xewn u hevi

xewn u hevi

Üye
07.09.2005
Onbaşı
591
Hakkında

  • arkadaşlar bana göre kavram karmaşası yaşamanın bir anlamı yok...anlatılmak işstenen yanlış anlaşılmaya mahal vermiyorsa yeterlidir...

    ben milkboy kardeşimizin yazısını beğendim....

    belki tashihi daha güzel yapabilrdi...

    ama bu da artık islam odasının ciddi konuların tartışıldığı bir mekan haline gelip kalitesi en üst seviyeye çıkarsda olacak bişey
#04.11.2005 17:26 0 0 0
  • Konu: RU'ZER'İN
    dünyada güneşin doğuşunun en harika izlendiği yerden güneşin doğuşunu izlemek istermisiniz.........

    belki diyeceksiniz bu konunun derin duygularda ne işi var.....

    valla bu doğuşu izleyipte derinlere dalmamak mümkün mü,,,,,,,,,,,
    biraz sabredip izlerseniz sonuna kadar, anlayacaksınız ve bana hak vereceksiniz...


    işte Nemrut dağından güneşin doğuşu.



    ru'zer'in
#31.10.2005 13:03 0 0 0
  • tebrikler ...hiç fena değil....ellerine sağlık.......
    hallavye ye katılıyorum.........
#31.10.2005 12:58 0 0 0
  • türk değilim ama açıkcası bu tür kelimelerin kullanımını dile hakaret olarak gördüğüm için tasvip etmiyorum ve türkçe konuşurken kullanmıyorum....

    hele dilin kültürel yapının ve nihayetinde benliğin aynası olduğunu düşünürsek (çünkü bir medeniyetin kökenin uluhiyeti dilinde yatar)
    durumun ne kadar ciddi oduğunu daha da kavrarsınız sanırım..........

    kampanyayı destekliyorum..........
#31.10.2005 12:54 0 0 0
  • eyvallah kardeş...........sağolasın.............bakalım bi.............
#31.10.2005 12:41 0 0 0
  • çok zor be üstad.....
    okuyunca şeytandan korunmanın ne kadar zor olduğu anlaşılıyor.

    ne mutlu bunları yapabilene ama, bunları yapabilmek için ciddi bir zihin yapısı lazım...modern insan bunları kaldıramaz.........
#31.10.2005 12:35 0 0 0
  • Konu: BALKON
    bu şiir ödül almıştı yanlış hatırlamıyorsam....

    çok güzel.......ilk orta okulda okumuştum bunu..........
#31.10.2005 08:57 0 0 0
  • eyvallah be kardeş...


    en güzel şiirlerinden biri hızırla kırk saat...

    sağolasın....seçkin her zamanki gibi çok güzel......
#31.10.2005 08:45 0 0 0
#30.10.2005 13:11 0 0 0
  • Konu: Şeytan
    hiç fena değildi..........
#30.10.2005 13:10 0 0 0
#30.10.2005 13:06 0 0 0
#30.10.2005 13:05 0 0 0
  • Mezopotamya

    Ben Mezopotamya !...
    Asya'nın nazlı kızı.
    Bereketin, bolluğun ve sevdaların diyarı...
    Sevgi ve kin,
    Öfke ve hırs,
    Savaş ve barış bende anlamlandı.
    Bende vücut buldu ruh,
    Tarih benimle başladı...

    Özgürlük göbek adımdır,
    Dağlarımda ve ovalarımda,
    Zümrüt yeşilinde
    Ve güneşin sihirli renklerinde,
    Rüzgarın o karşı konulmaz,
    Muhteşem ritminde bir kısrak olur,
    Fırat'la yarışır,
    Dicle'de dinginleşirim..
    Nemrut'ta kara kartalın kanatlarında
    Tanrılara meydan okurum...
    Eridu'da Gılgameş olur, Enkidu'yu ehlileştiririm,
    Hammurabi olur 282 ile düzen getiririm...
    Tanrıça İştar benimle aşık atamaz,
    Çünkü özgürlük ve sevdanın pınarı benim..
    Çünkü ben Mezopotamya'yım
    Asya'nın nazlı ve biricik kızı...

    Güneş;
    Önce
    Ve en güzel bende doğar.
    Yayılır çekinmeden,
    Çırılçıplak dolanır gün boyu
    Ovalarımda, dağlarımda...
    Kah bir kelebeğin kanadında,
    Kah yeni doğan bir kuzunun yanıbaşında,
    Bazen tohuma duran bir çiçeğin tomurcuğunda
    Bazen de İzlo'nun doruklarında akşamı getirir...
    Vedalaşırken batımda,
    Mor gecede ayın en güzel yüzüne emanet eder beni,
    Ertesi günde buluşmanın sevgi ve coşkusuyla...
    Çünkü ben Mezopotamya'yım
    Güneşin ve ayın maşuku...

    İnsanlarım mert ve sevecen,
    Çünkü benim suyumu içtiler,
    Ekmeklerinde, sevgiyle büyüttüğüm başaklarım
    Ayranlarında, sütümle beslediğim,
    Mis kokulu otlarımın tadı var...
    Çünkü onlar benim çocuklarım,
    Ruhları bende bedenlendi...
    Özgür, mağrur ve sevgi dolu....

    Zamansız zamanlar,
    Dokunulmamış zaman aralıkları,
    Çağlar ötesi kültürler,
    Atlar ve atlılar,
    Diller ve dinler,
    Gelenek ve renklerle,
    Çocuklarımın içindeki evrenim ben.
    Tıpkı;
    Güneşin etrafında dönen dünya gibi,
    Etrafımda sevgiyle, coşkuyla dönerler.
    Geçmiş ve geleceği,
    O an yaşatırım onlara,
    Geçmiş ve geleceğe saplanmadan...

    Ateş ve su;
    Benim şahitliğimde evlendi,
    Ateş sunakları,
    İlk ve en önce,
    Benim için yakıldı.
    Gündüzlerin gündüz,
    Gecelerin gece olduğu,
    Uçsuz bucaksız,
    Bir sığınak oldum çocuklarıma...

    Kıl çadırlarda,
    Yaşama yön veren rituellerde,
    Hep baş köşede oldum;
    Mırra;
    Ateşin, suyun
    Ve çocuklarımın
    Hediyesi oldu bana.
    Çünkü;
    Yiğitlik,
    Ahde vefa,
    Barış ve hoşgörü,
    Toprağıma ve insanıma verdiğim mayamdır...
    Çünkü, Ben Mezopotamya'yım,
    Asya'nın mağrur ve anaç kızı...

    En iyi bağbozumları bende olur,
    En iyi şarabı, en tatlı şırayı ben veririm
    Belki de bundandır,
    Benim topraklarımda aşk,
    Sevmek ve sevilmek,
    Şarap tadında olur...
    Bundan değilmi ki;
    Babil Kralı Nabukodonosor,
    Sevdası için Mardin'den Şamran'larla
    Şıra akıttı yüzlerce mil aşağılara,
    Bundan değilmi ki,
    İskender Zınnar'a ;
    Prenses Fahriyye ve Ravza cennet bahçelere,
    Şad Buhari Mardin'e yerleşir..
    Timur, Kustus, Antonius ve daha nicesi,
    Bu sevdanın peşinde topraklarıma kan bulaştırdılar...
    İhanet ektiler topraklarıma;
    Kelepçe vurdular çocuklarımın gözyaşlarına...
    Dağlarımda ağaç bırakmadılar, çıplak kaldım,
    Utanırım..ele güne karşı,
    Utanırım.. aya, güneşe karşı
    Çünkü ben Mezopotamya'yım,
    Asya'nın nazlı ve özgür kızı...

    İbrahim bende doğdu,
    Sin Mabedinde aya ve yıldızlara yakarırken doğruyu buldu...
    Zarathustra, Mani ve Yezidiliğe ben ilham oldum,
    İlk Hıristiyanlara ben kucak açtım
    Lorna ve Anastisiupolis ile, İslam'ın yolunu ben açtım
    Dermetinan'da Hacı Kemal,
    Kosar'da Hoca İhsan, Selman-i Pak ve niceleri İslam dediler;
    Moşe Bar Kifo, Hanna Dolabani;
    Hammara'da, Deyru'z Zafaran'da, Mor Mihail'de Mesih demediler mi?
    Ekmeğim, suyum ve güneşim hepsine yetmedi mi?
    Yetmedi mi? Zeytinim incirim ve narım...

    Utanırım anamdan, kardeşlerimden, çocuklarımdan
    Utanırım güneşten, aydan ve rüzgardan...
    Utanırım, aç yatan bebelerden, dedelerden,
    Utanırım, el kapısında iş dilenen civanlardan,
    İçtiği suya pislik bulaşmış analardan, babalardan utanırım..
    Çünkü ben Mezopotamya'yım
    Asya'nın nazlı ve mağrur kızı...

    Necat İLTAŞ
    (1998)
#30.10.2005 12:14 0 0 0
  • KAYGAN ZEMİNLERDE AŞK SENFONİSİ...

    Tarihin günahları
    bir öfke oldu ölümüne
    gizlendi,
    gömüldü hayat veren toprağın
    gizemli derinliğine.
    Ölüm sessizliğinde bir karanlık,
    karanlığa bürünmüş bir sessizlik,
    bir tül sessizliği
    geceyi örten
    beklemekte ölümüne
    beklemekte kan ter içinde.

    Tutuşmuş bir ucundan yüreğim
    kanar,
    yanar için için
    korkak bir ağustos gecesinde
    yakılan ateşe.
    Tutuşur, derinleşir
    karanlıklaşır, hainleşir
    belki bir korkak haziranda tekrar
    bilinmez.
    Gebe olacak soluk soluğa
    doğuma ve ölüme
    aynı anda
    aynı zamanda.

    Yaz yorgunu çiçekler
    rüzgara bırakılmış
    tedirgin topraklarında yüreğimin
    boyun bükmekte
    çaresiz.
    Boyun bükmekte
    kimbilir kaç mevsime
    hazan yazmış dudakların,
    yarısı kan, yarısı toz içinde
    geçmişin hatırasını gizleyen
    kırık bir ayna,
    sevdalı yüreklerden yelken alıp
    toprağa, sulara gömülen hatıralar
    boyun bükmekte.

    Karanlık
    bir mızrak gibi çökerken
    yanan bağrıma,
    anlatır bu şehir kendini,
    anlatır korkularının
    bir eylülle başlayan
    ve yine hazanda biten sevdasını.
    Hoyrat bir rüzgarda
    ölüme hayal kurar umutlar.

    Zamanın acımasız penceresinde
    güller ve ağlayan yaseminler olur
    hayatın kendi kendini
    yok etmesinin tanığı.
    Ve şimdi
    ölümünü ispat etmiştir karanlık.

    Kimbilir
    hangi hoş nağmeler dolanırdı
    bulunduğu odada.
    Sabah rüzgarlarına eşlik eden
    bir acem-aşiran melodi
    yok artık
    bir akrep yalnızlığını andıran
    karanlık duvarlarında.
    Mızrabı yitik, yıllanmış
    çaresiz bir ud gibi
    kahrolmakta düşlerim,
    saksısından uzak yaseminlerin beyazında
    hala mor kanamakta yüreğim.

    Yüreği doruklarda bir genç kız
    gözlerinde bir ayrılık şarkısı,
    ıslak, ağlamaklı
    tutkun maviye.
    Akşam hüzünle inerken şehre
    firari dudaklarında bir sevda türküsü,
    henüz bir kadın dudağının
    lezzeti dudaklarına sinmemiş sevdalısına
    yazdığı şiiri arıyor
    o yarım kalan,
    o hep yarım kalacak olan şiirini.
    Çok şey yarım kaldı;
    söylenmemiş sözler,
    sevgiliye yapılacak en güzel teklif,
    ödenecek senetlerin akıbeti,
    belki de "evet" olacak bir cevap.
    Hep yarım.

    Feryatlar dolaşıyor gökyüzünde.
    Bu gidiş, bu yolculuk
    kan yorgunu yüreklerden
    yaş yorgunu gözleredir.

    Şöyle diyor bir şair,
    bir ses son kez şöyle diyor
    boğazında hıçkırıklarla:
    "Gidiyorsun ciğerparem birtanem
    Bir sonun başlangıcına
    İhtiyacın yok artık
    Hıçkırıkla, gözyaşlarına

    Hıçkırıklar kalanlarda
    Gözyaşları yalanlarda
    En sevdiğim canım insan
    Şimdi, şimdi artık karanlıklarda

    Zaman geri dönebilseydi
    Gözüm son kez görebilseydi
    Sarılmak isterdim sana
    Elimden gelebilseydi."

    Yüreklere bir kırbaç gibi inen
    karanlığın öfkesinde
    bir kırık plak
    uzaklarda
    döner durur hüzünle.
    O denizi gözleriyle maviye
    boyayan kız
    gözyaşlarını koyup rüzgarın önüne
    tarifi imkansız acılarla
    bir yolculuğa çıkar.
    Der ki :
    "Senden uzakta gülüm günlerim geçer
    Geçer amma geçer de yüreğim ezer

    Neden bıraktın da gidiverdin sen
    Beni yalnız koyup ölüverdin sen

    Yıllar geçse de gülüm unutmam seni
    Ömür bitse de gülüm unutmam seni

    Sende hasretim
    Yıllarda nefretim
    Kalbimde yaş donar

    Sende hasretim
    Yıllarda nefretim
    Kalbimde yaş donar."

    Bir ay geçti,
    yine bir gün
    yine bir ay geçecek sensiz.
    Yıllar yılları kovalar belki de "unutmaya hasret",
    şiirler:
    "Bir yıl sürer
    ölüm acısı yirminci asırlarda"
    der demesine
    der de hala
    o en iyi ilaç "zaman" da
    kendine bir çare
    kendine bir ilaç arar, durur.
    Buruk yüreğim
    ölümüne buruk.

    Sen
    zifiri karanlığın ortasında
    ışıksız kalmanın
    ne demek olduğunu
    bilemezsin be kardeşim,
    neon lambaların altında
    düşlerinle gezintiye çıkarken.
    Işık
    umut olmamıştır
    senin için hiç.
    Unutma;
    hüznün, ihtirasın
    yalvarışın da namusu vardır.

    Sen
    susuz kalmanın acısını
    bilemezsin be kardeşim,
    elinde;
    Küba'lı genç kızların
    bacağına sürülerek hazırlanan
    kocaman puron,
    terleyen bardağından
    Fransız şarabını yudumlarken.

    Sen
    kış gecelerinin amansız soğuğunda,
    ellerin çırılçıplak,
    yüreğinde umutlar solgun
    belki de yalınayak,
    gözlerinde yarım damla yaş
    o anlatılmaz acıyı
    bilemezsin be kardeşim,
    en sıcak otel odalarında,
    avuçlarında
    karanlık gecelerin korkusuz hayali,
    terleyen düşünceler gezerken
    ve sen
    tarifsiz keyifler içindeyken.

    Sen
    sevdiğini kaybetmenin,
    sen
    aşksız kalmanın acısını
    bilemezsin be kardeşim,
    çünkü
    sen hiç sevmesini bilmedin ki.

    Ey kara gecelerin
    kara gömlekli
    kara yürekli
    kara mimarları,
    bu feryat, bu sesleniş size.

    Tarihin amansız tokadını yemeye alışık
    ey insanoğlu
    üzülme
    sarılır yaraların gün gele,
    senin gözündeki yaş
    benim yüreğime aktıkça benim yüreğimdeki umutlar
    senin düşüncende filizlenir,
    sevgililer kavuşurlar birbirine,
    toprağa karışsa da
    o kırık ayna
    yansıtır hatıralarını geleceğe.

    Fırsat ver
    bu hüzün, bu ızdırap
    seni kendine biraz daha yaklaştırsın.
    Gördün işte;
    gözleri çekik, rengi siyah
    dili farklı olsa da
    her çocuk oyun ister,
    her aşık
    ilk el tutuşta
    ilk öpüşte heyecan duyar,
    her genç
    umutla soyunur kavgaya,
    sevdaya ve özgürlüğe.
    Her insan
    ateşi tutunca yanar
    yandığı gibi acı çekene,
    ağlayınca
    gözünden akıttığı yaştır
    iki damla
    birbirinin aynı.

    Ve şimdi
    güneşe tutulmuş bir nergis demeti gibi
    kurumadan gözyaşlarımız,
    her şeyi
    ama her şeyi
    sevginin potasında eritip
    aydınlığa doğru, karanlığı delerek,
    sevgiliye açan bir çiçek heyecanıyla
    uzanmak zamanıdır.
    Belki de bu
    son şans
    son şansımızdır.

    Tarihin günahları
    bir öfke oldu ölümüne
    gizlendi,
    gömüldü hayat veren toprağın
    gizemli derinliğine.
    Ölüm sessizliğinde bir karanlık,
    karanlığa bürünmüş bir sessizlik,
    bir tül sessizliği
    geceyi örten
    beklemekte ölümüne
    beklemekte kan ter içinde...

    Dr. Arif Ali ALbayrak...
#30.10.2005 12:06 0 0 0
  • eyvallah üstad.....zevkle okudum....çok hoşuma gitti....galiba yakında senin yazıları toplayacam...........vallahi...........

    Allah'ın yolu doğru yoldur...

    ihdine sıratal mustakim......
#30.10.2005 11:39 0 0 0
  • Konu: IRMAK
    kardeş şairin ismini yayımlamamışsın.........

    arkadaşlar alıntı yaptığınız şiirlerin mutlaka kaynaklarını belirtin.........

    emeğe saygı lütfen......

    bu şiir cahit zarifoğluna ait ve ismide ırmak değil........

    lütfennnnnnnn..........................



    bu arada şiir zaten çok güzel....zarifoğlunun şiirlerini yargılamanın bile hiç bi anlamı yoktur..........

    güzel seçki milkboy......
#30.10.2005 11:36 0 0 0
#29.10.2005 15:13 0 0 0
  • ya bunu ilk okuduğumda ne kadar gülmüştüm....vallahi........karnıma ağrılar girmişti.........
#29.10.2005 15:09 0 0 0
#29.10.2005 15:04 0 0 0