Avrupa'daki bitki çeşitlerinin yarısından fazlası, 2080'e kadar meydana gelebilecek sıcaklık artışları nedeniyle tehlike altında.
Güney Afrika Biyo-Çeşitlilik Enstitüsü'nden Fransız araştırmacı Wilfried Thuiller ve arkadaşlarının yaptığı araştırmada, Avrupa'da yetişen 1350 bitki çeşidinin, şu anki iklim koşullarının devam etmesi halinde 2080'e kadar nasıl değişikliklere uğrayacakları incelendi.
Amerikan Bilim Akademisi'nin raporunda yayımlanan çalışmada, İklim Değişiklikleri Grubu uzmanları, iklim değişiklikleriyle ilgili siyasi ve sosyo-ekonomik konulara yer verilen 7 farklı senaryo üzerinde durdu.
Sebep küresel ısınma
2000-2080 yılları arasında hava sıcaklığı ortalamasının 1,8-3,6 derece artması üzerine kurulu bu tahminlere göre, iklim değişikliği nedeniyle Avrupa'nın incelemeye alınan bölgelerinde bitki türlerinin yüzde 27 ila 42'si yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Bazı türler yok olacak
Bu tahminlere göre, bazı türlerin yok olacağı ve kuzey kesimlerde diğer türlerin ortaya çıkacağı dönemde Avrupa'da bitki örtüsünün kendini yenileme oranı yüzde 42-63 olacak.
Bitkilerin başka bir bölgede yetişmemeleri durumunda yüzde 22'sinin ciddi şekilde yok olma tehlikesiyle karşılaşacağı ve yüzde 2'sinin soyunun 2080'e kadar tükeneceği kaydedildi.
Araştırmada, bitkilerin yetişmek için daha uygun yerler bulmaları halindeyse yüzde 67'sinin az da olsa yok olma tehdidiyle karşılaşacağı ortaya çıktı.
Alman bilim adamları, erkeklerde kalıtsal kelliğin sanıldığının aksine babanın genlerinden değil, annenin genlerinden kaynaklandığını ortaya çıkardı.
Bonn Üniversitesi uzmanlarının yürüttüğü çalışmaya göre, X kromozomu üzerindeki bir gen erkeklerde kelliğe neden oluyor. Erkeklerin ise X kromozomunu annelerinden aldığı biliniyor; ancak kadınlar bu kromozomu, hem anneden hem de babadan alıyor. Bu nedenle kellik söz konusu olduğunda, erkeklerin babadan ziyade annelerinin babasına benzeyeceği ifade edildi.
X kromozomu üzerinde bulunan söz konusu genin erkeklik hormonlarını harekete geçiren androjen alıcılarını etkilediği ve gendeki bozulmanın da erkeklerde saç kaybına neden olduğu belirtildi. Kalıtsal faktörlerin kelliğe neden olduğu bilinmesine rağmen, bunda hangi genlerin etkili olduğu tam olarak anlaşılamıyordu.
'Başka genler de etkili'
Prof. Markus Nothen başkanlığındaki bir ekip tarafından yürütülen son araştırmada, 60 yaşını geçmesine rağmen gür saçlı olan erkeklerle kıyaslandığında, erken yaşta kelleşmeye başlayan erkeklerde, saç dökülmesine neden olan bu genden çok daha fazla bulunduğu kaydedildi. Prof. Nothen bununla birlikte, kelliğin sadece tek bir genden kaynaklanmayacağını ve diğer genlerin de bunda rol oynadığını düşündüklerini söyledi.
6) Alışkanlık
Nicola Nosengo diyor ki: "Bilgisayar klavyesini düşünelim... Q Klavyeler, 1870'de daktiloyla yazarken metalik çubuklardaki harflerin üst üste binmesini önlemek için geliştirildi. Bu yüzden de Q klavye ile hızlı yazmak çok zor. Bugün çok daha işlevsel tuş dizilimlerini kullanmak mümkün, ama devrimci sistemler kimsenin işine gelıniyor. Böyle kullanmaya alıştık çünkü!"
İnsan sormadan edemiyor: Madem tek bir teknoloji standardı geliştinnek, örneğin filmleri sadece DVD formatında piyasaya sürmek kullanışlı, neden VCD, video kasetler gibi alternatifler var? Niçin, üreticiler herkesin kolayca satın alacağı tek tip ucuz teknolojiler geliştirilmiyor? Capogrosso'ya göre bu tip sorunları önlemek olanaksız: "Önceden anlaşmaya kalkıldığında, sadece kağıt üstünde kalan yapay standartlar ortaya koyuluyor." Ayrıca, pazar payı kapmak isteyen şİrketler, kendi buluşlarını paylaşmakta çekingen davranarak standartlar geliştirmeyi zorlaştırıyor.
7) Mucitler
Ekonomik çatışmalar ve piyasa koşulları ilerlemeyi yavaşlatıyor, ama denklemin bir değişkeni de mucitlerin niyeti. Örneğin fonograf: Thomas Edison'ın fonografı gramofondan daha kaliteliydi, ama fonograf işyerlerinde ses kaydı yapmak için geliştirildiği için pratik değildi ve otuz yıl içinde unutuldu gitti. Bell ve Marconi arasında yaşanan telefonu kimin icat ettiği tartışması da sorunun başka bir yönü: İpe sapa gelmez buluşlara patent verilmesi, patenti alınmamış buluşların çalınması ya da iki mucidin rekabet etmesi de teknolojik gelişmeyi olumsuz yönde etkileyebiliyor.
Bu son rekabete en iyi örnek, Tesla ile Edison'ı yüzyılın başında karşı karşıya getiren olay. İki ünlü mucit, şehirlere doğru akımla mı, yoksa alternatif akımla mı elektrik verileceği konusunda anlaşamayınca, atları elektrik şokuyla öldürmeye varan korkunç bir karalama kampanyası başlatılmıştı.
8) Darwinci seçilim
Bazen mucitler kendi buluşlarının değerini abartıyor. Örneğin, Apple'ın 1990'lı yıllarda geliştirdiği Newton modeli, avuçiçi bilgisayarların atası sayılıyor. Ama yine de Newton'ın ekrana yazılan elektronik kalem sistemli klavyesinin pabucunu bir türlü dama atamadı. Nicola Nosengo'ya göre, "Teknolojiler hayatta kalmak için savaşan canlı türleri gibi davranıyorlar ve ortama uyum sağlayamadıklarında soyları tükeniyor. Bazen ortadan kayboluyorlar, çünkü çalışmadıkları ya da kimi zaman kötü çalıştıkları ortaya çıkıyor."
9) Kritik kütle
İşe yaradığı halde ortadan kaybolan teknolojiler de var. 1800'lerde geliştirilen hava basınçlı borularla bina içinde posta taşımaya yarayan pnömatik sistem, İkinci Dünya Savaşı'na kadar başarıyla kullanıldı. Sistem 15 yılda ortadan kalktı. Peki neden? Çünkü yeteri kadar yaygınlaşamadı. Oysa benzinli motorları kullanımdan kaldırmak o kadar da kolay değil. İçten yanmalı motorların ekonomik alternatifi olmadığından kimse buna cesaret edemiyor. Yeni teknolojilerin ne kadar kalıcı olduğunu anlamanın tek yolu, işi zamana bırakmak. Ay'a ve Mars'a yerleşmekten söz ediyoruz, ama ona sıra gelmeden, torunlarımız sanal gerçeklik ortamında uzak yıldızlara gidebilirler.
Neler geldi neler geçti
1962: Sensorama
Mort Heilig'in tasarımı olan bu "duyu kabini" ilk sanal gerçeklik sistemlerinden biriydi. Kabinde oturan bir kişi perdeye bakarak New York sokaklarında geziyordu. Olaya "gerçekçilik" katmak için kabine kokulu hava veriliyor, böylece şehrin atmosferi taklit ediliyordu.
1963: Görsel müzik kutusu
İlk olarak Fransa'da kullanıma giren bir müzik kutusuydu. Sıradan müzik kutularından farkı vardı: Şarkı çalmıyor, video klip oynatıyordu. Gerçekten de ünlü şarkıcıların 16 mm'lik filme kayıtlı video klipleri küçük bir perdede oynatılıyordu. Takvimler 1968'i gösterdiğinde ortadan kalkmıştı bile.
1965: Fonovid
Westinghouse EIectric Cooperation'm patentini aldığı buluş sayesinde, vinil disklerin bir yüzüne 400 görüntü karesi kaydedilebiliyordu. Üstelik görüntülere ses de eşlik ediyordu. 10.000 dolara satılan bu cihaz, televizyona da bağlanabiliyordu, ama beklenen çıkışı yapamadı.
1965: Süper 8 film
Kodak firmasının geliştirdiği bu film, amatörlerin kendi filmlerini çekip evde oynatması için tasarlanmıştı. Her ne kadar videolar ve disk çalarlar bu ilk ev sineması sisteminin yerini almış olsa da, küçük bir meraklı grubu hala süper 8 filmlerle ilgileniyor.
1966: Videomat
Bu da Süpermen filmlerinden alışık olduğumuz bir fotoğraf kabinine benziyordu. Jeton atıldığmda, bir kamera vinil diske 30 saniyelik kayıt yaptyor ve hemen ardından gösteriyordu. Sony'nin geliştirdiği sistem, mağazalara yerleştirilecekti. Böylece konfeksiyon mağazalarında müşteriler ne giydiklerini göreceklerdi. Doğaldır ki soyunma kabinlerinde basit aynalar varken sistem yaygınlaşmadı.
1976: Betamax video
Yine Sony'nin geliştirdiği bu sistem, ilk ev video sistemiydi ve çok başarılı olan videolarla video kasetlerin öncüsü olmuştu. Ancak JVC'nin geliştirdiği VHS formatı, Betamax'ın yerini aldı. VHS daha düşük görüntü kalitesine sahip olsa da, JVC bütün markalara VHS üretme lisansı veriyordu. Sony patenti kendine sakladığı için devre dışı kaldı. VHS aynı zamanda kötü bir sektörün doğmasına yol açtı: Porno filmler.
1980: Lazerdisk
Philips ve MCA'in, 1978'de Diskovizyon adıyla piyasaya sürdüğü "lazer disk" bir CD'ye benziyordu. Ancak çok daha büyüktü ve lazer disklere dijital değil, analog kayıt yapıliyor, kayıtlar lazer ışımyla okunuyordu. 198O'de, Pioneer lazer disk çalarları geliştirdi, ama lazer diskler Japonya dışmda yaygınlaşmadı ve çok daha ucuz olan VHS'lerle baş edemedi.
1982: Disk film
Kodak, Instamatik buluşunun başarısım yakalamak için disk şekilli fotoğraf filmlerini piyasaya sürdü. Fotoğrafçı deklanşöre basmca, yeni kareyi kaydetmek için disk dönüyordu. Her diske B x 10 mm 'lik 15 fotoğraf karesi kaydedilebiliyordu. Ancak bu disk büyük resimler çekemeyecek kadar küçüktü. 1998'te disk film teknolojisi terk edildi.
1982: Minitel
Fransa'da devreye giren uygulama, temel İnternet işlevlerini yerini getiren bir telematik sistemdi. Telefon ağına bağlı bir terminal sayesinde çeşitli hizmetlerden yararlanmak ve on-line alışveriş yapmak mümkündü. "WWW" icat olunca, telematik "bozuldu."
1984: Bilgisayar video disk
Üstüne analog ses ve dijital kayıt yapılan bu vinil diskteki veriler bir kasete aktarılabildiği gibi bilgisayarda da izlenebiliyordu.
1989: Power Glove
Mattel'in geliştirdiği elektronik eldiven, bilgisayar ve konsol oyunlarında Joystick'in yerini alacaktı. Bu girişim fiyaskoyla sonuçlandı, ama ucuz sanal gerçeklik sistemlerinde kullamlmaya devam etti. Power Glove'un türevi, sinema ve bilgisayar dünyasmda, aktörlerin hareketlerinin bilgisayar ortamına aktarılmasında kullanılıyor.
1992: Minidisk
Minidisk dünyada yaygm olarak kullanılıyor, ama oyun, video ve müzik CD'si olarak piyasaya hakim olamadı. Minidisk dünyanm ilk evde kayıt yapılan diskiydi, CD-R'lardan önce geliştirilmişti ve o zamanlar CD 'ye kayıt yapmak pahalı olduğu için, minidiskin devrim yaratacağı düşünülmüştü.
Her gün pek çok ilginç teknolojik buluş yapılıyor. Ancak yeni buluşların büyük kısmı talep görmediği, kullanışlı olmadığı veya şirket politikalarına uymadığı için bir kenarda unutulup gidiyor. Bizi üç boyutlu dünyalarla tanıştırabilecek güvenilir, zeki bir bilgisayar ve kayıt yaparken reklamları otomatik olarak silen video cihazları hoşunuza gider miydi? Eğer uzmanların öngörüleri doğru çıksaydı, hepimiz bu buluşlara sahip olacaktık. Ancak bütün buluşlar günlük hayata geçirilemiyor. Bazı görkemli icatların unutulup gitmesinin nedenlerini bilgisayar teknolojisini örnek göstererek açıklayabiliriz.
Günümüzde baş döndürücü bir hızla ilerleyen bilgisayar teknolojisine bakılırsa, artık eskisi kadar hızlı gelişmeler kaydetmek olanaksız sayılabilir. Çünkü, araştırmacıların sürekli Moore yasasına uyacak kadar hızlı mikroçipler geliştirmesi kolay değil. Acaba, 18 ayda bir işlemcilerin hızını ikiye katlamayı daha ne kadar sürdürebileceğiz? Üstelik bazıları, artık bilgisayarların işlem hızını artırınaya ihtiyaç olup olmadığını bile tartışmaya başladı. Aslında, insanlar ihtiyaç duyduklarının büyük kısmını çoktan satın aldılar bile... Gelin dokuz maddede, teknolojilerin neden yok olduğunu kavramaya çalışalım ve 1960'lı yıllardan itibaren örneklere bir göz atalım.
1) Üreticilerin suçu
IBM'in seçkin mühendisi Fulvio Capogrosso, Moore yasasını anlatıyor: "Gordon Moore'un geleceğe ilişkin hipotezler yürütecek bir yasa koymaya hiç niyeti yoktu. Tersine, geçmişe yönelik bir gözlem yapıyordu. Onun koyduğu ilerleme ritminin hızlandırılabileceğine inanmıyorum. Hele asıl sorun yavaşlamakken! Yeni kuşak çipler üretmek artık astronomik yatırımlar gerektiriyor ve bunu yapmak isteyen üreticiler konsorsiyumlar kuruyor. Bu yüzden, yeni bir çipi piyasaya sürmeden önce, bu tip yatırımların amorti edildiği açık. Öte yandan, derhal daha hızlı bir bilgisayar geliştirmesek de ayakta kalırız." Nitekim birçokları, Intel'in kurucu ortağı ve dünyanın en zengin insanlarından biri olan Moore'un, sırf bizi daha hızlı bilgisayarlar almaya yönlendirmek için bu yasayı koyduğunu düşünüyor. Peki, iki yıl sonra aynı performansı gösterip de, iki kat ucuz bir bilgisayara sahip olmak daha iyi olmaz mı?
2) Rekabet eksikliği
Sürekli olarak yeni işlevlerle zenginleştirilen yazılımlar, uzun zamandır daha hızlı bilgisayarlar üretmenin en büyük nedeni olarak gösteriliyor. Örneğin, Windows işletim sistemleri eskiden 16 MB RAM gerektirirken artık 256 MB RAM istiyor ve ancak 512 MB'lık hızlı ve pahalı bir bilgisayarda en iyi şekilde çalışıyor. Capogrosso, "Her iki sayfasından birisi yanlış basılmış bir gazeteyi almayız" diyor. "Yazılım dünyasında ise hatalara sıklıkla rastlanıyor. Carnagie Mellon Üniversitesi'nin bir araştırmasına göre, her bin kod satırında 100-150 hata var. Sorun, hatasız bir yazılıma sahip olmak için işi zorlaştıracak kadar çok yatırım yapmak ve bunu da üretim masraflarını karşılayacak uygun bir fiyata satmak. Kaliteyi artırmanın tek yolu rekabet olurdu, ama Microsoft'un gücü buna engel oluyor. "Sonuç mu? Daha güçlü bir PC almayı haklılaştırmak için yeni bir yazılım gerekiyor ve daha güçlü bir yazılım için de daha hızlı bir PC şart oluyor. Bu da karını artırmak isteyen şirketlerin nasıl kendini baltaladığını gösteriyor.
3) Teknoloji dinozorlarının freni
Pazara yeni giren şirketler, kendilerine yer açmak için teknolojik ilerlemeyi savunurken, yerini korumak isteyen şirketler de bu ilerlemeyi yavaşlatmak istiyor. Bunun bir nedeni, üretimi ucuzlatıp satışları artırmak için teknolojiyi standartlaştırma zorunluluğu. Oysa, yeni teknolojilerin oturması zaman alıyor ve elbette büyük şirketler tutucu davranıyor. VoIP'yi (Voice Over Internet Protocol) ele alalım... Bu protokol sayesinde, İnternet üzerinden sesli iletişim kurularak telefon harcamaları kısılabiliyor. Örneğin, İnternet'te Amerika ile sesli chat yaparsanız hem dilinizi geliştirir hem de hiçbir ek ücret ödemeden uluslararası görüşme yapmış olursunuz. Bu teknoloji yıllardır ortada, ama daha birkaç yıl önce chat programlarında kullanılmaya başlandı. Bunun iki nedeni var. Birincisi, ADSL gibi geniş bant İnternet erişimlerinin yeni yeni yaygınlaşmaya başlaması. Söylenmeyen diğer nedense, VoIP'nin sağladığı olanaklardan aslında yıllardır faydalanan Telekom şirketlerinin, ortaya çıkan bu tatlı karı müşterileriyle paylaşmaya aslında çok da istekli olmamaları!
Intel'in Ar-Ge departmanının başı Paolo Gargini durumu şöyle açıklıyor: "Bürokratik engeller ve kırk yıllık iş modellerini bir türlü terk etmeyen, üstelik hep aynı fiyata aynı hizmeti sunarak para kazanmak isteyen telekom şirketlerinin çıkarları, bütün dünyada bilgisayarlarla telekomünikasyonun birleşmesini engellemiştir." "Teknoloji Dinozorlarının Soyunun Tükenişi" kitabının yazarı Nicola Nosengo ise, olaya başka bir açıdan yaklaşıyor: "Gerçekten rekabetçi olan bir serbest pazar ortamında teknolojiyi icat edenler, çıkarlarını korumak için bunu gizli tutabiliyor."
4) Yenilik korkusu
"Yüzyıl önce" diye devam ediyor Nosengo, "İçten yanmalı motorlar atlara ve elektrikli motorlara üstün geldi, çünkü özellikle ABD'de büyük bir petrol pazarı vardı. Bugün durum tersine döndü sayılır." Ancak, dünyadaki ulusal paraların değerini bile petrole endeksleyen petrol şirketleri ve bunların otomotivdeki uzantıları, elektrik motorlu taşıtlar geliştirmekte yavaş davranıyor. California gibi 20 yıldır güneş enerjisini destekleyen bir eyalette bile, yakın gelecekte elektrikli arabaların fosil yakıtlı taşıtları kullanımdan kaldıramayacağı biliniyor.
İnternet'ten müzik ve film aktarımına dayalı endüstri de henüz emekleme aşamasında. Müzik ve film şirketleri, telif haklarını korumak için DVD'ler, bölge kodları ve üstüne kayıt yapılamayan ses CD'leri gibi teknolojileri destekliyor. iPod gibi İnternet'ten MP3 indirme ve dinleme sistemleri bile daha yeni yaygınlaşarak ucuzluyor.
Büyük şirketler "korsan kasetçiliği" önlemek istediklerini öne sürüyor, ama albümleri ve DVD'leri pahalıya satarak, üstelik DVD'lerin her yerde izlenmesini önleyerek kaçak kullanımı bir anlamda teşvik ediyorlar. Bu yaklaşım önce üreticiye zarar veriyor, çünkü ünlü şarkıcılara ödedikleri paraları çıkannak için albümleri pahalıya satıyor ve ancak göreli düşük satış rakamlarını yakalayabiliyorlar. Oysa İnternet'ten ucuza şarkı indirmek yasallaşırsa, CD imalatı gibi ara teknolojilere ihtiyaç duymadan sürümden kazanabilirler.
Bu aslında eski bir çatışma. MP3 uzun zaman boyunca yasa dışı bir format olarak kabul edildi ve DivX bile ucuz erişimi engellemek için kodları kapalı tutulan bir format kırılarak geliştirildi. Son zamanlarda, ABD'de, MP3 formatında kayıt dışı müzik indirenlere ağır cezalar getirildi. Önce CD, sonra da DVD yazıcılar işte bu yüzden gecikmeli olarak kullanıma girdi. Gelelim televizyon sektörüne. Geçenlerde, ABD'nin büyük televizyon kanalları büyük bir sorunla karşılaştı: Replay TV'nin son ürünü, TV programlarını kaydederken reklamları silmekle kalmıyor, bir de her türlü kanalı İnternet'te yayınlamaya olanak sağlıyordu. İnsan bu "İnternet canavarı"nın neler yapabildiğini okuyunca, TV kanallarına hak vennek zorunda kalıyor.
5) Standart etkisi
1976'da, Sony, Betamax video kasetlerini geliştirdi ve Amerikan film yapımcıları korsan kopyacılığa izin veriyor diye hemen Sony'ye dava açtı. Sony, müzik kasetlerine yıllardır kayıt yapıldığını söyleyerek, 1984'te davayı kazandı, ama Betamax zaman kaybetmişti ve kasetin patentini kimseye kiralamayan Sony, NC'nin VHS formatına yenildi. VHS, Betamax kadar ileri bir teknoloji değildi; ama NC her isteyene üretim lisansı vererek pazarı kapınca, Sony bile VHS videolar üretmek zorunda kaldı!
Resimdeki pramitte dört taraftaki basmakların sayısı en tepedeki kare biçimli yapı ile beraber 365 sayısını veriyor!!
Piramit" dendiğinde, doğal olarak insanın aklına Mısır'ın göremli piramitleri gelir. Ama oradan binlerce kilometre uzakta, zamanında baska uygarlıklar da piramit tutkunuymus! Bugün Meksika'nın sınırları içinde Aztek ve Mayaların bu saheserlerini görmek mümkün. Bu ülkenin kuzeyinden baslayarak güneyde Kostarika'ya kadar inen, adına topluca "Mesoamerika" denen bu üstün uygarlıkların tümünde, göğe tırmanan piramitler en benimsenmis mimari tarzı.
Chichen Itza'nın ünlü piramidi; Dört yanında, her biri 91 basamaktan oluşan, sarp, dar, taş merdivenin bulunduğu 30 metre yüksekliğindeki bu piramide yöre halkı "El Castillo", yani kale diyor. Dört merdivenin basamak sayısının toplamı 364 ediyor, buna en üstteki tapınak platformu da eklendiğinde, yılın gün sayısı olan 365 rakamı çıkıyor. Merdiven basları kutsal kus yılanı "Kukulkan" heykelleriyle süslü. 10'uncu veya 11'inci yüzyılda insa edildiği sanılan bu simetrik mimari saheseri, kilometrelerce uzaktan görülebiliyor.
El Castillo'nun biraz ilerisinde, Bin Sütunlu Tapınak ya da Savasçılar Tapınağı adı verilen muhtesem yapıtlar duruyor. Bin olmasa bile, bugün ayakta kalan sütun sayısı 221'i buluyor. Rasathanesi, stadyumu ve kutsal kuyu "cenote"sini de gördükten sonra, İspanyolların 500 yıl önce bu uygarlık karsısındaki saskınlıklarını bugün biz de aynen yasıyoruz!..
Cinde bile topraktan yapilmis piramitler bulundu.İlk Cin hukumdarinin mezari icine konulmustu.Ama Azteklerdeki piramitler Misirdaki piramitlerle dah cok benzerlik gosterir. 1-8yy. da yapilan Tientuakan da 50'den fazla piramit vardir.Ve de bunlarin en buyugu ile Misir piramitlerinin taban alanlari birbirlerine esittir.Peki Aztekler nerden esinlenip bu piramitleri yaptilar.Her 2 toplumunda piramitleri cennete ulasmak icin yaptiklari tahmin edilen bir dusuncedir.Ama Maya ve Azteklerin piramitlerinin tepelerinde kuleler vardir ve bu kulelerde insan kurban edildigi kanitlanmis bir gercektir.Günümüzden binlerce yil once Misirlilar mi güney amerika topraklarina vardilar yoksa Aztek ve Mayalar mi afrika topraklarina?Misirda bulunan bir cok mumyanin icinden tütün ve coco yapraklari cikti.Bu bitkiler sadece Güney Amerikada yetisiyor.