doktoruydu

doktoruydu

Üye
30.12.2004
Uzman Çavuş
5.928
Hakkında

  • İsveç diyeti




    Hedef:

    Haftada ortalama 2-3 kilo.

    Günlük kalori:

    500 Kcal

    Oldukça düşük kalorili olan bu diyette belirtilenin dışında çay, kahve ya da meşrubat içmeyin.

    Not:

    İsveç diyetinde aynı gün içinde öğle ve akşam yemeklerinin yerlerini değiştirebilirsiniz.

    Genel bir diyet/zayıflama programı olarak diyetisyenler tarafından tercih edilmeyen bu düşük kalorili diyet tekrarlı olarak uygulanmamalıdır. Tekrarlanması halinde metabolizma hızı azalacak ve kilo verme duracaktır. Bir haftadan fazla uygulamayın.

    Bu diyetin günlük menüleri:

    1.GÜN
    Sabah : 1 şekerli kahve
    Öğle : 2 katı yumurta, 100 gram haşlanmış ıspanak, 1 domates
    Akşam : 200 gram biftek, yeşil salata



    2.GÜN
    Sabah : 1 şekerli kahve
    Öğle : 1 dilim salam, 100 gram yoğurt
    Akşam : 200 gram biftek, yeşil salata, 1 meyve



    3.GÜN
    Sabah : 1 şekerli kahve
    Öğle : Haşlanmış ıspanak, 1 domates, 1 meyve
    Akşam : 2 katı yumurta, 1 dilim salam, yağsız yeşil salata



    4.GÜN
    Sabah : 1 şekerli kahve, 1 dilim kızarmış ekmek
    Öğle : 1 katı yumurta, 1 rendelenmiş havuç, 25 gram yağsız peynir
    Akşam : Yarım bardak portakal suyu, 100 gram yoğurt



    5.GÜN
    Sabah : 1 rendelenmiş havuç
    Öğle : 200 gram limon ve tereyağlı haşlanmış balık ya da ton balığı
    Akşam : 200 gramlık biftek, salata, brokoli



    6.GÜN
    Sabah : 1 şekerli kahve
    Öğle : 2 katı yumurta, 1 rendelenmiş havuç
    Akşam : 200 gram derisi alınmış tavuk, salata



    7.GÜN
    Sabah : Şekersiz çay
    Öğle : 100 gram ızgara et, taze meyve
    Akşam : Hiç bir şey
#07.01.2006 20:47 1 0 0
  • İŞTAH AZALTAN BESİNLER VE ÖNERİLER



    Bazı besin maddeleri iştahınızı kapatarak acıkmayı geciktiriyor. Özellikle iştah kapatıcı etkisi olduğu kanıtlanan 40 özel besini rejim yapmadan zayıflamak için denemenizi öneriyoruz. Bu besinlerin vücut üzerindeki etkileri, içeriklerindeki bazı maddeler ve görevleri şöyle sıralanıyor...

    Karbonhidratlar

    Karbonhidratlar kepek, buğday gibi tahıl ürünlerinde, sebze ve meyvelerde bulunur. İçeriğindeki lifler, sindirim sistemini harekete geçirir. Ayrıca karbonhidratlar insanı tok tutarak açlık hissini engeller.

    Triptofan

    Proteinlerin büyük bir bölümünde bulunan bir çeşit aminoasittir. Triptofan, vücutta serotoninin oluşmasında ve hücrelere taşınmasında önemli bir görev alır. Serotonin ise iştah hissini azaltır. Özellikle muz, avokado, yulaf ve peynirde bulunur.

    Krom

    Bu oligoelement, vücutta insülin dengesini korur. Bu denge kan şekerinin düşmemesi veya azalmaması açısından çok önemlidir. Kan şekerinin düşmesi açlığa yol açar. Krom ihtiyacınızı karşılamak için fındık, ceviz gibi kabuklu yemişler ve tahıl ürünleri yiyebiliriz.

    Albümin

    Bir tür taşıyıcı proteindir. Can sıkıntısını giderir ve iştahı kapatır. Bu protein, triptofanı oluşturarak beyine taşır ve serotonin üretimini artırır. Bezelye, fıstık ve fasulyede bulunur.

    Früktoz

    Meyvelerden elde edilen doğal şekerdir. Früktoz kan şekeri dengesini kesinlikle etkilemez Ayrıca yemek sonrası tatlı ihtiyacı duymanızı engeller. Çilek ve bal früktozun ana kaynağıdır.

    İyot
    Tiroit hormonlarının yapımı için gereklidir. Açlık duygusunun gelişmesini engeller. Balık, iyotlu tuz ve soğanda bulunur.

    İştahınızı Kesecek Öneriler

    1. Karnıbaharı ve brokoliyi hafifçe haşlayıp yoğurtla tatlandırın. Bu karışım lif açısından zengin olduğundan sizi uzun süre tok tutar.
    2. Salatalığı iyice yıkayın ve kabuklarıyla birlikte ince dilimler halinde kesip üzerine bol bol dereotu serpin. Bu sebzenin kalorisi yok denilecek kadar az ve oldukça tok tutucudur.
    3. Tatlı olarak 250 gr. mor eriği biraz tarçınla haşlayın. Bu meyve früktoz açısından oldukça zengin olmakla birlikte tatlı ihtiyacınızı da karşılayacaktır.
    4. Albümin iştahı kapatır. Bir porsiyon yeşil fasulyeyi 20 dakika suda haşlayıp sirke, karabiber ve biraz da tuzla tatlandırın. İsterseniz yağsız krema da katabilirsiniz.
    5. 200 gr. ananası incecik doğrayın ve süzgeçten geçirin. içine 100 gr. kefir ve taze nane ekleyin. Ananasın içindeki enzimler, protein sindirimini hızlandırdığından oldukça doyurucudur. Ayrıca selülit oluşumunu da engeller.
    6. Kendinize yeşil salata, uskumru balığı, kivi ve portakaldan oluşan bir ziyafet hazırlayın. Balığın içeriğinde ki iyot, tiroit bezinin işlevlerini hızlandırdığından açlık hissi giderilir.
    7. Öğünler arası acıktığınızda kuru erik yiyin. Kuru erik kan şekerinin düşmesini engeller. Ancak fazla abartmayın. Çünkü bir kuru erikte 8 kalori var.
    8. Hafta da iki yumurta yiyin. Çünkü yumurta da bol miktarda triptofan var. Bu da neşenizin yerine gelmesini sağlar.
    9. Enerjisiz kalmamanız için 1 demet maydanozu blenderden geçirip sebze suyuyla karıştırın. İçine bir iki damla acı biber sosu ekleyin ve bunu bir güzel için. Bu içeceğin içindeki C vitamini ve bitkisel maddeler yağ yıkımını kolaylaştırır.
    10. Kırmızı elmayı ince dilimler halinde kesip 1 çay kaşığı kıyılmış ceviz ve yarım çay kaşığı yonca balıyla karıştırın. Bu karışımın içeriğindeki değerli lifler hem doyurucu hem de bağırsakları çalıştırıcı etki gösterir.
    11. Yağsız kaşarı ince ince dilimleyin ve siyah zeytin ile süsleyin. Üzerine bir yemek kaşığı sirke dökün. Bu, birkaç saat için açlığınızı giderecektir.
    12. Karaciğerlerinizi çalıştırmak için 10 adet enginar kökünü, içine 1 doğranmış soğan, karabiber tanesi ve yarım limon katılmış suda haşlayın. Daha sonra 1 çay kaşığı bal, iki sap kekik ve biraz limon suyunu kaynatın. Enginar köklerini süzün ve hazırlamış olduğunuz karışımın içinde biraz pişirip çıkarın.
    13. Bol bol böğürtlen yiyin. Böğürtlen sizi hem neşelendirir hem de tok tutar. Kan şekerinizin yükseleceğinden korkmayın. Çünkü böğürtlenin içeriğindeki doğal şekerler kan şekerini hiçbir şekilde etkilemez.
    14. Kahvaltıda armut yiyin. Armudu rendeleyin ve yulafa katın. Bu karışıma birazda yoğurt ekleyin. Armudun içeriğindeki früktoz uzun süre açlık hissetmemenizi sağlar.
    15. Günü canlı geçirmek için kendinize yulaf ezmesi hazırlayıp içine kuru meyveler katın. Bu, karbonhidrat ihtiyacınızı karşılayacaktır.
    16. Kendinize kırmızı portakal ve 50 gr. ıspanak yaprağından oluşan bir salata hazırlayın. Salatayı 50 gr. yağsız yoğurt, bir tutam tuz ve karabiberden oluşan bir sosla tatlandırın. Hem enfeksiyonlara karşı korunun hem de midenizi doyurun.
    17. Günde üç kez meyve suyu için. Meyve suyunun içine koyacağınız soda, magnezyum ihtiyacınızı karşılayacak ve açlığınızı giderecektir.
    18. Bezelyenin içeriğinde bulunan albümin, iştahınızı kapatmak için iyi bir besindir.bu nedenle sık sık bezelye çorbası için.
    19. Pirinç sindirimi ağır olan ve bol su içeren bir besin maddesidir. Pirinci istediğiniz sıklıkta yiyebilirsiniz. Ancak pilav yaparken fazla yağ kullanmamaya özen gösterin.
    20. Ara sıra ceviz yiyin. Cevizin içeriğinde bolca triptofan var. Unutmayın, bu madde serotonin salgısını arttırıyor ve açlık hissetmenizi engelliyor. 100gr. cevizde 590 kalori var, bu yüzden 5  6 ceviz yemeniz yeterli.
    21. Akşam yemeğinizde 100 gr. tavuk filetosunu ızgarada kızartıp limonla tatlandırın. Bu, yağ yakımını hızlandırır. Ayrıca içeriğindeki triptofan açlık hissini giderir.ve metabolizmayı hızlandırır.
    22. Patatesleri haşlayın ve dilimleyin. Biraz zeytinyağı, rendelenmiş parmesan peyniri, dereotu ve karabiberle tatlandırın.. Patates B1, B2 vitaminleri ve protein açısından zengin bir besindir. Ayrıca içeriğinde doyurucu lifler de bulunur. Bu nedenle patatesleri kabuklarıyla birlikte haşlayın. Böylece içeriğinde ki maddeler zarar görmez.
    23. Haftada iki kez morina balığı yiyin. Yanına da haşlanmış patates, havuç, bezelye ve brokoli gibi zengin sebzelerden oluşan bir garnitür hazırlayın.
    24. 250 gr. yer almasını haşlayın ve püre haline getirin. 150 gr. sebze suyuyla karıştırın ve tekrar pişirin. Tuz ve karabiberle tatlandırın. Yer elmasında bulunan früktoz hem açlığınızı giderecek hem de kan şekerini dengeleyecektir.
    25. Kendinize domates sosu hazırlayın. Domateslerin kabuklarını soymadan yıkayın ve bütün bütün haşlayın. İçine çeşitli baharatlar katın ve bu karışımı süzgeçten geçirin. domates kabuklarının sindirimi zordur ve içeriğinde değerli lifler bulunur.
    26. Muzu, 100 ml. kefir ya da yağsız yoğurtla püre haline getirin. Früktoz içeren bu mükemmel içecek ara öğünler için idealdir.
    27. Ara sıra kereviz yiyin. Bu bitki sade olduğu gibi yağsız yoğurt, 1 tutam köri, 2 yemek kaşığı kremadan oluşan bir karışımla da yenilebilir. Midenizi karbonhidratla dolduran kerevizi nasıl yiyeceğiniz tamamen sizin zevkinize kalmış!
    28. İyot size canlılık verir ve iştahınızı kapatır. İyot içeren karidesleri şişte ızgara yapın ya biraz mısır yağıyla tavada kızartın. Yanına haşlanmış makarna hazırlayın. Taze fesleğen ve kişniş otuyla servis yapın.
    29. Kahvaltıda çavdar ekmeği yiyin. Üzerine yağsız krem peynir sürebilir ve haşlanmış dil yiyebilirsiniz.
    30. Fıstıklar eşsiz bir albümin madenidir. İştahı azaltır ve keyfinizi arttırır. Gündüzleri bir avuç dolusu tuzsuz fıstık yiyin. Size özellikle kabuklu fıstık tüketmenizi öneriyoruz. Kabuklarla uğraşmak sizi bir süre meşgul edecektir.
    31. Yarım avokadoyu limon suyuyla ıslatın. 30 gr. somon balığını haşlayın ve dilimleyin. Üzerine dereotu serpiştirin. Kolayca hazmedilen yağ asitleri ve C vitamini size açlığınızı birkaç saat için unutturacaktır.
    32. Bir kutu yağsız labne peynirini 50 gr. rendelenmiş turp ve bir demet maydanoz ile karıştırın. Acıkmaya başladığınızı hissettiğinizde 1 dilim kepek ekmeğine bu karşımdan sürün.
    33. Üç yemek kaşığı ufalanmış cevizi yağsız yoğurtla karıştırın. Bu karışımın içeriğindeki aminoasitler, iştahı kapatan hormonların üretimini arttırın.
    34. 450 gr. mantarı ve 3 adet taze soğanı dilimleyin. Bunları bir yemek kaşığı ayçiçek yağında 5 dakika hafifçe kızartın. Karabiberle iyice tatlandırın. İçeriğindeki krom size tokluk hissi verecektir.
    35. Soğan bol miktarda iyot içeriri. Bu nedenle mutlaka her öğünde yer almalıdır. İyot, tiroit bezi yoluyla açlık hissini giderir.
    36. 200 gr. yeşil fasulyeyi 250 gr. sebze suyuyla 20 dakika haşladıktan sonra çıkarın. Doğranmış soğan, maydanoz, 2 yemek kaşığı zeytinyağı ve sirke ile hazırladığınız sosu yeşil fasulyenin üzerine dökün ve salata niyetine yiyin. Tritofan içeren bu yiyecek, beyindeki açlık hissini anında giderir.
    37. Kendinize pırasa salatası hazırlayın. 2 sap pırasayı dilimleyin ve 5 dakika haşlayın. 40 gr. kaşarı ve bir armudu küp şeklinde doğrayın. 125 gr. yağsız yoğurt ve karabiberle karıştırın. Bu salatanın içeriğindeki lifler, kalsiyum ve bitkisel maddeler mideyi doldurur ve rahatlatır.
    38. İstediğiniz kadar kuşkonmazı tuzlu suda haşlayın. Kuşkonmazı, incecik kıyılmış bir demet maydanoz, 2 yemek kaşığı zeytinyağı, doğranmış soğanla karıştırın ve karabiberle tatlandırın. Kuşkonmazın içeriğindeki aminoasitler, beynin gönderdiği açlık sinyallerini azaltır ve iştahı kapatır.
    39. Bir adet muz, 2 küçük elma ve ayçekirdeğinden oluşan bir meyve salatası hazırlayın. Muzu ve elmayı dilimleyin. İçine bir çay kaşığı bal ve ayçekirdeği katın. Salatayı limon suyuyla tatlandırın. Bu salata bağırsaklarınız güçlendirecektir.
    40. Kuru kayısıları incecik doğrayın ve sıcak suda birkaç dakika bekletin. Bunları haşlanmış pirinçle karıştırın. İçine limon suyu ve nane ekleyin. Kayısının içindeki doğal şeker tatlı gereksiniminizi karşılamak için yeterlidir.
    41. Yiyeceklerinizi küçük tabaklara hazırlayın ve yemeklerinizin altına salata yaprağı koyun. Böylece ufak porsiyonlar da iştahınızı doyurmanız için yeterli olacaktır. Gözler yoluyla beyinde Tabakta yeterince yiyecek var mesajını alacaktır.
    42. Kendinizi pozitif duygulara adapte etmeniz için günde iki kez aynanın karşısına geçin ve Ben kendimi şartsız seviyorum deyin. Bunu 3 hafta süresince tekrarlayın.
    43. Öğünlerden önce bir bardak limonlu soda için. Bu, midenizi şişirir ve vücuttaki zararlı maddelerin dışarı atılmasını sağlar.
    44. Açlık hissettiğinizde hemen bir işle meşgul olun. Böylece aklınız aç olduğunuz fikrinden uzaklaşacaktır. Yaptığınız işten keyif almaya bakın. Canınız pasta ya da çikolata çektiğinde 20 dakika bekleyin. Bu süre içinde mutlaka aklınız başka düşüncelere yönelecektir.
#07.01.2006 20:43 1 0 0
  • Egzersiz rehberi



    Giriş

    Başarılı bir şekilde kilo veren ve indikleri kiloyu koruyan kişilerin değerlendirilmesi bir tek ortak faktör olduğunu göstermektedir: Egzersiz. Kilo verme biçimine bakılmaksızın en önemli başarı göstergesi egzersizdir. Kilo verdikten sonra egzersiz yapmayı bırakanların hiç şaşmaz bir biçimde yeniden kilo aldıkları, egzersizlerini sürdürenlerin ise yeni kilolarını korudukları saptanmıştır. Gerçekten de bu kadar basittir. Eğer kilo vermek ve ulaştığınız kiloyu korumak istiyorsanız egzersiz yapmak zorundasınız.
    Bu, yaşam boyu her gün kilometrelerce koşmak ya da bisiklet kullanmak olarak algılanmamalıdır. Fiziksel aktivitenizde orta derecede bir artış sağlamanız kilo vermeniz ve dolayısıyla sağlığınızın düzelmesi açısından yararlı olacaktır.
    Bu bölümde "egzersiz" kelimesi ile evi ya da arabayı temizlemek, yürümek gibi günlük işler yada spor, aerobik gibi fiziksel aktiviteler tanımlanmaktadır.

    Gerçekte:

    Egzersiz iştahınızı azaltır.

    Kilo verirsiniz. Kas doku yağa göre artar ve daha sağlıklı olursunuz.

    Günde 30 dakika olsun ayırabilirsiniz.

    Egzersiz size ek enerji ve güç verir.

    Egzersizin getirilerinden yararlanmak için hiçbir zaman geç değildir.

    Anlamsız! Kas hiçbir zaman yağa dönüşmez.

    Pek çok aktivite tek başınayken yapılabilir.

    Yürümek özel yetenek gerektirmez.

    Kilo vermeniz ve sağlığınızın düzelmesi için hafif ve orta derecede egzersizler de etkilidir.



    Neden egzersiz yapmalısınız?

    Egzersiz tahmin edebileceğinizden daha çok yarar sağlar. En önemlisi kilo vermeniz açısından çok önemli olan çeşitli fiziksel ve psikolojik değişikliklere yol açar.

    Egzersiz kalori yaktırır.

    Egzersizin en aşikar, ancak belki de en önemsiz etkisi budur. 1 saat koşu yaptığınızda, bir hamburger yemekle kazanacağınıza eşdeğer olan 600 kalori yakarsınız. Egzersizin kısa süreli etkileri sınırlı olsa da uzun vadede çok fazladır. Günde 30 dakika yürüdüğünüzde 200 kalori yakarsınız. Aldığınız gıdanın değişmediğini varsayarsak 6 ayda fazladan 36400 kalori yakar ve 4.5 kg verirsiniz. Sadece yürümeyle yılda 9 kg verirsiniz ve verdiğiniz kiloları geri almazsınız. Görüldüğü gibi, egzersiz kalori yaktırmanın dışında kilo da kaybettirmektedir.

    Egzersiz verilen kiloların kastan değil yağdan olmasını sağlar.

    Diyet yaparak hem yağ, hem de kas dokusundan kaybedilir. Egzersiz ise kas dokuyu güçlendirirken yağ kaybını kolaylaştırır. Kas dokunun artışı da istirahatteki metabolizma hızını artırarak daha çok kalori yakılmasına yol açar.

    Egzersiz iştahı azaltır.

    Yaygın inanışın tersine egzersiz iştahı artırmaz. Orta derecede egzersizden sonra iştah genel olarak azalmaktadır. Yoğun egzersiz yapanların daha çok yedikleri doğru olmakla birlikte, artış her zaman için harcanan kaloriden azdır. Egzersizin aynı zamanda yağ bakımından zengin gıdalara olan isteği azalttığına dair kanıtlar da vardır.

    Egzersiz metabolizmanızı artırır.

    Her gün yaktığınız kalorinin yaklaşık olarak %70'i istirahat halinde iken tüketilir. Bu olaya istirahat metabolik aktivitesi (RMR) adı verilir ve vücudunuzun idamesi için gerekli olan sindirim, vücut ısısı gibi çeşitli sistemlerin fonksiyonunu kontrol eder.
    Aldığınız kalori miktarı azalırsa istirahat metabolik aktivitesi 2 gün içinde düşmeye başlar ve 2 hafta sonra düşüş oranı %30'lara ulaşır. Bu olay diyet başlangıcının erken dönemlerinde kilo kaybının fazla olmasını da açıklamaktadır. Egzersiz ise istirahat metabolik aktivitesini artırarak diyetin olumsuz etkilerini önler.

    Egzersiz sağlığınızı düzeltir.

    Egzersizin özellikle aşırı kilolu olanlarda kan basıncı, kan lipid düzeyi, plazma insülin düzeyi, kalp ve akciğerlerin normal çalışması üzerinde olumlu etkileri vardır. Kilo kaybından bağımsız olan bu yararlar orta derecede egzersizle bile sağlanabilir.
    Yeni çalışmalar egzersizin, yaşlı insanlarda bile osteoporozu, bazı kanserleri ve kalp hastalıklarını önlediğini göstermektedir. Egzersize başlamak için hiçbir zaman geç değildir.

    Egzersiz psikolojik sağlığınızı da olumlu etkiler.

    Fiziksel aktivitede artış kafanızın rahat olmasını, dolayısıyla vücudunuzun da rahat olmasını sağlar. Egzersiz konsantrasyonunuzu artırır, stresinizi ve gerginliğinizi azaltır, kontrolünüzü artırır, kendinizi iyi hissetmenize neden olur ve diyetinize uymanızı kolaylaştırır. Hafif ve orta derecede bir fiziksel aktivite ile sağlanan psikolojik yararlar uzun solukludur.

    Egzersiz yapmak için engeller

    *Fiziksel engeller

    Kilonuzla sorununuz yoksa bir egzersiz programına başlamanız zor olabilir. Aşırı kilolu olanlar bazı zorluklarla başa çıkmak durumundadır. Aşırı kilo fiziksel aktiviteyi kısıtlayabilir ve yorgunluğa neden olabilir. Bu nedenle yapılabilir aktiviteleri denemek ve ulaşılabilir hedefler belirlemek çok önemlidir. Basit aktivitelerle başlamak ve yapabildikçe yoğunluğu artırmak en uygun yöntemdir.

    *Psikolojik engeller

    Özellikle küçüklüğünden beri aşırı kilolu olanlar için egzersizin olumsuz etkileri olabilir. Vücutlarından utanan bu kişilerin bir grup içinde jimnastik salonunda çalışmak yerine yürümek gibi tek başına yapılabilen aktivitelere yönelmeleri daha doğru olur.

    Beklentilerinizi belirleyin

    Piyasada bulunan pek çok kitap ve video kilo vermeye yönelik değil, daha ziyade sağlıklı olmayı sağlamaya yöneliktir. Bunlar aşırı kilolu olanları pek dikkate almadıkları için önerdikleri hedefler genellikle sakatlanma ya da başarısızlıkla sonuçlanır.

    Sizin için en uygun egzersiz hangisi?

    Bu soruya verilebilecek en iyi yanıt, yapabileceğiniz ve yapmayı sürdürebileceğiniz her türlü aktivitedir. Sizin için en uygun aktiviteleri belirlemenize yardımcı olmak amacıyla hazırlanmış olan şu soruları yanıtlayın:
    Şu anki fiziksel durumunuz nedir? Şu andaki fiziksel sağlık durumunuza uygun bir aktivite seçin ve hafiften başlayıp giderek artırın.
    Egzersiz yaparken tek başınıza olmayı mı yoksa başkalarıyla birlikte çalışmayı mı tercih edersiniz? Bu tamamen size kalmış. Egzersizi yalnız kalmak ya da arkadaşlarınızla birlikte olmak için bir fırsat olarak değerlendirebilirsiniz.
    Kapalı bir ortamda olmayı mı dışarda olmayı mı tercih edersiniz? Mevsime ya da hava durumuna göre karar verebilirsiniz.
    Egzersiz yaparken yanınızda bir eğitmen olmasını mı yoksa kendi başınıza çalışmayı mı tercih edersiniz? Bazı kişiler kendilerini eğitmesi, motive etmesi ya da koruması için bir eğitmenin yanlarında bulunmasını uygun bulur.
    Günlük programınız içinde egzersiz için en uygun zamanı seçin. Sabahları mı yoksa akşamları mı daha aktif olursunuz? Öğle yemeğine ayıracak vaktiniz var mı? Egzersizlerinizi atlamamak için en uygun zamanı seçin.
    Nelerden zevk alırsınız? Değerlendirilmesi gereken en önemli nokta egzersizlerin eğlenceli olmasıdır. Kim sıkıcı aktivitelerde bulunmak ister ki?

    Aerobik ve direnç egzersizleri

    Kilo vermek için aerobik ve direnç egzersizleri gibi aktivitelerde bulunmanız gerekecektir. Aerobik egzersiz sıkı spor kıyafetleri giyip jimnastik salonlarında karmaşık dans hareketleri yapmak olarak algılanmamalıdır. Bacaklardaki büyük kaslar başta olmak üzere bütün vücudu çalıştıran yürüme, koşu ve bisiklet gibi sporlar aerobik egzersizler arasında sayılabilir. Kalbinizin ve akciğerlerinizin çalışmasını düzenleyen bu egzersizler istirahat metabolizmanızı hızlandırır. Ağırlık kaldırma, vücut geliştirme gibi direnç egzersizleri daha fazla kalori yakmanıza neden olurlar ve dayanıklılığınızı artırırlar.

    Ne kadar egzersiz yapmalısınız?

    Pek çok egzersiz programı az miktarda bile egzersizin yararlı olduğu fikrinden yola çıkmaktadır. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, yeterli egzersiz düzeyini tutturamadığınızda başarısız olduğunuz hissine kapılmanızın ve programınızı bırakmanızın çok kolay olduğudur.
    Hafif egzersizlerin bile sağlığınız açısından çok yararlı olduğunu ve duygusal anlamda da sizi rahatlatacağını unutmayın. Gerçekçi ve ulaşılabilir hedefler belirleyin, her başarıdan sonra yeni hedefler seçin.
    Amacınız her gün 30 dakika fiziksel aktivitede bulunmak olmalıdır. Bu iş için ayıracak 30 dakikanız yoksa günde 3 kez 10 dakika bulabilirsiniz. Başlangıç aşamasında 30 dakika boyunca spor yapmak gerçekten zor gelebilir, bu nedenle daha kısa süre ile başlayabilirsiniz.
    İdeal olanı her gün egzersiz yapmanızdır. Bu işten yarar görmeniz için haftada en az üç kez spor yapmanız yeterlidir.

    Başlamadan önce

    Egzersiz planlarınızı doktorunuzla görüşün. Tam bir kontrolden geçtikten sonra aktivitelerinizi kısıtlayabilecek her hangi bir hastalığınız olup olmadığını araştırın.
    Aktivitelerinizin kaydını tutun. Doktorunuzdan alabileceğiniz Kilo Kontrol Cetvellerini kullanın. Bu bölümün sonundaki planı da kullanabilirsiniz.
    Yaşam biçiminize uyan aktivitelerle başlayın. Çalışma saatlerinizde ve serbest zamanınızda fiziksel aktivitenizi artıracak fırsatlar yaratın. Bu işi egzersiz yapmak olarak değil, aktivite olarak görün ve 10 dakikadan kısa olmamasına dikkat edin.
    Küçük adımlar. Bir kaç hafta içinde egzersiz düzeyinizi artırmaya hazır hale geldiğinizi göreceksiniz. Değişiklikleri yavaş yavaş gerçekleştirin.

    Gün içindeki fiziksel aktivitenizi artırmak için bazı ipuçları

    Sabah: Sabah yapılacak egzersiz gün boyunca daha enerjik olmanızı sağlayacaktır. Şunları deneyebilirsiniz: Sabah haberlerini dinlerken pedal çevirin.

    Yataktan kalktığınızda yürüyüş ayakkabılarınızı ve kıyafetlerinizi giyerek kısa bir yürüyüş yapın.

    Kaslarınızı germe egzersizi uygulayın.


    İşte: Çalışma ortamında yapacağınız fiziksel aktiviteler daha zinde, daha az gergin ve daha üretken olmanızı sağlar. Şunları deneyebilirsiniz:
    İşe giderken otobüsten bir durak erken inin ve yürüyün. Aracınız varsa biraz uzak bir yere park edin.

    Ayağa kalkmak için her fırsatı değerlendirin.

    İş arkadaşınızla konuşmanız gerektiğinde telefonla aramak yerine yanına gidin.

    Merdivenleri kullanın.

    Öğle arasında yürüyüş yapın.


    Evde: Ev ve bahçe işleri, araba yıkamak vb. çok iyi birer egzersizdir. Sakatlanmamak için son derece dikkatli olun.

    Bir fırsat yaratıp yürüyüşe çıkın. Bu sizi rahatlatacak ve gününüzü iyi geçirmenizi kolaylaştıracaktır.

    Gün içinde egzersiz için özel bir zaman ayırın ve eğlenceli olmasını sağlayın.

    Televizyona ayırdığınız süreyi kısaltın ve arkadaşlarınız ya da ailenizle paylaşabileceğiniz aktiviteler bulun.


    Aktif olmanın en iyi yollarından biri: Yürümek

    Yürümek tüm egzersiz çeşitleri içinde en iyilerinden biridir. Özel bir yetenek ya da donanım gerektirmediği gibi her zaman ve her yerde, tek başına ya da başkalarıyla birlikte yapılabilir. Sağladığı yararlar da çok fazladır.
    Bir yürüyüş programına başlamak son derece kolaydır. Rahat yürüyüş ayakkabıları ve kıyafetleri edindikten sonra tekniğinizi ya da hızınızı önemsemeden yürümeye başlayın, yorulduğunuzda durun.
    Bunu her gün tekrar edin ve mesafenizi giderek artırın. Özel bir yürüyüş biçimi olmamakla birlikte, yaptığınız egzersizin etkinliğini artıracak ve sakatlanma riskinizi azaltacak bazı ipuçları verilebilir.
    Postür: Ayak bileklerinizden yararlanarak öne doğru eğilin. Eğilme işini belden yaparsanız solunumunuz zorlaşacaktır. Yürürken başınızı kaldırın.
    Kol sallama: Yürürken kollarınızı sallamanız tüm vücudunuzun aktif olmasını sağlayacaktır. Kollarınızı dirseklerinizden bükün ve omuzlarınızdan sallayın.
    Uzun adımlarla yürüme: Adımlarınızın uzun ve yumuşak olmasına dikkat edin.


    Jimnastik ve sağlık kulüpleri

    Bir jimnastik kulübüne ya da grup aktivitesine katılmanız aktif olmanızı sağladığı gibi motive olmanızı kolaylaştırır ve çeşitlilik sunar. İşte size aklınızda tutmanız gereken bazı önemli noktalar:
    Sadece sizin için. Size uyan, yapmaktan zevk alacağınız ve en önemlisi yapabileceğiniz aktiviteler seçtiğinizden emin olun. Kulüp çalışanlarının herkesin özel gereksinimlerine duyarlı olup olmadıkları da önemlidir.
    Yeri: Kolay ulaşılabilir bir yerde değilse hiç bir zaman gitmezsiniz. Evinize veya işyerinize yakın bir yer olmasına özen gösterin.
    Zaman: Başlamadan önce gitmeyi düşündüğünüz saatlerde kalabalık olup olmadığını, bulunan insanların yanında kendinizi rahat hissedip hissetmediğinizi saptayın.

    Kolaylıklar: Diyetisyen önerileri ve yapısal kilo verme programları gibi ek hizmetler ilginizi çeker mi? Egzersizi daha eğlenceli hale getirmek için düşünülmüş şeyler var mı? Soyunma odaları temiz mi? Sauna ya da buhar odası ister misiniz?
    İlk gidişinizde yapmanız gerekenler: İlk gittiğinizde ilginizi çeken aletleri ve ekipmanları kullanın. İyi bulmadıysanız başka bir yer arayın.
    Hiçbir zaman unutmayın ki bir sağlık kulübüne kaydolmak sizi sağlıklı kılmaz. Bunun için kulübe düzenli olarak gitmek gereklidir.

    Egzersiz programınızı aksatmayın

    Egzersiz programına başlamak kolay, sürdürmek ise zordur. İşte size birkaç öneri:
    Gerçekçi ve kısa süreli hedefler belirleyin. Yeni başladığınızda iki hafta süreyle günde 10 dakika yürüyüş yapmak uygulanabilir bir egzersizdir. Bunu yapmayı başardığınızda yeni bir hedef belirleyebilirsiniz.
    Uzun vadedeki hedefleriniz mantıklı olsun. Uzun süreli egzersiz programınız planınızı uygulama konusunda sizi motive etmelidir. İlginizi çeken spor dalları yeterince kilo vermeniz için uygun olmayabilir.
    Egzersizi gerektiği gibi yapın. Bunu öğrenerek kendinizi sakatlama riskinden ve gereğinden fazla yorulmaktan kurtulursunuz. Egzersizden önce daima ısının ve kültür-fizik hareketleri yapın.
    Aktivitelerinize çeşitlilik kazandırın. Aerobik ve direnç egzersizlerini kombine etmeniz işin rutin sıkıcılığa bürünmesini önleyeceği gibi dayanıklılığınızı da artırır. Değişik egzersizler yapmayı deneyin, yürüyorsanız yolunuzu değiştirin.
    Kayıt tutun. Bir gün dönüp baktığınızda ne kadar iyi bir duruma ulaştığınızı görmeniz motivasyonunuzu artıracaktır.
    Önceden plan yapın. Gelecek haftalarda yapacağınız egzersizleri önceden belirleyin ve yaptığınız plana uyun.
    Destek arayın. Bir arkadaşınızla ya da grupla egzersiz yaptığınızda programa uymanız kolaylaşır ve egzersiz yapmamak için bahane aramazsınız.
    Durmayın. Ne kadar iyi göründüğünüzü ve kendinizi ne kadar sağlıklı hissettiğinizi düşünün ve kilo vermek için en önemli yöntemin egzersiz olduğunu unutmayın. Bu noktaya kadar getirdiniz, bundan sonrasına boş vermeyin.

    Kendi aktivite planınızı hazırlayın.

    Yapmayı planladığınız aktivitelerin bir listesini yaptıktan sonra haftanın her günü için ayırmayı düşündüğünüz süreyi belirleyin. Tamamladığınız her aktiviteyi listeniz üzerinde onaylayın. Mesela:

    Aktivite Öğle arası yürüyüş
    Pazartesi 10 dakika x
    Salı 10 dakika x
    Çarşamba 10 dakika x
    Perşembe 10 dakika x
    Cuma 10 dakika x
    Cumartesi 15 dakika x
    Pazar 15 dakika x
    Toplam 80 dakika x
#07.01.2006 20:41 1 0 0
  • Kalp hastalalıkları'nda diyet


    KALP HASTALARINDA BESLENME



    Kalp hastaları sindirimi kolay yiyecekler seçmeli ve özellikle tuz (sodyum) yemekten kaçınmalıdırlar. Sindirim ile kalbin çalışması arasında sıkı bir bağ vardır.
    Kalp hastalıkları belli bir beslenme programma uyulmasını zorunlu kılar. Hangi kalp hastalığı söz konusu olursa olsun, diyet tedavisinin amacı vücut için gerekli besleyici maddeleri sağlarken, kalbin yorulmasını olabildiğince önlemektir. Vücudun dolaşım dengesini yeniden kurabildiği (kompanse) ve kuramadığı (dekompanse) kalp hastalıklarında beslenmenin niteliğinden çok, niceliği değişir.
    Dekompanse kalp hastalığı dendiğinde kalbin dokuların gereksinimlerini, özellikle de oksijen gereksinimini karşılamada yetersiz kaldığı anlaşılır. Başka bir deyişle kalp kendisine ulaşan bütün kanı pompalayacak ve uygun bir hızla dolaşabilmesi için gerekli gücü uygulayacak durumda değildir. Kompanse kalp hastalığında ise kalp hasta olmakla birlikte dokuların gereksinimlerini karşılamaya yeterli bir kan dolaşımı sağlayabilir.

    KOMPANSE KALP HASTALIGI

    Kalp hastası için uygun besinler seçilirken besinlerin sodyum içermemesine ve kolay sindirilebilir olmasına özellikle dikkat edilmelidir. Sindirim bir iştir. Sindirim sırasında sindirim organlanna önemli miktarda kan gider. Ne kadar çok besin alınır, sindirim ne kadar uzar ve güçleşirse sindirim organlanna da o kadar fazla kan gitmesi gerekir. Kan kütlesinin her hareketi ve genel olarak dolaşımdaki her ağırlaşma, sistemin motor gücü olan kalp üzerinde bir baskı yaratır. Bu nedenle kalp hastalarının tuz yememenin dışında diyet uygulamaları ve öğünlerde çok yememeleri gerekir.
    Aynca besinlerin hacmi fazla olmamalı, yani çok yer kaplamadan gerekli miktarda kalori içeren besinler seçilmelidir. Böylece mide aşırı gerilmez. Bunun ıki yararı vardır. Birincisi sindirim sistemine daha az miktarda kan gitmesi gerekir; ikincisi diyafram daha az yükselir. Mide hemen diyaframın altında yer aldığından midenin şişmesi diyaframm kalkmasma yol açar. Diyafram başlıca solunum kasıdır; kasıldığında
    göğüs kafesiniıı kapasitesi artar ve dış ortamdan akciğerlere daha çok oksijen girer. Şişkin mide bu hareketi sınırlayan mekanik bir engel oluşturur. Bu durumda akciğerlere daha az hava girer ve buna bağlı olarak kalp hastasmm zaten yetersiz olan oksijen alımı daha da azahr. Kalp bu eksikliği karşılamak için olabildiğince sık ve uzun süreli kasılmak zorunda kalır. Böylece kan akımım hızlandırmaya ve var olan bütün oksijeni alabilmek için akciğerlerden olabildiğince çok 'sayıda alyuvarın geçmesini sağlamaya çalışır. Ama kalbin yedek kapasiteleri azalmış olduğundan, ağır bir yemekten sonra kalp hastasının solunum güçlüğü çekmesi kaçınılmazdır; çünkü vücut, solunumu sıklaştırarak akciğerlere ulaşan oksijen miktannı artırmaya çalışır. Kalbin aşırı çalışmasını önlemek için kalp hastaları çok yememeli, yemeklerde fazla su ve sıvı içmemeli, gazlı içeceklerden ve bağırsaklarda mayalanmayı artıran sebzelerden kaçınmalıdırlar. Bitkisel besinlerden kaçınmak genel olarak yemeğin hacmini azaltır; çünkü bunların net besin değeri eşit hacimdeki hayvansal besinlerden azdır. Ama burada iki sorun ortaya çıkar. Bunlardan biri kabızlık, öbürü ise hayvansal besinlerdeki yüksek yağ oranıdır. Kalp hastası uygulanan beslenme rejiminden bağımsız olarak zaten kabızlıktan yakınır; bunun nedeni kalp işlevinin zayıflamasına bağlı olarak sindirim kanalında gerçekleşen kan göllenmesıdir. Bu olay özellikle dekompanse kalp hastalığında belirgindir. Kabızlık hem atık maddelerin uzak laştırılmasının yavaşlaması, hem de dışkılama sırasındaki zorlamalar nedeniyle sakıncalıdır. Ikınma kan dolaşımında ani bir yavaşlamaya ve kalbin ancak şiddetli bir zorlanmayla aşabileceği bir basınç artışına yol açar. Kalp hastası bu nedenle dışkılama sırasında çok tehlikeli olabilecek kuvvetli ıkınmalardan kaçınmalıdır. Sorunu bir ölçüde de olsa çözmek, bu arada hastanın yeşillik ve sebzelerden yeterli vitamin ve mineralleri almasını sağlamak için beslenmenin dengeli olması zorunludur. Bir yandan yemeğin hacmi azaltılmalı, bir yandan da vitamin ve mineral eksikliği ile kabızlık önlenmelidir.
    Kalp hastası akşam yemeğini hafif ve yatmadan en az üç saat önce yemelidir. Yatmadan önce sindirim tamamlanmış olmalıdır, çünkü yatay konumda zaten hasta olan kalbin yükü daha da artar. Yiyecekleri iyice çiğneme ve görece yavaş yeme, sindirimi önemli ölçüde kolaylaştırır.
    Yavaş ve zor sindirilen bütün besinlerden, büşta kızartmalar olmak üzere her türiü katı yağlardan, pasta, krema ve kurabiyelerden özellikle kaçınılmalıdır; çünkü bunların sindirim salgılarınca yumuşatılması ve işlenmesi güçtür. Gene aynı nedenle taze ekmek yerine bayat ekmek, tost ekmeği ya da grissini yeğ tutulmalıdır. Sebze ve meyveleri pişirmek daha iyidir. Çünkü pişirme bu besinlerin sindirimini kolaylaştırır ve hacmini küçültür.
    Kalp hastası genel olarak vücut ağırlığına ve yaşına göre önerilen miktardan biraz az kalori almalıdır. Katı yağ oranı çok azaltılmalı, protein oranı normal olmalı, proteinler özellikle etten alınmalı ve yağın azaltılmasını karşılayacak biçimde şeker oranı artırılmalıdır.

    DEKOMPANSE KALP HASTALIGI

    Kompanse kalp hastalığı için yapılan bütün öneriler dekompanse kalp hastalığı için de geçeriidir. Ama bu durumda daha katı kısıtlamalara gidilmelidir; çünkü kalp çok daha kötü durumdadır ve her hatanın bedeli hemen ödenir. Günlük kalori miktan 1.500ü aşmamalıdır. Tedavinin başlangıcında hekim gerekli görürse çok sıkı bir rejim uygulayabilir ve beslenmeyi yalnızca sıvılardan oluşan bir diyetle sınırlayabilir.
    Dekompanse kalp hastasının beslenmesinde tuz (sodyum) sorunu çok önemlidir. Her şeyden önce ödemlerin
    ortaya çıkmasını önlemek için kesin bir tuz kısıtlamasına gidilir. Hastada ödem varsa kan dolaşımının ağırlaşmasını önlemek ve ödemlerin çözülmesini sağlamak için tuz bütünüyle kesilir. Sodyum başlıca hücre dışı elektrolittir; belirli bir miktarda suyu kendine bağladığından hem damar yatağındaki, hem de dokular arasındaki sıvı miktarını artıran başlıca etkendir. Dekompanse kalp hastalığında alınan sodyum ve su miktan azaltılsa bile, atılan miktar çok daha fazla azaldığından vücutta tutulan su ve sodyum miktarı artar. Tutulan su belirli sınırlan aşarsa ödem ortaya çıkar. Bu sorunu önlemenin en temel yolu alman sodyum miktarını atılan sodyum miktannm azalmasıyla orantılı olarak azaltmaktır. Hastalık ne kadar ağırsa, vücut-ta o kadar fazla sodyum tutulur. Dolayısıyla her durum için uygun olacak bir sodyum miktarı vermek olanaksızdır. Ama besinlerin içindeki doğal sodyum milctannın yeterli olacağı ve yemek hazıriamrken kesinlikle dışandan tuz konmaması gerektiği genel olarak kabul edilir. Kısacası kalp hastası ne yemeğine, ne salatasına, ne de başka bir yiyeceğine tuz katmalıdır. Dekompanse kalp hastalığı olanların günde bir litreden fazla su içmemesi önerilir
#07.01.2006 20:37 1 0 0
  • Diyet genel bilgiler


    Yıllardır kozmetik ve estetik bir problem olarak gördüğümüz obezite aslında ciddi bir sağlık sorunudur. Obezite ile mücadele ederken dikkate almanız gereken ilk nokta bunun basit bir kilo problemi olmadığıdır. Bugün atmış olduğunuz adım size sağlıklı bir yaşamın kapısını açmakta yardımcı olabilecek küçük bir destektir.



    ::: Obezite nedir?

    Obezite ya da şişmanlık, vücutta sağlığı tehlikeye sokacak ölçüde fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Bir insana obez diyebilmek için vücudundaki yağ miktarını ve dağılımını tespit etmek gerekir. Bunun için bugün en sık kullanılan yöntem "Beden Kitle İndeksi" nin hesaplanmasıdır. Beden kitle indeksi (ingilizce body mass index'in baş harflerinden BMI olarak kısaltılmıştır.) kilogram cinsinden beden ağırlığının, metre cinsinden boyun karesine bölünmesiyle hesaplanır.

    BMI'ı ;

    18.5 kg/m2 altında olanlar zayıf
    18.5-24.9 kg/m2 arasında olanlar normal kilolu
    25-29.9 kg/m2 arasında olanlar fazla kilolu
    30-39.9 kg/m2 arasında olanlar obez(şişman)
    40 kg/m2 üzerinde olanlar ileri derecede obez olarak tanımlanırlar.

    Yağın vücuttaki dağılımı da önemlidir.Özellikle karında ve göbek çevresinde biriken yağlar,kalp ve damar hastalıkları için ciddi risk oluşturur.

    ::: Obezitenin nedenleri nelerdir?

    Çok sayıda faktör obezitenin gelişmesine katkıda bulunur. Bunlar dört büyük kategoriye ayrılır:
    * Kalıtsal faktörler
    * Fizyolojik faktörler(yaşlanma , gebelik sayısı gibi)
    * Yaşam biçimiyle ilgili faktörler(besinlerle fazla miktarda yağ alınması,pasif ve hareketsiz yaşam)
    * Psikolojik faktörler(sıkıntı ve üzüntü gibi olumsuz duygulara tepki olarak yemek yenmesi)

    Kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, şeker hastalığı, solunum rahatsızlkıları, eklem rahatsızlıkları ve bazı kanser türlerine de yol açabilen obezite mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.

    ::: Obezitenin tedavisi!

    Amaç kısa sürede fazla kilo vermek değil uzun vadede yavaş ama sağlıklı bir şekilde zayıflayarak ulaşılan kiloyu muhafaza etmektir. Bunun için de gerekli olan yerleşmiş alışkanlıkları değiştirerek yeni bir yaşam tarzına uyum sağlamaktır. Yapılması gereken öncelikle yağ ve kalori miktarı düşük sağlıklı bir beslenme programına başlamak ve aynı zamanda sağlıklı bir yaşamın ayrılmaz parçası olan egzersizle bunu tamamlamaktır. Unutulmamalıdır ki %5'lik bir kilo kaybı bile obeziteye eşlik eden hastalıklarda(kalp ve damar hastalıkları,yüksek tansiyon,şeker hastalığı,kanda yüksek oranda yağ bulunması,solunum hastalıkları,eklem hastalıkları,inme,bazı kanser türleri) ciddi iyileşmeler sağlayacak ve yaşam süresini uzatacaktır.

    ::: Tek başına ilaç tedavisi yeterli midir?

    Obeziteyi tedavi edebilmek için çok yönlü bir yaklaşım gereklidir. İlaç sadece bunu önemli bir parçasıdır. Beraberinde yağı azaltılmış düşük kalorili bir diyet,düzenli egzersiz ve yaşam biçimini değiştirmeye yönelik davranış yedavileri ile başarıya ulaşmak mümkündür.

    ::: Egzersiz

    Kilo kaybetmek iyi güzelde bir daha geri almasak deriz ama hep aklımıza gelen başımıza gelir.Yapmış olduğumuz diyetlerle egzersiz yapmayı genelde ihmal ederiz.

    Yarı aç yarı tok geçirdiğimiz günlerde kolumuzu kıpırdatmaktan acizlik getirir sürekli uyu haliyle dolaşırız.Bizi bu durumdan uzaklaştıran ve kendimize getiren tek şey terazideki ibrenin hiç değişmemesi.


    Vücut nasıl kilo kaybediyor ?


    Alınan enerji = Harcanan enerji kilo sabit
    Alınan enerji > Harcanan enerji kilo artışı
    Alınan enerji < Harcanan enerji kilo kaybı
    Bu denklemden çıkartmamız gereken sonuç harcadığımız enerjiyi arttırmamız gerektiği.Bu da egzersizle mümkün olabilir.Günde 15 dakikayla başlayan ve arttırılan tempolu yürüyüş egzersizleri kilo veriminizi destekleyecek ve dinlenme metabolik hızını ( BMH ) düşmemesini sağlayacak.
    Sık aralıklarla kilo kaybı ve kilo alımı : Kilo kaybının dinlenme metabolik hızına, Lipolitik Aktiviteye etkisi başlığından yapılan araştırmaya göre ;
    Şişman kadın grubu 14 haftalık egzersiz ve zayıflama diyetine tabii tutularak beden bileşimi , oksijen tüketim gücü,dinlenme metabolik hızı ve karın yağındaki yağ aktiviteleri ölçülmüştür.Kişiler ;
    1 ) Diyet + Egzersiz sık sık uygulayan
    2 ) Diyet + Egzersiz sık uygulamayan
    3 ) Sadece diyet uygulayan olmak üzere gruplandırılmıştır.

    Bu süre sonunda 3. ve 1. Grup karşılaştırılmış kilo kaybı ve yağ kaybı yönünden 1. Grubun karşılaştırılması sonucunda kayda değer sonuçlara ulaşılamamıştır.
    Bu araştırmaya göre sadece diyetle zayıflayan 3.grupta dinlenme metabolik hızında düşme saptanmıştır. Bu araştırmadan çıkan sonuç ;

    1) Sık sık diyet yapmanın kilo kontrolünde etkili bir yöntem olmadığı
    2) Egzersizle birlikte enerji sınırlaması yapıldığında kilo ve yağ kaybının olduğudur.

    Kilo kaybetmek sadece diyet yapmakla mümkün değil bu araştırma umarım egzersiz yapmanın önemi konusunda bir fikir yandırmıştır.Masa başında , asansör kullanarak arabamızı en yakın yere park ederek pekiştirdiğimiz tembellik ve bu huyumuzun bize kazandırdığı kiloyu yürüyüş yaparak,tenis oynayarak , yüzerek en azından evimizin temizliği kendimiz yaparak sarf edeceğimiz enerji ve doğru beslenme bizi sağlık ve örüntü yönünden mükemmele ulaştıracaktır.
#07.01.2006 20:35 1 0 0
  • Kilo Almamanın kuralları


    Dünya Sağlık Örgütü'nün, yüzyılın ''patlama derecesinde hızla yayılan ve tedavi edilmesi zorunlu bir hastalık'' olarak benimsediği şişmanlığı önlemek amacıyla, yemek yeme, alışveriş, aktivite ve yemek pişirmeyle ilgili bazı davranış değişiklikleri önerildi

    Ege Üniversitesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Candeğer Yılmaz'ın önderliğinde Ege Obez Hasta Derneği tarafından, sağlıklı beslenmenin altın kuralları bir kitapta toplandı.
    Beslenmenin, karın doyurmak veya istenilen şeyleri yemek değil, insanın sağlıklı olarak yaşayabilmesi için gerekli öğeleri vücuduna alması şeklinde tanımlandığı kitapta, özetle şu davranış biçimleri önerildi:

    ''Güne erken başlayın, 7-8 saatten fazla uyumayın, uyandıktan sonra yatakta kalmayın. Asansör yerine merdiven kullanın, hızlı tempoyla yürümeye çalışın. Haftanın 4-5 günü egzersiz yapın, pasif yerine aktif jimnastiği tercih edin.
    Aktif ve hareketli kişilerle birlikte olmaya özen gösterin. Hafta sonları için aktif planlar yapın. Ayakta durmaya ve yürümeye daha fazla zaman ayırın. Bir şey getirip götürmek için çocuklarınızı kullanmayın. Her gün yarım saat daha az TV seyredin.''

    ''YEMEĞE KÜÇÜK, SALATAYA BÜYÜK TABAK''

    Yemek yemeyle ilgili değiştirilmesi istenen davranış biçimleri sıralanırken da az ve sık yenilmesi, öğün atlanmaması önerildi. Acıkma duygusunun bastırılması için salatalık, domates, marul gibi düşük kalorili yiyeceklerin tercih edilmesi, her gün sebze ve meyve yemeye dikkat edilmesi, yemekler için küçük, yağsız salatalar için ise büyük tabak kullanılması da öneriler arasında yer aldı.
    Öğünlerde gazete-kitap okuma, TV seyretme gibi aktivitelerin yapılmaması gerektiği belirtilen kitapta, bol su içilmesi, açık büfelerden kaçınılması istendi, ''Mutfağa fazla zaman ayırmayın, işiniz bitince oradan çıkın'' tavsiyesinde bulunuldu.

    Özellikle kadınları ilgilendiren alışverişle ilgili önerilerinde ise ''Çarşıya, yemekten sonra, tok karnına çıkın, alışveriş listenizden fazlasını almayın, hazır yiyecekleri satın almayın, yanınızda fazla para bulundurmayın, yeme isteği uyandıran TV programları ve reklamları izlemeyin'' denildi.
    Ayrıca etli-kıymalı yemeklere yağ konulmaması, kızartma-kavurma ve sostan kaçınılması ve evde tatlı yapılmaması önerileri de şişmanlamayı önleyici davranış değişiklikleri olarak sıralandı.
#07.01.2006 20:33 1 0 0
  • Dengeli beslenme


    Sağlıklı olmanın sırrı, yediklerimizin çeşitleri kadar miktarlarına da dikkat etmekten ve vücudumuz için gerekli olan besin öğelerini doğru tüketebilmekten geçiyor. Sağlıklı büyüme ve gelişme için 40dan fazla besin öğesine ihtiyacımız var. Bu besin öğelerini 6 ana grupta toplayabiliriz.

    · Karbonhidratlar : Ekmek, makarna, pirinç, tahıl ürünleri ve kurubaklagillerde yüksek miktarda bulunur. Şekerler de karbonhidratlar grubunda yer alır. Şekerler, bildiğimiz çay şekeri ( sukroz ), meyve şekeri ( fruktoz ) ve süt şekeri ( laktoz ) olarak gruplara ayrılır. Karbonhidrat vücudumuz için iyi bir enerji kaynağıdır. Günlük alınan enerjisinin % 55-60ının karbonhidratlardan sağlanması gerekir. Burada önemli olan şekerli besinlerden çok, diğer karbonhidrat kaynaklarını tüketmektir.

    · Proteinler : Et, süt ve ürünleri ile yumurta ve kurubaklagillerde yüksek miktarda bulunur. Hücrelerin gelişmesi, dokuların yenilenmesi için gereklidir. Günlük alınan enerjinin % 10-12sinin proteinlerden sağlanması gerekir.

    · Yağlar : Et, süt, peynir, margarin, tereyağ ve kuruyemişlerde yüksek miktarda bulunur. Günlük alınan enerjinin % 25-30unun yağlardan sağlanması gerekir. Burada önemli olan bu miktarın en fazla % 10unun doymuş yağlardan ( et, süt, yumurta gibi hayvansal kaynaklı ürünlerde bulunur. Aşırı tüketimi kolesterol seviyesinin yükselmesine sebep olur.), % 10unun tekli doymamış yağlardan( zeytinyağı, kanola yağında bulunur.) ve % 10unun çoklu doymamış yağlardan ( ayçiçeği, soya fasülyesi, tahıl ürünleri, balık ve ürünleri, ıspanak, brokolide bulunur.) karşılanmasıdır.

    · Vitaminler, mineraller ve su diğer besin öğesi gruplarıdır.

    Bu besin öğelerinin toplandığı besin gruplarını inceleyecek olursak;

    · Süt ve süt ürünleri: Bu gruptaki besinler protein ve kalsiyumdan zengindirler. Ayrıca yağ ve bazı vitaminler içi iyi kaynaktırlar.
    · Et ve et ürünleri : Bu gruptaki besinler diğerlerine oranla daha fazla protein içerirler. Ayrıca demir, çinko ve B vitaminlerinden zengindirler.
    · Tahıllar : Bu gruptaki besinlerin önemli bir kısmı karbonhidrattır. Yine bazı B vitaminleri ve mineraller de vardır.
    · Sebze ve meyveler : Sebze ve meyvelerin önemli bir kısmı sudur. Ayrıca protein, karbonhidrat, vitamin ve mineral içerirler. Bu grup özellikle C vitamini içi önemlidir.
    · Yağlar ve şekerler : Şekerler vücuda enerji sağlarlar ve fazla miktarda tüketilmeleri dengesiz beslenmeye neden olur.
    Yağ tüketiminden tamamen vazgeçmek sanıldığının aksine sağlıklı değildir. Çünkü vücudun belli miktarlarda yağa da ihtiyacı vardır. Özellikle vücudumuz için oldukça gerekli olan A,D,E,K gibi ancak yağda eriyerek yararlı olan vitaminler açısından yağların günlük beslenmede yer alması çok önemlidir. Önemli olan yağları bir denge içinde tüketmektir.
#07.01.2006 20:32 1 0 0
  • hastalıklara göre diyet önerileri - hastalıkların tanımı - hastalıklara göre beslenme - kalp hastalıkları
    Obesite nedir?


    Obezite yani şişmanlık, vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.
    Obezite, insan vücudunda kalp ve damar sistemini, solunum sistemini, hormonal sistemi ve sindirim sistemini etkiler ve birçok önemli rahatsızlığa zemin hazırlar.

    Kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, solunum rahatsızlıkları, eklem hastalıkları, adet düzensizlikleri, kısırlık, iktidarsızlık, safra kesesi hastalıkları, taş oluşumu, bazı kanser türleri, obezite ile doğrudan ilişkili hastalıklardan birkaçıdır.
    Obezite, insan yaşamını kısaltan ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen bir hastalıktır. Obezite için çözümü tıpta arayın.

    Tanımı

    Obezite ya da halk arasında bilinen adıyla şişmanlık, vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Obezite, besinlerle alınan enerji miktarının, metabolizma ve fizik aktivite ile tüketilen enerji miktarını aştığı durumda ortaya çıkar.
    Obezite, insan vücudunda kalp ve damar sistemi, solunum sistemi, hormonal sistem, sindirim sistemi gibi sistemleri etkileyen ve birçok önemli rahatsızlığa zemin hazırlayan bir hastalıktır.

    Kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, solunum rahatsızlıkları, eklem hastalıkları, adet düzensizlikleri, kısırlık, iktidarsızlık, safra kesesi hastalıkları, taş oluşumu, bazı kanser türleri, obezite ile doğrudan ilişkili hastalıklardan birkaçıdır.

    Sonuç olarak obezite, insan yaşamını kısaltan ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen bir hastalık olarak tanımlanabilir. Yapılan araştırmalara göre, obezite özellikle son 20 yılda, bütün dünyada süratle artmakta ve bir salgın hastalık gibi yayılmaktadır. Bu salgından ülkemiz de etkilenmektedir. Kadın nüfusumuzun yaklaşık üçte biri, erkek nüfusumuzun da yaklaşık beşte biri obez, yani şişmandır.

    Obezite nasıl ölçülür?

    Obezite için en yaygın kullanılan ölçüm, Beden Kitle İndeksi ya da İngilizce adıyla "Body Mass Index" (BMI) ve bel çevresi ölçümüdür.

    BMI değeri ve anlamı

    BMI, vücut ağırlığının (kg), boyun karesine (m²) bölünmesi ile hesaplanır. Bu değer yaş ve cinsiyetten bağımsızdır. Bununla beraber, BMI kullanımı, çocuklarda, hamile kadınlarda ve çok adaleli kişilerde doğru sonuç vermez, bu nedenle kullanılmamalıdır.

    BMI hesaplanmasında iki örnek:

    Ayşe Hanım'ın ağırlığı 70 kg, boyu ise 1.60 m'dir.
    Buna göre Ayşe Hanım'ın BMI değeri:

    70 / (1.60)²= 70 / 1.60 x 1.60 = 70 / 2.56 = 27.34 kg / m²'dir.
    Hasan Bey'in ağırlığı da 90 kg, boyu ise 1.70 m'dir.
    Buna göre Hasan Bey'in BMI değeri:

    90 / (1.70)² = 90 / 1.70 x 1.70 = 90 / 2.89 = 31.1 kg / m²'dir.

    Sağlık otoriteleri, BMI değerlerini, normal kilolu, fazla kilolu ve obez şeklinde gruplara ayırmışlardır.

    BMI değeri

    18.5 kg / m²'nin altında olanlar Zayıf
    18.5-24.9 kg / m² arasında olanlar Normal kilolu
    25-29.9 kg / m² arasında olanlar Fazla kilolu
    30-39.9 kg / m² arasında olanlar Obez (şişman)
    40 kg / m²'nin üzerinde olanlar İleri derecede obez
    olarak tanımlanmaktadır.

    Bu sınıflamaya göre, Ayşe Hanım fazla kilolu, Hasan Bey ise obezdir.
    Siz de bu formül ve tabloya göre kendi kendinizi değerlendirebilirsiniz.

    Bel çevresi ölçümü ve anlamı

    Vücuttaki toplam yağ miktarı önemli olmakla beraber, yağın nerede biriktiğini bilmek daha önemlidir. Karın çevresinde yağ birikimi, kalça ve vücudun diğer bölgelerinde yağ birikiminden daha fazla sağlık risklerine neden olur. Bu risk için basit fakat doğru bir yöntem bel çevresi ölçümüdür. Bununla birlikte, bel çevresi ile ilişkili hastalık riskinin, farklı toplumlarda değişkenlik gösterdiği unutulmamalıdır.
#07.01.2006 20:31 1 0 0
  • Kalp dokusunda kök hücre

    Japon bilim adamlarının insan kalp dokusunda kök hücreleri bulduğu bildirildi. Japonya'da çıkan Yomiuri gazetesi, söz konusu buluşun ilerlemiş kalp hastalıklarının tedaviyle iyileştirilmesine olanak sağlayacağını ve kalp nakillerine duyulan ihtiyacı azaltacağını savundu.


    Gazetede yer alan haberde, kalp dokusunda kök hücre keşfinin, Hiroaki Matsubara başkanlığında çalışan Kyodo Üniversitesi'nden bir bilimsel araştırma ekibi tarafından yapıldığını duyurdu.


    Japon bilim adamlarının, kalp rahatsızlığı çeken 50 hastadan kalp doku örnekleri aldıkları ve kalp kası hücreleri, kan hücreleri ve nöronların da bulunduğu değişik tiplerde gelişmiş hücre örneklerinden kök hücresi kültürü üretmeyi başardıkları belirtildi.


    FAREDE BAŞARILI


    Araştırmacıların damar tıkanıklığı sorunu olan bir fareye şırınga ettikleri kök hücrelerin, hayvanın zarar gören kalp kasının ve damarlarının yeniden oluşmasına yardım ettiğinin gözlendiği kaydedildi.


    Benzer deneylerin köpekler ve domuzlar üzerinde yapılmasının ardından gelecek bahar döneminde insanlar üzerinde klinik deneylere geçileceğini ifade eden araştırma ekibinin başı Matsubara, araştırmalarını, Japonya'nın Osaka kentinde 19 Eylül'de yapılacak olan Japon Kardiyoloji Koleji'nin yıllık toplantısı sırasında bilim dünyasına sunacakları sözlerine ekledi.
#07.01.2006 19:14 1 0 0
  • Kelliğe 'kök'lü çözüm

    Sonuç başarılı. Ama insana uygulamak için 5 yıla ihtiyaç var

    Pennsylvania Üniversitesi'nden Dr. George Cotsarelis başkanlığındaki bir araştırma ekibi, kobay olarak kullanılan hayvanlar üzerinde yaptığı deneylerde, saç üreten özel bir tip kök hücreyi izole ederek, kel kobaylara nakletti ve başarılı sonuç aldı. "Blank slate" denilen söz konusu kök hücrenin embriyonik kök hücreden farklı olduğu ve kafa derisinde saç köklerini tutan keseciklerin bu kök hücreden geliştiği belirtildi.

    İNSANLAR İÇİN DENENECEK

    Embriyonik kök hücre, hamileliğin ilk birkaç gününde oluşuyor ve yaşamın ileriki aşamalarında 200 farklı hücreye dönüşerek insan vücudundaki çeşitli organları meydana getiriyor. Saç çıkaran kök hücreler saç dibi derisindeki keseciklerde yer alıyor. Amerikalı araştırmacılar kobaylarda başarılı olan yöntemin insanlar için de geçerli olabilmesi için en az 5 yıl daha araştırma yapılması gerektiğini söyledi
#07.01.2006 19:12 1 0 0
  • Kemik iliği nakli ve kök hücre nakli:

    Kemik İliği Nakli çeşitli hastalıkların tedavisinde uygulanmaktadır; örneğin kan kanseri, başka kanser hastalıkları, kan hastalıkları, bağışıklık hastalıkları ve metabolizma hastalıkları. Bu hastalıklar eskiden kesinlikle tedavi edilemeyen hastalıklar olarak sayılmaktaydı. İlk başarılı ilik nakli 60lı yıllarda ABDde yapıldı. Ancak Kemik İliği Nakli ile tedavi ABDde ve Avrupada 80li yıllarda terapi protokolleri arasında esas yerini almıştır.

    Kemik İliği Nakli sizin çocuğunuz için en iyi tedavi yöntemi olarak önerilmiştir. Bu yazıdaki özet bilgiler, size ve ailenize ilik nakli yönetmi ile ilgili genel biligiler verecektir. Bu konuda mümkün olduğu kadar çok bilgiye sahip olmak, genelde hastalara ve yakınlarına yardımcı olmakta ve kendilerini psikolojik açıdan zor bir zamana ve çeşitli şartlara hazırlanmalarını sağlamaktadır.

    Ailelerin, Kemik İliği Nakli ile çeşitli oranlarda etkilenmeye karşı hazır olmaları çok önemlidir. Ailenizdeki fertler ne kadar çok bilgiye sahip olurlarsa, neyle karşı karşıya olduklarını ve diğer aile fertlerine ne tür destekte bulunabileceklerini bilirlerse, çocuğunuz ve aileniz bu zor ile o kadar kolay yaşayabilir.


    Kemik İliği: Yapısı ve İşleyişi

    Kemik iliği kemik içerisinde süngersi bir dokuya sahiptir ve kök hücreler de burada bulunmaktadır. Bu kök hücrelerin özellikleri çoğalmak ve bölünmek; ve bu sayede de kan hücrelerini oluşturmaktır. Belki de biliyorsunuzdur, bunların üç temel tipi vardır: enfeksiyonlara karşı mücadele veren beyaz kan hücreleri (akyuvarlar), pıhtılaşmayı sağlayan trombositler ve kanda oksijen taşıyıcı kırmızı kan hücreleri (alyuvarlar).

    Temel Olarak kök hücre Nakli Nasıl Yapılır

    Geçmişte ilk defa kanında akyuvarlar, alyuvarlar ve trombositler bulunmayan, yani kemik iliği işlevsiz olan hastalara bir deney tedavisi dahilinde yeniden kandaki bu hücreleri oluşturabilmek için sağlıklı kemik iliği nakledilmiştir.

    Kemik İliği Naklinde ışınla ve kemoterapiyle hasta ve sağlıklı olan ilikteki hücreler öldürülmekte ve sonrasında sağlıklı ilik nakledilmektedir. Bu sayede de kan hücrelerinin normal oluşumu sağlanmaktadır.

    Kemik İliği Nakli kötü huylu olan veya kötü huylu olmayıp, fakat yine de hayati tehlike oluşturan hastalıkların tedavisinde uygulanmaktadır. Kötü huylu olan hastalıklarda ışın ve kemoterapi sadece eski kemik iliğinin yokedilerek yeni kemik iliğinin gelişebilmesi için uygulanmaktadır.

    İlik nakli esasen bir ameliyat olmayıp kan transfüzyonuna benzetilebilir.

    Kemik İliği Nakli için belirtiler

    Şu anda Kemik İliği Nakli yapılması için gerekli olan hastalıklar 1. çizelgede sıralanmaktadır. Bu hastalıkların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Son yıllarda bu listeye tümör hastalıkları ve metabolizma rahatsızlıkları da eklenmiştir.

    Hastalığın kötü huylu karaktere sahip olup olmadığının tespiti, kemik iliğinin veya kök hücrelerin naklinden önceki tedavi aşamasında büyük önem taşımaktadır. Hastalık belirtisinden ziyade, önemli olan hastanın iyileşmesidir. Kötü huylu hastalıklarda hastalığın tekrar çıkma riski bulunmaktadır. Diğerlerinde önemli olan uzun vadede ki organ arızalarıdır. Bu yüzden iyileşme oranları hastalıktan hastalığa farklılıklar göstermekte; fakat bu oran son 10 yılda devamlı bir şekilde artma göstermiştir. Buna sebep olarakta dünya genelinde kazanılan tecrübe ve ek terapileri gösterebiliriz.

    Kemik İliği Nakli derin müdahalesi olan bir işlem olması sebebiyle beraberinde riskler de getirmektedir. Bunların bazıları aşağıda anlatılacaktır. Bütün önlemlere rağmen Kemik İliği Nakli ile iligili yapılacak tedavi esnasında hasta ölebilir. Ölüm sebepleri arasında hastalığın tekrar başgöstermesi yanında, nakil esnasında çıkan komplikasyonları sayabiliriz. Bunlar aşağıda anlatılacaktır.

    Kemik İliği Naklinin başarılı olması birkaç faktöre bağlıdır:

    - çocuğun yaşı

    - genel sağlık ve beslenme durumu

    - teşhis ve temel hastalık

    - hastalığın geldiği aşama

    - en uygun bağışı yapacak olanın kişinin hazır bulunması

    Nakildeki en önemli üç çeşit:

    1-Akraba olan bir şahıstan,

    2-Akraba olmayan başka bir şahıstan,

    3-Hastanın kendisinden

    Hangi ilik nakli çeşidinin sizin çocuğunuz için en uygun olduğu temel hastalığa ve elde bulunan bağış yapabilecek olan şahıslara bağlıdır. Bazı hastalıklarda en iyi ilik nakil formu kendi iliğinin nakledilmesidir. Buna autolog Kemik İliği Nakli denmektedir. Bu çeşit nakillerde hastadan ilik alınmaktadır, şimdilerde kanın merkezden uzak kısımlarından kök hücreler de alınmaktadır. Bu hücreler hastalıklardan temizlemek amacıyla çeşitli işlemlerden geçerler. Bu alınan ilik veya kök hücreler Kemik İliği Nakli yapılana kadar dondurularak saklanır. Diğer hastalıklarda başka şahıslardan alınacak olan ilik gereklidir. Bunun için ilk önce hastanın kendi akrabalarında bağış yapabilecek olan kişiler aranır. Bağış yapabilecek olan şahıslara kan testi yapılarak uygun olup olmadığı tespit edilir. Uygunluk konusunda en önemli olan HLA-Antijenleridir (HLA sistemi 7. sayfadaki çizelgede açıklanmaktadır). Eğer birden fazla HLA-Antjeni uygun şahıs bulunacak olursa, bu sefer daha az önemli faktörlerin uygunluğuna da bakılır. Örneğin kan grubu gibi. Yanlız HLA-tipinin uygunluğu en önemli faktördür.

    Kardeş çocukların uygunluk oranı istatistiklere göre % 25tir. Aynı şekilde çift yumurtalı ikiz kardeşlerin de. Tek yumurtalı ikiz kardeşlerin uygunluk oranı yüzde yüzdür; fakat bütün hastalık türlerinde en uygun ilik bağışı değildir. Genelde ebeveynler bağış için uygun değildir. Bunun sebebi de, HLA-Antijenlerinin yarısını çocuğa annenin vermesi ve diğer yarısını da babanın vermesidir. Yani çocukta anneden ve babadan sadece HLA-Antijenlerin yarısı bulunmakta ve ebeveynlerden birisinin bağışta bulunmasıyla diğer yarısı eksik kalmaktadır.

    Akrabalardan uygun bağış yapabilecek bir şahıs bulunamadığı takdirde akraba olmayan şahıslarda bu uygunluk aranır. Bu arama genelde aylarca sürer.


    HLA-Sistemi

    İnsanların savunma sistemleri virüslere ve diğer yabancı maddelere karşı hücum eder ve yok etmeye çalışır. Bu esnada kendi dokusuna herhangi bir zarar vermez. Bu da kendi dokusuyla yabancı dokular arasında ayırım yapabilmesine bağlıdır.

    Bu ayırıma imkan sağlamak HLA-Sisteminin görevidir. HLA-Sistemi 100 parçadan (HLA-Antijenleri) ve kendi aralarında birçok kombinasyondan oluşmaktadırlar. Hemen hemen bütün organlardaki hücrelerin yüzeylerinde ve akyuvarların üzerlerinde bulunurlar. HLA-Antijenleri kalıtım yoluyla geçtiği için çoğu kez kardeşler ve aile içerisinde aynı kombinasyona rastlanmaktadır.

    HLA-Antijenlerinin kombinasyon sayısının çok büyük olmasından dolayı akraba olmayanlarda aynı HLAya rastlamak, kemik iliği uygunluğu bulmak, cok uzun zaman almaktadır. Bu yüzden bazı hastalıklarda erkenden bağış yapabilecekler aranmaktadır.



    Kemik İliği Nakli Ön Tedavileri ve Açıklama ve Aydınlatma Konuşmaları

    Çocuğunuz ilik nakli için yazıldığında sizinle birçok konu konuşulup tartışılacaktır:

    Çocuğunuzun hastanede kalış şartları ve süresi, fizik tedavisi, nakilden önce, naklin kendisiyle ilgili, bilinen zorluklar, yeni iliğin üremesi ve bunların çocuğunuzun hastaneden ayrılana kadar olan tedavisi. Ayrıca çocuğunuzun uzun vadede tedavinin başarılı olabilmesiyle ilgili olarak hususi durumu konuşulacaktır. Bu da temel hastalığa ve uygun bir bağışın olup olmadığına bağlıdır.


    Ön muayeneler şunları içermektedir:

    - Çocuğun genel gelişimi ve büyümesinin değerlendirilmesi, kalb, böbrek ve ciğerlerin fonksiyonları, mevcut olabilecek enfeksiyonların tesbiti (bunların içerisine diş, diş kökleri ve burunda gizli olabilecek enfeksiyonlar da dahil). Ön muayeneler bize çeşitli nakil yöntemleri ile doğabilecek riskleri değerlendirerek çocuğunuzun hususi durumuna göre en uygununu seçmemizi sağlamaktadır.

    - ameliyatla bütün ilik nakli tedavisi süresince kalıcı olan sondanın yerleştirilmesi. Bu sonda ile ilaç ve kan enfüzyonlarının yapılabilmesi ve kan alınması sağlamaktadır. Bu sonda 5 mm çapında ince bir plastik borudan oluşmaktadır.

    Enfeksiyonlara karşı korunma tedbirleri

    Işın ve kemoterapi yoluyla yukarda da belirtildiği gibi eski kemik iliği yok ediliyor. Yeni kemik iliği gelişene kadar çocuğunuz enfeksiyonlara karşı çok hassas durumdadır. Kemik iliğinin gelişmesiyle bu tehlike azalmaktadır. Ancak bu gelişme yapılan kemik iliği nakline göre aylarca, hatta bir yıl bile sürebilmektedir. Bu yüzden çocuğunuz bağırsaklardan gelebilecek olan bakteri ve mantar enfeksiyonlarına karşı hergün hap almak zorundadır.

    İlik nakli zamanında ise çevreden gelebilecek olan enfeksiyonlara karşı çocuğun kaldığı yer itibarıyla tedbirler alınması zorunludur:

    - Eğer ilik kendisinden alınmışsa çocuğunuz normal bir odada kalacaktır. Kemik iliğini yoketme tedavisi esnasında (bkz. sayfa 17) doktorlar ve hasta bakıcıları tedavi sıralarında ağızlık ve eldiven kullanılacaktır. Akyuvarlar geliştikten sonra bu nakil tipinde çocuğunuz kaldığı odanın dışarısına da çıkabilir.

    - Akrabalardan alınarak yapılan kemik iliği nakli tedavisi süresinde daha da katı önlemlerin alınması gereklidir. Odaya giren her şey daha önce dezenfekte edilmekte, hasta bakıcıları ve doktorlar özel önlükler giymekte, ziyaretçiler ise korunma önlükleri giymek zorundadırlar. Hastalar damar yoluyla beslenmektedirler. Vücud temizliği ve hijyen konusunda özel talimatlar geçerlidir (bkz. Kemik İliği Nakli süresinde özel vücud temizlği ve hijyen). Akraba olmayanlardan alınan kemik iliği nakli tedavisi esnasında çocuğun savunma ve direnç sistemi daha fazla azaldığından ve tedavi daha uzun sürdüğünden enfeksiyonlara karşı korunma önlemleri de uzun sürmektedir. Başarılı nakilden sonra akyuvarların belirili bir değere ulaşmasıyla çocuğunuz odasından dışarı çıkabilecektir. Bundan sonra çocuğunuzun bir an önce hasteneden taburcu olabilmesi için ağızdan besin alması daha fazla önem taşımaktadır.

    Genelde Kemik İliği Nakli süresince enfeksiyon tehlikesi yüzünden küçük çocukların (aniden hastalanmalarından dolayı) veya hasta olanların hastayı ziyaret etmeleri yasaktır.

    Kemoterapi ve/veya Işınla hazırlama tedavisi

    Nakilden önce çocuğunuza hazırlama terapisi denilen tedavi uygulanacaktır. Yukarda da anlatıldığı gibi hasta ve hasta olmayan kemik iliklerinin öldürülmesi gerekmektedir. Eğer çocuğunuzda kanser yoksa bu tedavi çocuğunuzun kemik iliğinin yeniden gelişmesini sağlayacaktır. Kemoterapi ilaçlarının seçimi çocuğunuzun temel hastalığına ve hastalığın ulaştığı aşamaya bağlıdır.

    Kemoterapiye ek olarak bazı çocuklara ışınla tedavi yapılmak zorundadır. Bunlar:

    - genelde kan hücrelerinin yokedilmesi gereken hastalıklarda göğüs ve karın bölgelerindeki lenf bağlarının ışınlanması gerekmektedir,

    - kötü huylu hastalıklarda genelde tüm vücut ışınlanması yapılmaktadır. Bu tür ışınlama birkaç gün 20er ve 30ar dakikalık bölümler halinde öğleden önce bir defa, bir defa öğleden sonra uygulanmaktadır. Çocuğunuzun sadece tepreşmeden yatması gerekmektedir.



    Kemik İliği Nakli tedavisinin yan tesirleri

    Kemoterapi ve ışın tedavisinin kısa ve uzun vadeli yan tesirleri bazen sağlık açısından tehlikeli boyutlara ulaşabilir. Kısa vadeli yan tesirlere ishal, kusma, mide bulantısı, egzama, saç dökülmesi ve ağız bölümünde ağrıları sayabiliriz. Bütün bu yan tesirlerin hepsi geçicidir. Işın tedavisi ayrıca tenin bronslaşmasına da sebep olmaktadır, aynı aşırı güneş ışınlarına maruz kalanlarda olduğu gibi, derinin kendini yenilemesiyle bir kaç ayda eski haline dönmektedir. Genelde tedavilerde antibiotika, mantar ilacı ve virüslere karşı ilaç kullanılan hastalarda enfeksiyonlar oluşmakta. Çeşitli ağırlıklarda hayati önem taşıyan organlar (karaciğer, ciğer, böbrekler ve kalp) zarar görerek fonksiyon bozulmaları olabilir. Bu yüzden bu organların nakil yapılmadan önce fonksiyonları iyice kontrol edilmektedir . Yine de bütün önlemlere rağmen, bu organlar tekrar sağlıklarına kavuşana kadar, diyaliz tedavisi (suni böbrek) ve oksijen verilmesi gerekebilir.


    Kemik İliği Naklinin Hayati tehlike taşıyan yan tesirleri

    Genelde bu yan tesirler tek başına veya ikisi birden çıkınca kolaylıkla tedavi edilebilmektedir. Yalnız tedavi için zorunlu olan bilhassa Antibiyotik ve mantar ilaçları önemli organlara zarar verebilmektedir. Zaten fonksiyonları bozuk olan organlara daha da fazla zarar vermektedir. Birden fazla organın aksaması hayati tehlike oluşturmaktadır; fakat bu durum artık nadir olarak ortaya çıkmaktadır.

    Diğer komplikasyonlar şunlardır:

    - zor tedavi edilen virüs enfeksiyonları

    - kanamalar ve

    - akut ve kronik bağış-alıcı-hastalığı

    Kemik İliği Naklinden sonra enfeksiyonlar önemli boyutlarda hayati tehlike oluşturan durumları oluşturduğundan çeşitli önlemler alınmaktadır


    Kemoterapi ve Işın tedavisi

    Kısa vadeli yan tesirler

    *mide bulantısı

    *kusma

    *ishal

    *egzama

    *aplasi

    *mukositis (ağız bölümünde ağrılar)

    *saç dökülmesi

    Uzun vadeli yan tesirler

    *kısırlık

    *gecikmeli büyüme

    *ergenlik çağında gecikme

    *katarakt (gözde bulanıklık)

    *organ fonksiyonlarının bozulması

    Kemik iliği naklinin uzun vadeli tesirleri

    Kemoterapi ve/veya ışın tedavisinin uzun vadeli yan tesirlerinde bilhassa hormonal bozukluklar (ergenlikte gecikme, büyümede gecikme,kısırlık) ve katarakt gelişmesi, yani bulanık görme, olabilmektedir. Bu yüzden çocuğunuz Kemik İliği Naklinden sonra uzun vadede ayakta tedavi için kontrollere gelmesi gerekmektedir.



    Kemik iliğinin alınması ve nakli

    Kemik iliği bağışlayıcının belinden Punktionla alınmakta, aynı teşhis için alınan kemik iliği Punktionu gibi. Fakat nakil için çok daha fazla miktarda kemik iliği alınması gerekmektedir. Bu yüzden birçok Punktiona ihtiyaç vardır. Kemik iliğinin alınması Vollnarkose halinde ameliyatla yapılmaktadır. Kemik iliğinin miktarı bağışlayıcının kilosuna bağlıdır.

    Hastanın kendisinden alınarak yapılan nakillerde kök hücreler peripher kandan alınmaktadır. Genelde bu tür kemik iliğini alınması ek önlem olarak yapılmaktadır.

    Kemik iliği bağışlayıcıları, buna kök hücre bağışlayıcıları da dahil, bir akşam ameliyattan sonra hastanede kalmaktadırlar. Eğer ağrılar olacak olursa, hafif ağrı kesicilerle (Paracetamol) tedavi edilmektedirler.

    Kemik iliği ve/veya kök hücreler kan alınmasında olduğu gibi, daha önce yerleştirilen Hickman veya Broviac hortumuyla aktarılmaktadır.

    Bu nakilden sonra kemik iliği hücreleri kan akımıyla bütün vücuda yayılmakta ve kemik iliklerine de ulaşarak orada kalmaktadırlar. Burada bölünerek çoğalmakta ve kan hücrelerini oluşturan bölümlere (akyuvarlar, alyuvarlar ve trombositler) gelişmektedirler.


    Kök hücre ayırımı

    Bazı hastalıklarda kök hücreler kemik iliğinden değil de peripher kandan elde edilmektedirler. Kanda bu kök hücrelerin çok olabilmesi için çocuğunuza bu kök hücreleri artırıcılar (Neupogen veya Granocyte) verilecektir. Belirli bir kemoterapi metoduyla tedavi gören çocuklara hemen kemoterapinin ardından Neupogen ilacı verilmektedir. Takriben 7 ila 14 gün sonra normalde kök hücre ayırımına başlanabilir.

    Kök hücre ayırımı yapan makine trombositkonsantresi yapan makinelere benzemektedir. Birçok insan kanser hastası çocuklara ve büyüklere trombosit bağışlamaktadır. kök hücre ayırımında kan makineye aktarılmakta ve kök hücreler kan plazmalarından ve alyuvarlardan ayrılmaktadır. kök hücreler makinenin içinde kalmakta ve diğer kan plazmaları ile alyuvarlar tekrar çocuğunuza geri verilmektedir. Bazı durumlarda kök hücreler tekrar bir aşamadan geçmekte ve nakil yapılana kadar dondurularak saklanmaktadır.

    Bazen uygun kemik iliği veya kök hücre bağışlayıcısı bulunamadığı takdirde dondurulmuş kordon kanından kök hücreler alınabilir.

    Aplasie

    Aplasie, akyuvarların çok az ya da hiç bulunmadığı aşamaya denir. Ayrıca bu aşamada alyuvarlar ve trombositler de az bulunmaktadır; fakat bu hücreler kana aktarılabilmektedir. Yine de kanamalar olmaktadır. Bütün önlemlere rağmen enfeksiyonlar oluşmakta, yalnız bunlar antibiyotiklerle ve mantar ilaçlarıyla tedavi edilmektedir. Ancak ağızda oluşan ağrılara karşı ağrı kesiciler ve gıdaların suni yollarla verilmesi gerekmektedir, eğer ağızda çok fazla ağrılar nedeniyle besin alınması mümkün değilse.

    Hergün kan alınarak organların fonksiyonları, kandaki hücrelerin miktarı ve enfeksiyonlara karşı hassasiyeti ölçülmektedir.

    Kemik iliği genelde nakilden sonra iki üç hafta sonra gelişmekte. Bu bazen daha erken de olabilmekte; fakat daha geç gelişmesi çok nadir olarak gözükmektedir.

    Vericiye-karşı-alıcı hastalığı

    Allogen, yani akrabadan veya akraba olmayan bir şahıstan yapılan nakillerde çok ciddi komplikasyonlar çıkmaktadır ve buna graft-versus-host hastalığı (GvHD) veya vericiye-karşı-alıcı hastalığı denmektedir. Bu da eğer Graftın (vericiden alınan kemik iliği) Hostu (yani alıcıyı) yabancı olarak tanırsa ve bu yüzden de immunolojik reaksiyonlarla bazı organlar (deri, karaciğer ve bağırsaklar) iltihaplanmaktadır.

    Hastanın kendisinden alınarak yapılan kemik iliği nakillerinde GvHD çok nadir gözlenmiştir.

    Bütün allojen, yani akrabadan veya akraba olmayan bir şahıstan, Kemik iliği nakillerinde hastalara GvHD hastalığını önleyici ve zararını azaltıcı ilaçlar verilmektedir. Orta ve hafif dereceli GvHD hastalıklarında ek tedavilerle iyileşmekte; fakat ağır olanları hayati tehlike oluşturmaktadır. Bu sonuncusu bilhassa akraba olmayanlarla yapılan kemik iliği nakillerinde geçerlidir.

    GvHDnin pozitif yönü de bulunmaktadır: bilhassa lösemili hastalıklarda, GvHD ortaya çıkmışsa, temel hastalığın geri gelme zamanın daha da uzadığı gözlenmiştir. Bu yüzden lösemi hastalıklarında allojen kemik iliği nakli tercih edilmektedir. Bazen de lösemili hücrelere karşı bu sonucu alabilmek için nakillerden sonra ek enfüzyonlar yapılmaktadır.

    Genelde GvHD kemik iliği naklinden sonra 50 ila 100 gün arasında sınırlıdır. Nadiren GvHDnin kronik vakaları da olabilmektedir. Bu takdirde GvHD hastalığına deri, eklemler, kaslar ve karaciğer hücreleri yakalamaktadır. GvHD hastalığı Immunsuppressionla tedavi edilerek çok nadir durumlarda organlara daimi zararlar verebilmektedir. Kronik GvHD hastalığının diğer ciddi bir Problemi enfeksiyon tehlikesinin çok yüksek olmasıdır. Çünkü vücudun yeterli derecede savunma hücrelerine sahip olmasına rağmen bu görevini yerine getirememektedir.


    Kemik İliği Naklinden sonra iyileşme zamanı

    Eğer yeni kemik iliği iki veya üç hafta sonra gelişmeye başlarsa, ilk önce enfeksiyon belirtileri azalmaya başlayacaktır. Yalnız çocuğunuzun kendisini daha iyi hissedebilmesi en azından iki veya üç hafta daha zaman alacaktır. Kemik İliği Naklinden önceki hareketliliğine ve gücüne kavuşması da yine bir veya iki aylık bir zaman alacaktır.

    Bu sonuca ulaşmada yeterli beslenme ve sıvı tüketimi büyük önem taşımaktadır. Çocuğunuz Kemik İliği Naklinden ve hatta hastaneden taburcu olduktan sonra dahi bir süre ilaçlarını aksatmadan almak zorundadır. Sorularınız olduğu takdirde veya ilaç alımı konusunda eğer herhangi bir problem çıkacak olursa hemen uygun bir çözüm yolu bulmak için tedavi ekibine başvurmanızı rica ediyoruz.

    Çocuğunuz normalde nakilden 6 ila 8 hafta arasında hastaneden taburcu edilemektedir. Kemik iliği kendisinden alınmışsa daha erken, akraba olmayan bir şahıstan alınmışsa 12 ila 14 hafta arası taburcu edilmektedir. Taburcu olduktan sonra ilk zamanlar haftada üç kez ambulansa gelinmesi gerekmektedir.

    Taburcu olmadan evvel sizinle evde dikkat edilmesi gereken küçük veya büyük bütün konuları görüşeceğiz. Şahsi durumların birbirinden çok farklı olmasından dolayı bu bölüme burada detaylı olarak değinmeyeceğiz.

    Kemik İliği Nakli tüm aileyi ilgilendirmektedir

    Okuduğuzdan da çıkartabileceğiniz gibi, Kemik İliği Nakli çocuğunuza yapılan çok ciddi bir önlemdir. Aynı şekilde Çocuğunuzun tüm Kemik İliği Naklini yapacağınız yardım ve destekle daha kolay atlatabilmesi için tüm ailenize de tabii ki. Hastalığın tedavide başarılı olması ailenizin çocuğunuza ve birbirinize bu kötü zamanda bağlı kalmakla ve en iyi desteği sağlamakla daha da güçlenecektir. Ruhi açıdan da, aileden birisinin hayati tehlike taşıyan hastalığa yakalanması, ailede herkesin birbirini desteklemesi ve arkadaş çevresinden de bu desteği bulması çok önem taşımaktadır. Bu durum kendinizi ve ailenizi Kemik İliği Nakli ile ilgili problemlerle ne kadar fazla bilgilendirirseniz o kadar daha iyi olacaktır. Bu yüzden sorularınızı ve problemlerinizi tedavi ekibiyle görüşünüz
#07.01.2006 19:03 1 0 0
  • Kordon kanı nedir?

    Annenin karnındaki bebek ile anne arasındaki besin ve oksijen alışverişi annenin rahim duvarına yapışmış kabaca bir damarsal ağ yapısı olarak tanımlanabilen plasenta (halk arasında bebeğin eşi olarakta isimlendirilir) denilen yapı tarafından sağlanır.

    Bebeğin göbek kordonu bu plasentaya bağlıdır. Doğumun tamamlanmasından sonra plasenta denilen bu yapının görevi bittiğinden, doğumu takiben plasenta rahim duvarına yapıştığı yerden ayrılarak rahimin dışına atılır. "Kordon kanı" adı verilen kan, bebeğin doğumundan sonra göbek kordonu içinde kalan kandır. Yapılan araştırmalarda kordon içinde kalan bu kanının çeşitli hastalıkların tedavisinde önemi bir görevi olduğu bulunmuştur. Bu önemli görevi üstelen hücrelere kök hücre diyoruz ve bebeğin kordon kanı, "kök hücreler" açısından oldukça zengin bir kaynaktır.

    Kök hücre nedir?

    Kök hücreler, bir çok dokuda bulunan ve değişerek vücudun diğer dokularını oluşturma yeteneğine sahip bir grup hücredir.

    Kök hücreler ;

    -doku ve organlara oksijen ve karbondioksit taşıyan eritrositlere (alyuvar),
    -vücudun bağışıklık sistemini oluşturan lökositlere (akyuvar),
    -kanın pıhtılaşmasını sağlayan trombositlere,
    -kemik,
    -kıkırdak,
    -damar duvarı,
    -bazı sinir sistemi destek hücreleri,
    -kalp kası,
    -böbrek hücrelerine farklılaşabilir.

    Kök hücrelerin vücuttaki diğer tip hücrelere farklılaşma özelliğinin keşfedilmesi ile birlikte bu hücrelerin ;

    -kanser,
    -özellikle kemik iliği hastalıklarında (lösemilerde)
    -felç,
    -Parkinson,-Alzheimer,
    -omurilik zedelenmeleri,
    -kalp ve birçok genetik kaynaklı hastalıkların tedavisinde kullanılabileceği fikri ortaya çıkmıştır.

    Günümüzde kök hücreler özellikle kemoterapi ve/veya radyoterapi gören kanser hastalarının kan ve bağışıklık sistemini yeniden canlandırmak için kullanılmaktadır.

    -Lenfomalar
    -Aplastik anemiler (kemik iliğinde hücre üretiminin olmaması)
    -Orak hücreli anemi
    -Talasemi
    -Amegakaryositik trombositopeni
    -Nöroblastom
    -Bazı bağışıklık yetmezlikleri gibi durumlarda kullanılır.


    Kordon kanından veya kemik iliğinden elde edilebilen kök hücreler vücudun "kaynak" hücreleridir.

    Kordon kanı kök hücrelerinin diğer tip kök hücrelere göre avantajları nelerdir?

    Kordon kanı kök hücreleri elde edilebilecek en genç kök hücreleridir.
    Bunlar saklanmak için dondurulduklarında yaşlanma ve yıpranma süreçleri de durdurulmuş olur. Kordon kanı kök hücrelerinin kemik iliği kök hücrelerine göre üreme hızı daha fazladır.
    Kemik iliği nakli için alıcı ile verici arasında çoğunlukla tam bir doku (HLA) uyumu olması gerekir. kök hücrelerin bağışıklık red cevapları henüz tam olarak gelişmediğinden kordon kanı naklinde tam bir uyum olmasa da başarı sağlanabilir. Bu özellik aile bireyleri arasında kordon kanı nakli gerçekleştirilmesine olanak sağlar.
    Saklanan kordon kanındaki kök hücreler, gerekli olduğu durumda hemen kullanılabilecek haldedir. Bu durum, hastalıkların ilerlemesini önleyebilmek için en kısa sürede tedavinin zorunlu olduğu durumlarda önem kazanır.
    Bu yüzden kordondaki bu kan doğumdan hemen sonra uygun şartlarda alınıp,özel koşullarda dondurulup yıllarca saklanabilmektedir.Bunu saklayan kordon kanı bankası dediğmiz kuruluşar vardır.Bu kurluşlar belirli ücretler karşılığnda bu kanı dondurup,gerektiğinde çözülüp kullanmak üzere saklayan kuruluşlardır.Gerektiğinde bu değerli kök hücreleri çözülerek kullanılabilir.

    Kök hücreler sadece doğumda toplanabildikleri için toplama işlemini uzman hekimler tarafından yapılır, toplanma sonrası işlemlerin uzman kişilerce yürütülmesi ve örneklerin uygun koşullarda saklanması gerekir. İlk kordon kanı nakli 1988 yılında gerçekleştirilmiştir. 1995 yılından itibaren dünyada kordon kanı bankaları yeni doğanların kordon kanlarının saklanabilmesi için yaygın olarak faaliyete geçirilmiştir.

    Kordon kanı saklanması iki sebeple yapılır;

    1-Kendi çocuklarının kordon kanına ihtiyacı olan ve/veya ileride ihtiyaç olduğunda kullanılmak üzere bebeklerinin kordon kanını saklamak isteyen aileler için kordon kanı bankasında saklama işlemi yapılır. Aile belirli bir zamandan sonra saklama işleminden vazgeçerse bu kordon kanı imha edilir, bu durumda aileden ücret alınmaz.

    2-Diğer seçenek olarak, kordon kanını saklamak istemeyen ailelerden izin alınarak onların kordon kanları ileride nakil gerektirebilecek başkalarının tedavisi için kordon kanı bankası tarafından saklanır. Bu durumlarda aileden herhangi bir ücret talep edilmez.

    Hangi aileler için bebeklerinin kordon kanını saklamak uygundur?

    Kordon kanı saklanmasının kimler için uygun ve gerekli olduğu konusunda bilim çevrelerinde henüz tam bir fikirbirliği yoktur. Yeni olan bu uygulama ile ilgili olarak iki farklı görüş bulunmaktadır.
    Bazı araştırmacılar sadece ailelerinde ilik nakli gerektirebilecek hastalık öyküsü bulunan ailelerin bebeklerinde bu uygulamanın yapılmasını savunurken, diğer araştırmacılar kök hücre çalışmalarındaki hızlı gelişimi göz önünde bulundurarak herkesin bu alternatifi kullanmasını önermektedirler.

    Kordon kanının alınması;

    Kordon kanı bebek doğar doğmaz ilk 15 dakika içinde, göbek bağı kesildikten sonra göbek bağından alınır. Bu kan, toplanmadığı tüm durumlarda plasenta ile birlikte atıldığından, toplanması normal doğum prosedürünü ve bebeği herhangi bir şekilde etkilememektedir. Genelde toplama işlemi doğum esnasında doğumu yaptıran hekim tarafından yapılır. Hem normal yolla hem de sezeryan doğumlarda uygulanabilir.

    Sadece birkaç dakika alan kordon kanının toplanması işlemi; basit, tehlikesiz ve acı vermeyen bir uygulamadır. Ne anneye ne de bebeğe herhangi bir zararr verilmeden bu işlem yapılır.

    Bilindiği gibi bebek doğduktan hemen sonra göbek kordonu bağlanarak ayrılmaktadır ve bu ayrılmadan hemen sonra eğer kordon kanı toplanacaksa plasentaya bağlı olan kordonun içindeki kan özel bir sistem yardımı ile pıhtılaşmayı önleyici madde içeren kan torbası içine toplanır. Çoğunlukla yaklaşık 30-60 mililitre kordon kanı alınması yeterli olmaktadır. Araştırmalar çok miktardaki kök hücre örneklerinin nakil sonrası daha başarılı sonuç verdiğini kanıtlamıştır.


    Toplanan kan 36 saat içinde kordon kanı bankası laboratuvarına gönderilir. Kordon kanı laboratuvarda özel yöntemler ile dondurulur ve sıvı azot içinde saklanır. Dondurulan hücreler daha sonra gerek duyulduğunda çözülerek tedavide kullanılabilir.

    Kordon kanı saklanmasına karar verildiğinde beklenen doğumdan en az 1-2 hafta önce ilgili laboratuvar ile doğumu yaptıracak olan hekime durum bildirilmeli ve gerekli hazırlıkların yapılması sağlanmalıdır. Bu sayede gerekli malzeme ve belgeler doğum anında hazır bulundurulabilir.



    DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN KONU;

    Eğer mali durumunuz bunu karşılayacak düzeyde ise bu kanın saklanmasını istemek size her zaman avantaj sağlayacaktır.
    Burada önemli olan husus bu tip doku örneklerinin saklanmasında gizliliktir.

    Bu tip bir doku örneğinden veya diğer doku örneklerinden sizin organlarınızın aynı zamanda başka kişilere uyum sağlayabileceği öğrenilebilinir.Organ mafyasının dünyadaki yeri endişe vericidir.Zamanında bir doktor arkadaşımız Oktar Babuna için toplanan örneklerin o zamanki Sağlık bakanımızın durumun vahimiyetini bildiren ama yanlış anlaşılan açıklaması bu konu ile ilgilidir.Bu tip örnekler organ ihtiyacı olan kişinin ;(mesela birinin böbreğe veya karaciğere ihtiyacı olduğunu varsayalım,ve doku örnekleri taranarak İstanbul'daki ismi ve adresi belirli olan bir kişiyle uyum sağladığını düşünün) bu organı elde etmek için ,hayatta kalmak için her şeyi yapacaktır.Çok büyük rakamlar organ mafyasına ödenerek bu organ sağlanmaktadır.Zaman zaman kayıp bazı kişilerin organ mafyası tarafından organları alınarak yok edildiği bilinmektedir.
    Hayatta kalma şansı başka birisinin karaciğerini almak olan kişi siz olsanız veya canınızdan çok sevdiğiniz tek çocuğunuz olsa belkide yanlış bir yola düşüp sizde yanlış fikirlere kapılabilirsiniz,veya bu kişinin başka bir ülkeden çok zengin bir kişi olduğunu ve bu organa ihtiyacı olduğunu düşünürseniz zamanın sağlık bakanının çıkışını anlayabilirsiniz.(ne yazıkki kendisi bu konuda gerekli açıklamayı yapamadı vede konu basın arafından çarpıtıldı.

    Bebeğinizin kordon kanının saklanması hem ailenizin bireyleri hemde bebeğinizin geleceği açısından önem taşımaktadır,ama bunu yaparken barcode dediğimiz isim ve adres taşımayan özel gizli numaralarla saklanması sizi oluşabilecek tehlikelerden koruyacaktır.
#07.01.2006 18:56 1 0 0
  • Beta-Glukan Nedir?


    Beta-Glukan "Saccharomyces cerevisiae" yani ekmek mayası hücre duvarından ekstrakte edilen polisakkarit lif yapısında bağışıklık sistemini güçlendiren tamamen doğal bir maddedir.

    noimage

    Beta-Glukan nasıl etki gösterir?

    Bağışıklık cevabını artırarak vücut savunma hücrelerinin patojenleri daha etkili şekilde yok etmesini sağlar ve sıklıkla hastalıkları önler, kişinin kendini daha sağlıklı hissetmesini sağlar.

    Beta-Glukan'ın serbest radikaller üzerine nasıl bir etkisi vardır?

    Oksijen kullanan her canlı; nefes alma işlemi sırasında 'Serbest radikaller' olarak bilinen moleküller üretirler. Serbest radikaller yaşam için gereklidir. Ancak kontrolsüz bırakılırsa hücreler daha çok serbest radikal üretir ve böylece hücrelerin savunma mekanizmaları daha yorgun hale gelir.

    Serbest radikallerden tamamen uzak kalabilmek olanaksızdır. Böcek öldürücüler, endüstride kullanılan kimyasal maddeler, işlenmiş gıdalar, sigara dumanı, güneşin zararlı U.V ışınları veya alkolün vücuda girmesi vücudumuzda serbest radikallerin açığa çıkmasına neden olur. Ayrıca, zihin ile beden stres altında kaldığında da büyük oranlarda serbest radikal üretimi olur.

    Kısaca serbest radikaller, bedenimizdeki hücreleri parçalayarak yaşlanmaya ve vücut direncimizin zayıflaması sonucunda da hastalıklara (eklem iltihabından şeker hastalığına, kalp-damar sistemi hastalıklarından kansere kadar) yol açan, tahrip edici moleküler saldırganlardır.

    Ekmek mayasından elde edilen doğal bağışıklık güçlendirici bir madde olan Beta-Glukan ise ; vücudumuzu serbest radikallerin zararlı etkilerinden arındırır. Böylelikle hastalıklara karşı etkili bir koruma sağlayarak kişinin kendini daha sağlıklı hissetmesini sağlar.

    noimage

    Stres nasıl sağlığımıza zarar verir?

    Uzun süreli kronik stres bağışıklık sistemini zayıflatıp, sağlığımızı tehdit eden durumlara neden olur:


    Vücudun enfeksiyonlara karşı direncini azaltır.
    İnsanların üst solunum yolu enfeksiyonlarına yakalanma olasılığını 3-5 misli artırır.
    Kanser, ülser insidansında artışa sebep olabilir.
    Sırt ve omuz ağrılarını artırabilir.
    Kalp krizi riskini artırır.
    Yorgunluğa, bitkinliğe yol açar.
    Metabolizmayı bozarak yaşlanmayı hızlandırır.
    Doğal bağışıklık güçlendirici Beta-Glukan ;


    Stres gibi bağışıklık sistemini zayıflatan faktörlere karşı vücut direncini artırır. Böylelikle hastalıklara karşı etkili bir koruma sağlayarak kişinin kendini daha sağlıklı hissetmesini sağlar.
    Kronik stres nedeniyle vücut direnci zayıflamış ve buna bağlı olarak sık enfeksiyon geçiren kişilerde de vücudun hastalıkla mücadelesini kolaylaştırır.



    Beta-Glukan erken deri yaşlanmasına karşı yararlı olabilir mi?

    Yaşlılık çizgilerinin %90'ının yaşam biçimi, hava kirliliği, alkol, sigara, güneşin U.V ışınları gibi çevresel faktörler etkisiyle oluştuğu blinmektedir. Aynı zamanda bu çevresel faktörler ; içimizde var olan Serbest Radikallerin varlığını da etkiler.

    Derimiz; bağışıklık sistemimizin en önemli kısmını oluşturur ve derimizde bulunan ,bağışıklık sistemimizin ilk hücreleri de diyebileceğimiz Langerhans hücreleri  U.V ışınlarının zararlı etkilerine karşı son derece duyarlıdır. U.V ışınlarıyla kısa süreli de olsa bir karşılaşma; derideki bazı Langerhans hücrelerinin kaybına yol açar ve bağışıklık cevabının oluşmasındaki ilk hücrenin tahribatı, bağışıklık sisteminin geri kalan kısmını da zora sokar.

    Sonuçta; bronzlaşmış bir deride U.V ışınları; Langerhans hücrelerinin yok olmasına dolayısıyla bağışıklık sisteminin baskılanmasına sebeb olur. Dolayısıyla deri kanseri ve enfeksiyon sıklığında bir artış gözlemlenir.

    Beta-Glukan;


    Derimizi; güneş ışınlarının açığa çıkardığı serbest radikallerden arındırarak ERKEN DERİ YAŞLANMASINI geciktirir.
    Langerhans hücreleri (=epidermal makrofajlar ) üzerindeki özel yüzeylere bağlanarak EPİDERMAL BÜYÜME FAKTÖRLERİ gibi maddeler salgılanmasını sağlayarak, DERİMİZİN KENDİSİNİ YENİLEMESİNİ TEŞVİK EDER.
    Beta-Glukanın birincil etkisi makrofaj aktivasyonu sayesinde özellikle yaşlanmış bir deride tamamen fonksiyonel savunma hücrelerine (Langerhans hücreleri = epidermal makrofajlar) sahip olmak VUCUT DİRENCİNİ ARTIRIR, DERİ KANSERİ VE ENFEKSİYON RİSKİNİ önler.


    Beta-Glukan ne zaman bulunmuştur?

    1960 yılında ABD'de Tulane Üniversitesinde Prof. Dr. Nicolas Di Luzio tarafından Beta-Glukan tanımlanmış vebağışıklık sistemi üzerindeki etkileri gösterilmiştir.



    Hangi dünyaca ünlü klinikler Beta-Glukan'ı araştırmışlardır?


    ABD Harvard Üniversitesi Abdominal ve Toraks Cerrahisi
    Baylor Koleji Bakteriyal Enfeksiyonlar
    Amerika Ulusal Kanser Enstitüsü
    Mayo Kliniği
    Norveç Tromso Üniversitesi
    ABD Tulane Üniversitesi
    Kanada Ottawa Hastanesi
    İsviçre Neastle Araştırma Merkezi
    ABD Silahlı Kuvvetleri Radyobiyoloji Enstitüsü
    gibi seçkin kurumlarda Beta-Glukan ile ilgili araştırmalar yapılmış ve etkinliği tesbit edilmiştir.



    Dünyada hangi ülkelerde Beta-Glukan kullanılmaktadır?

    Başta ABD olmak üzere Kanada, İngiltere, Norveç, İsviçre gibi ülkelerde beslenme desteği olarak OTC ürün kategorisinde; Japonya'da ise bazı mantar-türlerinden elde edilen Beta-Glukanlar ilaç kategorisinde bulunmaktadır.





    Referanslar

    1) Journal of Nutraceutical World, Jan/Feb 2004
#26.12.2005 19:06 1 0 0
  • Doğal Immunostimulanlar

    Beta-Glukan

    noimage


    Beta-Glukan, ekmek mayası hücre duvarından ekstrakte edilen basit bir polisakkaritdir. Bağışıklık sistemimizin ilk savunmasını yapan makrofajlar (beyaz kan hücreleri) üzerindeki özel yüzeylere bağlanarak, bağışıklık sistemini aktive etmesinden dolayı yıllardır "güçlü bir immun sistem destekleyicisi" olarak ün yapmış tamamen doğal bir besin desteğidir.

    Enfeksiyonlara karşı savunmadan sorumlu hücrelerini aktive ettiğinden yabancı hücreleri sarıp yokeden ve vücudun koruma mekanizmasını harekete geçiren bir seri etkiyi başlattığı gözlenmiştir. Bunun sonucu da güçlü bir bağışıklık sistemidir. Sağlıklı bireylerde kullanıldığında hastalıklara karşı dayanıklılık ve iyilik hali oluşturur.

    Beta-glukan; bakteri, virüs, mantar gibi faktörlere bağlı olarak enfekte olmuş kişilerde kullanıldığında anti-infektifin etkinliği artar, kişi bu hastalıklarla daha kolay savaşır. Ayrıca, kolestrol ve kan şekeri düzeylerinin azalmasına katkıda bulunur, vücutta hasarlı dokuların iyileşmesine destek olur.

    Serbest radikalleri nötralize ederek, antioksidan özellik gösterir.
#26.12.2005 19:06 1 0 0
  • Omega-3 Yağ Asitleri


    "Omega" adı ismini kimyasal yapısından almaktadır. Halk arasında "balıkyağı" olarak bilinen Omega-3 ile bitkisel yağlarda bulunan Omega-6 yağ asitleri döllenme anından başlayarak anne karnından itibaren yaşam boyunca vücudumuzdaki doku hücrelerinin önemli yapı taşlarını oluşturmakta ve bağışıklık sistemini güçlendirerek kalp, kanser, romatoit artrid ve sedef hastalıklarından koruma sağlamaktadırlar.

    Vücudumuzda bulunan kötü huylu hücreleri baskı altında tutabilmek ve yok edebilmek için bağışıklık sistemi omega yağlarından güç almaktadır. Yapılan araştırmalarda göğüs, prostat ve kolon kanseri başta olmak üzere pek çok kanser türünde omega yağ asitlerinin yararlı olduğu gözlenmiştir.
#26.12.2005 19:05 1 0 0
  • Bitkisel Ürünler


    Günümüzde, tıbbi bitkilerin sağlığa katkılarıyla ilgili bilimsel araştırmalar bulunmaktadır. Gerek Avrupa'da, gerekse'de Amerika'da tıbbi bitkilerin kullanımlarına yönelik yapılan çalışmalarla sağlığa katkıları iyice araştırılmaktadır.

    Binlerce yıldır genel sağlığı desteklemek, bağışıklık sistemini güçlendirmek, ağrı, ateş, uykusuzluk, ishal, kabızlık gibi sorunları gidermede kullanılan bitkisel ürünlerin kullanımının, son yıllarda yeniden arttığını görmekteyiz.

    Ama bitkisel ürünler, kullanılırken herşeyden önce ilaç oldukları, ve tüm ilaçlar gibi vücudumuz üzerinde etkilerinin olabileceği ve bu yüzden de dikkatli kullanılmaları gerektiği unutulmamalıdır.

    Çok önemli bir problem de, bu bitkisel destek ürünlerinin, diğer reçeteli ilaçlarla birlikte kullanıldığında ilaç etkileşimlerinin ortaya çıkmasıdır. Bitkisel destek ürünlerinin en uygun koşullarda üretilmeleri ve gerekli güvenlik koşullarını taşımaları halinde kullanılmaları gerektiği de unutulmamalıdır. (Ref: Medicines and HealthCare Products Regulatory Agency UK - http://www.mca.gov.uk)

    Bitkisel ürünler içerisinde en sık kullanılan tıbbi bitkiler aşağıda listelenmiştir.

    *Echinecea (Ekinezya)
    *Aloe Vera
    *Ginseng
#26.12.2005 19:04 1 0 0
  • Vitamin ve Mineraller


    Günümüzde büyük şehirlerde yaşayan, dengesiz ve sağlıksız beslenen, özellikle fast-food yeme alışkanlıklarına sahip olan, stres ve çevresel kirlilikle sürekli içiçe yaşayan, kronik sigara ve alkol kullanan kişilerde vitamin-mineral eksiklikleri sık sık karşılaşılan sorunlardan biri haline gelmiştir.

    Eğer stressiz bir ortamda yaşıyor veya en azından stresle başa çıkmanın yolunu bulabiliyorsanız, günde en az 5-6 öğün hormonsuz veya katkı maddesi olmadan yetiştirilmiş sebze-meyvelerden yiyebiliyorsanız, sigara içmiyor, çevre ve hava kirliliğinin minimum olduğu bir ortamda yaşıyor iseniz vitamin-mineral eksiklikleri sizin hayatınızın bir sorunu haline gelmemiş demektir. Ama tüm bunlara cevabınız hayır ise, sizi bekleyen sürekli yorgunluk, halsizlik, zayıf tırnaklar ve saçlar, dikkat dağınıklığı, cilt sorunları, enfeksiyonlara yatkınlık gibi nice problemler olacaktır.

    Tüm dünyada vitamin ve mineral kombinasyonları değişik hastalıkların tedavi protokollerine ek olarak, günlük beslenmeyi desteklemek amacıyla, subklinik seyirli hastalıklardan korunmada kullanılmaktadır.

    Vitaminler ve mineraller; vücudun kendisi tarafından üretilemeyeceği için yiyeceklerle alınmaları gerekmektedir. Dolayısıyla beslenme ve sağlıklı bir bağışıklık sistemi arasındaki korelasyonu görmek çok kolaydır. Ancak iklim, toprak, ürünün ham ya da olgun oluşu, ürün toplama yöntemleri, taşıma ve depolama gibi çok sayıda faktör meyve ve sebzelerde vitamin kaybına yol açabilmektedir

    Bu durumda sağlığımız için gerekli olan vitaminleri dışardan yani çeşitli ilave vitamin takviyeleri ile sağlamamız gerekmektedir. Mikrobesinler olarak da adlandırılan vitaminler; yağlar, proteinler ve karbonhidrat gibi makrobesinlerin aksine çok düşük miktarda alınabilirler ve kalori içermezler.

    Yağda ve suda eriyen olmak üzere iki alt gruba ayrılır. A, D, E ve K vitamininden oluşan yağda eriyen vitaminler, sentezleri için kolestrol gerektiren, yağ dokusunda depolanabilen ve ihtiyaç anında salınabilen vitaminlerdir. Bu vitaminlerin yemeklerden sonra alınması, emilimlerini artırabilir.

    B vitamin kompleksleri ailesinden ve C vitamininden oluşan suda eriyen vitaminler ise, vücutta depolanmazlar ve hergün belli miktarlarda dışardan alınmaları gerekmektedir. Bu vitaminlerin emilimlerini artırmak için bol su ile içilmesinde fayda vardır.

    Vücut için vitaminler kadar önemli bir grup madde daha vardır ki; onlar da ninerallerdir. Mineraller olmadan vitaminler görev yapamazlar. Mineraller kemik, diş, yumuşak doku, kas, kan sinir hücrelerinin yapısında bulunur. Hormon üretimi, sinirlerden mesaj iletimi gibi birçok biyolojik reaksiyonda, reaksiyonu hızlandırıcı rol oynarlar. Kalsiyum, iyot demir, magnezyum, fosfor, potasyum, selenium, sodium, çinko en önemlileridir.

    Vitamin ve mineraller; birbirlerinin etkilerini artırabilmek için multivitamin - multimineral formülasyonları veya bitkisel preparatlarla kombinasyonlar şeklinde de piyasada bulunabilmektedir.

    Son zamanlarda, vitaminlerin sağlığımız üzerine etkilerine yönelik araştırmalar yoğunlaşmıştır. Son dönemin en popular takviyelerinden olan antioksidanlar, vücudumuzu serbest radikallerin yol açtıkları hastalıklara karşı koruyan bileşiklerdir.

    Çeşitli vitamin ve mineraller, ya anti-oksidan bir enzimin parçası olarak ya da tek başlarına antioksidan etki gösteriler. Minerallerden selenyum, bakır ve manganez, serbest radikalleri yok etmek için bir enzimle birleşir. Diğer yandan, E, C, A ve B6 vitaminleri ile beta-karoten ve çinko minerali, serbest radikalleri etkisiz hale getirmek için enzimlerden bağımsız olarak görevlerini yerine getirirler.

    Bağışıklık hücrelerini serbest radikallerden zarar görmekten korumanın yanısıra (antioksidan özellik) kalp-damar hastalıkları, kanser ve katarakta karşı koruyucu olduğu bilinmektedir. Başka bir antioksidan olan yani hücreleri zarar görmekten koruyan madde olan C vitamininin yetersizliğinde çeşitli bağışıklık sistemlerinin bozulduğu görülmüştür. Ayrıca C vitamini, sigaranın akciğerlerdeki lenfositlere vereceği zararı önler. B6 vitamini bağışıklık ve sinir sistemlerinin düzenli çalışmasına yardım eder, folik asitse vücudu savunmak için savaşan alyuvarların yapımında görev alır.

    Minerallerden çinkonun; bağışıklığı güçlü tutmada önemli rolü vardır. Vücutta enfeksiyon olduğu zaman bağışıklık hücrelerini çoğalması, ve hücreleri harekete geçiren kimyasal maddelerin salgılanması için çinkoya gereksinim duyarız. Aynı şekilde demir, bakır, ve selenyum da bağışıklık sistemini iyi çalışması için gereklidir.

    Vücuda vitamin ve mineral takviyeleri değişkenlik gösteren bir süreçtir. Örneğin; Bazı ilaçların düzenli kullanımları vitamin ve minerallerin emilim, kullanım, depolanım ve atılımını etkileyebileceğinden, vücudun vitamin dengesini bozabilir. Bu ilaçlar arasında antibiyotikler(B2 ve C vitamini gereksinimini etkiler)oral kontraseptifler (B6 ve folik asit), tranklizanlar (B2), ağrı kesiciler (folik asit, C vitamini) ve diüretikler (folik asit) sayılabilir.

    Günümüzde hemen herkes çevremizdekilerin tavsiyesiyle zaman zaman vitamin ve mineral içeren preparatlar kullanabiliyoruz. Ancak yanlış vitamin seçimi hastalıkların daha da kötüye gitmesine neden olabiliyor. Fazla alınan vitaminler her zaman daha iyisi demek değildir. Çoğu vitamin ve mineral, vücutta enzimlerle birlikte çalışır. Vücudun her enzimi üretmek için maksimum bir kapasitesi vardır-öyleyse, enzimle uyumlu olarak yalnızca belirli miktarlarda vitamin ya da mineral kullanılabilir. Çoğu durumda, ihtiyaç duyulandan daha fazlasının tüketimi metabolik aktiviteyi artırmayacaktır. Aksine, yağda çözünebiliyorsa (örneğin A ve D vitaminleri) vücut fazlalığı depolayacak, suda çözünüyorsa (örneğin C vitamini) hızla dışarı atacaktır.

    Almanya Vitamin Araştırmaları Cemiyeti'nin başkanı Klaus Pietrzik, "Dozaj artınca, tüm diğer ilaçlarda görüldüğü gibi, vitaminlerin etkisinin de değiştiğini" ifade etmektedir. Örneğin;


    Fazla miktarda vitamin C, ishal ve böbrek taşı yapabilmektedir.
    A vitamininin gereğinden fazla alınmasının bir yararı olmadığı gibi tehlikeleri de vardır. 50 bin ünitenin üstünde alındığında bulantı, kusma, başağrısı, iştahsızlık, görme bozukluğu ve eklem ağrıları gibi şikayetlere neden olabilmektedir.
    B6 vitaminin fazla dozda alınması, yaşlılarda bağışıklık sistemini güçlendirmek ve bazı sinir sorunlarını tedavi etmekte kullanılırsa da, 6 ay süreyle günde 100 mg'dan fazla kullanmak sinirlerin tahrip olmasına neden olabilmektedir.
    Vitamin D yüklemesi ise kemiklere zarar vermektedir.
    Serbest radikallerle savaşıp kanserden koruyan beta karotinin fazlası akciğer kanserini tetikleyebilmektedir.
    Her maddenin fazlasının zarar olabiliceği göz önünde bulundurularak vitamin ve mineral kombinasyonların doktor kontrolünde kullanılmasında fayda vardır.
#26.12.2005 19:03 1 0 0
  • Spor


    Beslenmenin yanısıra, bağışıklık sistemimizi kuvvetlendirmede düzenli yapılan sporun da faydası vardır. Hafif bir egzersiz bakterilerin akciğerde toplanmasını engeller. Ve bağışıklık sisteminin gücünü artırır. Bunu kanda antikorların dolaşımını artırarak yapar. Bağışıklık sistemini iyi düzeyde tutmak için günde en az 20 dakika, haftada 3 kez 35 - 45 dakika yürüyüş yapmak gereklidir
#26.12.2005 19:03 1 0 0
  • Sağlıklı Beslenme

    Sağlıklı Bir Yaşam, Zinde Bir Beden İçin
    Bağışıklık Sisteminizi Destekleyin

    Vücudumuz farklı enfeksiyon ve toksik ajanlarla savaşmak için bağışıklık sistemine sahiptir. Sağlıklı bir bağışıklık sistemi kendimizi iyi hissetmemizi, iyi görünmemizi ve enerjimizi daha iyi kullanmamızı sağlar. Bizi enfeksiyonlardan, kanserden ve çevresel zararlardan korur, yanık ya da ameliyat sonrası iyileşmeyi çabuklaştırır.

    Bağışıklı sistemimizi zayıflatan faktörlerden kaçınmaya çalışmak örneğin bizi strese sokan faktörlerden olabildiğince uzakta kalmak, hayata ve olaylara pozitif bir bakış açısıyla yaklaşmak, alkol ve sigara tüketiminden uzak kalmak, dengeli ve düzenli beslenmek, düzenli spor yapmak bağışıklık sistemimize verebileceğimiz destekler arasındadır. Ama zaman zaman bu destekler de yetersiz kalır ve dışardan bağışıklık sistemimizi güçlendirici yardımlar (takviyeler) da almak durumunda kalabiliriz.

    Bağışıklık sisteminin dengelenmesinde sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenme önemli bir yer tutar. Yiyecekler yendikten sonra vücuda enerji vermek için oksijenle yanarlar, yanma sırasında zararlı maddeler olan serbest radikaller oluşur. Çoğalan serbest radikaller, vücudun tüm hücre ve organlarına zarar vermeye başlarlar. Serbest radikallerden tamamen uzak kalabilmek olanaksızdır. Böcek öldürücüler, endüstride kullanılan kimyasal maddeler, işlenmiş gıdalar, sigara dumanı, güneşin zararlı U.V ışınları veya alkolün vücuda girmesi, stres vücudumuzda serbest radikallerin açığa çıkmasına neden olur.

    Bunun dışında çevredeki hava kirliliği, ultraviyole ışınları, radyasyon, egzos gazları, sigarı dumanı v.b. gibi bir çok faktör hücrelerimizi etkileyerek serbest radikalleri çoğaltır. Vücutta serbest radikallerin çoğalması kalp hastalığı, kanser, katarakt ve yaşlanma gibi sağlık sorunlarını daha çabuk ortaya çıkarır. Bu zararlı etkilerden kurtulmak için vücudumuz serbest radikallere karşı savunma mekanizması geliştirir. Vücutta üretilen bazı enzimler, serbest radikallerden kurtulmamızı sağlar, yanmayı (oksitlenmeyi) önleyen anti-oksidan maddeler enzim miktarını artırır ve böylece savunma mekanizması güçlenir.

    Anti-oksidanların en önemlileri C ve E vitamini, beta-karoten, selenyum, bazı protein bileşikleri, isoflavonlardır. Bu anti-oksidanları içeren besinleri günlük beslenmemiz içerisinde bol miktarda tüketmeliyiz.

    Anti-oksidanlar dışında bazı besin maddelerini günlük beslenmemize eklememiz bağışıklık sistemini güçlendirici etki yapacaktır. Omega 3 yağ asitleri adı verilen ve balıkta bolca bulunan yağ asitleri ve proteinli gıdalardan aldığımız arginin amino asidi, bağışıklık sistemimiz için önemli besin kaynaklarıdır. Bağışıklık sistemimizi güçlendirecek gıdalar arasında beta-glukan, echinacea, probiyotikler, izozomlar ve yeşil çay gibi doğal maddeler de yer alır.

    Beta-glukan ekmek mayası hücre duvarından elde edilen, bağışıklık sistemini güçlendiren tamamen doğal bir maddedir. Bağışıklık cevabını artırarak vücut savunma hücrelerinin patojenleri daha etkili şekilde yok etmesini sağlar ve sıklıkla hastalıkları önler. Kişinin kendini daha sağlıklı hissetmesini sağlar. Aynı zamanda cildin yaşlanmasını geciktirir ve kolesterol düzeyini düşürür. Stres gibi bağışıklık sistemini zayıflatan faktörlere karşı vücut direncini artırır. Sık enfeksiyon geçiren kişilerde de vücudun hastalıkla mücadelesini kolaylaştırır. Echinacea doktorlar tarafından çok eski tarihlerden bu yana soğuk algınlığı tedavisinde kullanılır. Doktor kontrolü ile kullanılması gerekir.

    Her erişkin sağlam ve işler halde bir bağışıklık sistemine sahiptir. Ancak sık hastalanma, çevre koşullarının uygun olmaması, stres, aşırı yorgunluk, uykusuzluk, kötü ve yetersiz beslenme, sigara ve alkol kullanımı, aşırı egzersiz gibi etkenler bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olur. Bronzlaşmış bir deride U.V ışınları; Langerhans hücrelerinin yok olmasına dolayısıyla bağışıklık sisteminin baskılanmasına sebeb olur. Dolayısıyla deri kanseri ve enfeksiyon sıklığında bir artış gözlemlenir.

    Güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmanın en iyi yolu sağlıklı bir yaşam tarzıdır. Besin öğelerinin organizmaya yeterli ve dengeli miktarda sunulması, kilo kontrolü için düzenli ve ağır olmayan kişiye özel bir egzersiz programı, sağlıklı ruh hali içinse düzenlenmiş sosyal yaşam ve kontrol edilebilen stres her birey için sağlığa giden yoldur.
#26.12.2005 19:02 1 0 0