MaktüL

MaktüL

Üye
13.04.2007
Astsubay
9.883
Hakkında

  • Lava pırlantalı mücevherlerinin yeni tasarımlarını önceki akşam SuAda'da düzenlenen partiyle tanıttı. Tülin Şahin de seksi dans şovuyla partiye renk kattı.

    De Beers Grubu şirketlerinden DTC, Lava pırlantalı mücevherlerinin yeni tasarımlarını önceki akşam SuAda'da düzenlenen partiyle tanıttı. Tülin Şahin de seksi dans şovuyla partiye renk kattı.

    Murat Mısırlı ile birlikte sahneye çıkan Tülin Şahin, hem Siren Ertan imzalı kırmızı elbisesi hem de seksi dansları ile nefes kesti. Red Hot Lava Party'ye katılan Ayla Dümer, Müge Canmutlu, Ebru-Haluk Sanver, Faruk Saraç, İsmet Özhan gibi pek çok tanınmış sima, ikilinin şovunu ilgiyle izledi.

#05.07.2007 23:22 1 0 0
  • Ünlüler plaj kıyafetleriyle objektiflere yakalanmamak için sahillerde gazetecilerle köşe kapmaca oynarken, yılın ilk bombası Antalya'dan geldi.

    noimage noimage

    Ünlüler plaj kıyafetleriyle objektiflere yakalanmamak için sahillerde gazetecilerle köşe kapmaca oynarken, yılın ilk bombası Antalya'dan geldi. Gülben Ergen'i, minik oğlu Atlas'la Antalya'da havuz keyfi yaparken sadece Kelebek görüntüleyebildi.Hülya Avşar ve Feraye Tanyolaç'ın ardından sonunda Gülben Ergen de mayosuyla objektiflere yakalandı. Birkaç gündür minik oğlu Atlas ile Antalya'da bulunan sanatçı, kaldığı Gloria Golf Resort'un havuz başında keyif yaparken görüntülenmekten kurtulamadı.

    noimage noimage

    Kaldığı villanın havuz başında oğlu Atlas'la güneşlenen, tatilin tadını çıkaran Ergen'in hamilelik kilolarından da tamamen kurtulduğu görüldü. Doğumdan sonra kısa sürede fazla kilolarından kurtulan sanatçının, birçok hemcinsinin aksine selülit kaygısı taşımadığı da dikkatten kaçmadı.

    Hürriyet
#04.07.2007 15:30 1 0 0
  • ŞARKICI Tarkan TEVETOĞLU'NUN AĞABEYİ HAKAN TEVETOĞLU, 'KARŞILIKSIZ ÇEK' SUÇUNDAN KADIKÖY'DE GÖZALTINA ALINDI.

    Kadıköy Emniyet Müdürlüğü ekiplerince, ilçede yapılan uygulama sırasında durdurulan otomobildeki Tarkan Tevetoğlu'nun ağabeyi Hakan Tevetoğlu'nun, herhangi bir suçtan aranıp aranmadığı araştırıldı.

    Çeşitli adliyelerden "karşılıksız çek" suçundan arandığı anlaşılan Hakan Tevetoğlu, gözaltına alındı.

    Polis merkezine götürülen Tevetoğlu, buradaki işlemlerinin ardından hakkındaki arama kararına ilişkin Sultanahmet'teki İstanbul Adliyesine gönderildi.

    5 ayrı olayla ilgili arandığı belirtilen Hakan Tevetoğlu hakkında başka adliyelerden de arama kararı bulunduğu kaydedildi.

#24.06.2007 04:15 1 0 0
  • Doktorlar delilerin iyileşip iyileşmediklerine görüp dışarı salmaya karar vermişler. Bunu nasıl yapacaklarını düşünmeye başlamışlar. Sonunda karar vermişler ve bir duvara havuz çizip delilere havuza atlamalarını ve yüzmelerini söylemişler.
    Birinci deli atlamış ve duvara çarpıp kafasını yaralamış. İkinci üçüncü derken sıra deli cemal'e gelmiş, doktor:
    -Atla demiş.
    Cemal:
    -Atlamam demiş.
    Doktor tekrar:
    -Atla oğlum demiş.
    Cemal:
    -Saçmalama doktor demiş.
    Doktor cemal'in iyileştiğini düşünmüş ve
    -afferin oğlum demiş. Peki neden atlamıyorsun söylermisin demiş.Cemal de:
    - ya doktor yüzme bilmeyen birinin havuza atlaması kadar saçma birşey var ya demiş.



#22.06.2007 21:06 1 0 0


  • Bade İşçil, eski sevgilisi Mahsun Kırmızıgül`e barışma mesajı yolladığını yalanladı ve"Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz" dedi imkansız

    noimage

    Mahsun Kırmızıgü`ün eski sevgilisi Bade İşçil hakkında çıkan "Mahsun ile barışmak istiyor" haberlerine ateş püskürdü. Mahsun Kırmızıgül`e "Yeniden deneyelim" ve köpeğini kastederek "Oğlun seni çok özledi. Bari onu bir kez gör" şeklinde mesaj attığı iddia edilen İşçil isyan etti. Kırmızıgül ile ayrıldıktan sonra sunuculuk yapan ve şimdi de `Metropol Kafe` adlı dizide rol alan İşçil şöyle konuştu: "Benim böyle bir talebim kesinlikle olmadı. Nedense birileri ortaya böyle dedikodular çıkarıyor. Artık bizim bir araya gelmemizin imkanı yok. Ayrıca bir genç kız olarak artık Mahsun Kırmızıgül`ün eski sevgilisi olarak anılmak istemiyorum. Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz. Bunu biliyorum." Kırmızıgül`den ayrıldıktan sonra medyatik olması ile ilgili de yorum yapan İşçil " Ben hiçbir zaman şöhret meraklısı olmadım. Sadece zevk aldığım için oyunculuk yapıyorum." dedi. Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Moda Tekstil Tasarımı Bölümü`nde eğitimine devam ettiğini anlatan Bade İşçil, bu yaz ünlü modacı Vural Gökçaylı`nın yanında staj yapacağını belirterek, "Bundan sonra başarılı bir modacı ve oyuncu olmak istiyorum" şeklinde konuştu.
#22.06.2007 20:06 1 0 0
  • Ayasofya'nın mucizeleri


    Kalp hastalığını iyileştiren su* unutkanlıkları iyi eden yer* türlü hastalığa deva delikli direk* paskalya geceleri ortaya çıkan yumurta kabukları* geceleri içeride dolaşan ışıklar* Nuh'un gemisinin tahtalarıyla yapıldığı söylenen kapılar ve daha birçok açıklanamayan olay...


    921 YIL KİLİSE* 481 yıl da cami olarak hizmet gören Ayasofya* gerçekten çok etkin bir bina. İçeri girildiğinde insan ister istemez yüzyılların ağırlığını hissediyor. Bu dev yapı büyüklük yönünden Dünya'da dördüncü* kubbe yüksekliği yönündense beşincidir.
    Yüzyıllarca Hıristiyan Ortodoks Kilisesi' nin yönetim merkezi olan Ayasofya'ya Osmanlılarda çok önem verdiler. Bu önem onun maddi ve manevi varlığını büyüttü. Çeşitli mitler* öyküler* inançlar üst üste yığıldı.
    Gerçi* Dünya'nın birçok yerindeki ünlü ibadethanelerin kendilerine göre mitleri vardır. Yapım zamanlarının eskiliğine göre* çeşitli garip inançların hedefi olmuşlardır. Fakat Ayasofya'nın bu alandaki ünü çok fazla. Onun her yanı garip öykülerle dolu...


    Hem Hıristiyanlarca* hem de Müslümanlarca benimsenen ibadet yerlerinin en ünlüsü* Ayasofya'nın dışından (üstte) ve içinden bir görünümü (altda).




    Maketini arılar yaptı

    Ayasofya birçok kereler yapıldı ve yıkıldı. En son yıkılışı da Bizans tarihinde geçen Nika isyanı sırasında oldu. M.S. 532 yılındaki bu isyan sırasında Ayasofya tamamen yandı.
    Bizans İmparatoru Justinyanus kiliseyi yeniden yaptırmaya karar verdi. Yapacak mimarı bir türlü bulamadı. O günlerde çok ilginç bir olay oldu. Bir dini ayin sırasında elindeki kutsal ekmekçiği bir arı kapıp kaçtı. İmparator arının saklandığı peteği bulup getirene ödüller vaat etti. Sonunda birisi bulup getirdi. Hayretle gördüler ki* petek mabet maketi şeklindeydi. Mabedin mihrap yerinde de kutsal ekmek duruyordu.


    Beyazlı delikanlının getirdiği altın

    Sonra yapım başladı. Sıra kubbeye geldiğinde para bitmişti ve durmak zorunda kaldılar. İşte tam bu sırada* beyazlar giymiş bir delikanlı ortaya çıktı. Beraberinde çuvallarla yüklü katırlar da getirmişti. Delikanlıyı* İmparator Justinyanus'un huzuruna çıkardılar. İmparator çuvalların içindeki altını görünce* şaşkınlığını gizleyemedi.
    Justinyanus buna çok sevindi. Olayı yakınlarına anlattı. Fakat tılsım bozuldu. Beyazlı delikanlı bir daha görünmedi





    Mimar kaçıyor
    Duvarlar kubbe seviyesine gelince bu defa* mimarbaşı ortadan yok oldu. Roma'ya kaçtığını öğrendiler. 7 yıl sonra mimar* Roma'daki işini de yarım bırakıp tekrar İstanbul'a döndü. İmparator* mimarbaşını görünce çok kızdı. Fakat mimarbaşı ona şöyle dedi:"Bu koca yapının temelinin çok sağlam olması gerekir* eğer kalsaydım acele ettirecektiniz ve yapının sağlamlığı tehlikeye düşecekti."
    Ayasofya'nın yapımı* 40 yıl sürdü. Büyük kubbenin üzerine altın bir haç takıldı. Bu haç o zamanlar öyle parlaktı ki* güneş vurunca* ışığı Alemdağ'dan*hatta Istranca Dağlanrından dahi görülüyordu.

    Yılanlar imparatoriçenin cesedini yiyorlar
    Justinyanus'un karısı İmparatoriçe Thedora*
    güzelliğinden başka bir şey düşünmeyen çok günahkâr bir kadındı. Ölünce yılanların kendisini yiyeceklerinden çok korkuyordu. Bu nedenle kurşun bir lahit yaptırdı ve kilisenin büyük kapısı üzerine gömülmesini emretti.
    Ancak efsaneye göre iki yılan* lahitte delikler açarak içeri girdiler ve cesedi yediler. Şimdi Ayasofya'nın giriş kapısı üzerinde görülen delikler yılanların açtığı delikler olarak kabul edilir.

    Terleyen direk
    Ayasofya'nın kıble tarafındaki kapılarından soldan sayılınca sonuncusunun iç tarafında bir mermer sütun var. Bu sütunun en büyük özelliği kış ve yaz nemli olması. Bu yüzden bu sütuna "terleyen direk" deniyor. Sütunun zemininden başlayarak bir buçuk metrelik bir kısmı bakır plakalarla kaplı.
    İnanca göre sürekli baş ağrısı çekenleri* sindirim sistemi hastalıkları olanları ve sıtmaya tutulanları bu direk tedavi ediyor. Önce iki rekât namaz kılınıyor* sonra hasta avuçlarını önce bakır plakalara sonra da yüzüne sürüyor. Bu hareket üç kez tekrarlanınca hastalıklar iyi oluyor...
    Ayrıca elleri çok terleyen kimselerin* direğin üzerinde bulunan deliğe parmaklarını soktukları ve artık ellerinin terlemediği birçok defalar görülmüş...

    Terlemenin nedeni...
    İnanca göre* Ayasofya'nın büyük bir kubbesi bir depremde yıkılınca* 300 rahip Mekke'ye gitmişler ve orada zemzem suyundan almışlar* bunu Mekke toprağı ile karıştırıp*bu sütunun altına harç olarak koymuşlar. Sütunun bu yüzden "terlediğine"inanılıyor.
    Bir başka inanca göre de Hızır Peygamber* parmağım Ayasofya'daki deliğe sokmuş ve binayı Mekke'ye yöneltmiş yani kıbleye çevirmiş.
    Terleyen direğin ya da diğer adıyla ağlayan direğin öyküsü* görüldüğü kadarıyla Osmanlı döneminde ortaya çıkmış. İslam inançlarıyla beslenmiş.
    Sütunun yapısının gözenekli olduğu ve kılcal damarlar yoluyla temeldeki suyıK emdiği ve bu yü zden terlediği* en geçerli bilimsel açıklamalardan biri. Ama acaba neden sadece bu direği gözenekli taştan yapmışlar? Bu soru cevapsız kalıyor...

    Kuyudaki şifalı su
    Ayasofya'nın içinde büyük salonun ortasında bir kuyu var. Eskiden bu kuyu kalp hastalığına tutulanların sık sık geldikleri bir yerdi. Bunlar üç cumartesi art arda aç karnına buraya geli}* sabah namazını kılar ve bu sudan içerlerdi.
    Bu gelenek cami müze haline getirilene kadar sürdü. Kuyunun üzerinde yaklaşık 50 santim çapında* demir bir kapak var. 7 metrelik bir çubuk sarkıtıldığında dibine ulaşılamıyor. Su hâlâ mevcut* tadı tatlımsı ve mineralli.
    Bu suyun ne tür bir bir bileşim taşıdığının* incelenmesi gerekir. Yüzyıllardır orada durduğuna göre acaba bozulmuş mudur? Sonra niçin kalp hastalığına iyi geliyor? Bu da düşündürüyor. Yoksa suyun bir özelliği mi var? Bu soruların cevaplarını* devletin yetkili kurumlarına bırakıyoruz.
    Geçenlerde bilim dünyası çikolatanın içinde bulunan bir maddenin hormonal etki yaptığını açıkladı. Ama bu etki özellikle* aşk yüzünden kalbi kırılanların üzerinde görülüyormuş. Demek ki* bu madde*beyinde aşırı üzüntü yaratan merkezi etkiliyor. Ayasofya' daki kuyunun şifalı suyunun da böyle bir özelliği neden olmasın!



    Ayasofya'nın içinde büyük salonun ortasındaki kuyunun ağzı (üstde). Eskiden kalp hastaları* gelip bu kuyudan su içerler ve iyileşirlermiş. Ayasofya'nın ihtişamlı kubbesinin içeriden görünümü (altta).





    "Tabuta dokunursanız* Ayasofya yıkılır"
    Ayasofya'nın orta kıble kapısı üzerinde bir tabut var. Sarı pirinçten yapılmış bu tabutta Kraliçe Sofya yatıyor.
    Yalnız bir tehlike var* "Bu tabuta sakın dokunmayın" deniyor. Çünkü tabuta el sürü-lürse-jbüyük bir gürültü başlıyor ve tüm bina sallanmaya başlıyormuş.
    Kubbenin dört tarafında birer melek resmi var. Bunlar Cebrail* Mikail* İsrafil ve Azrail'dir. Bu melekler kanatlarını açmış bir biçimde çizilmişler. İnanca göre Azrail* imparatorların ölümlerini* Mikail düşman saldırılarını* Cebrail ve İsrafil ise olacak olayları haber veriyor.
    İnananlar* tabut ile bu melekler arasında bir ilişki kuruyorlar... Tabutun koruyuculuğunu da üstlenen melekler* ona dokunulmasına izin vermiyorlarmış.

    Esrarengiz kapılar
    Ayasofya'nın güney tarafında ufak ve dar bir koridorun ucunda örülmüş bir kapı var. Buna "açılmaz kapı" deniyor. Anlatılanlara göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul'a girdiğinde Rum Ortodoks Patriği yanındakilerle bu kapının önünde dua ediyormuş.
    Osmanlı ordusu kiliseye girince* Patrik bu kapıdan kaçıp kaybolmuş ve kapı bir daha açılmamış. Her paskalyada bu kapının önünde" kırmızı yumurta kabukları" ortaya çıkarmış...
    Bir de "Kapanmaz Kapı" miti var. Fetih günü* Fatih'in ordusundan biri bu kapıya öyle bir vuruş vurmuş ki* kapı yere gömülmüş ve bir daha asla açılmamış





    İmparatoriçe Thedora'nın gömüldüğü lahit (üstte). Deliklerden 2 yılanın girip* Thedora'nın cesedini yediği kabul ediliyor. Ayasofya'nın içinden bir başka görünüm (altta)





    Pençe nişanı
    Binanın güneydoğusundaki kubbeyi tutan fil ayağının bir yüzünde 6 metre yükseklikte ele benzeyen bir iz var. Kuşaktan kuşağa anlatılanlara göre* fetih günü* Fatih Sultan Mehmet'in atı ürkmüş* Sultan eliyle bu kemere tutunmuş. Atı ise sütunun kaidesini zedelemiş. Buraya kadar bir şey yok. Ama pençe izinin yerden 6 metre yükseklikte olduğu ve bu yüksekliğe* hiçbir atın erişemeyeceği düşünülürse* olayın esrarı bir anda ortaya çıkıveriyor


    Gizli ayin
    Bir başka olay Kanuni Sultan Süleyman döneminden. Gece bir derviş grubu camiye ibadet etmek için geliyormuş. Uzaktan Ayasofya' nın bütün ışıklarının yandığını görmüşler* içeriden ilahi sesleri geliyormuş.
    Dervişler korkup içeri girmemişler* olay padişaha iletilmiş. Kanuni adamlarıyla bizzat gelmiş ve dışarıdan olayı aynen görmüş. Sonra içeri girilmesini emretmiş ama içeri girenler kimseyi bulamamışlar. Her yer kapkaranlıkmış. Bu da Ayasofya'nın* halk deyişiyle* pek tekin bir yer olmadığına işaret eden bir efsane...


    Ayasofya'nın mucizelerinin sonu gelmiyor
    Büyük kıble kapısının kanatlarının Nuh'un gemisinin tahtalarından yapıldığı bir diğer inanç. Eskiden deniz seferine çıkılmadan önce* yolcular bu kapıya gelir* dua eder ve Hz. Nuh'tan yardım dilerlermiş...
    Ayasofya'nın hikâyesi bundan ibaret değil. Birçok defa yıkılıp* sonra yeniden yapılan bu güzel yapının tarihi* insanoğlunun Dünya'daki serüveninin küçük bir parçası sanki
    (Konu için Desperedoya teşekkürler)
#11.05.2007 02:27 1 0 0
  • HUN İMPARATORU ATTİLA'NIN LİDERLİK SIRLARI


    . Akıllı bir komutan uyum sağlar, ödün vermez.

    Asla hakem tayin etmeyin; bu üçüncü bir kişinin sizin kaderinizi belirlemesidir. Böyle bir seçim zayıfın yararına olur.

    Baş olmayı istememelisiniz.

    Başarılarınız,zaferleriniz ne kadar büyük olursa düşmanlarınız yolunuza o kadar büyük muhalefetle, acı ve cesaret kırıcı olaylarla çıkacaklardır. Bunları bekleyin. Ama tutsağı olmayın.

    Başarılı olma ihtirasınız olmalıdır. Bu tutku kendinizi hazırlamanıza ve milletimizin mükemmel olmasına yardımcı olacaktır.

    Bilmediğimiz durumlarda, öfkeyle ileri atılmaktan kaçınmalıyız.

    Bir hükümdar ya da komutan tüm pazarlık ve anlaşmalarda diplomatik insiyatifi elinde tutmalıdır. Asla düşmanınızla teması koparmayın, daima atak olun. Bu onu daha düşük düzeyde tutacak ve siz üstün durumda olacaksınız.

    Büyük komutanlar asla kendilerini fazla ciddiye almazlar.

    Çabuk verilmiş kararlar her zaman iyi kararlar değildir. Aynı şekilde çok ağır verilen kararlar da en iyi kararlar olmayabilir.

    Daha büyük bir sonuç pahasına, daha yakın ama daha az yararlı şeyler için pazarlığa oturmayın. Daha önemsiz konulara sapmak, hasmınızın kalbini yumuşatır.

    Doğal davranmalı, mevkinizin size getirdiği sahte bir gurura kapılmamalısınız.

    Düşmanınızın gelecekte size güvenmesini istiyorsanız, pazarlık sırasında verdiğiniz sözleri tutun.

    En değerli amaçlara çok zor ulaşıldığını unutmayın. Zafer kolay kazanılıyorsa, kendi isteklerinizin değerli olup olmadığını sorgulamalısınız.

    En değerli çabalarınızın arkadaşlarınız tarafından lanetleneceğini bilin. Siz mükemmel oldukça en çok acıyı çekecek onlardır. Eğer hareket ve istekleriniz onları tehdit etmiyorsa, önemsiz biri olma yolundasınız demektir.

    En iyi komutanlar en uygun zamanda soru sorma yeteneğini geliştirenlerdir.

    Geçmişi uygulamaktan asla vazgeçmemeliyiz. Tüm düşmanlara ve engellere karşı mükemmel olabilmek için bir kez daha ve sonsuza dek plan yapmalıyız.

    Görevinizdeki başarınızın çok çalışma hevesine bağlı olduğunu unutmamalısınız. Alın teri, daima ilhamdan önce gelir.

    Hizmet verdiğiniz ve liderlik ettiğiniz kişiler için kimseye fark ettirmeden ve teşekkür beklemeden kişisel özveride bulunmalısınız.

    Kaçınılmazı kabullenirken cesur olun. Engel olunmayacak ya da çok yüksek bedele elde edilecek şeyleri kabul edin. Bunu kabullenmeyebilirsiniz, ama asıl göreviniz milletimizin çıkarını korumaktır.

    Karmaşık sorunları çözerken mutlaka sağduyunuzu kullanmalısınız.

    Karşınızdakini kesinlikle küçümsemeyin.

    Komutan arkadan gelirse, asla lider olamaz.

    Komutan olmak kolay olsaydı, herkes olurdu.

    Komutanların güçlü yönlerini görmek için onların zayıf yanlarına anlayış göstermeliyiz.

    Mevkiinden özveride bulunmak yetki vermek değildir.

    Milletim amaçları gösterdiği çabaya değmelidir.

    Onun sırlarını bilmek sizi güçlü kılar ve asıl amaçlarınız konusunda onu aldatır.

    Pazarlığa mümkün olduğunca küçük sorunlardan başlayın. Böylece, küçük işlerin halledilmesi sağlanacak, bu ayrıntıların boyutundan çıkıp anlaşmayı olanaksız hale getirmeleri önlenmiş olacaktır.

    Pazarlığı asla şansa bırakmayın. Her görüşmeye düşmanların güçlü ve zayıf yanlarını bilerek girin.

    Pazarlığı gizli yapın. Ancak ilkeler herkes tarafından, öğrenilebilir. Sonuca nasıl varıldığı ise bilinmemelidir.

    Pazarlıklarda zaman sizin dostunuzdur. Öfkeyi yatıştırır ve daha mantıklı bir bakış açısı sağlar. O yüzden sakın acele etmeyin.

    Sorunlar ve muhalefet karşısında bile ısrarlı olmalısınız.

    Tüm Hunlar kör olsaydı, tek gözlü Hun hükümdar olurdu.

    Unutmayın ilkelerde anlaşmak, uygulamada anlaşmak anlamına gelmez. Ama o anlık durumu kurtarır.

    Ülkemizi yönlendirmek için, tüm komutanlarımız deneyim yoluyla yetenek haline gelecek suni tehlikelere sahip olmalıdır. Bunlar: Cesaret, arzu, duygusal güç, fiziksel güç, sevgi, kararlılık, tahmin, zamanlama, rekabetçilik, özgüven, sorumluluk, inanırlılık, ısrarcılık, güvenilirlik, koruyuculuktur.

    Yazılı raporlar, ancak hükümdar tarafından okunursa bir işe yarar, bir amaca hizmet eder.

    Yenilgiden ders alın. Aşamadığınız engeller karşısında liderlik gücünüzü artıramazsanız, hem siz, hem de astlarınız çaresiz kurbanlar olursunuz.

    Yüksek Roma duvarlarının, atlarımızın nal sesleriyle yıkılmasını bekleyemeyiz.

    Yüzeysel amaçlar, yüzeysel sonuçlar doğurur.

    Zafer için elinizdeki en son kaynağı kullanmanızın gerekeceği günler için duygusal enerjinin bir kısmını saklayın. Geri çekilip, toparlanma döneminde asla tüm enerjinizi ve çabanızı harcamayın.

    Zaferin temelinde, ne zaman ve nerede sorularının yanıtı yatar.

    Zamanın çok iyi bilincinde olun. Uygun anda düşmanınız için çekici olan pazarlıklarla harekete geçin yoksa önerilerinizi reddeder.

    Zor günlerde, ulus her zaman en acımasızkomutanının önderlik etmesini ister.



    * Vess Roberts, Ph. D. "Hun İmparatoru Atilla'nın Liderlik Sırları" kitabından...
#10.05.2007 02:26 1 0 0
  • Onurlu Türk Askerinin Harbiye Nazırına cevabı

    (İstiklal Savaşı yıllarında yaşanan bir olay)

    İstanbul hükümeti Harbiye Nazırı Ziya Paşa her zamanki yumuşaklığı ile, "Beyler..." dedi,"..İngilizlere kafa tutamayız. Adamların hiç şakası yok. Daha geçen gün, bir bahane icat ederek İzmit'i işgal ediverdiler.

    Sarı atlas döşeli büyük oda, nezaretin ileri gelen subayları ile doluydu. Hürriyet ve İtilaf Partisi yanlısı olan birkaç gerici subay dışında hepsi, Anadolu'ya geçmeye çoktan hazır, Ankara'nın İstanbul'da kalmalarını gerekli gördüğü namuslu askerlerdi. Kapı açıldı, kapının boşluğu içinde yaver göründü:

    "Emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim."
    "İçeri al."
    Nazır subaylara bilgi verdi:
    "Az önce sözünü ettiğim halihsiz olayın faili."

    Yüzbaşı bekletmeden içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasında hızla ilerleyerek nazırın masası önünde durdu, selam verdi:

    "Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz."
    Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı. Nazır önündeki yazıya bakarak, yumuşak sesle;

    "Oğlum.." dedi
    "dün akşam Beyoğlu'nda İngiliz inzibat subayı Teğmen Miller'i emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu? "
    "Evet efendim doğru."

    Nazır, dürüst subaya babacanca yol gösterdi:

    "Herhalde görmediğin için selamlamadın, değilmi oğlum?"
    "Hayır efendim gördüm."
    "Niye selamlamadın öyleyse? Selamlamanız için emir verilmişti."
    "Rütbesi benden düşük olduğu için selamlamadım paşam. Askerlik töresince önce onun beni selamlaması gerekmezmiydi?"

    Ziya Paşa derin bir kederle ellerini açtı:

    "Askerlik töresimi kaldı oğlum? Adamlar galibiyet haklarını kullanıyorlar. İngiliz Komutanlığı bugün olayı protesto etti. Mesele çıkarılacak zaman değil. Hemen şu müzevir teğmeni bulda özür dile olayı kapatalım."

    Nazır başıyla çıkması iin izin verdi. Ama Yüzbaşı yerinden kıpırdamadı.

    "Paşam, birde beni dinlemenizi rica ediyorum."
    Nazır bıkkınlıkla "Söyle bakalım" dedi

    "Balkan savaşında teğmendim, Çanakkale'de üsteğmen, Suriye cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım. Her rüybemde binlerce şehit ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin. ÖZÜR DİLEYEMEM"

    Harbiye Nazırı bozuldu:

    "Anlamadın galiba Harbiye Nazırı olarak emrediyorum."
    Yüzbaşı sükunetle "Anladım efendim" dedi,

    Apoletlerini bir hamlede çıkarıp Nazırın masasına bıraktı.

    " Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim!"

    Selam vermede dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların, İstanbul hükümetini tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşıdan daha büyüktü.

    Gözleri dolarak yüzbaşıya selam durdular.

    Daha sonra karşılaştığı odada bulunan bir binbaşı;
    Gözleri dolarak "Nazırın emrine itaat edeceksin diye çok korktuk. Onurumuzu korudun. Allah senden razı olsun dedi"
#13.04.2007 13:32 1 0 0
  • TOP MERMİSİ

    Mart 1921 İnönü Ovası İnsanın İflahını kesen buz gibi bozkır ayazında Ethem Çavuş'un sırtı üşüyor, avuçları ise kızgın mermi kovanlarına çıplak elle dokunduğu için alev alev yanıyordu. Top atışı on sekiz saattir durmaksızın sürüyordu. Ethem Çavuş, 75 mm'lik topu durmaksızın dolduruyor, her seferinde besmele çekip keşif kolundan bildirilen menzillere kıyamet yağdırıyordu.

    Sandıkta kalan sondan üçüncü mermiyi aldığında bir an duraksadı. Merminin üzerine bir çaput sarılıydı. Çaputu sökerken avucuna kalem büyüklüğünde demir bir çubuk düştü. Çaputun ve çubuğun anlamını çözmeye çalışırken sarı metalden mermi kovanına kazınarak yazılmış yazıya gözü ilişti. Okumaya vakti yoktu. Mermiyi topa sürüp ateşledi. Demir çubuğu cebine, boş kovanını ise bu sefer sandığa değil yere attı. Birkaç dakika sonra soğumuş olan kovanı kaybolmaması için yerden alıp mintanının yakasından içeri attı. Akşam ezanı vaktinde çarpışma durulmuş, mevzileri ileri, düşman hatlarına doğru ilerletme emri gelmişti. Batarya komutanı, Ethem Çavuşa istirahat verdi. İlk iş olarak boş kovanı çıkarıp üzerindeki yazıyı okudu.

    Kovanın üzerinde "Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4.Alay 2.Tabur 8.Batarya 26 Rebiyülahir 1339*İnönü" yazıyordu. Birinci İnönü savaşının en kızgın günlerinden birinde düşülmüş not ve mermiyle gelen demir çubuk, İmalat-ı Harbiye atölyelerinde çalışanların bir mesaj istediğini gösteriyordu. Boşalan kovanlar Ankara'daki atölyelere yollanır, oradan tekrar doldurulup cepheye dönerdi.

    Üç saat sonra gecenin iyice çökmesiyle savaş tamamen durulmuş, birlikler yeni mevzilerine yerleşmişti. Ethem Çavuş, cebindeki demir çubuğu çıkarıp bir köşeye oturdu. Ucu sivriltilmiş çubuk, bakır ustalarının "kalem" dedikleri, metal üzerine desen oymaya yarayan keskin bir aletti. Eline yumruk büyüklüğünde bir taş alarak hafif tıklamalarla kendi mesajını kovana kazıdı. "Aksekili Ethem Çavuş 8.Alay 3. Tabur 1.Batarya 20 Recep 1339** İnönü"

    Beş gün sonra Ankara Atölye'nin bir köşesinde cepheden gelen sandıkları açan kalfa, tezgâhlardan birinde harıl harıl çalışmakta olan ustaya seslendi:
    Sesinde, eşi doğum yapmış bir adama bebeğini müjdeleyen ebenin heyecanı vardı. "Kâmil Usta! Müjdemi İsterim! Senin yavru cepheden dönmüş!". Hepsi sandıkların olduğu kısma koşturarak kovanın üstündeki yazıyı okumak için toplandılar. Tabii ki bu şeref Kâmil Ustaya aitti. Yüksek sesle Ethem Çavuşun notunu okudu. Atölyede bir bayram havası esmişti. Tüm çalışanlar, Kâmil Ustayı yeni baba olmuş biriymiş gibi kutluyor, hayır duaları ediyorlardı. Ustalar, İş tezgâhlarından birinin başında toplandılar. Kâmil Usta kovanın ağzının eğilen yerlerini düzeltip özenle kapsülünü yeniledi. İçine barutunu doldurduktan sonra yeni bir çekirdeği kovanın ağzına oturttu. Mermi hazır olunca, Ethem Çavuşun kovanın içinde geri yolladığı çelik kalemi yeni bir çaputla merminin üzerine sardı. Kundaklanmış mermiyi şefkatle tutarak yeni doldurulan bir sandığa yatırdı. Çalışanlar hep bir ağızdan "Allah kavuştursun" diyip işlerinin başına döndüler. Kâmil Usta, halen açık duran sandığa yatırdığı mermiye hüzünle bakıp "Selametle git aslanım. Allah muvaffak etsin. Çok bekletme bizi" dedi. Kovan, Birinci İnönü savaşı sıralarında üzerindeki ilk notla Kâmil Ustanın eline geçtiğinde bu fikir doğmuştu. Karahisarlı Seyfi Çavuşun başlattığı bu geleneğin süreceğinden emin değildi; ama denemeye değerdi. Nitekim Aksekili Ethem Çavuş umutlarını boşa çıkarmamıştı. Cephede patlayan her merminin kovanı buradaki ustaların elinden geçtiğine göre bir aksilik olmazsa yeniden görüşeceklerdi.


    Eylül 1922 - Ankara Bir buçuk yıl içinde kovan sekiz kere daha atölyeye uğradı. Üzerindeki mesajların sayısı da sekize ulaşmıştı. Mesaj yazanların sekizi de başka alay ve taburlardan farklı kişilerdi. Kovan her keresinde atölyedekilere daha büyük bir coşku yaşatıyor, istiklâl savaşının her zorlu durağından Ankara'ya barut, kan ve zafer kokusu taşıyordu. Türk ordusunun İzmir'e girdiği gün Ankara'da bayram havası eserken kovan yeniden gelmiş, ama bu sefer tüm atölyeyi yasa boğmuştu. Kovanın içinde, çelik kalemin yanı sıra bir mektup ile bir tane de bakır künye vardı. Kovanın üzerine kazınmış dokuzuncu notta; "Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4. Alay 2. Tabur 8.Batarya 12 Muharrem 1341*** Banaz" yazılıydı. Atölyedekiler mektubu açıp okumaya koyuldular;

    Bismillahirrahmanirrahim.
    Selamün aleyküm gayretperver ustalar. Allah'a şükürler olsun ki mendebur düşman kaçıyor. Muzaffer Türk ordusu beş gündür durup dinlenmeksizin kâfiri kovalıyor. Güzel İzmir'e, kalplerimizdeki imanımız kadar yakınız artık. İki gün evvel Banaz'daki muharebede bataryamın çavuşlarından Seyfi, kalleş düşmanın kurşunuyla şahadete ermiştir. Cenazesini sıhhiyecilere teslim etmeden önce mintanının içinde bu kovanı buldum. Malumunuzdur ki vefat eden neferin künyesi ailesine yollanır. Lâkin beş gün önce Karahisar'ı ele geçirdiğimizde,Seyfi Çavuş'un ailesinin düşman tarafından katledildiğini öğrendik. Bu kahraman Türk evladı kederini yüreğine gömüp anacığını, babacığını defnedemeden düşmanın peşine düştü. Üç gün sonra kendisi de hakkın rahmetine kavuştu.Kovandaki yazılardan anladığım üzere bu topçu neferlerin bir ailesi de sizler olmuşsunuz. Bu sebeple Seyfi Çavuşun künyesini sizlere yolluyorum.Başınız sağ olsun. Hayır dualarınızı bizlerden, Fatihalarınızı aziz şehitlerimizden esirgemeyiniz. Hakkın rahmeti üzerinize olsun. Yüzbaşı Muhsin Talât 4.Alay 2. Tabur 8. Batarya
    14 Muharrem 1341 Salihli"
    Mektup bittiğinde tüm personel ağlıyordu. Atölyeye bir ölüm sessizliği çökmüştü. Hiç tanımadıkları halde iki satır yazıyla kardeş oldukları Seyfi Çavuşun ardından Fatiha okuyup amin dediler.

    Kamil Usta yutkunarak tezgâhının başına oturdu. Kovanı yeniledi ama bu sefer, minik iki perçinle Seyfi Çavuşun künyesini kovanın dibine çaktı. Yine her zamanki merasimle mermiyi kundaklayıp sandığa yatırdı. Oysa o mermi bir daha düşman mevzilerine gönderilmeyecekti.

    Ocak 1923-Ankara Savaşının bitmesinin ardından Ankara'daki mühimmat depolarında sayım ve temizlik yapılıyordu. Sandıklar tek tek açılıyor, mermiler sayılıp yeniden sandıklanıyor, kayda geçirilip daha tertipli bir cephaneliğe gönderiliyordu. Teğmen Hamdi Vâsıf, Kâmil ustanın hazırlayıp kundakladığı mermiyi buldu. Böyle bir anının-belki de yıllarca- sandıkların İçinde kalmasına gönlü elvermedi. Ciddi bir suç işliyor olmayı göze alıp mermiyi evine götürdü. Niyeti, ömrünün sonuna kadar mermiyi bir anı olarak saklamaktı.

    29 Ekim 1923 - Ankara Teğmen Hamdi Vâsıf Ankara kalesine çıkan dik sokakları koşarak tırmanıyordu. Soğuğa rağmen kan ter içinde kalmıştı. Yarım saat önce 20:30 sıralarında meclisten, cumhuriyetin ilan edildiği duyurulmuştu. 101 pare top atışıyla cumhuriyet kutlanıyordu ve Seyfi Çavuş'un mermisi bu şöleni kaçırmamalıydı. Yetmiş, belki de sekseninci atışta topçuların yanına ulaşabilmişti. Yüzbaşı Muhsin Talat'ın yanına giderek sert bir asker selamı verdi.

    "Hamdi Vâsıf Edirne! Bir maruzatım var komutanım" Yüzbaşı sorar gözlerle genç subaya bakıyordu.
    "Evet teğmenim? Sizi dinliyorum"
    Teğmen, üniformasının içinden mermiyi çıkarıp yüzbaşıya uzattı.
    "Yüzbirinci pareyi en çok bu mermi hak ediyor komutanım. Müsaadenizle bu şerefi ondan esirgemeyelim"

    Yüzbaşı Muhsin Talat gözlerine inanamamıştı. Sevinç gözyaşlarını tutamadı. O kadar heyecanlanmıştı ki neredeyse aralarındaki rütbe farkına bakmaksızın genç teğmenin ellerini öpecekti. Mermiyi alıp çekirdeğini dikkatlice yerinden çıkardı. Kovanın tepesine bir bez parçası tepip iyice sıkıştırdı. Subay şapkasını çıkarıp surun üzerine koydu. Mermiyi şapkanın içine yatırdı. Toplar atışlara devam ediyordu. 82, 83, ...97, 98, 99... On dakika kadar sonra, atışları sayan çavuş "Yüzüncüyü attık komutanım" diyince, Muhsin Talat, kovanı topun yatağına kendi elleriyle sürerek ateş emrini verdi. Subayların kılıçlarını çekerek selamladığı o son top sesi Ankara'nın her duvarından yankıyıp dört yıllık istiklâl savaşının tüm hikâyesini anlatmıştı sanki. Rütbe ve mevkilerine bakmaksızın topun başındaki tüm askerler kucaklaşarak birbirlerini kutladı. Son olarak Yüzbaşı Muhsin Talat ile Teğmen Hamdi Vâsıf sarıldılar. Kovan ayaklarının dibindeydi. Yüzbaşı eğilip saygıyla kovanı yerden aldı. Avuçlarının yanmasına aldırmadı bile.

    Top mermisi müzede sergilenmektedir.
#13.04.2007 13:32 1 0 0
  • KISSADAN HİSSE...

    Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, tebdili kıyafetle Kuşlar Çarşısı'nı gezer. Burada, avcılar avladıkları kuşları, tuzakçılar yakaladıkları maharetli, eğitimli, güzelim kuşları satıyorlar.

    Bir ara gözü kekliklere ilişir Padişahın. Bir grup kekliğin üzerindeki varakta, "Tane işi satış fiyatı 1 altın" yazıyor. Hemen yanı başlarında asılı, adeta altın kafes içinde bir keklik daha var ki, fiyatı; 300 altın. Padişahın gözü 300 altınlık kekliğe takılır.

    "Hayırdır" der satıcıya, "Bunun diğerlerinden ne farkı var ki, bunlar 1 altın, bu 300 altın?"

    Satıcı, "Bu keklik özel eğitimli, çok güzel ötüyor, ötmesi bir yana bunun ötüşünü duyan ne kadar keklik varsa hepsi onun etrafına doluşuyor" der. "Tabii bu arada avcılar da o etrafa doluşan keklikleri daha rahat avlıyorlar" diye ekler.
    "Satın alıyorum" der Padişah, "Al sana 500 altın..." Parayı verir ve hemen oracıkta kekliğin kafasını keser.

    Adam şaşırıp, "Ne yaptınız, en maharetli kekliğin kafasını koparttınız, yazık değil mi" diye dövünürken;

    Padişah gürler: "Bu kendi soyuna ihanet eden bir kekliktir. Bunun akıbeti er veya geç ölümdür..."
#13.04.2007 13:31 1 0 0
  • Fatih'in İstanbul'u fethettikten sonraki tek arzusu

    Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethettikten sonra tek arzusu vardır: Mihmandar-ı Resulullah Hz. Eyüb'ün mezarını bulmak. (Halid bin Zeyd)

    Akşemseddin Hazretleri kuşatmanın sürdüğü sıralarda türbenin bulunduğu noktaya bir nur indiğini görür. Fatih'i o mahalle götürür. Kısa bir murakabenin ardından iki çınar dalını toprağa diker ve kendinden emin bir ifadeyle:
    -Büyük sahabe bunların arasında yatıyor! der.
    Ancak etraftan:
    -Ne malum? diyenler olur.
    Hatta birileri padişaha akıl öğretirler:
    -Bu dalları başka bir yere diktir bakalım, derler,
    -İhtiyar molla fark edebilecek mi?
    Fatih denileni yapar, hatta ilk işaret edilen yer kaybolmasın diye mührünü gömdürür.
    Ama Akşemseddin dallara bakmaz bile, ertesi gün milimi milimine ilk gösterdiği noktaya yönelir. Hatta bir ara durur:
    -Sultanımızın mührü, der,
    -Ne arıyor orada?
    Büyük veli bakar, bu mevzu çok tartışılacak, şüpheye mahal bırakmaz:
    -Kazın! buyururlar.
    Toprağın bir kulaç altından yeşil somaki bir taş çıkar.
    Üstünde kûfi harflerle "Hâzâ kabri Halid bin Zeyd" yazılıdır. Kalabalık bir hoş olur. Derhal türbe ve mescit hazırlıklarına girişirler.
#13.04.2007 13:31 1 0 0
  • Çanakkale'nin ruhu

    Mustafa Kemal ATATÜRK, Çanakkale Savaşlarında Türk askerinin manevi gücünü ve kahramanlığını şöyle dile getirmiştir:
    -Biz kişisel kahramanlıklarla uğraşmıyoruz. Yalnız size Bomba Sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulmamacasına düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerini alıyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkül ile biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okumak bilenler Kuran-ı Kerim okuyor ve Cennet'e gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler kelime-i şehadet çekerek yürüyorlar. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebeleri'ni kazandıran bu yüksek ruhtur
#13.04.2007 13:30 1 0 0
  • Bu millete uşaklığı öğretemedim

    İngiliz Kralı VIII. Edward İstanbul'a Atatürk'ü ziyarete geldiği zaman, Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce:
    - Bana İngiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini yahut bir aşçı bulunuz!... dedi.
    Sonunda İngiliz sofra merasimini bilen bir kişiden öğrenerek sofrayı o şekilde düzene koydular... Akşam Kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu. Atatürk'e dönerek:
    - Sizi tebrik eder ve size teşekkür ederim. Kendimi İngiltere'de zannettim, diyerek memnuniyetini bildirdi.
    Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmekte idi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de halılara dağıldı. Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Fakat Atatürk Kral'a eğilerek:
    - Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim, dedi. Bütün sofradakiler Atatürk'ün zekasına hayran oldular. Atatürk garsona da "görevine devam et" emrini verdi.



    Ahmet Niyazi BANOĞLU, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s186-189
#13.04.2007 13:30 1 0 0
  • Türkiye'ye kin yakışmaz

    İstanbul'un işgali yıllarında bir Türk okulunu gezen Fransız generallerinden M.Bramon, bir kızımızın yaptığı elişini beğenmişti. Generalin bunu almak arzusu göstermesi üzerine, öğretmen elişinin sahibine yaptığını armağan etmesi teklifinde bulunmuş, fakat öğrenci buna son derece sinirlenerek:
    -Hayır, bir çöp bile vermem, diyerek bu teklifi şiddetle reddetmişti.
    Aradan yıllar geçtikten sonra aynı okula Atatürk gelmiş, aynı öğrenci bu kez, düşman generaline vermediği aynı elişini Atatürk'e armağan etmek üzere uzatmış ve heyecanla şöyle demişti:
    -Büyük Atam, bu değersiz hediyenin kabulünü rica ediyorum. Bu işimi bir zamanlar hocam, memleketimin işgali zamanında, Fransız Generali Mösyö Bramon'a armağan olarak vermemi rica etmişti. Halbuki ben, bu arzuyu reddetmekle düşman ellerinde bir çöpümü bile görmek istemediğimi söylemiştim. Şu dakikada içimden gelen bir istek ve sevgiyle armağanımı kabul etmenizi rica ediyorum.
    Ata'nın bu sözler üzerine kaşları çatılmış ve sert bir sesle şu cevabı verdiği duyulmuştur:
    -Kızım, Türkiye'ye kin yakışmaz!.. Biz herkesle dostuz. Çektiklerimiz, başımızda bulunan saltanat devrinin büyük hatalarının neticesidir. Avrupalıların, Türk kızlarının eserlerini hayranlıkla seyretmeleriyle fikirlerini değiştirebilir miyiz? Sen onu o zaman verseydin, şimdi şanlı Türk kızlarını temsil eden bir eser Avrupa duvarlarını süslerdi.

    Niyazi Ahmet BANOĞLU, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s.342-343
#13.04.2007 13:29 1 0 0
  • Mehmetçiğin hakkı

    Sakarya Meydan Savaşı zaferle sona ermiş, Gazi Ankara'ya dönüyormuş. Karşılama törenine katılan halk, Gazi geçtikçe alkış tutuyor ve arkasından büyük bir alay halinde ilerliyorlarmış.
    Meclis binasının önüne gelinmiş, Gazi bakmış ki alayın başında bulunanlar yukarıya doğru yol almakta. Meğer bu tören şöyle düzenlenmiş: "Cemaat" halinde Hacı Bayram Veli'nin türbesine gidilecek, onun "yüksek maneviyatının yardımıyla" kazanılan bu büyük zafer için orada dua edilecek, sonra meclise dönülerek nutuklar okunacak.
    Gazi:
    -Öyle şey olmaz, yurt toprağını karış karış kanını akıtarak ve canını vererek savunan Mehmetçiğin hakkını ben evliyalara kaptırmam! Deyip doğruca meclis binasına sapmış.
    Atatürk böyle bir davranışta bulunmasının gerekçesini ise şöyle açıkladı:
    -Kimileri benim bu davranışıma kamunun inancını inciten yersiz bir davranış gözüyle bakmış olabilirler; ama ben, hele yurdun savunmasında, güvenilecek gücün evliyaların, yatırların "maneviyatı" olamayacağını hatırlatmayı artık zorunlu bulmuştum.

    Hadi BESLEYİCİ, Atatürk'ü Anlamak, s.123-124
#13.04.2007 13:29 1 0 0
  • Trabzon'un anlamı

    Karadeniz'in doğu kıyılarını bir taç gibi süsleyen Trabzon için bizim tatlı sözlü seyyahımız Evliya Çelebi şöyle der:
    - Bu şehre küçük İstanbul denilse yeridir. İrem bağları gibi süslü bir şehirdir burası. Hamsi balığı pek meşhurdur. Onun için şu beyitleri söylerler:
    Trabzondur yerümüz
    Ahça tutmaz elümüz
    Hamsi paluk olmasa
    Nic'olurdu halumuz
    Evliya Çelebi, Trabzon'u bütün özellikleriyle anlata dursun biz, adı üzerindeki söylentilere geçelim:
    Bir zamanlar Trabzon'un bulunduğu yerde küçük, şirin bir kasaba varmış. Bir gün, kasabaya, tozu dumana katarak dört nala, bir atlı girmiş. Doğruca nalbant dükkanına giderek haykırmış:
    - Atım terini soğutmadan tiz nallayın! Yoksa hepinizi kılıçtan geçirim.
    Herkes, süvarinin heybetinden titremeye başlamış. Nalbant hemen dört nal hazırlayıp süvariye uzatmış:
    - Yiğidim, gör nalları! Beğenirsen çivileyelim, demiş.
    Süvari nalları şöyle bir yoklamış, avucunda sıkarak iki büklüm edivermiş:
    - Ben teneke değil, nal isterim! diye gürlemiş.
    Nalbant bu defa, halis çelikten dört nal hazırlamış, atını nallamış. Atlı yabancı memnun. Cebinden bir altın çıkararak nalbanta uzatmış. Nalbant, altını parmakları arasında şöyle bir sürtüştürmüş. Paranın bütün yazıları silinmiş. Kendine dikkatle bakan atlıya:
    - Al bu bozuk altını! Baksana tuğrası bozulmuş, diye uzatmış.
    Yiğit adam şaşırmış, bir altın daha çıkarmış. Nalbant bir sürtüşle, onun da tuğrasını bozmuş. O zaman atlı, karşısındakinin hiç de yabana atılır birisi olmadığını anlamış:
    - Hey, demiş. Atla atına, düş peşime. Sen bir nalbant dükkanına değil, er meydanına layıksın.
    O günden sonra bu kasabanın adı "Tuğra bozan" olmuş. Ve bu isim, zamanla "Trabzon" biçiminde söylenmiş.
    Bir başka söylentiye göre de, Trabzon kalesi, sofraya benzer, yuvarlak, kesme taşlardan yapılmış. Bugün bile Trabzon'un Harmankaya'sında bu taşlardan varmış. Sofraya benzetilen taşlardan... Rumlar, sofraya "trabeze" dediklerinden, şehrin adı da Trabzon
    olmuş.
    Evliya Çelebi'miz, Trabzon'un ilk kurucusunun, zevk ehli, şen şatır bir kadın olduğunu, bundan dolayı bu şehre, neşeli kadın anlamına gelen "Tarb-zen" denildiğini, ya da suyu ve havasının hoşluğundan dolayı "tarb-ı efzun" adının verildiğini kaybeder. Bazı kitaplarda da, Trabzon adının "Tuğra basan" dan geldiği, bu şehirde de, sultanların kendi adlarına tuğralı sikke, yani madeni para bastırdıkları kayıtlıdır.
#13.04.2007 13:29 1 0 0
  • Fatih ve Hoşoğlan

    Fatih Sultan Mehmet'in orduları Trabzon önlerine gelmişti. Pontus Kralı Davit, Fatih'e karşı Trabzon'u kurtarmalıydı. Düşündü, taşındı, kararını verdi. Fatih'e bir heyet gönderdi, şu teklifi yaptı:
    - Şehrin dışında ve sahilde Ayasofya kilisesi ile kule arasında kalan bir zincir var. Bu zincir, kırk defa atılacak top güllesi ile koparılırsa, şehri teslim edeceğim. Yok eğer koparılamazsa, Fatih ordularını geri çeksin.
    Heyet başkanı bunları söyledikten sonra şu sözleri de ilave etti:
    - Devletlu sultan, topçularına her zaman güvendiğini ifade eder, bu teklifimizi elbette kabul edecektir.
    Fatih Sultan Mehmet, kendisinin ve ordusunun gururuna hitap eden bu teklifi kabul etti. Haber Trabzon - Pontus Kralına ulaştırıldığı zaman, Davit :
    - Kurtulduk. Gözle dahi görülmeyen bir zincirin, ta uzaklardan atılacak gülle ile koparılmasına imkan yoktur. Zincir koparılmayanca Fatih de sözünde duracak, ordusu ile geri dönecektir.
    Derken top atışları başladı. Bir, iki, üç! Fatih, top başında bekliyor, her atılan gülle, boşlukta kayboldukça, üzülüyordu. 39'uncu gülle de atılmış, en nişancı topçular denendiği halde, zincir koparılamamıştı. Fatih son emrini verdi:
    - Kendine güvenen varsa gelsin top başına!
    Güvenmek mesele değildi. Bu sonuncu gülle de boşa giderse, kelleyi vermek de vardı. Derin bir sükut oldu. Kimse top başına gelemiyordu. Tam bu sırada birden topun ateşlendiği görüldü. Bir gülle boşluğa uçtu. Kimdi topu ateşleyen?
    Herkes şaşakalmıştı. Sonunda, çelimsiz bir yeniçerinin bu topu ateşleyiverdiği anlaşılmıştı. Yaka paça Fatih'in huzuruna getirdiler. Fatih, hiddetle sordu:
    - Sen topçu musun?
    - Değilim!...
    - O halde topu neden ateşledin?
    - Zinciri koparmak için devletlim...
    Fatih, hiddetinden köpürüyordu. Son fırsatı da kaçırmıştı. Haykırdı:
    - Tez başını vurun!
    Bir anda bir baş yuvarlandı. Az sonra da karşı tepelerden bir çığlık yükseldi.
    - Zincir koptu!... Şehir teslim oluyor!...
    Ortalık birbirine karışmıştı. Ordu çığ gibi şehre akıyor, en önde, koltuğunun altında kesik başı bulunan bir yenicerinin koştuğu görülüyordu! Bu, biraz önce topu ateşleyen Hoşoğlandı... Hoşoğlan, görüldüğünü anlayınca olduğu yere yığılmış kalmıştı.
    Trabzon kalesinde Fatih'in bayrağı dalgalanırken, Hoşoğlan'ın mezarı üzerinde de bir türbe yükseliyordu. Destanlarla süslü bir türbe!...
#13.04.2007 13:28 1 0 0
  • Bir Çanakkale Sargı yeri hikayesi

    Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Adıyamanlı, kimi Gürünlü, kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor...
    Bunlardan biri Lapseki'in Beybaş Köyü'dendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir.Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından.
    -Ölme ihtimalim çok fazla... Ben bir pusula yazdım...Arkadaşıma ulaştırın...
    Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur:
    -Ben... Ben köylüm Lapsekili İbrahim onbaşından 1 Mecit borç aldıydım... Kendisini
    göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin.
    -Sen merak etme evladım, der komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözüde:
    -Söyleyin hakkını helal etsin, olur...
    Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getirilir. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşer. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılır.
    İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine nede göz yaşlarına engel olamaz:
    -Ben Beybaş Köyü'nden arkadaşım Halil'e 1 Mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim.
#13.04.2007 13:28 1 0 0
  • Çanakkale'de Ne İşi Varmış?

    Cumhuriyet'in ilanından sonra İstanbul'da bir resepsiyon verilir.
    Tüm dünya ülkelerinin elçileri ve ataşeleri de davet edilir.
    Davet güzel bir şekilde devam etmektedir fakat İngiliz ataşesi olan
    binbaşının bakışları Mustafa Kemal'in gözünden kaçmaz.
    Bütün davet boyunca kendisine dik dik bakmıştır ve bakmaya devam
    etmektedir.
    Ne olduğunu öğrenmek için yaverini gönderir.Yaver Mustafa Kemal'e şöyle der:
    -Paşam kendisine neden ters bir tavır takındığını sordum, o da bana
    Mustafa Kemal'in Çanakkale'de babasını öldürdüğünü söyledi.
    Bunun üzerine Mustafa Kemal şöyle der:
    -Git sor bakalım babasının Çanakkale'de ne işi varmış?
#13.04.2007 13:28 1 0 0