihtiyacı" vardır. Her insan çabalarını "beğenilme arzusu" üzerine kumuştur. Biri annesi, diğeri babası, bir diğeri toplum onu beğensin diye bütün yaşam enerjisini kullanır.

    Davranışları dengeleyen ve en çok kontrol eden ise manevi moral değerlerimize yönelmek, yaratıcının gönlünü kazanmak ve "O beğensin" diye davranmaktır herhalde. Bu yol birilerine göre bilimsel olmayabilir ama vicdanlar üstü bir yol olarak insanları tarih boyunca hırçınlıktan uzaklaştırabilmiştir.

    Bilinmelidir ki her insanın "beklenti kontrolü" aynı değildir. İstekleri geri çevrilen ve sürekli horlanan insanların nerede ve hangi seviyede patlama göstereceği tahmin edilemez. İnsanların dini, kültürel, ekonomik ve sosyal kazanmışlıkları yanında aldıkları eğitimle de doğrudan ilişkili olan şiddet ve hırçınlık eğilimleri bu ülkeye ağır bedeller ödetmiştir.

    Yine herkesin bilmesi gereken bir gerçek daha vardır; oda, "tipi hoşumuza gitse de gitmese de, fikirlerini beğensek de beğenmesek de her insan bizden koşulsuz olarak saygı bekler." gerçeğidir. "Yakından bakıldığında her insan biraz anormaldir." diye bir söz hatırlıyorum. Bu sözün anlamı şudur:

    En uyumlu insanın dahi detaylarında, bir diğerine uymayan farklılık mutlaka vardır. Bu gerçekten hareket etmeyen insanlar eşlerinden, ailelerinden, arkadaşlarından yüzde yüz uyum beklerler ve hayal kırıklığı yaşarlar. Demek oluyor ki herkes bir diğerinin farklılığını babul ederek ona koşulsuz saygı duymak durumundadır. Bu ihmal edildiğinde, önemsenmediğini düşünen insanlar ortaya çıkar ve hayat her birimiz için çile olmaya başlar. Kaybedecek "hiçbir şey"i olmayanlar için başkalarının kaybedeceği "çok şey"in de hiçbir anlamı yoktur.

    Şimdi de her birimiz için bu yorgunluk ve hırçınlık sebeplerini netleştirelim isterseniz. . ".

    1. İnsanların diğerleri tarafından tanınmaması ve gereken saygı görmemesi. Hayata katılma çabası içerisinde olan insanlar bütün yaşamlarını diğer insanlardan farklı olmak ve elde ettikleri farklılıklar kadarda saygı görmek için devam ettirirler. Şöyle bir söz vardır. "İnsanların bütün yönleri eşitlenseydi, yine onlar farklı olmak için başka yollar ararlardı."

    2. İnsanların özellikle büyük şehirlerde yaşadığı yalnızlık hissi, ailede ve toplumda yabancılıkşma. Özellikle büyük şehirlerde yaşanan yalnızlığın sebebi menfaat ilişkilerine dayanan hayatlardır. Çoğu zaman ayakta kalabilmenin ön şartı maddi kazançlarla ifade edildiği için aile içi ilişkileri dahi bu maddi bağlar yönetmektedir.

    3. Gelecek Korkusu ve Yaşam Yorgunluğu: insanıızın en temel sorunlarından biri de bozulan ticari ahlakın getirdiği handikaplar ve iş verenlerin çoğu zaman objektiflikten uzak olabilen kararları. Bir insanın iki dudağı ucunda dönen iş yaşamı insanların sürekli bir eddişe içerisinde olmasına zemin hazırlıyor. Yargum bir toplum umutlarla dirilir.

    4. Eğitim ve Analitik Bakış: Uzun yıllar okumayı ve ilimi bir tarafa iten bir toplum olduk. İlmi gelişemeyen bir insanın, olayların önünü ve arkasını kestirme kaabiliyeti de zayıf kalır. Daralan ufuklar zorluklarla mücadele edemez; depresyona kolay girer.

    5. Rekabet ve Yok Sayma: Hayatı düzenleyen kariyer ve makamlar, büyüklüğü oranında cazibe oluşturduğu için bir çok insan bu rekabet ortamında diğerlerini yarıştan düşürmek adına bir çok çaba içerisine girer. Girilen bu çaba çoğu zaman yıpranmış duygular üretir. Hayal kırıklıkları yaşatır.

    6. Özenti ve İntikam: "Benim sahip olamadığı imkanlara sen neden sahipsin?" duygusuyla, bazı insanların hiç tanımadığı, bilmediği insanlara düşman kesilmesi; yaşadığı sıkıntıların müsebbibi olarak onu hedefe koyması.

    7. Sorumluluk Hissi ve Merhamet: Özelikkle büyük şehirlerde insanlar, evlerinden ayrıldıktan sonra tanımadığını düşündüğü, ama aynı şehri paylaştığı diğer insanlara karşı hiçbir sorumluluk duymuyorlar. Bu duygu çoğu zaman beraberinde her türlü nezaketsizliği getiriyor elbette. En belirgin olanları da özelikkle trafikte yaşanıyor. Merhamet duygusundan yoksun insanlar hırçınlık ve şiddetin her türlüsünü icra etmekten sakınmıyorlar.

    8. Hayatın Yetişilemeyen Hızı: Çok hızlı akan kent yaşamları, bir bardak kahvenin dahi tadını çıkaramayan insanları içinde barındırıyor. Bu hız, hayatın her türlü estetiğini ve tefekkür ğüneşini yok ediyor. Zaman zaman durmaya, her şeye inat kendimize zaman ayırmaya çok ihtiyacımız var.

    9 Kaybolan Değerler ve Kontrol Unsurları: Özellikle sabır, bu noktada çok büyük bir kayıp içerisinde olduğumuzu düşünüyorum. Değerler, bizim sokaktaki diğer insanlarla aramızdaki iletişim dilimizdir. Her birimiz bir diğerimizden bunları bekleriz. Değerler, insanları toplum içerisinde kontrol eder. Değerleri olmayan toplum kontrolsüzdür.

    Sonuç: Her şey insanımızın elinde. Bu, birimizin ikimizin değil topyekün hepimizin üzerinde olan bir görev. Daha insanca daha saygın bir yaşam istiyorsak, birbirimizi koşulsuz "görmek, tanımak ve saymak" zorundayız. Yani "her insan 'benim' kadar değerlidir." Haydi o zaman!..


    Yazar : İsmail Öz
#27.11.2011 22:42 0 0 0
#27.11.2011 22:37 0 0 0
#26.11.2011 16:30 0 0 0
  • Diş hekimi Oya Bilir ve jinekolog Kaya Bilir efsanesi yıllardır sürer. Kaya Bilir'i bilmiyoruz ama Oya Bilir gerçekten de var. Adıyla mesleğinin uyumlu olması onu Türkiye çapında bir şöhret haline getirdi. İsimler ve soyadları ister istemez kişinin kariyerini etkiliyor. Hele 'ilginç' bir isme sahipseniz bu kaçınılmaz. Ama illa çarpıcı bir isim olması gerekmez. Mesela, uzmanlara göre, en yaygın erkek isimlerinden Mehmet, karşıdakinde güven hissi uyandırıyor. Sakıp ve Serdar ise zenginliğin sembolü olarak görülüyor.

    İnternette sürekli dolaşan ilginç isimler vardır. En meşhurları da diş hekimi Oya Bilir ile jinekolog Kaya Bilir. Bünyamin Dana, Şaban Tren, Sadık Öküz, Duran Tekerlek, Coşkun Aptal da, internet geyikçilerinin sevdiği isimlerdendir. Bunların hangileri gerçek hangileri efsane bilinmez ama bir şekilde akılda kaldıkları kesin.

    Merak ettik, acaba ismimiz hayatımızı, kariyerimizi etkiliyor olabilir mi?

    Türkiye'de en çok kullanılan isimler kadınlarda Ayşe, Emine, Hatice, Zeynep; erkeklerde Mustafa, Ali, Hasan, Ahmet, Mehmet. Akrofonolog (isim bilimcisi) Kemal Haluk Cebe isimlerin insanın kariyerini çok etkilediğini söylüyor. K harfi kariyeri temsil ettiği için, isimde bu harfin olmasını tavsiye ediyor. İnsanda güven hissi uyandıran isimlerin başında ise Mehmet geliyor. Cebe, Türk askerine bu yüzden Mehmetçik dendiğini düşünüyor. Buna karşılık, insanda en çok tedirginlik yaratan, olumsuz düşüncelere iten isimler ise Harb ve Mürre imiş. Eğer güçlü bir isim istiyorsanız ismin içinde D ve G harfleri olması gerekiyormuş. A harfiyle başlayan isimler de bu anlamda çok önemli imiş.

    İsmin, insanlar üzerinde son derece tesirli ve önemli bir etken olduğunu belirten Cebe, ilk anda size çok sempatik gelen bir isimmin adeta ruhunuzu okşayacağını ve o kişiye karşı çok yoğun ilgi duyabileceğinizi söylüyor.

    Meslek guruplarında öne çıkan isimleri tek tek ayırmak son derece uzun süreceğinden Cebe isimlerin içesindeki harflere göre kategorize ediyor, mesela:

    L harfi, sanatla ilgili işler yapanlar için ideal. El marifetiyle çalışan herkes için de öyle.

    B ve A harfleri, satış ve pazarlamada çalışanlar,

    İçinde M ve A olan isimler serbest ticaret yapanlar,

    S harfinin isim ve soyadında olması üretici faaliyetlerde ve planlamada çalışanlar,

    Z harfi araştırma ve geliştirmede çalışanlar ve

    İ ve P aynı isimde yer aldığında psikoloji ve tıp alanında çalışanlar için 'ideal' harfler.

    Soyadları öne çıkıyor
    İsim değiştirmenin hem kariyeri hem de hayatı değiştirmek olduğunu söyleyen Cebe, ismin kişinin ruhsal bedeniyle bir bütün halinde titreşimleri yaratması gerektiğini düşünüyor:

    "5.000 yıl öncesinden Çin'de çocuk doğmak üzereyken 'isim koyucular' çağrılırdı. Bu kişiler çocuğun doğum anında çıkarttığı sesten ona uygun titreşimdeki ismi koyarlardı."

    İsimler iş ilişkilerinde de son derece etkin imiş. Birlikte çalışan kişilerin isim titreşimi eşit seviyede ise iyi bir ortaklık oluyor, diyen Cebe, soyadın isimle birlikte titreşim yarattığı için çok etkili olduğunu, bugün birçok firmada daha ziyade soy isimler ön plana çıkarıldığını söylüyor. Sabancı, Demirören ve Koç gibi... "İsim ve soyadı iyi bir bütünlük yaratan frekansı yakalarsa harika bir kariyer olabilir" diyen Cebe hem kadına hem de erkeğe konan (Yüksel gibi, Işık, İsmet,Servet gibi) isimlerin de iş hayatında çok fazla olumsuzluk yaratmadığını söylüyor.

    Zenginliğin sembolü Sakıp ve Serdar
    Zenginliğin sembolü 2 isim var diyen Cebe bu isimlerin de Serdar ve Sakıp olduğunu söylüyor. Sakıp Sabancı'nın isminin müthiş bir özelliği olduğunu belirten Cebe;

    Başta bulunan S harfinin çok iyi proje üretme

    A harfinin algılama ve mantığı iyi kullanma

    K harfinin yüksek seviyede kariyer

    I harfinin hassas ve duygusal olduğu

    P harfinin de kendine olan güven anlamına geldiğini söylüyor.

    Soyadın ilk harfi olan S, üretilen projeyi çok iyi değerlendirme

    A harfi yeri geldiğinde atılgan ve enerjik olduğu

    B harfi önsezilerinin güçlü olduğu

    Diğer A harfi mantık ve algılama kuralları

    N harfi önsezilerini kullaranak iş yapma

    C harfi güzel sanatlara karşı olan duygusallık anlamına geliyor.

    Bir diğer önemli isim ise Serdar. İsimden sonra gelen harflerin kullanımı isimleri son derece etkiliyor.

    Göbek adınızı kullanın
    Ad, soyad ve göbek adı kullanınca çok uzun oluyor, hoş durmuyor diye düşünmeyin, Cebe bunun tam tersini söylüyor. "8 tane isim koyun o daha iyi olur. İspanyolların, Portekizlilerin isim enerjileri çok daha farklıdır. 8-9 isimleri vardır. Ne kadar çok isim ve harf olursa sizin enerjiniz daha çok tetiklenir. Ben göbek adlarını mümkün olduğu kadar kullanmalarını tavsiye ediyorum."

    Meclis'te en çok Mehmet var
    Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki 542 milletvekili arasında en yaygın isim Mehmet. Meclis'te 57 Mehmet, 24 Ali ve 21 Mustafa bulunuyor. Kadın milletvekillerinde ise en yaygın isim 5 kişiyle Fatma. Arkasından da 4 Ayşe geliyor.

    Herkes bize Akcennet diye iltifat ederdi
    Selin Karacehennem (Psikolojik Danışman Evlilik ve İlişki Terapisti, Yaşam Koçu): 4 sene hergün canlı olarak "Evlilik Sanatı" altında telefon üzerinden terapi yaptım. 2 aydan bu yana da ulusal bir kanalda aynı programı yapıyorum. Bu zaman zarfında insanlara faydalı oldum ki, gerek kitaplarım gerek programlarım beğenilerek devam ediyor. İlk zamanlar bu çok ani meşhur oluşum bazı medya kurumlarını rahatsız etmiş ki; soyadım üzerine gereksiz yazılar çıktı. Ancak, şu ana kadar danışanım veya harici kişiler soyadımı hiç konu etmedi. Kariyerim özellikle bundan çok yarar gördü. O zamanlar ismimi hatırlamayanlar, soyadımdan hatırlayarak beni buluyorlardı. Evlenmeden önceki soyadım olan Özkök'ü de araya ekleyerek programlarımı yapıyor, yazılarımda kendimi Selin Özkök Karacehennem olarak tanıtıyordum. Konuk olarak gittiğim pek çok televizyon veya radyo programlarında iyi niyetli dahi olsalar soyadımın bana niçin böyle olduğu soruldu. Ancak ben her seferinde tarihi bir soyadı olduğunu tekrarladım. Şöyle ki 2. Mahmut zamanında, tarihte "Vakkayı Hayriye" diye geçen yeniçerilerin ortadan kaldırılmasına sebep olan Karacehennem Paşa'nın (yani eşimin büyük büyük dedesinden) olduğumuzu tekrarladım. Soyadımız daha önceleri de bilhassa çok uzun seneler yaşadığımız Amerika'da uzunluğu dolayısı ile zor bulunurdu. Türkiye'de ise çok gülünürdü.
    Ancak şahsımızla tam tezat soyadı olduğu için herkes bize "Akcennet" diye iltifat ederlerdi.

    'Adım ve soyadım sana teminattır'
    Güven Kurtul (Avukat): İsmimi mühendis olan babam vermiş. İlerde mesleğimin ne olacağını kesinlikle düşünmemiş. Zaten mimar olmak istiyordum fakat Hukuk Fakültesi'ni tutturdum. Adımın, soyadımın ve mesleğimin bir bütün olarak çok etkili bir uyum arz etmesinin, gerek mesleğimde, gerekse politik çalışmalarımda büyük yararını gördüm. Dava veren müvekkil, tabii huzursuz ve endişeli olduğundan davayı kazanıp kazanamıyacağımızı sorduğu zaman, "Güven Kurtul. Adım ve soyadım sana teminattır" diyerek daha baştan moral veririm. Keza, davaya bakan yargıçlar dahi, adımı ve soyadımı okudukları zaman tebessüm ederek ve espri yaparak davaya daha baştan olumlu bir hava içinde bakıyorlar. Diğer yandan, 1983 senesinde bürom Sarıyer'de idi. Rahmetli Turgut Özal da Sarıyer Yeniköy mahallesinde oturuyordu. Anavatan Partisi'ni kurarken, Sarıyer'de tabelamı görmüş, beni araştırmış ve Sarıyer İlçe Başkanlığı görevini bana vermişti. Bir yıl sonra yapılan mahalli seçimlerde İstanbul Büyük Şehir Belediye Meclisi üyeliğine seçildim ve 5 yıl Meclis Başkanlığı yaptım. Böylece adımın ve soyadımın yararını politikada dahi gördüm. Gerek dava veren müvekkiller gerekse siyasi çalışmalarımda vatandaşlar adım ve soyadımdan dolayı daha çok güven ve sempati duymuşlardır. Adım ve soyadımın doğurduğu izlenim ve pozitif enerji daima ortamı müsbet olarak etkilemiş, espri ve takılmalara neden olmuş, böylece pek çok dost ve çevre edinmiş oldum. Bu nedenden dolayı, isim ve soyadın insan hayatında çok önemli etkileri olduğuna tanık oldum.

    İsmimle şoka girenler, soyadımı duyunca bitiyor
    Oral Sökücü (Diş Hekimi): Ailemde hiç diş hekimi yok. Bu isim bana verildiğinde anlamını ne annem ne de babam biliyormuş. Kıbrıs Barış Harekátının cereyan ettiği dönde doğmuşum. Annem ve babam da Almanya'da yaşıyordu. Kıbrıs harekátı esnasında uçağının düşmesi sonucu bir pilotumuz şehit oluyor. İsmi de Oral. Muhtemelen bizimkilerin de vatan hasretinden dolayı bu isme karar veriyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse diş hekimi olana kadar hiç etkisi olmadı. Taa ki fakülteye ayak basana kadar. Üniversiteye başladığımın 2 veya 3'üncü günü diş hekimliği fakülte panosunda bir kalabalık öğrenci topluluğu gördüm. Öğrenciler panoya bakıp kahkaha atıyorlardı. "İsmi bak, Oral Sökücü. Kim bu doğuştan fanatik diş hekimi?" diye güldüklerini görünce olayın ciddiyetini anladım. O günden sonra klasik olarak çoğu ilk tanıştığım kimseler annem ya da babamın bir diş hekimi olduğunu düşündüler. Ben de ısrarla olmadığını söylemekle zorunda kaldım. Ve böyle de geçecek sanırım. Hastalarımın çoğu çocuklardan oluşuyor, o yüzden onların tepkisi olmuyor. Ama ebeveynlerinin ve bilhassa doktor olanları ilk etapta şaşırıyor. Daha sonra ifadelerinde "doğru adreste olduklarını" düşündüklerini söylüyorlar. Yani ismimin bana pozitif bir etkisi olmuştur. Adım daha az unutulan bir isim oldu. Mesela şu an yeni göreve başladığım Gaziantep Üniversitesi'nde tanıştığım öğretim üyeleriyle ismimi söyleyince "o siz miydiniz" diyorlar. Adımın meslekle ilgili olmasından dolayı daha popüler daha tanınır olduğumu düşünüyorum. Özellikle bu ismin anlamını bilen bireyler zaten belirli bir sosyo ekonomik seviyede olduğu için (bilhassa doktor) bana hep faydası olmuştur. Mesela henüz daha yeni diş hekimliği fakültesi öğrencisi iken dekan yardımcımız yanına çağırıp "Adın ne güzel ben de çocuğum olursa adını Oral koyacağım" demişti. O zaman arkadaşlar arasında havam inanılmaz artmıştı. Ben de tabii bir de isime ilaveten soy isim faktörü var. İsmimde şoka giren bireyler soy ismi de duyunca tamamen iptal oluyorlar. Yurt dışında bir kongrede konuşmamı yaptıktan sonra bir yabancı meslektaşımla tanıştım. Bana yabancı menşeili misin diye sordu.(Muhtemelen isim yabancı bir anlamı olunca) "Hayır Türküm" dedim. Bana güldü ve "Mesleğinle uyuşmuş" dedi gülerek. Ben de "Soy isimimi söylemeyeyim buna kalbiniz dayanmaz" dedim. Soyadımın yabancı dilde anlamını söyleyince ilk önce inanmadı şaka yaptığımı sandı. Ama gerçek olduğuna inandıktan sonra gülen yabancı meslektaşımı kahkaha komasından çıkarmak oldukça güç oldu.

    İLGİNÇ İSİMLERİYLE NASIL 'GEÇİNİYORLAR'?

    Çocukken başıma dert oldu, sonra sermayeye dönüştü
    Aşkım Kapışmak (Davranış Bilimleri ve İletişim Uzmanı): Aşkım ismini rahmetli anneannem koymuş ve ben doğduğumda kucağına alıp: "Herkes sana Aşkım desin, seni sevsin" demiş. Soyadıma gelince, gerçek soyadım, yani dedeminki, Kapışmaz ama nüfus memurunun gazabına uğrayanlardanım. Kapışmak yapmış ve hayatımın değişmesine yol açan kişi olmuş. Çünkü ismim sevgiyi, aşkı, soyadım ise aşkta kavgayı çağrıştırıyor.

    Kurumlarda ikili ilişkiler ve iletişim seminerlerini stand-up şeklinde veriyorum. Bu yüzden de adımı soyadımı sahne adı zannediyorlar. Yıllar önce adım ve soyadım birkaç gazetede haber olunca, TV programlarından teklifler gelmeye başladı. Tüm davetlerin nedeni, ilk önce ismim, mesleğim ve yaptığım stand-up'lardı. Daha çok futbolcular ve iş dünyasıyla çalışıyorum. Bire bir danışmanlık yaparken, seans bitiminde erkekler "Ya hocam size başka isimle seslensek olur mu" diyorlar.

    Anaokullarına danışmanlığa gidiyorum. 4-5-6 yaş grubu öğrencileri aşkım kelimesini duyunca çok gülüyorlar. Okulda öğretmen arkadaşlar bana Aşkım dediklerinde çocuklar eve gidip "Anne öğretmenim o abiye aşık olmuş" diyorlarmış sürekli.

    Aile faciasına sebep oluyordu
    Bazen şirketlere eğitim anlaşması yapmak için gidiyoruz. Toplantı başladığında yöneticilerin ilk soruları "Aşkım Kapışmak nasıl bir isim?" oluyor. İş anlaşmalarında herkesin stresi ilk anlardır. Benim hiç böyle bir derdim olmadı. Tüm görüşmelerim eğlenceyle sürdü, adım sayesinde. Kurumlar ve bireyler marka çalışmasına bütçe ayırırken benim böyle bir endişem olmadı. İsmim ve soyadım kendi çalışmasını yaptı. Geçen sene bir imza günü yaptık. Gelenler imza alıp, numaramı istediler. 3 gün sonra telefonum çaldı. Bir erkek bana "Mustafa ile görüşebilir miyim" dedi. Yanlış aradınız, dedim. Kimsiniz dedi, siz kimi arıyorsunuz dedim. "Beyefendi size bir şey anlatmam lazım, 3 gündür kafayı yiyorum, eşimin bir notu elime geçti, üzerinde aşkım yazıyor altında da bu numara" dedi. Ben de "Beyefendi benim adım Aşkım, eşiniz de imza günüme katıldı herhalde" dedim. Adam öyle bir ohhh! çekti ki anlatamam. Kemer'de bir otele eğitime gittik. Seven Hill Yönetim Kurulu Üyesi Zeynel Özbek de vardı. Lobiye geldik. İki kişiyi şimdilik bir odaya alacaklarını söylediler. Zeynel Bey hemen lafa girip: "Biz seninle birlikte kalalım Aşkım" deyince bütün lobi bir Zeynel'e bir de bana şaşkın şaşkın bakmaya başladı. Zeynel durumu anlayınca "Kimliğini çıkarıp arkadaşlara gösterir misin" diyince çok güldüm. Siz işinizi iyi yapınca adınız ya da markanız değerinizi artırıyor. Bazı isimler küçükken alay konusu oluyor ama ileride sermayeye dönüşüyor. Benimki de bunlardan. Çocukken çok dalga geçildi ama şimdi bana faydası çok. İşime olumsuz hiçbir etkisi olmadı. Sadece birebir ya da kişisel sıkıntılarım oldu. İşimde de insanların beynine çapalandım hep.



    Yazan : Zeynep Mengi
#02.11.2011 09:00 0 0 0
  • Profesyonel hayata adım atacak olanlara "kendin ol" ya da "kendin gibi davran" tavsiyeleri sık sık verilir. Ancak "kendin ol" tavsiyesinin de bir sınırı var. İşte "kendin ol" ne demektir ve ne demek değildir üzerine uzman tavsiyeleri...

    KENDİN OL! NE DEMEK?

    Birçok profesyonelin iş görüşmelerinde kullanılması gereken en değerli yöntem tavsiyesi olarak "Kendin Ol" dediklerini görüyorum. Peki "Kendin Ol" deyince ne demek istiyorlar? "Kendin Ol" ne demektir ve ne demek degildir? Tabii bunun cevabını iyi vermeniz gerekir."Kendin Ol" tavsiyesinin ne demek olmadığını anlatan 5 faktör size:

    İstediğin gibi konuşmak: Kendin olmak demek, ağzınızdan çıkacak herşeyi söylemek değildir: profesyonel olmanız ve gerektiğinde politik davranmanız anlamına gelir. Bazılarınız, politik olmanın dürüst olmamakla eş değer olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Durum böyleyse, iş hayatınızda zorlanmanız çok muhtemel. Politik olmak, nerede nasıl konuşmanız gerektiğini biliyor olmanızdır. Kariyer beklentiniz nedir? sorusuna "bir beklentim yok" diye cevap verme gafletinde bulunuyorsanız, işi kapamama olasılığını da göze alın.

    Kendi Stilinde Giyinmek: Sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde " ilk imaj" çok önemlidir ve önemi de yapılan araştırmalarla kanıtlanmıştır. Dolayısıyla kendiniz olacaksınız diye iş görüşmelerine hippi olarak gitmeniz gerekmiyor. Hayatta herşeyin bir adabı var. İş görüşmelerinde de karşınızdaki insanın nasıl bir kişilik olduğunu bilmiyorsunuz. Başvuruda bulunduğunuz işe ve pozisyona göre kıyafet seçiminizi yapmalısınız. Bunların şekilcilik olduğunu düşünüyor olabilirsiniz yada size gerçekten çok saçma geliyor olabilir. Aklınızda bulundurmanız gereken, insanların bu tip konulara önem verdiği ve karar süreçlerini etkiledikleri olmalı!

    Şirketten Beklentinizi Dile Getirmek: Şirketten beklentiniz iyi bir kariyer imkanının yanısıra, iyi bir maaş, iyi imkanlar ve benzeri bir takım sosyal haklar olabilir. Sizin için görüşme sırasında önemli olan tek konu, görüşmeden başarı ile ayrılmak ve işverenin size iş teklifi yapmasını sağlamakdır. Diğer tüm konuları, iş teklifinden sonra konuşun, gerekiyorsa da pazarlığınızı bu noktada yapın.

    Nasıl bir Kariyer İstediğinizi Belirtmek: Şirketler işe eleman alacakları zaman, uzun dönemli kalabileceğine inandığı, potansiyeli olan başarılı insanları seçmeyi tercih ederler. Haliyle, size yatırım yapıyorlar. Eğer 20'li yaşlardaysanız ve hedefiniz kendi işinizi kurmaksa, bunu iş görüşmeniz sırasında belirtmenizin stratejik olarak ne kadar doğru olduğunu düşünün. Stratejik düşünebilmek ve stratejik hareket edebilmek iş dünyasında oldukça kritik bir başarı kriteri. Şirketler kendilerine değer katacak kişilerle çalışmak isterler. Eğer uzun dönemli hedefiniz kendi işinizi kurmaksa, işinizi kurma aşamasına gelene kadar bu bilgiyi kendinize saklamanız daha doğru olacaktır.

    Kendimi Sevdirmek Zorunda Değilim: Rakiplerinizi geride bırakıp, başvurduğunuz işi kapmak istiyorsanız, karşınızdaki kişiyle kimyanızın tutuyor olması, karar sürecini pozitif yönde etkileyecektir. Belki bu durumda yapabileceğiniz fazla birşey olmadığını düşünüyor olabilirsiniz. Belkide yoktur. Ama siz yinede karşınızdaki kişi ile inatlaşmak yerine sizden hoşlanmasını sağlayabilirseniz, sizin avantajınıza olur. Başarılı kişiler ve dolayısıyla başarılı şirketler, müşterilerini dinleyen, onların isteklerine cevap verebilenlerdir.İşi kapmak hedefiniz ise, bazen stratejik davranmak başarı yolunuzu yarılamakdır.

    Yazan : Fatmanur Erdoğan
#02.11.2011 08:56 0 0 0
  • Kişilik Bozuklukları kaç guruba ayrılır?
    Kişilik bozuklukları 3 gruba ayrılır.
    Grup: Paranoid Kişilik Bozukluğu, Şizoid Kişilik Bozukluğu, Şizotipal Kişilik Bozukluğu''''ndan oluşan guruptur.
    Grup: Antisosyal Kişilik Bozukluğu, Borderline Kişilik Bozukluğu, Histeriyonik Kişilik Bozukluğu ve Narsistik Kişilik Bozukluğu''''ndan oluşan gruptur.
    Grup: Çekingen Kişilik Bozukluğu, Bağımlı Kişilik Bozukluğu ve Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğundan oluşan gruptur.

    Kişilik bozuklukları genellikle hangi sebeplerle ilgilidir?
    Prof. Dr. Arif Verimli: Kişilik bozuklukları şu sebeplerle ilgilidir:
    - Çocuklukta oluşan ve yerleşen mizaç unsurları
    - Merkezi sinir sistemi bozuklukları
    - Anne ve babanın çocuk yetiştirirken sergiledikleri tutum
    - Kültürel faktörler
    - Fiziksel çevre
    - Beyin hastalıkları
    - Biyolojik Faktörler
    - Psikoanalitik Faktörler (Bilinçaltı faktörler)

    Paranoid Kişilik Bozukluğu nasıl bir kişilik bozukluğudur?
    Ortada tam ve geçerli bir kanıt bulunmaksızın, herhangi bir gerçekçi temel bulunmaksızın, kişinin aldatıldığından, takip edildiğinden, kullanıldığından, kendisine zarar verildiğinden veya zarar verilmek istediğinden aşırı derece kuşkulanması olarak tanımlanabilir. Çevresindekilerin samimiyetinden, bağlılığından ve güvenilirliğinden emin değildir. Sıradan olay ve durumlardan kendisine karşı bir aşağılanma, küçük düşürülme veya gözdağı verilmesi gibi anlamlar çıkarır. Sürekli kin besler. Görmezden gelinmeyi bağışlamaz. Yeterli ve gerçek bir kanıt olmaksızın eşinin/partnerinin sadakatinden sürekli şüpheler duyar. Karşısındakinin sözlerinden kendince anlamlar çıkararak hiçbir sebep yokken öfkeyle saldırıya geçebilir. Bu kişiler patolojik olarak kıskançtırlar. Güvensiz, şüpheci, tedirgin ve gergindirler. Genellikle soğuk ve ciddidirler.

    Paranoid Kişilik Bozukluğu nasıl tedavi edilir?
    Genellikle bütün kişilik bozukluklarının tedavisinde kullanılan en temel ve birincil yöntem Psikoterapidir. Farmakoterapi (İlaç tedavisi) ikincil tedavi olarak yararlıdır.

    Paranoid hastalar başkalarına karşı çok güvensiz olduğundan sır vermekten inanılmaz çekinirler. Bu sebeple terapide güvenlerini sağlamak çok önemlidir. Grup terapisi paranoid bozuklukta uygun değildir. Bireysel görüşmeler şeklinde uygulanan profesyonel psikoterapiler başarılı sonuçlar verir. Psikoterapiye ilaç tedavisi ile destek verilerek tedavi devam ettirilir.

    Şizoid Kişilik Bozukluğu nasıl tanımlanabilir?
    Şizoid Kişilik Bozukluğu teşhisi, yaşam boyunca sosyal çekingenlik gösteren hastalara konur. İnsan ilişkilerinde donuk, kısıtlı, içe dönük, tuhaf, kapalı, izole ve yalnızdırlar. Yakın ilişkilere girmez ve girmekten zevk almazlar. Genellikle gün boyu tek bir konuya odaklanır ve o konuya takılarak başka hiçbir etkinliğe katılmaz. Sırdaşları ve arkadaşları yoktur. Cinsel etkinlikleri ya hiç yok ya da çok azdır. Ne övülmekten ne yerilmekten etkilenmez. Duygusal tepkisizlik, soğukluk, ilgisizlik, tekdüze duygulanım, yaşamdan kopukluk hakimdir. Sessiz, uzak, güncellikten habersiz, kimseyle yarışmayan, pasif kişilerdir. Hiç evlenmeyebilirler. Kendileriyle ilgili projelerden çok, evren, din, felsefe, açlık, astronomi, zooloji... Gibi konularda tuhaf projeler üretirler.

    Şizoid Kişilik Bozukluğu nasıl tedavi edilir?
    Prof. Dr. Arif Verimli: Şizoid Kişilik bozukluğunun temeli erken çocukluk dönemidir. Genellikle tedavisi Paranoid Kişilik Bozukluğuyla aynıdır. Ancak Şizoid Kişilik bozukluğunda Grup terapisi de kullanılabilir. Gruba alışınca grup arkadaşlarını önemser ve izolasyondan uzaklaşabilir.

    Şizotipal Kişilik Bozukluğu nasıl bir kişilik bozukluğudur?
    Hastalar aşırı derecede tuhaf ve gerçekliğe yabancılaşmışlardır. Büyüsel inanış ve düşünceler, garip fikirler, batıl inançlara tutulma, gaipten sesler ve kişilerle görüşmeler ve mesajlar aldığına inanma, telepati ve altıncı his saplantısı, imkansız düşler kurarak bunlar üzerinde sürekli düşünme şeklinde tanımlanabilir. Kişinin duygu, düşünce ve davranışlar birbirinden bağımsızlaşarak savrulur. Düşünsel ve içsel özel güçlerinin olduğuna inanırlar. Konuşmaları net değildir ve yorum gerektirir. Yakın ilişkilere girerken rahatsızlık duyma veya zorlanma ortaya çıkar. Kişilerarası ilişkileri bozulur. Bilişsel algıları çarpıklaşır. Arkaik (ilkel) fikirler öne sürer. Derin dünya, derin evren kavramlarını irdeler.

    Şizotipal Bozukluğun tedavisiyle ilgili bilgi verebilir misiniz?
    Psikoterapide Psikiyatrist hastanın akıldışı ve sıra dışı inanışlarını, büyü ve benzeri saplantılarını, batıl inançlarını gülünç bulmamalı ve yargılayıcı olmamalıdır. Ancak bu şekilde hasta kazanılabilir. Zaman içerisinde terapiye uyumlandırılan hasta gerçeklerle tanışır. Edindiği inanışları terk eder. İlaç tedavide etkin ve yardımcıdır.

    Paranoid, Şizoid ve Şizotipal Kişilik Bozukluklarının toplumlarda görülme oranı nedir? Kadın ve erkeklerde görülme oranı farklı mıdır?
    Paranoid Kişilik Bozukluğunun toplumlarda görülme oranı % 2''''dir. Paranoid Bozukluk erkeklerde kadınlarda oranla daha fazla görülmektedir. Ailevi temelleri bulunmaktadır. Yapılan bir araştırma azınlıklar ve göçmenler üzerinde daha yaygın olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Şizoid Kişilik Bozukluğunun yaygınlığı tam olarak bilinmemekle birlikte genel popülasyonun % 7''''sini etkilediği söylenebilir. Erkeklerde 2 kat oranla daha fazladır. Şizotipal Kişilik Bozukluğu görülme oranı % 3''''tür. Kadın ve erkek arasındaki oransal fark bilinmemektedir.

    Antisosyal Kişilik Bozukluğunun ayırıcı tanı ölçütleri nelerdir? Antisosyal Kişilik Bozukluğu nasıl tarif edilebilir?
    Antisosyal Kişilik Bozukluğu, halk arasında "psikopat" diye tarif edilen kişilerin gösterdikleri davranış bozukluklarıyla tanımlanabilen bir kişilik bozukluğudur. Bir bireyin 15 yaşından itibaren sürdürdüğü, başkalarının haklarını yok sayma ve başkalarının haklarına saldırma şeklinde gelişen kişilik bozukluğudur. Suça ve tutuklanmaya yönelik davranışları devam ettirme, yasalara ve toplum kurallarına başkaldırı, zevk için veya kendi çıkarı için huzur bozma, saldırganlık, sorumsuzluk, vicdan duygusunun yokluğu, yetersizliği, başkalarına zarar vererek zevk aldığında dahi kendini haklı çıkaracak bir model oluşturma şeklinde gelişen bir bozukluktur. Bu kişiler gergin, huzursuz, öfkeli, umursamaz, acımasız, bencil ve sadistiktik. Başkalarına zarar verdikleri gibi kendi bedenlerine de kesici ve delici aletlerle izler bırakırlar. Alkol ve madde kullanımı bu grupta yüksektir.

    Borderline Kişilik Bozukluğu için tanı ölçütleri nelerdir?
    Benlik algısı ve duygulanımda tutarsızlık, belirgin dürtüsellik, otomatik ve ölçüsüz çabalar gösterme, bir şeyi ve ya kişiyi gözünde aşırı büyütme ve göklere çıkarma ve yerin dibine batırma tarzında gidip gelen tutarsız kişilerarası ilişkiler, para harcama, cinsellik, madde kullanımı ve çılgınca araba kullanma gibi sonu zarar veren dürtülerin en az ikisini şiddetle yapma, yineleyen intihar davranışları, çevresindekilere kendini öldürmekle ilgili gözdağı verme, boşlukta olma, öfke, hırçınlık, kavgacılık, hiddet ve kimi zaman paranoid düşünceler taşıyan kişiler için borderline diyebiliriz.

    Antisosyal Kişilik Bozukluğu ve Borderline Kişilik Bozukluğu arasındaki fark nedir?
    Borderline en basit anlatımla kadının antisosyalidir. Çünkü kadınlarda erkeklerden 3 kat daha fazla görülür. Bu iki kişilik bozukluğu birbirlerine çok benzer ayırt etmek zordur. Antisosyal Kişilik Bozukluğu ise erkeklerde 3 kat daha fazla görülür.

    Narsistik Kişilik Bozukluğu nasıl bir kişilik bozukluğudur?
    Hasta kendisinin çok önemli olduğu duygusunu taşımaktadır. Başarılarını ve özelliklerini anlatır, üstünlük duygusu, grandiyözite, empati kuramama, kendini diğer insanlardan daha üstün ve özel görme, başarı, zeka, akıl, üstünlük gibi konulara kafa yorma, kendini çok sevme, kendine göre, kendi için ve kendi yararına düşünen, kıskanç, kendi çıkarları için başkalarını kullanan, aşırı bencil ve benmerkezci, özel ve eşi benzeri bulunmaz birisi olduğunu savunan, beğenilmek için her şeyi sergileyen, üstün kişi ve kurumlarla ilişkiler kurmayı hak ettiğini savunan kişilerdir. Sevgi, saygı, empati, anlayış ve duygusallık hayatlarında pek yer kaplamaz. Bu bozukluğun yapısı kronik olup tedavisi son derece zordur. Psikiyatristin telkinlerine yatkın değillerdir. Çünkü bir başkasının doğrusunu kabul etmeyi güçsüzlük sayarlar. Tedavisi oldukça güçtür. Bu kişiler aslında yapılarından pek de mutsuz değillerdir. Ancak çevresindekiler için son derece zor bir yapıları vardır.

    Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğunun tanı kriterleri nelerdir?
    Hastalar, yapılan iş ve ya etkinliğin geneline ve asıl amacına değil ayrıntılarına takılırlar. Aşırı derecede katı, sabit, kuralcı, değişmez, düzenli ve rahatsız edecek derecede titizdirler. Kurallar, listeler, sıralamalar, ayrıntılar hayatlarını yönlendirir. Cimri, mükemmeliyetçi, katı ölçü ve sınırlarda yaşayan, belli hareketleri belli zamanlarda ve belli şekilde asla şaşmaksızın yapar, yapmadıkları zaman rahatsız olur ve ya bu durumu uğursuz bulurlar. Eski ve değersiz şeyleri dahi atmazlar. Resmidirler ve mizah duyarlılıkları yoktur. Onlara göre hayat ya siyah ya beyazdır. Tekrarcıdırlar, kurallarının bozulmasında toleransları yoktur. Eleştiricidirler. Titizlikleri günde 35 - 40 kere el yıkamaya gidecek kadar rahatsız edicidir.

    Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğu nasıl bir tedaviyle düzeltilebilir?
    Hastalık kişiyi ve yakınlarını mutsuz edecek, yaşamı zorlaştıracak ve keyifsizleştirecek hale geldiğinde hasta tedavi almayı genellikle kendisi talep eder ve psikoterapi süreci içerisinde de son derece uyumludur. Anksiyete ve paniği yüksek hastalarda ilaç tedavisi destekleyicidir.

    Çekingen Kişilik Bozukluğu nasıl tarif edilebilir?
    Hastalar eleştirilmekten, beğenilmemekten yoğun bir korku duyduğu için kişilerarası ilişkilerden kaçınırlar. Kendisini yetersiz bulan, tercih edilmeyen, çekiciliği olmayan, herhangi bir özelliği olmayan, yeteneksiz, beceriksiz olarak tanımlarlar. Yeni birisiyle tanıştıklarında hemen ketlenirler. Mahçup düşme korkuları çok yoğundur. Yalnız kalmayı tercih eder ve sevildiğinden emin olmadıkça asla kişiler arası ilişkilere yanaşmazlar.

    Bütün bu kişilik bozukluklarına eklenebilecek başka türlü kişilik bozuklukları da var mıdır?
    Elbette. Kişilik Bozuklukları son derece geniş ve son derece önemli bir konudur. Kişilik Bozuklukları kavramı psikiyatrinin en önemli araştırma alanlarından biridir. Bilim ve araştırmalar ilerledikçe yeni tanımlanan kişilik bozuklukları alanımıza katılmaktadır. Benim şu ana kadar anlattığım kişilik bozukluklarına eklemek istediğim bir iki tane kişilik bozuklukları var. Bunları da kısaca şöyle anlatabiliriz:

    Bağımlı Kişilik Bozukluğu; Bu kişiler başkalarından destek ve öğüt almadan karar veremez, adım atamaz ve iş yapamazlar. Kendilerini yetersiz, ayakları üzerinde duramayacak, kendi bakımlarını sağlayamayacak kadar yetersiz hisseder ve başkalarının bakım ve desteğini alabilmek için her türlü şeyi yapabilecek kadar ileriye gidebilirler.

    Pasif-Agresif Kişilik Bozukluğu; Bu kişiler rutin sosyal ve mesleki işlerini yürütürken pasif bir direnç gösterir ve işleri bilerek ağırdan alırlar. Çünkü onlara göre, eğer başkaları önlerini kapamasaydı daha başarılı olurlardı. Her zaman takdir edilmemekten ve yanlış anlaşılmaktan yakınırlar. Kişisel şanssızlıklarını abartılı biçimde dile getirirler, mutsuz, huysuz, gücenmiş ve tartışmacıdır. Otoriteyi küçük görür ve otoritenin kendisine yaptığı eleştirileri mantıksız bulur.

    Sadomazoistik Kişilik Bozukluğu; Bu kişilerde sadizm(başkalarına acı vermekten zevk alma) ve mazoizm(kendisine acı vermekten zevk alma) aynı anda görülür. Kendilerine ve başkalarına ve başka canlılara zarar vermekten, işkence yapmaktan acı vermekten inanılmaz zevk alır ve cinsel doyuma ulaşırlar. Karmaşık, kompleks, son derece zor tedavi edilebilen vicdan duygusunun yok olduğu, insanlık ve doğruluğun ve insan haklarının muhakeme edilmediği bir kişilik bozukluğudur. Başkalarıyla alay etmekten ve küçük düşürmekten de zevk aldıkları gibi kendileriyle de sert, kaba, küçük düşürürcesine konuşulması hoşlarına gider.


    Yazan : Füsun Saka
#02.11.2011 08:52 0 0 0
  • Her sabah erkenden kalkıp gece geç saatlerde eve dönmekten sıkıldınız mı? Özellikle de özel sektörde çalışma saatleri çok uzun sürdüğü için herkes aynı sorundan şikayetçi. Peki bu durumda neler yapabilirsiniz, tüm gün işinize nasıl konsantre olabilirsiniz?

    Lifehacker isimli internet sitesinde yer alan habere göre, işte işyerinde aktif kalmanızın yolları:

    1. Sadece bırakın: Eğer işyerinizde son noktaya geldiyseniz, çıkış planı oluşturmaya ihtiyacınız var demektir. Ancak, ev kiranızı ödemek için bu işte kalmanız gerekiyorsa ve bu sektörde hemen yeni bir iş bulamayacağınızı düşünüyorsanız bir süre daha devam edip para biriktirin. Biraz dinlenmek için birkaç gün izin alın. Bir taraftan da yeni bir iş aramaya başlayın.

    2. Patronunuzla anlaşmayı öğrenin: Patronunuzla baş etmenin yolu biraz mesafe oluşturmaktır. Patronunuzdan daha iyi olmak için onunla çılgın bir yarışa giymeyin. Çünkü, o bu konuda daha iyidir.

    3. Dengeyi bulun: Küçük, stratejik değişiklikler dengeyi bulmanızda büyük farklar oluşturabilir. Karşınıza çıkan her engelde işinizi değiştirmeyi düşünmek yerine, sahip olduğunuz işe bağlanın, küçük detaylara daha çok önem verin. Sizi mutlu eden anları not alın ve bu çizgiler üzerinden ilerleyin. Büyük kararlar kısa bir süre için memnuniyet verir, ancak eğer küçük problemleri büyütürseniz ve mutlu olduğunuz anları görmezden gelirseniz, bu durum hep tekrarlar.

    4. İş arkadaşlarınızla iyi geçinin: İşinizden nefret ederseniz, her şeyden nefret edersiniz. İşyerinde sorunlarınızı ya da mutluluğunuzu paylaşabileceğiniz arkadaşlarınız varsa, sıkılmazsınız ve işte daha başarılı olursunuz. Hatta bir araştırmaya göre, işyerinde arkadaş sahibi olmanın ömrü uzattığı açıklanıyor.

    5. Biraz esneklik isteyin: Patronunuzdan fazladan bir esneklik isteyin. Yaptığınız iş buna uygunsa çok gerekmedikçe evden çalışın. Bu sayede kendinizi biraz daha rahat hissedebileceksiniz.

    6. Negatif düşüncelerinizi bastırın: İşiniz hakkında şikayet etmek eğlenceli olabilir. Çünkü burada içinizde biriktirdiklerinizi dışarı atıyorsunuz. Fakat, asabiyetinizi göstermek ise öfkenizi daha da kötüleştirecektir. Eğer bu negatiflik iş arkadaşlarınıza da yayılırsa, bu durumu daha kötü hale getirir. Şikayet etmek yerine çözümler üzerinde düşünün. Bu sorunları çözmek için yollar bulmaya çalışın. İşyerinizdeki işleyişi değiştiremiyorsanız, problemlerle baş etmenize yardımcı olacak yolları düşünün.

    7. Sağlıklı olun: Ruh ve akıl sağlığınızın dengeli olması halinde, yapamayacağınız şey yoktur. İşe yeni başlayanlar, her gece ne zaman yatacağınıza karar verin ve bunu sürekli uygulayın. Haftada 3-4 kez uygulayabileceğiniz bir egzersiz bulun ve yapın. Ucuz ve sağlıklı yemekler yapmaya başlayın. Her gün kendinize belirli bir zaman ayırın ve hiçbir şey yapmayın, dinlenin. Gerekirse bunların hepsini yapmak için bir plan oluşturun.

    8. Kötü günlerden sakının: Bir dizi küçük engeller ortaya çıktığında genellikle bunlar sizin için kötü günlerdir. O gün her şey normal halinden daha kötüye gidiyor gibi görünüyorsa, bir adım geri gidin ve neler olduğuna bakın. Küçük engellerin gününüzü mahvetmesine izin vermeyin. Eğer durumlara gerçekçi bir şekilde bakarsanız, potansiyel bir kötü günü başlamadan durdurabilirsiniz.

    9. Kendinizi işinize verin: Muhtemelen zaten bunu bedenen zaten yapıyorsunuz. Eğer işinizi yaparken üretici, meraklı olursanız ve işinizi severek yaparsanız hem işinizden zevk alırsınız, hem de daha başarılı olursunuz. Ayrıca ilgi alanlarınızı da işinize yansıtabilirseniz işinizi zevkli, eğlenceli hale getirirsiniz.

    10. Bakış açısı kazanın: Bugün tüm yaşamınızın sadece bir günüdür. Bu nedenle hayatınızda yaşadığınız olumsuzluklara değil, olumlu olaylara odaklanın. İşte de problemleri çözmenin ne kadar sıkıcı olduğunu düşünmeyin, tam tersi zamanınızı işinizin olumlu yönlerine ayırın. Hayatta karnınızı doyuracak yemeğiniz, yaşabileceğiniz bir eviniz ve yapacak bir işiniz varsa şanslısınızdır. Hele bir de sizinle ilgilenen, sizi merak eden insanlar varsa değmeyin keyfinize. Bu nedenle işyerinizdeki küçük problemleri dert etmeyin ve pozitif olun.

    Kaynak : zaman
#02.11.2011 08:48 0 0 0
#02.11.2011 08:45 0 0 0
#23.10.2011 18:09 0 0 0
#23.10.2011 17:44 0 0 0
  • ben de "vayy" hatta "wooww" dedim sonraki yorumu okuyunca böyle tepki veren ben değilmişim dedim :D

    1. resimdeki ayrı bir dehşet :)
#23.10.2011 15:55 0 0 0
  • İnsan Kaynakları yönetiminin en önemli konularından birisi motivasyondur. Sözlüğe baktığımızda tam karşılığı güdüleme, isteklendirme olan motivasyonun iş hayatındaki karşılığı da çalışanların daha istekli iş yapmaları için kullanılan araçlar ile çalışanların yönetimidir. Motivasyon aracı bir çok yerde para
    olabilirken, şirkete göre takdir, eğitim ile ödüllendirme, tatil gibi olanaklarla da olabilmektedir.

    21. yüzyılda iş hayatının insan yaşamında ön plana çıkmasıyla motivasyon kelimesi de hem çalışanlar, hem de işverenler tarafından daha çok kullanılır hale gelmiştir. Günümüz hayatında kişisel beklentilerin her alanda ön plana tutulması, kişinin başarma ihtiyacı, kişiler ile şirket beklentilerinin kesiştiği alanlardaki enerjiyi her zaman en üstte tutma isteği konunun önemini bir kez daha gözler önüne sermektedir.

    Şirketlerdeki motivasyonu arttıracak ilk kişi; çalışanının, çalışma alanı içinde ya da dışındaki her türlü ihtiyacını anlayan ve anladığını karşısındakine gösterebilen yöneticidir. Yönetici her anlamda takımının beklentilerini, yetenek ve isteklerini bilir ve yönlendirirse, hem bireysel hem takım motivasyonunu korumuş, hedeflere ulaşmak da kolaylaşmış olur.

    İster kişisel motivasyonunuz, isterseniz takım motivasyonu olsun, yönetebilmek için öncelikle spesifik bir hedef belirlemek gereklidir. Çünkü kişi genelde kendini haklı çıkartmak için beklentileri yönünde hareket
    eder. Tüm detaylarıyla net hedef belirlenmeli ve süreç içerisinde kendisine ya da takıma mutlaka
    hatırlatılmalıdır. İçerisinde zaman geçen hedeflerin, diğerlerine göre önem sırasında daha üstte yer aldığı da açıktır.




    İnsanları hedeflerine götüren en önemli yol, bu hedefler için duydukları inançtır
    İster iş hayatında, ister kendi yaşamınızda ulaşmak istediğiniz hedeflere motive olarak
    gitmek için;
    - Hedefinizi belirlerken net olun ve en yükseğini gözünüze kestirin. Böylelikle aradaki ufak engeller gözünüze ufak görünecek, önünüze çıksa da ufak olduğundan yok olacaktır.
    - Hedefinize giden yolu planlayın. Bir yol haritanız mutlaka bulunsun.
    - Hedefe ulaştığınızda varacağınız yeri hayal edin. Hedeften saptığınız an sizi tekrar hedefe çevirecek bir resim, bir yazı mutlaka yakınınızda bulundurun. Baktığınız an doğru yolda olduğunuzu hissedin.
    - Yakınlarınıza hedefinizden bahsedin. İhtiyacınız halinde size bu hedefi hatırlatsınlar Güç duruşu içerisinde olduğunuz bu kişilerin bazı noktalarda size çözüm üretmelerine izin verin.
    - Hedefinize giden yolda, başka noktalara sapacak ve hedefiniz ilk karar verdiğiniz andan değişime uğrayacaktır. Burada önemli olan sonuçtan mutlu olmanız. Hislerinizle içinize dönüp, sizi neyin mutlu edeceğine emin olun ve o yönde ilerleyin.
    - Hedefinizi ertelemeyin. Bugün, şimdi, hemen hedefe doğru ilerleyin.


    Çalışma hayatında motivasyon ile ilgili son söz ise Konfüçyüs'den;
    Lu'lu yasli devlet adamlarindan biri Konfüçyüs' e sordu;
    "İnsanları nasıl ciddi ve sadık kılabilirim ki, hevesle çalışsınlar?"
    Konfüçyüs dedi ki;
    "Onlara başkanlık ederken saygınlığı eksik etme ki, ciddi olsunlar, Babaca ve şevkatli ol ki, sadık olsunlar. İyiyi teşvik et, acemiye öğret ki, hevesli olsunlar"
#23.10.2011 15:50 0 0 0
#23.10.2011 15:48 0 0 0
#23.10.2011 15:45 0 0 0
  • Konu: Son Ders
    Film sadece on dakika, ama bir ömür boyunca çoğu insanın parayla satın alamayacağı çok değerli bir ders veriyor. Filmi İstanbul'daki eğitimlerimden bir tanesine katılan Sn. Semra Akbulut göndermiş. Kendisine buradan teşekkür ediyorum. Bu arada filmin Türkçe'leştirilmesini kimin yaptığını tespit edemediğim için, buradan kendisinin ismini yazmadan sadece teşekkür etmekle yetinmek zorunda kaldığım için üzgünüm.

    İnsan bu filmi izleyince hayallerimizin ve onları gerçekleştirme çabamızın ne kadar önemli olduğunu anlıyor.

    Film A.B.D.de Carnegie Mellon Üniversitesi'nde her sene akademik bir gelenek olarak yapılan bir konuşmayla ilgili. Filmin konusu da şu;

    ÖLECEĞİNİZİ BİLDİĞİNİZİ VE SON BİR
    DERSİNİZİN KALDIĞINI VARSAYALIM.
    ÖĞRENCİLERİNİZE NE SÖYLERDİNİZ?

    İşin ilginç tarafı ölümcül kanser hastası olan Prof. Randy Pausch için bu durum bir varsayım değil, bir gerçek. Sizce son dersinde neler söylemiş olabilir?

    Ölümle pençeleşen Randy Pausch'un söyledikleri herkesin beklediği gibi ölümle ve bir sonla ilgili değil. Söyledikleri hayat, başarı ve hayallerin gerçekleştirilmesiyle ilgili.

    Eminim on dakikalık bu filmden herkesin alacağı bir pay var. Ben kendime düşeni aldığımı söyleyebilirim;

    "Bu dünyada sahip olduğumuz herşey bir emanet. Onların sadece geçici bir süre emanetçisi olabilirsiniz. Hepsi de bundan 50 - 100 veya 200 yıl sonra başkalarının olacak "ŞEY"ler. Önemli olan sizden sonra yaşayacak olanlara ilham veren bir yaşam veya öykü bırakmak."

    Bu filmi mutlaka izlemelisiniz ! ! !

    [video=youtube;5qRRKEcHfnM]http://www.youtube.com/watch?v=5qRRKEcHfnM[/video]
#23.10.2011 15:34 0 0 0
  • Yön bulma, yol tarif etme kadınları zorlayan durumlar arasındadır. Yapılan araştırmalarda kadınların harita okuyamamasının ve yönlerini sık sık kaybetmelerinin sebebi tespit edildi. İşte ilginç araştırmanın ilginç sonucu...

    KADINLAR NEDEN YÖNÜNÜ BULAMAZ?

    Kadınların yönünü bulamadığından şikayet ediyorsanız bu haberi dikkatlice okuyun. İşte kadınların harita okuyamamasının ve yönlerini sık sık kaybetmelerinin sebebi!

    Araştırmacılar "uzamsal zeka"nın kadın hormonu olan östrojenden ciddi bir biçimde etkilendiğini ortaya çıkardı. 6 hafta boyunca yaşları 20-30 arasında değişen 12 kadın, etraflarındaki nesnelerle ilgili farkındalıklarının ölçüldüğü egzersizlere tabi tutuldu.

    Almanya'nın Bochum şehrinde bulunan Ruhr Üniversitesi'nden bilim adamları da hormonları incelemek için kan örnekleri aldılar. Testlerden birinde gözle görülür oranda bir farklılık kaydedildi.

    Kadınlara zihinsel bir rotasyon testi de uygulandı. Bir nesnenin 3 farklı açıdan gösterilmesiyle onu tanımalarını istediler. "Behavioural Neuroscience" isimli dergide yayınlanan araştırmada mensturasyon döngüsü sırasında yani östrojen hormonu düştüğünde ve erkeklik hormonu olan testesteron seviyesi arttğında skorların yükseldiği görüldü.

    Araştırma sözcüsü Dr. Markus Hausmann, "Uzamsal zekanın menstural döngüye göre değişkenlik gösterdiğini saptadık. Uzamsal yeteneklerin farklılığı hormonlara ve hormon kombinasyonlarına bağlı olarak değişmektedir," dedi.

    University College London'dan Psikolog Prof. Adrian Furnham da sonuçlara göre uzamsal zeka açısından kadınlar ve erkekler arasında farklılıklar olduğunu belirtti.

    Bu araştırmada erkeklik hormonlarının uzamsal zekayı tetiklediği kadınlık hormonlarının ise olumsuz yönde etkilediği görüldü.

    Bu sonuç neden mühendislik ve pilotluk gibi mesleklerde kadın çalışanların sayısının az olduğunu açıklıyor. Kadınlar genelde fazla uzamsal zeka gerektirmeyen meslekler tercih ediyor.

    Dr. Hausmann ve ekibi hormonların neden böyle bir etkiye sahip olduğuna açıklık getiremedi. Ancak Prof. Furnham bunun evrime dayalı olduğu görüşünde.

    Furnham, " Binlerce yıldır kadınlar evde oturup çocuklarını eğitirken dışarı çıkıp avlanması gereken cins erkekler olmuştur. Uzaklık hesaplaması ve zihinsel haritalar yaratma da erkeklerin daha iyi olması bekleniyordu. Bu nedenle erkeklerin düşünme şekilleri ve beyinleri buna göre evrimleşmiştir," dedi
#23.10.2011 15:24 0 0 0