Salı günkü yazım çok olumlu tepkiler aldı. Çok umutlandım. Başarıyı sağlayan aile ile ilgili önemli noktaları paylaşacağım.
EVDEKİ KİTAP SAYISI
Freakonomics kitabının yazarı ünlü ekonomist Steven Levitt bir araştırma yapıyor. Çocuğun okuldaki başarısı ile "evdeki kitap sayısı" arasında çok büyük bir ilişki çıkıyor.
Şimdi hemen evi kitapla donatmaya kalkmayın. Kitapla donatmak ile olmuyor. Öğrenmeyi sevmek ve sevdirmek gerekiyor.
Japonya'da yaklaşık bir kişiye 22 kitap düşerken, bizde 6 kişiye 1 kitap düşüyor. Japonya, eğitimde en başarılı ülkelerden bir tanesi.
Kitap okuyan ve kelime hazinesi geniş olan çocuklar üç kat daha hızlı öğreniyor. Çünkü fikirler arasındaki ilişkileri daha çabuk kuruyor.
Örneğin, her çocuk, "balık" ile "deniz" arasında bir ilişki kurabilirken, sadece çok okuyan çocuklar "balık" ile "ağaç" arasında bir ilişki kurabiliyor.
Siz de kendinizi deneyin bakalım. Balık ile ağaç arasında nasıl bir ilişki var?
KAPASİTE GELİŞİMİ
Başarıyı sağlayan aile, çocuğun hayallerini, duygularını ve yeteneklerini bilir. Bu 'çocuğum ne olmak istiyorsun'dan çok öte bir şeydir.
Kapasitelerini geliştirmek için çocuklara fırsatlar sunar. Çocuklar sürekli etkinliklerde bulunur.
Halil Cibran'ın 'Ermiş' kitabında dediği gibi "Çocukların ruhları, geleceğin sarayında oturur ve sizler, düşlerinizde bile orayı ziyaret edemezsiniz."
SORGULAMA
Bence en önemli özelliktir. Başarıyı sağlayan aile, davranışların altında yatan sebepleri ve düşünme süreçlerini çocukların sorgulamasını sağlar. Onlara sorumluluk verir. Diğer aileler bu süreçleri durdurur. Aslında çoğu öğretmen de durdurur.
- Baba, niye yapıyoruz bunu?
- Çünkü ben öyle istiyorum. Sus! Yaşın küçük senin. Senin aklın ermez. Oğlum çok soru soruyorsun.
ZEKÂ VE ÇALIŞMA
Çocuklarınızın zekâsını övmeyin. Yani "benim çocuğum akıllı veya zeki" demeyin. "çalışkan" deyin.
'Zeki' derseniz çocuk şöyle düşünür: "Ben hata yaparsam ailem beni aptal sanacak. Zekâmı da değiştiremem. Ben zor işlerden kaçayım. Böylece hata yapmam."
Ama 'çalışkan' derseniz şöyle düşünür: "Başarısız olursam sebep az çalışmam. Daha çok çalışıp bunun üstesinden gelebilirim. Bunu değiştirebilirim."
OKUL VE ÖĞRENME
Bu ikisi farklı şeylerdir.
Çocuklarınıza "bugün okulda ne yaptın" diye sormayın. "Ne öğrendin" diye sorun.
- Kızım Vuslat, bugün okulda ne yaptınız?
- Tarih dersine bir profesör geldi. Onu dinledik.
- Kızım Vuslat, bugün okulda ne öğrendin?
- İlkçağ uygarlıklarını belirleyen etkenler coğrafi koşullar ve uygarlığın konumuymuş.
- Şimdi de öyle mi? Şu Amerika'ya bak bakalım.
Bunları bilin, yapın ve çocuklarınızı mutlaka okutun.
Besin maddelerine eklenen katkı maddeleri ve renklendiriciler renkleriyle göz alıyor ama içerdikleri katkı maddeleri çocukların sağlığını tehdit ediyor. Çocukların yanı sıra yetişkinler tarafından da tercih edilen; cips, çikolata, şeker gibi gıdalar sanıldıkları kadar masum değil.
Araştırmalar, gıdalardaki katkı maddelerinin çocuklardaki hiperaktivite ve dikkat eksikliği gibi psikolojik bozukluklarda rolü olabileceğini gösteriyor.
Ne işe yararlar?
Renklendirici maddelerin çocuk gelişiminde olumsuz etkileri olduğunu söyleyerek anne-babaları uyar Beslenme ve Diyet Uzmanı Oya Yüksek şöyle konuştu: "Katkı maddeleri tek başına gıda olarak tüketilmeyen, gıda ham veya yardımcı maddesi olarak kullanılmayan, tek başına besleyici değeri olan veya olmayan, imalat sırasında kalıntı ve türevleri mamul maddede bulunabilen maddelerdir. Bunlar ayrıca, bir gıdanın üretilmesi, tasnifi, işlenmesi, hazırlanması, ambalajlanması, taşınması, depolanması sırasında gıdanın koku, tat, görünüş, yapı ve diğer niteliklerini korumak, düzeltmek veya istenmeyen değişikliklere engel olmak ve düzeltmek amacıyla kullanılmasına izin verilen maddelerdir."
Gıda katkı maddelerini tanımlamak ve herhangi bir karışıklığa yol açılmaması için E harfi ve üç rakamlı sayıların kullanıldığını söyleyen Yüksek, "Avrupa Birliği tarafından her katkı maddesi için bir kod belirlenir. Katkı maddesi olarak tanımlanan tüm kimyasallar bu kodlama sisteminin içindedir" dedi. Gıda katkı maddelerinin işlevlerine göre de sınıflandırıldığını kaydeden Yüksek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Koruyucular, tatlandırıcılar, antioksidanlar, renklendiriciler, taşıyıcı solventler, asitler, aroma arttırıcılar, jelleştiriciler, köpük oluşturucular, nişastalar ve daha birçok madde gıdaları istenen şekle ve renge getirir." İngiltere'deki Southampton Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma ise, renklendirici denilen boya katkı maddelerinin hiperaktif çocukları olumsuz etkileyebileceğini gösterdi. Çalışma sonunda; 8-9 yaş arası çocukların boya katkılarından olumsuz etkilendiği tespit edildi. 3 yaş grubu çocuklarının ise bunların kana sadece bir kez karışmasıyla bile olumsuzluk yaşadıkları belirlendi.
Etiketler dikkatle okunmalı
Çocuklardaki hiperaktivitenin; genetik faktörler, erken doğum ve çevresel nedenler gibi birçok faktöre bağlı olduğunu belirten Diyetisyen Oya Yüksek ekledi: "Katkı maddeleri hiperaktiviteyi tetikleyen etkenlerden sadece biridir. Çocuklara sağlıklı besin seçimi öğretilmelidir. Onları hazır gıdalardan uzak tutmakta yarar vardır. Anne-babalar etiket okuma alışkanlığı edinmeli ve bu alışkanlığı çocuklarına da kazandırmalılardır.
Renklendirici bulunan gıdalar
Tükettiğiniz gıdalar;
- Sunset yellow (E 110)
- Tartrazin ( E102)
- Karmoisine (E 122)
- Panceau (E 124)
- Quinoline ( E 104)
- Allura red ( E 129)
- Sodyum Benzoat ( E 211) gibi katkı maddeleri içeriyorsa dikkatli olmanızda yarar var. Bu maddeler alerjiye yol açabilir.
Meyve ezmelerinde, gazlı içeceklerde, hazır pudinglerde, toz kremalarda, çorbalarda, soslarda, dondurmada, tatlılarda, sakızda, jellerde, marmelâtlarda, meyveli yoğurtlarda, reçellerde, ketçap, mayonez ve hardalda bu tür katkı maddeleri bulunmaktadır.
Bakkaldan veya marketten yumurta alırken kabuğunun rengi sizin için önemli mi, bu konuda bir tercihiniz var mı? Sizce kabuk renkleri farklı olan yumurtaların içleri de besin değeri olarak farklı olabilir mi? Tavukların niçin bazılarının yumurtaları beyaz da bazılarının açık kahverengi?
Bu konuda iki zıt ama ikisi de yanlış olan görüş var. Kabuktaki beyaz rengin, yumurtanın ideal oluşumunu tamamladığını gösterdiğini, bunun dışında bir renk değişiminin kalitede düşüş anlamına geldiğini iddia edenlerin yanı sıra kabuğun rengi ne kadar koyu ise besin açısından da o kadar değerli olduğunu ileri sürenler de var. Genellikle Avrupa ülkelerinde kahverengi yumurtalar makbul sayılırken ABD'de durum tam tersidir.
Oysa her iki görüş de yanlıştır. Besin değeri, lezzet ve pişme karakteristikleri bakımından her iki renk yumurtanın da içi aynı değerdedir. Her iki yumurtada da aynı miktarda protein, mineral ve vitaminler (C vitamini hariç) vardır. Tabii tavuğun yediği yemin kalitesi de belirli farklar yaratabilir.
Yumurtanın içi değil de kabuğunun rengi ile haklı olarak ilgilenenler sadece onları paketleyenler ve satanlardır, çünkü bir pakette hep aynı rengin olması müşteri tarafından tercih edilmektedir.
Tabiatta yaşayan hayvanların yumurtalarını renkli veya koyu renkte hatta gölgeli ve çizgili şekilde yumurtlamalarının ana nedeni, bu yumurtaları yemek isteyen düşmanlarına karşı kamuflaj yaparak neslin devamını sağlamaktır.
Yumurtaların kabuklarının renklerini, tavuğun kökenine, atalarının yaşadığı yerlere bağlayanlar da var. Bu görüşe göre Asya kökenli tavukların yumurtaları kahverengi, Akdeniz kıyıları kökenlilerin ise beyaz oluyormuş.
Daha çok kabul gören bir diğer görüşe göre ise beyaz kabuklu yumurtalar beyaz ibikli ve kulak memesi beyaz olan tavuklar tarafından yumurtlanıyormuş. İbik ve kulak memesi kırmızı olanlar ise kahverengi kabukları olanları yumurtluyormuş.
Kabuğu hangi renk olursa olsun işte size yumurta ile ilgili bazı faydalı bilgiler: Yumurtayı haşlayıp haşlamadığınızı unuttunuz. Masanın üstünde fırıldak gibi döndürün. Eğer hemen duruyorsa taze yani pişmemiş, biraz daha uzun süre dönmeye devam ediyorsa içi katı yani haşlanmış demektir. Yumurtanın tazeliğini merak ediyorsanız suya koyun, taze ise suda batacak, bayat ise yüzecektir.
Yumurtada hemen hemen hayati tüm vitaminler vardır. Bulunmayan tek vitamin C vitaminidir. Yumurtanın besin değeri yüksek olan kısmı sarısıdır. Akı ve sarısı karıştırılarak, omlet gibi pişirilen yumurtalarda, aktaki bazı maddeler sarıdaki vitaminlerin bir kısmının etkilerini yok ederler.
Kalori açısından et ve süt ile mukayese edildiğinde 55 gramlık bir yumurta, 40 gram yağlı sığır etine veya 100 gram yağlı süte eşdeğerdedir.
Malzemeler:
400 gr. Mantar
1/2 Limon Suyu
1 Çay Kaşığı Tuz
1 Su Bardağı Su
Ön Söz:
Taze mantarlar uzun süre tazeliğini koruyamazlar. Zaman içerisinde sulanarak çürürler. O nedenle, mantarları uzun süre saklamanın yolu ise, haşlayarak kendi suyu içerisinde kavonozlarda saklamaktır. Bu sayede mantarlar tat ve lezzetinden bir şey kaybetmezler. Tarifim mantarlarınızı uzun süre koruyacaktır.
Ön Hazırlık:
Mantarların kök kısmı kesilmemişse kesilecek ve iki su yıkanacak, süzülecek.
Maharetini Göster:
Tencere içerisine su, 1/2 Limon suyu, tuz katılacak, karıştırılacak. Tencerede ki su kaynadıktan sonra mantarlar tencereye ilave edilecek ve karıştırılacak. Tencere kaynamaya başladıktan sonra kapağı kapatılacak. Saat'a bakılacak bir yere not edilecek. Ara sıra tencere karıştırılacak. 5 Dakika süre sonunda mantarlarınız hazır. Mantarlar, tencere içerisinde suyu ile beraber soğutulacak. Soğuduktan sonra uygun bir kap içerisinde, kendi suyu ile birlikte muhafaza edilecek. Sonrası malum.
'Kolay Gelsin'
Görünüşleri fareleri andırıyor. Her birinin bir sahibi var ve köle gibi çalıştırılıyorlar. Her birinin hazin bir hikayesi var.
Onlara "Fare İnsanlar" deniliyor. Çünkü görünüşleri gerçekten çok farklı. Kulaklarının şekli, yüz yapıları, gözlerinin birbirine yakınlığı, ağız ve burunlarının duruşu, fareleri andırıyor.
Tıp dilinde "mikrosefal" olarak geçen bir rahatsızlığın sonucunda böyle görünüyorlar. "Mikrosefal" kelimesi ise Yunan kökenli ve "küçük kafa" anlamınıda...
Peki, nerede yaşıyor bu "Fare insanlar"?
Dünyanın pek çok yerinde bu rahatsızlığı taşıyan doğumlar olabiliyor. Ancak Pakistan'ın Pencap eyaletinin Gujarat kenti, "Fare insanları" bölgesi olarak biliniyor. Onlara oralarda "chua" deniliyor.
EFSANEYE GÖRE BİR LANET
Efsaneye göre, asırlar önce, bölgede yaşayan pek çok kadın çocuk sahibi olamıyordu ve sonunda çareyi tapınağa gidip tanrı Shuma'ya yalvarmakta bulmuşlar. Tanrı Shuma, onlara istedikleri gibi anne olma sevincini yaşatmış ama bir de şart koymuş. Buna göre, her bir kadın, ilk çocuğunu Tanrı Shuma'ya vermek zorundaydı ama kadınlar buna yanaşmadı. Tanrı Shuma kzıdı ve bu kadınların çocukları böyle garip görünüşlü doğmaya başladı...
PAKİSTAN'IN FARKLI KÖLELERİ
Her birinin bir sahibi var. Anne babalar, bu sorunla dünyaya gelen çocuklarını bazen "Fare İnsan"ları çalıştıran şebekelere kiralıyor ya da satıyorlar. Onlar da "Fare İnsanları" köle gibi çalıştırıyor. En çok da dilencilik yaptırılıyor. Her biri günde ortalama 400 rupi (yaklaşık 8 dolar) kazanıyor.
Bölgenin en ünlü tapınağı olan Shuma Dulah'ta "Fare İnsanlar"a adım başı rastlamak mümkün. Burada yaklaşık 1000 tanesine dilencilik yaptırıldığı belirlendi. Ama durumlarını iyileştirecek hiçbir girişim yok.
Onlar, bu devirde, en acı kölelik örneklerinden biri....
Sedef, saçkıran ve vitiligo hastalıklarının tedavisinin yapıldığı Küba'nın başkenti Havana'daki Histoterapia Placentaria Sağlık Merkezi, Ocak ayında 10 Türk hastayı kabul edecek. Merkezin, şimdiye kadar 90 ayrı ülkeden binlerce hastayı sağlığına kavuşturduğu bildirildi.
Sedef, saçkıran ve vitiligo hastalıklarının tedavisinin yapıldığı Küba'nın başkenti Havana'daki Histoterapia Placentaria Sağlık Merkezi, Ocak ayında 10 Türk hastayı kabul edecek. Merkez, şimdiye kadar 90 ayrı ülkeden binlerce hastayı sağlığına kavuşturdu.
Sedef, saçkıran ve vitiligo hastalıkları konusunda faaliyet gösteren dünyadaki tek klinik olan Histoterapia Placentaria Sağlık Merkezi, 13-19 Ocak tarihleri arasında 10 Türk hastayı kabul edecek. Geliştirdiği tedavi yöntemleriyle sedef, saçkıran ve vitiligo tedavilerinde dünyaca ünlü sağlık merkezi, her ay 350 Kübalı ve 80 yabancı hasta kabul ediyor. Şimdiye kadar 90 ayrı ülkeden binlerce hastayı sağlığına kavuşturan klinik, Ocak ayı için de 10 Türk hasta için kontenjan ayırdı.
Histoterapia Placentaria Sağlık Merkezi'nde hastalara yapılacak ön kontrol ve teşhisin ardından özel ilaçlarla günde iki seans olmak üzere tedavi uygulanacak. Patentleri Küba'da olan ilaçlarla yapılacak tedavinin ardından ilaçların geri kalan kısmı periyodik olarak hastalara kargo ile gönderilecek.
13-19 Ocak 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilecek sağlık turunun fiyatı ise, 120 Euro'luk biyopsi ile ilaç fiyatları hariç 2000 Euro olarak belirlendi.
Kısa süreli olmasına rağmen çok ciddi ve can sıkıcı belirtileri olan sıkıntı-korku hali ile karakterli panik nöbetlerinin eskisinden daha sık görülmeye başlamasının pek çok nedeni var.
Uzmanlara göre panik nöbetleri toplumun neredeyse %10 kadarını etkileyen yaygın bir psikolojik sorun. Panik bozukluk ise, ne iyi ki, daha seyrek görülüyor. Panik ataklar ergenliğin geç dönemiyle erken erişkinlik çağında görülmeye başlıyor, orta yaşlarda sıklaşıyor. Panik bozukluğun kadınlarda erkeklerden daha sık görülen bir problem olduğu da biliniyor. Panik nöbetlerine eğilimi olanları ekonomik kriz gibi dönemler daha çok etkiliyor. Korku, endişe ve güvensizlik bu nöbetleri davet eden önemli durumlar. Sorunun çözümü için mutlaka bir psikiyatr ile işbirliği yapmak gerekiyor.
Panik atağın belirtileri neler?
Panik atakların duygusal ve bedensel işaretleri var ve çoğu zaman bunlar iç içe oluyor. Bedensel işaretlerin en sık görülenleri göğüste ağrı veya rahatsızlık hissi. Bu durum bazen çarpıntı veya kalp hızında artma (taşikardi) ile birlikte olabiliyor. "Kalp krizi" sanılarak ciddi bir telaşa yol açabiliyor. Boğulma hissi, boğazına bir şeylerin düğümlendiği duygusu, hava açlığı ve nefes alamama hali, yüz kızarması, titremeler, baş dönmesi, baygınlık hissi, terleme, uyuşma ve ürpermeler de sık görülen belirtiler. Ataklarda ölüm korkusu, kontrolü kaybetme endişesi ve yabancılaşma, çevreden kopma hissi de oluşabiliyor. Aslında "sapasağlam biri"siniz ve bütün bu gürültünün arkasında ciddi bir bedensel problem bulunamıyor.
Yapay tatlandırıcılar zararlı mı?
Şekeri o kadar çok kullanıyoruz ki boş bir kalori kaynağı olmaktan öte hiçbir yarar sağlamayan bu besin neredeyse temel besin maddelerimizden biri oldu. Şeker kullanımı arttıkça kilo sorunu ve diğer kronik hastalıklar yaygınlaştı. Şekeri aşırı miktarda tüketmek şeker hastalığına, hipertansiyona ve kalp damar hastalığına yakalanmayı kolaylaştırıyor. Çocuklarda diş çürümelerine sebep oluyor. Ayrıca şekerin erken yaşlandıran bir besin olduğundan da kuşku duyulmuyor. Özellikle kilo sorunu olanlar ve şeker hastalığına yakalananlara şeker ya hiç önerilmiyor ya da sınırlı miktarda tüketilmesi isteniyor. Bu durum şeker yerine kalorisi düşük veya olmayan bazı yapay tatlandırıcıların kullanımını yaygınlaştırdı. Bu alternatif tatlandırıcıların tamamı sağlık kuruluşları tarafından dikkatle izleniyor. En yaygın kullanılanları aspartam, sakarin ve asesülfam. Süklaroz ve siklamat da onaylanmış tatlandırıcılar arasında yer alıyor. Prensip olarak yapay tatlandırıcıları gebelik ve emzirme dönemlerinde kullanmamak gerekiyor. Fenilketonüri hastalarının aspartam içeren tatlandırıcılardan uzak durmaları tavsiye ediliyor. Hiçbir zaman, hiçbir tatlandırıcıyı gönül rahatlığı içinde kullanmamak ve kullanılabilecek en az miktarı kullanmaya çalışmak şart. Yani kendi hazırladığınız içeceklere minimum tat sağlayacak şekilde bunları ilave etmenizde yarar var. Biz prensip olarak yapay tatlandırıcılardan uzak bir beslenme tarzı tavsiye ediyoruz. Ancak sınırlı miktarda kullanıldıklarında bu kimyasalların ciddi bir sağlık zararlarının olmayacağını düşünüyoruz. Sonuç olarak bunlar da birer kimyasal maddedir. Kullanmamak en iyi yoldur.
İştahı azaltan yiyecekler hangileri?
İştahı azaltan bir yiyecek yok ama bazı maddelerin iştahı dengelediği söylenebilir. Kepekli yiyeceklerin (özellikle yulaf kepeğinin), aç karnına yenilen kromdan ve doğal yağlardan zengin kabuklu yemişlerin iştahı azalttığı biliniyor. Salatalık, haşlanmış veya çiğ karnabahar, haşlanmış lahana gibi yiyeceklerin de tokluk hissini güçlendirdiği belirtiliyor. Yemeklerden yarım saat önce yenen elma ve armudun da tokluk sağlayıcı etkisi olabiliyor. Ananasın da tokluk duygusunu güçlendiren bir meyve olduğu aklınızda olsun. Ananasta bulunan bromelin isimli madde sindirimi kolaylaştırıcı bir enzim gibi çalışıyor.
Viagra mı, Cialis mi, Levitra mı?
Sertleşme bozukluğu ile mücadelede kullanılan ilaçların etkin mekanizması üç aşağı beş yukarı aynı. Kullanıma ilk önce Viagra verildi. Bunu Cialis ve Levitra izledi. İkinci ve üçüncü ilaçların birinciden temel farkı daha uzun süre etkili olmaları. Cialis ve Levitra, Viagra'dan kanda daha uzun süre kalıyor, bu nedenle de etki süreleri 36 saate kadar uzayabiliyor. Bu nedenle de son iki ürünü "hafta sonu hapı" diye tanımlayanlar var! Bu üç ilaçtan hangisinin size daha uygun olduğuna karar vermeden önce doktorunuzla konuşmanız gerekiyor.
Hangi ağrı kesici zararsız?
Ağrı kesicilerin her birinin farklı organ ve dokulara zararı var! Çok yaygın kullanılan ağrı kesicilerin bile bazen ciddi organ zararlanması yapabildikleri biliniyor. Aspirin ağrı kesici olarak en yaygın kullanılan ilaç ve en önemli yan etkisi sindirim sisteminde. Özellikle midede meydana getirdiği kanamalar bu ilacın kullanımını sınırlıyor. Aspirin kanama eğilimini de arttırıyor. Aspirin bazı kişilerde ağır karaciğer hasarı, alerjik sorunlar, sıtma krizlerine de yol açabiliyor. Romatizma tedavisinde kullanılan ağrı kesicilerin ise başta böbrekler olmak üzere mide ve diğer organlarda yan etkileri ortaya çıkabiliyor. Çok yaygın kullanılan asitaminofen yapısındaki ağrı kesicilerin mide üzerinde daha az yan etkisi var. Ancak bunlar da yüksek dozda alındıklarında karaciğer ve böbreklere zarar verebiliyor. Kısacası yan etkisi olmayan, güvenle kullanılabilecek bir ağrı kesici bulmak kolay değil. Bizim önerimiz ağrı kesicilere sık ihtiyaç duyduğunuz andan itibaren durumu doktorunuzla tartışmanızdır. Çünkü sizi ve bedeninizi, sağlık geçmişinizi, risklerinizi, kullandığınız diğer ilaçların etkilerini en iyi o bilecektir.
Tiroid hastalıkları belleği etkiler mi?
Tiroid bezinin aşırı çalıştığı (hipertiroidi) durumlarda da bellek gücü azalabilir ama bellek sorunları en çok, tiroid bezinde hormon üretiminin azaldığı durumlarda (hipotiroidi) ortaya çıkıyor. Hipotiroidi erken dönemde fark edilmez, uzun sürerse, özellikle ağır ve ilerleyici bir hipotiroidi söz konusu olursa yaşlı insanlarda bellek problemleri artıyor. Örneğin, Haşimoto hastalığı olan bir yaşlıda hastalığın ilk ve tek belirtisi ilerleyici bellek kaybı olabiliyor. Kısacası birden ortaya çıkan, ilerleme ve derinleşme eğilimi olan bellek sorunlarında tiroid fonksiyonlarını gözden geçirmekte yarar var.
Ben Hep ağladım
Işığım olmadın karanlık gecelerimde
kanayan yarama merhem olmadın
'gel' dedim, 'dön' dedim
hiçbir çağrıma cevap vermedin
sen sessiz kalmayı tercih ettin
derdime derman olmadın
aksine derdime dert ekledin
ben hep ağladım.
Ben hep ağladım
yakıştıramadılar bana gözyaşlarını
bende bu sensizliği kendime yakıştıramadım
ben hep ağladım
silmedim hiç gözyaşlarımı silenimde olmadı
hep akışına bıraktım
ben hep ağladım.
Ne desem biliyorum seni bana getirmez
şu deli gönlüm bir sana yandı
ağlamam inlememde fayda etmez
vuslat başka bahara kaldı
ve bende bir sende kaldım
seninse umurunda bile olmadı
ben hep ağladım.
Ey beni gözyaşına sürgün eden yar...
Ey beni en derinden inciten yar
inşallah sen hiç ağlamazsın
düşmezsin kara sevdaya da incinmezsin
inşallah hep seni bulur mutluluklar..
Beni düşünme benim kaderim bu