Kadın kariyer gelişiminin önündeki engeller
Günümüz iş hayatında pek çok engelle karşılaşan kadınlar, ötesine geçemedikleri bir ''cam tavan''ın altında çalışmak zorunda kalmaktadır. Cam tavan; kadınların belirli bir seviyede birtakım engellere takılması anlamına gelmekte ki cam tavan kullanımıyla kastedilen karşılaşılan sorunların belirsizliğidir.
Kadınlar için çalışma hayatının en büyük engeli olan bu cam tavanın üç boyutu bulunmaktadır; yani bahsedilen üç basamaklı bir cam tavandır. Bu cam tavanın boyutlarının ortaya çıkmasındaki belirgin faktörler çoğunlukla sosyo-kültürel nitelikte olup, sosyalleşme süreci; normlar, kanunlar ve kurumsal düzenlemeler; eğitim düzeyi ve endüstriyel gelişim seviyesi ile birebir ilişkilidir. Cam tavanın 3 boyutunu oluşturan 3 ana engel vardır ki kadınlar bu bariyerler doğrultusunda kariyer gelişimlerini belirlemektedir. Bu engeller:
1- Erkek yöneticiler tarafından konulan engeller
2- Kadın yöneticiler tarafından konulan engeller
3- Kişinin kendi kendine koyduğu engellerdir.
Erkek Yöneticiler Tarafından Konulan Engeller:
Cam tavan literatüründe en çok erkekler tarafından konan engellerden bahsedilmektedir.
Tarafsızlık ilkesi: Cinsiyetler arasındaki fark kabul edilirken bir üstünlüğün olmadığının kabul edilmesi durumu.
Cinsiyet körlüğü: Kadın-erkek farkı yok; ''insan'' görüşü hakim.
Koruma, kollama içgüdüsü (iyi niyetli ayrımcılık): Kadın birtakım mazeretlerle (''Ailesi çok önemli, çok iş vermeyelim''gibi) kollanır.
Kadınlara yönelik önyargılar: Çoğu negatif olan bu önyargılar kadınların verilen üst düzey işleri yapamayacağına dair görüşleri içerir. Kişilik, kararlılık ve azim açısından yetersiz olarak değerlendirilirler.
Kadınlarla kurulan iletişim zorluğu
Gücü elde tutma isteği
Kadın yöneticiler tarafından konulan engeller:
Kadınların %50-60'ı daha çok erkek yöneticilerle çalışmak istiyorlar. Daha çok erkek yöneticilerin koyduğu engeller tartışılırken kadın yöneticilerin koyduğu engeller göz ardı ediliyor.
Tarafsızlık ilkesi
Cinsiyet körlüğü
Koruma, kollama içgüdüsü
Kendini referans alma yanılgısı: Kadın yöneticilerin bilinçaltındaki ''Ben bu noktaya nasıl geldiysem, herkes aynı şekilde gelebilir. Özel bir çabaya gerek yok'' mantığı.
''Kraliçe arı'' sendromu; başarıyı yüceltme ihtiyacı: Tepe yönetimde görülen ''tek kadın'' olmanın bir başarı ve ayrıcalık göstergesi olduğu inancı.
Çok boyutlu kıyaslama; çok boyutlu kıskançlık: Kadın çalışanların çeşitli nedenlerle (aile hayatı, fiziksel özellikler vb.) bir çeşit tehdit unsuru olarak görülmesi.
Kadınlara yönelik önyargılar
Erkekler gibi düşünerek, onlardan biri olduğunu gösterme çabası: Genellikle anti-feminist eğilimlerle sonuçlanmakta.
Kadınların kendi kendilerine koyduğu engeller:
Cinsiyet rollerine ilişkin tutumlar: ''Kadının yeri neresi?''
Toplumsal değerleri sorgulamadan içselleştirmek: Kadınlara karşı olan negatif önyargıları kabul etme, benimseme.
İş-aile çatışması ve suçluluk duygusu ile başa çıkamamak
Özgüven eksikliği, kararsızlık, ne istediğini bilememek
Kendini geliştirme, koşullarını değiştirme isteği, inancı, veya imkanı olmamak
Sistemin değiştirilemeyeceğine duyulan inanç
Sistemi destekleme zorunluluğu hissetmek
Kariyerde yükselmeyi tercih etmemek / kariyer yönelimli olmamak
Kariyerde yükselmenin gerekliliklerini ve zorunluluklarını göze almamak
Araştırmalar gösteriyor ki...
Kritik başarı faktörleri, kadınların başarısı ve kariyerde yükselmesi; ve anne-babanın aile hayatını dengeleme çalışması konularında yaptığım üç farklı araştırma sonucuna göre kadınların ve erkeklerin, iş hayatında kadına bakışı farklılar gösteriyor. ''Kadınlar ve Liderlik'' konusunda, kadınlar ''kadınların üst düzey görevler için erkeklerle yarışabilecek yetenekte'' olduğuna daha fazla inanmakta. Araştırma sonuçları gösteriyor ki, ''yönetici kadınlara karşı tutum'' konusunda da kadınlar genel olarak daha olumlu bir görüşe sahipler. ''Çalışan kadın ve aile'' hakkındaki görüşlere baktığımızda ise şaşırtıcı bir tablonun ortaya çıktığını görüyoruz. ''Kadınlar ve aile hayatı'' konusunda kadın ve erkek cevaplayıcıların görüşleri paralellik gösterirken, ''kadının yeri eşinin yanında bulunmak ve iyi bir anne olmaktır'' görüşüne kadın cevaplayıcılar daha fazla katılmakta.
Türkiye'de kadın ve erkeklerin çeşitli meslek gruplarına göre dağılımında da kadın-erkek farklılıkları belirgin. Erkekler çoğunlukla ticaret ve satışta yer alırken, kadınlar idari personel olarak yer alıyor. Özellikle direktör ve üst düzey yönetici oranlarına bakıldığında kadınların sayısının erkeklerin sayısından bir hayli düşük olduğu görülüyor.
Araştırma sonuçlarına göre, evlenmek kadınların kariyer gelişimi üzerinde çok az bir etki yaratmaktadır. Evlenmenin, erkeklerin kariyer gelişimi üzerindeki etkisi çok daha belirgin ve olumlu. ''Toplumsal değerler'' ve ''çocuk sahibi olmak'' kadınların kariyer gelişimini negatif yönde etkilerken, erkeklerin kariyer gelişiminde pozitif bir etki yapmakta. Araştırma sonuçlarına göre, kadınlar ve erkeklerin kariyer gelişiminde olumlu etki yapan en önemli faktörler zeka, kendine güven ve çalışkanlık..
Yönetici kadınların kariyer gelişimi ile ilgili görüşlerine bakıldığında kararlılık, ne istediğini bilmek, bilinçli tercih yapmak; çalışmayı sevmek; dürüst ve güvenilir olmak; planlı, özverili ve disiplinli çalışmak; her şeyi yapabileceğine karşı duyulan inanç, özgüvenin kritik başarı faktörleri olduğunu görülmektedir.
AIDS hastalığına yol açan HIV'ın, hücrelere nasıl ''saldırdığına'' ilişkin kilit öneme sahip bir ipucu bulundu.
Amerikalı bilimadamları, Nature dergisinde yayınlanan araştırmada, dünyada 40 milyon kişinin taşıdığı AIDS virüsünün, hücreleri istila edecek değişikliklere yol açtığını ve mutasyona uğradığını ortaya koydu.
HIV'ın, bulaşmak istediği hücrelerdeki CD4 diye bilinen reseptörlere bağlanmadan ve biçim değiştirmeden önce, virüsün dış çeperinin parçası olan gp120 adlı proteinin üç boyutlu bir görüntüsünü çıkaran bilimadamları, gp120'nin nasıl değiştiğini bilmenin, AIDS hastalığının dizginlenmesi yönünde izlenecek yeni yolu belirleyeceğini belirttiler.
Bilimadamları, bulguların, HIV aşısı yapmanın neden bu kadar zor olduğunun anlaşılması ve aşı geliştirilmesine yönelik yeni yaklaşımlar konusunda strateji belirlenmesine yardımcı olacağını da kaydettiler.
AIDS salgınıyla mücadelede yeni aşı geliştirmeye yönelik çalışmalar, HIV'ın mutasyona uğrama gücü nedeniyle aksamıştı. Hastanın ömrünü uzatan ilaçlar da çok pahalı olmaları nedeniyle gelişmiş ülkelerdeki milyonlarca kişi tarafından kullanılamıyor
Birbirimizi görmeden, tanımadan ve sadece "hissederek" yürüttüğümüz dostluk ilişkisi yaşamımızdaki diğer ilişkilerden çok farklı gelişiyor..Gerçek yaşamda önce fizikleriyle, giyim kuşamlarıyla, sonra da fikirleriyle ve yaşam görüşleriyle, zihinleriyle tanışırız insanların..Oysa burada, sanal ortamda, önce fikirler ve görüşler ön plandadır, birbirimizi zihinlerimizle tanırız, severiz (ya da sevmeyiz ) ve bazen de tanımak isteriz, görüşür tanışırız... Değer verir, dost oluruz..
"Dostunuz size aklından geçenleri açıklarken ne 'hayır'ı ne de 'evet'i ona söylemekten korkmayınız.
Ve o sustuğunda yüreğiniz onu dinlemeyi sürdürsün;
Eğer dostun senin içindeki denizin alçalacağını bilmek zorundaysa, bırak yükseleceğini de bilsin..
Yanlızca zaman öldürmek için aranılan dost nedir ki ?
O, sizin ihtiyacınızı karşılamak içindir, yoksa anlamsız boşluğunuzu değil..
Ve dostluğunuzun uyumunda bırakın kahkahalar yükselsin ve zevkler paylaşılsın..."
Bazen bu büyü bozulmasın diye, dürüst olamadığımız için, bu tanışmayı istemeyiz.Karşımızdakinin dürüstlüğü veya bizimki, bir şekilde kafamızda hep dürüstlüğü sorgularız, güvenmek isteriz yazılana, dostlarımıza.... Gerçekten o kişi mi...Gerçekten böyle mi düşünür...O mu gerçekten bizim etkilendiğimiz...Sevgi duyduğumuz...Yoksa yalan mı bize söyledikleri....yoksa ... yoksa... bize sevgiden bahseden, yüce duyguları bayrak etmiş kişi, evinde eşini veya çocuklarını döven biri mi? En azından, insanları iddia ettiği kadar sevmiyor olabilir mi? Zaman içinde tanıdıkça kuşkular başlayacaktır...Hiç kimse yalanı sürekli sürdürecek kadar zeki değildir...Ve hiç kimse de bu yalanlara sonsuza kadar inanacak kadar saf değil...Dürüstlük, özgürlük demektir ve özgürlük kısıtlanmamalıdır asla...
"Özgürlüğünüz, kendisine vurulmuş olan zincirlerinden kurtulduğunda, daha büyücek bir özgürlüğe zincir olur..."
Sürdürmeye çalışacağımız yalan, hatırlamak zorunda olduğumuz uydurma kişilik en çok kendimizi rahatsız edecektir bir gün.....insan karşısındakini bir süre aldatabilir belki...hatta uzun bir süre de bunu devam ettirebilir...Ama, kendini kandıramaz, bunu hep sürdüremez...Sürdürürse, kişilik sorunları başlayacaktır, yarattığı kahramanı yaşatmaya çalışırken, kendisini yaralamış, hatta öldürmüş olabilir...
Ne kaybederiz oysa, ne olur boyumuz kısa veya uzun ise, zayıf veya şişman isek....Sağlığımız yerinde veya değil ise...Eksiklerimiz varsa...Paramız olsa veya olmasa...Veya o filmi görmemişsek, o şiiri duymamışsak....Ya da o ülkeye gitmemişsek...Sesimiz güzel değilse...O konuya yabancı isek....Söylediğimiz yaşta değilsek...Manken-fotomodel bir kadın veya atletik vücuda sahip bir erkek değilsek..Ya da yaşamımızda olmadığını söylediğimiz birileri varsa...Ne farkeder dostluk adına..Yalanların esiri olarak yaşamak ve bir gün herşeyden kaçmaktansa, dürüst olmayı denesek dostlarımıza ve kendimize...Yarattığımız dünyanın birgün başımıza çökmesindense....Daha kötüsü, bir başkasının dünyasını yıkmaktansa....
"tıpkı okyanusun sahilinde durmadan kumdan kaleler yapan ve sonra da bir vuruşta gülerek yıkıveren çocuklar gibi.
oysa sizler kumdan kaleler yaptıkça okyanus sahile daha çok kum yığmaktadır.
ve yaptığınız kaleleri yıktıkça okyanus sizlere gülmektedir..."
Kendine mükemmel bir kişilik yaratmak çok kolay..Zor olan,olduğunu dürüstçe olabilmek.....En acı gerçeğin bile en güzel yalandan üstün olduğunu hatırla....Dürüstlük temelinde oturan dostlukların daha değerli ve uzun ömürlü olacağını ta içinde biliyorsun...Unutma,uzun vadede dürüstlük her zaman galip gelecektir...Kendini zor olsa da, acı olsa da, kabullen...Çünkü sen biriciksin,çok değerlisin.Sonradan acısını çekeceğin hayalleri yaratma..
Nasıl ki, bir meyvanın yüreğinin güneşi görebilmesi için kabuğunun çatlaması gerekir, acı da sizin için öyledir.
Kalbinizi güncel yaşantınızın mucizelerine hayran tutabilseydiniz, acınız mutluluğunuzdan daha az görkemli olmazdı.
Tıpkı tarlalarınızdan geçip giden mevsimler gibi, yüreğinizin mevsimlerini de kabul edebilseydiniz,
Pişmanlık ve üzüntülerinizin Kış'ında çevrenize huzur içinde bakabilirdiniz...
Acılarınızın çoğu kendinizce seçilmiştir.
İçinizdeki hekimin hastalıklı benliğinizi tedavi amacıyla verdiği tatsız ilaçtır...
Bu nedenle, içinizdeki hekime güvenin ve uzattığı devayı sükunetle ve yatışarak için.."
Karşındakine güvenmek istiyorsan,dürüstlük arıyorsan ,önce kendini güvenilir kılmalısın. Bunun da yolu bir; acı da olsa zor da gelse kendinle tanış ve bize seni sun..
Çünkü biz seni seviyoruz ,klavyenin tuşlarındakini sahte dostu değil, sadece ve tam da şu halinle seni...
Birbirimize vede tüm insanlık adına edebileceğimiz dua'larımız var...Her şeye rağmen kaybetmeyi göze alamadığımız dürüstlüğümüz var...Dünyamızı, memleketimizi,şehrimizi, mahallemizi, komşularımızı, ailemizi düşünebilme ve sokaktaki aç bir hayvancağızı bile kayırabilme adına merhametimiz var...Peygamber efendimiz(S.A.V) gibi bir liderimiz, şeyh edebali gibi nasihatçilerimiz var...Her şey bir yana, tek ve en yüce vekilimiz Rabbimiz(cc) var...yeis'te olmak bize yaraşmaz...! Çanakkalemiz var, Havranlı Seyit Onbaşılarımız var, Mehmet Çavuşlarımız,Hasan-mavzuf'larımız, Kınalı kuzu'larımız var...Her karışı şehit kanı değmiş topraklarımız var...Güneş batıdan doğmadıkça, dağlar yürümedikçe ben umudumu yitirmeyeceğim efendim...Allah'a emanet olunuz...Saygılar..
ellerine sağlık arkadaşım...bu sözlerin çoğunun altına bende imzamı atıyorum müsade edersen...aynı leğen içine sümkürüp, sonra yüzünü yıkayıp traş olabilen avrupalıya, çeşme denilen starilizasyonu götürmüş osmanlı...adaleti, merhameti, cesareti öğretmiş alem-i cihana...ancak, bir soru varki aklımı kurcalayan, daha ne kadar süre bu söylemleri ısıtıp ısıtıp önümüze koymaktan vazgeçip, fikirlerimizin pozitif olanlarını ve alternatif görüşlerimizi ortaya koyabileceğiz...kaç kişi paylaşılan konulardaki doğruları irdeleyip, bilinçaltına kazıyacak...sakın aklına yanlış bir düşünce gelmesin arkadaşım zira sana destek bir yorum getirmeye çalışıyorum...main-board'u minyatür bir sosyal alan olarak değerlendirip, kendi adıma açtığım iki konuyu takip ediyorum...biri islamla ilgili, diğeri erotizm heyecanı veriyor...basit bir paratonel grafik ile sunmayı becerebilsem, islamın bu istatistikle çöktüğünü, erotizmin ise nasıl doruk yaptığını görürüz.çöküşten kastım islamın kendisi haşa olamaz ama anlayışın nerelerde olduğu konusunda en azından bana fikir verebiliyor...haklısın arkadaşım, avrupalının küpesini, uyuşturucu keyfiyetini, insanın diğerine olan umarsızlığını, yabancı insanları 2. sınıf görmesini, göbek ve düşük bel pantolon teşhirciliğini, kurnazlık öğretisi masallarını (la fountain-karga, tilki klasiği gibi...) ve daha bilumum robotic tükenişin alt yapılarını kendimize kanalize edebiliyoruz...! sağlık için akılcı adımlarını, çalışkanlıklarını, planlı yaşamlarını, kurallara uyumunu, çevrelerine verdikleri önemi, dünyanın geleceği hakkındaki öngörülerini ve daha nice insan yaşamına yaraşır nitelikli olan değerleri algılamak, adeta sindirim sistemimizde sorun üretiyormuşcasına zorumuza gidiyor...Oysa şanlı TÜRK milleti değilmiydi, adaleti, merhameti, sosyal yardımlaşmayı, onurlu yaşamayı, başkasının hatun kişisini bacı bilmeyi, dünya barbarlıkla meşgulken manieizm denilen ahlak dinini yaşamlarına maletmeyi ve daha saymakla bitiremiyeceğim daha nice haysiyet anlamı taşıyan unsurları ziyadesiyle yaşayan...ne oldu acaba ki, komşum açken benim tok yaşamamam gereken yüksek manevi bilinç körelmeye başladı...bir yanda 4x4 jeep'ler hemen yanıbaşında halk ekmek kuyrukları ve aç insanlar...durdur bir 4x4'ü ve sor müslümanmısın diye, kuvvetle ihtimal elhamdülillah diyecektir...Peygamber efendimiz(S.A.V) bir hurma tanesi yediğinde bile defalarca tövbe edermiş, acaba haram bir iş varmıydı ki yada birisi ben bunu yerken aç mı diye...bunları örnek almak nedense bir türlü işimize gelmez...bana bir 4x4 karıya mercedes...! fazla mal göz çıkarmaz çünkü...! yanlışlarım olduysa şimdiden özür dilerim ve başımı eğerim...! Allah'a emanet olunuz. Saygılar.
Kendimizi zaman zaman mutsuz yada kötü hissettiğimiz anlar vardır. Bu tür durumlarda, mutsuzluğumuzu gidermek için “güçlü olmayı” yani duygularımızı bastırarak inkar etmeyi seçeriz. Başka bir deyişle “düşünen” beynimizi, “hisseden” beynimizin üstünde tutmaya çalışırız. Bu iki beyinin duygularımızda ve hayatımızda oynadığı roller; duygusal zeka araştırmasının en önemli odak noktalarından biridir. Her beyinin değişik bir işlevi vardır ve en iyi sonucu bu iki beyin beraber, uyum içinde çalıştıklarında alırız, birbirleriyle zıtlaşırlarsa değil!...
Duygularımızla çatıştığımızda zaman ve enerji kaybederiz. Duygularımızla savaşmak gerçekle savaşmaktır. Gerçekten kim olduğumuzu bulmak yerine, bizden bekleneni, bize söyleneni bulmaya çalışırız. Fakat mutlu olmamız için yapmamız gereken kendimiz olmaktır sadece. Gelişir ve değişebiliriz fakat bireysel doğamıza aykırı bir yönde gelişmeyi denediğimiz zaman, doğayla ve milyonlarca yıllık evrilme ile kavga ederiz. Bütün bu kaybolmuş ve yanlış yönlendirilmiş enerji çok akıllıca değildir, çünkü zaman ve enerji değerli ve çok kısıtlı kaynaklardır.
Belki de bu yüzden duygusal zeka bu kadar ilgi çekiyor. “Zeka”ya yeni bir anlam kattığı için. Genellikle duygularımızı “Ben böyle bir insanım” ya da “Ben buyum” diye ifade ederiz. Oysa bütün Duygusal Zeka araştırmaları, duygularımızı ele alma şeklimizi değiştirmiştir.
Duygusal zeka birçok konudan oluşan geniş bir spektruma sahiptir. Şu sorulara bir göz atalım.
¨ “Neden üzüleceğimiz şeyler yaparız?”
¨ “Gerçek anlamda mutluluk nedir?”
¨ “Öfke, şiddet gibi duyguların kaynağı nelerdir?”
¨ “İnsanlar bu günlerde neden birbirlerinden kopuk ve birbirlerine ilgisizler?”
¨ “En zengin ülkelerin insanları bile nasıl bu kadar mutsuzlar?”
Her soru Duygusal Zeka araştırması ile kendimizi ve insan doğasını inceleyerek cevaplandırılabilir.
Duygusal Zeka araştırması sonuçları; daha ihtiyaçlarımız oluşmadan, doğanın duyguları milyonlarca yıl boyunca geliştirdiği gerçeğini desteklemektedir. Çünkü hepimiz insanız ve evrensel ihtiyaçları paylaşıyoruz. Bu ihtiyaçların biri karşılanmadığında bazı olumsuz duyguları hissederiz. Bir takım etkenler, bizi iyi hissettirmezse mutsuz oluruz ya da bizi iyi hissettirirse mutlu oluruz. Buna göre duygusal zekanın basit bir tanımı; nelerin iyi, nelerin kötü hissettirdiğini bilmek diye söylenebilir.
Kötü hissetmekten iyi hissetmeye geçerken ne kadar çok düşünmeye ihtiyacımız olduğunu tasavvur edin. İşte bu bizi diğer canlılardan ayıran en önemli husustur. Biz insanlar davranış kalıplarımızı çevremizden yani büyüklerimizden öğreniyoruz. Halbuki hayvanlar, içgüdüsel yada genetik hafızalarına güvenirler. Örnekse, anne örümcekler hiçbir zaman bebeklerine nasıl ağ yapılacağını öğretmezler.
Duygularımız daha hayvansal, daha içgüdüseldir ve programlanması zordur. Çünkü duygular alt-beyin dediğimiz bölgeden yönetilir ve evrimsel olarak bakıldığında beynin bu kısmı üst-beyin dediğimiz bölgeden daha yaşlıdır. İnsanlar evrilirken beyin alt kısımdan (arka) üst kısma (ön) doğru gelişmiştir.
Beyinlerimizin programlanması zordur. Çünkü onlar parmak izlerimiz kadar kendilerine özgü ve biriciklerdir. Sadece bize özgüdürler. İşte bu yüzden hepimiz genetik olarak farklıyız ve sevdiklerimiz ve sevmediklerimiz birbirinden farklı .
Hepimiz bu açıdan farklı olsak bile; büyüklerimizin, kültürün, toplumun dileklerine bağlı olarak davranışlarda bulunmaya programlanmışızdır. Çocukluğumuzun ilk yıllarında neyi söyleyip neyi söylemememiz, neyi yapıp neyi yapmamamız, neyin kabul edilebilir neyin kabul edilemez olduğu bize hep söylenmiştir. Ayrıca, nasıl hissetmemiz gerektiği bile öğretilmiştir. (şu durumda suçlu, bu durumda mahcup gibi) Ama aslında duygularımız içimizden gelir ve düşüncelerimizle bireysel hayat tecrübelerimizin birer kombinasyonudurlar. Her şeyden önce, duygularımız bizi farklı insanlar haline getirir. Bütün bir toplum; aynı şeylere inanmaya, aynı sloganları tekrarlamaya, aynı törenleri yapmaya, aynı giysileri giymeye zorlanabilir ama hiç kimse iki kişiyi aynı hissetmeye zorlayamaz. Şöyle diyebiliriz ki bizi biz yapan; arabalarımız, elbiselerimiz, mesleğimiz ya da vücudumuz değildir. Bizi biz yapan duygularımızdır.
Duygusal Zeka teorisi hayatımızın her alanında karşımıza çıkar. Çünkü nereye gidersek gidelim, duygularımızı da beraberimizde götürü-rüz. Duygularımız, çocuklarımızı nasıl iyi yetiştirebileceğimizi, onların okulda nasıl başarı sağlayacağını, kariyerimizde nasıl başarılı olacağımızı, diğer kişilerle ilişkilerimizi belirler. Özet olarak duygularımız; bireyler olarak ve daha da önemlisi, toplum olarak nasıl “mutlu” olabileceğimizi belirlerler.
Türk Sağlık-Sen’in sigara satışı konusunda yaptığı araştırmada, 20 ayrı noktaya gönderilen 12 yaşındaki çocuğa her seferinde sigara satıldığı belirlendi.
15 Ocak 2005 — Türk Sağlık-Sen’den yapılan yazılı açıklamada, ilkokul 4. sınıfa giden 12 yaşında bir çocuğun gittiği 20 sigara satış noktasının hiç sorun çıkarmadan satış yaptığı belirtildi.
18 yaşından küçüklere sigara satışının yasayla yasaklandığı hatırlatılan açıklamada, yasayı çıkarmanın yeterli olmadığı, buna uyulup uyulmadığının takip edilmesinin gereğine işaret edildi.
Küçük çocuklara sigara ve alkol satışının kesinlikle önlenmesi istenen açıklamada, Sağlık Bakanlığı İstatistiklerine göre Türkiye’de yılda ortalama 23 bin erkek, 800 kadının akciğer kanserine yakalandığıbelirtildi.
Açıklamada, uzmanların erkeklerde akciğer kanseri oranının yüksek olmasını, erken yaşta sigaraya başlanmasına ve kahvehane oyun kulüpleri gibi bolca sigara içilen ortamlarda daha fazla zaman geçirmelerine bağladıkları bildirildi.
- Dogal olarak hareketlidir,kolaylikla cosar
- Elleriyle çalismayi sever
- Ögrenmeyi sever
- Her an ön planda olmak ister
- Ilgi yönü sinirlidir,çok çabuk yorulur ,bikar
- Yaptigi isten gurur duyar
- Kolaylikla gururu zedelenir
- Her an beraber çalismalari sevebilir veya nefret edebilir
- Imgeleme bagli oyun ve öyküleri çok sever
- Ögretmen ve arkadaslarinin aliskanliklarina özellikle önem verir
- Hala gizemli öz dünyasinda yasamaktadir
- Tutup,tadacagi yeni seylerle ilgilenir
- Mekanik ve hareket yetenekleri olan seylere ilgi duyar
- Her tür oyunu ,televizyonu ,bilgisayari ,ailece gezmeleri ve resimli kitaplari sever
- Aldatmaca oyunlarindan zevk alir
- Tüm çabalarina kisiligini katar
3. VE 4. SINIFLARDAKI ÇOCUKLAR
- Göz - el iliskisi gelismistir
- Insanlarin degisik türde oldugunu sezer
- Kendine toplumda bir yer vermektedir
- Sorumluluklar almayi,düzenli olmayi ve yeni iliskiler kurmayi ögrenmektedir
- Ayri cinstekiler,ayri topluluklar kurmaktadir
- Bu gruplasmalar bazen baskaldirmalarla belirir
- Resimli dergi ve gezi öykülerinden zevk duyar
- Kendi ve yakindakilerinin evrimi ile büyümektedir
- Isi üzerinde dana fazla durabilmektedir
- Çogu kez çevresinin gülünç yönlerini görmeye baslar
- Dogadaki bitki hayvan ve baska varliklariyla ilgilenir
- Spor ve çesitli konulara karsi büyük bir egilim belirir
5. VE 6. SINIFLARDAKI ÇOCUKLAR
- Dogru ve yanlis kavramlari üzerinde kesin bir anlayisi vardir
- Özel ilgiler üzerinde durur
- Kendi cinsine bagli degisik çalismalara girer
- Islerini güzel ve tam yapmak ister;dolayisiyla ona yol gösterecek birinin yardimi gereklidir
- Okul disi çevrede ilgilendigi seylerle ugrasir
- Sik sik büyükleri elestirir
- Ilgi kaynagi ve çalisma yönünü daha güçlestirmektedir
- Kendine örnek aldigi bir kahraman hayranligi içindedir
- Kendi kendini tanir ve elestirir
- Toplu halde çalismayi sever
Gelisen çocugun devir semasi
1. Öz anlatimin ilk belirtileri:
KARALAMA DÖNEMI : ( 2-4 yas arasi)
2. Ilk benzetme çabalari:
SEMATIK ÖNCESI DÖNEM : (4-7 yas arasi)
3. Belirli bir biçimin gelistirilmesi:
SEMATIK DÖNEM : ( 7-9 yas arasi)
Ergenlik çagi fert için, gerçekten önemli bir devredir. Bu devre çocugun heyecanlari bakimindan önemli degisiklikler göze çarpmaktadir. Bu çagin belirtileri baslar baslamaz, çocuklara (gençlere ) intibak saglamalari için genis ölçüde yardim edilmelidir. Simdi çocukta iki varlik ( benlik ) yasamaktadir. Bu iki benlikten her biri daha üstün olmak için adeta birbiriyle mücadele ederler. Biri, çocukluk çaginin haklarini muhafaza etmek ister . Öteki benlik ise yetiskin insan imtiyazlarini, yasli basli insan sorumlulugu ve anlayisindan uzak oldugu halde onu elde etmek ister. Önceleri yola gelen, uysal ve itaatli olan çocuk, simdi küstah, gösterisi seven bir delikanli olmustur.
Çocukta ( gençte ) ergenlik çagi degisikliklerini göz önüne alirsak ona karsi davranisimiz ban baska olur. Gene önceleri tapinircasina sevdigi ana,babalarini simdi küçük görmekte, onlarin ara sira budala, serseri insanlar oldugunu düsünmektedir. Hatta bazen onlara karsi nefret bile duyar. Her seyi kendisinin iyi bildigini iddia eder. Davranislarda tutarliklik diye bir sey yoktur. Hatta tehlikeleri bile umursamaz olur. Genç simdi realiteden sanki uzaklarda kalmistir. Kendisinin yildizlar arasinda taslari ve tozlari altindan yapilmis bir yolda ilerliyor sanir.
Ergenlik, hizli büyüme ve gelismenin oldugu, kiz erkek cinsel özelliklerin belirdigi 2-5 yillik gençlik dönemini kapsar. Büyüme özellikle 11-16 yaslarda hizlanir. Daha sonra yavaslayarak 18-20 yaslarina dek sürere.
ILK GENÇLIK ÇAGININ DUYGUSAL ÖZELLIKLERI:
1- Dengeli ve uyumlu ilkokul çocugu gider yerine oldukça tedirgin, kuruntulu, güç begenen, çabuk tepki gösteren bir ergen gelir.
2- Çabuk sevinir, çabuk üzülür. Birden sinirlenir. Olur olmaz seyleri problem yapar.
3- Tepkileri önceden kestirilemez olur.
4- Derslere ilgisi azalir, çalisma düzeni bozulur.
5- Bencillesir, istekleri artar, konan yasaklari saçma, kendisine taninan haklari yetersiz bulur.
6- Anne ve babanin uyarilarina birden tepki gösterir, ters cevap verir.
7- Daginik ve savruk olur. Ilgileri artmis gelgeç hevesleri çogalmistir.
8- Gürültülü müzige bayilir. Süse ve giyime düskündür.
9- Kiz bir sivilceyle gün boyu ugrasir. Erkek saçini günün modasina göre kestirir.
10- Zayiflik, sismanlik, uzun boylu, kisa boylu, yüz çizgilerinin düzgün olup olmayisi problem olmaya baslar.
11- Odalarinda yalniz kalmak ister. Duvarlara günün yildizlarinin resimlerini asar. Uzun uzun düsler kurar ve günlük tutmaya baslar. Yazdiklarinin okunmasina büyük tepki gösterir.
Gençlik çagi, kendini, öz kimligi arayis çagidir. Genç kendini sürekli yeni bir örnek
seçer. Kisilik gelistirirken yoluna çikan örnek insanlarda kendi benligine bir seyler katar. Sevilen bir öndere baglilikla otoritenin bir çesidine bas kaldirma arsinda gider gelir. Baskalarina kaba ve düsüncesiz davranirlar. Ama kendileri çok duyarli ve alingandirlar. Kisacasi ilk gençlik çagi oldukça firtinali dönemdir. Ancak kimi gençte bu dönem gürültülü geçer, kimisi de daha az çalkanti ile atlatilir.
ERGENLIKTE ARKADASLIK VE CINSEL GELISIM:
Arkadaslik iliskileri toplumsal iliskiler öncülük öder. Ergen artik ayni sinifta, okulda ve mahallede olmanin arkadas olmak için yeter bir neden olmadigini ögrenmeye baslamistir. Kendine arkadas seçerken veya baskalarina arkadas olurken daha baska nedenleri olmasi gerektigini anlamaktadir.
Ergenler de arkadaslik kurma iki yönlü bir yol izler. Bir yandan ergen kendisine arkadas olarak seçecegi kimseleri begenmek, kendisi ile onun ayni seylerden hoslanmasini, kendinin yeteneklerine ve sosyal statüsüne uymasini, onun kendisine sagdik olmasini ister. Diger yandan ise kendisinin arkadasi tarafindan begenilmesi ; onun hoslanacagi seylerden hoslanmasi; ona vefali olmasi, onun için bir çok fedakarliklara katlanmasi, onun bazi kusurlarini kabul etmesi gerektigini anlamaya baslar.
Ergen kendi arkadaslarinin seçiminde büyüklerinin karismasini istemez. Dolayisiyla kendi seçtigi arkadaslarini kötü oldugu hakkinda ki büyüklerinin kanilarina veya sözlerine de siddetle karsi çikarlar. Ancak ergenin bir süre arkadasi ile devam eden etkilesimi, onun bu kanisini degistirebilir. Bu yüzden ergenligin baslangiç yillarinda genç sik sik arkadas degistirirken son yillarina dogru seçtigi arkadaslari ile daha uzun süre arkadaslik ettigi görülür.
Ergenlikteki bedensel gelismeler ergen tarafindan kolay kabul edilmez. Gençler hizli bedensel gelismelerine karsi degisik tepki gösterirler. Kimisi toplu olusuna kimisi de siskaligina üzülür. Sivilceler de her iki cins tarafindan büyük problem edilir.
Ergenlikteki bu yeni ve yogun duygular ergeni allak bullak eder.
Gençler cinsel bilgilerinin çogunu yasitlarindan alirlar. Evlerinde ise genellikle bilgi yerine ögüt alirlar. Genç ile anne-baba arasindaki bütür konusmalar genellikle sikintili bir hava içinde geçer. Günümüz gençleri aslinda bu konuda bir takim seyler bilir. Fakat edindigi bilgiler arasinda kopukluklar, çeliskiler ve yanlis bilgiler mevcuttur. Genç her seyi bildigini sanir, fakat kaygilari, cevabini bulamadigi sorular vardir. Bu konularda bilgi edinmek için güvenilir kaynaklara bas vurmasi gerekmektedir.
ANA-BABA VE GENÇLER:
Ergenlik çagindaki çocuklarin velileri de bir bocalama geçirirler. En ilimli uyarilara sert karsiliklar veren, sevecen ve yumusak bir yaklasimi bile geri çeviren, üstüne varinca öfkeden deliye dönen genç karsisinda ne yapacaklarini bilemezler. Çocuklarinin kendilerinden uzaklastigini görünce telasa ve üzüntüye kapilirlar.
Genç kendisi elestirilmeye gelmezken, yerli yersiz ana-babasini elestirmeye baslar. Hatta baskalarinin ana-babasini örnek göstererek ana-baba'sini üzer ve iletisimi daha da güç hale getirirler. Anne- Baba sasirtacak sözleri seçmede ustalasmislardir. Sanki, ana-babadan ögrenecek bir seyler kalmamistir. Benimseseler bile onlarin görüsünün tam tersini savunurlar. Gencin amaci onlardan ayri düsünceleri olabilecegini kanitlamaktir. Ana- babayi daha da sasirtan gencin evde huysuz, sinirli ve tedirgin, disarda sikilgan olusudur. Genç dost yaninda saygili uslu davranirken evde aksine, ters ve degiskendir.
Eger genç bu firtinali dönemde biraz çaba gösterip anne ve babasiyla iletisimi koparmaz, samimi davranir ve kirici olmazsa ergenligi atlattigi zaman iliskileri saglikli olarak devam edecektir...
Insanlar böyle düsünüyor iste. Söyleyemiyorlar ama... Hiç fark etmiyor; okullarda da ayni, is yasamindaki profesyonel egitimlerde de.
Son yillara kadar, isletmelere yönelik egitim boslugunu akademisyenler doldururmus. 2-3 yildir, egitim kuruluslarina her gün yeni isimler ekleniyor. Egitmen profili, genis bir yelpazede farkliliklar gösteriyor; gelismelerden habersiz eski uygulamacilardan, salt bilgi aktaran teorisyen genç insanlara kadar. Konular neredeyse sablonla çogaltilmis gibi. Tamamen denetimsiz bir serbest piyasa ortami.
Bu eziyet niye?
Katilimcilar genellikle amaç bilincinden yoksun, sürüklenen bir kitle. Tam bir "pasif süje" konumundalar. Egitimlerin dolgu maddesi gibi. Her biri, güruhun içinde "egitilen" adi önemsiz bir "personel". Egitimlere katilacaklar genellikle nasil belirlenir biliyor musunuz? Tüm ayni isi yapanlar, ya da tüm ayni unvandakilerin bir araya getirilmesiyle. O zaman "bu eziyet niye çekiliyor" soracaksiniz. Çünkü geleneksel anlayislarda yerlesik gerekçeler vardir: Yapmis olmak, terfi kosulu olarak kullanmak ve en önemlisi kisa yoldan kârliligi artirmak. Onun için o acimasiz Cumartesi-Pazar egitimleri konulur. Onun için geri dönüsü tam ölçülemeyen kisisel gelisim egitimleri "soft" diye küçümsenir.
Egitimcinin görevi
Bu oyunun içinde egitimcilerin bir tek hedefi vardir: "insanlari sıkmamak". Çünkü her sey, egitimden sonra doldurulan bir degerlendirme anketinin insafina kalmistir. Burada müsteri memnuniyetinin kötü bir örnegini görürsünüz. Medyadaki tartisma ile ayni sey iste. "Bu kadar avam ve kalitesiz olmak zorunda misiniz" diye soruldugunda alinan cevap gibi; "ne yapalim müsteri böyle istiyor". Gerçekten "müsteri" ne istiyor? Çok hakli ve fakat yanlis anlasilan istekleri nedir? Önce egitimlerin yapildigi ortamlarin degismesini istiyorlar. Iki seyden çok bikmis durumdalar; ruhsuz ve basit seminer salonlari ile kimliksiz otel salonlari.
Bezgin ezberciler
Çogumuzun anilarinda resmi egitimin tatsiz anilari var. Ezberciligin getirdigi bezginlik hala içimizde. Devlet egitimini çagristiran her türlü dil, alerjiyle karsilaniyor. Bir anlamda, özel televizyonlarin fitilledigi günlük dil egitimlerde araniyor.
Yalniz dil degil, egitimin bir de "ideolojisi" var. Küçük yaslardan beri bize ögretilen "iyiler" artik kabul görmüyor. Insanlar ikna olmayi istiyor; oyunun bir parçasi olmayi degil. Onun için her seyin oldugu gibi anlatilmasi gerekiyor. Örnegin bir yönetim egitiminde, katilanlar, dedikodunun neden önlenemedigini ve aslinda nasil baska psikolojik bosluklari doldurdugunu da duymak istiyor. Dedikodunun yapilmamasi gerektigini duymak onlar için bir sey ifade etmiyor.
Söylediklerinize inanin
Egitimler, bencillige hitap edebildigi oranda basarili görünüyor. Haklilar da... Kendi yasamlarinda kullanamayacaklari bir bilgiyi ne yapsinlar? Insanlar, dogru üslupla ifade edildiginde eskisinden daha çabuk anliyor. Kültür düzeyleri, bir kavrama engeli olmaktan çikmis durumda. Anlamayacaklarini sanip fazla basitlestirmek artik bir egitim hatasi. Karsidakini umursadiginiz ve egitmen olarak söylediginize kendiniz inandiginiz zaman, yalniz söz degil, duygu iletisimi de saglaniyor. Bunlara, egitimlere katilanlarin haklari var. Yoksa egitimi sevmiyorlar!
Insanoglunun varolusundan bu yana, iyi-kötü, güzel-çirkin, aci-tatli, siyah-beyaz, ileri-geri vs. zit kavramlar vardir. Bu zit kavramlar arasindaki galip gelme düsüncesi de bunlarla birlikte devam edegelmistir. Ama önemli olanin zitlar arasindaki uyumu yakalamak oldugundan hareketle, insanlarin yer aldigi her türlü etkinliklerde çok eski zamanlardan beri kalite diye bir degerle karsilasmaktayiz. Sanayii devrimiyle birlikte bilinçli olarak arta gelen ve her yerde, her iste ve her kosulda en uygun kaliteyi yakalamak toplam kaliteye ulasma anlamina gelmektedir. Kalite zaman içinde ihtiyaçlarin karsilanmasi ve ihtiyaç sahibinin tatmin edilmesi diye de tanimlanmistir.
Kalite kavrami gün geçtikçe o kadar hayatimizin içine girdi ki, adeta bir hayat tarzi haline geldi. Geçmis yillara bakildiginda sanayii agirlikli bir kavram olarak kabul edilirken, bugün her alanda kaliteyi yakalama yarisi basladi. Devlet yönetiminden, tasraya oradan kamu ve özel sektörde yer alan küçük isletmelere kadar girmesi gereken kalite kavraminin önemi giderek artmaktadir. Hatta kimi zaman toplumsal gelismede de kalite önemli bir unsur olarak önümüze çikmaktadir. Durum böyleyken bu yazimda özellikle üzerinde durmaya çalisacagim ''KISISEL KALITEYI YÜKSELTME'' konusunda, toplumu olusturan her bir ferde önemli sorumluluklar düsmektedir. Kalite kavraminin her alanda kendini göstermesiyle kisisel kaliteyi yükseltmenin de önemi gün geçtikçe daha iyi anlasilacaktir.
Kalite ile ilgili çalismalar çok eski yillara dayanmakla birlikte AB sürecine giren Türkiye'mizde istenen seviye yakalanabilmis degildir. Ama isin sevindirici yani bu konunun bir çok sektörde gündeme alinmis ve gerekli çalismalarin da büyük özverilerle ve profesyonellik düsüncesiyle yapiliyor olmasidir. Toplam Kalite Uygulamalari çalismalarinin en önemli ayagini olusturdugunu düsündügüm, ''KISISEL KALITEYI YÜKSELTME'' konusunda düsüncelerimi sizlerle paylasmak istedim. Kaldi ki, is dünyasinda yer alan her çalisanin yöneticileri gözünde bir degeri, yöneticinin çalisanina verdigi not vardir. Bu not açikça belirtilmez çogu kez ama bu notun düsük ya da yüksek olmasi kisisel kalitenin yeterligi ya da kisisel kalitenin yetersizligi olarak degerlendirilebilir. Bu baglamda; ben bu yazimda daha ziyade kalite kavraminin kisiye (insana) bakan boyutuyla alakali düsüncelerime yer verecegim. Umarim en üst kademeden en alt kademeye kadar kamu ve özel sektör çalisanlarina basariya giden yolda yeni ufuklar açar...
Kalite; bir seyin iyi veya kötü olma özelligi olarak tanimlanmaktadir. Ancak, kisisel kaliteyi artirmanin yollarinin çesitlendigi ve bir o kadar da kisisel kalite de gereksinim duyulan alanlarin arttigi, 21.yy gerçeklerinden biridir.
Bir meslegin kalite standardini olusturan unsurlar nelerdir? diye soracak olursaniz. Her sektör için düsünülebilecek bir gerçek var ki, %100 standartlar belirlemek oldukça zordur. Insani baz alan kaliteyi yükseltme konusunu isleyecegimizden; kisisel kaliteyi bu çerçeveden degerlendirmek, ancak sinirlandirmamak gerektigini özellikle vurgulamak isterim. Konuyla ilgili olarak standartlarin en önemli ayagi, çalisanlarin kalitesini artirmaktir. Toplam Kaliteye de; toplumsal boyutta ferdin, sirketler boyutunda her bir çalisanin, kamu sektöründe her bir memurun kisisel kalitesini bilimsel manada yükseltmekle ulasilabilecegini kabul etmemiz gerekmektedir. Her çalisanin kisisel kalitesini artirarak; yaptigi iste kaliteyi yakalamasi demek toplam kaliteye ulasmak anlamina gelmez mi? Zincirleme bir yapiya sahip olan toplam kalite kendiliginden olusmaz, kisilerin, milletlerin, ülkelerin ve nihayetinde evrensel dünyamizin kaliteye kavusmasinin temeli kisisel kaliteyi yükseltmekten geçmektedir.
Bir çok meslekte kisisel kalitenin göstergeleri olduguna inandigim birkaç unsuru burada belirtmekte fayda görüyorum. Ancak asagida söylenenlerin önüne ya da sonuna sizin kalitenizi yükseltmenize vesile olacak durumlari ekleyebilirsiniz. Size göre önemli olan etkenleri yazabilirsiniz:
" ...
" Yaptigi isi severek yapmak,
" Karsilikli güveni tesis etmek. (Isçi-isveren, amir-memur vs)
" Bu güveni azamî derecede korumaya özen göstermek,
" Kurumu temsil düsüncesini ve yetenegini gelistirmek,
" Iletisim araçlarini azamî kullanmayi bilmek,
" Fizigine dikkat etmek, saglikli yasam konusunda gerekli hassasiyeti göstermek, (zira is yasamini etkileyen en önemli unsurdur saglikli yasam)
" Zaman kavramini iyi yönetme becerisini gelistirmek,
" Organizasyon yetenegini üst seviyeye çikarmanin çabasi içinde olmak, basarili bir is organizasyonunun kisisel kaliteyi artiran ve çalisma hayatinda stresten uzaklastiran önemli iyi bir faktör oldugu unutulmamalidir.
" Kendini gelistirmek adina yapilmasi gerekenleri ertelememesi,
" ...
Yukarida genel olarak bir kaçini saymaya çalistigim kisisel kalitenin göstergelerine sizler is
basarinizi ve kariyerinizi gelistirecek olan faktörleri de rahatlikla ekleyebilirsiniz.
Takdir edersiniz ki, is dünyasinda basariya götüren, kâr amacina katki saglayan, müsteri memnu-
niyetiyle ilgili çitayi yükselten unsurlar kisisel kalitenin arttigini ve bu kaliteye sahip çalisanlarin da yöneticilerce ayri öneme sahip olduklarini rahatlikla söyleyebiliriz.
Kalite kavraminin is dünyasindaki yerinin evrensel boyutuyla degerlendirilmesi sonucunda olumlu ya da olumsuz durumlarin birbirinden rahatlikla ayrildigini ve bunun neticesinde kaliteyle ilgili standartlarin olusturuldugu da düsünülürse çalisanlarin kisisel kalitenin çitasini yükseltme bilinciyle ve sorumluluguyla hareket etme zorunlulugu açikça görülecektir.
Kalitenizle paralel degerlendirilirsiniz, kisisel degerinizi ne kadar yükseltirseniz islerinizde
o derece kolay olacaktir...
Kalitenin yükseltilmesine mukabil, dostlariniz çogalacak is yasaminizda...
Sizi destekleyenler artacak, sevileceksiniz...
Aranir biri olacaksiniz...
Kazanacaksiniz... Kaybettiginiz düsüncesine kapildiginizda bile bilinç dünyanizin zenginligini kesfetmekle kazanacaksiniz... Zira, kalite kavraminin her zaman kendini yenileyen bir yapiya sahip oldugunu düsünüyorum.
Dogru zamanda, dogru kisilerle ve dogru yolda kendinizi bulacaksiniz...
Yanlislarinizdan arinacaksiniz...
Kisisel kalitenin yükseltilmesi, güzel neticeler veriyor degil mi?
Yetmez mi dersiniz!
" Basarinin önündeki en büyük engel, yilginlik ve kararsizliktir.
" Azimli ve kararli olmak, basarinin temel sartidir.
" Basarisizliktan ders almayi bilenler, basariya, her basarisizlikla biraz daha yaklasmis olurlar.
" Gençler! Mutluluk ve basariyi, hayat size vermez. Gayret ve çabanizla o mutluluk ve basariyi, hayattan sizin almaniz gerekir.
" Basarisizliklar, insanin moralini bozmamali, ümidini kirmamali. Bilakis, yeniden baslamak, tekrar çalismak ve hatalarini düzeltmek için taze bir zevk ve gayret vermeli,
" Insan bedenen yaslansa bile, imaniyla, ümitleriyle,sevk ve gayretleriyle genç ve dinç kalmaya devam edebilir.
" Basarili olmak için mutlaka üstün zekali, dahi yaratilisli olmak gerekmemektedir. Ama zamani iyi kullanmasini bilmek, bos vakitleri iyi degerlendirmek vazgeçilmez sarttir.
" Hiçbir zafere, çiçekli yollardan gidilmez. Basariya giden yolda, ter vardir, sikinti vardir,yorgunluk vardir,yüksek bir irade vardir.
" Çalismak bizi üç beladan kurtarir: Can sikintisi, kötü aliskanliklar ve yoksulluk.
" Hayatta sertlikle elde edilen hiçbir basari, kalici olmamistir. Ancak sevgi ve yumusaklikla saglanan basarilar, devam edebilmistir.
" Basarisizliklar güçlüleri yildirmaz; basari azmine daha da güç katar.
" Basari için israrla çalismak, sabirla beklemek gerekir. Ani gelen tesadüfi basarilar, sürekli ve kalici olmaz.
" Yönetimde basarili olmak istiyorsan, halkin islerini hayirli insanlara gördür. Is basina idareci olarak basarili ve becerikli kisileri getir.
" Dogru olan seyi gördügü halde yapmamak cesaretsizliktir.
Her basariyi baskalarinin tapulu mali olarak görmek, her basariya hep baskalarinin layik oldugunu düsünmek içinizdeki aslani bir koyun gibi yönetmektir.
Insanin ve unutmayin ki herkesin içinde bir aslan vardir. Fakat kimi o aslani kükretmesini bilir, kimi o aslani kükreyecek diye korkar.
Kendi kendinizi yönetebilmeniz için kendiniz eminler yagdirmaya mecbursunuz. Emir vermek için güçlü; emri uygulamak içinde disiplinli olmalisiniz.
Aklimiza gelen bütün düsünceler, bilinçli veya bilinçsiz olarak kendimize söyledigimiz her düsünce, elektriksel dürtülere çevrilir ve bunlar daha sonra zihinsel emirlere dönüserek her an hissettigimiz duygulari ve yaptigimiz eylemleri elektriksel ve kimyasal olarak etkilemesi ve kontrol etmesi için beynimizdeki denetim merkezlerini yönetir.
Nasil ki azgin bir köpegi görmek, beyine adrenalin salgilamasi için bir emir oluyor, masum bir kediyi görmek merhamet ve acima duygularini harekete geçiren baska bir emir oluyor, aynen bunun gibi düsüncemiz de beyin için zihinsel bir emre dönüsüyor. Örnegin sagliginizda hiçbir sorun olmadigi halde birkaç kisi size ''Hasta gibi görünüyorsun'' derse siz de hasta olabileceginizi düsünmeye baslarsiniz. Bu düsünceniz elektriksel dürtülere dönüsecek ve beyninizi o yönde harekete geçirmis olacaksiniz. Büyük olasilikla da çok geçmeden hastaligin ilk belirtileri vücudunuzda ortaya çikacaktir. Nitekim tip arastirmacilari tüm hastaliklarin yüzde yetmis besinin kendi tesvikimizle oldugunu söylemektedirler.
''Basarisiz, beceriksiz ve sakar'' oldugunuzu düsünürseniz beyninizi ve sinir sisteminizi o yönde harekete geçirmis olursunuz.
Sonuç olarak geçmiste su veya bu sekilde hangi düsünceleri kendinize programladiysaniz onlar sizinle ilgili her seyi etkiliyor, yönetiyor ve kontrol ediyor. Insanlarin büyük çogunlugu kendilerini olumsuz olarak programladigi için yapabileceklerinden çok daha azi ile yetinmek zorunda kalmaktadirlar.
Peki bu olumsuz programlamayi nasil degistirebiliriz? Olumsuz düsünceleri en hizli degistirmenin yolu sik sik olumlu iç konusma yapmaktir. Olumlu iç konusmaya örnek olarak sunlari verebiliriz.
Kendime Güveniyorum
Hedeflerime Tümüyle Odaklanirim
Zorluklarla Mücadele etmeyi Severim
Daima Büyük Düsünürüm
Prensiplerimden Taviz Vermem
Zamani Iyi Kullanirim
Her Zaman Iyimserimdir
Basarili Bir Insan Olduguma Inaniyorum
Basarisizliklar Karsisinda Yilmam
Yaraticimin Bana Büyük Bir Potansiyel Verdiginin Farkindayim
Hos Görülü Bir Insanim
Her Engeli Bir Firsat Olarak Görürüm
Sorunlara Degil Çözümlere Odaklanirim