NASA'nın milyarlarca doları gözden çıkardığı Ayda insanlı uzay üssü projesinin en büyük zorluklarından biri astronotları elbiselerine yapışan Ay tozları. Ayda yürüyen astronotlara göre tozlardan kaçış olanaksız, çünkü uyduda her yer bunlarla kaplı. Apollo astronotları tozların gözlerine kaçtığını söylemişti. Ay tozları Apollonun optik cihazlarını bozmuş, uzay arabasına kadar girmiş, uzay elbiselerine yapışmıştı. Tozları yuttuğu belirlenen Apollo mürettebatından Harrison Schmittte alerjik belirtiler görülmüştü. Astronotlar tozların kesif kokusunu hâlâ anımsıyor.
Ay tozu yeryüzündeki tozlardan çok daha vahşi. Ay tozlarının son derece yüksek bir sürtünme etkisine sahip olduğunu biliniyor. Dünyadaki rüzgar ve su gibi faktörler tozların kenarlarını yuvarlarken, Ay tozları bu etkilere maruz kalmadığından kenarları son derece sert, köşegen ve keskin oluyor. Ay tozları meteorların, kozmik ışınların ve Güneş rüzgarlarının Ayın yüzeyini dövmesiyle kayalardan kopan parçalardan oluşuyor.
BİYOLOJİK ETKİLERİ BİLİNMİYOR
Konuyu araştıran NASA uzmanları Ay tozlarına uzun süre maruz kalınması durumunda mekanik cihazların aksaması bir yana, nefes almada sorunlardan ciddi akciğer hastalıklarına kadar bir çok risk sayıyor. Örneğin, 1972 yılında Aya giden Apollo 17 ekibinden Harrison Schmittte Ay tozuna bağlı olarak alerji çıkmıştı.
Apollo astoronotları yüzeydeki yürüyüşlerinin ardından elbiselerine yapışan Ay tozları ile kapsüle girmiş ve kasklarını çıkardıklarında da havaya kalkan tozları yutmuşlardı. Aya ayak basmalarından sadece bir saat sonra Apollo astronotları, özel elbiselerinin ay tozuyla kaplandığını söylemişti.
Şimdiye dek yüzeyde yapılan yürüyüşler bir kaç saati aşmadığından Ay tozlarının insan sağlığına ne gibi olumsuz etkilerinin olabileceği tam olarak kestirilemiyor. Ancak uzay üssünde saatler değil, haftalar ve aylar geçirecek astronotlar için Ay tozları ciddi tehlike oluşturabilir. Dünyaya getirilen numune Ay tozlarında yapılan incelemeler, bunların birtakım garip kimyasal özellikler içerdiğini ortaya koydu.
AGGLUTINAT MİNERALİ KORKUTUYOR
Toz parçaları sadece birkaç mikron büyüklüğünde, dolayısıyla akciğerlerin içlerine kadar ulaşmaları oldukça kolay. Bilim insanları astronotları uzun süre maruz kalmaları durumunda akciğerlerinin bu tozlarla dolabileceğini vurguluyor.
Tozlar ayrıca, meteorlardan gelen agglutinat adlı bir mineral içeriyor, ki bu minerale henüz Dünyada rastlanmadı. Kısaca insan vücuduna olumsuz etkileri önceden tahmin edilemiyor. Köşegen kenarları nedeniyle Ay tozlarının insan vücudunda kanca etkisi yaparak yaralanmalara yol açacağı düşünülüyor.
APOLLODAN BERİ UNUTULMUŞTU
NASA uzmanları astronotların Ay tozuna maruz kalma risklerini asgariye indirmek için, tozları elbiselerden çekecek elektrostatik cihazlar üretmeyi planlıyor. Ancak tozların biyolojik etkilerinin irdelenmeden alınan bu tip önlemler yetersiz kalacak.
ABDli bilim insanları Ay tozu incelemelerini Apollo uçuşlarından sonra rafa kaldırmıştı. Uzmanlar biyolojik deneyler için en az 100 ton Ay tozuna gereksinim olduğunu vurguluyor, Apollo mürettebatı ise bunun sadece yüzde 1ini Dünyaya getirmişti.
Halk arasında damar sertliği olarak bilinen "ateroskleroz", Türkiye'de yaklaşık 4-5 milyon erişkini etkiliyor.
Çok küçük yaşlarda başlayabilen bu sorun ilerledikçe kalp krizine ve felce yol açıyor...
Son yıllarda Amerikan tarzı yaşamın benimsenmesi ile fast food alışkanlığı uzun saatler çalışanların tercihi oluyor. Yoğun iş temposu nedeniyle sınırlı zamanı olanlar, sağlıklı bir öğünle beslenmek yerine ayak üstü bol kalorili yiyecekleri tüketiyor. Özellikle de genç nüfustaki hızlı tüketim, besinlerine olan ilgi kalp hastalıklarına yeni jenerasyonda da rastlanmasına neden oluyor.
Sigara içen, aşırı alkol kullanan ve fazla kilolu kişilerde de damar sertliğine yatkınlık bulunduğunu belirten Doç. Dr. Deniz Kumbasar; stres, hipertansiyon ve diyabetin de bu hastalıkta bir risk faktörü olduğuna dikkat çekti...
Türkiyede yaklaşık 4-5 milyon kişinin kalp damar hastalığından etkilendiğini belirten Doç. Dr. Deniz Kumbasar, çok küçük yaşlarda başlayabilen bu sorunun ilerledikçe kalp krizine ve felce yol açabileceğini söyledi. Kalbi besleyen damar duvarlarında yağ ve kireç birikimi ile oluşan damar sertliğinin, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, aşırı kilo, sigara ve kötü beslenme alışkanlıkları gibi faktörlerce tetiklendiğini belirten Kumbasar, "Son yıllarda kolesterolden zengin 'fast food' adı verilen beslenme şeklinin artışı, genç yaşta aşırı sigara içimi, obezite, egzersize zaman ayrılamaması gibi nedenlerle koroner kalp hastalığı artmakta ve daha erken yaşlarda görülmektedir" dedi.
Doç. Dr. Deniz Kumbasar, göğüs bölgesinde baskı hissi olan, özellikle egzersiz sırasında yanma, sıkışma hisseden kişileri hiç vakit geçirmeden doktora gitmeleri gerektiği konusunda uyarırken, yapılan incelemeler sonucunda herhangi bir tıkanıklığa rastlanırsa, kalpteki tıkalı veya daralmış bölgelere stent, balon veya pıhtılı tıkanıklıklarda pıhtıyı emen veya dağıtan cihazlarla açma gibi yöntemlerin uygulandığını söyledi.
Son yıllarda balon uygulamaları giderek yerini stent tedavisine bırakmaya başladığını ifade eden Doç. Dr. Kumbasar, "Damarlar açıldıktan sonra tekrar daralmasını önlemede stentler çok etkilidir, ancak ilaçsız olan (diğer adı çıplak stent) stentlerin açılan damarın durumu ve hastanın yandaş hastalıklarına bağlı olarak ilk 6 ayda %30-50 oranında tekrar daralma riski mevcuttur ki; bu da günümüze kadar stentlerin baypas cerrahisine kıyasla zayıf noktası idi. Günümüzde çıkan ilaçlı stentler ise %5-10 oranında daralmaktadır, bu oranlar bypass cerrahisi uygulanan hastalardaki daralma oranından daha da düşük olduğundan bypass'a karşı da bir üstünlük elde etme söz konusudur" dedi.
Stent uygulanması sonrasında tekrarlamaya yol açan en önemli faktörün damar duvarı yapısında bulunan kas hücrelerinin normalden fazla çoğalması olduğunu belirten Doç. Dr. Kumbasar, "İlaç salınımlı stentlerin üzerinde hücre üremesini önleyen ilaçlar bulunmaktadır. Bu ilacın etkisi 2-3 ay sürmekte ve hücre çoğalması en belirgin olan dönemde fayda sağlamaktadır. İlaç salınımlı stent normal stent uygulanan tüm hastalar uygulanabilir. İlaç salınımlı stent tek seferde uzun süreli çözüm sağladığı ve tekrar tekrar operasyona gerek duyulmasının önüne geçtiği için diğer tüm avantajlarının yanı sıra daha yararlı bir tedavi yöntemi olarak da dikkat çekiyor" diye konuştu.
Stent restenozu, yani tekrar daralması ihtimalinin birçok faktöre bağlı olduğunu belirten Doç. Dr. Deniz Kumbasar, bunlardan en önemlilerini; hastada şeker hastalığı olması, darlık bölgesinin uzun olması, damar çapının dar olması, işlemi yapan operatörün stent seçimini doğru yaparak, stenti doğru yere doğru basınçla yerleştirmemesi olarak sıraladı. Diğer faktörlerin ise hastanın kan şekerinin kontrolsüz olması, kolesterol ve homosistein değerlerinin kontrolsüz olması, hastanın ilaçlarını düzenli kullanmaması olarak sayılabileceğini ifade etti.
Doç. Dr. Deniz Kumbasar, ilaç salınımlı stentlerin normal stentlerden farklı bir yöntemle takılmadığını söyledi ve sözlerine şöyle devam etti; "Operasyon yaklaşık 30dk. ile 1 saat arasında sürer. ilaç salınımlı stentler diğer stentler gibi lokal anestezi ile takılır ve hasta 1-1,5 gün sonra hastaneden taburcu olabilir. 7-10 gün istirahat evresinden sonra hastalar aşırı fizik zorlama yapmadan günlük işlerine dönebilirler, 4-6 hafta sonra hastanın kalp fonksiyonları da göz önüne alınarak tam fizik güçlerine kavuşurlar."
Türkiye genelinde yılda yaklaşık 35.000 stent, yaklaşık 5000 adet ilaç salınımlı stent takılmaktadır.
Her yıl 260 bin kişi kalp ve damar hastası olmaktadır.
Nefes kokması sorunu yaşamak hiç de hoş bir durum değil. Ancak zamanında hekime başvurulduğunda ve doğru sebep tespit edildiğinde bu hastalığa çözüm bulmak artık çok kolay!
Halk arasında "ağız kokusu" olarak bilinen "nefes kokusu", erişkinlerin bir çoğunda ömürlerinin bir bölümünde yada sürekli olarak görülüyor. Zaten ağız kokması çocukluktan başlayan bir rahatsızlık değil. Daha çok yetişkin dönemde ortaya çıkıyor. İşte yaşamın bu evresinde karşılaşılan ağız kokusu, bireylerin sosyolojik ve psikolojik hayatlarını olumsuz etkiliyor.
Acıbadem Hastanesi Kadıköy Kulak Burun Boğaz (KBB) Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Hasan Tanyeri, kişilere rahatsızlık veren bu sorunun altında önemli hastalıklar olabileceğine dikkat çekerek nefes kokusu şikayeti olan kişileri uyarıyor.
Nedenleri
Ağız kokusu şikayeti olan hastaların mutlaka "Kulak-Burun-Boğaz" muayenesinden geçmesi gerekir. Çünkü şikayetin nedeni çoğunlukla bu bölgelerden kaynaklanmaktadır. Bu problemin birçok farklı sebebi var.
Doç. Dr. Tanyeri, nedenler ve tedavisi konusunda şu bilgileri veriyor:
Sinüzite bağlı nedenler
Sinüzit denilen yüz kemiklerinin içindeki boşluklarda bulunan müzmin iltihap, sarı-yeşil ve kalın kıvamda bir tür akıntının genze akmasına yol açıyor. Bu geniz akıntısının iltihaplı oluşu hastanın nefesine hoş olmayan bir koku veriyor.
Tedavi: Öncelikle medikal yolla tedavi ediliyor. İlaçlar yoluyla bu iltihap giderilmeye çalışılıyor. İlerlemiş sinüzit vakalarında ise, akıntı ilaçla tedavi olmadığı için endoskopik sinüs cerrahisine başvuruluyor.
Bademcik iltihabına bağlı nedenler
Ağız bölgesinde müzmin bademcik iltihapları "magma" denilen katı kıvamlı bademcik döküntüsüne yol açarak hastalarda ağız kokusu şeklinde kendini gösteriyor.
Tedavi: Bademcikler alınarak yada coblator denilen radyofrekans aleti ile buharlaştırılarak sorun gideriliyor.
Diş ve diş eti hastalıkları
Diş ve diş eti hastalıkları da ağız kokusuna yol açabiliyor. KBB uzmanlarının sorunu görerek diğer ağız kokusu nedenlerini ortadan kaldırmaları gerekiyor.
Tedavi: Sorun, KBB hekimleri tarafından tespit edildikten sonra hasta konunun uzmanı olan diş hekimlerine yönlendiriliyor.
Mide ve bağırsak sistemini hastalıkları
Mide ve bağırsak sistemi hastalıkları da ağız kokusu sorununa yol açabiliyor. Bu noktada Doç. Dr. Tanyeri, "Reflü" adı verilen bir hastalığa dikkat çekerek şöyle diyor: "Bu hastalık midedeki asit içeriğinin, özellikle geceleri yemek borusundan yukarıya hareketle mideden kaçak yapım boğazın arka duvarını, ses tellerinin giriş yerini ve gırtlağı tahriş etmesi durumudur."
Tedavi: Bu sorun fleksibıl optik laringoskopi yöntemi ile muayene ile tespit edildikten sonra tedaviyi KBB uzmanları başlatmakta ve hasta mide bağırsak doktoruna da sevk edilmektedir.
Dil kökündeki mantar enfeksiyonları
Bazı hallerde dil kökündeki mantar enfeksiyonları da ağız kokusuna neden olabilir.
Tedavi: Direkt olarak KBB bölgelerini ilgilendirmese de, muayene sırasında (özellikle esnek fiberoptik laringoskopla yapılan muayenede) dil kökü, yemek borusunun giriş yeri, gırtlak ve ses telleri gözlemlenerek hasta ilgili birimlere yönlendiriliyor.
Sebep tümör olabilir!
Ağız kokusu sadece bazı basit hastalıklar nedeniyle oluşmuyor. Erişkin hastalarda gözlemlenen daha ciddi boyutlu durumlar da söz konusu. Ağız, boğaz ve alt solunum yolları bölgelerinde tümöre bağlı bir nefes kokması probleminin baş göstermesi de mümkün. Doç. Dr. Tanyeri konu hakkında şunları söylüyor:
"Ülserasyon" diye tabir edilen krater tarzında tümörün çok süratli büyümesine ayak uyduramayıp ölen dokuların oluşturduğu lezyon kötü koku yayabilir. Elbette sadece nefesi kokan bir insan için akla gelebilecek en son neden budur. Başka bir deyişle ilk nedenler arasında sayılmamalıdır. Ancak, özellikle erişkin yaşlarda nefes kokmasıyla birlikte ses kısıklığı, yutma güçlüğü, kulağa vuran ağrı, ağızdan kan gelmesi ve boyunda şişlik şikayetleriyle birlikte (biri veya birkaçı) ortaya çıkarsa tümör ihtimali göz önünde bulundurulmalı ve hasta ayrıntılı Kulak-Burun-Boğaz muayenesinden geçmelidir.
Doğumdaki kilonun ve çocukluk döneminde boy ile kilo arasındaki orantısızlığın, yetişkinlikte görülen obezlikle bağlantısı olduğu ortaya çıktı.
Yunanistan'ın başkenti Atina'da düzenlenen 14. Avrupa Obezlik Kongresi'nde, araştırmaların, kilolu doğan bebeklerin ya da çocuklukta hızla kilo alanların, ileride obez olma riskinin daha yüksek olduğunu gösterdiği açıklandı.
Kongrede, dünyada okul çağındaki 155 milyon çocuğun fazla kilolu, bunların 35 ila 40 milyonununsa obez olduğu açıklandı. Obezlikle mücadelede, annenin hamilelik sırasında doğru beslenmesive bebeğe anne sütü verilmesi önerildi.
ABD'de bulunan yaklaşık 70 milyon yıllık bir dinozor kemiği fosilindeki doku, kuşların evriminin dinozorlardan başladığı tezini güçlendirdi.
Science dergisinin haberine göre, ABD'nin Kuzey Carolina Üniversitesi paleontologlarından Mary Schweitzer liderliğindeki ekip, Montana'da çıkarılan Tyrannosaurus Rex fosilindeki uyluk kemiğinde bulunan yumuşak dokuyu incelemelerinin ardından kuşların evriminin dinozorlardan başladığı sonucuna vardı.
Benzer dokular
İlk kez bir dinozor fosilinde yumuşak doku bulunduğunu belirten Schweitzer, dokunun günümüzde koşucu kuşlar ailesindeki dişi kuşların kemiklerindeki dokuya çok benzediğini söyledi.
Yumurtlamaya hazırlanan bir dişi
Dokunun dişi kuşlarda yumurtlama döneminde ortaya çıktığını anlatan Schweitzer, bu nedenle kemik fosilinde dokusu bulunan dinozorun büyük ihtimalle yumurtlamaya hazırlanan bir dişi olduğunu kaydetti. Kalsiyum açısından zengin olan doku, yumurta kabuğunun oluşması için gerekli mineralleri içeriyor.
Schweitzer, doku sayesinde sadece dinozorun cinsiyetinin değil, dinozorların ve bugünkü kuşların üreme fizyolojisi arasındaki benzerliğin belirlendiğini söyledi. T-Rex'e ait fosiller geçen Mart ayında bulunmuştu.