İlahiyatçı yazar Mehmet Paksu "Kıyamet alametlerinin yüzde kaçı çıktı?" sorusunun yanıtını aramış.
Kuran'a göre alametler büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılıyor. Ve küçük alametlerin de neredeyse hepsi çıkmış.
Paksu "buna göre dünyanın fazla bir ömrünün kalmadığı kanaatine varırız" diyor.
İŞTE KIYAMET ALAMETLERİ
İlim ortadan kalkacak, cehalet yerleşecek.
Sarhoşluk veren içkiler yaygınlaşacak.
Çobanlar zenginleşerek bina yapımında yarışacaklar. Yüksek binalar artacak.
Adam öldürme olayları ve fitne artacak.
Elli kadına bir erkek düşecek derecede kadın nüfusu çoğalacak.
Kadınlar sosyal konum açısından ön plana çıkarılacak.
Kadınlar erkeklere benzemeye çalışacak.
Erkekler erkeklerle, kadınlar da kadınlarla yetinecekler.
Zina açıkça işlenir hale gelecek.
Kötülük ve fuhuş yayılacak.
Açıklık yayılacak, hayâsızlık çoğalacak.
İnsanlar hayatlarından bıkarak ölülere imrenecek.
Allah allah diyecek kimse kalmayacak.
Geceyle gündüz birbirine eşit hale gelerek kıyametin kopuş zamanı yaklaşacak
Camiler süslenecek, ama ibadete önem verilmeyecek
Cihad ve irşad faaliyetleri terk edilecek.
Sadece din dışı ilimler öğrenilecek.
Kur'ân'ın önemi insanlar tarafından unutulacak.
Namaz kılınmayacak.
Emanete riayet edilmeyecek.
Ebeveyne isyan edilip beyler hanımlarının emrine girecek.
Toplumlar geçmişlerine lanet okuyacak.
Seviyesiz ve şahsiyetsiz kişiler yönetici olacak.
Yöneticiler insanlara zulmedecek.
Liderliğe elverişli kimseler azalacak.
Şerrinden korkulan kimselere itibar edilecek.
Fâsıklar toplumun efendisi haline gelecek.
Ahmak ve alçak insanlar dünyanın en mutlu insanları olacak
Ticareti dürüst olmayan kişilerin ele geçirecek.
Yalancılar tasdik edilip doğru konuşanlara itibar edilmeyecek.
Doğa kendi heykelini kendi yapıyor. Ancak bu yukarıda gördüğünüz fotoğrafa biraz photoshop yardımı olmuş.
Bilgisayar ve doğa el ele verince bakın ortaya neler çıkmış:
Tarih 19 Mart 2003... Bundan tam 5 yıl öncesi... ABD, Bush'un deyimi ile Irak'a özgürlük getirmek için bombalarını ateşledi.
Sözüm ona özgürlük, işkence, baskı ve ölümle geldi. Iraklılar öyle bir 5 yıl yaşadı ki Saddam Hüseyin'i bile arar oldu...
Evleri gece yarılarında basıldı... ABD askerleri karılarına, kızlarına gözleri önünde topluca tecavüz ettiler.
Ölüm artık her yerdeydi... Issız bir ovada ya da Bağdat'ın göbeğinde; hiç farketmiyordu...
Sorgusuz sualsiz bir katliam başlatıldı. O kadar değersizdi ki Irak halkının hayatı, cesetleri çöplüklere atılır oldu.
Ne sağlık, ne eğitim, ne hayat kaldı Irak'da... İşte bir hastaneden en çarpıcı kare...
Bu fotoğraftaki şanslı Iraklılardan... Çünkü en azından hayatta... Çünkü en azından tedavi olabiliyor... Çünkü en azından nefes almasına izin veriliyor... Her ne kadar bir bacağını kaybetmiş olsa da...
Her özgürlüğün bir bedeli vardır. Bu Iraklı çocuğun payına düşen de bir göz ve dağılmış bir kafa...
Tam 500 milyar dolar harcamış Bush, Irak savaşı için... İşte bu adamın yüzündeki yaralar o 500 milyar dolarlık savaşın sonucu...
Ölüm nedir ki Irak'da... Belki en kolay kurtuluş yolu... Hayatta kalmak en büyük ızdırap olmuşsa bir ülkede...
Savaşın asla galibi olmaz bilirsiniz... ABD askerleri için de durum öyle... Savaştan sonra sönen hayatları görmek ister misiniz?
İllionisli genç bir delikanlıydı. Bağdat'a bir yüzbaşı olarak gitti, geriye döndüğünde işte bu haldeydi. Bu fotoğraf da düğününden...
Sam Ross, 21 yaşında... Bacağını Bağdat'daki bir patlamada bırakıp ülkesine döndü.
Robert Acoste, 20 yaşında... Bush'un savaşında kolunu diyet olarak bıraktı...
Ve Joseph Mosner... 35 yaşında... Savaşın galibi olmadığının canlı tanığı...
Tarih 2003... Saddam'ın büstünü yıkarken ne kadar mutluydu ABD'li askerler... Büyüklerin savaşında, ne kadar "küçüleceklerinden" habersiz.
5 yılın bilançosunu da verelim;
Ölen sivil Iraklı sayısı tahmini; 1 milyon
Ölen ABD askeri sayısı : 3 bin 965
Açlık içinde yaşayan Iraklı sayısı: 4 milyon
İçme suyu olmayan Iraklı sayısı: 14 milyon
Savaşın maliyeti : 500 milyar dolar
Son sözü Bush'a verelim. İşgalin 5. yılında şunu dedi; "Irak'ta düşmanı yenilgiye uğratmak, düşmanla ülkemiz topraklarında mücadele etmek zorunda kalma ihtimalini azaltıyor. Irak artık daha güvenlik bir yer."
Her ülkenin toplumsal ve kültürel yapısı ile inançlarına göre evlilik gelenekleri, ilginç özellikler taşıyor. Bosna-Hersek'te sade kahve, damat adayının reddedildiği anlamını taşırken, Pakistan'da damat adayı küfür ve hakaretlerle dolu zorlu bir sınavdan geçmek zorunda kalıyor.
Bosna-Hersek'te evlenme çağına gelmiş gelin adayını isteyen damat adayı, kız evine yemeğe davet ediliyor ve ailenin büyükleri ile söz konusu evlilik hakkında tartışıyorlar. Kızın aile büyükleri damat adayı hakkında bir karara vardıktan sonra kahve ikramına geçiliyor. Şekerli kahve damat adayının evlilik için uygun görüldüğü, sade olması ise damat adayının reddedildiği anlamını taşıyor.
Pakistan'da damat adayı kızın aile büyükleri tarafından zorlu bir sınavdan geçiriliyor. Bu sınav, aile büyüklerinin damat adayına akla gelebilecek tüm hakaret ve küfürleri etmeleri, damat adayının ise tüm bunlara katlanabilecek kadar soğukkanlı olmasına dayanıyor. Sınavdan başarıyla geçen genç evlilik iznini almış oluyor.
İskoçya'da ise gelin, düğünden bir gece önce aile büyüklerinin ortasına oturarak, onlara ayaklarını yıkatıyor. Bu gelenek, çiftin mutluluk yolunda yürümelerini sembolize ediyor. Düğünde ise gelin iki ayakkabısına da bozuk para koyuyor.
Çin'de de damadın ailesi astroloji uzmanına başvurarak evlenmeyi düşünen çift hakkında yorum istiyor. Eğer astroloji uzmanının hazırladığı horoskopu damadın ailesi uygun bulursa, çocuklarının doğum saatini ve tarihini kızın ailesine göndererek aynı işlemi onların da yapmasını istiyor. Çin'deki evlilik geleneklerine göre, düğünden önce damat evlilik yatağını hazırlayarak üzerine çeşitli meyve ve kuruyemişlerden koyuyor. Ailenin küçük çocukları yatağın üzerine oturtuluyor ve meyvelerle oynamalarına izin veriliyor. Yatağın üzerinde ne kadar çok çocuk olursa o kadar çok doğurganlığı sembolize edeceğine inanılıyor. Nedimelik yapacak bayanlar ise gelinin horoskopuyla uyumlu doğum yılına sahip kişilerden seçiliyor. Ayrıca Ay takviminin 7. ayının son 15 gününde evlenmenin uğursuz olduğuna, çünkü o dönemde cehennemin kapısının açılıp kayıp ruhların serbest kaldığına inanılıyor.
İsrail'de ise Musevi inancına göre, düğünlerde Kudüs'teki kutsal tapınağın yok oluşunu sembolize eden içi cam parçalarıyla dolu bir beze basma geleneği bulunuyor. Törende cam kırmak ise hayattaki mutluluğu ve üzüntüyü sembolize ediyor. Hindistan'da da damat gelinin kıyafetinden sorumlu oluyor. Gelin, beyaz gelinlik yerine, "sari" denilen özel bir giysi giyiyor. Törene gündelik kıyafetlerle gelen gelin, daha sonra kocasının kendisine sunduğu kıyafeti giyiyor.
Kore'de evlilik geleneklerinde ördek ve kaz önemli bir yer tutuyor. Eski geleneklerde damatlar arkalarında kaz taşıyarak beyaz bir atın üstünde gelinin evine giderlerken günümüzde sembolik olarak tahta kaz kullanılıyor. Bir başka geleneğe göre de düğünden sonra bir çift tahta ördek yeni çiftin evine yerleştiriliyor. Eğer ördekler karşılıklı konursa çiftin iyi geçineceğine, ters konulursa kavga edeceklerine inanılıyor
Afrika'nın bazı bölgelerinde damat adayı kızı ailesinden istedikten sonra kızın ailesi teklifi kabul ederse kızlarına para ve fıstık veriyor. Gelin adayı, fıstığı damatla bölüşürken, çiftin birleşmesine yardımcı olan aracıya da bir parça veriliyor. Bu, komşulara ve akrabalara düğün daveti anlamına geliyor.
Belçika'da ise en önemli gelenekler arasında mendile isim işlemek geliyor. Gelinin ailesi, kızlarının adının işlenmiş olduğu mendili düğüne götürerek davetlilere gösteriyor. Bu mendil düğünden sonra kızın ailesinin evine geri getiriliyor ve gelinin kız kardeşi varsa onun adı işlenerek yine evde sergileniyor.
İngiliz geleneklerinin en başında kilisede çan çalmak geliyor. Bu şekilde kötü ruhların kovulduğuna inanılıyor. Gelin ve damat kiliseye girerken ve çıkarken çanlar çalınarak yeni evli çifte çiçek atılıyor. Finlandiyalı gelinler ise düğünde el yapımı altın bir taç takıyorlar. Törenden sonra bekar genç kızlar gelinin etrafında toplanıyor ve gelin genç kızlar arasından seçtiği birine altın tacını veriyor. Seçilen kızın, en kısa zamanda evleneceğine inanılıyor. Öte yandan Vikingler zamanında ise evlilikler açık arttırma şeklinde yapılıyordu. Damat adayı, gelin adayı için kızın babasına fiyat teklif ediyor, bu fiyat üzerinden pazarlık yapılıyor ve belirlenen para miktarı çeyiz için kullanılıyordu. Ayrıca çiftin evlilik hayatları boyunca altın ve gümüş sıkıntısı çekmemeleri için babası gelinin sağ ayağına gümüş, annesi ise sol ayağına altın takıyordu.
Fransa'da ise evlenecek çiftlerin törende yer alacak çiçeklerini davetliler getiriyor. Gelin ve damadın, evlilik günlerinde kullanılan ve nesilden nesile aktarılan evlilik kabından şarap içmesi de bu ülkedeki evlilik gelenekleri arasında yer alıyor.
Bulgaristan'da da erkek, sevdiği kızı ailesinden istemek için en yakın arkadaşıyla kızın evine giderken, yanında mutluluk, sağlık ve zenginliği temsil eden "rakia" denilen özel bir ev viskisi ve "zdravet" adı verilen yeşil çiçeklerden küçük bir buket götürüyor. Bunun yanı sıra kıza ve babasına ufak hediyeler veriyor. Baba, evin reisi olduğundan içki ikramında bulunuyor. Damat adayını beğenir ve evliliği onaylarsa kızına dönüp 3 kez evliliğe hazır olup olmadığını soruyor ve kız (evet) derse kızın ailesi de erkeğin ailesine hediyeler yolluyor. Düğünden önceki Perşembe günü hamur ve mayanın karıştırılmasıyla özel bir ekmek yapılıyor ve bu ekmek yeni ailenin oluşumunu sembolize ediyor. Düğünde ise gelin, içinde bozuk para, çiğ yumurta ve buğday bulunan bir tabağı arkasına bakmadan başının üzerinden geriye doğru atıyor. Tabak ne kadar küçük parçalara ayrılırsa o kadar iyi olacağı düşünülüyor. Ayrıca gelin ile damada somun ekmeği veriliyor. Hangisi bu ekmekten daha büyük parça koparırsa evde onun sözünün geçeceğine inanılıyor.
Ani hava değişimini dikkate alın. Baş dönmesi bu mevsimde artıyor. Uzmanlar vatandaşları uyarıyor.
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çağatay Akçalı, ''çeşitli hastalıkların belirtisi olan vertigonun (baş dönmesi), bahar sendromu ile birleştiğinde kişiyi yatağa mahkum bırakabileceğini'' bildirdi.
Akçalı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Latince ''dönmek'' anlamına gelen vertigo hastalığıyla ilgili şikayetlerin, bahar mevsiminin kendini hissettirmeye başladığı bugünlerde artış gösterdiğini, çok sayıda kişinin bu hastalığın belirtileriyle kliniklere başvurduğunu söyledi.
Vertigonun, bahar sendromuna neden olan ani hava değişimleri, göz hastalıkları, ilaç zehirlenmesi, düşük tansiyon, damar sertliği, beyindeki herhangi bir hastalık, araç tutması, bazı kalp rahatsızlıkları, kansızlık ve kan hastalıklarında da görülebileceğini ifade eden Akçalı, ancak, en sık olarak, iç kulak iltihaplanmasının buna yol açtığını bildirdi.
Akçalı, iç kulaktaki enfeksiyona bağlı vertigonun genelde tansiyon düşmesine ya da başka hastalıklara bağlı baş dönmesiyle karıştırıldığına dikkati çekerek, ''vertigo, iç kulaktaki enfeksiyondan kaynaklandığında, kişi, kendini ve çevresindeki her şeyi boşlukta dönüyor hissine kapılır. Bu durumda akla gelen ilk şüphe açlık ya da yorgunluktur. Kişi, karnını doyurduğunda ya da dinlendiğinde baş dönmesinin geçeceğini düşünür. Oysa bu gibi durumlarda vertigoya neden olan hastalık mutlaka uzman hekim kontrolüyle tespit edilmeli'' dedi.
Önemsenmeyen baş dönmesinin kronik hale geleceğini, kişinin yaşam kalitesinin düşeceğini belirten Akçalı, son günlerde baharla birlikte yoğunlaşan bu şikayetlerin dikkate alınması önerisinde bulunarak, şöyle devam etti:
''Bahar aylarında virütik enfeksiyonlar mevsim dönüşümü ve ani hava değişimlerine bağlı olarak daha sık görülür. Doğal olarak bu enfeksiyonlardan iç kulak da etkilenir. Vertigo, çoğu insanda rastlanan bahar sendromuyla birleştiğinde kişiyi yatağa mahkum bırakabilir. Çünkü, bahar yorgunluğunda, kişi kendini halsiz, bitkin, yorgun ve mutsuz hisseder. Bu duruma bir de baş dönmesi eklendiğinde hastalığın şiddeti de o denli fazla olur.''
Akçalı, vertigonun ilaçlı tedavisi mümkünken, belirtilerin bir süre sonra geçeceği düşüncesiyle ihmal edilmesinin yaşam kalitesini olumsuz etkilediğine dikkati çekerek, ''kişi eğer yoğun dikkat gerektiren işlerde çalışıyorsa tedavi edilmeyen vertigo, telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabilir'' dedi.