Bilseydim;
hep böyle sessiz kalır bu şehir sensiz?
hep böyle hüzün kokar geceler?
hiç hayal kurar mıydım?...
Bilseydim ayazda öksüz kalır düşlerim
kar yağar gönül şehrime hep
semtine uğrar mıydım?
Bilseydim yaralı bir tren ömür
her durakta seni arayacağım
bulutlandığında gözlerim
içimde umutlar besleyip
her bahar rüzgarlara soracağım
bilseydim kırılır kanadım kolum sen giderken
bilseydim göz göz olur yaralarım seni beklerken
bilseydim üşür ömrümün goncası seni özlerken
hiç sana gönül verir miydim?
sevgilim der miydim?
Bilseydim;
üşürüm hep sensiz geceler de
nemli kirpiklerle sarılıp yastığa
her gece ah çeker miydim?
Leyla'sını yitirmiş mecnun misali
aşk çölünü bekler miydim?
her yandığında yüreğim
şiire, aşka sığınır mıydım?
dolanır mıydım kördüğümlere?
yarasalar uçurur muydum kör karanlığa
kahrolur muydum aşk için?
Bilseydim; biraz sancı, biraz acı
özlemin adıdır yazılan her şiir
Bilseydim; her seven biraz Mecnun
her sevdanın sonu ayrılık
ve nankördür aşk
sana kalbimi verir miydim?
için için erir miydim
Bilseydim;
bir ömür hep bekleyeceğim
üşüyen yaralarımla seni özleyeceğim
koynumda yaralı kalır kır çiçeğim
hiç kahrını çeker miydim?
yollarına yüreğimi eker miydim
Bilseydim; özler miydim seni
uzakları gözler miydim
kurar mıydım onca hayal
kıyı köşe boynumu büker miydim
senin için gözyaşı döker miydim
ve bilseydim;
kafama vurmana
kalbimi kırmana
mutluluğumu almana izin verir miydim
Bilseydim;
kırık bir dal yalnızlığı ömür
karalar bağlar mıydım aşk için?
bulut olup ağar mıydım
yağmur olup yağar mıydım
öksüz çocuklar gibi mahzun ve biçare
oturup bir köşede gizli gizli ağlar mıydım...
Geldi hazân, yine hicran,yine hüsran, yine giryân bana düştü ah! ..
yine firgat, yine hasret,yine figan, yine efgân cana düştü ah! ....
attı felek, her birimiz bir yana düştü
ince bir duman gibi geçip gidiyor zaman
yan ey gönül yan, şimdi dermansız derdine yan
hüzünlere yazılmış bir ömür bizimkisi neylersin
ah! leyli yar...
kış geldi, yine tipi, yine boran, yine duman
yine her gece kalbimize yağıyor kar...
gitme
acılara mahkum olur yüreğim
ardında fırtınalar kalır, ayrılıklar, anılar, yanlızlıklar
boynu bükük aşklar, gözü yaşlı şarkılar
alışamam yokluğuna, yokluğun ölüm
gitme
içimdeki bütün vagonlar devrilir
bir kar yağar istasyonlara, üşürüm
gitme kal sevdiğim terketme beni
umutsuz çaresiz bekletme beni
bütün ormanlar ateşe verilir
kuşlarda gider bu kent de, ölürüm
gitme kal
menevşeler açsın dağlarda
sevince dönüşsün gökyüzü
iki çığlık arasında bırakma beni ah gülüm
yokluğuna alışamam yokluğun ölüm
gitme
bütün ormanlar ateşe verilir
kuşlarda gider bu kent de, ölürüm
Diyecektim ki gülüm;
Mevsim hazan mevsimi, mevsim gözyaşı mevsimi... Mevsim ayrılık mevsimi. Tarifsiz bir hüznün sarmalındayız. Anlatılması zor, ifadesi güç. Fikirler tel tel, şehra şehra düşünceler, duygular buruk buruk....
Bir yanı bahardır kıyılarımızın bir yanı cehennem.
Durmadan gözyaşı dökülüyor yüreğimizin üstüne. Acıdan, ayrılıktan haritalar ekleniyor alnımızın çizgilerine...
Sararan yapraklar tutunamıyor artık dallarda gülüm! Rüzgar estikçe savrulup gidiyor her biri bir yana. Katar katar turnalar göçüp gidiyor üstümüzden...
Diyecektim ki gülüm;
mevsim hazan mevsimi, mevsim hüzün mevsimi, har düşmüş bağlara, bahçelere. Yapraklar üşüyor, yapraklar düşüyor dalından. Turna göçü gibi yapraklarında göçü başladı gülüm! ...
Diyecektim ki gülüm;
mevsim hazan mevsimi, mevsim kıran mevsimi. Her taraf ölümlerle acılarla dolu. Kan gölüne döndü dünya. Dört bir tarafta barut kokuları geliyor. Her tarafta savaş, kan gözyaşı var. Her tarafta bir kaos sürüyor... Bu yüzden karalar giydik gülüm! . Utandık insanlığımızdan! .
Bacakları kopan çocukların feryatları doluyor yüreklerimize. Çığlıkları, çocukları ölen anaların. Hiç bu kadar sahipsiz, hiç bu kadar umutsuz, bu kadar çaresiz kalmamıştı yüreğimiz.
Gerçeklerle hayallerin karıştığı, rüyalar şehri İstanbul'da bombalar patlıyor durmadan. Özlemler, hayaller ıstırap veriyor artık... Her ah! çekişte içimiz titriyor... Derin bir ah gibi sızlıyor yüreğimiz... Yüreğimiz parça.parça..
Güvercinlerin öldürüldüğü, defnelerin sessizce ağladığı günlerdeyiz gülüm! ...
Diyecektim ki gülüm;
Çiçektir çocuklar: Bakım ister, özen, özveri, güven ve sabır ister, açmak için çiçeklerini bahara... Hepsinden önemlisi şefkat, sabır ve sevgi ister... Sulanmak ister sevgi pınarlarıyla... Tomurcuk tomurcuk açmak için dünyaya çiçeklerini... Sevgisizlikle solmamak için yaprak yaprak...
Diyecektim ki gülüm;
Bahçedir çocuklar:. Tohumdur ekilir, sürer filiz filiz.. Umudu besler bağrında. Emek ister, bakım ister... Büyür, olgunlaşır, sevgi meyvesi verir; sevinçle koklar ve tadarsın. Karşılık beklenmez, verdiğini alırsın...
Diyecektim ki gülüm;
Yüreklerimizi yıllardır sıcak ve hillesiz bir sevgiye kilitleyip, umutla,özlemle geleceğe dair apak düşler kurduk. Güneşli, aydınlık, güzel günlerin özlemini çektik. Belki biraz yorgun, belki durgun, ama yine de umutlu, yine de mutlu, sevgiyi işleyip mavilere, bütün yollara, dallara, dağlara gül yazdık.
Sevgiyi, umudu, güveni, dostluğu, barışı, özgürlüğü, mutluluğu ve bunların getireceği güzellikleri bekledik ölümüne...
Diyecektim ki gülüm;
Geleceksin diye bütün yollara gül döktük. Güvercinler uçurduk mavilere.
Sevgiyi,dostluğu, barışı, baharı, sevinci getireceksin diye dağlara, ovalara, denizlere. Bunca çirkinliklerin içinde güzelliği, saflığı, temizliği getireceksin diye kirlenmiş hayatımıza, yıldızlara haber saldık...
Diyecektim ki gülüm;
Yaşamak güzel... Yaşamak bir çiçek gibi, dört mevsim güzel kokular saçıyor üzerimize... Sevgiyle bakıyor herkes biribirine, sevgiyle sarılıyor... Kinler, düşmanlıklar, kötülükler Kaf Dağı'nın ötesine sürülmüş...
Diyecektim ki gülüm; Gel!
Yorulduk yollarına gül döküp beklemekten. Ey ömrümüzün taze gülü, ey gözleri öksüzümüz, her hazan bir gül getirip yüreğimize bırak ki, sevdamızın ateşiyle yakalım saçlarını yeryüzünün...
Diyecektim ki gülüm;
Herşeye rağmen yüreğinde bin umut taşıyor çocuklar gelecek baharlara...
Dünyanın dört bir tarafında barış ve umut şarkıları söylüyor... Özgürlük ve mutluluk şarkıları söylüyor çocuklar, diyecektim...
Ama diyemedim, diyemedik gülüm! ...
Kapımızda nöbet tutuyor ölüm...
Herkesin konuştuğu bir dünyada
ben sustum!
ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
kendimle konuşuyorum şimdi yalnız...
yalnız yüreğimle dokunuyorum sesime
kimse duymuyor...
Sustum!
Bin ah sürüp dudaklarıma
ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
sustu benimle deniz,
sustu deli dalgalar, sustu martılar...
umutlarımı sarıp rüzgarlara
uzaklara savuruyorum her gece
yıldız yapıp serpiyorum gökyüzüne
kimse görmüyor...
Sustum!
Tam acılarımı haykıracaktım ki,
sustum
ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
bir çığlık kanıyor demedim, en derininde yüreğimin...
içimdeki volkanları boğarak sustum!
açmadım kimselere yüreğimi
hançeri sadece kendime sapladım
sapladım ve sustum!
hüznü yüzümde,
acıları gözlerimde topladım sustum! ..
Sustum!
sustu dudağımdaki şarkı,
gözlerimdeki şiir
yaraları yalayan rüzgar
sokaklarında kahrolduğum şehir
gözlerim konuşuyor yalnız!
Saçı ağarmış hayaller
nemli kirpiklerle
bulutlandığında gözlerim
gökte şimşek olup çakıyorum
kimse görmüyor...
Sustum!
tuz basıp yaralarıma!
ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
içinde volkanlar taşıyan bir derviş gibi
yaslanıp yalnızlığın duvarına
gül döküp kalabalıklara her gece
kimsesiz geziyorum gönül ülkemi
kimse bilmiyor...
Sustum!
tam sevdiğimi haykıracaktım ki, sustum
sustu benimle gök, sustu dağ, sustu toprak
acılar konuşuyor şimdi yalnız
yaralı gönlümün sızıları konuşuyor
tutup öldürüyorum içimdeki sevdaları bir bir
atıyorum uçurumlardan
kimse görmüyor
Ne zaman
dudaklarından öpmeye kalksam hayatı
saçlarını koklasam rüzgarların
içimde incecik bir sevgi ürperiyor
sarı hüzünler dökülüyor gönül bahçeme
gelmiyor beklediğim bahar
yaralar merhem tutmuyor
gözyaşı olup dökülüyorum kaldırımlara
kimse silmiyor
yağmur dinmiyor
sevdiğim bilmiyor
Sustum!
sustu benimle sarı sabır,
sustu hasret, sustu zaman
yalnız gözlerimle dokunuyorum hayata
kimse duymuyor
Sustum!
İçimde dalgalar kabardıkça volkanlar gibi
sustum
sustu dudağımdaki şiir
gözlerimdeki nehir
gönlümdeki yara
bulutlar haykırdı isyanımı
şimşekler haykırdı
sadece ben duydum
sadece ben
Ey beşiğini sallayıp boğduğum hayat
ey kucağımda büyütüp öldürdüğüm sevgi
yaralar merhem tutmuyor
geceler avutmuyor
ben sustum
acılarım konuşuyor yalnız
yaralı gönlümün sızıları konuşuyor
Ben sustum!
susmuyor yüreğimi kavuran kasırga
pencereme vuran yağmur damlaları
susmuyor dışarda inleyen rüzgar
yıldızlar küs
ay üzgün
yağmur dinmiyor
içimde binlerce şiir kanıyor her gece
kimse bilmiyor
kimse duymuyor
sustum!
sustu benimle sarı sabır, sustu hasret,
sustu hayat, sustu zaman
acılar konuşuyor yalnız
acılarım konuşuyor
kimse duymuyor...
duymuyor...
duymu...
duy...
Herkesin akıllı olduğu bir dünyada
delinin biriyim ben
asi bir rüzgar
gazel düşmüş yapraklar gibi
oradan oraya savrulan
aykırı bir adamım yani
ne kadar sussamda
delirmiş çığlıklar var içimde
ait değilim bu kirli çağa
istemediğim bir hayatın yamacında
sırtımda gamdan dağlar taşıyorum.
yüreğimin içinde yaşıyorum hep
bir yanım vizeli, bir yanım kaçak
sevgisizlik sarmış heryeri
ayağa düştü aşk
tutunduğum dallar incecik,
kırıldı kırılacak...
Deliyim ben, delinin biri
hüzün ve ah kokulu bir günah
hayatın bilge ve kırılgan yanı
yalnız ve yorgun
bir yanımda gamdan dağlar
bir yanım uçurum
Herkesi ben gibi sandım
yanıldım
ne ben kimseye benzeyebildim
ne de kendime kimseyi benzetebildim
dönendim durdum uclarda
herkesin acısından pay kaptım.
sarıp ipek bir mendile yaralarımı
içime attım.
yalnız gülerken sevdi beni insanlar
ağlarken ağlamadı benimle kimse
kazandıklarımın yanında,
yitirdiğim çok şey var hayatımda.
ne bireysel olabildim ne de toplumsal
yaşamı sorgulamadan,
ve hep erteleyerek geçip gitti zaman...
kendimi ihmal edip,
başkaları için yaşadım hep...
şiirler yazdım, resimler çizdim
ağıtlar dizdim
yine de kendimsizdim...
dilimde ertelenmiş sözcükler
gözlerimde gerçekleşmeyen hayaller kaldı
bir türlü yeşertemedim kurumuş dallarımı
başkalarının çizdiği yolda gidip geldim bir ömür...
Deliyim ben
yüreğimde umut,
gözlerimde tanımsız hüzün kırıkları taşıyorum.
düşündüğüm hiç bir şeyi paylaşamadım
düşüncelerim içimde saklı kaldı hep
sıkışıp kaldım bildiklerim ile bilmediklerim arasında
bir kelepçe gibi takıp kollarıma yalnızlığı
sürülerin tuttuğu bir yolda,
gidip geldim öylesine bir başıma
aldırmadan gözyaşıma...
Yüzümüzü sulara bıraktık
hayallerimizi sıvası dökülmüş duvarlara
sardıkça yangınlar içimizi
yoksul bir yaşamın cenderesinde
yaralarımız üşüdü...
Önce miydi, sonra mıydı,
kar mıydı?
yağmur muydu?
bilemedik?
üşüdükçe içimize çöktü sis...
Hep sancısını çektik kahreden hayatın
ne giysek yakışmıyor hüzünden başka
eğilip bakmaya korktuğumuz,
sahipsiz mezarlara döndü içimiz.
her akşam tanımadığımız bir hicran
görmediğimiz bir ıstırap çaldı kapımızı...
Kalbimizi bir vefasız,
ömrümüzü bir hayırsız aldı
hayatın çıkmazında hep teselli aradık
buruk gülümsemeler dindirebilir mi hüznü ah! Can?
kime ne verebiliriz ki,
gönül mü?
ömür mü?
can mı?
mal mı?
yok, yok yüreğimizden başka servetimiz
Her baktığımız göz yuttu gönlümüzü
hançerini sapladı her tuttuğumuz el
hangi adaya sığınsak ihanet kokuyor.
nereye gidebiliriz ki ah! Can,
yüreğimizden başka
sokaklar çıkmaz sokak ömrümüzde,
kahretsin...
Çıktığımız her yolculukta
düştüğümüz her kalabalıkta
ıssız bir kıyıda üşüdü ömrümüz
yetim bir ruh, nemli gözlerle
her gece sarılıp bir hayale,
yalnızlığımızı alıp bastık bağrımıza...
kırgındık mevsimlerin koynunda, yaralıydık
acılarla yattık, acılarla kalktık,
bir ömür acılara acılar kattık
kurudu gözpınarlarımız,
karanlığı siper edip gözlerimize
yüreğimizle ağladık.
Kimsesiz bir çocuğun yüreğine çizip resimlerimizi
kayıp mezarlara gömdük,
yüzümüze siper ettiğimiz gülüşleri
ve yükleyip sevdalı bir kuşun kanadına anılarımızı
ardında el açıp aşka ve acıya ağladık...
Hep yüreğimizde saklı tuttuk sevgimizi,
gözlerimizde, yüzümüzün hüznünde saklı tuttuk...
gökyüzünü doldurup soluğumuza
isyanımızı kilometrelere zincirleyip
kayıp bir vadide idam ettik geçmişimizi...
Gidenler dönmedi ah! Can
solgun bir güz bahçesi renginde,
boynu bükülü gelincikler gibi kaldık
yaralı uçurumları birer birer koşarak
boş yere yollara baktık, türküler yaktık
kurudu gözpınarlarımız, yüreğimizle ağladık.
Yaralı bir ülkeyiz şimdi, terkedilmiş bir şehir
nehir nehir acılar damlıyor bedenimize
önümüzde dağ dağ uçurumlar
ardımızda ölümün ayak sesleri
nasılda acıyor hayatımız ahh! Can
Gurbet ki, kahreden yanımız
acılara gömdüğümüz isyanımız
derdimizi kime nasıl anlatırız,
kimimiz var ki,
lime lime yüreğimiz,
ilmik ilmik gözyaşlarımızdan başka
Hasret ki, göçmen kuşların kanadında taşıdığı
gamdan bir dağ gibi oturmuş gözlerimize...
buruk gülümsemeler dindire bilir mi hüznü ah! Can?
kime ne anlatabiliriz ki,
ağızdan çıkan her söz yaralıyor yüreğimizi....
Nuri CAN
[main-arkaplan-muzik]277[/main-arkaplan-muzik]
Gidiyorum buralardan yalınayak ve üzgün
önümdeki uçurumlara aldırmadan...
asi... onurlu... ve ümitsiz...
Bu şehri, bu yıldızları, bu düşleri
bu hüznü, bu kederi terk ederek gidiyorum
onurumu koyup başımın üstüne
kör bakışlardan, sahte dostluklardan
yalan hesaplardan uzaklara gidiyorum
hoşça kal ayak izim, gönül gizim, yürek sızım
hoşçakal...
Varsın hayallerim kurduğum yerde kalsın
o gerçekleşmeyen hayallerim.
ardımda yaralı bir yürek
kederli bir ömür
ve yoksul anılar bırakarak
çocuklara veremediğim umudum
yarınlara taşıyamadığım sevdamla çekip gidiyorum işte
hoşçakal gönlümün nazlısı, bağrımın sızısı hoşçakal...
Gidiyorum başım önümde, gözümde nem
duramam artık ey aşk, ey sevdiğim
hüzne ve kedere boğulduğum bu şehirde duramam.
hiç bir anı kabul etmiyor beni
bedenim buz gibi soğuk
yüreğim paramparça keder
kış kadar soğuk ellerim
ardımda yoksul bir sevda
ve bana ait ne varsa bırakıp ardımdan gözü yaşlı
çekip gidiyorum işte
hoşça kal anlımın yazısı, kaderimin küskünü
hoşçakal...
Bütün yaprakları dökülmüş
dalları kırılmış bir ağaç gibi hıçkırarak
ve bırakarak ardımdan sırtımı yasladığım
çınar ağacını yaslı
meçhule giden acılar yüklü bir gemide
uğuldayan rüzgarlara sarıp sesimi
şarkıların sustuğu, aşkların vurulduğu
limanlara gidiyorum sevdiğim
hoşça kal kırık sazım, sevdamın yaralı türküsü
hoşçakal
Bir yıldız daha kaymadan gözlerimden
sönmeden yüreğimde bir arzu daha
ıssız bir köşede bırakıp kırgın gülüşlerimi
düşlerimi hüzünlü bir fotoğrafa yükleyip
çekip gidiyorum işte ey aşk, ey sevdiğim...
Bir daha yağmamalı bu ihanet yağmurları
ağlamamalı bu yürek bir daha
yüreğimdeki acıları başka bir acıyla sarıp
alıp dağların ve yıldızların gölgesini yanıma
yüzümde kış, bakışlarımda kar
yorgun akan bir ırmak misali
kimsesiz sokaklara bırakıp yalnızlığımı
gidiyorum sevdiğim
hoşça kal gecelerimin yıldızı, karlı dağların yalnız kızı,
canımın özü, gönlümün gözü yar
hoşça kal...
Bütün borçlarını ödedim bu sokakların, alacağımı aldım
geri dönmez bir mevsimdeyim artık
duramam ey aşk
bu şehre sığamam bu hüzünle
yoksa acılar üşütür beni
kar kavurur anılarımı
donar bakışlarım
üşürüm... üşürüm ey aşk
Sorma nereye, hangi dağın ardına?
ne kadar uzağa varır yolum?
kim yoldaş olur bana?
dönüp gelir miyim yine bahar geldiğinde?
çiçek açtığında mor dağlar
sorma! ...
Bak akşam
vakit tamam
uzak yıldızlara gözlerimi
ayışığına sessiz gölgelerimi bırakıp
yazıp gözyaşlarımı sabah çiğlerine
sazımdaki hüznü, içimdeki sızıyı
boynu bükük karanfilimi basarak bağrıma
yüreğimin yangınını bırakıp rüzgarlara
çekip gidiyorum buralardan
hoşçakal nazlı çocukluğum, sevdalı gençliğim
bağrımın ateşi, kalbimin ahı, mühür gözlü yar
hoşçakal...
hoşçakal...
Kırıldım işte ey hayat tutan yok elimi
boynuma sarılan yok
her akşam tanımadığım bir hicran
bilmediğim bir hüzün çalar kapımı...
Çare değil beklemek ey kalbim
çare değil
gelmiyor işte ölümüne özlediğin
yıllarca yolunu gözlediğin
hayalini herkesten gizlediğin
gelmiyor işte...
Bilemedim, kimseye olduğundan fazla
değer verilmeyeceğini
sevgiyi hak etmeyenin sevilmeyeceğini
bir sevda rüzgârıydı esip geçti de...
bir masaldı sevdim bitti de...
unut onu kalbim
unut alnımın karasını
bağrımın yarasını
unut
Kırıldı ağacımın sevgi dalları
uçup gitti umut kuşlarım
hayatın elinde kara bir gül
batırıp duruyor dikenlerini canıma...
yüreğimde uçurum yaraları
gözlerimde sessiz sızılarla
dipsiz uçurumların koynunda
ayazlar üşütüp durur tenimi her gece...
yitirmiş mevsimler rengini ömrümde
içimde bütün arzular tükenmiş
önümde dağ dağ yalnızlıklar
yalın ayak koşuyorum şimdi kara kışlara
ayaklarım kan- revan içinde...
unut onu kalbim
unut tatlı sözlerini
deniz rengi gözlerini
ondan sana fayda yok
Çağırsam duymuyor
almıyor beni bu kuytudan ah!?
dinler mi anlatsam derdimi dağlar?
eser mi rüzgar?
alıp götürür mü sesimi sular?
Ah! Kalbim
ne kadar haykırsam,
duymuyor sesimi kimse uçurumlardan başka
tutmuyor elimden yalnızlığımın
sabıkalı ihanetler tutmuş yol başlarını
Cehennemler uzatarak uçurumlara
fırtınaların öfkesine yazıp aşk fermanımı
derin bir vadide idam ettim kimliğimi...
Unut kalbim onu
unut varlığını
yokluğunu unut
ondan sana hayır yok
Uzaklardan bir ses olmanı isterdim, bir selam, bir nefes... "Üşüme" diye seslenmeni isterdim... Bir el olmanı isterdim, bir kol... "Özledim" deyip sarılmanı... En karanlık yerinde düşlerimin çıkıp gelmeni isterdim kınalı bir bahar gibi, umut ışığı olmanı isterdim hayatıma... Gelseydin ve yaslasaydım başımı omuzuna, ağlasaydım doya doya ... Geçerdi üşümesi yüreğimin, geçerdi üşümesi bilirim. Kirpiklerimde yağmurlar dumanlanmazdı...
Seninle suları yeşil bir ırmağın kıyısında buluşmak, saçlarının kokusundan öpmek, içime çekmek ve serin soluğundan içmek, sana sarılmak, kucaklamak, uçmak isterdim
Ama nafile, aramızdaki bütün yollar kapalı... Bütün dallar kesik... Yokluğun buz gibi soğuk... Üşüyorum... Yüreğim donmuş sanki, gözlerim de...
Ateşler içinde bedenim... Öyle bir üşüme ki, hiç bir şey ısıtmıyor artık. Bütün uzuvlarım uyuşmuş. Ezip geçiyor ruhumu acılar...
Yoksun işte, kalbimin kuyusu en hazin sesle inliyor şimdi. Kirpikleri kırılan bir zamanın teninde ağrılı şiirler topluyorum gecelere...
Bilirim, sevmek ve özlemek bir ateşe dokunmaktır; yakmaktır yüreğini yangınlarda. Ama ben üşüyorum. Yokluğun buz gibi soğuk. Yakacak bir şeyimde yok
Ağlıyorum, buza dönüşüyor gözyaşlarım Ağlıyorum, akıp gidiyor gözyaşlarım çağlayanlara Bakakalıyorum ardından çaresiz
Ah! bir el olsan dokunsan alnıma, okşasan saçlarımı bir anne şefkatiyle.. Geçerdi ağrısı başımın, geçerdi biliyorum... Bir gül olsaydın bahçemde, koklasaydım nefes nefes, çekseydim içime derin derin... Bir göz olup baksaydın gözlerime, çekip alsaydın içindeki hüznü... Ah! bir bilsen nasıl sevinirdi yüreğim, nasıl sevinirdi dudağımdaki gelincik, kapımdaki akasya...
Susuyorum artık derin derin... Ve sessizce soluyorum bir hazan yaprağı gibi... Oysa ne kadar çok hasretim konuşmaya, anlatmaya
anlaşılmaya... Oysa ne çok istiyorum, tüm bedenimden söküp almanı yalnızlığımı, hicranımı bir tılsımla...
Gel, yalnızlığıma arkadaş olsun sevgin, umut olsun... Gel ağlayan gözlerimi sil, ki, hesapsızca,sınırsızca, sevsin yüreğim. Bir adımız Aşk olsun...
Gel, yüreğim ol, bedenim ol, her ölümümde yeniden hayat ver. Elim, ayağım, canım ol... Gecem - gündüzüm ol... Ağlayan gözlerim ol ve her damlada yeniden doğur umudu... Yeniden yarat ki, seni ne kadar özlediğimi anlatayım dünyaya, ne kadar çok sevdiğimi ...
Önce sen gel sevgilim solmadan resimler, şiirler sislenmeden... İslenmeden geceler ... Sonra ölüm gelsin... Sonra ölüm gelsin...
Yoksun işte, kalbimin kuyusu en hazin sesle inliyor şimdi....
Bir gece alıp başını çekip gitmeli bu şehirden
gecenin parmaklarından sızarken karanlık
şafak sökmeden
kimseler görmeden
dönüp bakmadan ardındaki uçurumlara
alıp sırtına dertleri, kederleri çekip gitmeli bu şehirden
bir gece çekip gitmeli bu şehirden kar yağarken
ışıklar sönmeden
gün dönmeden
boğmadan ihanetler
yorgun, yalnız ve kararlı
dönüşü olmayan bir yola saparak
bilinmez uzaklara yelken açmalı
insanlardan uzak yerlere
denizi mavi bir adaya mesela
ya da ıssız bir dağbaşına
bütün anıları yakıp
bütün köprüleri yıkıp
aldırmadan önündeki uçurumlara
dönüp bakmadan geride kalanlara
takıp koluna gölgeni
yüreğini de alıp yanına
ağlamadan
sessiz
sedasız
vedasız
yüzüstü bırakarak hatıraları çekip gitmeli bu şehirden
bir gece çekip gitmeli bu şehirden kar yağarken
insanlardan uzak bir yere gitmeli
uzak bir dağbaşına mesela
ya da denizi mavi ıssız bir adaya
ay şavkı vurduğunda sulara
bir ceylanın ruhu kadar özgür olmalı ruhun
her gece yıldızlar dökülmeli üzerine
gözlerinde doğmalı güneş
kuş sesleriyle uyanmalı her sabah
çiçeklerin kokusu doldurmalı içini
kirli, ucuz ilişkilerden uzak
gökkuşağı renginde bir damla huzur bulmalı insan
bir gece alıp başını çekip gitmeli bu şehirden
bu kirli hayatı, sevgi yoksulları, ikiyüzlü
ve onursuz yalakalara bırakıp
kapatıp kapıları, sürgüleri de çekip
hüzünlü bir gülüş serperek odalara
uykusuz geçen bir gecenin ardından
yorgun, yaralı,yalnız ve kararlı
örtüp üstüne geceyi
yıldızları da alıp koynuna,
gözlerinden süzülen iki damla yaşla
vurup sırtına yalnızlığını çekip gitmeli bu şehirden...